“Biz Nûh´u gönderdik.” Âlûsi şöyle der: “Nûh ismi aslında Arapça değildir, başka bir dildendir. Cüvâlikî bunun Arapçalaşmış olduğunu söylemiş, Kirmanî ise, Süryanicede Nûh kelimesinin “sâkin” mânâsına geldiğini söylemiştir. Hakim´in Müstedrek´te “Asıl ismi Abdülgaffar olup çok ah çekip ağladığından dolayı Nûh denilmiş.” olduğuna dair rivayeti sahih olmasa gerektir. Meşhur rivayete göre, Hz. Nûh´un nesebi, İbnü Melek b. Mettuşelah b. Ahnuh´tur. Ahnuh da İdris (a.s)´in ismidir. Buna göre Nûh, İdris (a.s)´ten sonradır, Müstedrek´te ise sahabeden çoğunun Hz. Nûh´un Hz. İdris´ten önce olduğu görüşünde oldukları yazılıdır.” Hz. Nûh ile Hz. Âdem arasında bin sene kadar veya daha yakın bir zaman geçmiş olduğuna dair…
Yazar: admin
Biz bir tek kişiye de nefer deriz. Arapça´da ise bu kelimenin şöhret bulan kullanılışı, üçten ona kadar kişiyi ifade etmek içindir. Alûsî´nin açıklamasına göre fasih Arapça´da ondan yukarısı için kullanılır. Erkeklere hatta insanlara da mahsus değildir. Çünkü burada cinler için de kullanılmıştır. “Mücmel”de şöyle yazılıdır: (Reht) ve “nefer” kelimeleri kırka kadar kullanılır. Aralarındaki fark; reht, bir ataya ait olur, neferde ise öyle değil, nefer, kavim mânâsına da kullanılır ki, “Nüfusça da daha kuvvetli.” (Kehf, 18/34) âyetinde de bu mânâdadır. İmam Kirmanî de, “nefer´in lugat örfünde diğer bir mânâsı vardır, o da ´erkek´tir” demiş ve bir sahih hadisin bu mânâ ile…
Müzemmil, tefe´ul bâbından etken ism-i fail (ortaç) olup aslı “mütezemmil”dir. Tâ harfi zâ harfine çevrilmiştir. “Örtüsüne bürünüp örtünen” demektir ki kendisi örtünmüş veya başkası tarafından örtülmüş olabilir. Bunun büyük bir olay karşısında başını içine çekmek, gizlenmek, kaçınmak, rahata meyletmek gibi kinaye mânâları da olabilir. Nitekim Râgıb, istiare yoluyla, işe pek önem vermeyen, kısa davranan mânâsına kinaye ve taşlama olduğunu söylemiştir. Tezemmül mastarının üç harfli kökü olan “zeml” kelimesinin birçok anlamı vardır. Mesela, zeml ve zemelân; at, davar gibi hayvanların neşe ve cünbüşle bir tür yürüyüşü demektir. Yine zeml, atın terkisine birisini almak, yük yüklemek mânâsına gelir. Zemîl ve ziml, binicinin…
“Ey, örtüsüne bürünen!” Müddessir kelimesinin aslı mütedessir olup “disâr” denilen örtüye bürünen demektir. Disâr; entari, cübbe, kaftan, ihram gibi “şiâr”ın üstüne giyilen veya örtülen dış giysi veya bürgü demektir. Şiâr ise gömlek, don, peştemal gibi vücuda değen iç çamaşırıdır. Müzzemmil Sûresi´nde de geçtiği üzere denilmiştir ki: Peygamber (s.a.v)´in büründüğü disâr, bir kadife idi. İkrime´nin açıklamasına göre, “Peygamberlik ve nefsi olgunluklara bürünüp giyinmiş olan” demektir. Bu mânâlarla bu hitap Müzzemmil gibi Peygamberliğin ilk duyurulmasında şöyle bir kinaye ile uyanık olmaya daveti hissettirir: Ey o bürünen, ey o kendisine verilmiş olan hakikatı halkın bakış ve görüşünden gizlemeye çalışan Muhammed! O bürünmek, uyumak,…
Yemin ederim. Bu, “yemin etmem” mânâsına değil, hayır, vallahi; yok, vallahi; değil, vallahi, gibi olumsuz bir ifadeden sonra yemindir. Nitekim İmriu´l-Kays şöyle demiştir: “Hayır, baban hakkı için ey Âmiri´nin kızı, kavim benim kaçacağımı iddia etmez.” Âlimlerin çoğunluğu, bu gibi ´ların sıla, yani sadece vurgu için ilave edilmiş, eklenmiş, olduğunu söyler. (Vâkıa sûresinde “Hayır, yıldızların mevkilerine yemin ederim.”(Vâkıa, 56/75) âyetinin tefsirine bkz.). Fakat Zemahşeri´nin açıklamasına göre, yeminden evvel gelen bu “lâ”, “Hayır, Rabbine yemin olsun ki iman etmezler.”(Nisâ, 4/65) âyetinde olduğu gibi sözün arasında olursa yemini vurgulamak için ilave edilmiş sıladır. Nitekim “Ehl-i kitab iyice bilsin diye”(Hadid, 57/29) âyetinde de ilmi…
“Geldi.” HEL ; soru edatlarından olmakla beraber bazan “Bu bir insandan başka bir şey değil.”(Enbiya, 21/3)de olduğu gibi (değil) mânâsında olumsuzluk edatı; bazan da burada olduğu gibi mânâsında olumluluk ifade eden bir edat yerinde kullanılır. Tefsirciler bu kelimenin burada ve “Kaplayıp örten kıyametin haberi sana geldi.”(Ğaşiye, 88/1) âyetinde mânâsında olduğunu söylemişlerdir. Bunun iki türlü izahı vardır: BİRİSİ, “hel” aslında mânâsına bir şeyin gerçekleştiğini veya olmasının yaklaştığını ifade etmek için kullanılır ki, “hakikaten geldi” yahut “yaklaştı, geldi” demek olur. BİRİSİ de, ikrar ifade eden bir soru olmak sûretiyle “geldi mi ” şeklinde sorularak” geldi, geldi ya” diye aynı mânâyı ifade etmesidir.…
“And olsun gönderilenlere”. Buradaki “vav” yemin içindir. Bu yeminin cevabı “herhalde size vaad olunun kesinlikle olacak” âyetidir. Burada da Saffât ve Zâriyat sûrelerinde olduğu gibi bir takım kuvvetlere yemin olunmuştur. Mürselât (gönderilenler), asıfat (büküp devirenler), naşirat (yayanlar), farikat (ayıranlar) ve mülkıyat (bırakanlar). Burada kendilerine yemin edilenler bu sıfatlarla nitelenen şeylerdir. Kendileri zikredilmeyerek sıfatları zikredildiği için bunların ne olduğunu tayinde ihtilaf edilmiştir. Hepsinin aynı şey olması veya kısım kısım farklı cinste şeyler olması ihtimali vardır. Melekler, rüzgarlar, Kur´ân âyetleri, peygamberlerin gönderilişleri, insanların kalplerine gelen teşvik edici haller. Bunlardan en açık olanı hepsinin ruhanî kuvvetler olmak üzere melekler olması ve hepsinin Allah…
“Birbirlerine hangi şeyi soruyorlar ” Bunun aslı, ´dır. Neyi hangi şeyi demektir. Sözdeki kapalılık konunun önemini göstermek içindir. “Hangi büyük meseleyi ” demek olur.” Ne için, neden dolayı birbirlerine soruyorlar ” demek olabileceğini de söylemişlerdir. Her iki durumda da bunu birbirlerine soranların maksadı gerek olumlu gerek olumsuz, gerek alay, gerek ciddi olsun her halde inanmayanların dahi bundan önemli bir telaş duyduklarını ve meselenin aslında büyük bir mesele olduğunu bildirir ki bu, şu cevap ile açıklığa kavuşturuluyor. 2. “O büyük haberden”. NEBE´, önemli haber, önemli olarak kabul edilmesi gerekli olan haber demektir. Başındaki “lâm” ahd için olduğundan özellikle Peygamberlik haberi demek…
Burada görülüyor ki “şiddetle çekmek”, “yavaşça çekmek”, “yüzüp gitmek”, “yarışıp geçmek” ve “iş çevirmek” gibi beş işi yapanlara yemin edilmiş, cevabı da daha sonra gelenlerden elde edilen karine ile bilindiği için zikredilmemiştir ki, “Bunlar olacak, o kıyamet ve öldükten sonra dirilme gerçekleşecek.” demektir. Bu işleri yapanların hepsi bir topluluk veya bir topluluğun sınıfları yahut bir kısmı başka bir topluluk olarak düşünülebilirse de hepsi aslında bir kumandaya bağlı bir topluluk veya o topluluğun sınıfları olması, gelecek olan “Fakat o bir tek haykırıştır.” karinesi ile daha açıktır. Bir de görülüyor ki, bu beş fiilin ilk üçü olan “şiddetle çekmek”, “yavaşça çekmek” ve…
Abese “yüzünü ekşitti” ve “döndü” fiillerindeki zamirlerin Resulullah (s.a.v)´ın yerini tuttuğunu anlatır. Bu nazar-ı itibara alınmadığında da bunun evvelki sûrenin sonundaki korkutma mânâsıyla mutlak şekilde ilgilendirecek bir mânâ irtibatı vardır. Orada ikinci şahıs zamiri olan “sen”den burada üçüncü şahıs zamirine geçilmesinde de iltifat sanatı vardır. Yani ikinci şahıstan üçüncü şahsa dönülmüştür. Bu şekilde korkutma ve öğüdün kimlere fayda vereceği anlatılırken her şeyden önce korkutucu ve uyarıcının ise kendisinden başlaması gerektiğine de dikkat çekilmiştir. Meâl-i Şerifi 1- (Peygamber) Yüzünü ekşitti ve döndü. 2- Kendisine âmâ geldi, diye. 3- Ne bilirsin, belki o temizlenecek 4- Veya öğüt belleyecek de öğüt ona fayda…