DİYETLER BÖLÜMÜ
BİRİNCİ FASIL
NEFSİN (ŞAHSIN) DİYETİ
UMUMÎ AÇIKLAMA
İKİNCİ FASIL
UZUVLARIN VE YARALARIN DİYETİ
DİŞLER
PARMAKLAR
ÜÇÜNCÜ FASIL
NEFİS VE UZUVLAR HAKKINDA MÜŞTEREK HADİSLER.
DÖRDÜNCÜ FASIL
CENİNİN DİYETİ
BEŞİNCİ FASIL
DİYETİN KIYMETİ
ALTINCI FASIL
DİYETLERLE İLGİLİ HÜKÜMLER.
DİYETLER BÖLÜMÜ
(Bu bölümde altı fasıl vardır)
BİRİNCİ FASIL
NEFSİN (ŞAHSIN) DİYETİ
İKİNCİ FASIL
UZUVLARIN VE YARALARIN DİYETİ
GÖZÜN DİYETİ
DİŞİN DİYETİ
PARMAKLARIN DİYETİ
YARALAMALARIN DİYETİ
ÜÇÜNCÜ FASIL
NEFİS VE UZUVLAR HAKKINDA MÜŞTEREK HADİSLER
DÖRDÜNCÜ FASIL
CENİNİN DİYETİ
BEŞİNCİ FASIL
DİYETİN KIYMETİ
ALTINCI FASIL
DİYETLERLE İLGİLİ HÜKÜMLER
BİRİNCİ FASIL
NEFSİN (ŞAHSIN) DİYETİ
UMUMÎ AÇIKLAMA:
Diyet, lügat olarak وَدْيَة aslından gelir. Arapça وَدَى “öldürülenin velîsine diyet ödedi” demektir. Maktul tarafa nefse mukabil ödenen maddî cezaya diyet dendiğine göre, bu kelime mastardan elde edilen bir isim olmaktadır. Bu tâbir asıl îtibariyle öldürme vak´alarında kâtilin cürmüne mukâbil ödediği para için kullanılmış ise de, kısas gerektiren bütün cürümlerde kısası önlemek maksadıyla ödenen maddî tazminatlara da diyet denmiştir.[1]
ـ1ـ عن عمرو بن شعيب عن أبيه عن جده رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال رسولُ اللّهِ #: مَنْ قُتِلَ خَطأً فَدِيَتُهُ مِنَ ا“بِلِ مِائَةٌ: ثََثُونَ بِنْتُ مَخَاضٍ، وَثََثُونَ بِنْتُ لَبُونٍ، وَثََثُونَ حِقةً وَعَشْرةُ ابْنُ لَبُونٍ ذَكَرٌ[. أخرجه أصحاب السنن.إّ أن في رواية الترمذي: ]مَنْ قَتَلَ مُتَعَمِّداً دُفِعَ إلى أوْلِيَاءِ المَقْتُولِ، فإنْ شَاءُوا قَتَلُوا، وإنْ شَاءُوا أخَذُوا الدِّيَةَ وَهِىَ ثََثُونَ حَقَّةً، وَثََثُونَ جَذَعَةً، وَأرْبَعُونَ خَلِفَةً، وَمَا صُولِحُوا عَلَيْهِ فَهُوَ لَهُمْ، وَذَلِكَ تَشْدِيدُ الْعَقْلِ[.والمراد »بِالْعَقْلِ«: هنا الدية، ولما كان القاتل يجمعها ويعقلها بفناء أولياء المقتول ليتقبلوها منه سميت عق .
1. (1900)- Amr İbnu Şuayb an ebîhi an ceddihî (radıyallâhu anh) anlatıyor:”Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Kim hatâen öldürülürse, diyeti yüz devedir; bunlardan otuzu bintü mehâz (iki yaşına girmiş dişi deve), otuzu bintü lebûn (üç yaşına girmiş dişi deve), otuzu hıkka (dört yaşına girmiş dişi deve), on tane de ibnu lebûndur (üç yaşına girmiş erkek deve).” [Ebû Dâvud, Diyât 18, (4541); Tirmizî, Diyât 1, (1387); Nesâî, Kasâme 30, (8, 43).]
Tirmizî´nin rivâyetinde şöyle denir: “Kim taammüden (kasıtla) öldürürse, öldürülenin velilerine teslim edilir, dilerlerse öldürürler, dilerlerse diyet alırlar. Bu 30 hıkka (dört yaşına giren dişi deve): 30 cezea (beş yaşına girmiş dişi deve); 40 aded halife (hamile deve) dir. Ayrıca ne üzerine sulh yaptıysalar bu da onlarındır. Bu, diyetin şiddetini artırmaktır.”[2]
AÇIKLAMA:
1-Hadisciler Amr İbnu Şuayb an ebîhi an ceddihî senedinde ihtilaf ederler. Bazıları senedde geçen ced kelimesini Amr´in dedesi Muhammed kabul ederek bu isnadla gelen hadislerin mürsel, (dolayısıyla zayıf) olduğunu söylemiştir. Buzıları da ced´le Şuayb´ın dedesi Abdullah´ın kastedildiğini iddia ederek hadisin munkatı´ olduğunu ileri sürmüştür. Bunlara göre bu tarikle gelen hadisler zayıftır. Ancak Ahmed İbnu Hanbel ve Sünen-i Erbaa müellifleri, Şuayb´ın Abdullah´la karşılaştığını, bu tarîkle gelen hadislerin Abdullah İbnu Amr´ın Hz. Peygamber´den bizzat yazdığı hadisler olduğunu, sahih olduğunu söylemişlerdir. Bu tarikle rivâyet edilmiş bulunan hadislere bu bölümde daha sık rastlayacağız. Müteâkip bölümlerde de rastlayacağız. Senetteki işkâli olduğu gibi korumak için tercüme etmeksizin, Amr İbnu Şuayb an ebîhi an ceddihî şeklinde aynen bıraktık.
2- Burada, yaşlarına göre bir kısım develerin ismi geçmektedir. Hadislerde zaman zaman bunlar geçeceği için kısa bir açıklama faydalıdır: Aynî´nin belirttiği üzere, lügat kitapları, develeri on yaşına kadar ayrı bir isimle anarlar. Şöyle ki:
1- Huvar: Süt emen yavru deve.
2- Fasîl: Memeden ayrılmış deve yavrusu.
3- İbnu Mehâz: İki yaşına girmiş erkek yavru, dişisine bintu mehâz derler.
4- İbnu Lebûn: Üç yaşına girmiş erkek yavru, dişisine bintu lebûn derler.
5- Hıkka: Dört yaşına girmiş erkek yavru, dişisine hıkka derler.
6- Ceza´: Beş yaşına girmiş erkek yavru, dişisin cezaa derler.
7- Seniy: altı yaşına girmiş erkek deve, dişisine seniyye derler.
8- Rabâî: Yedi yaşına girmiş erkek deve, dişisine rabâiyye derler.
9- Sedîs yahut sedes: Sekiz yaşına girmiş deve.
10- Bâzil: Dokuz yaşına girmiş deve.
11- Mahallef: On yaşına girmiş deve.Bundan sonra müstakil isim yoksa da bâzilu âm, bâzilu âmeyn, muhallefu âm, muhallefu âmeyn, muhallefu selâsetu a´vâm diye mürekkeb isimlerle on beşe kadar çıkarlar. Deve bazen sinn ve zâtu´ssinn kelimeleriyle de ifâde edilir. Sinn, lügaten diş ve yaş gibi mânâlara gelir. Zâtu´ssinn muayyen bir yaş sahibi demektir.
Devenin küçüğüne bekr denir, dişi ise bekra ve kalûs denmiştir. Develer, ayrıca cinslerine ve gördükleri işe göre de çeşitli isimlerle anılılar. Hadislerde geçtikçe açıklanacaktır.[3]
ـ2ـ وعن ابن مسعود رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قالَ رَسُولُ اللّهِ #: في دِيَةِ الخَطَإِ عِشْرُونَ حِقّةً، وَعِشْرُونَ جَذَعَةً، وَعِشْرُونَ بِنْتُ مَخَاضٍ، وَعِشْرُونَ بِنْتُ لَبُونٍ، وَعِشْرُونَ بَنُو مَخَاضٍ ذُكُورٌ[. أخرجه أصحاب السنن .
2. (1901)- İbnu Mes´ud (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Hatâen öldürmede diyet olarak yirmi hıkka, yirmi cezea, yirmi bintu mehâz, yirmi bintu lebûn ve yirmi benû lebûn vardır.” [Ebû Dâvud, Diyât 18, (4545), Tirmizî, Diyât 1, (1386); Nesâî, Kasâme 32, (8, 43-44).][4]
ـ3ـ وعن عليّ رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]دِيَةُ شِبْهِ الْعَمْدِ أثْثاً، ثََثٌ وَثََثُونَ حِقّةً، وَثََثٌ وَثََثُونَ جَذَعَةً، وَأرْبَعٌ وَثََثُونَ ثَنِيَّةً إلَى بَازِلِ عَامِهَا كُلُّهَا خَلِفَاتُ[.وروى ]في الخطإ أرباعاً: خَمْسٌ وَعشْرُونَ حَقّةً، وَخَمْسٌ وَعِشْرُونَ حَذَعةً، وَخَمْسٌ وَعِشْرُونَ بَنَاتُ لَبُونٍ، وَخَمْسٌ وَعِشْرُونَ بَنَاتُ مَخَاضٍ[. أخرجه أبو داود.وله وللنسائى في اخرى عن ابن عمرو بن العاص رَضِيَ اللّهُ عَنْهُما يرفعه: ]الخَطَأُ شِبْهُ الْعَمْدِ مَا كَانَ بِالسَّوْطِ وَالْعَصَا[ .
3. (1902)- Hz. Ali (radıyallâhu anh) demiştir ki: “Şibhu´l amd´in diyeti üç kısımdır. 33 adet hıkka, 33 adet cezea, 34 adet seniyyebâzil arası devedir. (Seniyye altı yaşına, bâzil de dokuz yaşına basmış deveye denir.)”
Yine Hz. Ali şunu da rivâyet etmiştir: “Hatâen öldürmede diyet dört kısımdır: 25 hıkka, 25 cezea, 25 bintu lebûn, 25 bintu mehâz.” [Ebû Dâvud, Diyât 19, (4551, 4553).]
Abdullah İbnu Amr İbni´l-As (radıyallâhu anhümâ)´ın Ebû Dâvud ve Nesâî´de merfu olarak kaydedilen bir rivâyetinde şöyle denmiştir: “(Cürüm sırasında) kamçı ve değnek kullanıldığı müddetçe hatâ, şibhu´l amd´dir.” [Ebû Dâvud, Diyât 19, 20, (4547, 4565); Nesâî, Kasâme 42 (8, 40); İbnu Mâce, Diyât 5, (2627).][5]
AÇIKLAMA
1- Yaşlarına göre develer ayrı bir isim almaktadır. Hıkka, bintu lebûn gibi. Bunlar bâbın birinci hadisinde ilk defa geçtiği zaman parantez arasında açıklanmıştır.
2- Katl üç çeşittir: Amd, hata, şibh-i amd.
a) Amd: Taammüd de denir. Öldürülmesi meşrû olmayan bir insanı yaralayıcı bir âletle kasten öldürmektir. Bunun cezası kısastır. Cana can.
b) Hata: Bir insanı kaste mukârin olmaksızın bir yanlışlıkla öldürmektir. Bunun cezası diyettir.
c) Şibh-i amd: Katli meşru olmayan bir insanı, yaralayıcı sayılmayan bir şey ile kasten öldürmektir. Buna şibhu´lhata da denir.
Bu taksim, Şâfiîlerin ve Hanefîlerin de dâhil olduğu Cumhur´un görüşüdür.
İmam Mâlik, Leys ve diğer bir kısım âlimlere göre katl iki çeşittir. Amd ve hata. Çünkü Kur´an şibhu´l-amd´den söz etmemektedir. Bunlara göre: “Hata, herhangi bir sebeple veya mükellef olmayan kimseden veya öldürmek kasdı taşımayan kimseden vukua gelen veya normalde, öldürücü olmayan bir şeyle hâsıl edilen öldürmedir. Bunlardan birinci kısım hatâlar için kısas yoksa da, sonuncu için vardır.” Bu, diğer âlimlerin şibhu-amd dedikleri şeydir. Şibhu amd´le ilgili hadis “katl” veya mahz-ı hata ile ya da mahz-ı kasd ile meydana gelir diyenleri cerhedecek kadar bu bâbda sarîhtir.
Âlimler şibhu´l-amdin diyeti konusunda rivâyetlere tâbi olarak ihtilâf etmişlerdir. İmam Şâfiî ve Atâ, Hz. Ali hadisinin zâhiriyle hükmetmiş ve üç kısım olduğunu söylemiştir. Muhammed İbnu´l-Hasan da bu görüşü iltizâm eder.
Ebû Hanîfe, Ebû Yûsuf, Ahmed ve İshak İbnu Râhûye (rahimehumullah) ise diyetin dört kısımdan olacağına hükmetmişlerdir.Ebû Sevr, “şibhu´l-amdin diyeti beş kısımdır” demiştir.[6]
ـ4ـ وعن عمرو بن شعيب عن أبيه عن جده رَضِيَ اللّهُ عَنْهُما قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: عَقلُ المَرْأةِ مِثْلُ عَقْلِ الرَّجُلِ حَتَّى تَبْلُغَ الثُّلُثَ مِنْ دِيَتهِ[. أخرجه النسائى .
4. (1903)- Amr İbnu Şuayb an ebîhi an ceddihî (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Kadının diyeti, erkeğin diyetine, diyetin üçte bir miktarına kadar eşittir.” [Nesâî, Kasâme 34, (8, 44, 45).][7]
AÇIKLAMA:
Hadisin mânası şudur: “Mâruz kaldığı mağduriyet sebebiyle kadına tahakkuk eden diyet, diyet-i kâmilenin üçte bir miktarında ise bu durumda normal miktarı alır, erkekle arasında fark yoktur. Ancak üçte biri aşar ve diyet-i kâmilenin yarısına ulaşırsa o zaman kadının diyeti erkeğin diyetinin yarısı olur.” Bu hususu Ömer Nasuhi Bilmen merhum Istılahâtı Fıkhiye Kamusu´nda şöyle açıklar:
“… Hür bir erkeğin diyet-i kâmilesi bin dinar veya on bin dirhem-i şer´î gümüş veya 100 deve veya 200 sığır veya 2000 koyun yahut her biri iki parçadan ibaret olmak üzere iki yüz kat elbisedir.
Hür bir kadının diyet-i kâmilesi ise bunların yarısıdır. Erkekler ile kadınların diyetleri arasındaki bu fark, kendilerinin arasında maddî zararlar bakımından mevcut olan bir farktan neş´et etmektedir.
Mâlum olduğu üzere, İslâm hukukunda erkekler ile kadınlar arasında hayat itibariyle bir müsâvaat kabul edildiği cihetle bunlardan herhangi birinin nefsi mukabilinde, diğerinin kısası icab etmektedir… Fakat maddî, malî zararlar itibariyle bunların arasında umumî bir bakımdan bir fark gözetilmiştir. Çünkü erkekler, daha ziyâde müstahsil olmak, ailelerinin mâişetlerini te´mine çalışmak, yurtlarının müdâfaasına koşmak itibariyle kadınlardan daha mühim bir mevkie, bir mükellefiyete sahiptirler.
Binaenaleyh erkeklerden birinin ziyanı, cemiyetin sînesinde maddeten daha büyük bir cerîha vücûda getirmiş olabilir. İşte bu gibi farklara binâen malî tazminât hususunda erkeklerin diyetleri kadınların diyetlerinden ziyade olarak kabul edilmiştir.”[8]
ـ5ـ وعن ابن عباس رَضِيَ اللّهُ عَنْهُما: ]أنَّ رَسولَ اللّهِ # قَضى في المُكاتَبِ يُقْتَلُ أنْ يُؤَدَّى بِقَدْرِ مَا أُعْتِقَ مِنْهُ دِيَةُ الحُرِّ، وَبِقَدْرِ مَا بَقِىَ دِىَةُ الْعَبْدِ[. أخرجه أصحاب السنن، واللفظ للنسائى .
5. (1904)- Hz. İbnu Abbas (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) öldürülen mükâteb hakkında, âzad edilen miktarınca hür diyetine göre, geri kalan kısmı için de köle diyetine göre hesaplanmasına hükmetti.” [Ebû Dâvud, Diyât 22, (4581); Nesâî, Kasâme 36, (8, 45, 46); Tirmizî, Büyû´ 35, (1259). Metin, Nesâî´nin metnidir.][9]
AÇIKLAMA:
Mükâteb, belli bir miktar ödeyerek hürriyetine kavuşmak üzere, efendisiyle antlaşma yapan köleye denir. Bu hadis böyle birisinin öldürülmesi hâlinde efendisine ve vârislerine ödenecek diyet miktarını tâyin etmektedir. Bilindiği üzere, diyet husûsunda köle ile hür farklıdır. Hür için, diyet-i kâmile denen nasslarla tesbit edilmiş maktû, muayyen bir miktar ödenir. Köle öldürüldüğü takdirde, erkek de olsa kadın da olsa onun diyeti, kıymeti üzerinden ödenir. Eğer kölenin kıymeti, hürün diyeti için tesbît edilen miktara eşit veya fazla ise, diyet-i kâmile miktarından on dirhem eksik ödenir (Diyet miktarını önceki hadiste kaydettik.)
Câriye için de durumu aynıdır. Değeri hür kadının diyetine eşit veya fazla ise on dirhem noksan ödenir. Sözgelimi, hür kadının diyeti 5.000 dirhem ise, değeri 5.000 dirhem olan bir câriye hatâen öldürülse, efendisine 4990 dirhem ödenir.
Bu esas bilindikten sonra mükâtebin hadiste beyan edilen hükmü daha kolay anlaşılır: “Mükâteb öldürüldüğü takdirde, efendisine ödediği miktarca hür kimsenin diyetine göre, geri kalan kısmı da kıymetine göre hesaplanır. Sözgelimi yarı bedelini ödemiş ise, diyet-i kâmilenin yarısı ile değerinin yarısı ödenir.” Hadisin mânası bu. Ancak Hattâbî (rahimehullah) der ki: “Fakihlerin tamamına yakını şu hususta icma ederler: “Mükâteb, henüz ödenmemiş tek dirhemlik borcu kaldığı müddetçe köledir. Kendisine karşı işlenen cinâyetlerde de kendi işlediği cinâyetlerde de köle ahkâmına tâbidir. Bana ulaştığına göre bu hadisle sâdece İbrahim Nehâî (rahimehullah) amel etmiştir. Bu hususta, Hz. Ali (radıyallahu anh)´den de bir rivâyet gelmiştir. Hadis sahih olduğu takdirde, mensuh olmaz ve kendisinden evlâ olan bir rivâyete de muârız düşmezse hadisle amel gerekir.”[10]
ـ6ـ وعن عمرو بن شعيب عن أبيه عن جده رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قالَ رسُولُ اللّهِ دِيَةُ المُعَاهَدِ نِصْفُ دِيَةِ الحُرِّ[. أخرجه أبو داود .
6. (1905)- Yine Amr İbnu Şuayb an ebîhi an ceddihî (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Muâhedin diyeti hür kimsenin diyetinin yarısıdır.” [Ebû Dâvud, Diyât 23, (4583).]
AÇIKLAMA:
1- Muâhed, antlaşma mucibince dâru´l-İslâm´da yaşamasına müsaade edilen gayr-ı müslimdir, buna zımmî de denir. Lügatte zimmet, ahd, emân, damân (garanti) hurmet (haramlık, dokunulmazlık) hakk mânalarına gelir. Müslümanların ahd ve emânlarına girdikleri için ehl-i zimmet denmiştir.
2- Hattâbi, bu hadisi, Ehl-i Kitap hakkında gelen en açık rivâyet olarak değerlendirir. Ömer İbnu Abdilâziz, Urve İbnu´z-Zübeyr, İmam Mâlik, Ahmed İbnu Hanbel, İbnu Şübrüme gibi bâzı âlimler bu hadisle amel etmişlerdir.
Ashâbu re´y ve Süfyan Sevrî zımmîlerin diyeti ile Müslümanların diyetini bir tutarlar. Şâbî, Nehâî, Mücâhid, Hz. Ömer ve İbnu Mes´ud (radıyallâhu anhümâ) diğer bir kısım selef de böyle hükmetmişlerdir.
Şâfiî, İshâk, İbnu´l-Müseyyeb, Hasan Basrî, İkrime, Osman İbnu Affân -ve bir rivâyette Hz. Ömer- gibi diğer bir grup selefe göre zımmînin diyeti, Müslümanın diyetinin üçte biridir.[11]
ـ7ـ وعن ابن عباس رَضِيَ اللّهُ عَنْهُما قال: ]وَدَى رسولُ اللّهِ #: الْعَامِرَيَّيْنِ بِدِيَةِ المُسْلِمِينَ، وَكَانَ لَهُمَا عَهْدٌ مِنْ رَسُولُ اللّهِ #[. أخرجه الترمذي .
7. (1906)- Hz. İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Benî Âmir´den iki kişinin diyetini, Müslümanların diyet miktarına göre ödedi. (Müslümanlar tarafından hatâen öldürülen) bu iki kişi ile Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın muâhedesi (antlaşması) vardı.” [Tirmizî, Diyât 12, (1404).][12]
AÇIKLAMA:
Hadiste zikri geçen iki Âmirî´nin öldürülme hikâyesi kısaca şöyledir: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm), taleb üzerine ve verilen emâna îtimad ederek yetmiş civarında bir tebliğ heyetini Benî Âmir yurduna göndermişti. Bir-i Maûna mevkiinde konaklayan hey´ete, verilen emâna îtibar edilmeden âni baskın yapılarak ikisi hariç hepsi şehîd edildi.
Bu katliamdan kurtulabilen iki kişiden biri Amr İbnu Umeyye ed- Damrî idi. Amr (radıyallâhu anh) dönüş sırasında, Karkara nâm mevkîde, Benî Âmir´den iki kişiye rastlar. Bu iki kişinin, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile aralarında ahid (antlaşma) vardı. Ancak Amr bunu bilmiyordu. Öldürülen arkadaşlarının intikâmını almak için onları öldürdü. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a dönüşte durumu anlatınca:
“Demek onları öldürdün ha! Öyleyse diyetlerini ödemen gerek” buyurdu.
Yeri gelmişken kaydedelim: Bunların diyetinin ödenmesine, yapılan antlaşma gereği, Medine´deki Yahudilerin iştirâki gerekiyordu. Hz. Peygamber bunu taleb için Beni´n-Nadîr yahudî kabîlesine uğrayacak, onlar değirmen taşı atarak Resûlullah´ı öldürmek üzere suikast tertibine girişecekler ve Benin Nadîr´in Medîne´den sürülmesiyle sonuçlanan gelişmeler olacaktır.[13]
ـ8ـ وعن عمرو بن شعيب عن أبيهِ عن جده رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قالَ رَسُولُ اللّهِ #: عَقْلُ أهْلِ الذِّمَّةِ نِصْفُ عَقْلِ المُسْلمِينَ، وَهُمُ الْيَهُودُ وَالنَّصَارى[. أخرجه النسائى .
8. (1907)- Amr İbnu Şuayb an ebîhi an ceddihî (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Ehl-i zimmetin diyeti, Müslümanların diyetinin yarısıdır. Ehl-i zimmet de Yahudî ve Hıristiyanlardır.” [Nesâî, Kasâme 35, (8, 45).][14]
ـ9ـ وعنه أيضاً عن أبيه عن جده رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قالَ رَسُولُ اللّهُ #: عَقْلُ الْكَافِرِ نِصْفُ عَقْلِ المُؤْمِنِ[. أخرجه الترمذي .
9. (1908)- Yine Amr İbnu Şuayb an ebîhi an ceddihî (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “Kâfirin diyeti, mü´minin diyetinin yarısıdır.” [Tirmizî, Diyât 17, (1413).][15]
AÇIKLAMA:
1-Son rivâyet, Nesâî´de Kâfirin Diyeti adını taşıyan aynı bâb içerisinde kaydedilir. Esâsen Ehl-i Kitap diye isimlendirilen Hıristiyan ve Yahudîler, kâfirler zümresindendir. Kur´an-ı Kerîm onları birçok âyette kâfir olarak (Bakara 105, Beyyine 1, 6) zikreder.
2-Rivâyetlerde diyet, “akl” kelimesi ile ifâde edilmiştir. Şu halde hadis metinlerinde akl bir çok durumlarda diyet mânasına gelmektedir. Bunun dilimizdeki akıl kelimesiyle irtibatı vardır. Akl lügat olarak bağlamak mânâsınadır. Nihâye´de açıklandığı üzere, kâtil birini öldürdüğü zaman diyet olarak develeri toplayıp getirir ve teslim etmek üzere maktûlün velîlerinin ikâmetgâhının avlusuna bağlarmış. Onlar da ondan bunları kabzederlermiş. Böylece diyet, bağlamak mânasına gelen akl mastarından isim olarak türetilmiştir. Esasen diyetin aslı deve idi, sonradan altın, gümüş, sığır, davar vs. cinsinden belli bir miktara bağlanmıştır.
3- Bir rivâyette Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) devrinde diyetin kıymeti sekiz yüz dinar ve sekiz bin dirhem idi. O esnada Ehl-i Kitabın diyeti bunun yarısı idi. Bu hal Hz. Ömer (radıyallâhu anh) zamanına kadar devam etti. Hz. Ömer halife olunca, bir hutbesinde “Deve pahalandı” deyip, diyetin kıymetini altın cinsinden bin dinara, gümüş cinsinden 12 bin dirheme yükseltti. Bu ayarlamada Hz. Ömer´in ehl-i zimmenin diyetine hiç dokunmayıp eski hal üzere bıraktığı belirtilir.
Daha önce kaydettiğimiz üzere başta Hanefîler olmak üzere ulemânın bir kısmı Ehl-i Kitabın diyet miktarını, Müslümanların diyet miktarı ile bir tutmuştur. Bunlar görüşlerini, 1906 numarada kaydettiğimiz iki Âmirî´nin diyetinin Müslümanların diyetine denk tutulmuş olma rivâyetinden başka, bilhassa meâlini kaydedeceğimiz şu âyetin ıtlakına dayandırırlar: “…Şâyet aranızda anlaşma olan bir millettense, ailesine bir diyet ödemek… gerekir” (Nisa 92). Âyette “bir diyet” denmektedir. Bu, mutlak ifade ile bilinen mâlum bir diyetin kastedildiğini, bunun da Müslümanlar için ödenen diyet olduğunu söylemişlerdir. [16]
İKİNCİ FASIL
UZUVLARIN VE YARALARIN DİYETİ
ـ1ـ عن سليمان بن يسار ]أنَّ زَيْدَ بنَ ثَابِتٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ كَانَ يَقُولُ: فِى العَيْنِ الْقَائِمَةِ إذَا طُفِئَتْ مِائَةُ دِينَارٍ[. أخرجه مالك .
1. (1909)- Süleymân İbnu Yesâr (rahimehullah) anlatıyor: “Zeyd İbnu Sâbit (radıyallâhu anh) derdi ki: “Göz yerinde kalır, fakat nuru sönerse diyeti yüz dinardır.” [Muvatta, Ukûl 9, (2, 857).][17]
AÇIKLAMA:
1- el-Aynu´lkâime, tam göz demektir. Hadiste göz yuvarlağı, yüzün güzelliğini bozacak şekilde bir zarar gelmeden nuru giderilmiş, görmez hâle getirilmiş ise bunun diyeti yüz dinar olarak tesbit edilmiştir.
Uzuvların diyetinde umumî prensip şudur: “İnsanlarda el, ayak, kulak, dudak, göz, kaş gibi çift olan uzuvlardan her ikisinin diyeti, nefsin diyet-i kâmilesine müsâvidir. Bunlardan sâdece birinin diyeti ise bir diyet-i kâmilenin nısfı (yarısı) miktarıdır. Meselâ bir eli hatâen kesilen bir erkeğe beş bin dirhem, bir kadına da iki bin beş yüz dirhem diyet verimesi lâzım gelir.. Kirpikler, göz kapakları gibi adetleri dört olan uzuvlardan her birinin diyeti de bir diyet-i kâmilenin dörtte biri nisbetindedir. Lisanın, aklın diyetleri de birer diyet-i kâmiledir” (Istılahât-ı Fıkhiyye Kamusu).
2- Hadis Muvatta rivâyeti olmakla beraber, Zürkânî, İmam Mâlik´in bununla hükmetmeyip, “Bu ameliye; câniye aynen icra mümkünse tatbik edilir, değilse, diyet hatada olduğu gibidir” dediğini belirtir.[18]
ـ2ـ وعن عمرو بن شعيب عن أبيه عن جده رَضِيَ اللّهُ عَنْهُما قال: ]قالَ رَسُولُ اللّهِ # في الْعَيْنِ الْقَائِمَةِ السَّادَّةِ لِمَكَانِهَا ثُلُثُ الدِّيَةِ[. أخرجه أبو داود والنسائى.وفي رواية النسائى: ]قَضَى في الْعَيْنِ الْعَوْرَاءِ السَّادَّةِ لِمَكَانِهَا إذَا طُمِسَتْ بِثُلُثِ الدِّيَةِ[ .
»الْقَائِمَةُ«: هى التي تكون بحالها في موضعها إ أنها تبصر.»وَالسَّادَّةُ لِمَكانِهَا«: غير فارغ منها، وإنما ذهب ضياؤها .
2. (1910)- Amr İbnu Şuayb an ebîhi an ceddihî (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) yerinde sâbit kalarak kör olan göz hakkında diyetin üçte birine hükmetti. ” [Ebû Dâvud, Diyât 20, (4563); Nesâî, Kasâme 41, (8,55, 56).]
Nesâî´nin rivâyetinde şöyledir: “Resûlullah : “Yerinde sâbit duran kör gözün kapanması hâlinde diyetinin üçte birine hükmeti.”[19]
AÇIKLAMA:
1- Türbüştî, burada, yuvasından çıkmamış, yerinden oynamamış, daha önceki görünüşü bozulmamış, yüzde bir çirkinliğe sebep olmamış gözün kastedildiğini söyler. Önceki hadiste de belirtildiği üzere tabiî hâli bozulmadan görme nuru kaybolan göz olmaktadır.
2- Bu şartlarla görmesinin gitmesine sebep olunduğu takdirde, bir gözün diyeti, sağlam gözün diyetinin üçte biri olmaktadır. Çünkü görme nuru gitse de göz, yüzde normal halde varlığını devam ettirmektedir. Göz çıkarılacak veya patlatılacak olsa, bu güzellik hâli kaybolur.
3- İshâk İbnu Râhuye, bu hâdisin zâhiriyle ameli eses almış ise de, geri kalan ulemâ, bunu kesin bir miktara bağlamaktan ziyade hükûmetü´l adl denilen (ehl-i vukûfun usul-ü dâiresinde yapacağı) takdire bırakılmış bir erş (diyet)[20] olarak değerlendirmiştir. Çünkü gözün hâsıl ettiği faydalar tamamen bitmiş değildir, tıpkı dişin, darbenin te´siriyle kararması gibi. Hadisi, hükûmetu´l adl´in mânasına hamletmişlerdir. Zîra hükûmetü´l-adl, (ki hükmü´l adl de denir) diyetin üçte birine kadar çıkabilir.
Tîbî de şöyle söyler: “Bu değerlendirme hükûmetu´l-adl yoluyla yapılmıştır. Aksi halde her iki gözün nuru gitmesi hâlinde diyet-i kâmile gerekir. İki gözden birinin nuru giderse, fukahâya göre diyet-i kâmilenin yarısı gerekir.”
Şerhu´s-Sünne´de Bagavî der ki: “Hükûmetu´l-adl´in mânası şöyle söylemektir: “Bu mecrûhun (yaralı) köle olması hâlinde, aldığı yara sebebiyle kıymetinden ne kaybetti ise, diyet olarak da bu miktara hükmedilir. Her uzvun hükûmeti (mâruz kaldığı yara sebebiyle takdir edilecek kıymet kaybı), önceden takdir edilen belli mukadder değere ulaşmayabilir. Mesela başından mûzıha sayılmayacak, (hafif) bir yara alsa, çirkinlik yapsa bile bunun hükûmeti, mûzıha yaranın erşine (diyet) ulaşmaz.”
Hükûmetü´l adl´in mânâsını Tahâvî şöyle îzah eder: “Yara almış bir köle, önce yarası yok farzedilerek değerlendirilmeye, tâbi tutulur, sonra da yaralı hâliyle değerlendirilmeye tâbi tutulur. İşte iki kıymet arasındaki fark hükûmetü´l-adl denen erş´tir.”
İmam Mâlik, Şâfiî, Ahmed ve Ahmed´den ilim alanlar da hep böyle hükmetmişlerdir.
Şu halde hepsinin ortak görüşü, yaralanmaların erşini tesbitte esas olan hükûmetu´l-adldir. Sadedinde olduğumuz hadisteki üçte bir meselesini, bu vak´ada hükûmetu´l-adlin bu miktar olacağına hamletmiştir, bu hadisle (benzeri vak´alarda) diyetin alelıtlak üçte bir olduğuna hürmedildiğini kabûl etmemişlerdir.
4- Hadisin, Nesâî´deki vechinde şu ziyade vardır:
اَنَّ رَسُولَ اللّهِ # قَضَى فِى اْلعَيْنِ الْعَوْرَاءِ السَّادَّةِ لِمَكَانِهَا إِذَا طُمِسَتْ بِثُلُثِ دِيَتِهَا وَفِى الْيَدِ الشََّّءِ إِذَا قُطِعَتْ بِثُلُثِ دِيَتِهَا وَفِى السِّنِّ السَّوْدَاءِ إِذَا نُزِعَتْ بِثُلُثِ دِيَتِهَا
“Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), yerinde sâbit duran kör gözün kapanması (yani cisminin patlatılması) halinde diyetinin üçte birine, elin kesilmesi halinde diyetinin üçte birine, kararmış dişin sökülmesi halinde diyetinin üçde birine hükmetti.” Şu halde, bir fonksiyonunu kaybetmiş bulunan bir uzvun, cinâyet yoluyla ikinci bir fonksiyonu giderilecek olursa, sağlam uzva terettüp eden diyetin üçte biri diyet takdir edilmektedir.[21]
DİŞLER
ـ1ـ عن ابن عمرو بن العاص رَضِيَ اللّهُ عَنْهُما قال: ]قالَ رَسُولُ اللّهِ #: في ا‘سْنَانِ خَمْسٌ خَمْسٌ[. أخرجه أبو داود .
1. (1911)- Abdullah İbnu Amr İbni´l-As (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) “Dişlerin diyeti beşer dinardır.” buyurdu. [Ebû Dâvud, Diyât 20, (4563); Nesâî, Kasâme 41, (8,55).][22]
AÇIKLAMA:
1- Rivayet, Ebû Dâvud ve Nesâî´de Amr İbnu Şuayb an ebîhi an ceddihî tarikinden kaydedilmiştir. Esâsen bu tarikle gelen rivâyetlerin mahrecinin Abdullah İbnu Amr İbni´l-As olduğu muhaddislerin büyük çoğunluğunca kabul edilmiş olan keyfiyettir. Senette ulemâdan bazılarının düştükleri bir şekke daha önce dikkat çektik (1900´uncu hadis).
2-“Dişlerin diyeti beşer beşer” demenin mânâsı, “Her bir dişin diyeti beş devedir” demektir. Öndeki veya arkadaki, üstteki veya alttaki diye herhangi bir ayırıma yer verilmeksizin bütün dişlerin değeri eşittir, ve her bir diş için diyet olarak beş deve takdir edilmiştir.[23]
ـ2ـ وعن ابن المسيب قال: ]قَضَى عُمَرُ بنُ الخَطَّابِ رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ في ا‘ضْرَاسِ بِبَعِيرَيْنِ بَعِيرَيْنِ، وَقَضَى مُعَاوِيَةُ في كُلِّ ضِرْسٍ بِخَمْسَةِ أبْعِرَةٍ[. أخرجه مالك .
2. (1912)- İbnu´l- Müseyyeb (rahimehullah) anlatıyor: “Ömer İbnu´l Hattâb (radıyallâhu anh) her azı diş için bir deveye hükmetti. Hz. Muâviye (radıyallâhu anh) ise her azı diş için beş deveye hükmetti.” [Muvatta, Ukûl 7, (2,861).][24]
AÇIKLAMA:
Metinde Hz. Ömer´in diş için iki deve (baîreyn) takdir ettiğini ifâde edilir. Ancak Muvatta´nın aslında ve Zürkânî şerhinde “bir deve´”ye hükmettiği ifâde edilir. Şu halde Teysîr´de bir yanlışlık, bir hata söz konusu. Biz, tercümede aslı esas alıp “Bir deveye hükmetti” diye kaydettik.
Hata hususunda kanaat veren bir delil, Muvatta´da İmam Malik´in bir ilavesidir: “Sa´d İbnu Müseyyeb der ki: “Diyet, Hz. Ömer´in hükmünde azalıyor, Hz. Muâviye (radıyallâhu anhümâ)´nin hükmünde artıyor. (Onların yerine) ben olsaydım, dişlerin her biri için iki deveye hükmederdim.”[25]
PARMAKLAR
ـ1ـ عن ابن عباس رَضِيَ اللّهُ عَنْهُما قال: ]قالَ رَسُولُ اللّهُ # هذِهِ وهذِهِ سَواءٌ، يَعْنِى الخِنْصَرَ وَا“بْهَامَ في الدِّيَةِ[. أخرجه الخمسة إ مسلماً.وزاد الترمذي: ]دِيَةُ أصَابِعِ اليَدَيْنِ وَالرِّجْلَيْنِ سَوَاءٌ عَشْرَةٌ مِنَ ا“بِلِ لِكُلِّ إصْبَعٍ[.وللنسائى: ]في ا‘صَابِعِ عَشْرٌ عَشْرٌ[ .
1. (1913)- İbnu Abbas (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Şu ve şu -yâni serçe parmakla baş parmak- diyette eşittirler.” [Buhârî, Diyât 20, Tirmizî, Diyât 4, (1391, 1392); Ebû Dâvud, Diyât 20, (4558); Nesâî, Kasâme 42, (8, 56,57).]
Tirmizî´nin rivâyetinde şu ziyade mevcuttur: “İki elin parmaklarıyla iki ayağın parmakları da eşittir. Her bir parmağın diyeti on devedir.”
Nesâî´deki ziyâde şöyledir: “Parmaklar hakkında diyet, onar onardır.”[26]
YARALAMALAR
ـ1ـ عن عمرو بن شعيب عن أبيه عن جده رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قالَ رَسُولُ اللّهِ #: في المَوَاضِح خَمْسٌ خَمْسٌ[. أخرجه أصحاب السنن.»المَوَاضِحَُ«: جمع موضحة، وهى الشجة التي تبدى وضح العظم: أى بياضه. والمراد بذلك: موضحة الرأس والوجه دون سائر الجسد ففيها الحكومة .
1. (1914)- Amr İbnu Şuayb an ebîhi an ceddihî (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Mûzıha olan yaraların diyeti beşer devedir.” [Tirmizî, Diyât 3, (1390); Ebû Dâvud, Diyât 20, (4566); Nesâî, Kasâme 43, (8, 57).][27]
AÇIKLAMA:
Mûzıha (cem´i mevâzıh´dır), kemiğin beyazlığını ortaya çıkaran derin yaradır. Bu çeşit derin yaradan her birinin diyeti beş adet devedir. Deveyi gerektiren yara daha ziyâde başta veya yüzde hâsıl edilen yaradır. Vücudun başka yerindeki mûzıha yaralar için diyet maktû olmayıp, usulüne göre hâkimin takdirine bırakılmıştır. Bu çeşitten, takdirle ortaya konan diyete hükûmetu´l-adl dendiğini daha önce belirtmiştik. (1910´uncu hadise bakın.)[28]
ÜÇÜNCÜ FASIL
NEFİS VE UZUVLAR HAKKINDA MÜŞTEREK HADİSLER
ـ1ـ عن عبداللّه بن أبى بكر بن محمد بن عمرو بن حزم عن أبيه: ]أنَّ في الْكِتَابِ الَّذِي كَتَبَهُ رَسُولُ اللّهِ # بْنِ حَزْمٍ في الْعُقُولِ: أنَّ في النَّفْسِ مِائَةً مِنَ ا“بِلِ، وفي ا‘نْفِ إذَا أُوعِبَ جَدْعاً الدِّيَةُ الْكَامِلَةُ، وَفي المَأمُومَةِ ثُلُثُ الدِّيَةِ، وفي الجَائِفَةِ مِثْلُهُ، وفي الْعَيْنِ خَمْسُونَ، وفي الْيَدِ خَمسُونَ، وفي الرِّجْلِ خَمْسُونَ، وفي كُلِّ أُصْبُعٍ مِمَّا هُنَالِكَ عَشْرٌ مِنَ ا“بِلِ، وفي كُلِّ سِنٍّ خَمْسٌ، وفي المُوضِحَةِ خَمْسٌ[. أخرجه مالك والنسائى.وفي أخرى للنسائى: ]في النَّفْسِ الدِّيَةُ، وفي ا‘نْفِ إذَا أُوعبَ جَدْعُهُ الدِّيَةُ، وفي اللِّسَانِ الدِّيَةُ، وفي الشَّفَتَيْنِ الدِّيَةُ، وفي الْبَيْضَتَيْنِ الدِّيَةُ، وفي الذَّكَر الدِّيَةُ، وفي الصُّلْبِ الدِّيَةُ، وفي الْعَيْنَيْنِ الدِّيَةُ، وفي الرِّجْلِ الوَاحِدَةِ نِصْفُ الدِّيَةِ. وفي المَأمُومَةِ ثُلُثُ الدِّيَةِ، وفي الجَائِفَةِ ثُلُثُ الدِّيَةِ، وفي المُنَقِّلَةِ خَمْسَ عَشَرَةَ مِنَ ا“بِلِ، وفي كُلِّ إصْبَعٍ مِنْ أصَابِعِ الْيَدِ أوِ الرِّجْلِ عَشْرٌ مِنَ ا“بِلِ، وفي السِّنِّ خَمْسٌ مِنَ ا“بِلِ، وفي المُوضِحَةِ خَمْسٌ مِنَ ا“بِلِ وَإنَّ الرَّجُلَ يُقْتَلُ بِالْمَرأةِ، وَعَلى أهْلِ الذَّهَبِ ألْفُ دِينَارٍ[.ومعنى »أوْعَبَ«: استوفى جدعه.ومعنى »وَالمُنَقِّلَةُ«: الشجة التي تخرج منها صغار العظام .
1. (1915)- Abdullah İbnu Ebî Bekr İbni Muhammed İbni Amr İbni Hazm, bâbasından naklen anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın İbnu Hazm´a[29] diyetler hakkında yazdığı tâlimatta şu hususlar da vardı: “Nefis için (diyet olarak) yüz deve, burun tamamiyle koparılacak olursa diyet-i kâmile, me´mûme (denen ve beyin zarına kadar ulaşan yara) için diyetin üçte biri, câife (denen karın veya başın boşluğuna ulaşan yara) için de bunun kadar; göz için elli, ayak için de elli, vücudda bulunan her parmak için on deve, her diş için beş, mûzıha (denen ve kemiğe ulaşan yara) için beş deve (lik diyet vardır).” [Muvatta, Ukûl 1, (2, 849); Nesâî, Kasâme 44, (8, 57, 60).]
Nesâî´nin bir rivâyetinde şu ibâre yer alır: “Nefis için diyet-i kâmile; burun tamamen koparılmış ise diyet-i kâmile, dil için diyet-i kâmile, iki dudak için diyet-i kâmile, sulb (bel kemiğinin kırılıp kişinin kamburlaşması) için diyet-i kâmile iki yumurta (husye) için diyet-i kâmile, zeker (erkek tenâsül uzvu) için diyet-i kâmile, sulb (bel kemiğinin kırılıp kişinin kamburlaşması) için diyet-i kâmile, iki göz için diyet-i kâmile, bir ayak için diyet-i kâmilenin yarısı, me´mûme (beyin zarına ulaşan yara) için diyet-i kâmilenin üçte biri, câife (baş veya karın boşluğuna ulaşan yara) için diyet-i kâmilenin üçte biri, münekkile (küçük kemik çıkan yara) için on beş deve, el veya ayak parmaklarından her biri için on deve, (her bir) diş için beş deve, mûzıha (kemiğe ulaşan yara) için beş deve (diyet olarak verilir). Erkek, kadına karşı öldürülür, altını olanlardan (diyet-i kâmile olarak) bin dinar alınır.”[30]
ـ2ـ وعن عمرو بن شعيب عن أبيه عن جده رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]كَانَ رَسُولُ اللّهِ # يُقَوِّمُ دِيَةَ الخَطَإِ عَلَى أهْلِ الْقُرَي أرْبَعَمِائَةِ دِينَارٍ، أوْ عَدْلَهَا مِنَ الْوَرقِ، وَيُقَوِّمُهَا عَلَى أثْمَانِ ا“بِلِ، فَإذَا غَلَتْ رَفَعَ في قِيمَتِهَا، وَإذَا هَاجَتْ: أىْ رَخُصَتْ. نَقَصَ مِنْ قِيمَتِهَا، وَبَلَغَتْ عَلَى عَهْدِ رَسُولِ اللّهِ # مَا بَيْنَ أرْبَعِمَائَةِ دِينَارٍ الى ثَمَانِمَائَةٍ، وَعَدْلُهَا مِنَ الوَرِقِ ثَمَانِيَةُ آَفِ دِرْهَمٍ، وقَضَى عَلَى أهْلِ الْبَقَرِ بِمائَتَىْ بَقَرَةٍ، وَمَنْ كَاَن دِيَةُ عَقْلِهِ في شَاءٍ فَألْفا شَاةٍ، وقَالَ #: الْعَقْلُ مِيرَاثٌ بَيْنَ وَرَثَةِ الْقَتِيلِ عَلى قَرَابَتِهِمْ، فَمَا فَضَلَ فَلِلْعَصَبَةِ، وَقَضى في ا‘عْضَاءِ بِمَا تَقَدَّمَ ذِكْرُهُ[. أخرجه أبو داود والنسائى.
2. (1916)- Amr İbnu Şuayb an ebîhi an ceddihî (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) hatanın diyetini, köylerde yaşayanlar için dört yüz dinar olarak veya buna denk kıymette gümüş olarak değerlendirir, bunu da develerin fiyatlarını esas alarak tesbit ederdi. (Söz gelimi) develer pahalanınca (diyetin dinar ve dirhem miktarında) yükseltme yapar, develerin kıymeti düşünce de (diyetin dinar ve dirhem miktarında) indirme yapardı. (Hatâen işlenince cinayetlerin diyeti Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) zamanında dört yüz dinarla sekiz yüz dinar arasına ulaştı. Bunun gümüş nev´inden muadili sekiz bin dirhem idi. Sığır besleyenlere (diyet olarak) iki yüz sığır hükmetti. Diyetini davar cinsinden vermek isteyene iki bin davara hükmetmiştir.Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Diyet, öldürülenin vârisleri arasında yakınlık derecelerine göre, (yani Kur´an´da belirtilen nisbet üzere, diğer tereke malları gibi) taksim edilir. (Ashâbu´lferâiz´den) artan olursa asabe (denen akraba)ya geçer.”Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) uzuvlar hakkında, daha önce geçtiği şekilde hükmetti.” [Ebû Dâvud, Diyât 20, (4564); Nesâî, Kasâme 30, (8, 42, 43).][31]
AÇIKLAMA:
Bu hadis de, diyet yoluyla öldürülenin yakınlarına intikal eden meblağın, ölen kimsenin bıraktığı diğer malları gibi vârislerine intikal edeceğini belirtiyor. Vârisler şâyet ashâb-ı ferâiz denen yakınları ise, herbirinin Kur´an´la tesbit edilen belli nisbette payı vardır. Bu nisbete göre paylarını alırlar. Bu pay sahiplerinden eksik olanlar varsa veya hiçbiri mevcut değilse, tereke asabeye intikâl eder. Asabe, kısaca bâba tarafından akrabadır.[32]
ـ3ـ وعن ابن عباس رَضِيَ اللّهُ عَنْهُما قال: ]قالَ رَسُولُ اللّهِ #: ا‘صَابِعُ سَوَاءٌ وَا‘سْنَانُ سَوَاءٌ، وَالثَّنِيَّةُ وَالضِّرْسُ سَوَاءٌ هذِهِ وَهذِهِ سوَاءٌ[. أخرجه أبو داود .
3. (1917)- İbnu Abbâs hazretleri (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Parmaklar diyette eşit değerdedir. Dişler de aralarında eşittirler. Köpek dişi, azı dişi eşittir. Bunlar öbürlerine diyet meselesinde denktirler.” [Ebû Dâvud, Diyât 20, (4559, 4560, 4561).][33]
ـ4ـ وعن عمرو بن شعيب عن أبيه عن جده رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قَضَى رَسُولُ اللّه # في الْعَيْنِ الْعَوْرَاءِ السَّادَّةِ لِمَكانِهَا إذَا طُمِسَتْ بِثُلُث دِيَتِهَا،
وفي الْيَدِ الشََّّءِ إذَا قُطِعَتْ بِثُلُثِ دِيَتِهَا، وَفي السِّنِّ السَّوْدَاءِ إذَا نُزِعَتْ بِثُلُثِ دِيَتِهَا[. أخرج أبو داود حديث العين وحدها، وأخرجه النسائى كامً .
4. (1918)- Amr İbnu Şuayb an ebîhi an ceddihî (radıyallâhu anh) anlatıyor. “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) yerinde sâbit duran (bakar) kör gözün (cinâyet sebebiyle) kapanması hâlinde, diyetinin, normal diyetinin üçte biri olacağına hükmetti. Keza sakat elin kesilmesi halinde, diyetinin normal diyetinin üçte biri kadar olacağına, siyahlaşmış dişin (cinâyet sebebiyle) düşmesi halinde, normal diyetinin üçte biri olacağına hükmett.” [Ebû Dâvud -bu rivâyetin sâdece gözle ilgili kısmını- önceki rivâyetin aynı bâbında), Nesâî´de tam olarak tahric etmiştir. (Hadis 1910 numarada geçti).][34]
DÖRDÜNCÜ FASIL
CENİNİN DİYETİ
ـ1ـ عن أبى هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]اقْتَتَلَتِ امْرَأتَانِ مِنْ هُذَيْلٍ، فَرَمَتْ إحْدَاهُمَا ا‘خْرَى بِحَجَرٍ فَقَتَلَتْهَا وَمَا في بَطْنِهَا، فَاخْتَصَمُوا إلى رَسُولِ اللّه #، فقَضى أنَّ دِيَة جَنِينِهَا غُرَّةٌ عَبْدٌ أو أمَةٌ[.زاد في رواية أبى داود: ]أو بَغْلٌ، أوْ فَرَسٌ، وقَضى بِدِيَةِ المَرأةِ عَلى عَاقِلَتِهَا وَوَرَّثَهَا وَلَدَها وَمَنْ مَعَهُمْ[. أخرجه الستة .
1. (1919)- Ebû Hüreyre hazretleri (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Hüzeyl kabîlesinden iki kadın birbirleriyle kavga ettiler. Biri diğerine bir taş atarak kadını da, karnındaki yavruyu da öldürdü. Dâva Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´e geldi. Efendimiz, ceninin diyetini bir gurre olarak hükme bağladı. Gurre kadın veya erkek bir köle demektir.”
Ebû Dâvud´un bir rivâyetinde (4577. hadis) şu ziyâde vardır: “… veya katır veya ata hükmetti. Kadının diyetini âkilesi üzerine hükmetti. Kadına çocukları ve onlarla birlikte olanlar varis oldular.” [Buhârî, Diyât 25, Tıbb 46, Ferâiz 11; Müslim, Kasâme 34, (1681); Muvatta, Ukûl 5, (2, 855); Tirmizî, Diyât 15, (1410); Ebû Dâvud, Diyât 21, (4568,4580); Nesâî, Kasâme 37, (8, 47, 48).][35]
AÇIKLAMA:
1- Gurre, esas itibarıyle hayvanların alnındaki beyazlıktır, dilimizde sakar da denir. Burada cüzün zikri ile küll kastedilmiştir.
2-Bu hadis muhtelif vecihlerle rivayet edilmiştir. Bazılarında, öldürülen kadının ayrıca kısâsen ölüme mahkum edildiği belirtilir.
Gurre hükmü cenin içindir.Gurre ile ne kastedildiği, bizzat rivâyette açıklanmıştır: “Bir köle. Bu, kadın da olabilir, erkek de.” Yine Teysîr´in de kaydetmiş bulunduğu bir rivâyette, gurrenin bir katır veya bir at olabileceği de söylenmiştir. Keza, yine Ebû Dâvud´da yer alan bir vecihte gurreye bedel beş yüz koyun zikredilir. Ancak Ebû Dâvud burada bir yanlışlık olduğunu belirtir ve “Doğrusu “yüz koyun” olmalıdır” der. Ebû Dâvud´un bir başka rivâyetinde Şâ´bî´nin gurre´yi “beşyüz derhem”, Rebiâ´nın da “elli dinar” olarak açıkladığı kaydedilir.[36]
BEŞİNCİ FASIL
DİYETİN KIYMETİ
ـ1ـ عن ابن عمرو بن العاص رَضِيَ اللّهُ عَنْهُما قال: ]كَانَتْ قِيمَةُ الدِّيَةِ عَلَى عَهْدِ رَسُولِ اللّه # ثَمَانِمائَةِ دِينارٍ، أوْ ثَمَانِيَةَ آَفِ دِرْهَمٍ، وَكَانَتْ دِيَةُ أهْلِ الكِتَابِ يَوْمَئِذٍ عَلى النِّصْفِ مِنْ دِيَةِ المُسْلِمِينَ إلى أنِ استُخْلِفُ عُمَرُ بنُ الخَطَّابِ رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ، فقَامَ خَطِيباً فقَالَ: إنَّ ا“بِلَ قَدْ غَلَتْ فَفَرَضَهَا عُمَرُ عَلى أهْلِ الذَّهَبِ ألْفَ دِينَارٍ، وَعَلى أهْلِ الْوَرِقِ اثْنَىْ عَشَرَ ألْفِ دِرْهَمٍ، وَعَلى أهْلِ الْبَقَرِ مِائَتَى بَقَرَةٍ، وَعَلى أهْلِ الشَّاءِ ألْفَىْ شَاةٍ، وَعَلى أهْلِ الحُلَلِ مِائَتَىْ حُلَّةٍ، وَتَرَكَ دِيَةَ أهْلِ الذِّمَّةِ لَمْ يَرْفَعْهَا فِيمَا رَفَعَ مِنَ الدِّيَةِ[. أخرجه أبو داود .
1. (1920)- Abdullah İbnu Amr İbni´l-Âs (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) zamanında diyet-i kâmilenin kıymeti sekiz bin dirhem idi. Ehl-i Kitab´ın diyeti de o gün, Müslümanların diyetinin yarısına denkti. Bu durum Hz. Ömer (radıyallâhu anh)´ın halîfe olmasına kadar devam etti. Halîfe olunca bir hutbesinde “Artık deve pahalandı” dedi ve diyeti altın sahiplerine bin dinar, gümüş sahiplerine on iki bin dirhem, sığır sahiplerine iki yüz sığır, davar sahiplerine iki bin koyun, elbise sahiplerine de iki yüz takım elbise olarak tesbit etti. Ehl-i zimmetin diyetini, (Hz. Peygamber devrinde ne idiyse) olduğu gibi bıraktı, hiçbir yükseltme yapmadı.” [Ebû Dâvud, Diyât 18, (4542).][37]
AÇIKLAMA:
Bu rivâyet, bir Müslüman öldürüldüğü takdirde diyetinin (yani diyet-i kâmilenin) Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) zamanında sekiz yüz dirhem olduğunu, Hz. Ömer zamanında develerin pahalanmasına bağlı olarak, diyet miktarının bin iki yüz dirheme çıkarıldığını belirtiyor.
Yine rivâyetten anlıyoruz ki Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) zamanında, Ehl-i Kitap´tan bir kimsenin diyeti Müslümanın diyetinin yarısı kadar yâni dört yüz dirhem. Hz. Ömer zamanında Müslümanların diyeti bin iki yüz dirheme çıkarken zımmîlerinki değişmemiş, dört yüz dirhemde sâbit kalmıştır. Netice olarak önce Müslümanların diyetinin yarısı iken Hz. Ömer´in ayarlamasından sonra üçte bire düşmüştür.
Hadisle ilgili olarak Hattâbî der ki: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın köylerde oturanlar için diyetin tesbitinde deveyi esas alması, devenin onlar nezdindeki kıymetinden dolayıdır. Onun kıymeti o devirde altın cinsinden sekiz yüz dinar idi. Gümüş cinsinden de sekiz bin dirhemi buluyordu. Bu hal hiç değişmeden Hz. Ömer zamanına kadar bu minval üzere geldi. Onun devrinde deve kıymetlendi ve altının cinsinden bin dinara, gümüş cinsinden on iki bin dirheme yükseldi. Müteammiden cinâyet işleyenlerin diyeti hususunda Şâfiî´nin, “öncelikle deve ile ödenmeli, deve olmazsa paraya başvurmalı” sözü buna dayanır. Şâfiî´ye göre, Hz. Ömer´in koyduğu rakama îtibar edilmez. Çünkü bu diyet, develerin kendi zamanındaki kıymetidir. Bir malın kıymeti zamana göre değişir, artar, eksilir vs.” Bu Şâfiî (rahimehullah)´nin kavl-i cedîdidir, kavl-i kadîminde Hz. Ömer´in koyduğu rakamları esas almış idi.[38]
ALTINCI FASIL
DİYETLERLE İLGİLİ HÜKÜMLER
ـ1ـ عن زياد بن سعد بن ضميرة السلمى عن أبيه عن جده، رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]وَكَانَا شَهِدَا مَعَ النَّبىّ # حُنَيْناً: أنَّ مُحَلِّمَ بنَ جَثَّامَةَ اللَّيْثِىَّ قَتَلَ رَجًُ مِنْ أشْجَعَ في ا“سَْمِ، وَذلِكَ أوَّلُ غِيَرٍ قَضى بِهِ رَسُولُ اللّه # فتَكَلّمَ عُيَيْنَةُ في قَتْلِ ا‘شْجَعِىِّ ‘نَّهُ مِنْ غَطَفَانَ، وتَكَلّمَ ا‘قْرَعُ بنُ حَابِسٍ دُونَ مُحَلّمٍ ‘نَّهُ مِنْ خِنْدَفٍ فَارْتَفَعَتِ ا‘صْوَاتُ، وَكَثُرَتِ الخُصُومَةُ واللّغَطُ، فقَالَ رَسُولُ اللّه # يَا عُيَيْنَةُ أَ تَقْبَلُ الْغِيَرَ؟ فقَالَ: َ، وَاللّهِ حَتَّى أُدْخِلَ عَلَى نِسَائِهِ مِنْ الحَرْبِ وَالحَزَنِ مَا أُدْخِلَ عَلَى نِسَائِى، ثُمَّ ارْتَفَعَتِ ا‘صْوَاتُ، وَكَثُرَتِ الخُصُومَةُ واللّغَطُ، فقَالَ رَسُولُ اللّه #: يَا عُيَيْنةُ أَ تَقَبَّلُ الْغِيَرَ؟ فَقَالَ عُيَيْنَةُ مِثْلَ ذلِكَ، فقَامَ رَجُلٌ مِنْ بَنِى لَيْثٍ اسْمُهُ مُكَيْتَلٌ عَلَيْهِ شِكَّةٌ، وفي يَدِهِ دَرَقَةٌ، فقَالَ يَا رَسُولَ اللّه: إنِّى لَمْ أجِدْ لِمَا فَعَلَ هَذَا في غُرَّةِ ا“سَْمِ مَثًَ إَّ غَنَماً وَرَدَتْ فَرُمِىَ أوَّلُهَا فَنَفرَ آخِرُهَا، اُسْنِنِ الْيَوْمَ وَغَيِّرْ غَداً، فقَالَ #: بَلْ نُعْطِيكُمْ خَمْسِينَ مِنَ ا“بِلِ في فَوْرِنَا هذَا وَخَمْسِينَ إذَا رَجَعْنَا إلى المَدِينَةِ، وَذلِكَ في بَعْضِ أسْفَارِهِ، وَمُحلِّمٌ رَجُلٌ طَوِيلٌ آدَمُ وَهُوَ في طَرَفِ النَّاسِ فلَمْ يَزَالُوا حَتَّى تَخَلّصَ فَجَلَسَ بَيْنَ يَدَىْ رَسُولِ اللّهِ # وَعَيْنَاهُ تَدْمَعَانِ، فقَالَ يَا رَسُولَ اللّه: إنِّى قَدْ فَعَلْتُ الَّذِى بَلَغَكَ، وَإنِّى أتُوبُ إلى اللّهِ، فاسْتَغْفِرِ اللّه لِى، فقَالَ رَسُولُ اللّهِ #: أقَتَلْتَهُ بِسَِحِكَ في غُرَّةِ ا“سَْمِ: اللَّهُمَّ َ تَغْفِرْ لِمُحَلِّمٍ بِصَوْتٍ عَالٍ، فقَامَ وإنَّهُ لَيَتَلَقَّى
دُمُوعَهُ بِطَرَفِ رِدَائِهِ. قَالَ ابنُ إسْحَاقَ: وَزَعَمَ قَوْمُهُ أنَّ رَسُولَ اللّه # اسْتَغْفَرَ لَهُ بَعْدَ ذلِكَ[. أخرجه أبو داود.»الْغِيَرُ«: الدية. و»الشِّكَّةُ«: السح.وقوله: »آدَمُ«: أى يضرب لونه إلى السواد من شدة سمرته، »وَغرَّةُ كُلِّ شَئٍ«: أوله .
1. (1921)- Ziyâd İbnu Sa´d İbni Dumeyre es-Sülemî an ebîhi an ceddihî (radıyallâhu anh) -ki bunlar (Sa´d ve Dumeyre) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile birlikte Huneyn´e katılmışlardı- anlatıyor: “Muhallem İbnu Cessâme el-Leysî, Müslüman olduktan sonra Eşca´ kabîlesinden birisini öldürmüştü. Bu, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´in hüküm verdiği ilk diyet vak´ası oldu. Uyeyne öldürülen Eşcaî´nin katli husûsunda ileri geri konuştu. Çünkü (Uyeyne) kendisi de Gatafanlı idi. Akra İbnu Hâbis de Muhallem´in taraftarı (olarak müdâfaa için) konuştu, çünkü o da Hındef´ten idi. Derken (münakaşa ilerledi) sesler yükselmeye başladı, tartışma ve bağırıp çağırmalar arttı, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) müdâhale ederek, “Ey Uyeyne, diyet kabul etmez misin ” diye sordu
“Hayır! Vallahi harb ve ızdırabtan benim kadınlarıma ulaştırılan, onun kadınlarına ulaşmadıkça kabul etmiyorum!” cevabını verdi. Sonra bağırmalar yükseldi, tartışma ve bağırıp çağırmalar arttı. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) tekrar araya girip: “Ey Uyeyne, diyet kabul etmez misin ” dedi. Uyeyne önceki sözlerini aynen tekrar etti. Bu hal, Benî Leys´ten üzerinde silâh ve elinde de deriden mâmul bir kalkan bulunan Mukeytil adında birinin kalkıp, “Ey Allahın Resûlü! Bunun (Muhallem´in) İslâm´ın başında yaptığı şu cinâyete misal olarak, su içmek üzere havuzun başına koşan koyun sürüsünü gösterebileceğim. Sürünün ilk gelenlerine (öldürülmek veya uzaklaştırılmak üzere taş veya ok) atılır, arkadan gelenler de korkarak kaçarlar. Bugün hüküm koy yarın değiştir!” demesine kadar devam etti.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bunun üzerine (Muhallem´e dönüp) hemen şu hükmü verdi.
“Derhal huzurumuzda elli deve vereceksin, elli deve de Medine´ye dönüşümüzde vereceksin!”
Bu vak´a Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın seferlerinin birinde cereyan etmişti. Muhallem uzun boylu, esmer birisi idi, cemaatin kenarında bulunuyordu. O ölümden kurtuluncaya kadar halk oradan ayrılmadı. Resûlullah´ın (bu nihâî hükmünden sonra) önüne, iki gözünden de yaşlar akar vaziyette oturdu ve:
“Ey Allah´ın Resûlü! Ben size ulaşan cinâyeti işlemiş bulunuyorum. Ben Allah´a tevbe ettim. Sen de benim için ey Allah´ın Resûlü, Allah´tan mağrifet dileyiver!” dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) yüksek sesle:
“Sen onu İslam´ın başında silahınla mı öldürdün! Allah´ım, Muhallem´i mağrifet etme!” dedi.
Ebû Seleme şu ilavede bulunur: “Muhallem göz yaşlarını ridasının ucuyla silerek kalktı.”
İbnu İshâk der ki: “Muhallem´in kavmi, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın daha sonra onun için Allah´a istiğfar ediverdiğine inanıyorlardı.” [Ebû Dâvud, Diyât 3, (4503).][39]
AÇIKLAMA:
1- Hadisin, el-Megâzî´de İbnu İshak tarafından yapılan rivâyetinde, vak´anın Huneyn Seferi sırasında cereyan ettiği tasrih edilir: Huneyn günü, öyle namazından sonra bir ağacın gölgesine çekildiği sırada, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın yanına Akra´ İbnu Hâbis ve U-yeyne İbnu Hısn (radıyallâhu anhümâ) gelirler. O gün Uyeyne İbnu Hısn, Âmir İbnu´l Azbat adında bir maktulün kan bedelini taleb etmektedir.
2-Benî Leys´e Mukeytil´in sözü oldukça mübhemdir. Şârihler farklı yorumlar teklîf etmişlerdir. Sindî´ye göre Mükeytil: “Suya ilk gelen koyunlara atılan taş, (veya ok) korkusuyla geridekilerin kaçtığı gibi, sen de İslam´da bu ilk cinâyet sahibini öldür, tâ ki yeniden geleceklere bir ibret, bir nasihat olsun (ve cinayet işlemekten kaçsınlar)” demek istemiştir. “Bugün hüküm koy yarın değiştir” tâbiri Sindî´ye göre, ikinci bir temsildir, önceki sözü takviye için getirilmiştir. Bu katlin terkedilmesi hâlinde, başkalarının söyleceyeceği sözü anlatan temsildir. Şunu söylemek istemiştir: “Aksi takdirde böyle (yani bugün hüküm koy, yarın değiştir) diyecekler. Yani: “Eğer bugün, daha yeni konmuşken kısası terkedip, diyetle yetinirsen ve sonra da herhangi bir mücrime kısas uygularsan, bu davranış şu misalde görülen duruma benzer. Elhâsıl, bugün mücrimi kısas yaparak öldürürsen, bunun misali, koyun sürüsünün misali gibi olur. Eğer bugün terkedersen bunun da misali şu ikinci temsildeki gibi olur” demiş olmaktadır.
İbnu´l-Esir, en-Nihâye´de, “Bugün hüküm koy yarın değiştir” tâbirini şöyle açıklar: “Kısas konusunda vaz´ettiğin sünnetle amel et, daha sonra değiştirmek dilersen değiştir”, yani koyduğun sünneti (hükmü) değiştir. Dendi ki: “Tegayyür, burada gayrı almaktır. O da diyettir.”
Aynı cümleyi Hattâbî de şöyle anlar: “Bu mesel şunu söylemektedir: “Bugün ona kısas yapmazsan, yarın senin sünnetin sübût bulmaz ve hükmün senden sonra infâz edilmez” veya, bunu sen yapmazsan, bilahare kâtil, şu sözü söylemeye bahâne bulur: “Bugün hüküm koy, yarın değiştir.” Bu sebeple sünnetin tegayyür eder (değişir) hükümleri de değiştirilir.”
Suyûtî de Mirkâtu´s-Suûd´da şöyle açıklar: “Muhallem´in İslam´ın evvelinde, adamı öldürüp sonra da kendisine kısas uygulamayıp, diyet alınmasını taleb etmesi meselesi, (anlatılan fıkrada geçen) ürkmüş koyunun meseli gibidir. Yâni, maktûlün akrabalarına Muhallem´in taleb ettiği şekilde davranılacak olursa, halk kısasın diyetle, hususan ivazla değiştirildiğini görecek, böyle bir bilgi de onların İslâm´a girmelerini duraklatacaktır. Çünkü onlar intikamlarını almakta harîs kimselerdir. Ayrıca onlarda diyet almaya karşı bir nefret vardır. Sonra o adam, “Bugün hüküm koy, yarın değiştir” sözüyle Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ı kâtile karşı kısas tatbîkine teşvik etti. Bu sözüyle şunu demek istemiştir: “Bugün ona kısas uygulamazsan, sünnetini (getirdiğin hükmü) değiştirdin demektir.” Ancak, adam sözünü, muhâtabı tahrîk edip, kendinden taleb ettiği şeye yöneltip yapmaya cür´et ettirecek bir üslûbla ifâdeye dökmüştür.”
3-Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) neticede maktûlün velilerine 50´si peşin, 50´si bilahare teslim edilmek üzere, kâtili 100 deveye mahkum etmiştir.
Buhârî, İbnu Abbas´tan şu rivâyeti kaydeder:”
Benî İsrâil´de kısas vardı. Fakat diyet yoktu. Cenâb-ı Hak bu ümmet için:
“Ey imam edenler, öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı (…) öldüren, ölenin kardeşi tarafından bağışlanmışsa, kendisine örfe uymak ve bağışlayana güzellikle diyet ödemek gerekir. Bu, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir” (Bakara 178) buyurdu.”
İbnu Abbâs der ki: “Âyette zikredilen “afv” âmden vukûa gelen öldürmelerde diyet almayı kabul etmektir.”[40]
ـ2ـ وعن جابر رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قالَ رَسُولُ اللّه #: َ أُعْفِى مَنْ قَتَلَ بَعْدَ أخْذِ الدِّيَةِ[. أخرجه أبو داود.ومعنى »َ أُعْفِى«: َ أقيله، وَ أعفو عنه بل أقتله.
2. (1922)- Hz. Câbir (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Diyet aldıktan sonra (kâtili) öldüren kimseyi asla affetmem.” [Ebû Dâvud, Diyât 5, (4507).][41]
AÇIKLAMA:
1-Hadis iki tarzda anlaşılmıştır. Biri tercümede kaydettiğimiz şekilde, bir de: “Diyet aldıktan sonra öldüren kimsenin malı artmasın, zengin kılınmasın” mânâsında bedduadır.
Birinci mânâya göre, böyle bir kâtilden diyet kabûl edilmeyip, mutlaka öldürüleceği hükmü çıkarılmıştır. Bu hususu daha sarîh ifâde eden bir rivâyeti Ebû Dâvud et-Tayâlesî kaydetmiştir: َ اُعَافِى اَحَدًا قَتَلَ بَعْدَ اَخذِ اْلدِّيَّةِ “Diyet aldıktan sonra öldüren kimseyi affetmem.” Bu hadis, bir câhiliye geleneğini reddetmektedir. Öldürülenin velîsi, kâtilden diyet almak sûretiyle, hayat garantisi verdiği halde, fırsat bulunca yine de öldürür ve diyeti geri iâde ederdi. Resûlullah bu tatbikatı, böylece reddetmiş olmaktadır.[42]
ـ3ـ وعن عمرو بن شعيب: ]أنَّ رَجًُ مِنْ بَنِى مُدْلِجٍ يُقَالُ قَتَادَةُ خَذَفَ ابْنَهُ بَسَيْفٍ، فَأصَابَ سَاقَهُ فَنُزِىَ في جُرْحِهِ فَمَاتَ فَقَدِمَ سُرَاقَةُ بنُ جُعْشُمٍ عَلَى عُمَرَ فَذَكََرَ ذلِكَ لَهُ، فقَالَ عُمَرُ رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ: أُعْدُدْ عَلَى مَاءِ قُدَيْدٍ عِشْرِينَ وَمِائَةَ بَعِيرٍ حَتَّى أقْدُمَ عَلَيْكَ، فَلَمَّا قَدِمَ عُمَرُ رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ أخَذَ مِنْ تِلْكَ ا“بِلِ ثََثِينَ حِقّةً، وَثََثِينَ جَذَعَةً وَأرْبَعِينَ خَلِفَةً، ثُمَّ قَالَ: أينَ أخُو المَقْتُولِ، فقَالَ هَا أنَاذَا؟ قَالَ: خُذْهَا، فإنَّ رَسولَ اللّه # قالَ: لَيْسَ لِقَاتِلٍ شَيْءٌ[. أخرجه مالك.»نُزِى«: أى جرى دمه فلم ينقطع .
3. (1923)- Amr İbnu Şuayb´ın rivâyetine göre: “Benî Müdlic´ten Katâde adında bir adam, oğluna bir kılıç fırlattı. O da bacağına isâbet etti. Yaradan fasılasız kan kaybı oldu ve oğlan öldü. Sürâka İbnu Cu´şum Hz. Ömer (radıyallâhu anh)´e gelip durumu haber verdi. Hz. Ömer: “Kudeyd suyuna yüz yirmi deve hazırla, ben oraya geleceğim” dedi. Ömer (radıyallâhu anh) oraya gelince bu develerden otuz hıkka (dört yaşına giren dişi deve), otuz cezea (beş yaşına girmiş dişi deve) ve kırk halife (hâmile deve) aldı. Ve sordu:
“Maktûlün kardeşi nerede ”
“İşte benim!” dedi.
“Al bunları! Zîra Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurmuştu: “Kâtile (ne diyetten, ne mîrastan) hiç bir hisse yoktur.” [Muvatta, Ukûl 10, (2, 867).]
AÇIKLAMA:
İslâm´ın mîras hukukunun mühim bir prensibi burada hatırlatılmaktadır. Bir kimse, kendisine mirasından hisse düşecek yakınını öldürmüş ise, ölenin terekesinden hisse sâhibi olamaz. Burada, bâba oğlunu öldürmüş, öldürme cezası olarak diyeti devlet, elinden almış, velîlere iâde ederken, kâtil olan bâbasına hiçbir pay vermemiştir. Vak´ayı Abdurrezzâk Süleymân İbnu Yesâr´dan rivâyet eder. Orada şöyle denir: “Hz. Ömer (radıyallâhu anh) maktûlün annebâba bir kardeşini vâris kıldı, bâbasına diyetten hiçbir şey vermedi.”[43]
ـ4ـ وعن جابر رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ ]أنَّ امْرَأتينِ مِنْ هُذَيْلٍ: قَتَلَتْ إحدَاهُمَا ا‘خْرَى وَلِكُلِّ وَاحِدَةٍ مِنْهُمَا زَوْجٌ وَوَلدٌ، فَجَعَلَ # دِيَةَ المَقْتُولَةِ عَلَى عَاقِلَةِ الْقَاتِلَةِ، وَبَرَّأ زَوْجَهَا وَوَلَدَهَا ‘نَّهُمَا مَا كَانَا مِنْ هُذَيْلٍ، فَقَالَ عَاقِلَةُ المَقَتُولةِ: مِيرَاثُهَا لَنَا، فقَالَ #: َ، مِيرَاثُهَا لِزَوْجِهَا وَوَلَدِهَا[. أخرجه أبو داود .
4. (1924)- Hz. Câbir (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Huzeyl kabîlesinden iki kadın, biri diğerini öldürmüştü. Bunlardan her ikisinin kocası ve birer oğlu vardı. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) efendimiz maktûlenin diyetini ödeme işini, kâtilenin (öldüren kadının) âkilesine yükledi, kocasını ve oğlunu bu külfetten uzak tuttu. Çünkü bu ikisi Huzeyl´den değillerdi. Maktûlenin âkilesi, “ölenin mîrası da bize aittir” dediler. Aleyhissalatu vesselam:”Hayır! Mîrası, kocasına ve oğluna aittir!” buyurdu.” [Ebû Dâvud, Diyât 21, (4575).][44]
AÇIKLAMA:
Âkile: Nihâye´de âkile, “Hata yoluyla öldürülenin diyetini ödemeye iştirak eden, bâba cihetinden akrabalar ve asabe” diye tarif edilir. Daha geniş mânâsıyla şöyle târif edilmiştir: “Bir şahsın mensub olduğu ehl-i dîvandır, veya onun asabesiyle aşîretidir, veya beytülmaldir veya âzad edilmiş bir şahsın mevlâsıdır.” Bunların arasında yardımlaşma ve dayanışma vardır. Binaenaleyh böyle bir âkile kendi efradından birinin hatâ sûretiyle veya şibh-i âmd ile yaptığı cinâyetin diyetini veya gurre denilen damânı usûl-ü dâiresinde te´diye etmekle mükelleftir. Şu halde bu müessese, İslâm hukukuna has, “bazı” ağır borçlanmalarda bir nevî sigortadır.
2- Bu rivâyet, kadının âkilesine koca ve evlâdın girmediğine delil olmaktadır. Şâfiî ve Mâlik (rahimehümallah) bu görüştedirler.
3- Peygamberimizin (aleyhissalâtu vesselâm) maktûlenin âkilesine- “Size mîras yok, kadının mîrası kocasına ve oğluna aittir” demesi, mîrasın sadece bu ikisine tahsis edildiği, bir başkasına verilemeyeceği mânasına gelmez. Bu söz, koca ve evlâd, vârisleri arasında yer aldığı için sarfedilmiştir: “Bunlar varislerdendir” mânâsında. Nitekim rivâyetin bir başka vechinde وَوَرَّثَهَا وَلَدَهَا وَمَنْ مَعَهُمْ “Kadına çocuklarını ve onlarla mevcut olan diğer (ehl-i ferâizi) vâris kıldı” denmiştir.[45]
ـ5ـ وعن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنْها: ]أنَّ رسولَ اللّه # بَعَثَ أبَا جَهْمِ ابنَ حُذَيْفَةَ مُصَدِّقاً فََجَّهُ رَجُلٌ في صَدَقَتِهِ فَضَرَبَهُ أبُو جَهْمٍ فَشَجَّهُ، فأتَوُا النَّبىَّ #: فقَالُوا: الْقَوَدَ يَا رَسُولَ اللّهِ، فقَالَ: لَكُمْ كَذَا وَكَذَا، فَلَمْ يَرْضَوْا فقَالَ لَكُمْ كَذَا وَكَذَا، فَلَمْ يَرْضَوْا، فقَالَ: لَكُمْ كَذَا وَكذَا، فَرَضُوا، فقَالَ #: إنِّى خَاطِبٌ الْعَشِيَّةَ عَلَى النَّاسِ وَمُخْبرُهُمْ بِرِضَاكُمْ؟ فقَالُوا: نَعَمْ، فَخَطَبَ فقَالَ: إنَّ هؤَُءِ الليْثِيِّينَ أتَوْنِى يُرِيدُونَ الْقَوَدَ فَعَرَضْتُ عَلَيْهِمْ كَذَا وَكَذَا فَرَضُوا، أرَضِيتُمْ؟ قَالُوا َ، فَهَمَّ بِهِمُ المُهَاجِرُونَ، فَأمَرَ رَسُولُ اللّه # أنْ يَكُفُّوا عَنْهُمْ، فَكَفُّوا عَنْهُمْ، ثُمَّ دَعَاهُمْ فَزادَهُمْ، فقَالَ: أرَضِيْتُمْ؟ فقَالُوا: نَعَمْ. قَالَ: إنِّى خَاطِبٌ عَلَى النَّاسِ وَمُخْبِرُهُمْ بِرِضَاكُمْ؟ فقَالُوا: نَعَمْ، فَخَطَبَ النَّبىُّ # فقَالَ: أرَضَيْتُمْ؟ قَالُوا: نَعَمْ[. أخرجه أبو داود والنسائى .
5. (1925)- Hz. Âişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Ebû Cehm İbnu Huzeyfe´yi zekât tahsildarı olarak gönderdi. Adamın biri sadaka ödeme meselesinde onunla inatlaştı. Ebû Cehm (radıyallâhu anh) de adama vurup başından yaraladı. Hemen Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´e gelip:
“Ey Allah´ın Resûlü, kısas istiyoruz” dediler. Resûlullah onlara:
“Size şu şu miktar diyet vereyim!” dedi ise de razı olmadılar. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) miktarını daha da artırarak:
“Size şu şu miktar diyet vereyim” dedi. Onlar yine râzı olmadı. Hz. Peygamber (daha da artırarak):
“Size şu şu kadar diyet vereyim” dedi. Bu sefer râzı oldular.
Bunun üzerine aleyhissalâtu vesselâm Efendimiz:
“Ben bu akşam halka konuşup, onlara râzı olduğunuzu bildireceğim!” dedi. “Pekâla” dediler. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) hitabesinde:
“Bu Leysliler bana kısas talebiyle geldiler. Ben onlara (kısasa bedel) şu şu miktar diyet teklif ettim, onlar da râzı oldular, siz de râzı mısınız ” diye sordu. Fakat berikiler:
“Hayır, râzı değiliz!” dediler. Mühâcirûn onlara kızıp üzerlerine yürüdü. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onlara dokunmamalarını emretti, Muhacirun da ileri gitmekten vazgeçti. Sonra onları çağırıp, onlara verdiğini artırdı ve sordu:
“Râzı oldunuz mu ”
“Evet” dediler. Resûlullah tekrar:
“Ben halka hitap edip, râzı olduğunuzu bildireceğim” dedi. Onlar: “Pekâla ” dediler. Resûlullah halkı çağırarak:
“Râzı mısın ” diye sordu.
“Evet râzıyız!” dediler.” [Ebû Dâvud, Diyât 13, (4534); Nesâî, Kasâme 24, (8, 35).][46]
AÇIKLAMA:
Hattâbî der ki: “Bu hadiste mevcut olan hükümlere göre:
* Vâli ve me´mur haksız yere, başkasının kanına girerse, ona kısas uygulamak bir vecîbedir, tıpkı me´mur olmayanlara kısas tatbîki vâcib olduğu gibi.
* Başından yaralanan kimsenin, kısas taleb etmesi halinde diyete râzı edilmesi için diyet miktarından fazla ödenmesi câizdir.
* Zekât miktarını tesbîtte, mal sâhibinin beyânı esastır. Malından izhâr etmediği şeyler sebebiyle, memurun onu zorlamaya, dövmeye hakkı yoktur.[47]
ـ6ـ وعن هل بن سراج بن مجاعة عن أبيه عن جده ]أنَّهُ أتَى رسولَ اللّه # يَطْلبُ دِيَةَ أخِيهِ، قَتَلَهُ بَنُو سَدُوسٍ مِنْ بَنِى ذُهْلٍ، فَقَالَ #: لَوْ كُنْتُ جَاعًِ لِمُشْرِكٍ دِيَةً جَعَلْتُهَا ‘خِيكَ، وَلكِنْ سَأعْطِيكَ مِنْهُ عُتْبَى فَكَتَبَ لَهُ # بِمَائَةٍ مِنَ ا“بِلِ مِنْ أوَّلِ خُمْسٍ يَخْرُجُ مِنْ مُشْرِكِى بَنِى ذُهْلٍ، فَأخَذَ طَائِفَةً مِنْهَا، وَأسْلَمَ بَنُو ذُهْلٍ فَطَلَبَهَا بَعْدُ مَجَّاعَةُ إلى أبِى بَكْرٍ، فأتَاهُ بِكِتَابِ رسولِ اللّه # فَكَتَبَ لَهُ أبُو بَكْرٍ بِاثْنَىْ عَشَرَ ألْفِ صَاعٍ مِنْ صَدَقَةِ الْيَمَامَةِ أرْبَعَةِ آَفٍ بُرّاً، وَأرْبَعَةِ آَفٍ شَعِيراً، وَأرْبَعَةِ آَفٍ تَمْراً، وَكاَنَ في كِتَابِ رسولِ اللّه #: بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ هذَا كِتَابٌ مِنْ مُحَمَّدٍ النَّبىِّ # لِمَجَّاعَةَ بن مُرَارَةَ مِنْ بَنِى سُلَيْمٍ أنِّى أعْطَيْتُهُ مِائَةً مِنَ ا“بِلِ مِنْ أوَّلِ خُمْسٍ يَخْرُجُ مِنْ مُشْرِكِى بَنِى ذُهْلٍ عُتْبَةً مِنْ أخِيهِ[. أخرجه أبو داود .
6. (1926)- Hilâl İbnu Sirâc İbni Müccâa an ebîhi an ceddihî tarikinden anlattığına göre: “(Ceddi Müccâa) Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´e gelerek Benî Zühl kabîlesine mensup Benû Sedûs tarafından öldürülmüş olan kardeşinin diyetini taleb etti. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ona:
“Eğer ben bir müşrik için diyete hükmetseydim kardeşin için hükmederdim. Fakat ben sana (diyet değil, bunun yerini tutacak) bir bedel vereyim” dedi ve ona, aleyhissalâtu vesselâm, Benî Zühl müşriklerinden elde edilecek ilk humustan yüz deve vereceğine dâir (senet) yazdı.
(Müccâa bu yüz deveden) bir miktarını almıştı. (Tamamını almadan) Benî Zühl kabîlesi Müslüman oldu. Bilâhare Müccâa geri kalan develeri Hz. Ebû Bekr (radıyallâhu anh)´den taleb etmek üzere, ona geldi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın borç senedini gösterdi.
Hz. Ebû Bekir (radıyallâhu anh) kendisine Yemâme´den gelecek zekattan ödenmek üzere on iki bin sa´, yani dört bin sa´ buğday, dört bin sa´ arpa, dört bin sa´ hurma yazdı. Resûlullah´ın verdiği yazıda (borç senedinde) şunlar yazılıydı: “Bismillahirrahmanirrahim. Bu Peygamber Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm)´den Benî Süleymli Müccâa İbnu Mürâre´ye (verilmiş bir borç) senedidir. Ben kendisine (öldürülen) kardeşine bedel olarak, Benî Zülh müşriklerinden gelecek ilk humustan yüz deve vereceğim.” [Ebû Dâvud, Harâc 20, (2990).][48]
ـ7ـ وعن جابر رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]كَتَبَ النَّبىُّ # عَلَى كُلِّ بَطْنٍ عُقُولَة، وََ يَحِلُّ لِوَلِىٍّ أنّ يَتَولّى مُسْلِماً بِغَيْرِ إذْنِه[. أخرجه النسائى.
7. (1927)- Hz. Câbir (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) her kabîleye bir diyet yazdı. Hiçbir âzadlıya kendini âzad edenden başka bir Müslümanı kendine mevla ittihaz etmesi, asıl âzad edenin izni olmadan helâl değildir.” [Nesâî, Kasâme 38, (8, 52).][49]
AÇIKLAMA:
1-Resulullah´ın عَلَى كُلُّ بَطْنِ عُقُولُهُ hadisinde geçen batn kelimesi iki ayrı mânâ taşır ve hadis buna göre iki ayrı mânâya tevcih edilmiştir.
a) Batn, kabîleyi teşkil eden alt bölüm; daha alt kısmına fahz denmektedir. Şu halde aralarında kan bağı olan, birbirlerine karşı hukûkî vecîbeleri olan bir nevî oymak demektir. Bu mânada hadis, Nihâye´de İbnu´l-Esîr´in kaydettiği üzere: “Resûlullah, her oymağa, âkilenin diyetten üzerine düşen borcu yazarak, her birinin mükellefiyetini beyân etti” demek olur.
b) Münâvî´nin kaydettiği üzere, batnın karın mânâsını taşımasından hareketle: “Hadiste karında öldürüldüğü takdirde cenîne terettüp edecek diyet kastedilmektedir” diyen âlim de olmuştur. Nitekim 1919 numaralı hadiste geçtiği üzere düşüğe sebep olunduğu takdirde cenîne Hz. Peygamber diyet takdîr etmiştir.[50]
ـ8ـ وعن ابن شهاب رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]مََضَتِ السُّنَّةُ أنَّ العَاقلَةَ َ تَحْمِلُ مِنْ دِيَةِ الْعَمْدِ شَيْئاً، اّ أنْ تَشَاءَ، وَكَذِلِكَ َ تَحْمِلُ مِنْ ثَمَنِ الْعَبْدِ شَيْئاً قَلَّ أوْ كَثُرَ، وَإنَّمَا ذلِكَ عَلَى الَّذِي يُصِيبُهُ مِنْ مَالِهِ بَالِغاً مَا بَلَغَ ‘نَّهُ سِلْعَةٌ مِنَ السِّلَعِ، لِقَوْلِ رَسُولِ اللّهِ #: َ تَحْمِلِ الْعَاقِلَةُ عَمْداً، وََ صُلْحاً، وََ اعْتِرَافاً، وََ أرْشَ جِنَايَةٍ، وََ قِيمَةَ عَبْدٍ إَّ أنْ تَشَاءَ، وَمَضَتِ السُّنَّةُ أنَّ الرَّجُلَ إذَا أصَابَ امْرَأتَهُ بِجُرْحٍ خَطأً أنَّهُ يَعْقِلُهَا وََ يُقَادُ مِنْهُ، فإنْ أصَابَهَا عَمْداً أُقِيدَ بِهَا[.وبلغنى أن عمر رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]تُقَادُ المَرأةُ مِنَ الرَّجُلِ في كلِّ عَمْدٍ يَبلُغُ ثُلُثَ نَفْسِهَا فَمَا دُونَهُ مِنَ الجرَاحِ[. أخرجه رزين .
8. (1928)- İbnu Şihâb (radıyallâhu anh) anlatıyor: “(Diyete iştirakte) tatbikat (sünnet) şöyledir: Âkile âmden yapılan öldürmelerin diyetine (hukûken) iştirak etmez. Gönül rızasıyla ederse o başka. Keza, âkileye az da olsa çok da olsa kölenin bedelinden yüklenmez. Kölenin bedeli, ne miktara baliğ olursa olsun, ona, malı olarak tasarruf edenedir. Çünkü o, şu hadise binâen ticaret mallarından bir ticaret malıdır: Amden öldürenin diyetine sulhen tesbît edilen diyete; îtiraf yolayla sübût bulan cinayete terettüp eden (diyete); işlenen bir cinâyete terettüp eden erş´e (diyete) ve kölenin bedeline âkile iştirak etmez, kendi arzusu ile iştirak ederse o başka.”
(Kezâ bir başka) tatbîkat dahi şöyledir: “Kişi hatâen hanımını yaralarsa, diyet öder, fakat kısas yapılmaz. Ancak kadına âmden ulaşan (kötülüğü sebebiyle) kısas yapılır.”
Bana ulaştığına göre, Hz. Ömer (radıyallâhu anh) buyurmuştur ki: “Kadın, nefsinin üçte birine ulaşan ve aşan yaralamalar âmden olduğu takdirde, erkekten kısas isteyebilir.” [Rezin ilavesidir.][51]
ـ9ـ وعن طارق بن شهاب رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]جَاءَ وَفْدُ بُزَاحَةَ إلى أبِى بَكْرٍ الصِّدِّيق رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ يَسْألُونَهُ الصُّلْحَ، فَخَيَّرَهُمْ بَيْنَ الحَرْبِ المُجْلِيَةِ، وَالسِّلمِ المُخْزِيَةِ، فَقَالُوا هذِهِ المُجْلِيَةُ قَدْ عَرَفْنَاهَا فمَا المُخْزِيَةُ؟ قَالَ: نَنْزِعُ مِنْكُمْ الحَلْقَةَ وَالكُرَاعَ، وَنَغْنَمُ مَا أصَبْنَا مِنْكُمْ وَتَرُدُّونَ عَلَيْنَا مَا أصَبْتُمْ مِنَّا وَتَدُونَ لَنَا قَتَْنَا وَتَكُونُ قَتَْكُمْ في النَّارِ، وَتَتْرُكُونَ أقْوَاماً يَتْبَعُونَ أذْنَابَ ا“بِلِ حَتَّى يُرِىَ اللّهُ خَلِيفَةَ رسولِ اللّه # وَالمُهَاجِرِينَ أمْراً يَعْذُرُونَكُمْ بِهِ، فعَرَضَ أبُو بَكْرٍ مَا قَالَ عَلى الْقَوْمِ، فقَالَ عُمَرُ: أمَّا مَا ذَكَرْتَ مِنَ الحَرْبِ المُجْلِيَةِ وَالسَّلْمِ المُخْزِيَةِ، فَنِعْمَ مَا ذَكَرْتَ، وَأمَّا مَا ذَكَرْتَ أنْ نَغْنَمَ مَا أصَبْنَا مِنْكُمْ، وَتَرُدُّونَ مَا أصَبْتُمْ مِنَّا فَنِعْمَ مَا ذَكَرْتَ، وَأمَّا مَا ذَكَرْتَ تَدُونَ قَتَْنَا، وَتَكُونُ قَتْكُمْ في النَّارِ، فإنَّ قَتَْنَا قَاتَلَتْ فَقُتِلَتْ عَلى أمْرِ اللّهِ تَعَالى أُجُورُهَا عَلى اللّهِ لَيْسَ لَهَا دِيَّاتٌ، فَبَايَعَ الْقَوْمُ عَلى مَا قَالَ عُمَرُ رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ[.قلت: ذكر هذا ا‘ثر بتمامه شرف الدين البارزي، ولم يعزه إلى من خرّجه،
ولم يذكره صاحب الجامع.وقد ذكر منه البخارى قول أبى بكر رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ: ]تَتْبَعُونَ أذْنَابَ ا“بِلِ حَتَّى يُرِىَ اللّهُ خَلِيفَةَ رسولِ اللّهِ # وَالمُهَاجِرِينَ أمَراً يَعْذُرُونَكُمْ بِهِ[. فقط دون باقية في آخر كتاب ا‘حكام بغير سند، واللّه أعلم .
9. (1929)- Târık İbnu Şihâb (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Büzâha heyeti Hz. Ebû Bekir es-Sıddîk (radıyallâhu anh)´a gelip sulh istediler. Hz. Ebû Bekir onları yerlerinden yurtlarından edecek harp ile, rezil rüsvay edecek sulh arasında mühayyer bıraktı. Heyet mensupları:
“Yerden yurttan edeceği (mücliyyeyi) anladık, rezilrüsvay edecek (muhziye) ne demektir ” diye sordular.
“Sizden silahları ve binekleri alacağız. Sizin mal ve mülkünüzden elimize geçenleri ganimet yapacağız, bizden ele geçirdiklerinizi bize iade edeceksiniz, bizden öldürdüklerinizin (diyetini) borçlanacaksınız, sizin ölüleriniz cehennemlik olacak (onlar için herhangi bir ödeme yapmayacağız). Allah Resûlü´nün halîfesine ve muhâcirlerine sizi mazur kılmalarına sebep olacak bir durum (iyi hal) gösterinceye kadar kabîleleri, develerin peşini takib etmeye bırakacak (onlara karışmayacak)sınız.”
Hz. Ebû Bekir (radıyallâhu anh) bu söylediklerini heyet mensuplarına teklif olarak arzetti. Hz. Ömer (radıyallâhu anh) söz alıp şunu söyledi: “Bahsettiğin “yerden -yurttan edecek savaş ve rezil- rüsvay edecek sulh” sözün var ya! Ne güzel de söyledin. Ya şu, “Sizden ele geçirdiklerimizi ganimet yapacağız, bizden ele geçirdiklerinizi iade edeceksiniz!” sözün var ya! Ne güzel söyledin. “Bizden öldürdükleriniz için borçlanacaksınız, sizin ölüleriniz cehennemlik” sözüne gelince, bizim ölülerimiz Allah´ın emri üzerine savaştılar ve öldürüldüler, onların ecirleri Allah´ın üzerinedir, onlar için diyet yoktur.”
Heyet, Hz. Ömer (radıyallâhu anh)´in söylediği şartlar üzere beyat yaptı.
Derim ki: Bu rivâyeti tam olarak Şerefüddin el-Bârizî zikretti. Rivâyeti tahrîc edene nisbet etmedi. Bu rivâyeti Câmiul Kebîr müellifi zikretmedi.
Ancak Buhârî, rivayetten sadece Hz. Ebû Bekir (radıyallâhu anh)´in şu sözünü kaydetti: “Allah Resûlü´nün halîfesine ve Muhâcirlere sizi mâzur kılmalarına sebep olacak bir durum gösterinceye kadar kabîleleri develerin peşini tâkib etmeye bırakacak, (onlara karışmayacak)sınız.” Bu kısım Kitâbu´l Ahkâm´ın sonunda senetsiz olarak mevcuttur, gerisi yoktur. [52]
AÇIKLAMA:
1-Buhârî´de kabîle adı Büzâha diye kaydedilmiştir. Mu´cemu´l-Büldân´da Büzâha diye harekelenmiştir. Teysîr´de Bezzâha şeklinde harekelenmiş olması bir hatâ olabilir.
Büzâha, Necid bölgesinde Tayy kabîlisene ait bir suyun adıdır. Hz. Ebû Bekir (radıyallâhu anh) devrinde Ridde savaşları sırasında orada mühim bir vak´â husûle geldi: Peygamberliğini ilan eden yalancılardan Tüleyha İbnu Hüveylid el-Esedî, etrafında Esed, Gatafan kabîlelerini toplayarak büyük bir güç teşkil etmiştir. Hz. Ebû Bekir, buna karşı Müseylime´nin işini bitirmiş olan Hâlid İbnu Velîd (radıyallâhu anh)´i göndermişti. Hâlid önden Ensâr´ın müttefiki olan Ukkâşe İbnu Mihsan el-Esedî´yi göndermişti. Tuleyha, Benî Esed´in suyu olan Büzâha´da Ukkâşe´yi karşılamış ve şehid etmiştir. Uyeyne İbnu Hısn, Benî Fezâre´den yedi yüz kişinin arasında Tuleyha ile birlikte idi. Arkadan Hâlid geldi.
Hâlid (radıyallâhu anh) burada Tuleyha´nın ordusunu bozguna uğrattı. Bu bozgundan sonra Esed ve Gatafan kabileleri Hz. Ebû Bekir´e bey´at yapmak üzere hey´et gönderdiler.
İşte, Sadedinde olduğumuz rivâyet Hz. Ebû Bekir´in mezkûr hey´etle olan müzâkeresini aksettirmektedir. Hâdiseyi, İbnu Hacer genişçe anlatır. Bu meyanda, yukarıda kaydedilen vechiyle, rivâyeti Humeydî´nin el-Cem´u Beyne´s Sahîheyn´inden naklen kaydeder. Ancak orada, Hz. Ömer söz alınca konuşmasına şu cümle ile başlar: “Benim de bir görüşüm var, sana arzedeceğim.”
Burada Hz. Ebû Bekir´in sulh ve biat antlaşmasını yaparken etrafındakilerle istişare yapmaya ehemmiyet verdiğini görmekteyiz. Nitekim Hz. Ömer´in îtirâzını mâkul bulmuş, onun şartına uygun olarak heyetle antlaşma yapmıştır.[53]
——————————————————————————–
[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/145.
[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/145-146.
[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/146-147.
[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/147.
[5] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/147.
[6] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/148.
[7] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/148.
[8] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/149.
[9] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/149.
[10] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/150.
[11] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/150-151.
[12] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/151.
[13] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/151-152.
[14] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/152.
[15] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/152.
[16] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/152-153.
[17] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/154.
[18] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/154.
[19] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/155.
[20] Erş, yaralanan ve kesilen uzuvlardan dolayı verilmesi gereken diyete denir.
[21] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/155-156
[22] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/156.
[23] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/156-157.
[24] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/157.
[25] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/157.
[26] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/157-158.
[27] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/158.
[28] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/158.
[29] Hz. Peygamber (aleyhissalâtü vasselâm) Amr İbnu Hazm (radıyallahu anh)´ı onuncu hicri senede Yemen´in Benî´l-Hâris kabîlesine âmil olarak göndermiş Amr´a yola çıktığı zaman yazılı uzun bir tâlimatnâme vermişti. Burada vergi ve ta´lim işleriyle ilgili birçok teferruat yer almıştı.
[30] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/158-160.
[31] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/161.
[32] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/161.
[33] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/161.
[34] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/162.
[35] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/163.
[36] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/163.
[37] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/164.
[38] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/164-165.
[39] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/167-168.
[40] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/168-169.
[41] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/170.
[42] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/170.
[43] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/170-171.
[44] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/171.
[45] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/171-172.
[46] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/172-173.
[47] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/173.
[48] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/174.
[49] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/175.
[50] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/175.
[51] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/175-176.
[52] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/177.
[53] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/178. –