Arap Yanmadası´nın, ilk peygamberlik vatanı olduğu bilindiğine göre, Allah´ın dostu Hz. İbrahim´in, Irak ile Kenaniîer arasında dolaştıktan sonra, Arap beldelerine göç etmiş olduğu da bir gerçektir. Orada Allah´ın beyti olan Kabe´yi inşa etmiş, tevhid çağrısına icabet eden kimseleri görmüştür. “Doğrusu insanlara (mabed olarak) ilk kurulan ev Mekke´de olandır. Alemlere uğur, bereket ve hidayet kaynağı olarak kurulmuştur. Onda açık açık deliller, İbrahim´in makamı vardır. Ona giren güvenlik içinde olur” (Al-i İmran: 96-97)
Mekke-i Mükerreme, Araplar arasında seçkin yeri olan bir şehirdir. Birçok sebeplerden dolayı Mekke, onların üstünlük kaynağı, toplantı yeri ve dil merkezleri olmuştur. Bu sebeplerin en önemlileri ve en belirgin olanları şunlardır:
a- Peygamberlerin atası İbrahim (as) Mekke´nin temelini atan ilk insandır. Ondan sonra Mekke büyük bir şehir ve Arapların kuvvetinin çevresinde döndüğü bir eksen olmuştur. Mekke ve yer-´ lileri, ibrahim peygamberin evladıdır. İbrahim peygamberin duasının kabul nişanesi olduğu için, Mekke, Araplar yanında büyük bir şerefe sahiptir. Çünkü Kur´an-ı Kerinı´de de anlatıldığı gibi, Hz. ibrahim orası için Cenab-ı Allah´a şöyle dua etmiştir:
“Rabbimiz! Ben çocuklarımdan bazısını, senin Beyt-i Ha~ ram´ın yanında, ekinsiz bir vadiye yerleştirdim. Rabbimiz! Namazı kılsınlar diye (böyle yaptım). Artık sen de insanlardan bir takım gönülleri, onları sever, (onlara koşar) yap ve onları çeşitli meyvalarla besle ki (sana) şükretsinler. Rabbimiz, sen bizim (içimizde) gizlediğimizi ve açığa vurduğumuzu/hilirsin. Ne yerde ne de ge ite hiç bir şey Allah´a gizli kalmaz. İhtiyarlık çağımda bana İsmail´i ve İshak´ı lütfeden Allah´a hamdolsun. Şüphesiz rabbim, duayı işiten (kabul buyuran) dır. Rabbim, beni ve zürriyetimden bir kısmını namazı kılan yap; Rabbimiz, duamı kabul buyurî” (ibrahim: 37- 40)
Gerçekten de Hz. İbrahim´in duası Allah tarafından kabul bu-yurulmuştu. Çünkü Araplar çok uzak yerlerden gelip orayı ziyaret ederler. Bu durum, ibrahim peygamberin Kabe-i Muazzamayı inşa ettiği zamandan bu güne kadar böylece devam edegelmektedir. Mekke, insanların ziyaret ve güven yeri olmuştur. Araplar orada bir araya gelip toplanırlar, değişik kabilelere mensup da olsalar, amaçları farklı da olsa, hepsi orada biraraya gelirler.
b- Mekke sakinleri, Kureyşlilerdir. Bunlar düşünce bakımından Araplardan en üstünü ve nesep bakımından en şereflisiydi-ler. Bunlar, Araplar arasında, Arapçayı en güzel şekilde konuşanlardı. Parlak bir üslupları vardı. Bu sebepledir ki, Araplar, edebi eserlerini Kureyş dili ile yazmaya gayret gösterirler, şairler şiirlerini Kureyş lehçesiyle yazarlardı. Hepsi de Kureyş lehçesi ile konuşmaktan şeref duyardı. Edebiyat tarihçilerinin anlattıklarına göre, şiirde yarışmayı kazanan şairlerin şiirleri, Kabe´nin duvarlarına asılırmış. Bu gibi şairlerin şiire ilişkin menkıbeleri Araplar arasında kayda geçermiş. İnsanlar arasında da yüksek bir mertebeye ulaşırmış.
c- Mekke-i Mükerreme´nin Araplar arasında şerefli bir yere sahip olmasındaki sebeplerden biri de , Kabe-i Muazzama´nın orada bulunmasıdır. Ona bu yüceliği kazandıran sebeplerin başında gelen de budur. Çünkü Kabe, Araplar için kutsal bir ev olmuştur. Orayı ziyaret eder ve onunla güvenlik içinde olurlar. Nitekim Ce-nab-ı Allah şöyle buyurmuştur: “Görmediler mi, çevrelerinde insanlar kapıl (ip öldürülür veya esir edil) irken biz (kendi şehirleri Mekke´yi) güvenli, dokunulmaz bir bölge yaptık Hala batıla inanıp Allah´ın nimetine nankörlük mü ediyorlar ” (Ankebut: 67)
Araplar Kabe´nin üstünlüğünü kutsadıklarından dolayı Harem-i Şerif dahilinde adam öldürmekten, ya da savaşmaktan kendilerini akkorlardı. İntikam almak konusunda çok ileri gitmelerine ve bu yüzden birliklerini, dirliklerini darmadağın etmelerine rağmen, Mekke´nin Haremi dahilinde savaşmayı ve adam öldürmeyi kendi nefislerine haram kılmışlardı. Cenab-ı Allah, Kabe´nin şeref ve üstünlüğünü daha da arttırdı. Öyle ki, bir adam kendi oğlunun veya kardeşinin katilini Harem dahilinde görürse, Kabe´ye gösterdiği saygıdan dolayı o katile ilişmezdi. Araplar sadece Herem-i Şerife hürmet göstermezlerdi. Aynı zamanda insanların Kabe´yi tavaf edip haccettikleri mevsimde de gayet hürmetkar davranırlardı. Kimseyle savaşmazlardı. Ne hac ve ne de umre mevsiminde, kimseyle savaşmazlardı. Bu mevsimlere “Haram aylar” denilmektedir. Bunlar Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Recep aylarıdır. Recep, Cemaziyel ahir ayı ile Şaban ayı arasındadır. Çünkü Recep ayında Mudarlılar Umre yaparlardı. Bu sebeple Recep ayına, Mudarlıların Recebi denilmiştir.
İslamiyet gelince, o da Kabe´ye hürmeti öngörmüş ve haram aylarda savaşmayı yasaklamıştır. Ancak bu aylarda müslümanlar tecavüze uğrayacak olurlarsa, düşmanları ile savaşabilirler. Çünkü tecavüze uğrayan kimsenin kendisini savunmaması zulüm karşısında susmak demektir.
d- Arap sahrası, kabilelerin çekişmelerinin odak noktası olmuştu. Kabilelerde bir düzen ve intizam yoktu. Sadece -her ne kadar devlet niteliği olmasa da- Mekke´de bir düzen ve intizam vardı. Orada halkın birbiriyle yardımlaşıp güç birliği etmelerinden doğan bir otorite bulunuyordu. Bu otorite, hür kavimler arasında doğan, geçerli bir nizamdır. Her ne kadar başlangıçta orada bir devlet bulunmasa da, otoritenin genişleyip yayılması durumunda orası bir devlete dönüşebilirdi. Çünkü orada halktan seçilen bir başkan bulunuyordu. Bu başkan arapların kabileleri arasındaki ortak iradenin ve tabii seçimin neticesinde meydana gelirdi.
e- Mekke-i Mükerreme´deki Kureyş kabilesi, Rumlar ve Fars-larla ticari bağlantılar kurmaktaydı. Mekke tüccarları, Rumlardan satın aldıkları eşyayı Yemen´e götürür, oradan da eşyalar alıp getirirlerdi. Yemen´den getirdiklerini Fars diyarına, oradan da Şam´a ve Şam´ın ötesindeki Roma´ya götürürlerdi. Mekke, Arap beldeleri içinde Yemen ile Şam arasındaki bir noktada bulunmasından dolayı, böylesine bir iktisadi özelliğe sahip bulunuyordu. O zamanlar ulaşım, kara yoluyla ve Arap sahrasından temin edilmekteydi. Ayrıca Kureyşliler, ticari tecrübeye sahiplerdi. Ticareti meslek edinmişlerdi. Geçimlerini bu yolla sağlıyorlardı. Çünkü Mekke´de kendilerine yetecek kadar tarım ürünleri elde edilmiyordu.
Araplar hac mevsiminde kurulan panayırlarda alışveriş yaparlardı. Bunların en büyüğü Ukaz panayırı idi. Bundan başka irili ufaklı bazı panayırlar daha vardı.
Araplar edebiyata düşkün oldukları için şairler bu panayırlarda şiirlerini pazarlarlardı. Bu panayırlarda maddi azıkların yanı-sıra, edebi azıklar da vardı.
Cenab-ı Allah, Kureyşlilerin ticari ruhlarından bahsederken şöyle buyurmuştur: “(Eğer, Allah´ın başka nimetlerinden dolayı O´na kulluk etmiyorlarsa, hiç değilse) Kureyş´in (güvenlik sağlayıp) onları alıştırdığı için, onları kış ve yaz yolculuğuna (kışın Ye-men´e yazın Şam´a gitmeye) alıştırdığı için, bu ev (Kabe´n) ini rabbine kulluk etsinler. O (Rab) ki, onları yedirip açlıktan kurtardı ve onları korkudan güvene kavuşturdu .” (Kureyş Suresi)
f- Putperestliğin Araplar arasında egemen olduğundan da söz etmek gerekir. Araplar ibrahim´in, Hud´un, Salih´in ve diğer pey-1 gamberlerin dinlerini unutmuşlardı. Necasetin saf ve temiz suyu kirlettiği gibi, putperestlik de Araplara bulaşmış ve aralarına sirayet etmişti. Arap tarihçilerinin anlattığına göre putperestlik, en son olarak Mekke Kureyşlilerine bulaşmıştır. Bunlara da başkalarından bulaşmıştır. Yoksa kendi aralarından fışkırmış değildir. Putperestlik o çağda ve o çağdan önceki zamanlarda çoğalan bir şirk dalgasıydı. Öyle ki, bazı kimseler putperestliğin, Araplara sirayet eden dini bir tefekkür dalgası olduğunu zannetmişlerdi. Çevrelerinden ve komşu ülkelerden gelen dini bir düşünce akımı olduğunu düşünmüşlerdi.
Daha önce de işaret ettiğimiz gibi, Araplar, özellikle de Kureyşliler, içlerinden gelen bir imanla putlara inanmış kimseler değillerdi. Putlara inanmakla birlikte, kainatı yaratanın, noksanlıklardan münezzeh yüce Allah olduğuna da inanıyorlardı. İbrahim peygamberin öğretilerinden bir kısmı, onların kalplerinde hala mevcuttu. Değişiklik ve tahrife uğratmış olsalar da, hac menasi-kini, İbrahim peygamberin dinine göre eda ediyorlardı. O dinden kalan lafızları, putperestliklerine yakın bir şekilde tahrif etmemekle birlikte, yine de dillerinde tekrar etmekteydiler.
Mekke´de, İbrahim peygamberin dininden kalıntıların mevcut olması, orayı risalete layık bir yer haline getirmişti. Mekke´deki putperestlik Muhammed (sav)´in getirdiği tevhide karşı direnmiş olsa da, bu direnişin tamamı, inançtan doğru bir şey değil aksine, cahili taassuptan kaynaklanan bir şeydi. Aralarındaki şeref ve üstünlük yarışından doğuyordu. Çünkü Kureyş´in kolları ve batınları arasında bir nevi onur rekabeti vardı. Çünkü o zamanlar Mekke´deki liderler peygamber efendimize karşı mukavemet göstermişlerdi.
Mekke, Arapların toplantı yeri idi. Orada Darü´n- Nedve vardı. Arap Yarımadası´nm güneyindeki Yemen´den başlayarak, kuzeyindeki Gassanlılara kadar bütün kabilelerin büyükleri, Darü´n-Nedve´ye gelip toplantı yaparlardı. Arapların başına Önemli bir iş geldiği ve bir karara varma ihtiyacını duydukları zaman, Mekke-i Mükerreme´deki Darü´n- Nedve “ye gelip toplanmaktan başka çare bulamazlardı. Bu toplantıların reisliğini de Kureyş kabilesi ve lideri yapardı. Çoğunlukla bu toplantıların başkanlığını peygamber efendimizin dedeleri yaparlardı. Hayatın ilk safhalarında peygamber efendimizin kendisi de bu toplantılara katılmıştır. Sakin tabiatlı olmakla birlikte dikkatleri üzerinde toplardı. “Zehr´ül- Adab” adlı kitapta anlatıldığına göre, Darü´n- Nedve´de-ki toplantıya Yemen kabile reislerinden biri katılmıştı.. Bu adam Peygamber Efendimizin, yararlı gördüğü bir karara varıldığı zaman, kalbinin sükûnet bulduğunu ve karara razı olduğunu; yararsız bir karara varıldığı zaman ise, gözlerinin ateşten kıvılcımlar saçtığını müşahede etmiş ve toplantıya katılanlara hitaben şöyle demişti: Görüyorum ki, şu genç bazen size arslan bakışıyla, bazan da utangaç bir bekarın bakışıyla bakmaktadır. Allah´a an-dolsun ki, o ilk bakışıyla size bakacak olursa, kalplerinizi şişe saplar gibi, ok ile delip geçer. Ama ikinci bakışıyla bakacak olursa, o, bir nesim rüzgarı gibi olur ki, sizin ölülerinizi dahi diriltir.”
Bütün bu anlattıklarımızın ötesinde, Mekke´nin dinler tarihinde de çok eski bir yeri vardır. Çünkü eski dinlerde, Yahudilik ve Hıristiyanlıkta da Mekke´den söz edilmiştir. Bu konudaki açıklamalardan önce, Mekke çevresindeki beldelerin durumundan azıcık söz etmek istiyorum. –