İstanbul da yetişen büyük velîlerden Abdülehad Nûrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir gün Sultanahmed Câmiinde vâz verirken şu şiiri söyledi: Semâdan sırr-ı tevhîdi duyan, gelsin bu meydâna. Derûn içre bugün, Allah diyen gelsin bu meydâna Duyanlar sırr-ı Settârı, görenler nûr-i Gaffârı Cihânda şîşe-i ârı, kıran gelsin bu meydâna Sezâdır ehl-i irfâna getirsin cânı meydâna Fedâ kılmaya ol cânı duyan gelsin bu meydâna Gönül maksûdunu buldu, cihan envâr ile doldu. Bugün iklim-i oldu, duyan gelsin bu meydâna Anadolu evliyâsından Abdürrezzâk Ali Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) Allahü teâlânın aşkı ile çok güzel şiirler söylemiştir. Bunlardan birisi; Cemâlullaha olan âşık hevâ ile sivadan geç…
Yazar: admin
Cenâb-ı Hak Kur´ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki: “Biz (dünyâyı isteyenlerin de, âhireti isteyenlerin de) her birine, kısmet ettiğimiz rızkı veririz. Bu Rabbinin atiyyelerindendir. Rabbinin atiyyesi, ihsânı, (dünyâda, mümin ve kâfir hiç kimseden) men edilmemiştir.” (İsrâ sûresi: 20) (E. Ans. c.1, s. 20) Ebü´l-Abbâs Mürsî; “Peygamberler, ümmetleri için atıyyedir (ihsân, lütuf, bağıştır). Fakat Resûl-i ekrem efendimiz hediyedir. Hediye ile atıyye arasında fark vardır. Atıyye muhtaçlara, hediye ise sevilenlere ve- rilir.” demiştir. Hediye, bağış, Allahü teâlânın ihsânı mânâsına gelen bir kelime daha vardır ki o da mevhibedir. Hâce Ubeydullah-ı Ahrâr´ın bu- yurduğuna göre: “İlim iki çeşittir. Biri verâset, biri de ledün ilmidir.…
Evliyânın meşhurlarından ve Hanbelî mezhebinin büyük fıkıh âlimlerinden Abdullah-ı Ensârî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Allahü teâlânın azâbına müstehak olanlar, her an gaflette bulunanlardır. Bunlar, başlarına gelmesi muhtemel olan korkunç azâbdan gâfil oldukları için, kendilerini emniyette ve rahat hissederler. Her zaman uyanık olan kalbler ise, her an korku ve hüzün ile dolu olurlar. Devamlı âhiret için hazırlık yaparlar. Dolayısı ile bu kimseler cezâya müstehak değildir.” Büyük velîlerinden Ahmed bin Mesrûk (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir gün sohbette kıyâmette en şiddetli azâb görecek olanları anlatırken şu hadîs-i şerîfleri okudu. “Kıyâmette azâbı en şiddetli olanlar, peygamberlere söğenlerdir. Sonra Eshâb-ı kirâma söğenler ve sonra…
Eşyânın hakîkatini, iç yüzünü gören, anlayan kalp gözüne basîret dendiği gibi, kalp gözü ile görme, anlama ve firâset de basîret diye isimlendirilir. İmâm-ı Kuşeyrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) “Allahü teâlâ, müminlere bir takım basîretler ve nûrlar lutfeylemiştir (vermiştir). Onlar bu sâyede firâsette bulunurlar. Resûlullah efendimizin; “Mümin, Allah´ın nûru ile nazar eder.” hadîs-i şerîfi bu mânâda anlaşılmalıdır” demiştir. Deylemî´nin zikrettiği bir hadîs-i şerîfte; “Gözü âmâ (görmeyen) kimse kör değildir. Asıl âmâ, basîreti kör olan kişidir.” buyrulmuştur. (E. Ans. c.1, s. 7) Sözlükte görüş, zan ve idrâkta (anlamakta), tecrübe ve delîller vâsıtasıyla dikkatle bakıp isâbet etmek mânâsına gelen firâset bir terim olarak peygamberlerin…
Evliyânın büyüklerinden Fudayl bin İyâd (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine, bedbahtlık alâmetleri nedir dediler. Bunun üzerine; “Şu beş husus şekâvet, bedbahtlık alâmetidir: Kalp katılığı, ağlamayan göz, hayânın azlığı (yokluğu), dünyâya rağbet etmek, ihtiras ve tûlu emel arzusu.” buyurdular. Evliyânın büyüklerinden Mâlik bin Dînâr (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine, “Bedbahtlığın alâmeti nedir ” dediklerinde, o; “Şu beş şey bedbahtlığın alâmetidir: 1) Gözün yaşarmaması, 2) Kalbin katı olması, 3) Hayâsızlık, 4) Dünyâya düşkün olmak, 5) Dünyâ için canından endişe etmek. Mümin kimse, Allahü teâlâdan korkar. Başka sözlerden dilini korur.” buyurdular. Büyük velîlerden Muhammed bin Fadl Belhî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine Ebû Osman Hîrî hazretlerinin,…
Hindistan evliyâsından ve Kendilerine Silsile-i aliyye denilen büyük âlim ve velîlerden Abdullah-ı Dehlevî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazret- leri´nin mübârek vücûtlarında birkaç tane hastalık vardı. Bu hastalıklar sebebiyle namazlarını özürlü kılardı.Bunu bilen dostlarından biri dayanamayıp; “Efendim! Herkes hastalıktan kurtulmak için sizden duâ istiyor. Cenâb-ı Hak da duâlarınızı reddetmiyor. Her gelen, şifâya kavuşarak hu- zûrunuzdan ayrılıyor. Hâlbuki sizdeki hastalıkları biliyoruz. Duâ buyurup da bu dertlerden kurtulsanız olmaz mı ” diye sordu. O da; “Onlar hastalıktan kurtulmak için duâ istiyorlar. Biz ise, Allahü teâlânın verdiği bu dert ve belâlardan, O gönderdiği için râzıyız. Dert ve belâlar, kemend-i mahbûb olduğundan Allahü teâlâ, bu dertleri…
Büyük velîlerden Bişr-i Hâfî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin BESMELE´YE HÜRMETİ Bişr-i Hâfî adında, bir büyük velî vardı, Gençlik senelerinde, günah işler yapardı. Bir gün sarhoş bir halde, sallanarak giderken, Yerde çamur içinde, bir kâğıt gördü birden. Besmele-i şerîfe, olduğunu anladı, Ve içi sızlayarak, eğilip onu aldı. Öptü ve tâzim ile, giderdi çamurunu, Güzel koku sürerek, yükseğe astı onu. O gece rüyâ gördü, bir âlim, yattığında, Ona şöyle denildi, Bişr-i Hâfî hakkında: “Git, Bişr´e haber ver ki, dün yaptığı bir işten, Dolayı memnun olup, râzı oldum Bişr´den. İsmimi yerden alıp, nasıl temizlediyse, Onu, günah işlerden, temizlerim ben ise. Nasıl benim ismimi,…
Evliyânın meşhurlarından Abdullah bin Menâzil (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Allahü teâlâ çeşitli ibâdetleri bildirdi. Sabrı, sıdkı, namazı, orucu ve seher vakitleri istiğfâr, tövbe etmeği buyurdu. İstiğfârı en sonra söyledi. Böylece kula, bütün ibâdetlerini, iyiliklerini kusûrlu görüp, hepsine af ve mağfiret dilemesi lâzım oldu.” “Farzlardan birini edâ etmeyen, sünneti yapmama belâsına yakalanabilir. Sünneti terk edenin ise bid´ate, hurafeye düşmesi muhakkaktır.” Tebe-i tâbiînin büyüklerinden Abdullah bin Mübârek (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin her işi ilmine uygundu. Peygamberimizin (sal- lallahü aleyhi ve sellem) ilmine tam vâristi. Sünnete uyar, bid´atten ve bid´at ehlinden nefret ederdi. Böyle kimselerle oturmadığı gibi, oturanları da men ederdi. Zararını…
Hindistan evliyâsından ve Kendilerine Silsile-i aliyye denilen büyük âlim ve velîlerden Abdullah-ı Dehlevî (rahmetullahi teâlâ aleyh) şöyle anlatır. Bir defasında karnım ağrımıştı. İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin rûhâniyetinden yardım istedim. O anda kendisini gördüm. Yanıma teşrîf edip, rahatsızlığımı giderdiler. Evliyânın meşhûrlarından Abdullah Menûfî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin talebeleri arasında yüzü ve hâlinin güzelliği ile meşhûr olan bir genç vardı. Bir kadın, ona âşık oldu. Hîle ile, o talebenin kaldığı eve girdi. Kadın kendisini kabûl etmesini isteyip, üzerine geldi. Talebe de, hocası Abdullah Menûfî´den imdâd istedi. O anda duvar yarılıp, Abdullah Menûfî hazretleri içeri girdi. Kadın korkup bayıldı. Ayılınca tövbe edip, güzel ahlâk…
Ehl-i sünnetin amelde dört hak mezhebinden olan Şâfi mezhebinin kurucusu ve evliyânın büyüklerinden İmâm-ı Şâfiî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: Gururlanıp böbürlenmek, âdi ve bayağı kimselerin vasfıdır. Evliyânın büyüklerinden ve Hanefî mezhebi fıkıh âlimi Abülkâdir Sıddîkî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin talebesi Seyyid Muham- med bin Îsâ içinden çıkılmaz bir mesele ile karşılaşınca, hocasına sual ederdi. O da başını eğer, bir müddet düşündükten sonra; “Ümid olunur ki bu suâlin cevâbı şöyledir.” diyerek talebesinin kalbini rahatlatırdı. “Efen- dim! Madem ki bu suâlin cevâbı böyledir. O halde niçin kat´î, kesin olarak değil de, ümid olur ki diye tahminli bir ifâde kullanıyorsunuz ” diye…