Bu kervan, Peygamber efendimizin nübüvvetini bildiren büyük bir olayla karşılaştı. Bu olayda Peygamber efendimizin nübüvvetini müjdeleyen ve ilan eden unsurlar vardı. Şöyle ki: Busra kentinde, manastırda yaşamakta olan Buhayra adında bir rahip vardı. Bu rahip ve onunla birlikte bu manastırda yaşayan diğer rahipler de Tevrat ve İncil´i iyi biliyorlardı. Bu bilgileri, üstadlarından elde etmişlerdi. Buhayra´nın diğer rahiplerin de olduğu gibi, şöyle bir adeti vardı: Busra´ya gelen ticaret kervanlarını karşılamaz, onların durumlarını öğrenmez ve aralarında bulunan kimseleri de yanına konuk almazdı. Çünkü rahiplik icabı olarak rahipler uzlete çekilir ve kimseyle irtibat içinde bulunmazlardı. Rahipler, rahipliğin yasalarının dışına çıkmaz ve hükümlerini çiğnemezlerdi. Öyle anlaşılıyor ki, arap kabileleri de rahiplerin bu geleneklerini öğrenmişlerdi. Yani ne kendileri rahiplere uğrar, ne de rahipler onları karşılardı.
Fakat bu defasında alışılmışın dışında bir durumla karşılaşıldı. Rahip Buhayra, manastırın dışına çıkarak ticaret kafilesini karşılamıştı. Çünkü Buhayra, İsa peygamberi tarafından Ahmet adında bir peygamberin geleceğine ilişkin verilmiş olan müjdenin işaretlerini görmüştü. Bu nedenle kafiledeki işareti görmek için manastırın dışına çıkmıştı. Bu işaretleri kimin taşıdığım öğrenmek ve müjdenin tahakkuk ettiğini görmek istemişti. Nihayet kafile, manastıra yakın bir yere gelip konakladı. Buhayra, kafilenin üzerinde bir bulut gördü. Bu bulut onları gölgelendiriyordu. Onlar her nereye giderse bulut da orada duruyordu. Kafile bir ağacın altına gidip gölgelenmek istemişti. Ağacın dallarının eğilip, kafî-ledekilerden birini gölgelediğini gördü. O şahıs Resulullah (sav) idi. Buhayra bu işaretleri gördü. Fakat ağaç dallarının eğilip gölgelendirdikleri şahsı (çocuğu) iyi seçemedi. Yaklaşıp durumunu öğrenmek ve kim olduğunu anlamak istedi. İncil´de onunla ilgili olarak belirtilen diğer işaretleri teşhis etmek istedi.
Bu amaçla onları daha iyi tanımak istedi. Onlara ikramda bulunma yolunu denedi. Onlar için büyük bir şölen düzenledi. Bu ziyafete irili ufaklı bütün kervan mensuplarını davet etti.Gönder-diği mektupta onlara şöyle diyordu: “Ey Kureyş topluluğu, sizin için bir yemek hazırladım. Hepiniz; büyüğünüz, küçüğünüz, köleniz, hür olanınızın bu ziyafete katılmanızı arzuluyorum.”
Buhayra´nın onları yemeğe çağırmasında bir tuhaflık yoktu. Ancak manastırını terkedip dışarı çıkmasında ve kafileyi karşılamasında bir gariplik vardı. Bu sebeple kervanda bulunan Kureyş-liler´den biri şöyle demişti: “Allah´a yemin olsun ki ey Buhayra, sende bir iş var. Çünkü daha Önceleri senin yanından çok defalar gelip geçtiğimiz halde hiç bir gün bizi yemeğe davet ettiğin vaki değildir. Bugün sendeki değişikliğin sebebi nedir ”
Buhayra onun bu sorusuna şu karşılığı verdi: “Doğru söylüyorsun. Bu söylediklerin hep doğrudur, ancak siz misafirsiniz. Size ikramda bulunmak ve tümünüzün yiyeceği bir yemek hazırlamak istedim.”
Kervandaki herkes bu yemeğe katıldı. Abdullah´ın oğlu ve Allah´ın resulü Muhammed (sav), yaşı çok küçük olduğundan dolayı bu ziyafete katılmadı. Kervanın geride kalan develerini otlatıp beklemek üzere ağacın altında oturmaya devam etti. Buhayra, ziyafete gelenler arasında, kendi kitaplarında evsafı belirtilen Resulü göremeyince onlara şöyle dedi: “Size vereceğim yemeğe istisnasız herkesin katılmasını özellikle bildirmiştim.”
Kureyşliler dediler ki: “Ey Buhayra! Yemeğe gelmesi gereken herkes gelmiştir. Sadece yaşı çok küçük olduğundan dolayı birçocuk geride kaldı. O da hayvanlarımızı ve mallarımızı beklemektedir.” Buhayra: “Onu da çağırın, o da bu yemekte hazır bulunsun” dedi.
Yemeğe gelen Kureyşlilerden biri dedi ki: “Lat ve Uzza´ya an-dolsun ki, Abdullah bin Abdulmuttalib´in oğlu Muhammed´in bı yemekte aramızda bulunmaması bizim için bir ayıptır.” Neticede Muhammed (sav) efendimiz de d yemeğe katıldı. Buhayra O´na güzel ikramda bulundu. Onu yanına alıp oturttu. Vücudunu iyice incelemeye ve kendince bir şeyler aramaya başladı. Tevrat´ta O´nunla ilgili olarak anlatılan özellikleri kendisinde buldu. Yemek sona erip de misafirler dağıldıktan sonra, Muhammed (sav)´e şöyle dedi: “Ey çocuk Lat ve Uzza aşkına, sana soracağım şeylerin cevabını ver.” Kureyşliler´in Lat ve Uzza adına and içtiklerini gördüğü için Buhayra böyle bir ifade kullanmıştı. Resulullah (sav) efendimiz henüz risaletle görevlendirilmemiş bir çocuk olduğu halde şu cevabı vermişti: “Lat ve Uzza aşkına diyerek benden bir şey sorma Allah´a andolsun ki onlara kızdığım kadar hiçbir şeye kızmıyorum^”
Buhayra, Lat ve Uzza adına yemin vermekten vazgeçerek şöyle dedi: “Allah aşkına, sana soracağım şeylerin cevabını ver.” Bunun üzerine peygamber efendimiz: “Aklına gelenleri sorabilirsin.” diye cevap verdi. Buhayra O´na, ticaret kervanına katılışını, durumunu ve işlerini sordu. Resulullah (sav) efendimiz de, ona sorulanların cevabını veriyordu. İbn İshak´ın söylediklerine göre Peygamber efendimizin cevapları, Buhayra´nm Tevrat´tan öğrendiği özelliklere uyuyordu. Sonra Buhayra Peygamber efendimizin sırtına baktı, onun iki omuzu arasındaki peygamberlik mührünü, Tevrat´ta anlatıldığı şekilde gördü. İncelemesini bitirdikten sonra Buhayra, Peygamber efendimizin amcası Ebu Talib´e yönelerek: “Bu senin oğlun değildir” dedi. Ebu Talib oğlumdur deyince Buhayra: “Hayır o senin oğlun değildir. Bu çocuğun babasının hayatta olması mümkün değildir” diye cevap verdi. Ebu Talib; ” Bu benim kardeşimin oğludur”, deyince Buhayra: “Babasına ne oldu “, diye sordu. Ebu Talib de: “Anası buna hamile iken babası vefat etti”, dedi. Bunun üzerine Buhayra şöyle diyerek Ebu Talib´e uyarıda bulundu: “Kardeşinin oğlunu al ve memleketine götür. O´nuYahudilerden koru. Allah´a andolsun ki, benim bildiklerimi Yahudiler bilirlerse bu çocuğa kötülük dokundururlar. Çünkü senin bu kardeşinin oğlu, ileride büyük bir insan olacaktır. O´nu hemen memleketine götür !” Buhayra´nm bu tavsiyesi üzerine geri götürdü ve ticaretine son verdi.[1]
Peygamber efendimizin ticaret kervanına katılışının ve Rahip Buhayra ile karşılaşmasıyla ilgili bazı rivayetleri buraya aktardık. Buhayra´nın anlattıklarında ve bu kıssanın aslında bir gariplik yoktur. Zira peygamber efendimizin risaletle görevlendirileceğine dair müjdeler ehli kitap kaynaklarında yeralmıştır. Buna kitabımızın baş tarafında da işarette bulunmuştuk. Bu kıssada doğrulanması imkansız, ya da zor hususlar yoktur. Aksine bu, peygamber efendimizin doğuşundan peygamber olarak görevlendiri-lişine kadar geçen zaman zarfındaki hal ve tavırları ile uyum sağlamaktadır. O´nu gölgelendiren bir bulutun, tepesi üzerinde dolaşmasında da bir gariplik yoktur. Ancak tabiatları gereği sadece maddi şeylere inanan, madde ötesi şeyleri inkar eden kimseler bunu garip sayarlar. Ancak unsurlar haberin kendisinde bulunmaktadır. Peygamberlik mührü onun vücudunda zahiren görünmekteydi. Bu mührü görenler görmüş, vasfedenler vasfetmişler-dir. Bu inkarcılar sadece maddi şeylere inanıyorlarsa işte zahiren görünen nesnel bir mühür vardı karşılarında. Bu mühür, O´nun mübarek vücudunda ayan beyan bir şekilde görünmüştü. Başkalarının vücudunda böyle bir şey görülmüş değildi. Şu halde bu in-karıcılar ne diye bu hususta kuşkuya düşüyorlar ! O´nun doğruluğunu ispatlayan bir başka şahit de, Tevrat ve İncil´de kendisiyle ilgili olarak anlatılan özelliklerdir. Bu özellikler, Tevrat ile İncil´in tahrife uğramasından sonra dahi varlıklarım korumuşlardır. Her ne kadar ehli kitap, kendilerine kitaptan verilen payların büyük bir bölümünü unutmuş iseler ve kalanını değiştirmişlerse de peygamber efendimizin risaletle görevlendirileceğine dair müjdeler, varlıklarım ilan edercesine parlamaktaydılar. Büyüklük taslayan inkarcıların burunları yere sürülsün. Bu konuda şüphecilerin şüphelenmelerine de gerek yoktur.
Buhayra, peygamber efendimizin şerefli koruyucusu Ebu Ta-lib´i, Yahudilerin – diğer bazı rivayetlere göre ise Romalıların- kötülük yapacaklarını söyleyerek korkutmuştu. Çünkü bu kötülükleri, peygamber efendimizi eziyete maruz bırakabilirdi. Buhayra´nın, hem Romalıların hem de Yahudilerin kötülük yapacaklarını söylemiş olduğu da muhtemeldir. Çünkü Romalılar arasında bulunan Hıristiyanlar Meliki mezhebine mensup kimseler, Araplara düşmanlık göstermede pek ileri gitmekteydiler. Bunlar, Me-liklik mezhebi dışındaki bütün dinlere ve mezheplere düşman idiler. Hatta bunlarla Mısır´daki Yakubi Hıristiyanları arasında da şiddetli bir düşmanlık vardı. Yahudilerle Hıristiyanlar arasındaki düşmanlık kadar, Melikilerle Yakubiler arasında da düşmanlık vardı, hatta Melikilerle Yakubilerin birbirlerine olan düşmanlıkları, Hıristiyanlarla Yahudilerin birbirlerine olan düşmanlıklarından daha şiddetlidir. İki kesim arasındaki inanç, birbirine yaklaştığında düşmanlıkta birleşiyordu. Çünkü her taraf, diğerini yok etmeye çok istekliydi.
Yahudilere gelince, onlar Arap beldelerinde yaşıyorlardı. Medine´de, vakti yaklaşmış olan peygamber ile kafirlere karşı medet umuyorlardı. Fakat bu peygamberin İsmail oğullarından gelmesini istemiyorlardı. Çünkü kıskançlıkları, İshak Peygamberin soyundan başka bir kavimden peygamber gelmesini kabullenmemelerine neden oluyordu.
Peygamber efendimizin sırtında bulunan Peygamberlik mü-hürü, onun iki omuzu arasında düzgün bir şekilde görülen et çıkıntısı şeklinde idi. Kimileri bu mührün elma biçiminde olduğunu söylerken, kimileri de ceylan boynu biçiminde olduğunu söylemişlerdir. Mührün şeklinin bir çok şeylere benzetilmesi, onun varlığı konusundaki anlaşmazlıktan değil de, o mührü görenlerin ifadelerinin değişikliğinden kaynaklanmaktadır. Kimileri bu mührün hacmi bakımından benzetme yaparken, kimileri de özelliklerini anlatmışlardır. Aktardığımız bilgi, bu konudaki rivayetlerin en kısasıydı. Tirmizi, bu konuda daha uzun bir rivayet aktarmıştır. Tirmizi´ nin bu rivayetinde anlatıldığına göre rahip Buhayra Peygamber (sav) efendimizin elini tutarken şöyle demiştir:
“Bu alemlerin efendisidir. Bu alemlerin rabbinin elçisidir. Allah bunu alemlere rahmet olarak göndermiştir .”
Buhayra´nın böyle demesi üzerine Kureyş´in yaşlılarından biri: “Bunu nereden biliyorsun ” diye sormuş, Buhayra şöyle cevap vermişti: ” Siz kafile halinde buraya gelirken bütün ağaçlarla taşlar eğilip secdeye kapandılar. Ağaçlarla taşlar, sadece peygamberler önünde secdeye kapanırlar. Ayrıca ben, omuzunun aşağısında bulunan peygamberlik mührü ile onu tanıyorum .” Böyle dedikten sonra Buhayra, manastırına dönüp kafile için yemek hazırlamıştı. [2]
Muhammed (sav); Şam´ı ve özelliklerini, ticareti ve pazarlardaki alış verişleri öğrenmek istediği bu ticari gezisinden geri döndü. Bu seyahati esnasında onun peygamber olacağına dair müjdeler zuhur etmiştir. Kureyşli yaşlılar da onun mertebesini anlamışlardı. Zaten onu,babası gibi seviyorlardı. Rahip Buhayra, ziyafetin başlangıcında onun Kureyşiler arasında bulunmadığını görünce onları uyarmış ve onu da aralarında bulundurarak kendilerine gelmişler, aralarındaki yaşlılardan biri; “Doğrusu Mu-hammed´in aramızda bulunmaması bizim için yüz karasıdıû” demişti. Buhayra Muhammed´i çağırarak yanına almış, onu ih-lasla ve aşırı bir şekilde sevdiğini, ayrıca ziyafetin başlangıcında sofrada bulunmayışından dolayı da pişman olduğunu hissettirmişti.
Amcası Ebu Talib. Rahip Buhayra´nm öğütlerini tutarak çabucak Muhammed´i Mekke´ye geri götürmüştü.
Muhammed (sav)´ın arzuladığı ve amcası Ebu Talib´in de; şefkatinden, merhametinden ve letafetinden dolayı bu arzusuna icabet ederek götürdüğü bu ticari seyahati, amcası çocukça bir arzu sanmıştı. Bu sebeple nazına dayanamadığı çok sevdiği yeğeninin bu arzusuna muvafakat göstermişti. Fakat Muhammed´în bu arzusunun ciddi bir dayanağı olmadığım sanmıştı. Ama çocuk denecek yaşta olan Muhammed, bu ticari seyahatin kendisi için ciddi sonuçlar doğuracağını hesaplıyordu. Kendine güvenini arttıracak bir işe, ticarete hazırlanmak istiyor ve geliri sınırlı olan amcasına yük olmak istemiyordu. Elinin emeğiyle kazanç sağlamak arzusundaydı.
Öksüzlüğü, Muhammed (sav)´in kişilik ezikliğine yol açmamıştı. Çünkü Cenab-ı Allah O´nu yüceltip onurlandırmış ve O´na ikramda bulunmuştu. Öksüzlüğünden dolayı kimse O´na kahret-memişti. O şerefli ve sevimli bir öksüzdü. Muhammed (sav), öksüzlüğü nedeniyle kazanç sağlama hususunda ciddi gayretler peşinde olup, rabbinden başka kimseye dayanmamaktaydı. Öksüzlüğün güzel yönlerini elde etmiş, öksüzlük nedeniyle kötü durumlara düşmemişti. Artık o kendine güven duymaya başlamış, çocuk iken dahi çobanlık yaparak geçimini sağlama yoluna girmişti. Çocukluk dönemini bırakıp ergenlik çağına eriştiğinde Mekke soylularının mesleği olan ticarete yönelmişti. Fakat tarih, onun ticarete hangi yaşlarda başladığını kaydetmemektedir. Bazı işaretlerden anlaşıldığına göre o erken yaşlarda ticarete başlamıştır. Çünkü:
1- Ticaret kervanıyla birlikte yola çıkmaya şiddetli bir arzu duymuştu. Bunu sadece gezip dolaşmak amacıyla istediğini düşünemeyiz. Çünkü o ciddi bir çocuktu. Eğlence düşkünü bir kimse değildi.
2- O´nun, başkalarının servetine bel bağlayan bir kimse olduğunu düşünmek mümkün değildir. Çünkü onun koruyucusu ve bakıcısı Ebu Talib, yoksul bir kimseydi.
——————————————————————————–
[1] İbn Kesir, el-Bidaye Ve´n-Nihaye.
[2] Ravzuî Enf, c. 1, s. 219. –