Birinci Akabe Biati
Muhammedi davetin yankıları, Medine´nin her tarafında duyulmuştu. Ona sahip olma şerefini paylaşmayan veya cahili taassupla ona destek olanların tartışması şeklinde değil de; hakkı taleb eden ve can kulağıyla dinleyenlerin müzakere edişleri şeklinde bu davet üzerinde konuşuyorlardı. Ona icabet etmekle, kendilerini bölüp parçalayan ve sürekli savaşmalarına sebep olan tefrikanın yok olacağını umuyorlardı. Bütün bunların ötesinde onlar, bu davete icabet etmekle, Yahudilere karşı üstünlük sağlamak istiyorlardı. Yahudiler, gelecek peygamberin ehl-i kitab ile beraber olacağını söyleyerek Medineli putperestlere meydan okuyor ve onları korkutuyorlardı.İşte bu nedenle Medi-neliler Yahudilerden önce Peygamber efendimize koşmuşlardı. Aslında onlar hakka koşmuyorlardı. Ondan başka istedikleri birşey yoktu.
Birinci Akabe biatından sonraki Hac mevsimi gelmişti. Peygamber efendimizin huzurunda hayır, güvenlik ve esenlik bulacaklarını ümid etmiş ve böyle bir anlayışa sahib olmuşlardı. Bu mevsimde de Evs ve Hazrec kabilelerinden oniki kişi gelmişti. Bunlar sadece Hac ibadeti için değil, aynı zamanda Hz. Mu-hammed (sav) ile görüşmek, onun davetine katıldıklarını bildirmek için gelmişlerdi. Kendi adlarına ^ve kendilerini temsilci olarak gönderen kabilelerinin adına Peygamber efendimize teminat verdiler.
Rivayete göre Ubade bin Samit şöyle demiştir: “îlk Akabe biatinde hazır bulunanlardan biri de bendim. Oniki kişiydik. Rasulullah (sav)´e biat ettik. Bu biat, islam´ın içtimai ve ailevi ilişkilerle ilgili hükümlerinin açıklanmasıydı. Bu hükümleri yerine getirme hususunda Rasulullah, biate katılanlardan söz aldı.” Bu, îslam´ın tevhid akidesini ve bu akeideye dayalı ibadetlerin bir cüz u idi. Bu biatin metninden bahseden Ubade bin Samit şöyle demiştir:
“ilk Akabe gecesinde Allah´a ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak zina etmemek, çocuklarımızı öldürmemek, kendiliğimizden uyduracağımız yalan dolanlarla hiç kimseye iftira etmemek iyi şeylerde kendisine isyan etmemek üzere Rasulullah (sav)´e biat ettik.
Buna karşı Rasulullah da bize şöyle dedi:
“Eğer bu şartları yerine getirirseniz size cennet vardır. Ama bu (suç) lardan birini işler ve dünyadayken cezasını çekerseniz, bu ceza sizin için bir kurtuluş olur. Ama bu suçunuz kıyamete dek saklı kalırsa, işiniz Allah´a kalmış olur. Dilerse azab eder, dilerse bağışlar.”
Hafız îbn Kesir der ki: Bu hadis, Ibn Şihab ez-Zühri yoluyla Buhari ve Müslim´in “Sahih´leriyle diğer hadis kitaplarında nakledilmiştir. Bu biatin, üzerinde ihtilaf edilmeyen bazı İsla-mi yükümlülükleri açıklamak için yapılmış olduğu görüşündeyiz. Yoksa Peygamber efendimizi himaye etmek ve ona yardımcı olmak maksadıyla yapılmış olduğu görüşünde değiliz. Çünkü o esnada peygamber efendimiz, Medine´ye hicret etme kararını vermemişti. Hicret etmesi için emir veya vahiy de gelmemişti. Ayrıca o, iman taahhüdünü almadan önce, yardım ve destek taahhüdünü al-mıyordu. Bu biatte Medinelilerin yaptıkları taah-hüd, himaye taahhüdü değil, destek verme ve islam uğruna savaşma taahhüdü idi. Bu da ancak iman kelimesini ve hakkını sağlama aldıktan sonra alınacak bir taahhüd idi.
Siyer yazarlarının çoğu, bu biate, ´kadınlar biati´ adını vermişlerdir. Bu adın, biat vaktinde verildiğini sanmıyoruz. Ancak vakti ve konusu değişik de olsa, kadınlarla ilgili hükümler hususunda Peygamber efendimizin kadınlarla yapmış olduğu biate benzerliğinden dolayı bu ad, daha sonraları bu biate ad olarak verilmiştir. Oysa bunlardan biri erkeklerle, diğeri kadınlarla yapılmış bir biattir. Bu birinci Akabe biati, hüküm açısından kadın ve erkekler için aynıdır. Kadınlarla yapılan biatin metni, Kur´an-ı kerim´de de anlatıldığı gibi, şöyledir:
“Ey Peygamber! İnanmış kadınlar sana gelip Allah´a hiçbir şeyi ortak koşmamaları, hırsızlık etmemeleri, zina yapmamaları, çocuklarını öldürmemeleri, elleriyle ayakları arasında bir iftira uydurup getirmemeleri, iyi bir işte sana karşı gelmemeleri hususunda biat ederlerse, onların biatlerini al ve onlar için Allah´tan mağfiret dile. Şüphesiz Allah, çok bağışlayan, çok esirgeyendir. ” (Mumtehine: 12)
Mus´ab Bin Umeyr
îlk Akabe biatine katılanlar, Allah´ın bereketi ve iman nimeti ile birlikte Medine´ye döndüler. Peygamber efendimiz onlarla birlikte Mus´ab bin Umeyr´i de Medine´ye gönderdi. Mus´ab ile Peygamber efendimizin nesebi, Kusayy´da birleşiyordu. Soy kütüğü şöyledir: Mus´ab bin Umeyr bin Haşim bin Abd-i Menaf bin Abd-id-Dar bin Kusayy.
Peygamber efendimiz, iman etmemiş olanları Allah´a inanmaya davet etmesi, onlara İslam´ı öğretmesi, dini konularda onları aydınlatması ve kendilerine Kur´an-ı Kerim okuması için Mus´ab´ı Medine´ye gönderdi.
Beyhaki´nin Amr bin Katade´den naklettiğine göre, Rasulul-lah (sav), kendilerine bir adam göndermesi için Medinejilerin yazmış oldukları mektup üzerine , Mus´ab´ı Medine´ye gönderdi. Musa bin Ukbe de bunu böyle anlatır.[1]
Bizim tercih ettiğimiz görüşe göre, Medinelilere İslam´ı öğretmesi ve Kur´an-ı Kerim´i okuması için Mus´ab´ı seçip gönderen, Pegamber efendimizin kendisidir. Allah ve Rasulunun çağrısına icabet edenlere, risalet sahibinin bir öğretici göndermek-sizin onları kendi hallerine terketmesi doğru olmazdı. Bu hususta Peygamber efendimize onlar da mektup yazmış olabilirler. Böylece onların arzularıyla Peygamber efendimizin kararı aynı noktada birleşmiş oluyordu. Mus´ab bin Umeyr Medine´ye giderek Medineliler´e tslami esasları Öğretmeye başladı. İbadetler hakkında bilgi verdi. Onlara Kur´an-ı Kerim okudu, okuttu. Bu sebeple Medine´de “okutucu” unvanını aldı.
Medine´ye vardığında Esad bin Zürare´nin misafiri oldu. Es´ad, Medineli müslümanlara namaz kıldırıp imamlık ediyordu. Çünkü îslamiyeti ve Kur´an´ı onlardan daha iyi biliyordu. Ancak Mus´abı onlara öğretmenlik yapmak için Medine´ye gelmişti. O öğretmen, onlar da öğrenci durumundaydılar. O, risa-letin sahibi Rasulullah´m elçisiydi. Onun naibiydi. Naib, kendisine niyabet verenden yetki ve kuvvet alır. Mus´ab´ın imamlık için öne geçirilmesi hususunda raviler bir başka sebep daha anlatırlar. Bu da ilk asabiyetten kaynaklanıyordu. Şöyle ki: Evsliler, bir Hazreçli´nin kendilerine imamlık etmesini, Hazreç-liler de bir Evsli´nin kendilerine imamlık etmesini istemiyorlardı. Sonuçta Mus´ab´ın kendilerine imamlık etmesi hususunda-her iki kabile anlaştılar. Bize göre ilk iki sebep, Mus´ab´ın imamlık etmesi için yeterliydi. Rasulullah (sav)´e layık olan da buydu. İmamlığı Mus´ab ile Esad îbn Zürare´nin nöbetleşe yaptıkları da rivayet edilir.
Medine-i Münevvere´de Kılınan İlk Cuma
Bu, İbn Hişam´m “Siret´inden aldığımız bir başlıktır. Bu konuda îbn îshak´ın rivayetine dayanarak, bu biat ve Medineli kabilelerle yapılan görüşmenin Isra ve Miraç hadisesinden sonra meydana geldiğini söyleyebiliriz. Miraç´ta beş vakit namaz farz kılınmıştı. Cuma namazı, öğle namazının yerine geçiyordu ki, o da beş vakit namazdan biriydi. İslamiyet´in yayılmasından ve genişleme yoluna girmesinden sonra, Medine´de Cuma namazının kılınması gerekiyordu. Çünkü artık orası İslami bir şehir olmuştu ve müslümanlar orada cam ve inanç bakımından enmiyette bulunuyordu. Peygamber efendimizin îslami biçimde aradığı güven ve istikrarın bulunduğu yerde Cuma namazı kılınır.
Mus´ab bin Umeyr´i evinde ağırlayan Esad bin Zürare, Mus´ab´ı da yanına alarak Medine´nin Baki mmtıkasındaki Beni Beyaze oğullarının yaşadıkları Harre´deki Cebel-i Hezm en-Nebit´e gittiler. Gittikleri yere Bakiül-Hadmat deniyordu. Orada cuma namazı için toplananların sayısı kırkı bulmuştu.
îbn îshak´ın Ebu Ümme´den ve onun Abdurrahman bin Ka´b bin Malik´ten rivayet ettiğine göre, Abdurrahman bin Ka´b bin Malik, babası Malik´in gözü. kör olduğu zaman şöyle demiştir:
“Malik´i cuma namazına götürdüğümde o, ezan sesini duyunca, Ebu Umame (Esad bin Zürare)´ye dua edip istiğfarda bulundu. Bir süre böylece bekledim. Her cuma ezanını duydukça mutlaka ona dua edip. istiğfarda bulunurdu. Kendi kendime dedim ki: Vallahi bu iş beni rahatsız etti. Cuma ezanını her duydukça Ebu Umame (Esad bin Zürare)ye niçin dua edip istiğfarda bulunduğunu mutlaka kendisine sormalıyım. Her zamanki gibi, yine bir cuma günü, elinden tutup onu namaza götürdüm. Cuma ezanını duyunca, yine Ebu Ümame´ye dua edip, onun için istiğfarda bulundu. Dedim ki: “Babacığım neyin var Her cuma ezanını duydukça Ebu Ümame´ye neden dua ediyorsun ” Bana cevaben dedi ki: “Ey oğlum Medine´de Bakiül Had-mat denen yerde bize ilk Cuma namazını ö kıldırdı.” O zaman kaç kişiydiniz diye sorunca, kırk kişi olduklarını söyledi.”[2]
Neccar oğullarından Esad bin Zürare ile Mus´ab bin Umeyr namaz kıldırmakla yetinmediler, îslamı Medine içinde yaymaya da başladılar.
îbn îshak´ın “Siref´inde ve îbn Kesir´in “el-Bidaye ve´n-Niha-ye”sinde anlatıldığına göre, Esad ile Mus´ab, ensar arasında anlı şanlı kabileler olan Eşharoğullarıyla zafer oğullarını İslam´a davet etmeye başladılar. “el-Bidaye ve´n-Nihaye” adlı eserde deniliyor ki: “Günlerden bir gün Esad bin Zürare, teyzesi oğlu Sa´d bin Muaz´la birlikte zafer oğullarına ait bir bostana girdiler. Müslümanlığı kabul etmiş kimseler de orada toplandılar. O zaman Sa´d bin Muaz ile Üseyd bin Hudayr, Abdüleşhel oğullan kabilesinden olup her ikisi de kavimlerinin eski dini üzerinde ısrar e.den müşrik kimselerdi. Sa´d, Üseyd´e dedi ki: aNe duruyorsun be adam! mahallemize gelip beyinsizlerimizi ve zayıf akıllılarımızı yoldan çıkaracak ola. t şu adamları kov. Bir daha buralara gelmesinler diye onları tehdit et!” Üseyd bin Hudayr mızrağını alıp Es´ad ile Mus´ab´m yanına gitti. Es´ad bin Zürare, Üseyd´in gelmekte olduğunu görünce, Mus´ab´a: “Bu, kavminin efendisi dedi. Üseyd de sövüp sayarak geldi. Tepelerine dikildi ve şöyle dedi: “Buraya niçin geldiniz Zayıf akıllılarımızı yoldan çıkarmak için mi Eğer canınıza ihtiyacınız varsa hemen benden uzaklasın ”
Orada bulunan bir köle şöyle dedi: “Gariplere özgü bir korkaklıkla, batıl şeyler ileri sürülerek zayıf akıllılarımızı yoldan çıkarmak ve onları batıla davet etmek için mi buraya geldin ”
Mus´ab, Üseyd´e dedi ki: “Oturup söylediklerimi dinlesen olmaz mı Eğer hoşuna giden bir şey olursa kabul ersin. Hoşuna gitmezse, uzak durursun.” Üseyd, “Peki, seni dinliyorum” dedi. Sonra da mızrağını yere saplayıp oturdu. Mus´ab ona İslam´ı anlattı ve Kur´an-ı Kerim okudu. Mus´ab ile Esad derler ki: “Konuşmaya başlamadan önce yüzünde iman aydınlığı ve belirtileri parlamaya başladı. Onun yüzünde İslam´ın emarelerini gördük.”
Üseyd: “Bu, ne kadar güzel, ne kadar iyi bir söz! Siz bu dine girmek istediğiniz zaman ne yapmıştınız ” dedi. Onlar da: “Yıkanıp temizlen. Elbiselerini temizle. Sonra hak şehadette bulunup namaz kıl” dediler. Dediklerini yaptı. Sonra onlara şöyle dedi: “Arkamda bir adam bıraktım. Eğer o size tabi olursa, kavminden hiç kimse bu davetinizden geri kalmaz, hepsi koşup davetinize icabet ederler. Sizleri ona göndereceğim. O, Sa´d bin Muaz´dır.”Böyle dedikten sonra mızrağını alıp, kavmiyle birlikte toplantı halinde bulunan Sa´d bin Muaz´ın yanına giti. Sa´d, onun kendilerine doğru gelmekte olduğunu görünce, yanındakilere: “Allah´a yemin ederim ki Üseyd, yanımızdan ayrılırken ki halinden ayrı, bambaşka bir yüzle dönüyor!” dedi.
Üseyd, meclise gelip durunca Sa´d, ona: “Ne yaptın baka-, hm ” diye sordu. O da şu cevabı verdi: “Her iki adamla da konuştum. Vallahi onlardan bir zarar görmedim. Bununla beraber onları menettim. Onlar da, bana”Senin arzu ettiğini yaparız” dediler. Harise oğullarının, Es´ad bin Zürare´yi -halan oğlu olduğunu bildikleri halde- seni küçük düşürmek için ahid-lerini bozarak öldürmeye kalkıştıklarını da haber aldım.
Sa´d bin Muaz, Harise oğullarının adı anılınca, kızgın ve telaşlı bir halde yerinden fırladı. Üseyd´in mızrağını eline aldı. Sonra Üseyd´e: “Vallahi sende beni tatmin edecek bir şey görmedim!” dedi. Es´ad´la Mus´ab´in yanına vardı. Onları telaşsız ve sakin bir halde görünce, Üseyd´in, bunlardan kendisine bir şeyler dinletmek istediğini anladı. Sövüp sayarak önünde duran Es´ad bin Zürare´ye: “Ey Ebu Ümame! Eğer benimle senin aranda bir akrabalık olmasaydı, benden bu iyiliği görmez, bizim hoşlanmadığımız birşeyi mahallemizde kolay kolay yapma imkanını bulamazdın!” dedi. Es´ad bin Zürare de Mus´ab´a: aEy Mus´ab! Vallahi sana ulu bir zat geldi. Eğer bu sana uyarsa, arkasında bulunan kavminden iki kişi bile kendisine karşı gelmez ve kendisinden ayrılmaz!” dedi. Mus´ab da, Sa´d bin Muaz´a şöyle dedi: “Biraz otursan da söyleyeceklerimi dinlesen olmaz mı Söylediklerimi beğenirsen kabul edersin. Beğenmezsen, biz de hoşlanmadığın şeyi sana teklif etmekten vazgeçer, yanından ayrılıp gideriz”
Sa´d bin Muaz, “yerinde bir söz söyledin” dedi, sonra mızrağını yere dikip yanlarnina oturdu. Mus´ab ona İslam´ı anlattı ve Kur´an-ı Kerim okudu. Musa bin Ukbe´nin anlattğına göre, ona Zuhruf suresinin baş tarafını okudu:
“Ha mim. Apaçık kitaba andolsun ki Biz, düşünüp anlamanız için onu arapça bir Kur´an yaptık. O, katımızda bulunan ana kitapta (Levh-i Mahfuzda)dır. Şanı yücedir, hikmetle doludur. Siz, haddi aşan bir kavim oldunuz diye, o ihtarı size göndermekten vaz mı geçelim Biz önce gelenlere nice peygam-ber(ler) gönderdik.” (Zuhruf: 1-6)
Okunan Kur´an´ı dinledikten sonra Sa´d´ın yüzünde îman belirtileri görünmeye başlamıştı. Sonra Mus´ab´la Esad´a: “Siz bu dine girerken neler yapmıştınız ” diye sordu. Onlar da: “Yıkanıp temizlen, elbiselerini temizle, sonra hak şehadetini getir” dediler. Söylenenleri yaptıktan sonra mızrağını alıp kavminin toplandığı yere döndü. Onun kendilerine gelmekte olduğunu gören kavmi, birbirlerine şöyle dediler: “Vallahi Sa´d, bizden ayrılırken ki halinden ayrı, bambaşka bir yüzle geri dönüyor!” Yanlarına gelince dikilip durdu ve onları islam´a davet ederek şöyle dedi:
“Ey Abdül-Eşhel oğulları! Benim, aranızdaki durumumu nasıl bilirsiniz ” Onlar da: “Sen bizim efendimizsin. Görüş ve düşünce bakımından en üstünümüz ve en iyi olanımızsın!” dediler. Bunun üzerine Sa´d bin Muaz: “Siz Allah´a ve Rasulüne iman edinceye kadar, erkek ve kadınlarınızla konuşmak bana haram olsun!” dedi.”[3]
Mus´ab, Es´ad bin Zürare ve Sa´d bin Muaz, Es´ad´ın evinde toplandılar ve halkı İslam´a davet etmeye başladılar. Bunun sonucunda İslamiyet Medine´de yayıldı. Erkeği ve kadınıyla Eş-hel oğulları kabilesi, tümüyle İslam´a girdi.
Mus´ab bin Umeyr ile Es´ad bin Zürare´nin îslami propagandalarından uzun uzadıya bahsetmiş, liderlerle büyükler arasında geçen karşılıklı konuşmaları nakletmiştik. Büyük adamların ağızlarından çıkan kelimeler dinlendiğinde, bu kelimeler onların durum ve şahsiyetlerini tasvir ederler. Onlar, yapılan diyalog sonucunda hakka kulak veriyor ve tereddüt etmeden hakka tabi oluyorlardı. Bu da onların kalplerinin saflığını ispatlar. Nefisler, şeref çekişmelerinden ve rekabetlerinden uzak kaldıkları takdirde, selim bir kalb ile hakka yönelirler, hakkın, kalplerine girmesinde aceleci davranırlar. Onlar hakka uydukları takdirde kendilerini savaşa sürüklemiş ve gırtlaklarına kadar içine gömülmüş oldukları tefrikadan kurtulacaklarını hissetmişlerdi. Bütün bu anlatılanların üstünde onlara, Muhammedi davetin harika haberleri ulaşmıştı. Yahudiler, bu davetin sahibinin, Medinelilere karşı kendilerine destek olacağını ve bu sayede Medinelileri altedeceklerini söyleyerek kendilerini tehdit ediyorlardı.
İkinci Akabe Biati
Peygamber efendimizle Hazreçliler arasında yapılan görüşmeden sonra Birinci Akabe biati yapılmıştı. Bu gurup aracılığıyla İslam bütün Medine´ye duyurulmuştu. Rasulullah´m şehri ve erdemli bir şehir olması için Cenab-ı Allah, Medine´yi hazırlamıştı.
Birinci Akabe biatinde îslami esaslar öğretilmiş, guruptaki adamlar, bu esaslar üzerine peygamber efendimize biatte bulunmuşlardı. Bu biat, Peygamber efendimizin onlardan aldığı bir söz olmuştu.
îslamiyetin Medine´de yayılmasından sonra İkinci Akabe biati yapılmıştı. Bu biat, hicret ve Medine´ye intikal için zemin hazırlama niteliğindeydi. Öyle anlaşılıyor ki, bu biat, Peygamber efendimizin Medine´ye gelişinden önceki en son hac mevsiminde gerçekleşmiştir. Birinci Akabe biati ise, bundan önceki hac mevsiminde gerçekleşmiştir. Bu nedenle ikincisinde Medi-neliler, Peygamber efendimizi koruyup himaye etmek üzere biatte bulunmuşlardır. Öyle anlaşılıyor ki, Peygamber efendimizin Medinelilerle buluşması haberi, gizliden gizliye Kureyşlile-re sızıyordu. Peygamber efendimiz, kendisim korumaları için kabilelere öneride bulunurken, onlar da önlemlerini almaya çabalıyorlardı. Muhammedi davetin Mekke´den çıkıp diğer beldelere yayılmasından korkuyorlardı. Başka beldelerin bu davete icabet edeceklerinden ve Peygamberin bunlardan yardım isteyerek müşriklere karşı güçleneceğinden endişeleniyorlardı.
Ebu Cehil ile Ebu Leheb´in sırasıyla Peygamber efendimizi takib edip davetini kösteklemeye nasıl çalıştıklarını görmüştük. Bu sebeple beraberlerinde Evs ve Hazreç kabilesinden bazı müslümanlarla ve İslam´ın aydınlığından nasiplenmemiş olup henüz küfürlerini devam ettiren bazı putperestlerle birlikte Mus´ab bin Umeyr ve Es´ad bin Zürare Medine´ye geldiklerinde; Peygamber efendimizle görüşmeleri için Ebu Cehil ile Ebu Leheb´in yapmadıkları engelleme kalmamıştı. Medine´den gelenlerin beraberinde, Abdullah bin Übeyy bin Sehl gibi kalpleri İslam´dan uzaklaşmış kimseler de vardı. Abdullah bin Übeyy´i, İslam´a olan Öfkesi yeyip bitirmişti. Daha sonra Medine´de münafıklığın başı olan bu adam müslümanlarm arasında sürekli fitne sokuyordu. Fırsat buldukça fitne ateşini körüklüyordu.
Peygamber (sav), iki bakımdan tedbir alıyordu:
1- Arkalarında, kendilerinden gizli bir şeylerin döndüğünü hisseden Kureyşliler´e karşı Kureyşlilerin casuslarının kendisini sürekli izlediklerini görüyordu. Öyle ki, Akabe´de Evs ve Hazreç heyetiyle görüşürken onlara: “Sözcünüz konuşsun ve konuşmayı uzatmasın. Çünkü müşriklerin casusları sizi gözlüyorlar. Yaptıklarınızdan haberdar olurlarsa, işi ifşa ederler!” demişti.
2- Evsli ve Hazreçli müslümanlarla beraber bulunan müşriklere karşı Peygamber efendimiz müşrikleri, hem de Medineli bu iman heyetiyle beraber bulunan müşrikleri kapsamına alıyordu. Bu nedenle, Medine´den geldiklerinde hemen değil, fakat bir süre sonra bu heyetle görüşmüştü. Mina günlerinde görüşmek üzere randevu vermişti. İlk görüşmesinde kendilerinden biat almamıştı.
îbn İshak, Ka´b bin Malik´in şöyle dediğini rivayet eder: “Haccetmek için Medine´den çıkıp Mekke´ye gittik. Rasulullah (sav) ile teşrik günlerinin ortalarında Akabede buluşmak üzere sözleştik. Hac ibadetimizi eda ettikten sonra, buluşma gecemiz gelip çattı. Kavmimizin içinde bulunan müşriklerden gizleniyorduk. O gece kafilemizin ve yüklerimizin arasında uyuduk. Gecenin üçte biri geçtikten sonra Rasulullah (sav) ile buluşma yerine gitmek için, bulunduğumuz yerden çıktık. Bağırtlak kuşu gibi gizlice sıvışarak yola koyulduk. Nihayet Akabede toplandık. Yetmiş üç erkektik. Beraberimizde iki kadın da vardı.”
Bu, Ka´b bin Malik´in rivayetidir. Başka bir rivayete göre yetmiş kişiydiler. Beraberlerinde iki de kadın vardı.
Peygamber efendimiz belirlenen yerde ve tayin edilen zamanda onlarla görüştü. Bu görüşmede, beraberinde amcası Ab-bas da vardı. O, henüz kendi kavminin dinindeydi. Ancak Peygamber efendimize yardım edileceğinden emin olmak ve yeğenini teslim edeceği kişileri tanımak için bu görüşmede yanında hazır bulunmuştu. Bu görüşme esnasında şöyle demişti:
“Ey Hazreç topluluğu! Bilirsiniz ki, Muhammed bizdendir. Biz onu, bizim inanç ve kanaatimizdeki kavmimize karşı koruduk. O, kendi kavmi arasında onurlu ve beldesinde de himaye altındadır. Ancak o, size katılmak ve yanınızda yer almak istiyor. Eğer sizi davet ettiği hususlara tam uyacak muhaliflerine karşı onu koruyacaksanız, aranızda iyice görüşüp konuşarak kararınızı verin. Sonradan onu düşmanlarına teslim edecek ve yardımsız bırakacaksanız, onu şimdi bırakın. Çünkü o, kavmi arasında onurlu ve beldesinde de himaye altındadır!”
Bu esnada EvslilerleMazreçlilerin sözcüsü konuşmaya başladı: “Söylediklerini işittik, ey Abbas. Şimdi de sen konuş ya Rasulullah. Kendin ve Rabbin için arzu ettiğin ahdi al.”
Rasulullah (sav) söze başladı. İnsanları Allah´a inanmaya davet etti. Aralarında oniki temsilci seçmelerini emretti. Temsilcilerheçtiler.
Biat
Bu, ikinci biatti. Bu konuda birbirini teyid eden rivayetlerde de anlatıldığı gibi, bu biat iki kısma ayrılmıştır:
1- Biatin birinci kısmı, îslami esasları pekiştirmek için yapılmıştır. Bu kısımla ilgili olarak imam Ahmed bin Hanbel şöyle bir rivayette bulunmuştur: “Bu biate katılanlara, biat esnasında Peygamber (sav) şöyle demişti: “Tasada ve kıvançta (emri) dinleyip itaat etmek, darlık ve genişlikte infakta bulunmak, iyiliği emredip kötülüğü yasaklamak, kınayıcıların kınamasından korkmaksızın Allah için gerekeni söylemek üzere biat ediyorsunuz, (etmelisiniz)!”
2- Biatin ikinci kısmı da Peygamber efendimize yardım etmeye ve onu korumaya mahsustu.
îbn îshak Ebu Umame (Es´ad bin Zürare)nin Peygamber efendimize şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Ya´Muhammedi Rabbin için dilediğini iste. Sonra da yaptığımız takdirde Allah´ın bize vereceği sevabı ve senin vereceğin mükafatı bildir.”
Resulullah (sav) buyurdu ki: “Rabbim için sizden, kendisine kulluk etmenizi, O´na hiç bir şeyi ortak koşmamanızı istiyorum. Kendim ve ashabım için de bizi barındırmanızı, bize yardım etmenizi ve kendinizi koruduğunuz gibi, bizi de korumanızı istiyorum.”
Yine îmam Ahmed bin Hanbel, Ubade bin Samit´in şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Kıvançta ve tasada Rasulullah´ın sözünü dinleyip itaat etmek, darlık ve genişlikte malımızı Allah yolunda sarfetmek, iyiliği emredip kötülüğü yasaklamak, kınayıcıların kınamalarından çekinmeden Allah için söylenmesi gerekeni söylemek, Medine´ye geldiği takdirde Rasulullah´ı; kendimizi, eşlerimizi ve çocuklarımızı koruduğumuz gibi korumak üzere Rasulullah ´a biat ettik.”
Bunlar, biatin lafız ve anlamlarıyla ilgili değişik rivayetler olup aralarında herhangi bir ihtilaf yoktur. Aksine birbirlerini tamamlamaktadırlar. Bir rivayetteki bazı ifade eksikliklerini diğer rivayet tamamlamaktadır.
Biat sonucunda Peygamber efendimiz, “Aldım ve verdim” demişti. Onlardan Allah´ı birleme, Rasulullah´ın buyruğuna ia-at etme, iyiliği emredip kötülüğü yasaklama ahdini almış; buna karşılık onlara cennet va´dini vermişti.
Rablerini şahit göstererek Peygamber (sav)´i barındıracakları ve ona yardım edecekleri konusunda söz verdiler. Bu biate katılanların bazıları, bu yardım vaadinin kendilerine yükleyeceği sorumlulukları diğerlerine açıklanmışlardı. Biatleşmeden önce veya biat esnasında kendi aralarında yaptıkları konuşmaların bir kısmını nakletmekte fayda olduğunu sanıyorum:
Salim bin Avf kabilesinden Abbas bin Ubade bin fadle el-En-sari, “Bu adama hangi hususlar üzerine biat ettiğinizi biliyor musunuz ” diye sormuştu. Onlar, “evet” deyince, bu defa kendisi şöyle demişti: “Siz ona, insanların siyah ve kırmızılarına (araplara ve acemlere) karşı savaşmak üzere biat etmiş oluyorsunuz. Eğer onu bir felaket dolayısıyla mallarınız azaldığı, eşrafınız öldürüldüğü zaman, düşmanlarına teslim edecekseniz, hemen şimdi bu işten vazgeçin. Söz verip de yerine getirmeyecek olursanız, vallahi bu, dünyada da, ahirette de rüsvaylık olur. Eğer onun davet ettiği şeyi yerine getirmeyi göze alıyorsanız ve mallarınız azaldğı, eşrafınız öldürüldüğü zaman bile onu tuta-caksanız bu, vallahi dünyada da ahirette de hayırlıdır.” ^
Medineliler: “Mallarımız azalsa da, eşrafımız öldürülse de onu tutacağız!” dediler.
Medineli heyetin temsilcilerinden Bera´ bin Ma´rur, Peygamber efendimizin, kadınlarım ve çocuklarını korudukları gibi, kendisini de korumalarını isteyişine cevaben şöyle demişti: “Evet, seni hak ile gönderen Allah´a andolsun ki, seni korumamız gereken şeyleri koruduğumuz gibi koruruz. Uzat elini de sana biat edelim ya Resulullah. Allah´a andolsun ki biz, savaş çocuklarıyız (savaşçı bir milletiz) Bu özelliği atadan, dededen miras olarak devraldık.” Ebü´l-Heysem bin Tihan araya girerek söze başladı ve şöyle dedi: “Ya Rasulullah, Yahudilerle aramızda bağlar vardır. Sana biat etmekle bu bağları koparmış oluyoruz. Seninle biatleşir de sonra Allah sana güç verip seni yüceltince kavmine dönüp bizi terkedersen halimiz nice olur ” Ebü´l Heysem´in bu sözü karşısında Rasulullah (sav) gülümsedi ve sonra şöyle buyurdu: “Siz kanınızı akıtırsanız, ben de sizinle beraber kanımı akıtırım. Sizin hürmetiniz benim de hürmetimdir. Ben sizdenim; siz de bendensiniz. Savaştığımız kimselerle ben de savaşırım. Barıştığınız kimselerle ben de barışırım.” ´Sizin hürmetiniz benim de hürmetimdir1 sözünden kastedilen mana şudur: Sizin zimmetiniz benim zimmetim, sizin savaşınız benim savaşımdır. Biat tamamlandıktan sonra Rasulullah (sav) şöyle buyurmuştu: “Havarilerin, karşı kavimlerine Meryem oğlu İsa´ya kefil oldukları gibi, siz de sizden başkalarının kefillerisiniz. Ben de kavmimin (muhacir Mekke-lilerin) kefiliyim.”
Böylece biat tamamlanmış oldu. Bu, hicretin ilanı idi. Bu hicretin temel nedeni, Peygamber efendimizin himaye altına alınmasıydı. Ensar, bu biate şiddetli bir cesaret ve bahadırlıkla bağlanmış; bir kısmı biatin gereklerinin derhal yerine getirilmesini ve evlerinin içindeyken Kureyşlilere baskın yapıp savaşmak istemişlerdi. Abbas bin Fadle: “Ya Rasulullahî Seni hak ile gönderene andolsun ki, eğer istersen kılıçlarımızla Mina´da-kilerin üzerine saldırır ve onlara azap çektiririz” demiş, Rasu-lullah: “Biz bununla emrolunmadık. Siz yerlerinize dönün.” diyerek bu Öneriyi reddetmişti.
Kureyşlilerîn Biatten Haberdar Olmaları
Peygamber (sav) efendimiz, tamamlanmadan önce, müşriklerin biatten haberdar olmalarından çekiniyordu. Müşrikler kendilerinden korktuklarından dolayı, Evslilerle Hazreçlilerin ne yaptıklarını araştırmak ve onlar hakkında bilgi.toplamak için etrafa casuslar göndermişlerdi.
Biate katılanlar, konakladıkları yere döndüler. Sabahleyin Kureyşli bir gurup, onların yanlarına gelerek şöyle dediler:
“Ey Hazreç topluluğu! Duyduğumuza göre adamımız (Mu-hammed) ´in yanına gelmişsiniz ve onu aramızdan alıp götürmek istiyörmüşsünüz. Bizimle savaşmak üzere ona biat etmişsiniz. Vallahi Araplar arasında savaşmak istemediğimiz tek kabile sizlersiniz!”
Medine´den gelmiş olanlar arasında Kureyşliler gibi müşrik olanlar da vardı. Kalpleri imana meyledip müslüman olanlar, biatlerini bu Medineli müşriklerden gizlemişlerdi. Bu sebeple de bu müşriklerden bazıları, Kureyşliler´in sorusu üzerine yemin edip ileri atılmış ve böyle bir şeyden haberleri olmadığım söylemiş, Kureyşliler de, sözlerini doğrulamışlardı. Ibn îshak´ın rivayetine göre Kureyşliler o zaman müşrik olan ve daha sonra münafıkların lideri olacak olan Abdullah bin Übeyy bin Sehl´in yanına vardılar. Ona biat işini sordular. “Bu çok büyük bir iş. Kavmim, böyle bir iş için birbirinden kopup parçalanmaz. Benim bundan haberim yoktur.” Kureyşliler biat hususunda ilk başta bir zanna kapılmışlardı. Biatin yapılmış olduğu konusunda kesin bir bilgileri yoktu. Zanlarmm giderilmesi için, Medine-lilerin bu işi yalanlamaları yeterli olmuştu. Ancak yine de içleri rahat değildi. Müsterih olmak için Mina´dan ayrılıp gittiğinde, biatin yapılmış olduğunu anladılar. Telaşlandılar. Biat edenleri yakalamak için takibe koyuldular, ama onlara ulaşamadılar. Ancak her ikisi de biatçilerin temsilcilerinden olan Sa´d bin Ubade ile Münzir bin Amr ´a ulaştılar. Fakat Münzir, yakayı ele vermeden kaçıp kurtuldu. Peşine düşmekten aciz kaldılar. Sa´d bin Ubade´yi yakaladılar. Ellerini boyunlarına götürüp bağladılar. Sonra vura vura, ve saçlarından sürükleyerek Mekke´ye götürdüler. Sa´d, kendi halini şöyle anlatıyor: “Ben onların ellerine düşmüştüm. Kureyşli bir gurubun geldiğini gördüm. Aralarında parlak yüzlü, tatlı bir adam vardı. Kendi kendime: “Eğer bu kavimden iyilik gelecekse, mutlaka bu adamdan gelir” dedim. Bana yaklaşınca bana karşı sert konuştu. Ben de kendi kendime: “Vallahi bu adam böyle olduktan sonra artık bu kavimden bana hiçbir iyilik gelmez” dedim. Beni yakalamışlardı. O esnada aralarından biri bana uzanıp dedi ki: “Vah sana! Seninle Kureyşlilerden herhangi biri arasında himaye anlaşması ve ahidleşme yok mudur ” Ben de dedim ki:
“Evet var. Vallahi vaktiyle ben, Cübeyr bin Mutim´i ve Haris bin Harb´i, memleketimizde ticaret yaparken, haksızlık etmek isteyenlere karşı korumuştum.” Benim bu sözüm üzerine o adam (Ebu´l-Buteri): “Bu iki adamı adlarıyla çağır. Aranızda geçeni hatırlat ve himayelerine sığın!” dedi. Sonra hemen gidip onları Kabe´nin yamnda mescidde buldu. “Hazreç´ten bir adamı Ebtah mevkiinde dövüyorlar! Aranızda bulunan hukuktan bahsederek sizi çağırıyor ve yardımınızı istiyor!” dedi. Onlar “Kimmiş o” diye sordular. “Sa´d bin Ubade dir!” deyince, “Vallahi doğrudur!” Biz tüccar iken onun memleketinden bize ve adamlarımıza haksızlık etmek isteyenlere karşı o, bizi korunmuştu” dediler ve gelip Sa´d´i kurtardılar.
Muhammed (sav)in davetine icabet edilmesi ve kendisinin Medine´de himayeli bir barınak bulması, Kureyşlileri öfkeden çılgına çevirmişti. Öfkeleri, biat edenlerin peşine düşmelerinden ve Sa´d bin Ubade´ye yaptıkları eziyetten anlaşılıyordu. Ancak Sa´d bin Ubade´yi yakalayabilmişlerdi. Diğer biatçiler, Medine´ye doğru hayli mesafe katetnıişlerdi. Kureyşliler kendilerine ulaşamadan çekip gitmişlerdi. Yetmişin üzerindeki biatçiyi yakalamış olsalardı, sonucun nasıl olacağını ancak Allah bilirdi. Belki de bu, müşriklerle müslümanlar arasında cereyan eden ilk önemli vakaydı. Belki de bu kovalamaca, -sayıları az da olsa- müslümanlarla-sayıları çok da olsa- müşrikler arasında ilk savaştı. Belki de müşrikler, müslümanları ezme döneminin sona doğru yaklaştığını anlamışlardı. Allah, sabredenlerin dostu ve yardımcı sı dır.
——————————————————————————–
[1] İbn Kesir el-Bidaye ve n-nihaye, c.3, s.151.
[2] İbn Hişam, Sıret, c.l, s.415.
[3] İbn Kesir, el-Bidaye ve´n-Nıhaye, c.3, s.152 153.