İkrar´ın Tarifi Lugatta ikrar, isbat etmek anlamına gelir. İkrar´ın şeriat ıstilahmdaki mânâsı ise muhbirin üzerinde sabit olan bir hakkı ikrar etmesidir. İkrar´a aynı zamanda itiraf da denir. İkrar´ın Meşruiyetinin Delili İkrar´ın meşruiyeti Kur´an, Sünnet ve İcma ile sabittir. İkrar´ın meşruiyetine delâlet eden ayetlere şunları misal olarak verebiliriz: ´Bunu ikrar ettiniz mi Bu husustaki ağır ahdimi üzerinize aldınız mı 1 demişti de onlar (bütün peygamberler): ´İkrar ettik´ demişlerdi. (Bunun üzerine Allah) ´Şahit olun, ben de sizinle beraber şahit olanlardanım´ dedi. (Âlu îmran/81) Ey iman edenler! Adaleti ayakta tutanlar olun. Allah için şahit olun. Velev ki şahitliğiniz kendinizin veya ebeveyninizin veya en…
Yazar: admin
Hacr´ın Tarifi Lugatta hacr, menetmek anlamına gelir. Hacr´m şeriat ıstılahındaki mânâsı ise malî tasarrufu şer´an haleldar eden bir sebepten ötürü kişinin malî tasarruflardan menedilmesidir. Tasarrufu haleldar eden ve hacr´ı gerektiren sebepler çok ve çeşitlidir. Hacr da onlara tâbi olarak çeşitli olur. Meselâ alacaklıların haklarını korumak, için iflas eden bir kişinin üzerine hacr konulması, varislerinin hakkını korumak için, ölüm hastalığına yakalanan kişiye hacr konulması, mallarını korumak için çocuklara ve delilere hacr konulması, efendisinin maslahatı için köleye hacr konulması, müslümanîann maslahatı için irtidad eden kişiye hacr konulması, rehin kabul eden kişinin haklarına zarar gelmemesi için rehin veren kişinin o rehinde tasarruf etmesine…
İmametin Önemini ve Hükmünü ve İslâm Toplumunun Ayakta Durmasının İmametin Selâmetine Bağlı Olduğunu Beyan Etmek İçin Bir Mukaddime İmamet´ul-Uzmâ dinî bir mertebe ve nübüvvetin halefidir; yani imam (halife) Rasûlullah´in halifesidir, müslümanların idaresinde Peygamber´i temsil etmektedir. Fakat bir fark ile ki Rasûlullah (s.a) ümmeti ilzam eden kanunları vahiy olarak alırken, imam, bu kanunları Kur´an ve Sünnet´in sabit olan nasslarından, ümmetin icmasından almakta veya İslâmî kaidelere göre ictihad etmektedir. İmamet (hilafet) mertebesi, müslümanların manevî varlığının tesbitinde en büyük ehemmiyeti taşımaktadır. Bu bakımdan bir imam (halife) seçilmesi, şu sebeplerden ötürü gereklidir: A. Allah´ın müslümanlara emrettiği vaciblerin en büyüğü, müslümanların Allah´ın ipine sarılması, tek…
Evliyânın meşhurlarından ve Hanbelî mezhebinin büyük fıkıh âlimlerinden Abdullah-ı Ensârî (rahmetullahi teâlâ aleyh) Sehl-i Tüsterî hakkında şöyle anlattı: “Kendisinden başka ilâh olmayan Allahü teâlânın kıy- metli bir kulu vefât edeceği zaman, Azrâil aleyhisselâm gelerek; “Korkma! Erhamürrâhimîne gidiyorsun. Asıl vatanına kavuşuyorsun. Büyük bayrama vâsıl oluyorsun. Bu cihan bir konaktır. Bu konak mü´minin zindanıdır. Ödünç olarak sana verilen bu varlık bir bahânedir. Bu sebepten, bu bahâne gider ve uzaklaşır. Hakîkat meydana çıkarak, kişi devamlı diri olan Allaha kavuşur.” der. O kul için, dünyâda bundan daha tatlı, daha hoş ve daha rahat bir gün olmaz.” Evliyânın meşhurlarından Abdullah bin Menâzil (rahmetullahi teâlâ aleyh)…
Mısır´da yetişen büyük velîlerden Muhammed Şâzilî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri buyurdular ki: “Velî, “Lâ ilâhe illallah” deyip, bunun şartlarını yerine getiren kimsedir. Bunun şartları; Allahü teâlâyı ve O´nun Resûlünü sevmek ve dost edinmektir.”Anadolu´da yetişen büyük velîlerden Muhammed Tevfîk Bosnevî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri talebesi olan Erzurumlu Hüseyin Rûhî´ye yazdığı mektupta buyuruyor ki: “Allahü teâlânın dostu olan velîler bu makâmı şu dört şeyi yapmakla elde etmiştir. Dünyâyı terk, âhireti terk, varlığı terk ve kuru bilgiyi terk. Sülûk ilmi de dört esas üzere kurulmuştur: Birincisi Allahü teâlânın, kulu kendine çekmesidir. İkincisi, insanı doğru yola götürecek hocadır. Üçüncüsü, ilim ve irfândır. Dördüncüsü, nefs…
Kurb, yakınlık, yakın olmak demektir ki, Abdülganî Nablüsî; “Allahü teâlâya farzlarla hâsıl olan kurb, nâfilelerle hâsıl olandan elbette kat kat daha çoktur. Fakat kurbu, takvâ sâhiplerinin (haramlardan nefret eden, haram işlemekten kaçınanların) ihlâs ile yaptıkları farzlar hâsıl eder.” demiştir. İmâm-ı Rabbânî, kurb ve visâl (kavuşma) lezzetinin Cennet nîmetlerinin lezzetinden ziyâde olduğu gibi, bu´d ve hırmân (uzaklık ve mahrumluk) azâbının da Cehennem azâbından beter olduğunu ifâde etmiş, Muhammed Mâsûm Serhendî ise, farzların kurb hâsıl etmesi için, nâfile ibâdetleri de yapmanın şart olduğunu belirtmiştir. (E. Ans. c.1, s.29) Allahü teâlâya yakın olmak, vilâyet yâni velî olmak kurb-i ilâhî terimiyle de ifâde olunur…
Evliyânın büyüklerinden Âhmed bin Alevî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin talebelerinden biri; “Efendim sizden yemek yeme arzusu nasıl gitti Siz gençliğinizde yerdiniz.” diye sordu. O da; şöyle buyurdular.”Âlimler buyurdular ki: Yemenin yedi mertebesi vardır. Birincisi yaşayacak kadar yemek; ikincisi, farz namazı kılacak ve farz olan orucu tutacak kadar yemek. Bu iki mertebe yemek farzdır. Üçüncüsü, nâfile olan namazı ve nafile orucu tutabilecek kadar yemek. Bu kadar yemek müstehabdır. İmâm-ı Gazâlî bu konuya dâir; “Akıl sâhiplerinin gâyesi Cennet´te Allahü teâlâya kavuşmaktır. Allahü teâlâya kavuşmak ise, ilim ve amel ile olur. Bunlara bedenin sıhhati ve selâmeti ile devâm edilebilir. Bedenin sıhhat ve selâmeti…
Dünyâya düşkün olmayan, şüpheli olur korkusu ile mübâh olanların (yâni izin verilenlerin, helâl olanların da) çoğundan sakınan kimse mânâsına gelen zâhid, İmâm-ı Rabbânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri´nin ifâdesine göre, dünyâya gönül bağlamadığı için, insanların en akıllısıdır. Berîka´da geçen bir hadîs-i şerîfte; “Allahü teâlâ, bir kulunu severse, onu dünyâda zâhid, âhirette râgıb (rağbet eden, isteyen) yapar. Ayıplarını ona bildirir.” buyrulmuştur. (E. Ans. c.1, s.7) Şüpheli olmak korkusu ile mübâh şeylerin çoğundan sakınmak, dünyâdan ve dünyâlık olan şeylerden uzak durmak mânâsına gelen zühd hakkında, Hâris el-Muhâsibî (rahmetullahi teâlâ aleyh) şunları söylemektedir: “Zühd, insanın kalbini dünyâ sıkıntılarından uzak tutar. Allahüteâlânın yüceliğini ve büyüklüğünü…
Mısır evliyâsından Ali Havâs Berlisî (rahmetullahi teâlâ aleyh) dost ve akrabâ ziyâretine çok dikkat ederdi ve; “Allah için kardeşini ziyâret etmeye gidecek bir kimsenin yürümeye gücü varken, binecek bir vasıta bulmak için ziyâreti geciktirmesi doğru değildir.” buyururdu.Ziyâret eden, ziyâret ettiği kimsede gördüğü ayıp ve kusurları kimseye söylemeyip, onda gördüklerini saklayabilecekse, ziyârete gitmesi edebdendir. Eğer gördükleri ayıp ve kusurları muhâfaza edemeyip başkalarına söyleyecekse, ziyâreti terketmesi daha iyidir.Ziyâretçinin, ziyâret ettiği kimseyi ziyâreti, Allahü teâlâ ile meşgûliyetine mâni olacaksa, gitmemesi, Allahü teâlâya karşı olan edebdendir. Irak evliyâsından Ali bin Heytî hazretleri, Abdülkâdir-i Geylânî (rah- metullahi teâlâ aleyh) hazretlerine çok hürmet ve saygı gösterirdi.…
Bir kimse evliyânın büyüklerinden Ahmed bin Hadraveyh (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine gelip, “Fakir ve bitkin bir kimseyim, sıkıntıdan kurtulmam için bana bir yol gösterir misiniz ” dedi. Onun bu arzusu üzerine; “Git bütün mesleklerin ve yapılan işlerin isimlerini ayrı ayrı yaz. Bir torbaya doldur bana getir.” dedi.Fakir kimse söylenilen şeyi yapıp tekrar huzuruna geldi. Yanına gelince, getirdiği torbaya elini sokup bir kâğıt çıkardı. Kâğıdın üzerinde “vurgunculuk” yazıyordu. Kâğıdı adama verip; “Senin vurgunculuk yapman gerekiyor.” dedi. Adam önce şaşırdı sonra da; “Madem ki bu zat böyle söyledi, bunu çâresiz yapmam gerekiyor.” dedi. Sonra yolkesen harâmilerin yanına gidip, kendisinin de yol kesip…