İslâmiyetin ilk asırlarında yetişen velîlerden Ali bin Abdullah bin Abbâs (rahmetullahi teâlâ aleyh) uzun boylu, heybetli, güzel yüzlü bir zât idi. Sesi gür ve çok tesirliydi. Allahü teâlâdan af ve merhâmet husûsunda Peygamber efendimizin şu hadîs-i şerîfini bildirdi: “Kim istiğfâra iyi sarılırsa, Allahü teâlâ, onu her türlü keder ve sıkıntıda bir ferahlık ve rahatlık, darlık zamânında ise, çıkış ihsân eder. Onu, kendisine yetecek şekilde rızıklandırır.” Tâbiîn tanınmışlarından büyük velî Bekr bin Abdullah Müzenî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir vâzında şöyle buyurdular ki: Günâhı çok yapı- yorsunuz. Halbuki istiğfârı çok yapmalısınız. Çünkü, insan âhirette, amel defterinde iki satır arasında istiğfâr görünce çok…
Yazar: admin
Anadolu´da yaşayan büyük velîlerden Hacım Sultan (rahmetullahi teâlâ aleyh) zamanında bir gün akşam yakındı. Hacım Sultan kalkıp abdest aldı. Akşam namazını kıldı. Sonra Yâsîn-i şerîf, Vâkıa, Enbiyâ, İhlâs, Fâtiha ve Bekara sûrelerini okuyup, Peygamber efendimizin mübârek rûh-ı şerîfine, âline, eshâbına evliyânın rûhuna sevâbını bağışladı. Sonra yüz kere salevât, bin kere istiğfâr getirdi. Niyet eyledi: “Burada kalmak uygun mudur ” dedi. Bir mikdâr uyudu. Rüyâsında Peygamber efendimizi gördü ve mübârek elini öptü. Bu esnâda Peygamber efendimiz; “Ey ciğerpârem Hacım! Senin yerin burası değil. Senin yerin Susuz denilen yerdir. Allahü teâlânın emri ile var, orada yerleş. Hem bu kavim sizi sevmedi. Sana…
Tebe-i tâbiînin büyüklerinden Abdullah bin Mübârek (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdu ki: “Allahü teâlâya isyân ederken, O´nu sevdiğini açıklarsın. Bu ise kıyasta acâibdir. Eğer sevgin doğru olsaydı, O´na itâat ederdin; çünkü seven, sevdiğine itâat eder.” İslâm âlimlerinden ve evliyânın büyüklerinden Abdüllatîf Câmî (rahmetullahi teâlâ aleyh) birkaç defâ hacca gitti. Bir sene hac dönüşünde, yolda düşman ve eşkıyâ tehlikesi olduğunu haber aldılar. Memleketlerine başka bir yoldan geldiler. Yolda gelirken, bir yerde mola verip; “Burada birkaç gün istirahat etmemiz îcâb ediyor.” dedi. Yol arkadaşları kabûl edip, orada konakladılar. Fakat Hâce Selâhaddîn isminde bir vezîr ve ya- nındaki birkaç kişi, yola çıkmakta acele ettiler.…
Ehl-i sünnetin îtikâddaki iki imâmından biri ve büyük velîlerden Ebü´l-Hasan-ı Eş´arî (rahmetullahi teâlâ aleyh) Allahü teâlâdan başka her şeyin sonradan yaratıldığını ve her birisinde çeşitli hikmetler bulunduğunu îzâh etmek için buyurdu ki: Allahü teâlâ meâlen: “Gerçekten, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, akıl sâhipleri için, Allah´ın varlığını, kudret ve azametini gösteren, kesin deliller vardır.” (Âl-i İmrân sûresi: 190) âyet-i kerîmesiyle Allahü teâlâdan başka her şeyin sonradan yaratıldığı, bunları Allahü teâlânın yarattığını ve bunda çeşitli hikmetler bulunduğunu daha ziyâde beyân eyledi. Feleklerin (Dünyâ, ay, güneş v.s.) hareketiyle, meydana gelen faydaların büyüklüğüne ve mikdârına işâret buyruldu. Meselâ, gece,…
Meşhûr tasavvuf âlimlerinden Abbâdî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Kabre yılanlar dışardan gelir sanmayınız. Sizin kötü amelleriniz kabirde sizin için engerek yılanıdır. Dünyâda iken yediğiniz haramlar da kabre yılan olarak gelir.”Yemen´de yetişen Şâfiî mezhebi fıkıh âlimlerinden ve evliyâdan AbdullahYâfiî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir sohbetinde buyurdular ki: “Mevtâları iyi veya kötü hâlde görmek, Cenâb-ı Hakk´ın bâzı kullarına ihsân ettiği bir keşf ve kerâmettir. Dirilere müjde vermek, onlara doğru yolu göstermek veya ölüler için hayırlı bir iş yapılmasına, borçlarının ödenme- sine yaraması içindir. Ölüleri görmek, daha çok rüyâda olmaktadır. Uya- nık iken görenler de vardır. Evliyâ ve hâl sâhipleri için kerâmettir.” “Ehl-i…
Tâbiîn devrinde Medîne´de yetişen büyük âlimlerden Atâ bin Yesâr (rahmetullahi teâlâ aleyh) Yâlâ bin Mürre´den şöyle anlatıyor: “Biz hazret-i Ali´nin yakınlarından bâzıları ile buluştuk. Yâlâ onlara dedi ki: O, şu anda savaşan kimsedir. Onun hayâtı için emin değiliz. Ona bir zarar gelebilir. Bundan sonra odasının kapısında nöbet tutmaya başladık. Bir ara namaza çıktı. Bizi görünce; “Burada ne yapıyorsunuz ” diye sordu. Biz de: “Seni bekliyoruz, yâ müminlerin emîri!.. Zîrâ sen, harp yapan bir kimsesin. Sana bir zarar gelmesinden korkuyoruz.” diye cevap verdik. Onlara sordu: “Beni semâ (gök) ehlinden mi koruyorsunuz, yoksa yer ehlinden mi ” Biz de: “Elbette yer ehlinden!…
Evliyânın meşhûrlarından Ahmed bin Âsım Antâkî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine, “Allahü teâlâya kendisiyle yakın olabileceğimiz en üstün şey nedir ” diye sordular:”Kibir, riyâ, haset (çekememezlik), gıybet, kin, kızma, dünyâya düşkünlük, uzun emel sâhibi olmak gibi, insanın içine dâir günahları (kalp hastalıklarını) terk etmektir.” buyurdular. Bunun üzerine “İnsanın içine ait günahlarının, dışına ait günahlardan üstün olması nasıl olur ” diye sorduklarında: “Çünkü, bâtına ait günahlar terkedilince, zâhirî (dış) günâhlar kendiliğinden kaybolur.” buyurdular. Ahmed bin Âsım Antâkî hazretlerine; “Kalbin selâmeti nedir. Kalbimizi mânevî hastalıklardan korumak için ne yapalım ” denildikte de şu veciz ve tesirli sözlerini söyleyiverdi: “Kalbin mânevî hastalıklardan muhâfazası için…
Hangi peygamberin ümmetinden olursa olsun, velîlerden âdet dışı yâni fizik, kimyâ ve fizyoloji kânunları dışında meydana gelen şeyler, hâdiseler, üstünlükler kerâmet diye isimlendirilir. Allâme Ahmed Hamevî´nin dediği gibi, Allahü teâlâ, sevdiği kullarına kerâmetler ihsân eder. Velîler, kerâmetlerini saklarlar. Kimsenin duymasını istemezler. (E. Ans. c.1, s. 18) İmâm-ı Rabbânî “Kerâmet haktır. Şirkten yâni Allahü teâlâya ortak koşmaktan, kaçıp kurtulmak, mârifete kavuşmak, kendini yok bilmek kerâmettir.” demektedir. (E. Ans. c.1, s. 18) Abdülganî Nablüsî ise; “Kendisine kerâmet hâsıl olan velî, bu kerâ- metin yalnız Allahü teâlânın dileği ve kudreti ile yaratıldığını, kendi dile- ğinin ve kudretinin hiç bir tesiri olmadığını bilmektedir.” demiştir.…
Suriye´de yetişen velîlerden Abdurrahmân bin Muhammed es-Sekkâf (rahmetullahi teâlâ aleyh) zamânında bir defâsında, bâzı kimseler gemi ile bir yere gidiyorlardı. Yolcular arasında Abdurrahmân hazretlerinin talebelerinden birkaç kişi de vardı. Bir ara, geminin tabanından bir yer delindi. Ne yaptılarsa delinen yeri tıkayamadılar. Vazîfeliler çâresiz kalıp, geminin batmasından korktular. Onlardaki bu telaşı görüp, vaziyeti anlayan talebeler, hocaları Abdurrahmân bin Muhammed´den yardım istediler. O esnâda hocalarını gemide gördüler. Ayağını, gemiye su giren yere koydu. Sonra bir şeyler ile o delik yeri kapadı. Su girmez oldu. Bu duruma yolcular çok sevindi. Herkes rahatlamıştı. Abdurrahmân hazretleri, birden gözden kayboldu. O büyük zâtın talebeleri hürmetine, diğerleri…
Tâbiînin meşhûr âlimlerinden ve evliyânın büyüklerinden İbrâhim bin Edhem (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin babası Edhem, Belh şehri pâdişâhıydı. Kendisi Şehzâde olup, tahtta oturur, avlanmayı severdi. Her türlü imkâna sâhip, her istediğini yer, her istediğini giyer, her emri hemen yapılırdı. Bir yola çıktığı zaman, kırk altın kalkanlı asker önünden, kırk altın gürzlü asker arkasından yürürdü. O bütün bunları terk etmiş ve Allahü teâlâya gönül vermiştir. Mübârek sözleri ve kerâmetleri dilden dile dolaşmış, muhabbeti hep gönüllerde yaşamıştır. Dünyâ sultânları unutulmuş, fakat O unutulmamıştır. Tâcını, tahtını bırakıp evliyâdan olması şöyle olmuştur: Bir gece tahtı üzerinde uyuya kalmıştı. Gece bir gürültü ile uyandı. Tavan…