Hz. Ebu Bekir´in mi yoksa Hz. Ali´nin mi önce müslüman oluşu meselesine girmeyeceğiz. Çünkü bu, İslam´da tefrika yaratmak isteyen kimselerin ortaya attıkları ve bölücülük kokusu taşıyan bir meseledir. Şiiler, Hz. Ali´nin Hz. Ebu Bekir´den önce müslüman olduğunu iddia etmekte; buna karşın Emevi-lerle Nasıbiler (Hz. Ali´ye ve evladına düşmanlık eden kimseler) Hz. Ebu Bekir´in Hz. Ali´den önce müslüman olduğunu savunmaktadırlar Bizim bu konuya girmemiz gereksizdir. Bu guruplardan herbiri sahabilerden bir kısmının kendi görüşlerini te´yid ettiklerini ileri sürmektedirler.Bizim görüşümüze göre, her ikisi de İslam´a ilk giren erkeklerdendir. Ebu Bekir o zamanlar olgun bir erkek olup kırk yaşına yaklaşmıştı. Hz. Ali ise on yaşındaydı. Henüz buluğ çağına ermemişti, ama meseleleri anlayan mümeyyiz bir çocuktu. Kötülükleri reddederek, kendisine söylenenleri düşünerek İslam´a girdi. Önce de anlattığımız gibi, İslam fıkkıhçıları, mümeyyiz çocuğun İslam´a girişini sahih saymaktadırlar. Her ne kadar bu yaştaki bir çocuğun ir-tidadının azaba neden olup olmayacağı hususunda ihtilaf etmişlerse de, müslümanlığa girişinin sahih olacağını söylemişlerdir.
Hz. Ebu Bekir Peygamber efendimizin risaletle görevlendirildiğini duyar duymaz, İslam´a koştu. Adı atik, ya da Abdül-Kabe idi. Peygamber efendimiz ona Abdullah adını verdi. Anlatıldığına göre, annesinin hiçbir erkek çocuğu hayatta kalmaz-mış. Allah, Ebu Bekir´i nasib ettikten ve Ebu Bekir yaşadıktan sonra, annesi ona atik adını vermiş. Çünkü o ölümden azad olmuştu. Atik kelimesi, azatlı kimse anlamına gelir. Adının Ab-dul-Kabe olduğunu söyleyenler de olmuştur. Çünkü anası ona Abdul-Kabe adını vereceğini daha önceden adamıştı. Sonra Peygamber efendimiz, Ebu Bekir´e Abdullah adını vermeyi uygun gördü.
Ebu Bekir, Kureyşliler arasında temayüz eden bir şahsiyetti. Neseb alimlerindendi. Arapların neseblerini bilirdi. Önceki nesillerin haberleri konusunda bilgisi vardı. Dürüstlük ve gü-venilirliğiyle tanınmış bir tüccardı. Her ne kadar Muhammed (sav)in güvenirliği derecesinde bir şöhrete sahip olmasa da, Ku-reyş toplumu içinde güvenilir ve dürüst bir kimse olarak tanınırdı. Belki de güvenirlik, dostu Muhammed´den kendisine geçmişti. Genel çizgilerde meşrepleri birbirine uyduğu, yaşları birbirine denk olduğu ve iki arkadaş oldukları için, Muhammed (sav)´in güvenirliği kendisine de geçmişti. Ebu Bekir putlardan uzak durma hususunda Peygamber efendimiz derecesinde kararlı olmasa bile, yine de Allah onu Peygamber efendimize yakın bir dost olarak yaratmıştı. Aralarındaki fark şuydu: Cenab-ı Allah, Peygamber efendimizi Resul ve Nebi olması için yaratıp gözetimi altında yaşatmıştı. Ebu Bekir´i ise Muhammed´e yakın takvalı bir dost olması için yaratmıştı.
Dostlukları ve arkadaşlıkları, birbirlerine ahlaki olgunluk içinde muamele etmelerini sağlamıştı. Peygamberlik alametleri görüldüğü ve bi´setin başlangıç günleri geldiği zaman Hatice, nerede olduğunu bilmediği zaman, Peygamber efendimizi Ebu Bekir´e sorardı. Huzursuz olduğu, tedirginlik duyduğu zaman onun yanına giderdi. Ravilerin anlattıklarına göre Hz. Ebu Bekir, Peygamber efendimizin, kendisinden îslam´a girmesini istemesinden önce müslüman olmuştur. Çünkü o dostu Muham-med´in peygamber olarak gönderileceğini daha önceden beklemekteydi. Varaka bin Nevfel´in, Muhammed (sav)´in peygamberliği hakkında söylediklerini duymuştu. Varaka´nm anlattıklarını Hatice´den öğrenmişti. Günlerden bir gün Hakim bin Hüzzam´ın yanında oturmaktaydı. Cariyesi yanına gelmiş ve şöyle demişti: “Halam Hatice, bugün, kocası Muhammed´e Musa´ya gelen peygamberlik gibi bir peygamberliğin geldiğini söylüyor.” işte tam bu sırada Ebu Bekir, beklediği şeyin gerçekleştiğini anlamıştı. Hemen koşup o nurdan aydınlanmak ve o nurun yuvasına sığınmak istemişti. Bu düşünceyle Peygamber efendimizin yanına gitti. Peygamber efendimiz kendisinden müslüman olmasını isteyince de hemen bunu kabul etti. Peygamber efendimizin bu isteği, cahil bir kimseden değil, arif bir kimseden yapılan istekti. Ebu Bekir bu isteğe hemen uydu ve teslim oldu, îslam´a girdi. Allah´a iman etti.[1]
“Siret” adlı eserinde Ibn Ishak der ki: îîana gelen haberlere göre Peygamber (sav) efendimiz şöyle buyurmuştur: ´´Her kimi îslam´a davet ettiysem mutlaka tereddüt etmiş ve düşünmüştü. Fakat Ebu Bekir´i davet ettiğim zaman, o hiç tereddüt göstermedi. ”
Ebu Bekir´in nefsi, davetten önce İslam´a hazır durumdaydı. Çünkü Peygamber efendimizdeki nübüvvet alametlerim görmüştü. Ayrıca Varaka bin Nevfel´in de Peygamber efendimizin nübüvveti hakkında söylediklerinden haberdar olmuştu. Kaldı ki o, Peygamber efendimizin sadjk ve vefakar dostuydu. Gördüğü bir rüya, ona imanı müjdelemişti. Bu rüyanın yorumu ile nefsi aydınlanmış ve kalbi safîaşıp hakka yönelmişti.
“Ravzul-Enf adlı eserde şu ifadelere rastlamaktayız: “Allah´ın Ebu Bekir´i îslam´a muvaffak kılmasının sebeplerinden biri de şuydu: O, rüyasında ay´ın Mekke-i Mükerreme üzerine indiğini görmüştü. Sonra bu ay, parçalara ayrılarak Mekke´nin bütün evlerine girmişti. Nihayet ay, evlerden çıkıp toplanarak Ebu Bekir´in kucağına inmişti… Ebu Bekir bu rüyasını ehli kitaptan bazı bilginlere anlatınca, bilginler ona şu yorumda bulunmuşlardı: Beklenen peygamberin zamanı yaklaşmıştır. Sen ona tabi olacak ve insanlar içinde ondan en çok mutlu olan şahıs sen olacaksın.”
İşte bu rüya sebebiyledir ki, Peygamber efendimiz kendisini imana davet ettiğinde, hemen icabet etmiş ve müslüman olmuştu.”
Ebu Bekir islam´a girince, Peygamber efendimiz onu kendine sırdaş yaptı. Onunla arkadaşlığını ve dostluğunu dahada ilerletti. Zaten önceden ruhi ve ahlaki yakınlıkları bulunuyordu. Bundan sonraki arkadaşlıkları ve yakınlıkları sırf Allah´a iman etmek temeli üzerine kuruldu. Hayatın zorlukları karşısında birbirlerine destek oldular. Abdullah oğlu Muhammed (sav), Ebu Bekir´in mertebesini daha da yüceltti.însanlar Ebu Bekir´in mertebesini biliyorlardı. Büyük bir sosyal mevkii vardı. Ayrıca manevi güce de sahipti. Hem Allah ve hem de insanlar katında yüksek yere sahip bir insandı.
——————————————————————————–
[1] Şerhu Mevahıbu´l-Ledunnıye, C.l, S 240 –