Kureyşliler Peygamber Efendimize, onu himaye eden, savunan, kötülüklere karşı koruyan Haşim oğullarına, özellikle hiçbir tehdide aldırış etmeyen Ebu Talib´e karşı kesin karara vardılar. Ebu Talib, onların tehditlerine karşı yüce bir dağ gibi duruyor, gevşeklik ve fütur göstermiyor, kararlılığını elden bırakmıyordu. Kureyşliler, işin bu noktaya vardığını görünce, artık zulüm yapmaya ve kaba kuvvet kullanmaya karar verdiler. Kararları, Peygamber efendimizi öldürmekti. Ebu Talib´i ve beraberindeki Haşim oğullarını hiçe sayıyorlardı.
Ebu Talib, onların gizlice aldıkları suikast kararından haberdar olmuştu. Peygamber efendimizi korumak hususunda Abdü Menaf oğullarım toplantıya çağırmıştı. Onun bu çağrısına Abdü Menafoğulları arasından, sadece Muttalib oğulları icabet etmişlerdi. Bunlar, hem cahiliyet ve hem de İslamiyet döneminde Haşimoğulları´yla birlik içinde olmuşlardı. Haşimoğulla-rı da Ebu Talib´le beraber olmuşlardı. Ancak Ebu Leheb, Ebu Talible birlikte hareket etmemiş, Kureyşliler´in yanında yer almıştı. Onların zulümlerine ve yeğeni Hz. Muhammed´e yapılan suikast kararına katılmıştı. Şimdi de Zühri´nin bu konuda söylediklerine kulak verelim: “Müşrikler, müslümanlara karşı tavırlarını şiddetlendirmişlerdi. Müslümanların durumu zorlaşmış, eziyet ve belalara maruz kalmışlardı. Kureyşliler, Resulul-lah (sav)´i alenen Öldürmek için suikast planı kurmuşlardı. Ebu Talib onların bu planını öğrenince Muttaliboğulları´yla Haşimi-ler´i toplantıya çağırdı. Resulullah (sav)´i kendi mahallerine alıp himaye etmelerini ve suikastçılara karşı korumalarını istedi. Ebu Talib´in bu çağrısına Haşimiler içindeki müslümanlar da, kafirler de uydular. Bazıları iman ve yakinlerinden, bazıları da hamiyetlerinden dolayı bu çağrıya icabet etmişlerdi. Kureyşliler, akrabalarının Resulullah´ı topluca himaye ettiklerini duyunca müşrikleri toplantıya çağırıp şu karara vardılar: Haşi-moğulları´yla bir arada oturmayacaklar, onlarla alış veriş etmeyecekler, onların evlerine girmeyeceklerdir. Resulullah(sav)i kendilerine teslim etmedikleri sürece bu boykotlarını devam ettireceklerdi. Bu kararlarını ve suikast niyetlerini yazıya geçirdiler ve bir belge haline getirdiler. Artık Haşimoğulları´yla asla barışmayacaklar ve Hz. Muhammed´i, öldürmeleri için kendilerine teslim etmedikleri sürece onlara acımayacaklardı!”
Haşimoğulları, kendi mahalleri içinde üç yıl bekledikleri halde boykot hala devam ediyordu. Çeşitli eziyetlere ve zahmetlere maruz kalmışlardı. Pazarlar, kendilerine kapatılmıştı. Mekke´ye gelen yiyecek maddeleri kendilerine satılmıyor ve verilmiyordu. Dışardan gelen erzakları kendilerinden önce müşrikler gidip satın alıyorlardı.
Gece olup da, yatma zamanı geldiğinde, herhangi bir suikast karşısında kalmaması için Ebu Talib, Peygamber efendimize gelip kendisinin yatağında yatmasını söylerdi. Bazan da kendi oğullarına veya kardeşlerine veya amcası oğullarına, gelip Mu-hammed´in yatağında yatmalarını emrederlerdi. Bu büyük ve alicenab amca, Muhammed (sav)´e uykuda iken suikast yapılmasına karşı tedbir alıyordu. Bu yaşlı adam, kendini suikastçılara hedef kılıyordu. Zaman zaman Peygamber efendimizin yatağının yerini değiştiriyordu. Böylece asabiyet için değil, şefkat, muhabbet ve merhametinden Ötürü Peygamber efendimizi koruyordu. Cenab-ı Allah, bu büyük amcanın kalbine Hz. Mu-hammed´e karşı büyük bir şefkat, sevgi ve merhamet bırakmıştı.
Mü´minler gerçekten de büyük bir imtihan karşısmdaydılar. Haşimoğullarıyla Muttaliboğulları da aynı durumdaydılar. Kücücük çocukları açlıktan kıvranıyorlardı. îbn îshak´ın da dediği gibi, bu boykot çok yönlü olmuştu. Evlenmeyi dahi kapsamına almıştı. Müşrikler, Haşimilerden ve Muttaliboğullarından kız almadıkları gibi, onlara kız da vermiyorlardı.
Haşimoğullarıyla Muttaliboğulları, başlarında Ebu Talib ve Peygamber efendimiz olmak üzere bu boykot içinde üç yıl beklediler. Çocuklarının açlıktan kırıldıklarını görüyorlardı. Ama büyükleri asla aldırış etmiyor ve paniğe kapılmıyorlardı. Müşrikler bu boykotu onlara, Muhammed´i kendilerine teslim etmeleri için uygulamışlardı.
Cenab-ı Allah, Haşimoğulları´yla Muttaliboğulları içindeki müminlere ve kafirlerin kalblerine sabır vermişti. Bu süre içinde Cenab-ı Allah, insanlara iki ayet göndermişti:
1- Bir kurtçuk gelmiş müşriklerin boykot belgesinin her tarafını yemiş, sadece Allah´ın adıyla sıfatlarının bulunduğu kısmı bırakmıştı. Bununla o kurtçuk, adeta Allah adının zulüm belgesinde bulunmasına razı olmadığını göstermişti. Kurtçuğun boykot belgesini yediğini, sadece Allah adı ile sıfatlarının bulunduğu kısmı bıraktığım, Cenab-ı Allah Peygamber efendimize, doğru sözlü ve güvenilir elçisine haber vermişti. O´nun şanı büyük kudreti yücedir.
2- Bazan taşlardan da suların fışkırdığı gibi, zulüm ve düşmanlık belgesini imzalayan bir takım Kureyşli müşriklerin kalpleri de merhamete gelmişti. Haşimoğulları´nm karşı karşıya kaldıkları boykotun üçüncü yılında, Kureyş batınlarından olan Abdü Menafoğulları´ndan, Kusayoğulları´ndan ve diğer bazı Kureyşlilerden ileri gelen şahıslar, ileriye atılıp bu boykot kararının kötü bir karar olduğunu söylediler. Bu belgeyle akrabalık bağlarının hiçe sayıldığını, gerçeğin gözardı edildiğini ifade ettiler. Kabe tavanında asılı olan bu belgeyi iptal etmeyi ve bunun getirdiği haksızlıkları ortadan kaldırmayı istediler. Ku-reyş´in önde gelen şahsiyetleri bu düşüncede iken Ebu Talib, onlara bir kurtçuğun boykot belgesini yediğini ve belgede sadece Allah adının yazılı olduğu kısmı bıraktığını söyledi. Beraberinde Abdülmuttaliboğulları´ndan birkaç kişi de Kureyşliler´in yanlarına gitmişlerdi. Kureyş´in büyük kalabalığı içinde E3u Talib onlara şöyle dedi: “Size bildirmemiz gereken bir gelişme oldu. Üzerine imza koyduğunuz şu belgeyi getirin de görelim. Belki aramızda bir barış meydana gelir.” Kureyşliler onun bu sözlerinden dolayı umuda kapıldılar. Haşimoğulları´nın Muhammedi kendilerine teslim edeceklerini sandılar. Bu umutla hemen boykot belgesini getirdiler ve Ebu Talib ve adamlarının önüne koydular. Sözcüleri onlara şöyle dedi:
“Ey Haşimiler! Artık Önerilerimizi kabul etmenizin ve toplu-lumumuzu birleştirmenizin zamanı gelmiştir. Bizim aramızı sadece bir kişi bozmuştur. Milletimizi tehlikeye sokacak o adamı himayenize alarak, kavminiz için tehlike yarattınız!”
Bu sözcünün söylediklerine Ebu Talib şu karşılığı verdi:
“Size içinde doğruluktan başka bir şeyin bulunmadığı bir haber vermeye geldim. Asla yalan söylemeyen yeğenim Muham-med, bu belgenizin kurtçuklar tarafından yendiğini, ancak Allah adının yazıldığı kısmın yenmeden kaldığını söylüyor. Allah sizi, bize karşı reva gördüğünüz haksızlık ve zulümlerle başba-şa bırakmıştır. Eğer yeğenimin bana söyledikleri doğru ise artık gafletten uyanın ve şunu iyi bilin ki, onu size asla teslim etmeyeceğiz. Son ferdimize kadar hepimiz ölmedikçe onu teslim alamazsınız. Eğer yeğenimin söyledikleri yalansa, onu size teslim ederiz. Siz de dilerseniz öldürür, dilerseniz bırakırsınız.” Ebu Talib´in bu sözlerine Kureyşli müşrikler: “Söylediklerini kabul ediyoruz” dediler. Kabe´de asılı duran belgenin sağlamlığına güvendikleri için, sonucun kendi lehlerine olacağını ve Muhammed´in de kendilerine teslim edileceğini sanmışlardı.
Boykot belgesini yerinden çıkarıp getirdiler. Onun, Peygamber efendimizin ve doğru sözlü elçinin haber verdiği gibi, kurtçuk tarafından yenilmiş olduğunu gördüler. Hakka davet edilmişler, ancak hak belgelerle birlikte kendilerine geldiği zaman, iman etmemişlerdi. Küfür ve inatlarında ısrar ederek, kafirce sözler sarfettiler ve: “Bu da sizin adamınızın bir büyüsüdür” dediler. Yine küfürlerine döndüler ve öncekinden daha kötü tutumlar sergilediler. Resulullah (sav)´e karşı daha şiddetli düşman oldular. Gördükleri ayet ve mucize, onların küfürlerini daha da arttırmıştı.
Abdülmuttaliboğulları´ndan olup Ebu Talib´le birlikte Ku-reyş meclisine gelen gurubun sözcüsü onlara şöyle dedi: “Bizden başkaları sihir ve yalana daha layıktırlar. Ne dersiniz Üzerinde karara vardığınız boykot belgesi, küfür ve sihre daha yakındır. Eğer sizler sihir üzerinde ittifak etmiş ve karara varmış olmasaydınız belgeniz bozulmayacaktı.Çünkü “Sizin elinizin altında bulunuyordu. Buna rağmen içinde Allah adının yazılı olan kısmından başka her tarafı, kurtçuk tarafından yenildi. Şimdi, bizim mi, yoksa sizin mi sihirbaz olduğunu söyleyin!”
Ebu Talib ile birlikte Kureyş meclisine gelmiş olan akrabalarının sözleri, her ne kadar müşriklerin kalplerine şifa olmamışsa da, onların batıl üzerinde karar birliği etmiş olan saflarını yardı. Kusayyoğulları´ndan, Abdü Menafoğulları´ndan ve diğer boylardan bazı kimseler çıkıp boykotu kınadılar. Bu kararı benimsemediklerini ve karşı olduklarını ifade ettiler. Hiç tered-düte düşmeden, fikirlerinden geri dönmeden kesin bir ifade ile bu boykot belgesiyle alakaları olmadığını bildirdiler. Nefis bakımından murdar, akıl ve fikir bakımından sapık olan Ebu Cehil, bu işin geceleyin yapılmış olduğunu ifade etti.[1]
Bu olaydan çıkarılacak sonuç şudur: Kureyşliler, küfür ve inatlarında Muhammed (sav)i öldürecek kadar ileri gitmişlerdi. Onu öldürdükten sonra karşılaşacakları sonuca aldırış etmiyorlardı. Haşimoğullarınm intikam alacağı ihtimalini düşünmüyorlardı. Muhtelif kabilelerden katiller toplayıp Muhammed (sav)´i bunlara Öldürtmeyi düşünmüşlerdi. Böyle yaptıkları takdirde Haşimoğulları´nm bütün kabilelere karşı kan davasına kalkışamayacağını düşünmüşlerdi. Böylece Haşimoğulları suikasta boyun eğecek ve Kureyşli müşrikler de bu beladan (!) kurtulacaklardı. Çünkü daveti kökünden kazıyacak ve Muhammed (sav)i Öldüreceklerdi. Ama davetin sahibi Muhammed (sav), bu alçakça plana karşı sadece Rabbi´nin yardımına güveniyordu. Onun alicenab ve büyük şahsiyet sahibi olan amcası, bütün yükü omuzuna alıp eziyetlere karşı göğüs geriyordu. Her türlü yola başvurarak Muhammed (sav)´i korumaya çalışıyordu. Suikasttan korumak için onu kendi yatağında yatırıyor ve kendini ona feda etmeye hazırlanıyordu. Bütün bunlara rağmen Ebu Talib, yeni dine girmiyor ve eski inançlarında ısrar ediyordu. Bu kıssada görüldüğü gibi, Kureyşliler içinde, kar (leşlerinin başına gelen imtihan ve fitneden elem duyanlar da bulunuyordu. Hatta bazıları, Muhammed (sav)i tasdik etmeye meyletmişlerdi. Hatta bu nedenle bir çokları islam´a girmişlerdir. Nitekim, ilk başta gönüllü olarak boykota katılan kimseler, artık boykotun doğurduğu sonuçlara tahammül edemez hale gelmişlerdi. Boykotun başlangıçta bir tehdit niteliği taşıdığını sanıyorlardı, ama boykot kararlarının uygulandığını görünce, bunu hazmedememişlerdi. Bu sebeple bazı müşrikler, mü´min-lere gizlice yemek gönderiyorlar, bunu gören ve mü´minlerle akrabalık bağı olan diğer bazıları da olaya göz yumuyordu.
Rivayete göre Hz. Hatice´nin kardeşinin oğlu Hakim bin Hü-zam bin Huveylid, kölesiyle birlikte bir miktar buğday yüklenerek halası Hz. Hatice´ye götürmüştü. Bunu gören Ebu Cehil, onun yakasına sarılmış ve şöyle demişti: “Haşimoğulları´na mı gidiyorsun Allah´a andolsun ki, ne sen, ne de erzakın oraya gitmeyeceksiniz! Yoksa seni Mekke´de rezil rüsvay ederim!”
Bu sırada orada bulunan Ebu´l-Buhturi bin Hişam bin Haris bin Esed, Ebu Cehil´i kınayarak şöyle dedi: “Sana ne oluyor Adama ne karışıyorsun Haşimoğulları´na yemek götürüyorsa, sana ne!” Peygamber´in yanında bulunan halasına erzak götüren bir adama ne karışırsın ! Adamı bırak da yoluna gitsin.” Fakat Ebu Cehil bir türlü adamın yolundan çekilmiyor ve onu engelliyordu. Nihayet her ikisi de karşılıklı olarak birbirlerine lanet etmeye başladılar. Fakat Ebu Cehil, sadece kaba kuvvetten anlardı. Ebu´l-Buhturi yerde duran bir devenin çene kemiğini alıp Ebu Cehil´in kafasına vurdu ve kafasını yardı. Sonra da yere yatırıp dövdü.
Olay Abdülmuttalib oğlu Hz. Hamza´mn gözleri Önünde olmuştu. Fakat müşrikler bu aurumun müslümanlar tarafından görülmesini ve Haşimoğulları´nın kendilerine karşı sevinç duymalarım istemiyorlardı.
Müslümanlara ve boykot altında bulunan Haşimiler´e işte bu şekilde erzaklar götürülüyordu. Erzakı götürenlerden bazıları da boykot belgesine imza atanlardı. Fakat bunlar boykot kararının uygulanmasına rıza göstermemişlerdi. Bu kararın kaldırılmasını umuyorlardı. Fakat buna rağmen Haşimoğulla-rı´yla Muttaliboğulları çeşitli eziyet ve zahmetlere maruz kalmışlardı. Bunların gördükleri eziyet ve zahmetlerin en şiddetlisini Peygamber efendimiz çekmişti.
——————————————————————————–
[1] lbn Kesir, el-Bidaye ve´n-Nihaye, c.3, s.84-85.
Resulullah (s.a.v.), Davetini Sürdürüyor:
Boykot, Peygamber efendimizle aile efradının kolay geçim sebeplerini yok etmiş ve rızık temini için yollarını daraltmıştı. Buna rağmen o, davetinden vazgeçmemişti. Böyle bir güçlük ve sıkıntı içindeyken bile gecelerini kıyamla geçiriyordu. Hiçbir şey onun Allah´a bağlılığını engellemiyordu. Çünkü o, Rabbinin şu buyruğuna icabet etmişti:
“O halde sen emrolunduğun şeyi açıkça söyle ve ortak koşanlara aldırma/´ (hict 94)
Bu ilahi buyruk üzerine o, Allah´a ortak koşanlardan yüz çevirmiş ve insanları hakka davet etmeye devam etmişti. Allahü Teala da yardım ve desteğiyle onu korumuş ve zafer ihsan etmişti. O, Rabbi ile ünsiyet içinde idi. Her ne kadar kavmi tarafından yalnız bırakılsa da, Allah´ın beraberliği ona yetiyordu. Onun devamlı şiarı şu idi: “Allah´ım sen benim kavmimi bağışla. Çünkü onlar gerçeği bilmiyorlar.”
Söylediği sözlerden biri de şuydu: “ileride kavmimin soyundan, Allah´a ibadet edecek kimselerin geleceğini ümit ediyorum!”
Peygamber efendimiz ile müşrikler arasındaki mücadele ve tartışmalar devam ediyordu. Peygamber efendimiz onları hakka davet ediyor, onlarsa batıl ile- ona karşı koyuyorlardı.
Ebu Cehil, sahip olduğu eski dinin ve onun tanrısının inkar edileceğini gördüğü için, şaşkınlığa düşmüştü. Müşriklerin diyanetine göre Cenab-ı Allah, göklerle yerin yaratıcısıydi. Gerçi Allah´a birtakım şeyleri ortak koşuyorlardı, ama onun tek Allah olduğunu kabul ediyorlardı. Bir defasında Peygamber efendimize şöyle demişlerdi: “Ya bizim tanrımıza sövmekten vazgeçersin, ya da biz senin tanrına söveriz!” Ebu Cehil ile benzerleri olan kimseler, hiç bir dine sahip değillerdi. Aslında onlar asabiyetten ve eahiliyetten başka bir şeye bağlı değillerdi. Hiç bir şeye inanmazlardı. Onların Allah´a sövmeleri beklenmezdi. Fakat yine de sövmüşlerdi. Ancak müminlerin, müşriklerin inandığı putlara ve taşlara küfretmemeleri konusunda emir nazil olmuştu. Onlardan istenen sadece tevhide davet etmeleriydi. Putlara tapmanınsa batıl olduğu bildirilmiş ve şöyle denilmişti:
“(Onların) Allah´tan başka yalvardıklarına sövmeyin ki, onlar da bilmeyerek sınırı aşıp Allah´a sövmesinler.” (En´am: 108)
Müşriklerden biri, güya Kur´an-ı Kerim´de hikaye edildiğini iddia ederek İranlılarla ilgili tarihi olayları ve onların savaş hikayelerini gelip halka anlatır ve insanları aldatarak Kur´an-ı Kerimeden uzaklaştırır, sonra da Peygamber efendimizi kastederek şöyle derdi: “Ey millet! Allah´a andolsun ki, Muham-med´in konuşması benden daha güzel değildir. Onun söyledikleri, daha önce yazılmış masallardan ibarettir!”
Kur´an-ı Kerim onlara şöyle cevap veriyor:
“Kur´an öncekilerin masallarıdır; başkalarına yazdırıp sabah akşam kendisine okunmaktadır” dediler. Ey Muhammed, de ki: “Onu, göklerin ve yerin gizliliklerini bilen (Allah) indirmiştir. O, çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” Şöyle dediler: “Bu ne biçim peygamberdir ki, yemek yer, sokaklarda gezer Ona, beraberinde bulunup bir melek indirilseydi ya!..” (Furkan: 5-7)
Bazı müşrikler önceki dinlere ait hakikatleri öne sürerek güya Kur´an-ı Kerim´in manalarını bozacağını sanıyordu. Resulul-lah (sav)da aralarında oturuyor, onlarla mücadele ediyor, en güzel bir yöntemle onları hakka davet ediyordu. îkna´ etme yollarının hepsini deneyerek onları güzel bir üslupla gerçeklere çağırıyordu. “Siret” adlı eserinde tbn îshak şöyle bir rivayette bulunmaktadır:
“Bir gün Resulullah (sav), Velid bin Muğire ile mescidde oturuyordu. Nadr bin Haris de gelip yanlarına oturdu. Mecliste Kureyşlilerden diğer bazı kimseler de vardı. Resulullah (sav) konuşmaya başladı. Nadr bin Haris ona cevap verdi. Peygamber efendimiz yine konuşmaya başladı ve onu susturdu. Sonra da şu ayet-i kerimeyi okudu:
“Siz ve Allah´tan başka taptıklarınız, cehennemin odunusunuz. Siz oraya gireceksiniz. Eğer bunlar tanrı olsalardı, oraya girmezlerdi; oysa hepsi orada ebedi kalacaklardır. Orada onlara ah etmek vardı; bir şey de işitemezler.” (Enbiya: 98-ioo)
Bu ayet-i Kerimeyi okuduktan sonra Peygamber efendimiz oradan kalktı. Abdullah bin ez~Zebarı es-Sehmi gelip oraya oturdu. Velid bin Muğire şöyle dedi: Allah´a andolsun ki Nadr “bin Haris, ne kalktı ne de oturdu. Muhammed ise bizim ve taptığımız tanrılarımızın cehennem odunu olduğunu iddia etti.
Abdullah bin ez-Zebari ona şöyle dedi: “Allah´a andolsun ki, ben burada olsaydım Muhammed´le tartışırdım. Hele ona sorun bakalım, bizim Allah´tan başka taptığımız her tanrı ve o tanrılara tapan bizler cehennem odunu olacak mıyız Bizler meleklere ibadet ediyoruz. Yahudiler Üzeyr´e ibadet ediyorlar. Hıristiyanlar İsa´ya ibadet ediyorlar. Bütün bunlar da cehennem odunu mu olacaklar ”
Velid bin Muğire ile orada bulunan diğer arkadaşları, Abdullah bin ez-Zebari´nin bu sözlerini beğendiler. Muhammed (sav)in buna cevap veremeyeceğini sandılar. Peygamber efendimiz buna karşı: “Allah´tan başkasına tapmak isteyenkimse, taptığı şeyle birlikte ateşte olacaktır” dedikten sonra, şu ayet-i kerime nazil oldu:
´^Yaptıklarına karşılık katımızdan kendileri için iyi şeyler yazılmış olanlar, işte onlar, cehennemden uzak tutulanlardır. Onun uğultusunu duymazlar. Canlarının çektiği şeyler içinde temelli kalırlar.”
Kendileri için iyi şeyler yazılmış yani mutluluk takdir edilmiş olanlar, Isa ve Üzeyr ile Allah´a itaat ederek yaşamış olan yahudi ve hıristiyan alimleri olup, cahil kimseler bunlara tap-mışlardır. Kur´an-ı Kerim´in bildirdiğine göre, o cahillerin bir kısmı meleklere ibadet ederlermiş. Güya meleklerin, Allah´ın kızları olduklarına inanırlarmış:
“Rahman çocuk edindi” dediler. O, (böyle şeylerden) yüce (münezzeh)dir. Hayır, onlar (melekler) ikram edilmiş kullardır. O´ndan Önce söz söylemezler ve onlar O´nun emriyle hareket ederler. (Allah) onların önlerinde ve arkalarında ne varsa (ne yapmış, ne etmişlerse) bilir.(Allah´ın) razı olduğundan başkasına şefaat edemezler ve onlar, onun korkusundan titrerler. Onlardan her kim: “Ben O´ndan başka bir tanrıyım”! derse, onu cehennemle cezalandırırız. Biz zalimleri böyle cezalandırırız.”
(Enbiya: 26-29)
Cenab-ı Allah, müşriklerin, İbnü´z-Zebari´nin sözünü beğendiklerini şu ayet-i kerimelerle bize bildiriyor:
“Ey Muhammed! Meryem oğlu misal verilince, senin milletin buna gülüp geçiverdi. “Bizim tanrımız mı, yoksa O mu daha iyidir” Sana böyle söylemeleri, sadece, tartışmaya girişmek içindir. Onlar şüphesiz kavgacı bir millettir.” (Zuhruf. 57-58)
Kur´an-ı Kerim´de reddedilen bu haberler üç şeye delalet etmektedir:
1- Peygamber efendimizle tartışan bu kavgacı toplum, kendi bilgileriyle değil, başkalarından aldıkları akılla ortaya çıkıyorlardı. Yahudilerden , Peygamber efendimize karşı ileri sürecekleri bir takım deliller istiyorlardı. Yahudiler de onlara, Peygamber efendimize Ashab-ı Kehf, ruh ve Zülkarneyn hakkında soru sormalarım telkin ediyorlardı, Kur´an, onların telkin ettikleri bu soruların cevabını hakkı talep eden nefisleri tatmin edecek şekilde vermişti. Ama onlar yine iman etmemiş, ısrarlarında devam etmişlerdi. Büyüklük taslamaları, onların haktan sapmalarına neden olmuştu. Ümmi kimseler oldukları halde, eski dinlerin haberlerini araştırıyorlardı. Okuyacakları bir kitaba ve düzenlenmiş bir bilgiye sahip değillerdi. Sadece yahudi-lerin ve Hıristiyanların bilgilerine dayanarak konuşuyorlardı. îman etmek, hakkı tanımak ve gerçeğe ulaşmak için değil, Peygamber efendimizle tartışmak ve onunla kavga etmek için ilim peşine düşmüşlerdi. Bu nedenle Allahü Teala, onların iç yüzlerini açığa çıkardı; onların iman etmek için değil, küfürlerini devam ettirmek için bu bilgilerin peşine düştüklerini beyan buyurdu: “Meryem oğlu misal olarak verilince, senin milletin buna gülüp geçiverdi. “Bizim tanrılarımız mı, yoksa O mu daha iyidir” dediler. Sana böyle söylemeleri sadece tartışmaya girmek içindir. Doğrusu onlar, kavgacı bir toplumdur/´ (Zuhruf 57-58)
Yani onlar, nereden olursa olsun, delil elde etmek istiyorlardı.
2- Aslında müşrikler, Peygamber efendimizin hak yolda bulunduğuna, Kur´an-ı Kerim´inse başkalarından alınarak taklit edilen bir kitap olmadığına inanıyorlardı. Ama onlar, ortaya çıkışından sonra, yine de hak üzerinde tartışıyorlardı. Delillerle ilzam edildiği halde, yine de susmuyorlar, daha da inatçı bir tavır takınıyor ve inadın peşine saplanıyorlardı. Hakka karşı daha güçlü deliller bulmaya çabalıyorlardı. Bu nedenledir ki, hepsinin huzurunda Nadr bin Haris denen şahıs, delillerle susturulduğu halde, gerçeği kabullenmemizi. Etrafındakiler de hakka teslim olmamışlardı. Hakkın delilleri açığa çıktığı halde, işi inada bindirmiş ve teslim olmamışlardı. Nitekim îbn ez-Zebari gelip Peygamber efendimizi kendi aklınca ilzam edip susturacağım sanmıştı. Oysa, onun ileri sürdüğü deliller; eğer doğru yolu bulmak isteselerdi-hakkı tanımak için bir vasıta olacaktı. Ama onlar hakkı tanımak istemiyorlardı.
3- Boykot ve muhasaraya rağmen Peygamber efendimiz davetinde gevşeklik göstermemiş, müşrikleri ümitsizliğe düşürmüştü. Ama kendisi ve beraberindeki sahabileri hiçbir zaman ümitsizliğe düşmemişlerdi. Zulme uğradıkları, işkence gördükleri halde, o güçlü ve dayanıklı mü´minler, ümitsizliğe asla kapılmamışlardı.
Ibn îshak, Peygamber efendimizin kendi kavminden çektiği eziyetler konusunda birçok haberler nakletmiştir. Kavmi, Peygamber efendimize ve beraberindeki sahabilere karşı her türlü eziyeti denemişlerdi, tbn Kesir, “Tarih”inde bu mücadelelere dair haberleri naklettikten sonra şöyle der:
“Ibn Ishak´ın naklettiği bu kıssaların hepsi, Örneğin Kureyş-liler´in, Haşini oğullarıyla Muttaliboğullarına karşı boykot uygulaması, bu kararı bir sahifeye belge olarak yazması, onları Şi´b denen yerde muhasara altında tutması, nihayet bu boykot belgesinin iptal edilmesi ve o arada geçen diğer olaylar, îbn îs-hak´ın megazi ilmindeki üstünlüğünü ispatlar.” Bu sebeplerdir ki, merhum Şafii şöyle demiştir: “Megazi ilmini öğrenmek isteyen kimseler îbn îshak´ın çocukları durumundadırlar.”
Bütün bu durumlar karşısında Peygamber (sav) efendimiz îslam davetini aralıksız devam ettiriyor, rabbinin emirlerini açıkça söylüyor, tebliğde hiçbir kusur ve gevşeklik göstermiyordu. Azmini yitirmiyor, açlığa ve çıplaklığa aldırış etmiyor, görevini sürdürerek azim ve kuvvetle şöyle diyordu: “Ben çıplak bir uyarıcıyım!”
Rureyşliler eziyet vermekte o kadar ileri gittiler ki, fertlere eziyet etmekten vazgeçip bütün müslümanlara toplu olarak eziyet etmeye başladılar. Hatta onlara destek olan yakınlarına, dostlarına ve yardımcılarına da eziyet vermeye başladılar. Durum böyle olduğu halde, Peygamber efendimiz yine onların eza ve cefalarına aldırış etmedi. Çünkü o, alemlerin Rabbi tarafından destekleniyordu.
Boykot Belgesini İptal Çabaları
Şiddetin ve zulmün aşırı derecelere varması, bazı zalimlerde bile bir nevi şefkat duygularının kabarmasına yol açar. Hakka davet eden sabırlı mazlumların sebepsiz yere acı, zulüm ve işkencelerle karşı karşıya kalmaları, zalimlerin kalblerini bile yumuşatabilir.
Kureyşliler amcazadeleri olan Haşimilerle Muttaliboğulları-na zulmetmişlerdi. Halbuki bunlar, Kureyşlilerle yakın akraba idiler. Aralarında akrabalık bağları gibi, ortak bir şeref ve itibara da sahiptiler. Durum böyle olunca, Kureyşliler, bunların çekmekte oldukları eza ve cefaları da paylaşmak mecburiyetinde olduklarını hissettiler. Nitekim bunlarla olan amcazadelik şerefini de paylaşmış ve bu şereften fayda görmüşlerdi.
Boykot kararma Kureyşlilerin tümünün gönülden katıl-mış olduklarını söyleyemeyiz. Haşimiler ve Muttaliboğulları´yla olan bütün dostluk bağlarını koparmamışlardı. Öfke, muhalefet veya hatalı muhafazakarlık sebepleriyle herhangi bir çağrı yapıldığı zaman, en korkakları dahi putperestlikten ve cahiliyet-ten kaynaklanan hamiyet ve gayretlerinin tesirine kapılarak o çağrıya icabet ederdi. Bu, bütün Kureyşliler´in, o günahkar da-vetçiye ve günah davete kulak verip icabet ettikleri anlamına gelmez. Aksine o karara katılanlar, fevri bir teessürün altında kalmışlardır. Fakat o fevri kızgınlık sakinleşince, geride saf duygular beliriyordu. Tıpkı unutkanlık halini andıran bir haldeydiler. Sonunda yaptıklarının hatalı olduğunu anlamışlardı. Çünkü aralarında sevgi ve akrabalık bağları vardı. Yolları ayrı, itikatları birbirine zıt olsa da, aralarındaki bağlar onları bir noktada birleştiriyordu. Bu, devamlı zulmün tatbikini engelliyordu.
Bu boykot, bazı kalpleri çatlatarak İslam´a karşı şefkat duyulmasına sebep olmuştu. Batılın, hak ehline -zulmettiğini ortaya çıkarmıştı.Delilleri görmedikleri için, inatlarında ileri gitmişlerdi. Diğer Arap beldelerindeki insanlar bu boykotu duydukları ve sebebini öğrendikleri zaman, meseleyi kendi aralarında tartışıyor ve bu kararı verenlerin zalimliklerine hükmediyorlardı. Böylece de İslam´ın hakikati her tarafa yayılıyor ve insanların gönüllerine sirayet ediyordu. Peygamber efendimiz de hakikati açıklamaktan ve nuruyla, delilleriyle insanlığı aydınlatan Kur´an-ı Kerim´i okumaktan geri durmuyordu. Kur´an-ı Kerim, ilahi bir kitap olması nedeniyle yüksek bir şerefe sahipti. İşte o Kitap ile insanlara sesleniyor ve müstakim yaratılışta olan kimseleri gerçeğe davet ediyordu.
Bütün bu sebeplerden dolayı boykot belgesinin iptali gerekiyordu. Çünkü bu belgenin, belirli bir amacı ve hedefi yoktu. Uzak yakın bütün Araplar arasında Muhammedi davetin yayılmasını engelleyememişti. Bu daveti gizleme çabası ne kadar ço-ğalırsa çoğalsın, yine de onun nuru etrafa yayılıyor, pınarı fışkırıyor, ışığı çevreyi aydınlatıyordu.
Daha Önce de işaret ettiğimiz gibi, birçok sebeplerden dolayı, müşriklerin uyguladığı boykot, tam anlamıyla başarıya ulaşamamıştı. Kendilerine boykot uygulananlar birtakım zulümlerle karşı karşıya kalmışlar, fakat bütün Kureyşliler´in gönülleri o boykotu desteklememişti. Buna örnek olarak Hakim bin Hüzzamın hikayesini önceki sayfalarda anlatmıştık.
Bu olayın da ortaya koyduğu gibi, bazı Kureyşliler mazlumlara şefkat duymuş, yakınlarına ikram etmişlerdi. Bu hususta İbn îshak şöyle der:
“Hişam bin Amr bin Haris, bu konuda en güzel imtihan geçiren kimsedir. O, kavminin en şerefli kişilerinden biriydi. Gelen rivayetlere göre, o, devesine erzak yükler, boykot altında bulunan Haşim oğullarıyla Muttalib oğullarının mahallesine getirir, devenin yularını boynundan çıkarıp hayvanı serbest bırakırdı. Müslümanlar gece vakti gelen bu deve üzerindeki erzak yükünü boşaltırlar ve deveyi tekrar geldiği yöne gönderirlerdi. Bu olay hep aynı şekilde tekrarlanırdı. Böylece müslümanların ihtiyaç duydukları erzak kısmen temin edilmiş olurdu.”
Onun böyle yapması, Kureyşliler´le arasındaki ahde muhalefet sayılmazdı. Çünkü günahkarlar için ahid yoktu. Onların ahdine vefa gösterilmez. Hişam, akrabalık bağlarına riayet ettiği için, kavminin, işlediği zulme ortak olmamıştı. Çünkü kavminin yaptığı iş, büyük bir zulümden ibaretti.
Boykot altındaki akrabalarına bu şekilde yardım etmesi, Hi-şam´ın çok şerefli bir kimse olduğunu gösterir. O, sahip olduğu bu şeref dolayısıyla, boykot belgesini iptal çalışmasında da ilk sırayı işgal etmiştir. Önceki sayfalarda da anlattığımız gibi, Peygamber (sav) efendimiz, bir kurtçuğun gelerek o boykot belgesini yediğini ve sadece Allah adının yazılı olduğu kısmı bıraktığını haber vermiştir. O kurtçuk, müşriklerin günahlarını yüzlerine çarpmıştır.
Fakat bu belge nasıl iptal edildi ve iptal çalışması nasıl sonuçlandı Boykot kararını verenlerin safları arasında nasıl gedik açıldı Şimdi bu hususu açıklamaya çalışalım:
Bu çalışmaları Hişam bin Amr bin Haris başlatmıştı. Boykotun kaldırılması için uyguladığı yöntemi “el-Bidaye ve´n-Niha-ye” adlı eserden nakledelim:
“Hişam, Züheyl bin Umeyye bin Muğire´ye gitti. Onun annesi, Abdülmuttalib kızı Atike idi. Ona şöyle dedi: fEy Züheyl, sen dayılarının alışverişten, kız ve erkeklerini evlendirmekten mahrum ve aciz bırakıldıklarını bildiğin halde, nasıl olur da istediğini yemeye, içmeye, giyinip kuşanmaya, evlenmeye razı olursun Allah´a andolsun ki, Ebu CehiVin, seni dayıların aleyhinde andlaşmaya davet ettiği gibi, sen de onu kendi dayıları aleyhinde böyle bir andlaşmaya davet etmiş olsaydın, senin davetine o hiç kulak asmaz ve gelmezdi!”
Züheyl: “Ey Hişam! Ben yalnız bir adamım. Tek başıma ne yapabilirim Eğer yanımda başka bir kişi daha olsaydı andlaş-mayı bozmaya kalkışır ve bozuncaya kadar uğraşırdım!” dedi.
Hişam: “Sana bir adam buldum!” dedi.
– Kimdir o adam
– Benim!
Züheyl dedi ki: uBize üçüncü bir adam daha bul!”
Hişam, bunun üzerine Mut´im bin Adiy´e gitti ve ona şöyle dedi: “Ey Mut´im! Gönlün Kureyş´in, Abdü Menaf oğullarını gözünün önünde helak etmelerine nasıl razı olur tmkan verdiğiniz takdirde, o andlaşmayı sizden önce bozmaya niyetliyim”
Mut´im şöyle dedi: “Ben bir tek adamım, tek başıma ne yapabilirim !”
Hişam:
– Sana ikinci bir adam buldum!” dedi.
– Kimdir o
– Benim!
– Bize üçüncü bir adam daha bul.
– Onu da sağladım.
– Peki o kim
– Züheyl bin Ebi Ümeyye.
– Öyleyse bize bir dördüncü kişi daha bul.
Hişam, kalkıp Ebu´l-Buhteri bin Hişam´a gitti. Mut´im´e söylediğini ona da söyledi.
Ebu´l-Buhteri “Bu işte bana yardım edecek birisi var mı ” diye sordu. Hişam da, evet, cevabını verdi.
– Kimdir o
-Züheyl bin Ebi Ümeyye ile Mut´im bin Adiy. Ben de seninle beraberim!
– Öyle ise bize beşinciyi de bul1.
Hişam, kalkıp Zem´a bin Esved bin Muttalib´e gitti. Durumu ona anlattı. Hayatları tehlikede bulunan Haşim ve Muttalib oğullarıyla olan akrabalığından ve aradaki haklarından bahsetti.
Zem´a: “Beni davet ettiğin bu işte bize yardımcı olacak kimse var mı ” diye sordu. Hişam, “evet vardır” dedi ve onların isimlerini saydı. Bunun üzerine, geceleyin Mekke´nin Hacun denilen yöresinde buluşmayı kararlaştırdılar ve orada bir araya gel-dier. Andlaşmayı bozup Haşim ve Muttalib oğullarını boykot altında tutuldukları mahalleden çıkarmcaya kadar çalışmak üzere yemin ettiler. Züheyl: “Aranızda ilk konuşan ben olacağım” dedi. Ertesi günü sabahleyin Kureyş´in toplantı yerine geldiler. Züheyl, üzerinde ağır ve kıymetli bir elbise olduğu halde, Kabe çevresinde tavaf ettikten sonra, halkın yanına geldi ve şöyle dedi: “Ey Mekkeliler! Biz burada yeyip içerken ve giyinip kuşanırken, öte tarafta Haşim oğullarının alış verişten mahrum edilmeleri, darlıklar, sefaletler içinde kıvranmaları doğru mudur ! Vallahi akrabalık bağlarını kesen o zalim boykot belgesi yırtıljnadıkça sizinle mücadeleden vazgeçmeyeceğim.” O sırada Mescid-i Haram´m bir tarafında bulunan ve Züheyl´ih konuşmasına sinirlenen Ebu Cehil´in sesi yükseldi: “Yalan söylüyorsun, o belgeyi yırtmaya gücün yetmez!” dedi.
Zem´a bin Esved, Ebu CehiFe şu karşılığı verdi: “Asıl yalancı sensin! Zaten biz o yazıya daha işin başında razı değildik.”
Ebu´l-Buhteri de şöyle dedi: “Zem´a doğru söylüyor biz orada yazılı olanları tamamiyle kabul ve tasdik etmemiştik! Mut´im de şöyle dedi: “Bu ikisinin söyledikleri doğrudur! Bunun tersini söyleyen yalan söylemiş olur. Biz bu sahifeden ve onda yazılı olanlardan uzaklaşır, Allah´a sığınırız!”
Hişam bin Amr de Mut´im´i destekleyince, Ebu Cehil dayanamadı ve şöyle dedi: “Burada söylenenler daha önce planlanmış şeyler!”
Bu karşılıklı konuşmalardan anlaşıldığına göre kalplerinde Haşimoğullarına karşı kin bulunmayan Kureyşli büyükler, her ne kadar Peygamber efendimizin davetine icabet etmemişlerse de, böyle bir boykotu da desteklememişlerdir. Çünkü bu boykot, sonuç olarak Peygamber efendimize, onun aşiretine ve onun davetine karşı insanların şefkat duygularım galeyana getirmişti. Bu boykota karar verenlerin bir çoğu aldatılmışlardı.
Bu karşılıklı tartışmalar ve konuşmalar cereyan ederken, kavmin büyüğü olan Ebu Talib Mescid-i Haram´ın bir köşesinde oturmuş, konuşulanları dinliyordu. Söylenenler sanki onu ilgilendirmiyor gibiydi. Ebu Cehil ile benzerlerinin yaptıkları eziyetleri çekenler, sanki kendisi ve aşireti değildi. O, kavminin alicenab kimselerinin sevgilerini bekliyordu. Kureyşliler arasında bu tartışmaların yapıldığını ve işi seçkin kimselerin ele aldığını, boykot kararım iptal etmek istediklerini anlayınca, Peygamber efendimizin kendisine verdiği gerçek haberi ve doğru sözleri Kureyşliler´e intikal ettirmek istedi ve şöyle dedi:
“Ey Kureyş topluluğu! Yeğenim Muhammed´in bana verdiği habere göre bir kurtçuk gelip boykot kararının yazılı olduğu sa-hifeyi yemiştir. Böylece o yalan ve iftiralarla dolu belge ortadan kalkmıştır. Kurt, yalnızca Allah adının yazılı olduğu kısmı bırakmıştır. Eğer onun söyledikleri doğru ise, gelin şu boykot kararınızdan vazgeçin. Ama Muhammed´in söyledikleri yalan ise, onu size teslim edeceğime söz veriyorum.” Belgeyi getirip yenilmiş olduğunu ve Peygamber efendimizin haber verdiği gibi Allah adının yazılı olduğu kısmın bırakıldığını görünce, Kureyşliler o belgeyi yürürlükten kaldırdılar. Ebu Cehil ve benzerlerinin hoşuna gitmese de, boykot kararı böylece iptal edilmiş oldu.
Boykot Kararının Fiilen İptali
O uğursuz belge iptal edildi. Şüphesiz cahiliyet ortamında bile, hakkı gören gözler eksik değildi. Akrabalık bağlarına riayet eden kimseler vardı. Zaten Kureyşliler´in bir çoğu, boykot altındaki Haşimiler ve Muttalib oğulları ile hısım ya da yakın akraba idiler. Bir kısmı mürüvvet ve hamiyyet duygularına bir kısmı şefkat ve merhamet duygularına kapılarak -dinleri farklı da olsalar- müslümanlara yapılan eziyetlere son verilmesini istediler. Ebu Cehil´in alçaklığına karşı direndiler. Onun burnunu yere sürdüler. Hatta sözcüleri: “Eğer Ebu CehiVin bu müs-lümanlarla akrabalığı olsaydı, bu boykota razı olmazdı” demişti.
Müslümanlara karşı mürüvvet gösteren şerefli kimseleri Peygamber efendimiz takdir etmiş ve kadirşinaslıkla karşılamıştı. O mürüvvet sahiplerinin bir çoğu İslam´a girmiş ve mükemmel birer müslüman olmuşlardı. Cahiliyetleri döneminde hayırlı kimseler oldukları gibi İslamiyet döneminde de hayırlı kimseler olmuşlardı. Böylece iki güzelliği kendi işlerinde bir araya getirmişlerdi. Hem himmet ve mürüvvet şerefi, hem iman şerefini elde etmişlerdi. Ama bir kısmı da İslam´a girmemişlerdi. Buna rağmen Peygamber efendimiz, onların mürüvvetlerini takdir etmiş ve haklarım unutmamıştı. îşte bu mürüvvet sahibi olan, ancak İslam´a girmeyenlerden biri de Ebu´l-Buhteri idi. Ebu´l-Buhteri, boykot altında bulunan Peygamber efendimizin zevcesi ve kendisinin de halası olan Hz. Hatice´ye erzak götürmekte olan Hakim bin Hüzzam´a engel olan Ebu Cehil´in yakasından tutmuş, bir deve kemiğiyle onun kafasına vurarak yaralamış, sonra da ayağının altına alıp dövmüştü. Yine Ebul-Buhteri, Kabe-i Muazzama´nın etrafında toplanıp boykot belgesinin yırtılmasını ve ondaki kararların iptal edilmesini savunan beş şerefli kimseden biriydi. Bu kararında ısrar ederek Ebu Cehil ve benzerlerini yenik düşürüp rezil etmiştir. Peygamber efendimiz onun bu iyiliklerini unutmamıştı. Allah´ın elçisi Muhammed (sav), zaten yapılan eski iyilikleri hiçbir zaman unutmayan bir insandı. Bu iyiliklere karşı en büyük ikramlarda bulunmuştur. Vefakarlık, İslam ahlakının canlı bir örneği olan Peygamber efendimizin en başta gelen özelliklerinden biriydi.
Peygamber (sav) efendimizin, diğer kardeşleri gibi, Ebu´l-Buhteri´nin de müslüman olmasını ve iki güzelliğe erişmesini temenni etmişti. Ama Ebu´l-Buhteri İslam´a girmemiş, müşrik olarak kalmıştı. Peygamber efendimiz onun müşrikler safında yer alarak büyük Bedir gazasına katıldığını haber aldığında müslümanlara, onunla karşılaştıkları takdirde öldürmemelerini ve ona karşı temkinli davranmalarım tavsiye etmişti. Mücahitlerden biri Ebu´l-Buhteri ile karşılaşmıştı. Fakat Ebu´1-Buh-teri´nin yanında bir de arkadaşı vardı. Mücahit, ona Peygamber efendimizin tavsiyesini anlatmıştı. Fakat o, arkadaşı öldürüldüğü halde kendisinin hayatta kalmasını kabul etmiyordu. Ya ikisi birden kurtulacak, ya da ikisi birlikte öldürüleceklerdi. Mücahitler, neticede ikisini de öldürdüler.
Zanmmca onu ve arkadaşını öldüren mücahit, Peygamber efendimizin tavsiyesine aykırı davranmıştır. Çünkü Peygamber efendimiz, onunla karşılaşıldığı takdirde öldürülmemesini emretmişti. Ebu´l-Buhteri ile arkadaşını öldjirmemeyi engelleyen bir sebep yoktu. Her ikisini de serbest bırakmak, belki de yapılanların en güzeli olurdu. Çünkü islamiyet, zaruret olmadıkça adam öldürmeyi yasaklamıştır. Eğer Ebu´l-Buhteri yaşasaydı, belki de müslüman olacaktı. îman ettikleri takdirde cahiliyet devrindeki Kureyşliler´in seçkinleri, İslamiyet devrinde de seçkin kimseler olmuşlardı. İçimde Ebu´l-Buhteri´nin, Peygamber efendimizin iradesi dışında öldürülmüş olduğu konusunda bir duygu vardır:
İslami Davetin Harekete Geçmesi
Kızgın ve kindar putperestlik nefsinin icat ettiği bu boykot, İslam´ın yayılmasına ve Muhammed (sav)´in davetinin genişlemesine sebep oldu. Araplar, Kureyşliler´in kendi üstün ve seçkin adamları olan Haşimoğullarına boykot uyguladıklarını görmüşlerdi. Çünkü Araplar hac, umre, ticaret ve benzeri sebeplerle Mekke-i Mükerreme´ye geliyor, çarşı ve pazarlarda dolaşıyor, Araplar´m büyük şahsiyetlerinin çarşı pazarında dolaşmaktan men edildiklerini görüyorlardı. İnsanların, Haşimoğul-ları´yla ve müslümanlarla ilişki kurmaları engelleniyor, onlarla irtibat içine girmemeleri için çağrıda bulunuluyordu. Araplar´m, bütün bunların niçin yapıldığını sormaları, hak daveti öğrenmeleri gerekirdi. Hz. Muhammed (sav)´in çağırdığı şeylere ilgi göstermeleri, onları dinlemeleri lazımdı. Kimi iman ediyor^ kimi de sapıklığında devam ediyordu.
İşte bu nedenle, bu boykot, Araplar´ı İslam´ı ve İslam davetini dinlemeye itmiş, Muhammed (sav)´in davetinin kabilelere ulaşmasına neden olmuştu. Doğru yolu bulan kimseler, hidayete kavuşmuş, başkalarını da hidayete davet etmişlerdi. îman etmeyenler ise, inkar ettiği şey konusunda başkalarıyla bir şeyler konuşmuştu. Böylece ister inanılsın, ister inanılmasın, her yerde İslam davetinden söz edilir olmuştu. Bu davetin yayılmasında herkesin payı olmuştu.
İnsanlar Mekke-i Mükerreme´ye gelerek Muhammed (sav)´i dinlediler. Bunlar arasında kimileri imana meyletmişti. Fakat Kureyşliler bu gelen kimseleri takip ediyor ve onların Allah yoluna girmelerini engellemeye çalışıyorlardı. Olanca güçleriyle insanları hakikatten uzaklaştırmaya çalışıyorlardı. Bazı kabileler arasında Muhammed (sav)´in şahsı ve davetiyle ilgili birtakım bilgiler yayılmıştı. îşte bu şekilde İslam davetini duyan birisinin İslam´a girmek için gösterdiği çabanın hikayesini burada anlatmak istiyoruz. Kureyşliler daha önce böyle bir kimseyi ne görmüşler, ne de duymuşlardı. îşte böyle insanları gözetliyor ve Hz. Muhammed (sav)´le görüştürmemek için ellerinden geleni yapıyorlardı. Fakat bütün bu çabalara rağmen o insan da Peygamberimizden uzaklaşmıyor, aksine onunla görüşme arzuları daha da güçleniyordu. Hikayesini anlatacağımız adam, Tufeyl bin Amr ed-Devsi idi. Mensup olduğu Devs kabilesi içinde sözüne güvenilen şerefli bir kimseydi. Mekke-i Mükerre-me´ye gelmişti. İleri gelen müşrikler onun başına toplanmış ve Peygamber efendimizle buluşmaktan sakındırmışlardı. Onunla görüşmemesini ve onu dinlememesini sıkı sıkıya tenbih etmişlerdi. Onu, Peygamber efendimizi dinlememek gerektiği hususunda o kadar sıkıştırmışlardı ki, sonunda kulağını pamukla tıkamak zorunda kalmıştı. Ama ertesi gün Kabe-i Muazzama´nm yanına vardığında, ansızın Resulullah (sav)´la karşılaşmış, onu dinlememek için kendini zorlamıştı. Fakat Cenab-ı Allah´ın bağışladığı güzel yüzlülük ve temizlik bakımından, saf kalbler Hz. Muhammed´e karşı eğilim duymaktan ve onun cazibesine kapılmaktan kendini alamıyordu. Kendini tutamayıp onun okuduğu şeyleri dinlemeye başladı. Şimdi bu adamın kendi nefsi hakkında söylediklerine kulak verelim. Tabii ki, kendisi hakkında en iyi konuşan, yine kendisidir. O diyor ki:
“Muhammed´i görünce: ´Ben aklı başında bir adamım, sözün iyisini kötüsünden ayırmak benim için zor değildir. Eğer bu adamdan dinleyeceğim sözü güzel bulursam onu kabul ederim, değilse bırakırım” diye düşünerek, namazını kılıp evine dönün-ceye kadar orada bekledim. Evine girinceye kadar da peşine düştüm. Sonra ben de onunla birlikte eve girdim.
Tufeyl, kavmi içinde şeref sahibi ve sözü dinlenir bir kimseydi. Yalan söylediği ve haksızlık yaptığı görülmemişti. Kavmini îslam´a davet etti. Kavmi de ona uyarak İslam´a girdi. Onun kabilesi olan Devsliler, kılıçla cihad dönemi gelinceye kadar bekledikten sonra, mücahitlerle birlikte cihad ettiler. Peygamber efendimiz hayattayken müşriklerle savaştılar. Onun irtiha-linden sonra da mürtedlerle çarpıştılar.
Kureyşliler´in boykot ve engellemeleri sonuçsuz kalmıştı. Nur hapsedilemez ve sabit kalamaz. Aksine o devamlı olarak çevreye yayılır ve alanını genişletir. Karanlık ne kadar yoğun olursa olsun, ışığın kendisine sirayetine engel olmaz. îşte Şair Tufeyl, Kureyşli müşriklerin boykotuna rağmen Muhammedi risaletin yayılmaya devam ettiğini ispatlayan güzel bir örnektir. Müşriklerin Peygamber efendimize ve onun risaletine karşı yaptıkları her türlü engellemeler neticede islam davetinin lehine oluyordu. Apaçık hakkın çağrısı yararına sonuç doğuruyordu.
Bu ve buna benzer kıssalardan anlaşıldığına göre -ki buna benzer birçok kıssa vardır- islamiyet, Arap Yarımadasının her köşesine sesini duyurmuş ve yayılmaya başlamıştı. Bu tevhid davetinin merkezi olan Peygamber efendimiz ise Mekke´de ikamet etmekteydi. O, bütün Araplar´ın toplanma merkezi olan bu şehirde hiçbir gevşekliğe düşmeden ve sesini kısmadan çağrısını sürdürüyordu. Bu çağrı zayıf ve korumasız kimseler yanında bazı güçlü kimseler tarafından da kabul görüyordu. O, kavmi arasında açıkça namazını kılıyor ve asla gizlemiyordu. Ama müşrikler onunla açıkça alay ediyorlar, içten içe ona kin besliyorlardı. O, kendisine karşı gerçek inancı ve kesin bilgisinden dolayı değil, duyduğu kin, kıskançlık ve asebiyet nedeniyle mücadele edenler ve şirke tutunan kimselerle mücadelesini sürdürüyordu.
Müşrikler ise, neye inanacaklarını bilmeyen ve inançlarında teredüt içinde bulunan kimselerdi. Kin ve Öfkeleri de bu tereddütlerinden kaynaklanıyordu. Kesin bir inançla, gönülden iman eden mü´minler onların kin ve öfkelerinin biricik hedefi oluyorlardı, işte böylece apaçık hak ile mütereddit olan batıl arasında çarpışmalar devam etmişti.