Hz. Ali henüz on yaşındaydı. İlk mümeyyizlik yaşını geride bırakmış ve dini manaları idrak edecek bir düzeye gelmişti. İslam alimleri de bu yaştaki çocuğun dini manaları idrak edecek seviyeye geleceği hususunda görüş birliği etmişlerdir. Mümeyyiz çocuğun İslamiyeti kabul edişinin sahih olacağı hususunda birleşmişlerdir. Oysa mümeyyiz çocuğun mürtedliğinin geçerliliği hususunda böyle bir görüş birliği yoktur.
Peygamber efendimiz risaletle görevlendirildiği esnada, Hz. Ali mümeyyizlik çağındaydı. Akranlarını geride bırakacak kadar yüksek bir zekaya sahipti. Ayrıca o, vahyin iniş mahalli olan Peygamber efendimizin yanındaydı. Peygamber´in evinde yaşıyordu. İdrakiyle elde edemeyeceği ve anlayamayacağı şeyleri taklit ve salih kudret ile elde edebilirdi. Peygamberlik nurunun kıvılcımları onu doğru yola iletiyordu. Nübüvvetin aydınlığı, kendisine çevresindeki şeyleri açıklıyor ve net bir şekilde gösteriyordu. Denildiğine göre Hz. Ali, Peygamber efendimizi, kendisi için gerçek bir örnek edinerek onun nurundan faydalanmış, onun hareketlerini ve sözlerinin aynını uygulamış, onun gittiği yoldan gitmişti.
İbn İshak der ki: “Bazı ilim erbabının anlattıklarına göre Resulullah (sav), namaz vakti geldiğinde Mekke dışına çıkardı. Hz. ali de babası Ehu Talib´den ve diğer amcalarından gizlenerek onunla birlikte dışarı giderdi. Namazlarını beraberce kılar, akşam olunca ikisi birlikte geri dönerlerdi. Bu hallerini, Allah´ın dilediği bir zamana kadar sürdürdüler.”
Fakat Ebu Talib´in gözleri, oğlu Ali ile, kardeşinin oğlu ve sevgilisi Muhammed (sâv)´in çevresinde dönüyordu. Bu sebeple Hz. Ali ile Peygamber efendimiz namaz kılarlarken, onları gördü. Peygamber efendimize yönelerek: uEy kardeşimin oğlu! Uymakta olduğun bu din nedir ” diye sorunca Peygamber efendimiz şu cevabı verdi: “Amcacığım! Bu, Allah´ın, meleklerinin, peygamberlerinin ve babamız İbrahim´in dinidir. Bununla Allah, beni kullara peygamber olarak gönderdi. Amcacığım! Kendisine nasihat edeceğim ve hidayete davet edeceğim en uygun kişi sensin. Bu davet hususunda bana icabet edecek ve bu hususta bana yardım edecek en uygun kişi yine sensin.” Peygamber efendimiz onu iki şeye davet etmişti:
1- İslam´a iman etmek
2- Peygamber (sav)´e davet hususunda yardım etmek
Ebu Talib bu iki şeyden sadece ikincisi için Peygamber efendimizin isteğine uymuştu. Birincisi için uygun cevap vermemiş ve şöyle demişti:
“Ey kardeşimin oğlu! Ben atalarımın dinini ve geleneklerini bırakamam. Ama Allah´a andolsun ki, hoşlanmadığın herhangi bir durumla karşılaşmayacaksın ve bu kavim sana asla kötülük yapamayacaktır!”
Peygamber efendimizle Ebu Talib arasında işte böyle bir konuşma geçmişti. O yüksek bir iftihardan, ata ve dedelerinin-aslında güzel olmayan-yolundan vazgeçemeyeceğini ifade ediyordu. Aklı mükemmel, nefesi kuvvetli bir insan olan Ebu Ta-lib´den böyle bir söz beklenmiyordu. Fakat bu da Cenab-ı Allah´ın dilediği bir hikmetten dolayı böyle olmuştu. İnsanlar, güçlü kuvvetli adamların dahi müşrik olabileceklerini, şahsiyet bakımından büyük olsalar bile, itikad bakımından büyük olamayacaklarını görsünler diye, Ebu Talib´i böyle konuşturmuştu. Peygamber efendimizle birlikte namaz kılmakta olan Hz. Ali´ye, babası nasıl muamele etmişti Namazdan sonra Ebu Talib, Hz. Ali´ye yönelerek şöyle dedi: ´Yavrucuğum şu yapmakta olduğun şey nedir ve sen ne haldesin ”
Ha; Ali şöyle cevap verdi: “Babacığım, ben Allah´a ve Resu-lü´ne inandım. Muhammed (sav)´in getirdiği dini tasdik ettim. Onunla birlikte Allah için namaz kıldım ve ona tabi oldum.”
Büyük şahsiyet sahibi Ebu Talilb´in oğluna ve kardeşinin oğlu Muhammed (sav)e baskı yapmadan, taassuba sapmadan, zorluk çıkarmadan nasıl muamele ettiğini gördük. Oğluna verdiği cevap şöyle olmuştu: “Muhammed seni hayırdan başka tirşeye davet etmemiştir. Sen ona tabi olmaya devam et.”
Bir diğer rivayetinde îbn îshak yukarıdaki rivayete ek olarak şöyle demiştir:
Bu olaydan bir iki gün sonra, Hz Ali eve geldiğinde Peygamber efendimizle Hatice´nin namaz kılmakta olduklarını gördü. Ve Ta Muhammed bu nedir !” diye sordu. Peygamber efendimiz de ona şu cevabı verdi:
“Allah´ın kendisi için seçtiği ve onunla Peygamberlerini gönderdiği dinidir. Seni tek ve ortaksız olan Allah´a iman etmeye, O´na ibadette bulunmaya davet ediyorum. Lat ve Uzza´yı inkar etmeye çağırıyorum.”
Hz. Ali şöyle dedi: “Bu, bugüne kadar duymadığım birşey-dir. Ebu Talib´le konuşmadan birşey yapacak değilim.”
Peygamber efendimiz, henüz açığa vurmadığı sırrının duyulacağından korktı ve: uEy Ali, eğer müslüman olmazsan, bu sırrımızı sakla.” dedi. O gece öylece beklediler. Sonra Cenab-ı Allah, Hz. Ali´nin kalbini İslam´a ısındırdı. Sabahleyin koşarak Resulullah (sav)in yanına geldi ve: “Ya Muhammed! Bana neyi önermiştin ” diye sorunca, Peygamber efendimiz şöyle buyurdu: “Allah´ın bir ve ortaksız olduğuna şehadet getireceksin. Lat ve Uzza´yı inkar edeceksin. Allah´a ortak koşmaktan uzak duracaksın.” Hz Ali, onun söylediklerini doğruladı ve müslüman oldu. Rivayete göre o, imanını babasından gizlemişti. Fakat babası Ebu Talib, oğlunun iman etmiş olduğunu öğrenince ona: “Amcan oğlu Muhammed´e desttek ol ve ona yardım et” diye tavsiyede bulunmuştu.
Bu, îbn îshak´m başka bir rivayette anlattığı fazlalıktır. Ancak bu fazlalık, birinci rivayetle çelişmemekte, yalnız ona bazı ilaveler yapmaktadır. Bu rivayetten anlaşılan şudur: Ebu Talib oğlu Ali, kendi akranları ola n diğer çocuklar gibi karşılaştığı bir durumda babasının ve anasının görüşünü almadan birşey yapmamaktaydı. Ancak Censıb-ı Allah tarafından kalbine iman nuru bırakılınca, koşarak a mcası oğlu Muhammed´in yanına gitmiş ve gönül rahatlığıyla müslüman olmuştu. Zaten Mekke dışına çıkarlarken de namaz kılıp amcası oğluna tabi olmuştu. –