O kâria. O çarpacak bela, yani kıyamet. Çünkü “kâria”, “kâr´ “dan türemiştir. Maddesinden “kar´”, şiddetli bir ses çıkaracak derecede şiddetle dayanıp çarpmaktır. Sopayı başına çaldı. “Tokmak” mânâsına “mikraa”, kapı çalmak mânâsına “kar´-ı bâb”; kılıçla çarpışmak mânâsına “kılıçla vuruştu” ifadesi bundandır. Bu şekilde çarpan her şeye kâria, çoğulunda kavari´ denilir. Sonra dehr (zaman)ın başlara çarpan büyük hadiselerine kâria denilmiştir. Nitekim “Küfredenlere, yaptıkları işler sebebiyle bir felaket isabet edecek.” (Ra´d, 13/31) buyurulmuştur. Kur´ân´ın inzar (korkutma) âyetlerine de denilir. Bilhassa elif-lâm ile “el-Kâria” da “el-Hâkka” gibi kıyametin isimlerinden olmuştur. Ki başlangıcı, birinci sûr üfleme, sonu da kaza etmektir. Böyle isimlendirmenin de bir kaç…
Yazar: admin
Oyaladı sizleri. “Elhâ” kelimesi “levh”den if´al babındandır. “Vav” dördüncü harf olarak vahi olduğu için “yâ”ya çevrildiğinden “elif”, “yâ”dan değişmiş olarak yazılır. Eğlence demek olan “levh”in aslı gaflet olduğundan “ilhâ” eğlemek, boş bir şey ile aldatarak ve meşgul ederek oyalamak, işinden alıkoymaktır. Tekâsür, çokluk kuruntusu, gururu, iddiası. “Kesret”den tefaül babından. Biz çoğuz, hayır biz çoğuz diye birbirleriyle çokluk yarışı, çokluk gösterisi etmek, çokluk sevdası veya çokluk açıklaması ile kuruntuya düşmek, öğünmektir ki, dünyalıların genellikle kapılıp aldandığı bir gurur hâlidir. Neyin çokluğu ve neden alıkoyduğu açıkça belirlenmeyerek “ilhâ” (oyalama) ve “tekâsür” (çokluk kuruntusu) mutlak zikredilmiştir. Zira makamın gereğine göre zihin, muhtemel olan…
Selefi-vahhabi görüşlü kimi müslümanlar kabirlerde Kuran-ı Kerim okumanın caiz olmadığını müslümanları buna yönlendiren herhangi bir delilin bulunmadığını söylemektedirler.İnternet ortamında gerek yazılı metin olarak gerekse görsel yayın olarak bu konuda pek çok şey söylenmektedir.Aşağıdaki metinde bunlardan birisidir: (Kabirde Kur’an okumaya gelince, bu sünnette aslı olmayan hususlardandır!Bundan önceki meselede zikredilen hadisler kabirde, Kur’an’ı Kerim okumanın meşru olmadığını göstermektedir. Çünkü kabirde, Kur’an’ı Kerim okumak meşru olsaydı, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bunu yapardı ve ashabına da öğretirdi. Özellikle Aişe (Radiyallahu Anha) insanlar arasında Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ’in en çok sevdiği kimselerdendir. Aişe (Radiyallahu Anha) Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e kabirleri ziyaret…
Bu fasılda gece ibadeti ve uykusunun taksimini, gece ibadete kalkanların ve teheccüd kılanların vasıflarını anlatacağız. Allah Tea-la gece ibadetine kalkanları Resulü´yle (sav) bir tutmuş ve hepsine de onunla aynı şükür ve sevabın yazılacağım bildirmiştir: “Muhakkak Rabbin biliyor ki, gecenin üçte ikisine yakın ve yarısı ve üçte birinde sen ve beraberindekilerden bir topluluk kalkıyorsunuz”. (Müzzemmiî/20) Yüce Allah, gece okunan Kur´an´m kalbe daha tesirli, akılda da daha kalıcı olduğunu haber vermektedir Yani gece okunan Kurban, anlama ve hıfzetme bakımından dil ile kalbi birleştirmektedir. Allah Teala gece kalkanları “Ulema” olarak vasfetmiş ve onları korku ve ümit ehlinden (=Ehl-i havf ve reca´) kılmıştır. Onlar…
Allah´ım! senin her şeyi kaplayan rahmetin hakkına; kendisiyle her şeye üstün geldiğin, karşısında her şeyin boyun eğdiği gücün hakkına; her şeye galip geldiğin ceberutun hakkına; önünde hiç bir şeyin duramadığı izzetin hakkına; her şeyi dolduran azametin hakkına; her şeye üstün gelen saltanatın hakkına; her şeyin fani olmasından sonra baki kalacak vechin hakkına; her şeyin temellerini dolduran isimlerin hakkına; her şeyi ihata eden ilmin hakkına ve her şeyi aydınlatan cemalinin nuru hakkına senden niyaz ederim. Ey Nur, ey Kutlu, ey evvellerin evveli ve ey ahirlerin ahiri! Allah´ım! Benim ismet perdesini yırtan günahlarımı affet. Allah´ım! Bedbahtlıklara yol açan günahlarımı affet. Allah´ım! Nimetleri…
Meşhur devrimi; bu devrimle beraber kendi parçalanma tarihini insanoğlunun izlemesi gereken kaçınılmaz bir kader olarak bütün dünyaya yayıp kendine benzeten; üstelik kendisi bütün bu deneyimin eşsiz “müzesi” olarak görülürken; farklı amaçlar ve araçlarla da olsa, bu defa kendini “merkez” haline getirerek; bütün dünyayı bu merkeze göre yeniden örgütleme “gayreti” ve “başarısı” hiç te ihmal edilecek gibi değildir. Zira bütün bunların neticesi olarak Batının “bugünü” Batı dışındaki toplumların “yarını” olmak gibi bir özellik kazanmıştır. Bu sebeple Batının 1789 ile; hatta Rönesans/Reformasyon dönemine kadar uzanan bir ümmet olarak kendi içindeki parçalanma tarihini, aynı zamanda dünyanın küreselleşmeye uzanan yolunun başlangıcı saymak gerekiyor. Batı…
Aklın şerefini açığa çıkarmak, isbatı zor olmayan konular dandır. Daha önceden ilmin şerefinin bilindiği bir durumda, aklın şerefini bilmek için herhangi bir zorlamaya hiç de ihtiyaç yoktur. Çünkü ilmin kaynağı akıldır. Çünkü ilim, akıldan doğar. Akıl, il min esası ve temelidir. İlim ile akıl arasındaki ilgi meyve ile ağaç arasındaki ilgiye benzer. Güneş ile ışık, göz ile görmek arasındaki nisbet gibidir. Dünya ve ahiret saadetinin vesilesi olan akıl, nasıl olur da şerefli olmaz veya böyle bir akıldan nasıl şüphe edilebilir Hayvanların temyiz kabiliyeti kısa ve kusurlu olduğu halde, onlar da akla ihtimam gösterirler, akla kıymet verirler. Cüsseli, azgın ve kuvvetli…
İnsanın saadetinin Allahü Teâlâ´yı bilmekte olduğu nereden anlaşılır, diye sorulursa, cevabında deriz ki, bu, şöyle anlaşılır: Her şeyin saadetinin, o şeyin lezzet ve rahatında olduğunu herkes bilir. Her şeyin lezzeti ise tabiatının çektiği taraftadır. Her şeyin tabiî muktezâsı [ne için yaratılmışsa], yaratıldığı şey içindir. Bahusus şehvetin lezzeti, arzusuna kavuşmak; gazabın lezzeti, düşmanından intikam almaktır. Gözün lezzeti güzel suretlerde, kulağın lezzeti hoşuna giden nağme ve seslerdedir. Bunun gibi, kalbin lezzeti de kendi hususiyetindendir ve onu, onun için yaratmışlardır. Bu da işlerin hakikatini bilmek olup, insanın kalbine mahsustur. Fakat şehvet, gazap ve beş duygu âzası ile anlaşılanlar, hayvanlarda da vardır. Bunun içindir…
Miftâh-un-Necât´ta zikredilen bir hadîs-i şerifte; “Allahü teâlânın harâm kıldığı (yasak ettiği) şeylerden sakın ki, insanların en âbidi olasın.” buyrulmuştur. (E. Ans. c.1, s. 6) Evliyânın büyüklerinden Ahmed bin Yahyâ el-Celâ (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine “âbid kimdir ” dediler.Farzları vakti girer girmez edâ edip yerine getirendir. buyurdu.Muvahhid kimdir , suâline i- se; İşlerinin hepsini Allah için yapandır. buyurdu. İskenderiye´de yetişen büyük velîlerden Dâvûd-i İskenderî (rahme- tullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Âbidde (Allahü teâlâya çok ibâdet e- dende) ve ârifde nefse düşmanlık vardır. Fakat ikisinin düşmanlıkları farklıdır. Âbid, nefsinin yaptıklarının kendisi için zararlı olduğunu bildiği için, nefsin yaptığı işlere düşmandır. Ârif ise,…
Evliyânın büyüklerinden Muhammed Zuğdân (rahmetullahi teâlâ aleyh) şöyle anlatır: Bir gece rüyâmda, Resûlullah efendimiz buyurdular ki: Bir ihtiyâcın var ise ve onun yapılmasını diliyorsan, Seyyidet Nefîse ye (Resûlullah´ın pak neslinden gelen bir veli hanıma) bir kuruş bile olsa adakda bulun. O zaman senin ihtiyâcın giderilmiş olur. Âriflerin ve evliyânın büyüklerinden ve meşhûrlarından Yâkût-i Arşî (rahmetullahi teâlâ aleyh) Habeşistan da büyüyüp yetişti. Bir zaman köle oldu. Mısırlı bir tüccâr bunu satın alıp, memleketi olan Mısır a götürmek üzere yola çıktı. Gemi ile gelirken, denizde bir fırtına çıktı. Gemi batacak hâle geldi. Ebü´l-Abbâs-ı Mürsî hazret- lerinin büyük bir zât olduğunu duymuş olan…