Abdullah-ı Dehlevî, şânı büyük bir velî, Meşhurdu halk içinde, bir çok kerâmetleri. Bir gün biri gelerek, mübârek huzûruna, “Oğlumuz çoktan beri, kayıptır” dedi ona. Ve ilâve etti ki: “Lütfen duâ ediniz, Tekrardan ihsân etsin, onu bize Rabbimiz.” Onun bu sözlerini, dinleyip o büyük zât, Buyurdu ki: “Oğlunuz, evindedir şu saat.” O kimse heyret edip, dedi: “Ama efendim, Şimdi evden ayrılıp, huzûrunuza geldim.” O yine buyurdu ki: “Evine dön ki şu an, Rabbimiz onu size, tekrardan etti ihsân.” “Peki efendim” deyip, evine gittiğinde, Gördü ki oturuyor, oğlu gelmiş evinde. Yine bir gün birisi, ölüm yatağındaki, Hastasını sırtlayıp, geldi bir seher vakti.…
Yazar: admin
Evliyânın meşhurlarından Abdullah bin Menâzil (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Devamlı utanmaktan ve sıkılmaktan bahseden, fakat Allahü teâlâdan sıkılmayan kimseye ne kadar şaşılır.” HAYÂ ÎMÂNDANDIR Bu mübârek Velî´nin, bir hizmetçisi vardı, Ehl-i hâl biri olup, hasta olmuş yatardı. Git gide hastalığı, arttı ziyâdesiyle, Artık öleceğini, anladı kalp gözüyle. O, Ali bin Heytî´ye, dedi ki: “Ey üstâdım, Tâze hurma yemeği, istiyor şimdi canım.” Lâkin hurma mevsimi, henüz olmadığından, Bu arzûyu yerine, getirmek zordu o an. Ali bin Heytî ona, buyurdu ki: “Ey evlât! Bu zaman tâze hurma, bulunmaz gerçi fakat, Keffan´da bolca vardır, olma hiç müteessir, Çünkü şimdi orası, tam hurma…
Abdullah bin Muhammed Mürteiş (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri buyurdu ki: KEŞKE YARDIM ETSEYDİM! Abdullah-ı Mürteiş, evliyâ-yı kirâmdan Şiddetle kaçınırdı, şüpheli ve haramdan. Dünyâya zerre kadar, vermez idi bir değer, Methetti kendisini, evliyâ ve âlimler. Hânesinin önünde, otururken bir zaman, Genç bir kişi gelerek, para istedi ondan. Vardı gencin üstünde, hem de “yeni bir abâ” Düşündü: “Bu ne için, dileniyor acaba Yaşı genç, sakat değil, hem yeni elbisesi, Yakışır mı bu gence, el açıp dilenmesi ” Bunları düşünerek, vermedi cevap bile, Genç ayrıldı ondan, “kırılmış bir kalp” ile. Eli boş, boynu bükük, gidince öyle mahzun, Bu sefer pişman oldu, düşündü uzun…
Tebe-i tâbiînin büyüklerinden Abdullah bin Mübârek (rahmetullahi teâlâaleyh) buyurdular ki: “Çalışıp kazanma zahmeti çekmemiş kimsede hayır yoktur.” Tâbiîn devri velîlerinden Abdullah bin Zeyd (rahmetullahi teâlâ aleyh) devamlı helâl kazanmayı teşvik ederdi. Bir gün Eyyûb-i Sahtiyânî´ye; “Çarşıya git, iş ara. Zirâ en büyük huzûr insanlara muhtâc olmamaktır.” Buyurdular. Başka birine de; “Seni, geçimini temin ederken görmek, câmi köşesinde görmemden daha sevimlidir.” buyurdu. Döküntü hurma satan ve sohbetine devâm eden bir talebesi vardı. Ona; “Ben, senin sohbet meclisinden faydalandığını zannediyordum. Fakat şu bir hakikattir; Allahü teâlâ kötü olan her şeyden bereketini almıştır.” buyurdular. HELÂL LOKMA YEMELİ Abdülvehhâb Şa´rânî anlatır: “Bir yaz günü,…
Şâfiî mezhebi âlimlerinden ve evliyânın büyüklerinden Şemseddîn Îcî (rahmetullahi teâlâ aleyh) Safd beldesinin ileri gelenlerinden tüccar bir zât şöyle anlatır: “Ticâret için Şam´a gidip gelirdim. Bir defâsında gittiğimde, elli dinâr kazandım. Kazandığım paraları cebime koyup, akşama doğru evime gitmek üzere yola çıktım. Biraz gidip ıssız bir yere gelince, karşıma bir adam çıktı. Daha önceden tanışıyormuşuz gibi bana selâm verdi. Babamı ve kabîlemi de biliyordu. Beni tanıdığını, babamla çok yakın dost olduklarını ve bu gece beni misâfir etmek istediğini söylüyor, kat´iyyen bırakmak istemiyordu. Ben çok hayret ettim. İster istemez kabûl ettim. O kimsenin evine gitmek üzere beraberce yolumuzu değiştirdik. Başka bir…
Tebe-i tâbiînin büyüklerinden, fıkıh, hadîs âlimi ve velîlerden Süfyân bin Uyeyne (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir defâsında Hızır aleyhisselâmın Mûsâ aleyhisselâmla olan kıssalarını anlatan şu hadîs-i şerîfi nakletti. Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyurdular ki: “Mûsâ (aleyhisselâm), Benî İsrâil´in arasında hutbe okumak için ayağa kalktığında, kendisine insanların hangisi en âlimdir diye soruldu. Mûsâ (aleyhisselâm); “En âlim benim” dedi. Allahü teâlâ ona; “İki denizin kavuştuğu yerde benim kullarımdan bir kul var, o senden daha âlimdir.” diye vahy indirdi. Mûsâ (aleyhisselâm); “Ey Rabbim! Benim için onunla buluşmanın yolu nedir ” diye sordu. Kendisine; “Azık olarak bir zenbilin içine tuzlu bir balık koyarak…
Osmanlı Devleti´nin kuruluş devrinde, Ankara´nın Çamlıdere beldesinde yaşayan büyük velîlerden Ali Semerkandî (rahmetullahi teâlâ aleyh) H.720 senesinde İsfehan´da doğdu. Babasının ismi Yahyâ olup, hazret-i Ömer´e dayanır. Çok zekî ve pek akıllı idi. Küçük yaşda Kur´ân-ı kerîmi ezberledi ve muhtelif kırâatlere göre okumasını öğrendi. Genç yaşında; tefsîr, hadîs, fıkıh ve tasavvuf ilimlerinde pek yüksek derecelere kavuştu. Mekke-i mükerreme, Medîne-i münevvere, Şam, Kudüs, Irak, Semerkand, Çamlıdere gibi pekçok beldelerde İslâmiyeti öğretmek, emr-i mârûf nehy-i münker yapmak, Allahü teâlânın emir ve yasaklarını bildirmek için dolaştı. Ali Semerkandî, tahsîlini tamamladıktan sonra, Mekke-i mükerreme- ye gitti. Kâbe-i muazzamada yıllarca imâmlık yaptı. Orada, insanları Ehl-i sünnet…
Evlîyanın büyüklerinden Abdullah bin Abdülazîz el-Yuneynî (rah- metullahi teâlâ aleyh) hazretleri ile ilgili olarak Kâdı Yâkûb şöyle anlatır: Birgün Şam´da bir mescidin kenarındaydım. Orada bir köprü vardı. Hava çok sıcaktı. Abdullah el-Yuneynî, abdest almak için dereye indi. O sırada bir nasrânî, şarap yüklü katırı ile köprüden geçiyordu. Katır bir ara ürktü ve yük yere yıkıldı. Çevrede başka kimse yoktu. Abdullah el-Yuneynî, yukarı çıkıp bana; “Yükü yüklemeye yardım et!” dedi. Nasrânîye yardım ettim ve yükü katıra yükledik. Nasrânî, oradan uzaklaşıp gitti. Kendi kendime; “Bu zât böyle yapmamı niye istedi ” diye düşündüm. Sonra nasrânîyi tâkib ettim. Nasrânî, katırıyla şarap satan bir…
Hâdîs âlimi, hatîb ve velî Abbâs bin Hamza en-Nişâbûrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri, hocası Zünnûn-i Mısrî´nin şöyle buyurdu- ğunu nakletmiştir: “İnsanlar neyi istediklerini bilselerdi, arzu ettikleri şey için verdikleri onlara zor gelmezdi.” “Ey Allahım! Ben nasıl senin rızân için çalışmayayım, çünkü sen beni yoktan vâr ettin ve İslâmiyetle şereflenmemi nasîb ettin.” Abbâs bin Hamza hazretleri buyurdular ki: “Hocam Ahmed bin Ebi´l-Havârî, hocası Ebû Süleymân Dârânî´den nakletti: “Bir vaktin insanlarının bozulduğuna alâmet, o insanların korkudan çok ümid içinde olmalarıdır.” “Ârif olana, devamlı olarak Rabbinin emirlerine itâattan başka bir hâl yakışmaz.” Yine hocası Ahmed bin Ebi´l-Havârî´den nakleder: “Dünyâyı tanıyan ondan vazgeçer, âhireti…
Anadolu velîlerinden Abdullah Mekkî Erzincânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) Erzincan´ı şereflendirince insanlar akın akın ziyâretine geldiler. Gelenler arasında, Terzi Baba diye bilinen Muhammed Vehbî de vardı. Abdullah Mekkî, Muhammed Vehbî içeri girince ayağa kalktı. Onu dâvet edip yanına oturttu. Muhammed Vehbî´ye karşı hiç kimseye göstermediği iltifâtlarda bulundu. Sonra Muhammed Vehbî´nin durumunu öğrenmek için yanındakilere; “Bu zâtın serveti var mıdır ” diye sordu. Oradakiler; “Hayır. Yalnız köyde, Sarıgöl´de bir bağı ile, şehirde bir evi, birkaç parça tarlası ve terzilik yaptığı bir dükkanı vardır.” dediler. Bunun üzerine Muhammed Vehbî´yi yanına çağıran Abdullah Mekkî hazretleri; “Oğlum! Pîr-i âzâm Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî bizi buralara gönderdi.…