Peygamber (sav) efendimiz şöyle buyurmuştur: “Kureyşliler Ebu Talib ölünceye kadar bana hoşlanmadığım birşey yapmadılar.” Ama Peygamber efendimiz iki sevgilisini kaybetmişti. Bunlardan biri onu himaye eden mücadeleci amcası, diğeri de ona iyilikte bulunan hayat refikası idi.
Ebu Talib´in vefatından sonra Peygamber efendimiz çıkıp îs-lam davetini yürüttüğü ve rabbinin risaletini tebliğ ettiği zamanda, Kureyşliler ona saldırdılar. Onu evinin içinde bile rahat bırakmadılar. Komşuları ona kötülük yaptı. Ebu Cehil, Hakem bin ebi´l-As bin Ümeyye, Ukbe bin Muayt, Adiy bin Hamra Îbnü´1-Asda el-Hüzeli bunlara Örnek olarak gösterilebilir. Bunlardan biri, namaz kılmakta olan Peygamber efendimizin üzerine, bir koyunun rahmini atmıştı.
Müslim, îbn Mesud´un şöyle dediğini rivayet eder: “Bir ara Resulullah (sav) efendimiz Beytin yanında namaz kılıyordu. Ebu Cehil ile arkadaşları da orada oturmuşlardı.
Bir gün önce develer kesilmişti. Ebu Cehil, oradaki arkadaşlarına şöyle dedi: “Bana falan oğullarının kestikleri develerin rahimlerini kim alıp getirecek, ve sonra da onları, secde vaziye-tindeki Muhammed´in omuzlan arasına bırakacak !” Bunun üzerine, orada bulunanların en bahtsızı hemen harekete geçerek develerin rahimlerini getirdi. Peygamber efendimiz secdeye vardığında, rahimleri onun omuzları arasına bıraktı. Orada bulunanlar da gülmeye başladılar. Katıla katıla güldüler. Gülmeleri öylesine şiddetlendi ki, neredeyse birbirlerinin üzerlerine, yıkılıyorlardı. Ben de (yani îbn Mesud) olup bitenlere bakıyordum. Peygamber efendimiz secdeye varmıştı. Artık başını secdeden kaldırmıyordu. Nihayet adamın biri gidip, olup bitenleri Fatıma´ya haber verdi. Fatıma geldi. Henüz küçücük bir çocuk-tu. Babasının omuzları arasındaki pislikleri attı. Sonra dönüp oradaki müşriklere söylenmeye başladı. Peygamber efendimiz namazını tamamladıktan sonra başını secdeden kaldırdı. Ku-reyşli müşriklere beddua etti. Beddua ederken sözlerini üç defa tekrarlardı. Bir dilekte bulunduğu zaman da dileğini üç kez tekrarlardı. Sözlerini tamamladığında şöyle demişti: “Allah´ım! Kureyşi sana havale ediyorum!” Bu bedduasını da üç kez tekrarlamıştı. Müşrikler onun bu bedduasını işitince gülmeye son verdiler. Bedduasından korkmuşlardı. Sonra Peygamber efendimiz şöyle dedi:
“Allah´ım Ebu Cehil bin Hişam´ı, Utbe bin Rebia´yı, Şeybe bin Rebia´yı, Velid bin Ukbe´yi, Ümeyye bin Halefi, Ukbe bin Ebi Muayt´ı helak et!”
Muhammed (sav)´i hak ile gönderen Allah´a andolsun ki, adları zikredilen bu heriflerin hepsinin Bedir savaşında gebertil-diklerini gördüm.”
Kureyşliler, Peygamber efendimize şiddetli eza ve cefada bulunmaya başlamışlardı. Peygamber efendimizin şahsına yöneltilen eziyetlerin çoğu, Ebu Talib´in vefatından sonra olmuştur. Bu konuda îbn Kesir şöyle der:
“îbn Mesud´un da rivayet ettiği gibi, namaz kılmakta olan Peygamber efendimizin omuzlarının arasına deve rahminin atılması; Abdullah bin Amr bin As´ın haber verdiği gibi, Peygamber efendimizin boğazını şiddetle sıkmaları, Ebu Cehil´in de bu yolda azimli olması, namaz kılmakta iken Peygamber efendimizin boynuna basması ve buna benzer eziyetlerle^ işkenceler -doğrusunu Allah bilir ya- Ebu Talib´in vefatından sonra vuku bulmuştur.” Bu sözler yerinde söylenmiş sözlerdir. Burada, müşriklerin eziyetlerinin iki devrede olduğunu söylememiz gerekiyor:
1. Devre: Ebu Talib´in vefatından önce yapılan eziyet ve işkenceler: Bu dönemde Peygamber efendimize yapılan eziyetler daha çok alay ve sövme şeklinde cereyan etmiştir. Dille hakaretten başka birşey yapmıyorlardı. Bunu da Ebu Hakem bin Hişam (Ebu Cehil) Ukbe bin ebi Muayt ve diğer beyinsizler yapıyorlardı. Peygamber efendimizden başkasına yapılan, zayıf ve korumasız müminlere tatbik edilen bu bedeni eza ve işkenceler, müminlerin iki kez Habeşistan´a hicret etmelerine sebep olmuştu. Oraya hicret edenler arasında büyük sahabiler de vardı. Örneğin Cafer bin Ebi Talib, Osman bin Affan da hicret edenler arasında idi. Belki de bunlar, sözlü eziyetlere alay ve maskaralıklara dayanamadıkları için Habeşistan´a hicret etmişlerdi.
2. Devre: Ebu Talib´in vefatından sonra müşrikler eziyetlerini şiddetlendirmişlerdi. Artık hem sözlü, hem de fiili saldırılarda bulunuyorlardı. Nihayet Peygamber (sav) efendimiz Taif dönüşünde Mekke-i Mükerreme´ye girebilmek için birilerinin himayesine ihtiyaç duymuştu. Mut´im bin Adiy onu himayesine alarak Mekke´ye sokmuştu. Peygamber efendimiz, Ebu Talib´in himayesini kaybettikten sonra Cenab-ı Allah ona Mutim bin Adi/nin himayesini sağlamıştı.
Allah Teala´nın Himayesi
Buhari, ibn Abbas´m şöyle dediğini rivayat eder: “Ebu Cehil, namaz kılan Peygamber efendimizi gördü ve ona: “Ey Muhammedi Sana namaz kılmayı yasaklamamış mıydım Mekke´de meclisi benden daha kalabalık olan bir adam yoktur. Bunu biliyorsun!” dedi. Sonra Peygamber efendimiz, onu kovdu ve Cenab-ı Allah´ın şu ayet-i kerimesi nazil oldu:
“O zaman (o gitsin) de meclisini (adamlarını) çağırsın. Biz de Zebanileri çağırırız.” (Aiak: 17-18)
Allah´a andolsun ki, Ebu Cehil, meclisindeki adamlarını çağırmış olsaydı, onu azap zebanileri yakalayacaklardı!”
îbn Cerir et-Taberi, Ebu Hüreyre´den şöyle bir rivayette bulunur:
“Ebu Cehil, etrafındaki adamlara şu Öneride bulunmuştu. “Herkesin görebileceği şekilde Muhammed´in yüzünü yere sürelim mi Evet dediler. O da şöyle dedi: “Lat ve Uzza´ya yemin olsun ki, onu namaz kılarken görürsem, boynuna basacağım ve yüzüne toprak süreceğim!” Peygamber efendimiz namaz kılarken Ebu Cehil, boynuna basmak içn yanına gelmişti. Fakat ona yaklaşınca geri dönerek koşmaya başladı. Bu arada eliyle yüzünü kapamaya ve kendini korumaya çalışıyordu. Kendisine “Neyin var !” diye sorulunca şu cevabı vermişti: “Benimle Muhammed´in arasında ateşten bir hendek var! Ve karşımda kanatlı melekler duruyor!” Bunun üzerine Resulullah (sav) efendimiz de şöyle buyurmuştu: “Eğer bana yaklaşsaydı, melekler onu kapıp götüreceklerdi!”
îkrime, Ibn Abbas´ın şöyle dediğini rivayet eder: “Peygam ber efendimizle Mekkeli müşrikler arasında bir konuşma geçmişti. Peygamber efendimiz onları Allah´a iman etmeye çağırmıştı. Taptıkları taşların kendilerine fayda ve zarar veremeyeceklerini, Allah´ın azabına karşı onları koruyamayacaklarını açıkladıktan sonra yanlarından ayrılıp gitmişti. Ebu Cehil b. Hişam da kalkıp şöyle demişti: “Ey Kureyş topluluğu! Görüyorsunuz ki, Muhammed bizim dinimizi küçük görmekten, atalarımıza sövmekten, bizi horlamaktan, tanrılarımızı inkar etmekten geri durmuyor. Allah´a andolsun ki, yarın ben bir taş getirip üzerinde oturacağım. O namaz kılıp secdeye vardığı zaman, o üzerinde oturduğum taşla onun kafasını ezeceğim. Onun kafası ezildikten sonra, Abdü Menaf oğulları bana ne yaparlarsa yapsınlar, umurumda bile değil!”
Ertesi sabah Ebu Cehil eline bir taş alıp Kabe´nin yanına geldi ve taşın üzerine oturdu. Peygamber efendimizi beklemeye başladı. Az sonra Peygamber efendimiz gelip Mescid-i Aksa´ya yöneldi ve namaza durdu. Peygamber efendimiz namaz kılarken Hacer-ül-Esved ile Rüknü Yemani´yi arasına alır ve öylece namaz kılardı. Öte yandan Kureyşliler de Ebu Cehil´in Peygamber efendimize ne yapacağını görmek için, kendi meclislerinde oturup beklemekteydiler. Peygamber efendimiz secdeye varınca, Ebu Cehil taşı eline alıp üzerine yürüdü. Yanına vardığında şaşkın, rengi sararmış ve ürkmüş bir durumda geri döndü. Elleri taşın üzerinde kurumuştu. Nihayet taşı elinden attı. Olup bitenleri seyretmek için gelen Kureyşliler Ebu cehil´in başına gelenleri gördüler ve ona “Neyin var ey Ebu Cehil !” dediler. Ebu Cehil: “Dün size söylediklerimi yapmak için Mu-hammed´in üzerine yürüdüm, ancak yanına yaklaştığımda yanı başında iri kıyım damızlık bir devenin durduğunu gördüm. Vallahi onun gibi iri başlı ve iri dişli bir deve görmemiştim. Niyeti beni yemekti.”
Bu naklettiğimiz haberleri güvenilir raviler, kuvvetler ve sahih senetlerle nakletmişlerdir. Her ne kadar bazı rivayetlerin senetlerinde zaaf bulunsa da, kuvvetli olanları zayıf olanlarına göre daha fazladır. Zaten bu konuda kuvvetli rivayetler bize yeterlidir. Biz bu eziyetlerin Peygamber efendimize Ebu Ta-lib´in vefatından sonra yapıldığı görüşünü ileri süren îbn Kesirdin görüşünü tercih ediyoruz. Her ne kadar bazı siyer ve hadis kitaplarında, rivayet edilen sahih senetlerle, bu olayların zamanları anlatılmamaktaysa da, bu vakıaların güvenilir raviler tarafından nakledildiği doğrulanmaktadır. Araştırıcı tarihçilerin, olayları, kendilerine münasip olan durumlarla bağlantılı kılmaları gereklidir. Bu eziyetler, Peygamber efendimizi himaye eden en yakın akrabası olan amcası Ebu Talib´in kalbine peygamber sevgisini ve himayesini ilham etmişti. Hayatı boyunca Peygamber efendimize tabi olmamış olsa da, yine ondan yardımını ve himayesini esirgememişti. Cenab-ı Allah da, hiçbir zaman peygamberini yardımsız ve desteksiz bırakmamış, onu düşmanları karşısında yok etmemişti.
Sevgi ile Birlikte Heybet
Cenab-ı Allah, Muhammed (sav) tarafından tebliğ edilen ri-saletini koruma altına almıştı. Bu risalet Peygamber efendimize bahşetmiş olduğu heybet sayesinde himaye edilmişti. Peygamber efendimiz şiddetli eziyetlere ve yapılan alaylara rağmen heybetini koruyarak îslam davetini ve risaletini korumuştu. Böylece Allah müşriklere, Peygamberini onların alay ve maskaralıklarıyla karşı karşıya bırakmayacağını hatırlatmıştı. Onların alayları ve nübüvvet makamına saldırıları karşısında Peygamber efendimizin caydırıcı ve kesin heybeti ortaya çıkmıştı. Bu hususta Peygamber efendimizin heybetinin büyüklügünü açıklayan iki olayı nakledeceğiz. Cenab-ı Allah ona verdiği sevgi ve rahmetin yanı sıra, büyük bir heybet de bağışlamıştı. Bu iki olayı şöylece Özetleyebiliriz:
1- Iraşlı adamın hikayesi: Muhammed bin îshak, Abdulme-lik bin ebi Süfyan es-Sekafî´den naklederek bu olayı şöyle anlatır:
“îraş´tan bir adam devesine binip Mekke-i Mükerreme´ye geldi. Devesini Ebu Cehil´e sattı. Fakat Ebu Cehil, devenin bedelini ödemeyi geciktirdi. îraşlı adanı Kureyşlilerin toplantı yerine gelip durdu. Resulullah (sav)da Kabe´nin bir tarafında otur-maktaydı. Kureyşlilere şöyle dedi: “Ey Kureyş topluluğu! Aranızda bana, Ebu Cehil´e karşı yardım edecek bir kimse yok mudur1 ! Ben garip ve yolcu bir adamım. Benim hakkımı yedi.” Orada oturanlar, Ebu CehiVin Peygamblerimize olan düşmanlığını bile bile, alay için ona, Peygamberimizi göstererek: “Şu oturan adamı görüyor musun Sen ona git! O, ondaki alacağını alıp sana verir” dediler. Adamcağız, Peygamber efendimizin yanına gidip durdu. Başına gelenleri ona anlattı. Peygamber efendimiz kalkıp onunla birlikte yola koyuldu. Kureyşliler, Peygamber efendimizin, kalkıp îraşlı adamla birlikte gittiğini görünce, yanlarındaki birine şöyle dediler: “Şunu takip et. Ne yaptığına bak, sonra gel bize anlat” Resulullah (sav) gidip Ebu CehiVin kapısını çaldı. Ebu Cehil, “Kim o ” diye sorunca Peygamber efendimiz, “Ben Muhammed bin Abdullah´ım! Dışarı çık” cevabını verdi. Ebu Cehil dışarı çıktı, ama yüzünde bir damla kan bile kalmamıştı. Rengi sapsarı olmuştu. Peygamber efendimiz, ona: “Bu adamın hakkını hemen öde” dedi. Ebu Cehil de: “Ayrılmayın hemen hakkını getirip Ödeyeceğim” dedi. İçeri girdi. Sonra adamın hakkını getirip ödedi. Bundan soura da Resulullah (sav) efendimiz oradan ayrıldı ve îraşlı adama: “Artık yoluna gidebilirsin” dedi. haslı adam da oradan ayrılıp Kureyşlilerin meclisine geldi ve şöyle dedi: “Allah bu adama hayır versin. Hakkımı alıp Ödedi.”Sonra Kureyşliler, takip için gönderdikleri adamın yanına geldiler ve ona “Yazıklar olsun sana neler gördün Anlat bakalım” dediler. Adam da şu cevabı verdi: “Tuhaf şeyler gördüm. Muhammed, Ebu CehiVin kapısını çalar çalmaz, o dışarıya çıktı. Ama adeta bir ölü gibiydi.Mu-hammed, ona: “Bu adamın hakkını öde!” deyince, Ebu Cehil içeriye girdi ve hemen hakkını getirip ödedi.”
Bir süre sonra Ebu Cehil de Kureyşiilerin toplantı yerine geldi. Orada bulunanlar şöyle dediler:
hazıklar olsun sana! Şimdiye kadar böyle bir iş yaptığını görmemiştik.´* Ebu Cehil de onlara şu karşılığı verdi: “Bu da ne demek1 Allah´a andolsun ki, Muhammed benim kapımı çalar çalmaz sesini duydum, ama içim korkuyla doldu. Hemen dışarı çıktım, yanıbaşında damızlık bir deve duruyordu. Daha önce öylesine iri başlı ve uzun boyunlu, büyük dişli bir deve görmemiştim. Allah´a andolsun ki ben; adamın hakkını Ödeme-seydim, o deve beni kesinlikle yiyecekti!”
Öncelikle bu olay, Peygamber efendimizin heybetini göstermektedir. Peygamber efendimiz hakkı yerine getirmek ve batılı altetmek istediği zaman bu heybetini kullanırdı. Ancak Allah´a davet yolunda bu heybetinden her zaman istifade etmezdi. Çünkü o, şefkatli ve merhametli bir kimseydi. Şefkat ve merhamet kalpleri inceltir. Heybet ise sürekli kullanıldığı takdirde nefisleri ürkütür ve helake sürükler. Risalet ise kalplerin sürekli olarak ısındırılmasmı ve yumuşak tutulmasını gerekli kılar. Cenab-ı Allah bir ayet-i kerimede Peygamber efendimize hitaben şöyle buyurmuştur:
“Allah´ın rahmeti sebebiyledir ki, sen onlara yumuşak dav-randın. Eğer kaba ve katı yürekli olsaydın, çevrenden dağılıp giderlerdi.” (Al-ı İmran 159)
ikinci olarak bu olay, insanların en beyinsizlerinin ve insanlara karşı en saldırgan olanlarının, onların hukuklarını hiçe sayanların, topluluk ortasında iken bile çok korkak olduklarını, tek başlarına kaldıkları zaman iyice ürkekleştiklerini, hasımla-rıyla yüzyüze geldiklerinde ise paniğe kapıl-dıklarını ispatlamaktadır. Nitekim eziyet ve cefa vermek hususunda aşırı giden yöneticiler, kendilerinin saldırılara hedef olduklarını hissettikleri zaman, çok korkar ve paniğe kapı-lırlar. Saldırganlık, korkaklıkla bir arada bulunmaz, diye bir şey yoktur. Aksine güçlü kimselerde bulunduğu zaman saldırganlık mutlaka beraberinde korkaklığı da getirir.
2- Abdullah bin Amr bin As´a sordum: “Kureyşlilerin Peygamber efendimize karşı düşmanlıklarını ortaya koyan en şiddetli eziyetlerine bir örnek gösterebilir misin ”
Bana şu cevabı verdi: “Günün birinde Kureyş müşriklerinin önde gelenleri, Kabe´nin yanında Hatim denen kısımda toplanmışlar, Resulullah (sav)den bahsediyorlardı. “Bu adama sabrettiğimiz kadar hiç kimseye sabrettiğimizi hatırlamıyoruz. Bu bizi horladı, atalarımıza sövdü, dinimizi kınadı, birliğimizi parçaladı, tanrılarımızı inkar etti. Artık bu adama karşı hüyük bir saldırının arifesindeyiz!” Onlar böyle konuşurlarken, Resulullah (sav) aniden çıkageldi. Kabe´ye doğru yürüdü. Hacerü´l-Esved´i istilam ederek tavafa başladı ve yanlarından geçti. Bu sırada ona bazı laflar attılar. Bunlardan duyduğu rahatsızlık Peygamber efendimizin mübarek yüzünden okunuyordu. Yine da yoluna devam etti. Tavafın ikinci turunda, yanlarından geçerken yine ona aynı laflar atıldı. Aynı şekilde, rahatsızlığı, mübarek yüzünden anlaşıldı. Fakat tavafına devam etti. Üçüncü turda yanlarından geçerken yine aynı laflar atılınca, Peygamber efendimiz dönüp onlara şöyle dedi: uEy Kureyş topluluğu! Duyuyor musunuz Şunu iyi bilin ki, canımı elinde bulunduran Allah´a andolsun ki, ben size ölümü getirdim!”
Böyle dedikten sonra onlara tehdikar sözler sarfetti. Orada bulunanlardan hiçbiri başını kaldırıp ona cevap veremedi. Sanki başlarının üzerinde bir kuş vardı ve onlar bu kuşu ürkütüp uçurmamak için öylece hareketsiz kalakalmışlardı. Hatta aralarında Peygamber efendimize karşı daha önceleri en şiddetli eziyetlerde bulunanları bile ona şefkat ve merhametle yönelerek şöyle dedi: “Ey Eba Kasım! Sen doğruca yoluna git. Çünkü sen doğru yolda olan bir insansın. Cahil biri değilsin!”
Bundan sonra Resulullah (sav) efendimiz oradan ayrıldı. Ertesi gün yine Kureyşliler Hatim denen yerde toplandılar. Ben de onlarla birlikteydim. Birbirlerine şöyle dediler: “Dün Mu-hammed´e yaptıklarınızı ve onun bize yaptıklarını hatırlıyorsunuz. O size hoşunuza gitmeyen sözleri söyledi ve siz ona ilişmediniz!”
Bunları söylerken Resulullah (sav) efendimiz yine çıkageldi. Orada bulunanlar topluca ona saldırdılar etrafını kuşatıp şöyle dediler: “Dün şöyle şöyle diyen sendin, değil mi !” Peygamber efendimiz onların tanrılarını ve dinlerini kötülediği için çok alınmışlardı. Resulullah (sav) efendimiz de onlara şu cevabı verdi: “Evet, bu sözleri söyleyen benim!” Bu söz üzerine Kureyşli müşriklerden biri Peygamber efendimizin yakasına sarıldı. Ebu Bekir araya girip şöyle dedi: “Rabbim Allah´tır, dediği için mi bir adamı öldürüyorsunuz Yazıklar olsun size!” Ebu Bekir´in böyle demesinden sonra Kureyşliler ondan ayrıldılar ve yollarına gittiler. Doğrusu ben, Kureyşliler´in ona yaptıkları en büyük eziyetin bu olduğunu görmüştüm.”
Bu olay da Peygamber Efendimizin heybetli ve medeni cesaret sahibi bir insan olduğunu ispatlamaktadır.
Onun heybetli oluşu, bu olaydan sonra da müşriklerin kendisine saldırıda bulunmalarına engel olamamıştır. Çünkü heybet, ilk darbeden sonra kendini gösterir. Nitekim Kureyşli müşrikler, kendisine sataştıkları zaman, onlara karşı durmuş ve gerekli cevabı vermiş ve yüreklerine korku salmıştı. Peygamber efendimizin, heybetiyle onlara karşı direnmesi ve ilk darbelerini savması müşrikleri tedbir zorunda bırakmıştı. Ertesi gün gelip bu tedbir ve planlarını uygulamışlar, yakasına sarılmışlardı. Bu da Peygamber efendimizin heybetsiz olduğunu göstermez. O kararını verdiği zaman müşrik düşmanlarına karşı cephe almış ve mukavemette bulunmuştu.
Şimdi de, Peygamber efendimizden aşağı derecede bulunan bazı şahsiyetlerin heybetlerim anlatalım.
Hz. Ömer (ra) da heybet sahibi kimselerdendi. Onun heybeti, suikastlara karşı tedbir almasına engel olmuyordu. Müşrik düşmanları, ondan adeta ürküyorlardı. Bu sebeple onu Öldürmeyi planlamışlardı. Özellikle iki kişi, kendilerini onu öldürmeye adamışlardı. Hz. Ömer´in heybeti düşmanlarının ona karşı suikast planları hazırlamalarına engel olamamıştı. Aynı şekilde Peygamber (sav) efendimiz de heybetli olduğu halde, Allah onu Kureyşliler´den ve kötü kimselerin şerlerinden korumuştu. Ona verdiği nefis ve azim gücü sayesinde Peygamber efendimiz, düşmanlarından korunmuştu. –