Doğumundan itibaren peygamber efendimizi Cenab-ı Allah himaye etmişti. O´nu sevenler, bakımını üstlenmişlerdi. Bu nedenle sinirleri bozulmamış, Öksüzlüğü döneminde asla yalnız bırakılmamıştı. Seven ve sevilen bir insan olarak güzel bir terbiye ile yetiştirildi. O da kendini küçültücü durumlara düşmekten alıkoymuştu.
Peygamber efendimizin seçtiği işin yapısı dolayısıyla çeşitli sınıflara mensup çocuklarla bir arada yaşaması gerekiyordu. Bu çocukların çoğunluğu fakir, hizmetçi ve köle çocuklarıydı. Bunlar bu işi yapmak üzere kiralanırlardı. Çobanlık, üstün vasıflı işlerden sayılmıyordu. Bilakis düşük işlerden biri olarak kabul ediliyordu. Peygamber efendimiz, hizmetçi, köle ve işçi çocuklarıyla bir arada olduğu halde yine de onur ve üstünlüğünü kaybetmemiş, alçalmamıştı. Soyunun üstün-lüğü ve mayasının temizliği, O´nu hep yücelere doğru çekiyordu. Ailesinde gördüğü asalet, liderlik ve öz, yapısında gizli bulunan alicenablık ile güzel ahlaka yönelik sevgi, onu hep yüce şeylere doğru çekiyordu. Yüceliklere doğru yol alırken de asla şımarmıyor, büyüklük taslamıyor, zayıflan hor ve hakir görmüyordu. İşinin küçük bir iş oluşu, sonuçlarına bakmadan onu aza kanaat etmeye yöneltiyordu. Bu küçük işi, ruhunu terbiye ediyor, güzel davranışlara ve insanlara merhametli olmaya alıştırıyordu.
Yeni yetme gençlerin, özellikle büyükleri ya da velileri şehvetlere dalan gençlerin kalplerini oyun ve eğlence tutkusu sarmıştı. Bu oyun ve eğlencelerin masumane olanı ile olmayanını birbirinden ayıdetmiyorlardı. Bundan sonra kimi gençler de olumsuzluklara ve kötülüğe yöneliyor, toplumdada yozlaşma unsuru oluyorlardı. Zayıflık, aslında insanın kalben rahmet tohumlarını saçtığına ve masumane sevgiye yönelttiğine göre bu gençlerin zayıf olanları da iyiye yöneltilmeliydi. Fakat çoğu kötü alışkanlıklara ve laubaliliğe yöneliyorlardı. Laubalilik, inşam heveslerin tahakkümüne maruz bırakır. Heveslerin hakimiyeti de insanı yozlaşmaya sürükler. Böyleleriyle arkadaş olan iyi kimseler de eninde sonunda bozulurlar. Nitekim hikmet sahibi bir arap şairinin dediği gibi; “Sağlıklı deve, uyuz devenin çöktüğü yere ç ökerse kendisi de uyuz olur.”
Muhammed (sav)´in gençlik çağında en çok laubaliliğe saplamasından korkuluyordu. Çünkü ergenlik çağındaki gençlerin laubaliliğe büyük bir özentileri vardır. Muhammed (sav) ise, o zamanlar ergenlik çağmdaydı. Fakat Cenab-ı Allah´ın, O´nu terbiye etmesi sayesinde laubalilikten uzak kalmıştı. Bizzat kendisi, nefsinin eğlence düşkünlüğü ve laubaliliğin kuşatması altında kaldığını anlatmıştır. Fakat cenab-ı Allah onu bu beladan korumuştur. Buhari´nin rivayet ettiğine göre o emin ve doğru sözlü Allah dostu şöyle buyurmuştur:
“Sadece iki defa cahiliyet işlerine yöneldim.”
Ibn İshak´ın anlattığına göre bu iki defadan birinde peygamber efendimiz, henüz genç bir çocuk olup çobanlık yapmaktayken arkadaşına: “Benim koyunlarımı biraz otlatıver de Mekke´ye gidip geleyim.” O esnada Mekke´de bir düğün töreni vardı. Çalgılar çalıyor ve eğlenceler yapılıyordu. Düğün alayının olduğu yere yaklaştığında uykuya mağlup olmuş, uyumaya başlamıştı. Nihayet gün doğuşunda güneşin sıcaklığı O´nu uyandırmıştı. Böylece Cenab-ı Allah O´nu, o cahiliyet eğlencelerine katılmaktan korumuştu.
ikinci defasında da yine böyle bir eğlenceye gitmek için arkadaşına aynı şeyleri söylemiş ve ilk defasında olduğu gibi yine uykuya dalmış; böylece sefahata, eğlenceye katılmaktan kurtulmuştu. Görülüyor ki Cenab-ı Allah´ onu, heva ve hevesatın peşine düşmekten korumuştur. İlk defasında kendi nefsi gayretiyle değil de sefahatin yolu kapandığı için korunmuştur. Çünkü henüz ruhu çaba harcayacak ve kendini koruyabilecek bir yaşta değildi. Koruması, kendi iradesi dışındaki bir sebebe dayanmıştı ki, o da kendisini mağlup eden katıksız bir uyku idi. Bu uyku onun için bir nimet olmuştu. Her iki defasında da uyku sayesinde sefahata katılmaktan korunmuştu. Nihayet iradesi kuvvetlenmiş ve kendisini sefahata saplanmaktan koruyacak azmi ve iradesi güçlenmişti. Normal olarak düşünecek olursak bu konuda şöyle bir sonuca varırız: Eğer Cenab-ı Allah, O´nu uyku sayesinde sefahattean korumuş olmasaydı, belki de heva ve hevasatına tabi olurdu. Böylece şehvetlerin galebesi altında ezilecekti! İlk defasında Cenab-ı Allah O´na bir sabır vermişti. Bu sabrı, Cenab-ı Allah´ın kendisine risalet görevini vermesine kadar devam etmişti. –