“(Rasûlüm!) De ki: Eğer Allah´ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayan ve merhamet edenidir.” (3/Âl-i İmrân, 31) “De ki: Allah´a ve Rasûlü´ne itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki Allah kâfirleri sevmez.” (3/Âl-i İmrân, 32) “Allah´a ve Rasûlü´ne itaat edin ki size merhamet edilsin.” (3/Âl-i İmrân, 132) “Muhammed, ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür ya da öldürülürse, gerisin geriye (eski dininize) mi döneceksiniz Kim (böyle) geri dönerse, Allah´a hiçbir şekilde zarar vermiş olmayacaktır. Allah, şükredenleri mükâfatlandıracaktır.” (3/Âl-i İmrân, 144) “…Kim Allah´a ve Peygamberi´ne itaat ederse…
Yazar: admin
Allah’ a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ ı çokça zikredenler için en güzel örnek olan Hz. Muhammed (s.a.s.), rahmeti her şeyi kuşatmış olan Allah’ ın tasdikiyle yüce bir ahlâk üzere yaşamıştır. Ahlâkın özünü kişilik; kişiliğin özünü ise kendiliğinden, devamlı ve kuşatıcı olan kısmı teşkil eder. İzlenmesi gerekli yol olarak sünnet de içerdiği devamlılık ve kuşatıcılık ile Hz. Peygamber in eşsiz ahlâkını şüphe ve yanlış anlamaya meydan vermeyecek şekilde insanlığın düşünme, ibret alma ve doğruyu bulma yeteneğinin istifadesine sunar. Muhtemel her yönü ve her türlü tezahürü ile hayatı bütünüyle kucaklayan istikamet, doğruluk ve adâlet; özü sözle, sözü de davranışla…
Hz. Peygamber (s.a.s.), bütün hayatı boyunca bizzat kendisi Ey Rabbimiz! Bize dünyada da âhirette de iyilik ver, bizi cehennem azabından koru (2/Bakara 201) âyetinde olduğu gibi dünya ve ahiret dengesini, yaşayışında tesis etmiş, bunu aile hayatında da göstermiş ve mü minlere yaşanılır ve izlenebilir örnekler bırakmıştır. O nun hanesi yeryüzünde gelmiş-geçmiş ve gelecek hanelerin, kurulacak yuvaların en mesudu, en bahtiyarı ve en bereketlisi olmuştur. O nun hânesinde her zaman burcu burcu saâdet kokardı. Âlemde hiçbir kadın Hz. Peygamber in, hanımlarını sevdiği gibi sevilmemiştir. Hiçbir erkek de Hz.Peygamber (s.a.s.) gibi sevilmiş değildir. Bu sevgi halesinin elbette bir sebebi vardı. Allah Rasûlü…
Barış kelimesiyle aynı kökü paylaşan ve anlamlarından biri de barış olan “İslâm”da asıl ve doğal olan sulh, selâmet ve barıştır. Gel gör ki İslâm´ın düşmanları, barış çağrılarının önünde engel oldukları, yeryüzünde fitne çıkarttıkları, insanlara ve insanî değerlere zulmettikleri için, yeryüzünü ıslah etmekle görevli bulunan Peygamber ve O´nun izinden giden müslümanlar, fıtrat/insanlık düşmanlarının zararlarına engel olmak maksadıyla kaçınılmaz olarak savaşa kapılarını açmıştır. Bütün insanlığa ve tüm âlemlere rahmet olarak gönderilen peygamberimiz (21/Enbiyâ, 107), Allah´a dâvetin önünde engel olan zâlimlere karşı; kendisinin, aynı zamanda “savaş peygamberi” (Câmiu´s-Sağîr, 1/108) olduğunu belirtmiştir. Dost-düşman, kabul etmek zorundadır ki, O´nun savaşları da baştan sona bir rahmet…
Hz. Peygamber (s.a.s.)´in Doğduğunda Mekke ve Kureyş´in Ticarî Durumu: Peygamberimiz (s.a.s.)´in doğduğu Mekke şehri, etrafı dağlarla çevrili, ziraate tümüyle elverişsiz, çöl ortasında bir şehir idi. Bu şehrin Hz. İsmâil (a.s.)´den beri çok önemli bir yerleşim yeri olması, O´nun babası İbrâhim (a.s.) ile birlikte Allah´ın emri ile inşâ etmiş oldukları Allah için bir ibâdet merkezi olan Kâbe´nin bir câzibe alanı olmasındandı. Her yıl, uzaktan yakından çok sayıda insan Kâbe´yi ziyarete gelir, yerleşik nüfusun çok fazlasında olan bu ziyaretçiler şehirde canlanmaya sahne olurdu. Bu ziyaretler, Mekke´nin ekonomisine de büyük katkıda bulunur, ticaret, etrafındaki şehirlere oranla çok büyük çapta gelişme gösterirdi. Mekke civarında…
Müslümanlar olarak hepimiz inanırız ki Hz. Muhammed (s.a.s.), Allah ın kulu ve elçisidir. Kul ve elçi kavramları ayrılmaz bir bütün halinde hep bir arada zikredilir. Ne kul olması elçi olmasına engeldir, ne de elçi olması kul olmasına. Elçilik ve kulluk kavramlarının yansımasını toplum hayatında da görmekteyiz. O, Allah ın kullarından birisi olduğu gibi yaşadığı toplumun da fertlerinden birisidir. Aynı zamanda o, seçilmiş bir kuldur. Dolayısıyla toplum içinde de seçkin bir konuma sahiptir; toplumun lideridir. Bu sebeple Cemiyet Adamı Olarak Hz. Peygamber konusunu ele alırken cemiyetin bir ferdi ve cemiyetin lideri olmak üzere Hz. Peygamber in cemiyet içinde iki farklı konumunu…
Hz. Peygamber in kulluk ve ubudiyet yönünü inceleyeceğimiz bu çalışmaya, bazı hususları nazar-ı dikkate vererek başlamak istiyoruz. Kulluk ve ubudiyet, hiçbir insanı dışarda bırakmaksızın, bütün insanlığa bir sorumluluk olarak yüklenmiş olup, Kur an-ı Kerim in ağırlıklı bir şekilde ele aldığı mevzulardandır. Yüce Rabbimiz, Ben, cinleri ve insanları, Bana kulluk etsinler diye yarattım (Zariyat/56) buyurmaktadır. Âyette belirtildiği üzere, kulluk ve ubudiyet, insanların ve cinlerin yaratılış gayesi olarak açıklanmaktadır. Bu âyetten ve Kur an-ı Kerim in genelinden çıkarılabilecek sonuçlara göre, bütün mahlukatı var eden bir yaratıcı vardır ve yaratılan varlıklarla bu yaratıcı arasındaki ilişki, yaratılanların O nu tanıması (marifet), O na, ibâdetetmesi,…
Hz. Peygamber´in temel görevinin dinî ve dünyevî tüm meselelerde insanları eğitmek olduğu söylenebilir. Bu bakımdan bizzat kendisi; “Ben ancak bir muallim olarak gönderildim” (İbn Mâce, Mukaddime 17) buyurmuştur. Hz. Peygamber´in eğitimi, insanlara her yönde faydalı bilgilerin kazandırılması ve kazanılan bilgilerin kişilerin hayatına yansıyarak faydalı hâle gelmesi esâsına dayanıyordu. O, bir taraftan Cenâb-ı Hakk´ın emrine uyarak; “Rabbim, benim ilmimi artır!” (20/Tâhâ, 114) diye bilgisinin arttırılması için Allah´a yalvarır ve bu uğurda çaba sarfederken, diğer taraftan; “Allah´ım, bana öğrettiğinle faydalanmayı nasib et!” (İbn Mâce, Mukaddime 23) diye yakarıyor; “Faydasız ilimden Allah´a sığınırım” (Müslim, Zikir 73) diyerek de bilgiden maksadın faydalanmak ve faydalı…
İslâm, ölçülü olmak şartıyla mizah ve şakalaşmaya kucak açar. İslâmî ölçüleri korumak kaydıyla yer verilen şaka ve mizah hem dinlendirici olur, hem de insanlar arasında muhabbet ve sevginin artmasına vesile olur. Şakaya yer vermemek ciddiyet olarak kabul edilse de, her şeyin fazlası ifrattır ve hoş karşılanmaz. Yani somurtkanlar fazla sevilmez. Kur an da birkaç âyette geçen, meyve anlamındaki fâkihe kökünden gelen fukâhe kelimesi, şaka yapmak, eğlenmek, dostluk oluşturan sohbet, konuşma demektir. Yâsin Sûresinin 55. âyetinde cennetliklerin, yaptıkları işten memnun olarak birbiriyle konuşup şakalaştıkları imrendirici bir üslûpla anlatılır. Bu âyetlerden, dostluğu pekiştirecek, ruhu ferahlatacak tarzda uygun olarak yapılan eğlence ve şakanın…
Hz. Peygamber´in, hicri 10. yılda yaptığı Veda Haccı´nda sayıları yüz on dört bini bulan hacıya hitaben irad ettiği hutbe. Peygamber (s.a.s) bu son hutbesinde, bundan sonra bir daha haccedemeyeceğini bildirip vefatının yaklaştığını ima ettiği, sonraki gelen günler de onun bu sözlerini doğruladığı için bu hacca Veda Haccı, bu hac esnasında irad ettiği hutbeye de Veda Hutbesi adı verildi. Veda Hutbesi her ne kadar tek bir hutbe imiş gibi kabul edilmekteyse de, gerçekte bu hutbe, Arafat ta, Mina da ve bir gün sonra yine Mina´da olmak üzere arafe günü ile bayramın birinci ve ikinci günlerinde parça parça irad edilmiştir (Tecrid-i Sarih,…