Tâbiîn devrinde Kûfe´de yetişen müctehid imamların büyüklerinden Saîd bin Cübeyr (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Duâ yapılırken, mânevî bir zevk veriyorsa, kabul olacak demektir.” Hindistan´ın büyük velîlerinden Muhammed Huccetullah Nakşibend (rahmetullahi teâlâ aleyh) yazdıkları mektuplarından birinde buyur- dular ki: “Allahü teâlâya hamd olsun. Seçtiği kullara selâm olsun. Mektubunuzla şereflendik. İkrâmlarınız da geldi. Duâ etmemize sebeb oldu. Hadîs-i şerîfde; “Duâ kapılarının kendisine açıldığı kimseye (yâni duâ nasib olan kimseye) kabûl kapıları ve Cennet, yâhut rahmet kapıları da açılır” buyruldu. O hâlde duâda kusur etmemelidir. Kapalı kapıları duâ anahtarı ile açmalıdır. İhtiyaçlarını Allahü teâlâdan yalvararak ve O´na sığınarak istemeli, âhiret kurtuluşunu onlarda…
Yazar: admin
Evliyânın büyüklerinden İbn-i Atâ (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Dünyânın geçici lezzetlerine dalan, hakîkatleri bulamaz. Bu lezzetlere dalması, onun kuvvetini azaltır.” Yine buyurdular ki: “Allahü teâlâ için en sevimli şey, kulun dünyâdan yüz çevirmesi, O´na ulaşılacak en iyi vesile ise, kulun nefsinden vazgeçmesidir.” Anadolu´da yaşayan evliyânın ve âlimlerin büyüklerinden İbrâhim Hak- kı Erzurûmî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri dünyâya bağlanmanın kö- tülüğünü bir sohbetinde şöyle anlattı: Dünyâ zıll-i zâildir. Ona güvenen nâ- dimdir. O seninle kalsa da, sen onunla kalamazsın. Dünyâdan çıkmadan önce, kalbinden dünyâ sevgisini çıkar. Dünyâ lezzetlerine aldanmayan Cennet nîmetlerine kavuşur. İki âlemde azîz ve muhterem olur. Dünyâ ha-…
Her konuda haddini bilip, sınırı aşmamak, insanlara iyi muâmelede bulunmak, sünnet üzere yâni Peygamber efendimizin buyurduğu ve davrandığı gibi hareket etmek, hatâya düşmekten sakınılacak şey, terbiye, güzel ahlâka da edeb denir.(E. Ans. c.1, s. 34) Abdullah bin Mübârek âlimler, edeb hakkında çok şeyler söylediler. Bize göre edeb, insanın kendini tanımasıdır demiştir. (E. Ans. c.1, s. 34) Ebü´l-Berekât Emevî Hakkârî; “Edep, kulun, Allahü teâlâya karşı vazîfelerini, vakitlerini nasıl değerlendireceğini, kendini O´ndan uzaklaştıran şeylerden nasıl korunacağını bilmesidir.” demiştir. (E. Ans. c.1, s. 34) İmâm-ı Rabbânî ise; “Edebe riâyet etmeyen hiç kimse, Allah´a kavuşamaz, yâni velî olamaz. Din büyüklerinin yolu baştan sona edeptir.…
Velî ve hadîs âlimi Abdurrahmân bin Mehdî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Ehl-i sünnet vel-cemaat îtikâdına sarıl. Ehl-i bid´at ile oturup kalkma. Onların yanına gitmek, onlara kıymet vermek olur.” Mısır evliyâsının büyüklerinden ve Şafîi mezhebi fıkıh âlimi Abdül- vehhâb-ı Şa rânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) Şâfiî mezhebi fıkhında za- mânının en büyük âlimi idi. Devrinde bâzı câhil din adamlarının Hanefî mezhebinin kurucusu Ebû Hanîfe´ye ve talebelerine dil uzatanlara şid- detle karşı koyardı. Böyle düşüncelere kapılan bir talebesine şöyle nasîhat etti: Ey kardeşim! İmâm-ı A´zam Ebû Hanîfe´ye ve onun mezhebini taklid eden fıkıh âlimlerine dil uzatmaktan kendini koru! Câhillerin sözlerine ve yazılarına…
Evliyânın büyüklerinden ve kendilerine Silsile-i aliyye denilen büyük âlim ve velîlerin yirmi ikincisi olan Muhammed Bâkî-billah (rahmetullahi teâlâ aleyh) Emr-i mârûf ve nehy-i münker yapıp, iyilikleri bildirip, kötülüklerden sakındırırken, şiddet ve sertlik göstermezdi. Bir kimse dîne uygun olmayan bir iş yapsa veya söz söylese, yumuşaklıkla, kinâye ve îmâ ile sakındırır, kalb kırmak istemezdi. Emr-i mârûf yaparken, kendini diğer insanlardan ayırmamak ve üstün görmemek için çok gayret sarf ederdi. Hiçbir zaman dilinde, meclisinde ve sohbetlerinde hiçbir müslüman kötülenmezdi. Huzûrunda bulunanlardan birinin kalbinden bir müslüman hakkında kötü bir düşünce veya hafife alma düşüncesi geçse, Muham- med Bâkî-billah hazretleri derhal hakkında kötü düşünülen…
Evliyânın büyüklerinden İbrâhim Gülşenî (rahmetullahi teâlâ aleyh) zamanında Erdebil Hânedânına mensup Safevî Eshâb-ı kirâm düşmanları, Tebriz´deki Ehl-i sünnet müslümanları ortadan kaldırmak ve İbrâhim Gülşenî´ye zulmetmek için harekete geçtiler. Ateşe tapan mecûsîler ile birleşerek, Tebrîz´i işgâl ettiler. Her tarafı yakıp yıktılar. Önlerine gelen genç, yaşlı, kadın, erkek demeden herkesi öldürmeğe başladılar. İbrâhim Gülşenî hazretleri bu fitneden kurtulmak için hicrete karar verdi. Mâcerâlı bir yolculuktan sonra oğlu Ahmed Hayâlî ile Diyarbakır´a ulaştı İbrâhim Gülşenî´ye, şehrin hâkimi, Âmir Bey ile kardeşi Kayıtmaz Bey son derece hürmet gösterdiler. İzzet ve ikrâmlarda bulundular. Fakat orada fazla kalmayıp, yollarına devâm ederek Mısır´a ulaştılar. İbrâhim Gülşenî´nin hocası…
İslâm âlimlerinin ve velîlerin büyüklerinden Celâleddîn-i Devânî (rah- metullahi teâlâ aleyh) çocuk terbiyesine çok önem verilmesini sık sık an- latırdı. Bir seferinde buyurdular ki: “Çocuk dünyâya gelince, yedinci günü ona isim koymalıdır. Düşünüp iyi bir isim koymalıdır. Çünkü rastgele bir isim konursa, ömür boyu ona sıkıntı verebilir. Bunun için çocuğa iyi isim koymaya dikkat etmek, çocuğun babası üzerindeki haklarındandır. Süt emme zamânı bitince, terbiyesi ile meşgûl olmalı, kötü ahlâk ve huy edinmesine engel olmalıdır. Çünkü çocukların kâbiliyetleri kemâl üzeredir. Tabiatının meyli ise kötülükleredir. Çabuk bozulabilirler. Bunun için iyi ahlâklı olmasına dikkat etmeli ve bunda bir sıra gözetmelidir. Çocukta ilk görülen,…
Tebe-i tâbiînin büyüklerinden Abdullah bin Mübârek (rahmetullahi teâlâ aleyh) Tebe-i tâbiînin büyüklerindendir. Babası ile ilgili bir menkibe şöyledir. Merv şehri kâdısının bir kızı vardı. Ülkedeki, ileri gelen zengin, makam ve mevkı sâhibi kimseler bu kızı isteyince hiç birine vermedi. Bu zâtın Mübârek adlı, bağına-bahçesine bakan bir kölesi vardı. Aradan iki ay geçmiş meyveler olgunlaşmış bolluk bereket gelmişti. Efendisi, Mübâ- rek´ten üzüm isteyince, toplayıp geldi. Getirdiği üzüm çok güzel olmasına rağmen henüz olmamıştı, başka üzüm istedi. O da ekşi çıktı. Efendisi; “Bahçede o kadar üzüm var, niçin böyle üzüm getiriyorsun ” demekten kendini alamadı. Mübârek; “Efendim! Ekşisini tatlısını bilmiyorum!” diye cevap…
Beyt: Evliyâyla, onları candan severek otur, Onlarla oturan kul, kalkınca sultan olur. Abdülfettâh-ı Bağdâdî Akrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri: KIRK YIL HİZMET ETTİ Hâlid-i Bağdâdî´nin, şânını o zamanlar, Duymuştu dünyâdaki, bilcümle müslümanlar. Yayılınca şöhreti, her yerine dünyânın, Bağdad´a geliyordu, insanlar akın akın. Hem İstanbul´dan dahi, birçok âşık olanlar, Ona kavuşmak için, Bağdad´a yollandılar. Bu gelen insanların, şu idi tek gâyesi: “Hâlid-i Bağdâdî´nin, olmaktı talebesi.” Zîrâ Resûlullah´tan, fışkıran bütün “nûrlar”, Ondan yayılıyordu, herkese o zamanlar. İstanbul´dan Bağdad´a, taşınan insanlara, Baktığında, Mevlânâ, kıyamadı onlara. Emir verip hemence, Abdülfettâh Akrî´ye, Gönderdi İstanbul´a, “feyzini saçsın” diye. Abdülfettâh Efendi, İstanbul´a gelince, Nuh kuyusu denilen, yere…
Memik Dede (rahmetullahi teâlâ aleyh) Gâziantep te yaşayan büyük velîlerden olup, Göksüncük köyünde bir âilenin yanında uzun süre kahyalık yapmıştır. Burada çift sürer, ekin eker, hayvan güder, dağdan odun kesip taşırdı. Yalan ve kötü söz söylemez, harama el uzatmazdı. Ağasından aldığı parayı hak etmek için hîlesiz çalışırdı. Memik Dede, gereksiz yere ağaç kesmenin, adam öldürmek kadar kötü olduğunu telkin ederdi. Bu yüzden dağa oduna gittiğinde yıkılmış ölü ağaçlarla, çalı çırpı toplayıp gelirdi. Ağası bu duruma kızınca; Kestiğim ağaç dallarının yerinden sanki insan öldürmüş gibi kan fışkırıyor. derdi. Hayvanlara da iyi davranılması gerektiğini sık sık söylerdi. Bir gün hayvanlardan birisi geç…