Ruh bilgilerinin, tasavvuf ilminin mütehassısı, son asır âlim ve velîlerinden Seyyid Abdülhakîm Arvâsî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: Kur´ân-ı kerîm şifâdır. Fakat şifâ, suyun geldiği boruya tâbidir. Pis borudan şifâ gelmez.Hindistan´da yaşayan evliyânın büyüklerinden Seyyid Abdülvehhâb Buhârî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hocası ve eniştesi Seyyid Sadreddîn Buhârî´den şu sözleri duydu: “Dünyâda iki büyük nîmet vardır. Bunlar, bütün nîmetlerden üstündür, lâkin insanlar bu iki nîmetin kıymetini bilmiyorlar. Onlara kavuşmaktan gâfil bulunuyorlar. Birincisi; iki cihânın efendisi Muhammed aleyhisselâmın mübârek vücûdunun, Medîne-i münev- verede bulunmasıdır. İkincisi ise; Kur´ân-ı kerîmdir. Hak teâlâ, onunla söylüyor ve insanlar bundan gâfillerdir.”
O, bu sözleri duyunca, hocasının huzûrundan kalkıp, Medîne-i mü- nevvereye gitmek için izin istedi ve Resûlullah efendimizi ziyâret yolunu tuttu. Bu saâdetle şereflenip, tekrar memleketine döndü.
Evliyânın büyüklerinden Alâeddîn Konevî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir defâsında talebelerinden birinin Kur´ân-ı kerîm okurken, kendisine suâl soran birine cevap verdiğini gördü. Bunun üzerine talebelerine Kur´- ân-ı kerîme tâzim etmek, hürmet göstermek için şu hususlara dikkat e- dilmesi gerektiğini bildirdi: Kur´ân-ı kerîm okumadan önce dişleri mis- vâklamak, mazmaza ile ağızı temizlemek, güzel koku sürünmek, güzel elbise giymek, geceleyin sesli, gündüz gizli okumak sûretiyle Kur´ân-ı ke- rîme hürmet gösteriniz. Kur´ân-ı kerîm okurken, birisinin sözü ile okumayı kesmeyiniz. Çünkü, başkasının sözünü, Allahü teâlânın kelâmına tercih etmek câiz değildir. Zîrâ bu şekilde kırâati kesmek, Kur´ân-ı kerîm kırâatının güzelliğinin gitmesi ve kırâatı hafife almak gibi bir durum hâsıl eder. Biz bundan Allahü teâlâya sığınırız. Kur´ân-ı kerîm okurken sesi güzelleştirmeli ve mahzun olarak okumalıdır. Şarkı, türkü okur gibi te- gannî ile okumamalıdır. Kur´ân-ı kerîmi tertîl ile okumalıdır. Allahü teâlâ, Müzzemmil sûresinin dördüncü âyet-i kerîmesinde meâlen; “Kur´ân´ı da yavaş ve açık olarak, güzelce oku.” buyuruyor.
Mısır evliyâsından Ali Havâs Berlisî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine; “Avâmın, mânâsını anlamadan Kur´ân-ı kerîm okumaları hakkında ne dersin ” diye sorduklarında; “Okudukları Kur´ân-ı kerîmin her harfi için onlara on sevap vardır.” buyurdular.
Büyük velîlerden Bişr-i Hâfî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir sohbetinde buyurdular ki: “Bir kul Kur´ân-ı kerîmi hatmederse, melekler onun iki gö- zü arasını öperler.”
İskenderiye´de yetişen büyük velîlerden Dâvûd-i İskenderî (rahme- tullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Kur´ân-ı kerîmi hakîkî olarak dinleye- bilmenin, böylece onun mânevî lezzetinden haz alabilmenin ilk mertebe- lerinden birisi, fânî olan mahlûkların hepsini, gözünden ve gönlünden silmektir.”
Velî ve meşhûr tefsîr âlimlerinden Dehhâk bin Müzâhim (rahmetul- lahi teâlâ aleyh) hazretlerinin Tefsîr-i Kur´ân adlı bir eseri vardır. “Kur´ân´ı açık açık, tâne tâne tertil ile oku!” meâlindeki Müzzemmil sûresi dördüncü âyet-i kerîmesini tefsîr ederken; “Onu harf harf, ağır ağır kırâat et, her harfini kendisinden sonra gelen harften temyiz et.” diye buyurdu. Âyetlerin mânâlarını iyice anlayabilmek için tekrar tekrar okurdu.
“…Bize bunun tâbirini haber ver! Çünkü biz seni muhsinlerden görüyoruz.” meâlindeki Yûsuf sûresi otuz altıncı âyet-i kerîmesi hakkında şöyle buyurmaktadır: “Yûsuf aleyhisselâmın ihsânı; hapishânede her hasta olana hizmet ve yardım etmesi, her muhtaç olanın elinden tutması idi. Kendisine bir dilenci geldiği zaman kapı kapı dolaşır onun ihtiyâcının giderilmesine yardımcı olurdu.”
Büyük velî, hadîs ve kırâat âlimi Ebû Bekr bin İyâş (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir gün; “Ben seksen seneden beri Kur´ân-ı kerîm okumaktayım.” Yine bir defâsında; “Hasta olduğum zaman bile Kur´ân-ı kerîm okumadığım hiçbir gecem geçmedi.” demiştir.
Oğlu şöyle anlatır: Babamın ölümüne yakın yanında bulunuyordum. Onun durumu bana tesir edip, ağlamıştım. Ağladığımı görünce; “Niçin ağlıyorsun, evlâdım Baban, bildiğin gibi, hayâtı boyunca kötülüklerden ve günahlardan uzak kalmaya çalışmıştır.” dedi. Vefâtından evvel yine yanında ağlayan oğlu İbrâhim´e; “Yavrucuğum. Bu kadar ömrümü hep Kur´ân-ı kerîm okumakla geçirdim. Üzülme, Allahü teâlâ benim için, böy- le bir ömrü boşa çıkarmayacak, onun karşılığını verecek.” dedi.
Tâbiînin meşhurlarından ve büyük velî, fıkıh âlimi Ebû İdrîs Havlânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Kur´ân-ı kerîm, Allahü teâlânın emirlerine itâat edenleri müjdeler, günahkârları korkutur. Yapılması gerekli işleri bildirir. Geçmiş ümmetlerin, hikâyeleri ve haberlerini bildirir.”
Evliyânın büyüklerinden Ebû Muhammed Cerîrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) çok Kur´ân-ı kerîm okur, Allahü teâlânın hitâbındaki mânâyı tefekkür eder, düşünürdü. Kur´ân-ı kerîmi dünyâlık ve fâni, gelip geçici şeylere âlet edenlerin, onun hayır ve bereketini büsbütün kaybettiklerini söylerdi.
Hindistan´ın büyük velîlerinden Ebü´l-Hayr Fârûkî (rahmetullahi teâ- lâ aleyh) buyurdular ki: “Kur´ân-ı kerîmi okumanın üç derecesi vardır. En aşağı derecesi, yalnız tecvid ile okumaktır. Orta derecesi tecvidle ve mânâsını anlayarak okumaktır. En üstün derecesi ise, tecvidle ve mânâsını anlayarak ve tadını kalbinde duyarak okumaktır.”
Hindistan´da yetişen Çeştiyye evliyâsının büyüklerinden Ferîdüddîn Genc-i Şeker (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Allahü teâlâ ile konuşmak isteyen, Kur´ân-ı kerîm okumalıdır.”
Evliyânın büyüklerinden Habîb-i Acemî (rahmetullahi teâlâ aleyh) ne zaman yanında Kur´ân-ı kerîm okunsa inleyerek ağlardı. “Sen Acemsin. Fârisî konuşursun. Arabî bilmediğin halde bu ağlaman hangi sebeptendir!” diye sorduklarında; “Evet, lisanım Acemîdir. Lâkin kalbim Arabîdir” buyururdu. Daha sonra Arabî lisânını öğrendi. Çok fasih (açık) Arabî konuşurdu. Kendisi, Terviye günü Basra´da, Arefe günü Arafat´ta görülürdü. Bir gün dervişlerden biri; “Habîb-i Acemî, Acem olduğu halde, Arabî bilmediği halde acaba bu çok yüksek mertebeye nasıl kavuştu ” diye kalbinden geçirdi. O anda hafiften bir ses “Evet o Acemîdir. Lakin Habîb (sevgili) ve âşıktır.” diyordu.
Osmanlıların en meşhûr fıkıh âlimi ve velî İbn-i Âbidîn (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Kur´ân-ı kerîm, Kadir gecesinde inmeğe baş- lamış ve hepsinin inmesi yirmi üç sene sürmüştür. Tevrât, İncil ve bütün kitaplar ve sahifeler ise, hepsi birden, bir defâda inmişti. Hepsi, insan sö- züne benziyordu ve lafzları mûcize değildi. Onun için çabuk bozuldu, de- ğiştirildiler. Kur´ân-ı kerîm ise, Muhammed aleyhisselâmın mûcizelerinin de en büyüğüdür ve insan sözüne benzememektedir.”
Hindistan evliyâsının büyüklerinden Kayyûm-i Zaman Muhammed Sibgatullah (rahmetullahi teâlâ aleyh) ömrünün sonlarına doğru Kur´ân-ı kerîmi çok yavaş sesle okurdu. Kendisine çok bağlı talebelerinden biri, müsâit bir vakitte; “Böyle düşük sesle okumanızın hikmeti nedir ” diye arz etti. Bir müddet sustu ve sonra; “Hazret-i Urvet-ül-Vüskâ (yâni babam) ömrünün sonuna doğru böyle okurdu.” buyurdu. Başka bir defâsında talebelerinden birisi yine bu husûsun sebebini suâl ettiğinde cevâben; “Okurken bütün mevcûdât berâber okuyorlar ve bu fakîri yüksek sesle okumaya bırakmıyorlar.” buyurdular.
Medîne-i münevverede yaşayan âlim ve velîlerden İmâm-ı Mâlik bin Enes (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir defâsında: “Eğer elimde imkân olsaydı, Kur´ân-ı kerîmi kısa aklıyla, kendi görüşüne göre tefsîr edenin boynunu vururdum.” Buyurdular.
Tâbiînden, meşhûr hadîs hâfızlarından ve velî Mekhûl eş-Şâmî (rahme- tullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: Eğer sen Kur ân-ı kerîm okuyup da, seni kötülüklerden uzaklaştırmıyorsa, senin gerçekten Kur ân-ı kerîmi okumadığın anlaşılır.
Tâbiînin ve âlimlerin büyüklerinden veli Ebû Eyyûb Meymûn bin Mihrân (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: Ey Kur ân-ı kerîmi okuyanlar! Kur ân-ı kerîmi dünyâlık kazancınıza âlet etmeyiniz.
Hindistan´da yetişen büyük âlim ve velî Muhammed Hâcı Efdal (rah- metullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Ne kadar şaşılır ki, insanların birço- ğu, Allahü teâlânın kelâmı olarak Kur´ân-ı kerîmin mübârek harflerini, za- rûrî lâzım olan tecvîd bilgisine uygun olarak okumaya ve bunu öğren- meye gayret etmiyorlar. Bu bilgi nihâyet birkaç günde öğrenilebilir. Ama kırâatin (okumanın) sahih olması için bu bilgi mutlaka lâzımdır. Namazın sahih olması için de kırâatin sahih olması mutlakâ lâzımdır.”
Horasan da yetişen evliyânın meşhûrlarından Muhammed bin Hâ- mid Tirmizî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine, Fâtır sûresinin; Ey insanlar, siz Allaha muhtaç olanlarsınız. Allah ise hiç bir şeye muhtaç değildir. Hamîddir (hamd olmaya lâyıktır). meâlindeki 15. âyet-i kerîme- nin tefsîri sorulunca şöyle tefsîr etmiştir. Siz âcizsiniz, Allahü teâlânın rahmetine muhtaçsınız, bunun için fakirsiniz. Allahü teâlâ ganîdir. Sizin ibâdetlerinize ihtiyâcı yoktur.
Evliyânın meşhûrlarından ve büyük İslâm âlimi Muhammed Ma´sûm Fârûkî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Kur´ân-ı kerîm okumak, Allahü teâlâ ile tekellüm (konuşmak) olur.”
Anadolu´da yetişen büyük velîlerden Muhammed Tevfîk Bosnevî (rahmetullahi teâlâ aleyh) yazdığı bir mektupta buyuruyor ki: “Kur´ân-ı kerîmi, harflerin çıkış yerlerine, tecvîd kurallarına riâyet ederek ve elden geldiği kadar mânâ üzerinde düşünerek, her gün en az beş sayfa okumalıdır. Daha fazla olursa güzel olur. Kur´ân-ı kerîm okurken ağlamalıdır.”
Büyük İslâm âlimlerinden ve evliyânın en üstünlerinden Muhammed Ubeydullah Serhendî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin şaşılacak üstünlükleri, büyüklük hâlleri daha çocuk iken görülmeye başlamıştı. Kur´ân-ı kerîmi bir ay gibi kısa zamanda ezberledi. O ay Ramazan ayı idi. Her gün bir cüz (Kur´ân-ı kerîmde bulunan yirmi sahifelik bölümlerden her biri) ezberler, akşam terâvihde onu okurdu. Hattâ, bu hâdisenin hac yolunda gemide olduğu ve o Ramazan ayının gemide geçtiği de bildirilmiştir.
Muhammed Ubeydüllah´ın büyük ağabeyi Muhammed Sıbgatullah, bu kardeşi hakkında; “Kardeşim; hâfız, fâdıl, hâcı, ârif, cömert, velî, müt- tekî, takvâ sâhibi, babamın makbûlü ve yüksek dedem İmâm-ı Rabbâ- nî´nin âşıkıdır.” buyurmuştur.
Muhaddis, zâhid, âbid, ârif-i kâmil ve Tâbiînin büyük âlimlerinden Muhammed bin Vâsi (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: Kur ân-ı kerîm âriflerin bostanıdır. Ondan tattığınız lezzetlerin herbirini ayrı bir letâfet içinde tadarsınız.
Hadîs âlimlerinden Katâde Kur ân-ı kerîm okuyucuları üç kısımdır: Bir kısmı Allah için, bir kısmı dünyâlık için, bir kısmı da hükümdarlar için okurlar. Muhammed bin Vâsi ise, Allah için okuyanlardandır buyurarak onun hâlini haber verdi. Hasan-ı Basrî de ona Kur´ân´ın (çok iyi Kur ân-ı kerîm okuyucusu) süsü. derdi.
Evliyânın büyüklerinden Muhammed Zuğdân (rahmetullahi teâlâ a- leyh) buyurdular ki: Bir zaman Resûlullah ı rüyâmda görmez oldum. Sonra yine görmeye başladım. Bunun üzerine ben: Ey Allah´ın Resûlü! Benim günâhım ne idi ki, bana görünmez oldunuz diye sordum. Buyurdular ki: Sen bizi rüyâda görecek kimselerden değilsin. Zîrâ sen, sır- larımı başkalarına ifşâ ediyorsun. Gerçekten ben gördüğüm rüyâlarımdan bâzılarını yanımda bulunan bir şahsa anlatmıştım. Bundan böyle Allahü teâlâya tövbe eyledim. Tövbe ettikten sonra, yine Resûl-i ekremi rüyâmda görmeye başladım.
Bir keresinde Resûl-i ekrem rüyâmda bana; Ey Muhammed! Bu gaflet ve bu uyku neden. Neden bizden böyle uzaklaştın Neden Kur ân-ı kerîm okumayı terk eyledin Kur ân-ı kerîm okumayı bırakıp da, yalnız zikirle meşgûl olman ne için Her gün, bir cüzün dörtte biri kadar olsa da Kur ân-ı kerîm oku. Her gün, bundan az okumamaya dikkat et buyurdular.
İbn-i Zuğdân ın talebelerinden bâzıları şöyle demektedirler: “O günden sonra İbn-i Zuğdân, Kur ân-ı kerîm okumasını terk etmedi. Bâzı âyet-i kerîmeleri tekrar tekrar okur, üzerinde durur ve ağlardı. Göz yaşları yanaklarından ve mübârek sakalı üzerinden akardı. Onun huzûrunda konuşmaya kimse muktedir olamazdı. Zîrâ, vecd hâli ve çok ağlaması, herkesi susmağa mecbur kılardı.
Tabiînden hadîs ve fıkıh âlimi, velî Mutarrif bin Abdullah (rahme- tullahi teâlâ aleyh) insanlar beğensin diye Kur ân-ı kerîm okuyan hâfız- lardan hoşlanmazdı. Zamânımızda kurrâ (hâfız) kalmadı. Hepsi okuyuş- larıyla dünyâ nîmeti toplamaya çalışıyorlar. buyurdular.
Mutarrif bin Abdullah hazretleri bir gün sünnet-i Resûlullah tan bahsederken, kendisine; Bize yalnız Kur ân-ı kerîmden bahsediniz. denildi. Cevâbında; Vallahi biz Kur ân-ı kerîmin bir benzeri, bir mukâbili olduğunu söylemiyoruz. Fakat Kur ân-ı kerîmi bizden iyi bilen kendisine vahiy gelen, murâd-ı ilâhîye tam vâkıf bir zâtın (hazret-i Peygamberin) bulunduğunu söylüyoruz. buyurdular.
Horasan´ın büyük velîlerinden Sülemî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Biz öyle büyük zâtlara yetiştik ki, onlar Kur´ân-ı kerîmde bulunan âyet-i kerîmeleri onar onar öğrenirlerdi. Öğrendikleri on âyetteki hükümleri, kendi yaşayışlarında tatbik etmedikçe, diğer on âyete geçmezlerdi.”
Evliyânın büyüklerinden Şihâbüddîn Ba´levî (rahmetullahi teâlâ a- leyh) birisinden, evine kapı yapmak için tahta istedi. O şahıs da; “Kur´- ân-ı kerîmi ezberlememi temin edersen, sana istediğin o tahtayı veririm” dedi. Bunun üzerine Şihâbüddîn Ba´levî o şahsa; “Ağzını aç!” buyurdu. Bu şahıs ağzını açınca, ağzına üç kere ağzının suyundan sürdü. O şahıs, ondan sonra sür´atli bir şekilde Kur´ân-ı kerîmi ezberledi.
Mekke-i mükerremenin büyük âlim ve velîlerinden Vüheyb bin Verd (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: Anlayarak ve düşünerek Kur – ân-ı kerîm okumaktan daha fazla kalbleri incelten, rikkate getirip hüzne sevkeden bir şey yoktur.
Evliyânın büyüklerinden Zahîrüddîn Halvetî (rahmetullahi teâlâ a- leyh) anlatır: Allahü teâlâ ben âcize kırâat-ı seb a ile Kur ân-ı kerîm o- kumayı nasîb etti. Bir gece rüyâmda Resûlullah efendimizi gördüm. Bana; Ey Zahîrüddîn! Gel Kur ân-ı kerîm kırâatı nasıl olur sana öğreteyim buyurdu. Ben de Efendimizden dinledim.
Mısır da yetişen büyük velîlerden Zünnûn-i Mısrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine; Kur ân-ı kerîm âlimlerinin durumunu sorduklarında; Onlar bu yolda dizlerini çürüttü. Ömürlerini ve bedenlerini bu yolda harcadılar. Böylece Kur ân-ı kerîm ilmine sâhib oldular. Bu ilme vâkıf olabilmek için, bu kadarla kalmadılar. Dudaklarında kan kalmadı. Göz yaşları sel olup aktı. Kur ân-ı kerîm ilmini onlar böyle buldu. Hidâyete eren bunlar oldu. Îmânlarını emniyet altına bunlar aldı. cevâbını verdi.