Allah Teala bize hayır ve şer yolunu açıklamış, hayır yoluna teşvik edip bu yolu tutanlara büyük bir sevap vaad etmiş, kötülük yolunu tutmaktan sakındırmış, kötülük işleyenlere de büyük bir azap vaad etmiştir: “Şüphesiz ki emrettiğim bu yol, benim dosdoğru yolumdur. O halde bu yola uyun. Başka aykırı yollara tabi olmayın. Yoksa o yollar sizi Allah’ın yolundan ayırır.” (Enam, 153)
Allah (c.c.) ayette bize, bu din ve şeriatın Allah’ın yolu olduğunu teyitli bir şekilde haber vermektedir. Allah’ın dini açık ve nettir, onda kapalılık yoktur. Bu din, sırat-ı müstakimdir, buna uyun, şeytanın yolu olan diğer yollara uymayın,şayet şeytanın yollarına uyarsanız Allah’ın yolundan çıkarsınız, denilmektedir.
Allah (c.c.) yine başka bir ayette bunu teyit etmektedir: “Şüphesiz ki şeytan size düşmandır, öyleyse siz de onu kendinize düşman edinin! O, kendi taraftarlarını ancak alevli ateş ehlinden olsunlar diye çağırır.” (Fatır, 6)
Allah’ın (c.c.) ikram ettiği dışındakiler hariç, birçoğumuz akıl ve anlayış kıtlığımızdan mıdır yoksa temyiz etme yeteneğimizi kaybettiğimizden midir,hayırla şerrin, dostla düşmanın arasını ayıramıyor! Rabbimizin yolunu bırakıp lanetlenmiş şeytanın yolunu tutuyoruz.“Her kim iyi bir iş yaparsa kendi lehine, her kim de kötü bir iş yaparsa kendi aleyhinedir, sonra hep döndürülüp Rabbinize götürüleceksiniz.” (Casiye, 15)
AllahTeala (c.c.) salih ameller işleyenleri ve Allah’ın emirlerini yerine getirenleri mükâfatlandıracaktır, fısk ü fücur işleyip kötü ameller işleyenlere de yaptıklarının karşılığını verecektir.
Müminin-ne kadar küçük de olsa- hayrı küçümsememesi gerekir. Belki de Allah’ın rızası Resulullah’ın (sav.)-küçük gibi görülen- sünnetlerinden bir sünneti yapmakla kazanılabilir. Müridin hayırlı amellere ve Allah’a (c.c.) itaata kendisini ağır ağır alıştırması, tarikatın adaplarını yerine getirmeye çabalaması, zikir ve adapları tatbik etmeyi terk etmemesi gerekir.
Tarikatın adapları müridi, zamanın şerlerinden ve şeytanın aldatmalarından koruyan bir kaledir. Müminin, günah ve masiyetlerden -küçük de olsa- bir şeyi küçümsememesi ve bu önemsiz bir şey dememesi gerekir, belki de Allah (c.c.) onu, bu iş için zor bir hesaba çeker. “Kim zerre miktarı bir hayır işlerse onu görecek, her kim de zerre miktarı şer işlerse onu görecek.” (Zilzal, 7-8)
Küçük gördüğümüz bir amel bizi cennete sokabilir ve -Allah korusun- bizim nazarımızda küçük olan kötü bir şey de bizi cehenneme götürebilir. Bu yüzden Resulullah (sav.), “Yarım hurma ile de olsa ateşten korunun.” buyurmuştur. Yani, küçük de olsa hayırlı işler yap, yarım hurma da olsa sadaka ver, buyurmaktadır. Bu sadaka seni cehennemden kurtarabilir. Hz. Peygamberin (sav.) başka bir hadis-i şerifi de mana olarak şöyledir: “ Bir kadın, bir kediyi ölünceye kadar hapsettiği, ona yiyecek vermediği ve yeryüzündeki haşeratı yemesi için onu bırakmadığından cehenneme girmiştir.”
Kendinizi küçük günahlardan uzaklaştırın, çünkü küçük günahlar birikince büyük günah olur. Babamızdan çoğu kez şu şiiri duyuyorduk:
“Damla damla üstüne toplanınca bir nehir,
Nehir nehirle birleşince de deniz olur.”
Resulullah (sav.) bir adamı örnek verdi ve, “Bir kimse ki, yediği haram, içtiği haram, giydiği haramdır ve haramla beslenmiştir, o kimse elini açıyor ve ‘Ya Rab! Ya Rab!’ diyor, ona nasıl icabet edilecek? ” buyurdu.
Hayatını günah işleyerek, gıybet ve söz taşımayla geçiren, Allah’ın (c.c.) kelamıyla ilgilenmeyen, hadis-i şeriflerden etkilenmeyen, selef-i salihinin nasihatlerinden öğüt almayan, ölüm ve ölümden sonraki olacaklara önem vermeyen ve Allah’ın (c.c.) huzuruna çıkmak için hazırlanmayan kimsenin,-Allah korusun-imanının çekilip alınmasından korkulur.
Resul-i Ekrem (sav.),“Kim Allah’a kavuşmaktan hoşlanırsa, Allah da (c.c.) ona kavuşmaktan hoşlanır.” buyurmuştur. Ölüm sözünü duyunca çoğu kimsenin aklı başından gitmekte, dünya kendisine dar gelmektedir. Ölüm hakkında hiçbir şey duymak istemiyorlar. Neden? Çünkü ölüme hazırlanmadılar, çünkü onlar Allah’ın huzuruna kara bir yüzle çıkacaklarını biliyorlar da bundan korkuyorlar. Fakat itaatkâr mümin ölüm hakkında bir şey duyunca ferahlık duyar, çünkü o can sıkıcı şeylerle dolu olan bu fani dünyadan göçeceğini ve ölümden sonra Allah’la (c.c.) mülaki olma imkanını yakalayacağını bilir.
Bu yüzden büyüklerimiz müritlerine olan sevgilerinden dolayı, müritleri için ölümü düşünmeyi, tarikata intisaptan sonra sıkı sıkıya tatbik edilmesi gereken adaplardan kıldılar. Ölümü düşünmek, Allah’ın (c.c.) huzuruna çıkmak için daima hazır olmayı sağlar, dolayısıyla ölümü düşünen bir kimse haramlara ve günahlara dalamaz.
Şöyle bir kıssa anlatılır: Dönemin Şam valisi Süleyman bin Abdülmelik Medine’ye geldi. Buradan Mekke-i Mükerreme’ye gitmek istiyordu. Medine’de, büyük velilerden Ebu Hazim’e (r.a.) gitti. Ebu Hazim’le buluşunca ona, “Ey Ebu Hazim, bize ne oluyor ki ölümden hoşlanmıyoruz?” diye sordu. O da cevap olarak, “Çünkü siz ahiretinizi harap edip dünyanızı mamur ettiniz, mamur edilmiş bir yerden harap olmuş bir yere gitmek istemiyorsunuz.” dedi.
Süleyman: “Ey Ebu Hazim, Allah’ın yanına nasıl varacağız?”dedi. O da, “İyi işler yapan kimse ailesinden uzakta olan birinin ailesinin yanına gelişi gibi gelir, kötü ameller yapan ise efendisinden kaçan bir kölenin sahibine gelişi gibi gelir.” dedi. Bunun üzerine Süleyman ağladı ve “Keşke Allah’ın yanında benim için ne olduğunu, makamımın ne olduğunu bilseydim.”dedi. Ebu Hazim’de (r.a.),“Kendini Allah’ın kitabına arz et, orada şöyle buyurdu: ‘Şüphesiz ki iyiler nimetler içindedir ve şüphesiz ki günahkârlar şiddetli alev tabakasındadır.’ (İnfitar, 13-14) Yani hangi gruptan olduğunu bilmek için şimdiki ameline bak. O zaman cennet ehlinden mi yoksa cehennem ehlinden mi olduğunu bileceksin.”
Süleyman: “Allah’ın rahmeti nerededir?” dedi. Ebu Hazim şu ayeti okudu: “Şüphe yok ki iyi hareket edenlere Allah’ın rahmeti çok yakındır.” (Araf, 56) Süleyman: “Ey Ebu Hazim, Allah’ın (c.c.) hangi kulları daha kerimdir?” diye sordu. Ebu Hazim de,“İyilik ve takva ehli kimseler.” dedi. Yine, “Hangi amel daha üstündür?” diye sordu. “Haramlardan kaçınmakla birlikte farzların yerine getirilmesi.” dedi. “Müminlerin hangisi daha akıllıdır?” diye sordu Süleyman bin Abdülmelik. “Allah’a itaat eden ve insanları buna çağıran kimse.” şeklinde cevapladı, Ebu Hazım.
Selef-i salihin akıllı kimselerdi; dünyaya bakıyorlar, onun yok olup giden bir gölgeden ve geçici bir yerden ibaret olduğunu görüyorlardı. Dolayısıyla dünyadaki günlerini, ibadetleri yapmak için bir ganimet bildiler ve meyvelerini ahirette toplayacakları salih amelleri ektiler.
İtaatsizlikten, günah ve isyandan kaçınıp salih ameller işlemeye yönelmemiz için, Allah’tan, bizi akıl nimetiyle nimetlendirmesini istiyorum. Bu nimet sayesinde, Allah (c.c.) ile buluşmayı sevenlerden ve Allah’ın onlarla buluşmayı sevdiklerinden olalım.
Rabbimiz her şeye kadirdir.