“Kureyşin îlâfı (uzlaşması) için.” Kur´ân´ın asıl resmî imlâsı (yazılış şekli) Hz. Osman´a nisbet edilen Mushafların hepsinde şeklindedir. “Şafiye Şerhi Şeyh Radıy”de de açıklandığı üzere Kûfî hattatların ilkleri, kelime ortasında gelen eliflerin hepsini ardardına hazfederler. Ve bunların benzerlerini hep böyle elifsiz yazarlardı. Basralılar´da ve müteahhirîn (sonrakiler)de çoğunlukla bu elifleri yazmak kaide olmakla beraber ve gibi bazı isimler genellikle elifsiz yazıldığı gibi (Osman), (Muaviye), (Süleyman) isimlerinde de bazıları elifi hazfetmişlerdir. Şu halde Arapça hattı kaidesince burada yahut diye iki imla (yazım şekli) caiz olabilirdi. Sonraki Mushaflarda müteahhirîn (sonrakiler)in üslubu üzere çoğunlukla ikinci şekilde eliflerin ortaya çıkarılışı umuma kolaylık olmak için caiz görülmüş ise…
Yazar: admin
Gördün mü.. Hitap yine Allah´ın Resulüne ve dolayısıyla genel olarak hitaba kabiliyeti olanların her birinedir. Soru, teaccüb (şaşma) suretiyle hazırlama içindir. Alemde açlık ve tokluk, korku ve emniyet gibi birbirini takip etmekte olan acı ve tatlı halleri görüp duran, ilaf ve anlaşma ile yardımlaşma ve toplum içinde yaşamak ihtiyacında bulunan insanlar içinde Hak Teâlâ´nın ceza ve mükafatını inkâr edenlerin, dine inanmayanların bulunması şaşılacak bir şey olduğuna tenbih ederek onların ruh halleriyle benliklerini tanıtmak ve öylelerin huylarındaki düşkünlüklerden müminleri sakındırmak için dikkat nazarını celbetmektir. Yani Ey Muhammed, Kureyş içinde küfredenlerin neler yaptıklarını görerek anladın, tanıdın a: o dini yalanlayanı. Burada da…
Gördün mü Hitap yine Allah´ın Resulüne ve dolayısıyla genel olarak hitaba kabiliyeti olanların her birinedir. Soru, teaccüb (şaşma) suretiyle hazırlama içindir. Alemde açlık ve tokluk, korku ve emniyet gibi birbirini takip etmekte olan acı ve tatlı halleri görüp duran, ilaf ve anlaşma ile yardımlaşma ve toplum içinde yaşamak ihtiyacında bulunan insanlar içinde Hak Teâlâ´nın ceza ve mükafatını inkâr edenlerin, dine inanmayanların bulunması şaşılacak bir şey olduğuna tenbih ederek onların ruh halleriyle benliklerini tanıtmak ve öylelerin huylarındaki düşkünlüklerden müminleri sakındırmak için dikkat nazarını celbetmektir. Yani Ey Muhammed, Kureyş içinde küfredenlerin neler yaptıklarını görerek anladın, tanıdın a: o dini yalanlayanı. Burada da…
… “geldiği zaman.” Tahakkuk ifade eden bir zaman zarfı olduğu için fiil-i maziye gelir, şart mânâsına delalet ettiği için de mazinin mânâsını geleceğe çevirerek şartın gelecekte gerçekleşeceğini ifade eder. Burada şartı, ile ona atfedilen fiilinin toplamıdır, cevabı da ve matufudur. …. bu vechile tahakkuk ifade etmesinden dolayı burada kendisinden öncesinin de düşünülmesiyle şu mânâ hasıl olur: “Ey Muhammed, seni gönderen, senin tek mabudun olan Allah´ın yardımı ile fetih gelecek, hem sen insanların Allah´ın dinine fevc fevc (dalga dalga) girmeye başladıklarını göreceksin. Çünkü “Allah, “Elbette ben ve elçilerim galip geleceğiz.” diye yazmıştır.” (Mücadele, 58/21); “Elbette biz elçilerimize ve inananlara hem dünya hayatında, hem…
Helâk oldu. Bu fiil esasen bir durumu haber vermekle birlikte dilek kipi de olabilir. Dilek kipi olması, ya tekvînî şekilde zarar görmesini dilemek, yahut da Arapların adetlerinde olduğu gibi “Kahrolası” şeklinde beddua olarak hüsran ve helâkı hak ettiğini anlatmak suretiyle kınamak ve çirkin görmek mânâsınadır. Söz konusu fiili, ilk nüzûlüne bakarak çokları, bu mânâda yorumlamışlardır. Bu yüzden “elleri kurusun” şeklindeki tercüme pek yaygındır. Eli kurusun tabiri daha ziyade yani “eli çolak olsun” mânâsında kullanılmaktadır. Bununla beraber mecâzî anlamda iflâs etsin, elinde avucunda bir şey kalmasın, tutacağını tutamasın ve her tuttuğu boşa çıksın gibi beddua mânâsına da gelmektedir ki, bu şekilde…
Söyle. Bu hitap öncelikle Resulullah´a ve dolayısıyla hitap olunabilenlerin hepsinedir. Emrin böylece açıkça ifade edilmesinde bu tarifin bilhassa ilâhi beyan olduğunu ve bunun aynen söylenmesi ve böylece tebliğ edilmesi gerektiğine tenbih vardır. “Kavil” makul olana ve telaffuz olunana şamil olur, kemâli de anlam ile lâfzın bir arada olmasındadır. Yani sadece kendi yanından bir düşünce, sırf aklî ve nazarî delillere dayalı olarak değil, Allah´ın bildirdiği Hak kelâmı olduğunu şeksiz, şüphesiz kalbinle tasdik ve dilinle ikrar ederek, kendi kendine söylediğin gibi, başkalarına da tebliğ et ve açıkça söyle. Herkes de böyle söylesin, “Birbirlerine hakkı tavsiye ederler.” (Asr, 103/3) âyeti gereğince böyle böyle…
De. Dikkate şâyandır ki, böyle “de”, “söyle” diye emrolunduğu zaman bundan açıkça anlaşılan; emredilenin, bu emri değil, bununla söylenmesi emrolunan sözü söylemesi istenir. Onun için Peygamber´in de bu sûreleri okurken demeyip diye başlaması gerekmez miydi diye bir soru hatıra gelir. Bundan dolayı ´de mutlaka denilmek vâcip, Tebbet´te denilmemek vacip olduğunda ittifak bulunmakla beraber, İhlas´ta ve Muavvizeteyn´de denilmeyerek okunmasını caiz görenler olmuşsa da, yalnız dua niyetiyle söylendiği zaman bu caiz olsa bile Kur´an olarak okunduğu zaman aynen okunmalıdır. Çünkü Mushaflarda öyle tesbit edilmiş, öyle varid olmuştur. İmam Ebu Mansûr Matürîdî “Te´vîlat”da demiştir ki: “Zira bununla görevlendirilen yalnız muhataptan ibaret değil, onun…
İnsanların Rabbine. Bütün insanların kendilerine ve işlerine sahip, terbiye edici sahibine, yani halk ve emriyle insanlar yaratan ve sanat ve kudretiyle o ğâsık, kara topraktan o duygusuz, karanlık maddeden tan gibi parlayan duygulu insanlar yetiştiren, onlara yaramaz şeyleri atıp yarar şeyleri süze süze akıtarak lütuf ve terbiyesiyle tavırdan tavıra, halden hâle kemâle erdirerek büyüte büyüte akıl ve iz´an verip insanlık gereklerini, insanlık vazifelerini duyurarak bütün yaratıklar içinde seçkin bir halde kendi cinsiyle birlikte, toplum hâlinde yaşayacak hâle getiren ve getirmekte bulunan ve bu şekilde onlara terbiye fikriyle rububiyet anlayışını öğreterek kendi varlığını sezdirip hak ve hayır uğrunda çalışmak yolunu gösteren…
Bir yerde bulunan ve sahibi bilinmeyen yitik bir mala “Lukata” denir. Bunu o yerden alıp kaldırmaya “İltikat” ve bunu kaldırıp alan kimseye de “Mültakıt” denir. Başkalarının rızası olmaksızın mallarını haksız yere almak haram olduğu gibi, yitik malları alıp benimsemek de haramdır. Bir kimse bir yerde yitik bir miktar para veya eşya bulsa, bunu sahibine vermek üzere, oradan alıp kaldırabilir. Fakat kendisi için alıp kaldıramaz, Bu bir hırsızlık sayılır. Yitik eşyayı alıp kaldırmakta şu hükümler vardır: 1) Görüldüğü yerde alınmayıp bırakıldığı zaman zayi olmasından korkulmayan bir yitiği alıp kaldırmak mübahtır. 2) Alınmayıp bırakıldığı takdirde zayi olmak ihtimali bulunan bir yitiği almak…
İslâmda meşru sayılan eğlenceler mübahtır. Oyun ve eğlence denilen birtakım zararlı ve faydasız eğlenceler ise caiz değildir. Bunların bir kısmı haramdır. Bir kısmı da harama yakın mekruhtur. Bunlar aslında boş şeylerdir. İnsanın hayatı ise çok kıymetlidir, daima yararlı şeylerde harcanmalıdır. Zararlı ve faydasız şeylere harcanması doğru olmaz. Örnek: Kumar oyunu haramdır. Çünkü bunun zararı herkesçe bilinen şeydir. Kumar yüzünden kurtuluşa eren kimse gösterilemez. Fakat kumar yüzünden helâk olmuş, perişan olmuş, acı ve kederler içine düşmüş binlerce insan ve aile gösterilebilir. Tavla, satranç gibi oyunlar harama yakın mekruhtur. Bunlar kıymetli zamanın kaybolmasına sebep ve kumara itici olacağı için, iyi şeyler değildir.…