Tasavvuf ıstılahlarının başında zikir gelir. Zikir, anmak, her işte Alla- hü teâlâyı hatırlamak, kendini gafletten kurtarmak, kulun Allahü teâlâyı dille ve kalple anması demektir. Gaflet de Allahü teâlâyı unutmak demektir. (E. Ans. c.1, s. 33) Allahü teâlâ, Kur´ân-ı kerîmde Ra´d sûresi 30. âyetinde meâlen şöyle buyuruyor: “İyi biliniz ki, kalpler, Allahü teâlânın zikri ile itminâna, râhata kavuşur.” Bekara sûresinin 152. âyet-i kerîmesinde ise meâlen şöyle buyrulmuştur: “(Kullarım!) Siz beni (tâat ile, beğendiğim işleri yapmak sûretiyle) zikrederseniz, ben de sizi (rahmet, mağfiret, ihsân ve tövbe kapılarını açmak sûretiyle) anarım.” Sünenü´l-Beyhekî´de geçen iki hadîs-i şerîfte de buyrulmuştur ki: “Derecesi en yüksek olanlar,…
Yazar: admin
Evliyânın büyüklerinden Gavs-ül-âzam Seyyid Abdülkâdir Geylânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) ilk önce yapılması lâzım olan şeyler husûsunda buyurdular ki: “Mü´minin, en önce farzları yapması lâzımdır. Farzları bitirdikten sonra, vâcib ve sünnetleri yapar. Ondan sonra, nâfilelerle meşgûl olur. Farz borcu varken sünnet ile meşgûl olmak, ahmaklıktır. Farz borcu olanın, sünnetleri kabûl olmaz. Ali bin Ebî Tâlib´in rivâyet ettiği hadîs-i şerîfte, Resûlullah efendimiz buyuruyor ki: “Üzerinde farz borcu olan kimse, kazâsını kılmadan nâfile kılarsa, boş yere zahmet çekmiş olur. Bu kimse, kazâsını ödemedikçe, Allahü teâlâ, onun nâfile namazlarını kabûl etmez.” Mümin, bir tüccara benzer. Farzlar onun sermâyesi, nâfileler de kazancıdır. Sermâye kurtarılmadıkça, kazancı…
Evliyânın tanınmışlarından ve Tâbiînden Abdullah bin Gâlib (rahmetullahi teâlâ aleyh) Zâviye harbi denilen bir savaşa katılmıştı. Bu sırada oruçlu idi. Düşman saflarına hücum edeceği sırada başına biraz su döktü. Sonra kılıcını sıyırıp kınını kırdı. Bu, şehîd düşünceye kadar savaşacağım manâsına gelirdi. Düşman saflarına daldı. Savaşa savaşa şehîd düştü.Tebe-i tâbiînin büyüklerinden Abdullah bin Mübârek (rahmetullahi teâlâ aleyh) Merv´de bir yıl ticâretle uğraşır, kazancının hepsini fakirlere dağıtırdı. İkinci yıl İslâmiyet´i yaymak için cihâda, düşmanla harbe giderdi. O, medresede müderris, hoca; câmide vâiz, şehirde tüccâr; harb- de büyük bir kahramandı. Kılıç ve kalem sâhibi idi. Kalemiyle cihâda dâir eser yazdı, kılıcıyla da dillere…
Evliyânın büyüklerinden Ahmed bin Harb (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri zamanında ve Bizanslılar devrinde, İstanbul´da bir doktor yaşıyordu. Hiçbir dîne inanmadığı gibi, Allahü teâlânın varlığını da inkâr ediyor ve; “Her şey kendi kendine var olmuştur.” diyordu. Âlemin bir yaratıcısı olduğunu kabûl etmiyordu. Mesleğinde mütehassıs olup, sorulan her soruya cevap veriyordu. Hıristiyanlardan hiç kimse bu doktora cevap veremez hâle gelmişti. Yalnız; “Dünyânın bir yaratıcısı olduğuna delil getirip beni iknâ eden olur- sa, bu dâvamdan vaz geçerim.” diyordu. Karşılaşıp münâzara ettiği herkesi mağlûb ediyor, cevapsız bırakıyordu. Kendisini dinleyen herkese dinsizliği aşılıyor, fikirlerini karıştırıyordu. Bu doktor karşısında hıristiyanlar âciz kalmıştı. Durumu krallarına an- lattılar.…
Allahü teâlânın velî kullarından tanınmayan, bilinmeyen ve gizli olan bâzı mübârek kimseler daha vardır ki, Şeyhülislâm Molla Câmî´nin belirttiğine göre, insanların imdâdlarına yetişip, işlerinde dara düştükleri zaman yardımcı olan ve onların belâlardan korunmasına sebeb olan bu insanlara nücebâ denilmektedir. (E. Ans. c.1, s. 11) Tasavvuf yolunda bulunanları, Şihâbüddîn-i Sühreverdî iki kısma ayırıyor: Ya mürîd olurlar, ya murâd olurlar. Mürîdler Allahü teâlâya yakınlık derecelerine ulaşmak için riyâzetler ve mücâhedeler çekerler (nef- sin isteklerinden kaçınıp istemediklerini yapmaya çalışırlar). Murâdlar ise, nazlı nazlı okşanarak götürülür ve sıkıntı çekmeden, yakınlık derecelerine ulaştırılır. Tasavvuf yolunda bulunanlardan, sıkıntı ve eziyet çekmeden Allahü teâlânın yardım ve dilemesi…
İnsanları irşâd eden, doğru yolu gösterip yetiştiren ve kemâle getiren yâni olgunlaştıran büyük âlim ve velîye mürşîd denilir. Yetişmiş ve yetiştirebilen rehbere mürşîd-i kâmil adı verilir. Bunlar, insanlara doğru yolu gösteren ve İslâmiyeti bid´atlerden (Peygamber efendimiz ve arkadaşları zamânında olmayıp da dîne sonradan ibâdet olarak katılan şeylerden) temizleyen derin İslâm âlimlerindendirler. Onun için Muhyiddîn ibni Arabî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri; “Mürşidi olmayanın mürşidi şeytandır.” demiştir. Mazhâr-ı Cân-ı Cânân (rahmetullahi teâlâ aleyh) bütün kazançlarına, mürşidlerini çok sevmekle kavuştuğunu belirtmiş, saâdetlerin anahtarının, Allahü teâlânın sevdiklerini sevmek olduğunu ifâde etmiştir. İmâm-ı Rabbânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) de; “Talebe, mürşidini ne kadar çok severse, onun…
Evlîyanın önderlerinden ve İslâm âlimlerinin büyüklerinden Abdülhâlık Goncdüvânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bugün Nakşibendiliğin pren- sipleri diye bilinen on bir temel düstûru da ortaya koydu. Bu prensiplerin esası “kalbe gelip onu meşgul eden her şeyi oradan çıkarıp atmak ve onu dâimâ Allahü teâlâ ile meşgûl hâle getirmek”tir. Suriye´de yetişen evliyâdan Ahmed Haznevî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri; Deyrezorlu Molla Ahmed, Muhammed ve Hacı Hayred- dîn´e yazdığı mektupta buyurdular ki: “…Bu yüce Nakşibendiyye yoluna olan şiddetli muhabbetinizin, samîmi azim ve arzûnuzun çokluğunun habercisidirler. Bu muhabbet ve arzu çok büyük nîmetlerdir. Nasıl büyük olmasınlar ki, bu yolun büyükleri, müridin, talebenin Allahü teâlânın mânevî feyz…
Kastamonu velîlerinden Ahmed Siyâhî (rahmetullahi teâlâ aleyh) oğluna şöyle nasîhatta bulundular: Ey oğlum! Sana Allahü teâlânın kitâbına, Resûlullah efendimizin sünneti seniyyesine uymayı, îtikâdını evliyâullahın da bağlı olduğu, Ehl-i sünnet vel cemâat âlimlerinin bildirdikleri doğru îtikâda göre düzeltmeni tavsiye ederim.Âlimlere, tasavvuf ehline, Kur´ân-ı kerîm ehline hürmet et. Vicdanın, için temiz olsun, cömerd ve güleryüzlü ol. Başkalarına ihsan ve iyilikte bulun. Allahü teâlânın yarattıklarına eziyet ve sıkıntı verme. Arkadaşlarının hatâ ve kusurlarını affet, görmemezlikten gel. Büyük, küçük herkese nasihat eyle, hırs ve tamâyı terk eyle. Bütün ihtiyaçlarında Allahü teâlâya tevekkül et, güven. Çünkü Allahü teâlâ, kendisine sığınanları mahrum etmez. Oğlum! Selâmeti, kurtuluşu…
Evliyânın büyüklerinden ve İslâm âlimlerinin en meşhûrlarından İmâm-ı Gazâlî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri nefsin istediklerini yapmaz, istemediklerini yapardı. İnsanlara nefis muhâsebesi yapmaları gerektiğini bildirirdi. Her gün yaptığı işler sebebiyle kendini hesâba çekerdi.Nefsine şöyle hitâb ederdi: Ey nefsim! Akıllı olduğunu iddiâ ediyorsun ve sana ahmak diyenlere kızıyorsun. Hâlbuki, senden daha ahmak kim var. Ömrünü boş şeylerle, gülüp eğlenmekle geçiriyorsun. Senin hâlin, polislerin, kendisini aradıklarını ve yakalayınca, îdâm edeceklerini bildiği hâlde, zamânını eğlence ile geçiren kâtile benzer. Bundan daha ahmak kimse olur mu Ey nefsim! Ecel sana yaklaşmakta, Cennet ve Cehennem´den biri, seni beklemektedir. Ecelinin, bugün gelmeyeceği ne mâlum Bugün gelmezse, bir…
Büyük velîlerinden Ahmed bin Mesrûk (rahmetullahi teâlâ aleyh) insanları, Cenâb-ı hakkın kendilerine verdiği nîmetlerden başkalarını da istifâde ettirmeye teşvik eder, Peygamber efendimizin şu hadîs-i şerîfini okurdu: “Allahü teâlâ bâzı kullarına bâzı nîmetleri ihsân etmiştir. Şâyet bu kullar, verilen nîmetlerle, başkalarını da faydalandırırsa, bu nîmetler onlarda kalır. Eğer çevresindekileri bu nîmetten mahrûm ederlerse, verilen nîmetler onlardan alınıp başkalarına verilir.” İskenderiye´de yetişen büyük velîlerden Dâvûd-i İskenderî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Allahü teâlânın, kullarına ihsân ettiği nîmetlerin en büyüklerinden birisi, aralarında irfân sâhibi velî bir zâtı bulundurmasıdır. İsterse insanlar onu tanımasınlar ve bilmesinler.” En büyük velîlerden İmâm-ı Ebû Yûsuf (rahmetullahi teâlâ aleyh)…