Yazar: admin

Büyük velîlerden Ya kûb Germiyânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) ilim öğrenmek ve öğretmek için çırpınır, buna çok ehemmiyet verirdi. Bu se­beple buyurdular ki: Câhillikte ileri olan, sefîhlikte, ahmaklıkta, malını zararlı yerlere harcamakta, vara yoğa sarfetmekte de ileri olur. Câhillik­ten kurtulmadıkça, sefîhlikten kurtulamaz. Büyük velîlerden Yahyâ bin Muâz-ı Râzî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: Kalbinde dünyâ hırsı bulunan bir kimsenin ilmi, Abdullah ibni Abbâs hazretlerinin ilmi kadar olsa, o kimse, insanlar için zararlıdır. Çünkü onun kendisine hayrı yoktur. Başkalarına nasıl olsun Yine buyurdular ki: Bir şeye ihtiyaç duyulduğu halde, çalışıp onu te- min etmemek, çoluk çocuğu perişan bırakmak, câhillik ve tenbelliktir. Buhârâ…

Read More

Büyük velîlerden ve hadîs âlimi Abdüla´lâ Kureşî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Cennet ve Cehennem, Âdemoğlundan bir şeyler duymak için ona yaklaşırlar. Şayet insan Cennet´i isterse, Cennet; “Yâ Rabbî! Onu isteğine kavuştur!” der. Şayet Cehennem´den sakınırsa, Cehennem de; “Yâ Rabbî! Onu ateşten muhâfaza et!” diye duâ eder.” Abdülazîz Bekkine (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir sohbetinde şöyle dedi: “Müminin dünyâya bakışı öyledir ki, dünyâdaki zevk ve sefâya ba­kar, arkasında Cehennem´i görür. Meşakkate, hizmete bakar, arkasında Cennet´i görür. Yâni müminin nazarı dünyâya takılmaz.” Evlliyânın büyüklerinden Abdülazîz Debbağ (rahmetullahi teâlâ a- leyh) sohbetlerinde talebelerine şöyle buyururdu: “Firdevs Cennetinde, bu dünyâda işitilen veya işitilmeyen bütün…

Read More

Evliyânın büyüklerinden Ebû Ali Cürcânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) cimrilik anlamına gelen “buhl” kelimesinin harflerini ayrı ayrı tahlil ederek şöyle buyurdular: “Buhl´un be´si belâya, hâ´sı hüsrana, lâm´ı da levm yâni kınama ve kötülüğe delâlet eder. Nitekim cimri insan, nefsiyle belâda, çalışma ve gayretiyle hüsranda, cimriliği, kimseye faydasızlığı îtibârıyla kötülenme ve kınanmadadır.” Büyük velîlerden Ebû Hafs Haddâd en-Nişâbûrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine, “Cimri kime derler ” diye soruldu. Cevaben, “İhtiyaç ânında başkasını düşünmeyene.” buyurdular. Dünyâ ve âhiret işlerinde kardeşlerini kendisinden önde tutana ne denir ” denildi. O; “Îsâr sâhibi denir.” Buyurdular. Evliyânın büyüklerinden Hâtim-i Esam (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Cimri birinin…

Read More

Yemen´de yetişen velîlerden Ebû Şu´be Hadramî (rahmetullahi teâ lâ aleyh) hazretlerinin talebelerinden birinin şöyle haber verdiğini Cündî nakleder: Günlerden bir gün her günkü âdetim üzere kendisinden ders okumak üzere Mescid-i Ebû Şu´be´ye gittim. Mescidin kapısına var­dığımda içeride bir grup kimsenin hocam ile konuştuklarını duydum. Ya­nında ziyâretçileri olduğunu düşünerek rahatsız etmemek için içeri gir­medim. Bir müddet bekledim. Konuşmalar kesilince, kapıda beklediğimi bildirmek için öksürür gibi ses çıkardım. Hocam; “Kim o ” deyince, is­mimi söyleyerek; “Hizmetçiniz filân kimse.” dedim. “Gir!” buyurdu. İçeri girdiğimde hocamın yanında hiç kimse yoktu. Sonra; “Ey efendim! Biraz önce sizinle berâber bâzılarının konuştuğunu, size bâzı şeyler sorup, si­zin…

Read More

Büyük velîlerinden Ahmed bin Mesrûk (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine; Semâ´, kasîde dinlemek, söylemek hakkında soruldu. Bu­yurdu ki: “Hali sağlam, ilimde âlim, içi ve dışı îtibâriyle doğru istikamet sâhibi olmayanın semâ´ dinlemesi doğru olmaz. Bizim gibilere ise bağır­mak, çağırmak, dönmek hiç uygun değildir. Çünkü bizim kalplerimiz he­nüz ibâdetlerle ülfet, dostluk hâlinde değildir. Kendimizi ibâdete zorla sevk ediyoruz. Nefsimizi başı boş bırakırsak bizi felaketten felakete sü­rükler.” Büyük velîlerden İbn-i Nüceyd (rahmetullahi teâlâ aleyh) ince bir düşünce tarzına sâhipti. Naklederler ki: Ebû Kâsım Nasrâbâdî onunla birlikte Semâ meclisindeydi. Ebû Kâsım Nasrâbâdî´ye; “Bu Semâı neye göre dinliyorsun ” diye sordu. Ebû Kâsım; “Oturup gıybet…

Read More

Evliyânın büyüklerinden Ali Müttekî el-Hindî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerini birgün vezirlerden birisi, “Fakirhânemize teşrîf etse­niz.” diyerek ziyâfete dâvet etti. Maksadı onun teşrîfi ile bereketlenmek idi. Bu tür yemeklerden hoşlanmayan, yediği lokmaların helâl olmasına çok dikkat eden Ali Müttekî; “Beni mâzur görünüz. Buradan da size duâ ederim. İnşâallah, Allahü teâlâ size bereket ihsân eder.” dedi. Fakat o şahıs çok ısrar edince; “Peki geleyim. Fakat üç şartım var. 1) Nereye is­tersem oraya oturacağım. Bana daha yukarıya otur! Boş yere otur diye teklîf etmeyeceksin. Vezir; “Öyle olsun. Zâtı âliniz nereyi isterse oraya otursunlar.” dedi. 2) Bunu yiyiniz, yahut şunu yiyiniz diye sözlerde bu­lunmayınız.…

Read More

Türkistan´da yetişen büyük velîlerden Kâdı Muhammed Zâhid (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: Dervişlik, yalnız bir yere çekilip oturmak, gökte uçmak, dağda ve mağarada bulunmak değildir. Dervişlik; gönlü, mâsivâdan, yâni Allahü teâlâdan başka herşeyden çevirmektir. Konya´nın büyük velîlerinden Sadreddîn-i Konevî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri ile ilgili olarak şöyle anlatıulır: Bir defâsında Mevlânâ hazretleri Sadreddîn-i Konevî hazretlerinin dergâhına gitmişti. Karşılıklı durmuşlar, hiç konuşmuyorlardı. Bu sırada Sadreddîn Konevî´nin hizme- tini gören dervişlerden olan Hacı Mâruf Kâşifî içeri girdi. Bu hizmetçi de- fâlarca yaya olarak hacca gitmişti. Pekçok velînin sohbe­tinde bulunmuştu. İçeri girince, Mevlânâ hazretlerine; “Fakr nedir ” diye bir suâl sordu. Fakat hiç…

Read More

Büyük velîlerden Seyyid Ahmed Rıfâî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine devlet ileri gelenleri sık sık mektup yazarak nasihat ister­lerdi. Çünkü onlar Ahmed Rıfâî´nin büyük âlim ve evliyâ bir zât olduğunu biliyorlardı. Bunlardan biri olan Abbâsî halîfesi Ebû Ahmed Müstencid Billâh, bir adamını göndererek, Seyyid Ahmed Rıfâî hazretlerinden nasî­hat istedi. Halîfe, Ahmed Rıfâî hazretlerine gönderdiği mektupta şöyle yazıyordu: “Bismillâhirrahmânirrahîm. Emîrul-mü´minîn´den Seyyid Ahmed Rıfâî´ye! Sizden nasîhat istiyorum. Çünkü ben, sizin nasîhatlarınıza çok muhtâcım. Bana yapacağınız nasîhatlar çok faydalı olacak. Allahü teâ- lânın size ihsân ettiği kıymetli bilgilerden bana yazınız. Çünkü siz, Allahü teâlânın mânevî lütuflarına mazhar olan bir zâtsınız. Bana ve bütün müs-…

Read More

Osmanlı âlim ve velîlerinin en meşhûrlarından, büyük devlet adamı Ahmed İbni Kemâl Paşa (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri zamâ­nında, Osmanlı Devleti içerisinde şehzâdeler kavgası kızışmıştı. Doğuda Şâh İsmâil, Osmanlı Devletinin bütünlüğünü tehdîd ediyordu. Ahmed ibni Kemâl hazretleri bu nâzik devrede devlet idâresi ve siyâset hakkında gö­rüşlerini ortaya koyarak devlet adamlarının dikkatini çekti. Onun bu gö­rüşleri şöyle özetlenebilir: 1. Saltanat ve mevkı Allahü teâlânın takdiri ile olur. Allah vergisidir. 2. Ordunun görevi memleketi korumak ve gerekirse ölümlerin en güzeli ve en şereflisi olan gazâda ölmektir. (Nitekim şiirinde de; “Ölümden kurtuluş yoktur cihânda O derdi çekmez olmaz ins-ü canda Kişinin ömri çünkim âhir…

Read More

Tebe-i tâbiînin büyüklerinden Abdullah bin Mübârek (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin din gayreti çoktu. Allahü teâlâdan başkasına ibâdet edilmesine hiç tahammülü yoktu. Kendisi şöyle anlatır: “Bir ateş­perest ile çalışıyorduk. Namaz vakti gelince ondan, namaz kılarken, bana zarar vermeyeceğine dâir söz aldım. Bunun üzerine namaz vak­tinde rahatça bir namaz kıldım. Sonra ateşperest şahsın ibâdet zamânı geldi. Şimdi sıra bende, ben ibâdet ederken, sen de zarar vermeyece­ğine dâir söz ver deyince, rahatça ibadet edebileceğini bildirdim. Fakat ateşperest ateşe tapmak üzere secdeye varınca, sözümde duramadım ve üzerine atıldım. O anda; “Söz verdiğin zaman ahdini ye­rine getir!” diye bir ses duydum ve hemen geri çekildim.…

Read More