ZEBÂİH (KESİMLER) BÖLÜMÜ
BİRİNCİ FASIL
KESİM ÂDABI VE YASAKLARI
İKİNCİ FASIL
KESİŞ ŞEKLİ VE YERİ
ŞER´Î KESİM
ÜÇÜNCÜ FASIL
KESME ÂLETİ
DÖRDÜNCÜ FASIL
YENMESİ YASAK OLAN KESİLMİŞLER
ZEBÂİH (KESİMLER) BÖLÜMÜ
(Bu bölümde dört fasıl vardır)
BİRİNCİ FASIL
KESİM ÂDÂBI VE YASAKLARI
İKİNCİ FASIL
KESİŞ ŞEKLİ VE YERİ
ÜÇÜNCÜ FASIL
KESME ÂLETİ
DÖRDÜNCÜ FASIL
YENMESİ YASAK OLAN KESİLMİŞLER
Dinleri birbirinden ayıran hususlar sâdece inanç ve ibadetlerle ilgili şeyler değildir. Bugün Kültür kelimesiyle ifâde edilen medenî hayatın maddî ve mânevî bütün levâzımına giren şeylerde dinin bir sözü vardır. Her dinde olmasa bile İslâm´ın kesinlikle bir sözü vardır: Haram der, helâl der, müstehab der, mekruh der, mübah der, şüpheli der. Yâni mutlaka bir şey söyler.
Bilindiği üzere, gıda, kültürün ana unsurlarından biridir. Mü´min boğazdan geçebilen her şeyi hayvan gibi yutan insan değildir. Dikkatli bir seçime mecburdur. İslâm, önümüze binbir değil binlerce çeşit gıda ihtivâ eden bir sofra gibi açılmış bulunan yeryüzü bahçesindeki yiyeceklerden istifâde husûsunda, ciddî kaideler, esaslar getirmiştir. Bunlardan bir kısmı sağlığımızla ilgilidir, bir kısmı kazançla ilgilidir, bir kısmı, gıdanın insan tabiatına tesir edeceği düşüncesiyle ilgilidir, birkısmı âdâba, bir kısmı iktisâda vs.´ye taalluk eden nokta-i nazarlarla ilgilidir. Bu kaidelerin hepsi de kaynağını nasslardan yâni âyet ve hadislerden alır. Bazan öyle teferruata rastlanır ki sebebini açıklamak bile mümkün olmaz. Her ne olursa olsun, en ufak âdâbın bile korunması gerekmektedir. Bu, en azından kültürel birliğin âdâbda müşterekliğinin sağlanması için gerekli ve şarttır.
İşte, zebh (kesim) meselesi, gıdalarımızla ilgili mühim bahislerden biridir. İslâm dininin bu hususta ısrar ettiği prensipler vardır. Gıda ile ilgili mühim kaidelerin çoğu kesim meseleleriyle ilgilidir. Gıda maddelerinin ve husûsen hayvanî olanların beynelmilel bir buud kazandığı, kitlevî işlenmiş gıda îmâlâtının yapıldığı günümüzde mü´minler daha bir dikkatli olmaya, önüne çıkan, veya gıda satan dükkanlardan satın aldığı hazır konserve, kesilmiş vs. gıdaların aslını, mâhiyetini araştırmaya daha bir özen göstermek zorundadırlar. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) haram gıdanın, yapılan ibâdetlerin kabûl edilmesine mâni olduğunu belirtiyor. Haramlık her zaman, çalınmış, gayr-ı meşru yoldan kazanılmış olmakla tahakkuk etmez. Şer´î usûle göre kesilmemiş hayvan eti de haramdır. Para vererek alsak bile domuz eti, alkollü yiyecek ve içecekler de haramdır.
Bu bahiste kesilen hayvanlarla ilgili belli başlı hadisler açıklanacaktır.[1]
BİRİNCİ FASIL
KESİM ÂDABI VE YASAKLARI
ـ1ـ عن شدَّاد بن أوس رَضِى اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال رَسُولُ اللّهِ #: إنَّ اللّهَ تَعالى كَتَبَ ا“حْسَانَ عَلي كُلِّ شَيْءٍ. فإذَا قَتَلْتُمْ فَأحْسِنُوا الْقِتْلَةَ! وَإذَا ذَبَحْتُمْ فأحسِنُوا الذِّبْحَةَ وَلْيُحِدَّ أحَدُكُمْ شَفْرَتَهُ وَلْيُرِحْ ذَبِيحَتَهُ[. أخرجه الخمسة إ البخارى.»الْقِتْلَةُ وَالذِّبْحَةُ« بكسر أولهما: الحالة، وبفتحها: المرة الواحدة من القتل والذبح وهو المصدر .
1. (1948)- Şeddâd İbnu Evs (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu ki: “Allah Teâlâ hazretleri, her şeyde iyiliği emretmiştir. Öyleyse öldürdüğünüz zaman öldürmeyi iyi yapın. Kesecek olursanız kesmeyi iyi yapın. Bıçağın ağzını bileyin. Hayvana (zahmet vermeyin) rahat ettirin.” [Müslim, Sayd 57, (1955); Tirmizî, Diyât 14, (1409); Ebû Dâvud, Edâhi 12, (2815); Nesâî, Dahâya 22, (7, 227); İbnu Mâce, Zebâih 3, (3170).][2]
AÇIKLAMA:
1- Bu hadis, İslâm´ın en câmi prensiplerinden birini vaz´etmektedir: “Allah her şey üzerine ihsanı yazmıştır.” İhsan câmî bir kelimedir. İyilik, güzellik ilk akla gelen mânasıdır. Burada ihsândan murâd, Münâvî´ye göre, meşrû amellerin, -şer´an muteber olan tamamlayıcılarına uymak sûretiyle- güzelleşmesine gayret etmektir. Cibril hadisinde Resûlullah ihsan´ı: “Allah´ı görürcesine ibâdet etmek” diye tarif eder. İhsanın bu tarifini ibâdetteki ihsan olarak anlayabiliriz, çünkü sadedinde olduğumuz hadis, Cenâb-ı Hakk´ın her şey için ayrı bir ihsan emrettiğini belirtmektedir. Yazdı kelimesi “emretti”, “takdir etti” gibi mânâlara geldiği gibi, nakşetti mânası da vardır. Öyleyse “Allah her şey üzerine ihsan (güzellik) nakşetti” diye de anlayarak, hadisin hükmünü tabiatı dolduran canlıcansız bütün mahlûkata teşmil etmemiz, hepsinin üzerinde kendine has zâhirî bir ihsân, bir güzellik bulunduğunu söylememiz bile mümkündür.
Resûlullah, sadedinde olduğumuz hadiste Allah´ın her şeyde bir güzellik emrettiğini söyledikten sonra öldürme ve kesmelerde bile buna riâyet edilmesini hatırlatıyor ve bilhassa kesmede aranacak ihsanı (güzelliği, iyiliği) açıklıyor: Bıçağı bilemek, kesme sırasında hayvana eziyet etmemek, meşakkat vermemek, rahat ettirmek. Başka hadislerde gelen teferruat, kesmedeki ihsanı tamamlayacaktır: Bıçağı bilemek, hayvana göstermemek, birini diğerinin gözü önünde kesmemek, kesim yerine sürükleyerek götürmemek, kesim sırasında besmele çekmek vs.
Hadiste geçen öldürme mutlak gelmiştir. Yâni insan, hayvan her çeşit canlının öldürülmesine şâmildir. Düşmanı öldürmekten kısas kâtili veya hadd yoluyla zâniyi öldürmeye kadar bütün öldürmeler bu emre dâhil edilmiştir. Hepsinin “ihsân” şartları dahilinde iyi yapılması gerekmektedir. Öldürülecek canlıya işkence yapılmaması, ateşte yakılmaması, meselâ zâninin taşlanması sırasında başına vurmaktan sakınılması gibi emirler, öldürmede gerekli olan ihsanın şartlarını tesbît eder.
2- Bu hadisi tamamlayan ikinci bir prensip: اِنَّ اللّهَ جَمِيلٌ يُحِبُّ الْجَمَالَ “Allah güzeldir, güzelliği sever” hadisidir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bazı çirkinliklere bu prensibi hatırlatarak müdahale etmiş, bazı güzellikleri emrederken de yine buna atıflarda bulunmuştur. Sözgelimi kendisine gelip: “Elbisemin güzel olması, ayakkabımın güzel olması (ayakkabı bağımın, kamçımın sapının güzel olması) hoşuma gider, acaba bu kibir midir ” mânasında zaman zaman soranlar olmuş, onlara: “Allah güzeldir, güzelliği sever, güzel giyinmek kibir değildir, kibir (mazhar olduğun nimeti kendinden bilip) hakkı reddetmek, halkı hakir görmektir” cevabını verir
Keza zenginliğin ihsanı da, zenginlerin servetleriyle mütenâsib giyim kuşam ( mesken, binek, hizmetçi..vs. ) kullanmalarında olduğunu ifâde için: “Allah güzeldir, güzelliği sever ve kuluna verdiği nimetin eserini üzerinde görmekten hoşlanır” buyurur. Bir seferinde servetiyle mütenâsip olmayan bir elbise giyinen zengini bu prensibi hatırlatarak azarlar.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın her şeyde “güzel” ve “iyi”yi arama espirisini gösteren canlı örneklerden birini Taberânî Mu´cemu´l-Kebîr´inde rivâyet etmektedir: “Bir kabirde açılmış bir delik gören Resulullah bunun kapatılmasını emreder. Kendisinden, “Bunu yapmanın kabirdekine bir faydası olacak mı ” diye sorarlar. “Hayır, der, ona ne faydası, ne de zararı var, fakat dirilerin gözünü rahatsız eder.”
Resûlullah´ın ehemmiyet verdiği bir başka ihsân, isimlerdeki güzellik, sîmâlardaki güzelliktir. İsimlerin güzel olması umumî bir prensip olarak emredildiği gibi, bilhassa başkalarına muhatap olacak, memuriyet ve temsilcilik vasıflarını taşıyanlarda bu isim ve hattâ sima güzelliğini ayrı bir dikkatle aramıştır. Rivâyetler, vâlilerine: “Bana bir posta (vazîfeli) gönderecek olursanız, yüzü güzel, ismi güzel birini gönderin” diye yazılı ta´mim göndermiştir.
اِلْتَمِسُوا الْخَيْرَ عِنْدَ حِسَانِ الْوُجُوهِ “Hayrı, güzel yüzlüler nezdinde arayın” hadisi bu bâbta yapılmış tavsiyelerden biri olmaktadır. Resûlullah (aleyhissalâtü vesselâm)´ın, bu prensibe uygun olarak siması güzel olanları elçi olarak istihdâm ettiği belirtilir. Dihyetü´l-Kelbî ile Zibrikân İbnu Bedr (radiyallahu anhümâ) bu hususta meşhûr olanlardandır. Belirtilen sebeple kavmine zekât tahsildârı tayin edilen Zibrikân´ı Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´dan sonra Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer (radıyallâhu anhümâ) de vazîfesinde ibkâ ederler.
Resûlullah cihâddaki ihsanı şöyle ifâde buyurmuştur:
اُغْزُوا بِسْمِ اللّهِ وَفي سَبِيلِ اللّهِ قَاتِلُوا مَنْ كَفَرَ بِاللّهِ اُغْزُوا وََ تَغْدِرُوا وََ تَغْلُوا وََ تُمَثّلُوا وََ تَقْتُلُوا وَلِيداً
“Allah´ın adıyla ve Allah yolunda gazveye çıkın. Allah´ı inkâr edenlerde savaşın. Gazveye çıkın fakat gadretmeyin, haddi aşmayın, müsle yapmayın (hakaret maksadıyla ölülerin cesedlerinde tahribat yapmayın), çocukları öldürmeyin.
“İnsanların şerirleri kimlerdir ” diye Muâz İbnu Cebel (radıyallâhu anh)´in sorduğu bir soruya : “Resulullah (aleyhissalatü vesselam)´in, “Hayırdan sor, şerden sorma!” şeklindeki cevabı bize soru sormada da ihsanın varlığına bir ipucu olmaktadır.
نَهَى رَسُولُ اللّهِ عَنْ ضَربِ الْوَجُوهِ “Resûlullah (aleyhissalâtü vesselâm) yüzlere vurmayı yasakladı” hadisinde ifâde edilen dövmedeki ihsan hayvana vurmadan çocuğa, kadına, kavgada kardeşe, muallimin önündeki çocuğa varıncaya kadar her çeşit terbiyevî ve gayr-ı terbiyevî dövmelere teşmil edilmiş, hadislerde her biri ayrı zikredilip yasaklanmıştır. Hizmetçi ile ilgili yasaklamayı örnek olarak zikrediyoruz: إذَا ضَربَ اَحَدُكُمْ خَادِمَهُ فَلْيَجْتَنِبِ الْوَجْهَ “Sizden biri hizmetçisine vuracak olursa yüze vurmasın.
Hülâsa, örneği daha da çoğaltmak mümkün. Sadedinde olduğumuz hadis, bize İslâm´ın estetik anlayışını ve bunun şümûlünü ifâde etmesi bakımından cevâmiu´lkelim denen en câmî hadislerden biridir.
3- Hadiste dile getirilen ihsan´ın Allah´tan başka her şeye olduğunu belirten Münâvî, bazı örneklerle bunun kapsamını müşahhas hâle getirir: “…Büyümeye muhtaç olan bitkiye de şâmildir. Meleklere ihsan , onlarla münâsebeti iyi kılmaktır, hafaza meleklerinin hoşlanmıyacağı şeyleri yapmamak, onları rahatsız eden fena kokulu şeyleri yememek gibi.” Münâvî açıklamalarına devam ederek cinne, şeytana ve hattâ kâfirlere bile ihsanın nasıl teşmil edilebileceğini göstermeye çalışır.[3]
ـ2ـ وعن أبى هريرة وابن عباس رَضِى اللّهُ عَنْهُم قا: ]نَهَى رسولُ اللّه # عن شَرِيطَةِ الشَّيْطَانِ. قِيلَ: هِىَ الذَّبِيحَةُ يُقْطَعُ مِنْهَا الجِلْدُ وََ تُفْرَى ا‘وْدَاجُ مُمَّ تُتْرَكُ حَتَّى تَمُوتَ[. أخرجه أبو داود.»ا‘وْدَاجُ« جمع ودَج، وهو عرْق العنق، وهما ودجان في جانبي العنق، وإنما أضافهما إلى الشيطان لحمله إياهم على ذلك، وكان من عمل الجاهلية .
2. (1949)- Ebû Hüreyre ve İbnu Abbâs (radiyallâhu anhüm) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şeytan kurbanından (şerîta) men etti. ” Dendi ki şerîta, boğazından sâdece deri kısmının kesilip, boyun damarı kesilmeden ölmeye terkedilen (kurbanlık) hayvandır.” [Ebû Dâvud, Edâhî 17, (2826).][4]
AÇIKLAMA:
Nihâye´de açıklandığı üzere, şerîta, câhiliye devrinde mevcut olan bir kurban çeşididir. Hayvanın boğazından az bir kısmı kesip, kan damarına ulaşmadan ölmeye terketmektir. Kurbanın meşru bir kurban sayılması için bu kadarcık kesimi yeterli buluyorlardı. Resulullah (aleyhissalatü vesselam)´ın bu kurban çeşidini şeytana izâle etmesi, onları böylesi bir kesime -nazarlarında bunu güzel göstererek şaşırtıp- sevkedenin şeytanın olmasından dolayıdır.[5]
ـ3ـ وعن ابن عباس رَضِى اللّهُ عَنْهُما قال: ]مَنْ نَسِىَ التَّسْمِيَةَ ف بَأسَ، وَمَنْ تَعَمَّدَ فََ تُؤْكَلْ[. أخرجه رزين .
3. (1950)- İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ) demiştir ki: “(Hayvanı keserken) besmele çekmeyi bir kimse unutmuşsa bunun bir mahzuru yoktur. Ancak kasden terketmiş ise, kesilen yenilmez.” [Rezîn´in ilâvesidir.][6]
AÇIKLAMA:
Âyet-i kerîme´de : وََ تَأكُلُوا مِمَّا لَمْ يُذْكَرِ اسْمُ اللّهِ عَلَيْهِ وَإنَّهُ لَفِسْقٌ “Üzerinde (kesim esnasında) Allah´ın adının zikredilmediği kesilmiş hayvanları yemeyin, bunu yapmak fâsıklıktır (Allah´ın yolunda çıkmakdır) ” (En´âm 121) buyurularak, kesimlerin besmele ile olması emredilmiştir.İbnu Abbâs, âyetteki bu emir unutularak yerine getirilmediği takdirde kesilin halvanın yenilebileceğini, kasd-ı mahsusla, inadla terkeden kinsenin kestiğinin yenmiyeceğini belirterek âyet-i kerîmeye açıklık getirmiş olmaktadır.
Bu vesile ile birkaç noktayı da belirtelim:
* Âyette emredilen tesmiye yâni Allah´ın zikri, Allah´ın isimlerinden herhangi biriyle olabilir: Allahu ekber, Allahu âzam… gibi sâdece Allah demek de kâfidir, yeter ki, dua maksadıyla zikredilmemiş olsun. Meselâ Allahümmağfirlî denmesi kifâyet etmez.
Bismillahi Allahu ekber denmesi müstehabdır.
* İmam-ı Şâfiî´ye göre, hayvanın helal olması için kesilmesi kâfidir, besmele okumak şart değildir. Tesmiye sünnet-i müekkededir, terki tahrimî değil, keraheti getirir. Bu görüş diğer müçtehid imamların ittifakına muhâliftir.
* Yahudî ve Hıristiyanların besmele çekerek kestikleri yenir. Unutularak terketmeleri halinde yine yenir. Ehl-i Kitab´ın keserken besmele çekip çekmediği bilinemezse, araştırılmaz, çekmiş kabûl edilir ve yenilir. Onların zımmî (İslâm memleketinde yaşayan) veya harbî (dar-ı harbde yaşayan) olması farketmez. Cumhurun görüşü budur.
* Müslüman olsun, kitâbî olsun kadının kestiği, besmele çekmeye aklı erip hayvanı kesmeye muktedir bulunan çocuğun, delinin, sarhoşun, dilsizin, sünnetsizin kestiği hayvanlar yenir.
* Mecûsî, putperest, mürted ve besmeleyi kasden terkedenin (Müslüman olsun, kitâbî olsun) kestikleri yenilmez.[7]
ـ4ـ وعن ابن عمر رَضِى اللّهُ عَنْهُما قال: ]قال رسُولُ اللّهِ #: مَامِنْ إنْسَانٍ يَقْتُلُ عُصْفُوراً فَمَا فَوْقَهاَ بِغَيْرِ حَقٍّ إَّ سَألَهُ اللّهُ تَعالى عَنْهَا. قِيلَ وَمَا حَقُّهَا؟ قال: يَذْبَحُهَا فَيَأكُلُهَا وََ يَقْطَعُ رَأسَهَا وَيَرْمِى بِهَا[. أخرجه النسائى
4. (1951)- İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor. “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurduyar ki: “Haksız yere bir kuş veya daha küçük bir hayvan öldüren insana Allah mutlaka onun hesâbını soracaktır.” Kendisine: “Onun hakkı da nedir ” diye sorulunca:
“Onu keser ve yer. Başını kesip atmaz!” diye cevap verdi.” [Nesâî, Sayd 34, (7, 239).][8]
AÇIKLAMA:
Münâvî, ihtiyaç için değil de zevk eçin hayvan avlamanın yasaklandığını belirtir. Öldürdükten sonra hayvanı yemiyor, başını kesip atıyor. Kesip bırakmak bu öldürmenin bir ihtiyaç için değil, zevk için yapıldığının ifâdesidir. Bu, mahlukâtın suistimali ve israf edilmesi olduğu için, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bunu yasaklamıştır. Nesâî´de gelen bir başka hadiste şöyle denmiştir: “Kim boş yere bir hayvanı öldürürse, kıyamet günü, o hayvan sesini Cenâb-ı Hakk´a yükselip: “Ey Rabbim falanca beni boş yere öldürdü, bir fayda için öldürmedi!” diyerek şikâyet edecektir.”
* Hadiste serçenin zikri, küçüklüğü ifâde içindir. “Serçe ve fevkinde olan bir hayvanı öldüren…” diye hadiste ifâde buyurulmuştur. Fevkinde, normalde daha büyük diye anlaşılabilir, ancak küçüklük maksadıyla kullanıldığı için serçeden daha küçük diye anlamak muvafıktır. Aksi takdirde serçeden küçük hayvanları öldürmenin sorumluluğu yok gibi, münâsip olmayan bir sonuca ulaşılır.[9]
ـ5ـ وعن أبى واقد رَضِى اللّهُ عَنْهُ قال: ]قَدِمَ رسولُ اللّهِ # الَمدِينَةَ وَهُمْ يَجُبُّونَ أسْنِمَةَ ا“بِلِ وَيَقْطَعُونَ ألْيَاتِ الْغَنَمِ وَيَأكُلُونَ ذلِكَ. فقَالَ #: مَا قطِعَ مِنَ الْبَهِيمَةِ وَهِىَ حَيَّةٌ فَهُوَ مَيْتَةٌ َ يُؤْكَلُ[. أخرجه أبو داود والترمذي.»الجَبُّ« القطع .
5. (1952)- Ebû Vâkıd (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah(aleyhissalâtü vesselâm) Medine´ye geldiği zaman, Medîneliler, (diri olan) devenin hörgücünü kesiyorlar ve koyunların da kuyruklarını koparıyorlar ve bunları yiyorlardı.
Bu durum üzerine Resûlullah(aleyhissalâtü vesselâm): “Hayvan diri iken ondan her ne kesilmiş ise, bu meyte (lâşe) hükmündedir, yenilmez” dedi.” [Tirmizî, Et´ime 4, (1480); Ebû Dâvud, Sayd 3, (2858); İbnu Mâce, Sayd 8, (3216).][10]
AÇIKLAMA:
Câhiliye devrinde cârî olan bir âdeti Hz. Peygamber yasaklıyor: Kesilmeyen canlı hayvanın bir uzvunu kesip yemek. Böyle bir davranış hayvana karşı da büyük bir merhametsizlik olmaktadır. Resûlullah, bu sûretle kesilen hayvan uzvunu, meyte îlan ederek her çeşit benzeri durumları toptan yasaklamış olmaktadır. Unutmamak gerekir ki, Efendimiz(aleyhissalâtü vesselâm) rahmeten li´l-âlemin´dir, yani âlemlere rahmet, yani sadece fakirlere, yetimlere, bunalmış, darda kalmışlara, tek kelime ile insanlara değil, hayvanlara da, bitkilere de, cansızlara da rahmet getirmiştir. Burada hayvanlara getirdiği rahmetin bir lem´asını görmekteyiz.[11]
İKİNCİ FASIL
KESİŞ ŞEKLİ VE YERİ
ـ1ـ عن أبى الْعُشراء أُسامةَ بن مالك بن قهْطَم عن أبيه قال: ]قلتُ يَا رسولَ اللّه أمَا تَكُونُ الذَّكاةُ إَّ في الحَلْقِ وَالّبَّةِ؟ قال: لَوْ طَعَنْتَ في فَخِذِهَا أجْزأ عنكَ. قال الترمذي: هذا في الضرورة، وقال أبو داود: هذا ذَكَاةُ المُتَرَدِّى[. أخرجه أصحاب السنن.»التردِّى« الوقوع من موضع عالِ في بئر ونحو ذلك .
1.(1953)- Ebû´l- Uşerâ Üsâme İbnu Mâlik İbnu Kahtam bâbasından anlatıyor: “Ey Allah´ın Resûlü, dedim, kesme işi sâdece boğazdan ve gırtlaktan (lebbe) değil midir, (hayvanın başka yerinden de olur mu )”
Şu cevabı verdi: “(Mızrağını hayvanın) dizine saplarsan sana o da kifâyet eder.” Tirmizî: “Bu, zarûret haline mahsustur” der.
Ebû Dâvud da: “Bu, (yüksekten) düşen bir hayvanın kesimiyle ilgilidir” demiştir. [Tirmizî, Et´ime 5, (1481); Ebû Dâvud, Edahi 16, (2825), Nesâî, Dahâyâ 25, (7, 228).][12]
AÇIKLAMA:
1-Bu rivâyette, hayvanı boğazdan kesmenin bir vecibe olup olmadığı Hz. Peygamber(aleyhissalâtü vesselâm)´dan sorulmaktadır: “Zekât yani hayvanı helâl kılan meşru kesme boğazdan başka yerden de olur mu ” Lebbe de boğaz demektir, ancak daha ziyade develer için kullanılır ve devenin boynunda kesim yapılan gırtlak veya ümük diyebileceğimiz kısma denir.
2- Hz. Peygamber(aleyhissalâtü vesselâm), hayvanı helâl kılan husûsun “kan akarak ölmesi” olduğunu belirtmek için “Dizine saplasan da sana kifâyet eder ” demiştir.
Ancak, normal durumlarda böyle bir tezkiyenin tecviz edilemeyeceği açıktır. Zîra “kesme sırasında hayvana eziyet edilmemesi” esas prensiptir. Bu sebeple hadisi tahric eden müellifler, yaralayıcı bir şeyi dize saplayarak öldürmenin anormal şartlara mahsus bir ruhsat olduğunu belirtirler. Nitekim Ebû Dâvud (rahimehullah), bu hadisi “Düşmüş hayvanın kesilmesi” adını taşıyan bir bâbta kaydetmiştir. Hadisin sonunda şu açıklamayı ekler: “Bu hadis, (kuyuya) düşmüş, ürküp (yüksekten) düşmüş hayvan hakkında amel-i sâlihtir.” [Tirmizî´nin kaydına göre Yezîd İbnu Hârun: “Bu zarûret halinde (başvurulacak bir ruhsat)tır” demiştir.
Müteâkip hadis, bu mevzuyu daha da açıklayacaktır.[13]
ـ2ـ وعن ابن عباس رَضِى اللّهُ عَنْهُما قال: ]مَا أعْجَزَكَ مِمَّا في يَدَيْكَ فهوَ كَالصَّيْدِ وقال في بَعِيرٍ تَرَدَّى في بِئْرٍ: ذَكِّهِ مِنْ حَيثُ حَيْمُ قَدَرْتَ. وَرَأى ذلِكَ عَلىٌّ وَابْنُ عُمَرَ وَعَائشةُ رَضِى اللّهُ عَنْهُم وقال: هُوَ وَأنَسٌ وَابنُ عُمَرَ : إذا قُطِعَ الرَّأسُ مَعَ ابْتِدَاءِ الذَّبْحِ مِنَ الحَلْقِ فََ بَأسَ وََ يتَعَمَّدُ، فإنْ ذُبِحَ مِنَ الْقَفَا لَمْ يُؤْكَلْ سَوَاءٌ قطع الرأس أو لم يقطع[. ذكر ذلك البخارى رحمه اللّه في ترحمة باب .
2.(1954)- İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ) buyurdular ki: “Elinde (tasarrufunda) olduğu halde (normal kesişten) seni aciz bırakan şey av gibidir.”
(Yine İbnu Abbâs), kuyuya düşen bir deve hakkında: “Neresinden gücün yeterse kes!” demiştir. Hz. Ali, İbnu Ömer ve Hz. Âişe (radıyallâhu anhüm) de bu görüşte idiler.
İbnu Abbâs, İbnu Ömer ve Enes (radıyallâhu anhüm): “Boğazdan kesmeye başlayınca (acele sebebiyle) başı kopuverse bunda bir beis yok. Ancak, ense tarafından kesilmişse yenmez, baş kopsa da kopmasa da farketmez” demiştir. [Buhârî, Zebâih 23, (Bir bâbın başlığında zikretmiştir).][14]
AÇIKLAMA:
1- Buhârî, bu hadisi, “Ehlî hayvanlardan kaçanlar, (tezkiye husûsunda), vahşî hayvanların hükmüne tâbidir” adını verdiği bir bâbın tercümesi meyanında kaydeder. Normal olarak, ehlî hayvanın kesilmesi boyunundan olmasını gerektirdiği halde, kaçması halinde yakalamak için atılan bir okun veya mızrağın tesiriyle yara alıp ölecek olsa, etinin temiz olacağı ifâde edilmektedir. Bu durumda, hayvan her neresinden isabet almışsa, tıpkı av hayvanı gibi etinin helal olacağı belirtilmiş olmaktadır.
Sadedinde olduğumuz bâbta, bu görüşü paylaşan birkaç sahâbînin görüşüne yer verilmektedir. Rivayetleri Buhârî, hep senedsiz olarak kaydetmiş ise de, şârihler, rivâyetlerin senetli olarak geldikleri kaynaklar hakkında bilgi verirler.
2-Buhârî´de bu muallak ve mevkuf rivâyetlerin dayandığı merfu rivâyete de yer verilmiştir. Meâlen şöyle: “Râfi´ İbnu Hadîc anlatıyor: “Dedim ki: “Ey Allah´ın Resûlü, biz yarın düşmanla karşılaşacağız, yanımızda hayvan kesecek bıçağımız yok.” Bana şu açıklamayı yaptı:
“Çabuk davran da (hayvan boğulup mundar ölmesin) yâhud, keseceğin hayvanı bol kan akıtacak bir şeyle öldür. Üzerine Allah´ın ismi zikredilerek (öldürülen hayvan etinden) ye. Diş ve tırnak, (kesme âleti olmaktan) istisna tutulmalıdır. Bunun sebebini sana söyleyeceğim: Diş bir kemiktir, tırnak ise, bu da Habeşlilerin bıçağıdır.” Biz (ertesi günü), ganimet olarak bir kısım koyun ve deve elegeçirmiş idik. Onlardan bir deve huysuzluk edip kaçtı. Bir adam ok atıp onu durdurdu. Bunun üzerine Resûlullah(aleyhissalâtü vesselâm):
“Vahşî hayvanların kaçkınları gibi ehlî hayvanların da kaçkınları vardır. Bunladan biri söze galebe çalarsa (kaçar gider ve tutamazsanız), ona böyle avlama muamelesi yapınız” buyurdu.”
3- Kaçan ehlî hayvanın tezkiyesinde (etinin helâl olma şartlarında) av hayvanlarının helal olma şartlarını aramak gerekeceği hususunda Hz. Aişe, Hz. Ali, Abdullah İbnu Ömer (radıyallâhu anhüm)´in aynı görüşte olduklarını belirten Aynî “Bu hususta Ashab´tan bunlara muhâlefet eden biri bilinmiyor” dedikten sonra ilâve eder: “Bu, Ebû Hanîfe, Sevrî, Şâfiî, Ebû Sevr, Ahmed, İshâk ve ashablarının ve ashâbımızın (Hanefî âlimlerinin) da görüşleridir. Ancak İmam Mâlik merhûm: “Tezkiye kesim, boyun ve gırtlak (lebbe)tan yapılmadıkça câiz değildir” demiştir. Bu görüş aynı zamanda Leys ve Rebîa´nın da kavlidir. İbnu Battâl der ki: “Saîd İbnu´l-Müseyyeb ehlî hayvanların tezkiyesi (boğazdan) kesmekle gerçekleşir, kaçacak olursa, avı helâl kılan şartlarla helâl olur” demiştir.”
4- Sadedinde olduğumuz metnin son kısmında yer alan İbnu Abbâs, İbnu Ömer ve Enes hazretlerine (radıyallâhu ahnüm) izâfe edilen görüşe gelince:
* Önce şunu belirtelim: Buhârî´ye atfen kaydedilen bu metin, Buhârî´de kısmen var, ancak Teysîr´in kaydettiği bütünlükte yok. Ayrıca yer olarak, önceki kısımla aynı bâbta bulunmaz, bir sonraki bâbta zikredilir.
* Rivâyetin Buhârî´deki metni şöyle: وَقَالَ إبْنُ عُمَرَ وَإبْنُ عَبَّاسٍ وَاَنَسٌ: إذَا قَطَعَ الرَّأسَ فََ بَأسَ
Yani “İbnu Ömer, İbnu Abbâs, Enes dediler ki: “(Kişi hayvan keserken) kafasını koparsa bunda bir beis yoktur.” Şu halde fazlalıklar tefsirî ilâveler olabilir.
Buhârî, bu fetvayı şu sebeple kaydeder: Hayvanın normal kesilme âdâbında başın bir hamlede kesilmesi yoktur. Aynı tercümenin baş kısmında Buhârî´nin açıkladığı üzere, meşru kesim şöyledir: Boğaz nefes borusu ve iki büyük kan damarıyla boyun kemiğine kadar kesilir. Kemikten öteye geçilmez, omurilik denen beyaz kısım kesilmez. İbnu Ömer, bu beyaz kısmının kesilmesini yasaklayıp: “Kemiğe kadar (nefes ve yemek borusu ile damarlar) kesilir, kemiğe ulaşılınca durulur ve hayvan ölünceye kadar bırakılır” demiştir.
Şu halde Buhârî hazretleri, kesme âdâbı bu olmakla birlikte, hayvanın başı bir hamlede kesilip koparılacak olursa, hüküm nedir gibi bir sorunun cevâbını Hz. Ömer, İbnu Abbâs ve Enes üçlüsünün fetvasıyla cevaplıyor: “Et temizdir, yenebilir.” İbnu Hacer, bunlarla ilgili rivâyetleri ayrı ayrı kaynaklardan nakleder. Bunlardan ikisi, yani İbnu Abbâs ve Enes´in fetvası, bir hamlede kesilip başı koparılan tavukla ilgili. Sadece Hz. Enes (radıyallâhu anh)´in vak´asını kaydediyoruz: “Hz. Enes´e ait bir kasap, tavuk keser. Ancak tavuk çırpındığı için, hayvanın başını ensesine kadar kesip, başını fırlatır. Tavuğu (şer´î âdaba uygun kesilmedi) diye atmak isterler. Anacak Hz. Enes yemelerini emreder.” Benzer bir vak´a sorulduğu zaman İbnu Abbâs: “Acele bir tezkiye (zekâtun vahiyye) diyerek tecviz ettiğini” belirtmiştir.[15]
5- Şer´î kesim:
ŞER´Î KESİM:
Hadislerde kesim zebh ve nahr kelimeleriyle geçmektedir. Buhârî şer´î kesimi müstakil bir bâbta anlatır: بَابُ النَّحْر وَالذَّبْحِ “Nahr ve Zehbh Bâbı.” Yukarıdaki açıklamalar orada yer alır. Meselenin Kur´an-ı Kerîm´le tavzîh edildiğini belirtme sadedinde âyet-i kerime´ye (Bakara 67-71) atıfta bulunan Buharî, normal kesimi tarifte, İbnu Cüreyc´in: َ ذَبْحَ وََ نَحَرَ إَّ في الْمَذْبَحِ وَالْمَنْحَرِ “Zebh ve Nahr adıyla yapılan kesimler (hayvanın boynundaki muayyen) kesim yerlerinden yapılmalıdır” sözünü kaydeder.
Hemen belirtelim ki Zebh ve Nahr ayrı kelime ise de, Cumhur´a göre, aynı mânada müterâdif (eş mânâlı) olarak kullanılır. Ancak, Nahr umumiyetle deve kesimini ifâde için kullanılmıştır. Bu bir hayvanın göğsü üzerinden bıçakla vurup boğaz damarlarını kesmek mânasına gelir. Zebh ve bütün hayvanların kesilmesini ifâde için kullanılır. Şu halde İbnu Cüreyc, gerek devenin ve gerekse diğer hayvanların boğazlanmasında, sünnette belirtilen kesme noktalarından bıçağın vurulması gerektiğine dikkat çekmektedir.
Meşru zebh, şârihlerin açıkladığına göre, hayvanın nefes borusu (hulkum) ile yemek borusunu (meri), bir de bunlar arasında yer alan vedec denen (cem´i evdâcdır[16] iki kan damarını kesmekten ibârettir. Bu dört şeyden üçünün kesilmesi, Ebû Hanife´ye göre “şer´î zebh”in tahakkuku için yeterlidir. Ebû Yûsuf´a göre, yemek ve nefes borusu ile o iki damardan birinin kesilmesi şarttır. İmam Muhammed, bunlardan her birinin yarısından fazlasının kesilmiş olması yeterli demiştir. “Yarıdan az olursa onda hayır yoktur” der. Aynî, Şâfiîlerin, el-Vecîz´de yemek borusu (meri) ile nefes borusunun (hulkum) kesilmesini yeterli bulduklarını, diğer ikisini şart koşmadıklarını, Ahmed İbnu Hanbel´in de böyle hükmettiğini belirtir. İmam Mâlik ve bazıları da iki damarla nefes borusunun kesilmesini şart koşmuştur.[17]
ـ3ـ وعن الخدرى رَضِى اللّهُ عَنْهُ قال: ]سئلَ رسولُ اللّه # فقِيلَ إنَّا نَنْحَرُ النَّاقَةَ وَنَذْبَحُ البقرةَ وَالشاةَ في بَطْنِهَا الجنينُ، أنُلْقِيهِ أمْ نَأكُلُهُ؟ فقَالَ: كُلُوهُ إنْ شِئْتُمْ فإنَّ ذكَاتَهُ ذكاةُ أُمِّهِ[. أخرجه أبو داود وهذا لفظه والترمذي .
3. (1955)- El-Hudrî (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah(aleyhissalâtü vesselâm)´a sorularak dendi ki: “Biz deve, sığır ve davarı, karınlarında cenin olduğu halde boğazlıyoruz. Cenini yiyelim mi, atalım mı ”
Şu cevabı verdi:
“Dilerseniz yiyin. Zîra onların tezkiyesi (temiz ve helal olmaları) annelerinin tezkiyesine tâbidir.” [Ebû Dâvud, Edâhi 18, (2827); Tirmizî, Et´ime 2, (1476).][18]
AÇIKLAMA:
1- Cenin: Anne karnındaki yavruya denir. Doğduktan sonra cenin denmez.
2- Tezkiye, en-Nihâye´de açıklandığına göre, zebh ve nahr demektir, yani kesmek. Masdar olarak zekât kelimesi de kullanılır.
3- Tirmizî der ki: “Sahâbe ve sahâbe dışındaki ehl-i ilimden bir çoğu bu hadisle amel etmiştir. Süfyan, İbnu´l-Mübârek, Şâfiî, Ahmed ve İshâk bu görüştedirler.”
İmam Muhammed ve Ebû Yûsuf´un da bu görüşte olduğu belirtilir. Mâlik de bu görüştedir, ancak ceninin tüylenmiş olmasını şart koşar. Ebû Hanîfe, ölmüş olarak doğan ceninin haram olduğuna hükmetmiştir. Ona göre, annenin tezkiyesi yavrunun da tezkiyesi için yeterli değildir.”
İmam Muhammed´in Muvâtta´da rivâyetine göre, Abdullah İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) şöyle demiştir: “Dişi deve kesilecek olursa, karnındakinin zekâtı (kesilmesi), hilkati tamamlanmış, tüyleri de çıkmış ise, bizzat kendisinin kesilmesiyle tahakkuk eder. Cenin, annenin karnından çıkınca kesilir, ta ki kan, karnından dışarı çıksın.” Said İbnu´l-Müseyyeb´in de: “Kesilmiş hayvanın karnındaki ceninin tezkiyesi (kesilmesi), annesinin kesilmesidir, yeter ki ceninin hilkati tam ve tüyleri çıkmış olsun” demiştir.
Görüldüğü üzere, İmam-ı Âzam, bu meselede Cumhur´a muhalefet etmiştir.[19]
ـ4ـ وعن ابن عمر رَضِى اللّهُ عَنْهُما أنه قال: ]إذَا نُحرَتِ النَّاقَةُ فَذَكاةُ مَا في بَطْنِهَا في ذَكَاتِهَا إذَا كَانَ قد تمَّ خَلْقُهُ وَنَبَتَ شَعْرُهُ فَإذَا خَرَجَ مِنْ بَطْنِ أُمِّّهِ ذُبِحَ حَتَّى يَخْرُجَ الدَّمُ مِنْ جَوْفِهِ[. أخرجه مالك .
4. (1956)- Hz. İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) buyurmuştur ki: “Bir deve kesildiği zaman karnındaki yavrunun tezkiyesi, devenin tezkiyesine tâbidir, yeter ki yavrunun hilkati (bütün uzuvlarının çıkmasıyla) tamamlanmış, tüyleri de bitmiş olsun. Yavru annenin karnından çıkınca (yine de hemen) kesilir, tâ ki içteki kan çıksın.” [Muvatta, Zebâih 8, (2, 490).][20]
AÇIKLAMA:
1- Tezkiye, önceki açıklamada da belirtildiği gibi, kesmek mânasına gelir, Ancak temizlik, nema mânâları da var. Burada temizlik olarak yâni hayvanın, kesilerek etinin temiz kılınması diye anlayabiliriz. İslâmî şartlara uymadan öldürülen hayvanın eti temiz olmayacağı daha önce belirtildi.
2- Sadedinde olduğumuz hadiste, yüce sahabî Abdullah İbnu Ömer´e göre, anne karnındaki ceninin tezkiyesi yani etinin temiz ve helal kılınması hayvana tâbidir. Hayvan İslâmî âdâba uygun olarak kesilmek sûretiyle tezkiyesi yapılınca yavru da tezkiye edilmiş olmaktadır. Çünkü, yavru annenin bir parçasıdır. Hâliyle, “bütün” tezkiye edilince onun diğer cüzleri ve parçaları da aynı hükme tâbi olur, tezkiye edilmiş sayılır. İmam Mâlik, Şâfiî, Hanefîlerden Ebû Yusuf, Muhammed de bu görüştedir.
3- Hadis yavru anne karnından çıkınca yine de kesilmesini âmirdir. Ancak bu iş, tezkiye için değil, ceninin içindeki kanı dışarı atmak içindir. Rivâyet, bu kesimin mendûb olduğunu, kesilmese de ceninin helal olduğunu ifâde etmektedir.
4- Burada şu husûsu da tavzîh edelim: Cenin anne karnından ölü olarak çıkan yavrudur. Şu halde, kesme gereği olmadan helal olan bunun etidir. Öyle ise, diri çıkması hâlinde, anneye tâbi değildir, tezkiyesi için ayrıca kesilmesi lâzımdır, değilse helal olmaz. Nitekim önceki hadisteki sual bu husûsu belirtmektedir. Anne karnından çıkan yavrunun “atılma” veya “yenilme”si söz konusudur, diri çıkmış, kesilme imkânı olandan sual edilmemiştir. Öyleyse Resulullah´ın verdiği “onun tezkiyesi annesine tâbidir” cevabı ölü olarak çıkan ceninle ilgilidir, diri olarak çıkanla değil, Dirinin tezkiyesi için kesilmesi gerekir.
5- Ebû Hanîfe´yi, “anne karnından ölü olarak çıkan ceninin eti yenmez” hükmüne götüren kıyas şudur: Ebû Hanîfe hadiste geçen: “Onun tezkiyesi annesinin tezkiyesi(ne tâbi)dir” cevabını, benzetme mânâsında anlayarak: “Onun tezkiyesi de annesinin tezkiyesine benzer, nasıl ki annesi kesilerek tezkiye edilir, onun da tezkiyesi için kesilmesi gerekir” şeklinde değerlendirme yapmıştır. Dolayısıyla bununla diri doğanlar kastedilmiş olmaktadır, ölüler haramdır.
6- Tüyleri çıkma şartı, beden tüyleriyle ilgilidir, göz ve kaş tüylerinin çıkmamış olması zarar vermez. [21]
ÜÇÜNCÜ FASIL
KESME ÂLETİ
ـ1ـ عن رافع بن خديج رَضِى اللّهُ عَنْهُ قال: ]كُنَّا مَعَ رَسُولِ اللّهِ # في سَفَرٍ فَنَدَّ بَعِيرٌ فَطََلَبُوهُ فَأعْيَاهُمْ فَأهْوَى رَجُلٌ بِسَهْمٍ فَحَبَسَهُ اللّهُ تَعالى. فقالَ #: إنَّ لهذِهِ الْبَهَائِمِ أوَابِدَ كَأوَابِدِ الْوَحْشِ فَمَا غَلَبَكُمْ مِنْهَا فَاصْنَعُوا بِهِ هكَذَا قلْتُ يَا رسُولَ اللّهِ: إنَّا َقُو الْعَدُوِّ غَداً وَلَيْسَتْ مَعَنَا مُدىً، أفَنَذْبَحُ بِالْقَصَبِ؟ فقَالَ: مَا أنْهَرَ الدَّمَ وَذُكِرَ اسْمُ اللّهِ عَليهِ فكلوهُ، لَيْسَ السِّنَّ وَالظُّفْرَ، سَأُحَدِّثُكُمْ عن ذلِكَ؟ أمَّا السِّنُّ فَعَظْمٌ. وَأمَّا الظُّفْرُ فَمُدَى الحَبَشَةِ[. أخرجه الخمسة.»نَدَّ« أى هَرَب. ومعنى »حَبَسَهُ« منعه من الذهاب.»وَا‘وَابِدُ« الوحوش، وتأبَّدت البهائم توحَّشت ونَفَرت من ا“نس.»وَالمُدَى« جمع مدية وهى الشَّفرة والسكين.»وَأنْهَرَتِ الدَّمَ« أى أسالته تشبيهاً بجرى الماء في النهر .
1. (1957)- Râfi´ İbnu Hadîc (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Bir seferde Resûlullah(aleyhissalâtü vesselâm) ile birlikte idik. (Bu esnâda) bir deve huysuzluk edip kaçtı. Peşine düştüler. Ama tâkipçileri yordu. Bir adam deveye bir ok gönderdi. Derken Allah (c.c.) onu durdurdu. Aleyhissalâtu vesselâm Efendimiz:
“Bu hayvanların kaçkınları var, tıpkı vahşî kaçkınlar gibi. Onlardan biri size galebe çalacak olursa, ona böyle davranın!” dedi. Ben:
“Ey Allah´ın Resûlü, biz yarın düşmanla karşılaşacağız, yanımızda (hayvan kesecek) bir bıçağımız yok. (Hîn-i hâcette) kamışla keselim mi ” diye sordum. Bana:
“Bolca kanı akıtılan ve üzerine Allah´ın ismi zikredilenin etini yeyiniz. Diş ve tırnak(la kesmek caiz) değildir. Size (bunun sebebini) söyleyeceğim; “Diş kemiktir, tırnak ise, Habeşlilerin bıçağıdır.” [Buhârî, Şirket 3, 16, Cihâd 191, Zebâih 15, 18, 20, 23, 36, 37; Müslim, Edâhi 21, (1968); Tirmizî, Ahkâm 5, (1491, 1492); Ebû Dâvud, Edâhi 15, (2821); Nesâî, Dahâya 20, 21, 26, (7, 226, 227).][22]
AÇIKLAMA:
1- Bu hadis, 1954 numaralı hadisin açıklamasında kısmen geçti. Burada, orada yer verilmeyen bir kaç noktaya temas edeceğiz:
* Hadis, hayvan etinin helal olmasını iki şarta bağlamaktadır:
1- Bolca kan akması,
2- Tesmiye (kesim sırasında Allah´ın adının zikredilmesi). Bunlardan birinin eksikliği, etin helal olma vasfını kaldırır. Tesmiye ile ilgili bazı teferruatı 1950. hadiste açıkladık.
* “Diş kemiktir” cümlesi veciz bir ifâdedir. Beyzâvî şöyle açar: “Burada bir kıyas var, ancak nazarlarındaki şöhreti sebebiyle ikinci mukaddimesi hazfedilmiştir. Şöyle takdir edilebilir: “Dişe gelince, bu kemiktir, hiç bir kemikle kesme işi helal değildir. İstisna neticeye delalet ettiği için ayrıca zikrine hâcet görülmeyip, tayyedilmiştir.” İbnu Salah Müşkilü´l-Vasît´de demiştir ki: “Bu hadis, aleyhissalâtu vesselâm´ın kemikle şer´î kesmenin yapılamayacağını takrir ettiğini gösterir. Bu sebeple, “kemiktir” kelimesi ile yetinmiştir.
Nevevî de şöyle açıklar: “Hadisinin mânası şudur: “(Hayvanları) kemiklerle kesmeyin. Çünkü o, kanla kirlenir. Zaten ben onun kirletilmesini yasakladım, çünkü kemik cin kardeşlerinizin gıdasıdır.”
* “Tırnak ise Habeşlilerin bıçağıdır” cümlesini İbnu Salâh ve Nevevî şu mânâda anlamışlardır: “Tırnak Habeşlilerin bıçağıdır. Habeşliler ise kâfirlerdir. Zaten sizi kâfirlere benzemekten yasaklamıştım.”
Bazılar da şöyle demiştir: “Resûlullah bu iki şeyi kesme âleti yapmayı yasaklamaktadır, çünkü bunlarla kesildiği takdirde hayvanlara eziyet edilmiş olur. Ayrca, onlarla yapılan ameliye, kesim değil, kesim sûretinde bir boğma işidir.”
Birinci mülâhazaya: “Eğer teşebbüh sebebiyle yasaklansa bıçakla ve küffârın kullandığı diğer âletlerle kesimden de kaçınmak gerekir” diye itiraz edilmişse de bunlara şu cevap verilmiştir: “Hayvan kesmede bıçağın kullanılması esastır, (insanlığın müşterek âdetidir). Yasak benzeme burda olmaz, bunun dışındaki başka vâsıtalarda olur.”[23]
ـ2ـ وعن نافع ]أنهُ سمِعَ ابْناً لكعبِ بنِ مالكٍ يُخْبِرُ ابنَ عُمَرَ رَضِى اللّهُ عَنْهما. أنَّ أبَاهُ أخْبَرَهُ أنَّ جَاريَةً لَهُمْ كانَتْ تَرْعى غَنماً فأبْصَرَتْ بِشَاةٍ
مِنْهَا مَوْتاً فَكَسَرَتْ حَجَراً فذَبَحَتْهَا. فقَالَ ‘هْلِهِ َ تَأكُلُوا حَتَّى أسْألَ رسُولَ اللّهِ # فَسَألَهُ فَأمَرَهُ بِأكْلِهَا[. أخرجه البخارى ومالك .
2. (1958)- Nâfî´nin anlattığına göre, Ka´b İbnu Mâlik (radıyallâhu anh)´in bir oğlundan, İbnu Ömer´e anlatırken şunları işitmiştir: “Bâbası kendisine haber vermiştir ki: Davar güden câriyeleri, bir koyunun ölmek üzere olduğunu görmüş, derhal bir taş kırarak, onunla koyunu kesmiştir. Bâbası ailesine: “Ondan yemeyin. Resûlullah(aleyhissalâtü vesselâm)´a sorayım” demiş ve sormuştur. Resûlullah(aleyhissalâtü vesselâm) yemelerini emretmiştir.” [Buhârî, Zebâih 18, 19, Vekâlet 4; Muvatta, Zebâih 4, (2, 489).][24]
AÇIKLAMA:
Bu hadis, bıçak dışında kesici şeylerin hayvan kesiminde kullanılıp kullanılmayacağı sorusuna cevap getirmektedir. Buhârî, bu hadisi “Kamış, sert taş (merve) ve demirle kan akıtma” başlığını taşıyan bir bâbta verir. Maksadı, bıçak, dışındaki bazı kesici cisimlerle de “indelhâce” kesim yapmanın câiz olduğunu göstermektir. Şârih İbnu Hacer, taş ve hatta deynek yarması ile alâkalı kesimlerle ilgili bazı rivâyetlere işâret ettikten sonra Taberânî´nin el-Evsat´da Huzeyfe (radıyallâhu anh)´den tahric ettiği bir hadisi kaydeder:
إذْبَحُوا بِكُلِّ شَىْءٍ خَرَى اَوْدَاج مَا خََ السِّنِّ وَالظُّفْرِ “Hayvanın kesilecek dört şeyini (nefes ve yemek borusu ile iki damar) kesebilen -diş ve tırnak dışındaki- her şeyi kullanarak kesim yapın!”
İbnu Hacer, bu hadisle, herçeşit taşla kesim yapılabileceğinin takrîr edilmiş olduğunu belirtir.[25]
ـ3ـ وعن جابر رَضِى اللّهُ عَنْهُ قال: ]صَادَ رَجُلٌ مِنْ قَوْمِى أرْنَباً أوْ ثِنْتَيْنِ فَذَبَحَهُمَا بِمَرْوَةٍ وَعَلَّقَهُمَا حَتَّى سَألَ رَسُولَ اللّهِ # عَنْهُمَا فَأمَرَهُ بِأكْلِهِمَا[. أخرجه الترمذي .
3. (1959)- Hz. Câbir (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Kavmimden biri bir veya iki tavşan avladı. Bunları taşla kesti. Resûlullah(aleyhissalâtü vesselâm)´dan soruncaya kadar astı. Efendimiz(aleyhissalâtü vesselâm) yemesini emretti.” [Tirmizî, Zebâih 1, (1472).][26]
AÇIKLAMA:
1- Tavşan kesmekte kullanılan taşın çeşidi merve ile ifade edilmektedir. Lügatçiler bunun beyaz renkli, taşların en sert cinsi olduğunu belirtirler. İnce şekilde kopabilen bu taş bıçak yerine de kullanılabilmektedir. Alimler bu hadisin, sadece merve cinsiyle değil, her çeşit taşla, hîn-i hacette kesim yapmaya cevaz ifâde ettiğini belirtirler.
2- Hadis, ayrıca tavşan etinin helâl olduğunu da ifâde etmektedir. Hattâ Hz. Enes (radıyallâhu anh)´ten gelen bir rivâyette, bâbalığı Ebû Talha´nın Resûlullah(aleyhissalâtü vesselâm)´a bu şekilde avlanan bir tavşanın iki budunu gönderdiğini, Resûlullah´ın bu hediyeyi kabul edip yediğini öğrenmekteyiz.
Ulemâ kâhir ekseriyeti ile tavşan etinin helâl olduğuna hükmeder. Ancak şunu da belirtelim ki, Ashab´tan Abdullah İbnu Ömer ile Tâbiîn´den İkrime ve fukahâdan Muhammed İbnu Ebî Leylâ tavşan etinin mekruh olduğuna hükmetmişlerdir. Bu büyükler, Huzeyme İbnu Cezî el-Sülemî´den gelen bir rivâyeti esas almışlardır: “Ey Allah´ın Resûlü, dedim, tavşan hakkında ne dersiniz ”
“Ne yerim ne de haram ederim!” dedi. Ben de:
“Öyleyse, siz haram etmedikçe onu yiyeceğim. Ey Allah´ın Resûlü, siz niye yemiyorsunuz ” dedim. Şu cevabı verdi:
“Bana onun kanadığı haber verildi.”
Bir başka rivâyette geçen “tavşanın hayız gördüğüne inanıyordu” ifâdesi, “kanaması”ndan maksadın ne olduğunu açıklar.
Râfiî, Ebû Hanîfe (rahimehumallah)´nin tavşan yemeyi haram addettiğini yazmış ise de, Nevevî, Râfiî´yi Ebû Hanîfe´den nakilde hata yapmakla itham etmiştir.
Hülâsa, tavşan etinin mekruh olduğunu söyleyenlerin dayandığı bazı rivâyetler var ise de, âlimler bunlardan mekruh hükmünün çıkmayacağında ittifak etmişlerdir.[27]
ـ4ـ وعن عطاء بن يسار عن رجل من بنى حارمة. ]أنهُ كَانَ يَرْعى لَقْحَةً فَرَأى بِهَا المَوْتَ فَلَمْ يَجِدْ مَا يَنْحَرُهَا بِهِ. فَأخَذَ وَتِداً فَوَجأ بِهِ لَبَّتَهَا حَتَّى اهْرَاقَ دَمَهَا. ثُمَّ أخْبَرَ رَسُولَ اللّه # فَأمَرَهُ بِأكْلِهَا[. أخرجه ا‘ربعة إ الترمذي.»اللَّقْحَةُ« الناقة ذات اللبن .
4. (1960)- Atâ İbnu Yesâr, Benî Hâriseli bir adamdan rivâyet eder ki: “Bu zât bir sağmal deveyi gütmekte iken ölmek üzere olduğunu farkeder. Beraberinde, hayvanı kesebilecek bir şey de bulamaz. Eline geçirdiği bir kazığı devenin ümmüğüne saplar, kanını akıtır. Sonra durumu Resûlullah(aleyhissalâtü vesselâm)´a haber verir. Efendimiz yemesini söyler.” [Muvatta, Zebâih 3, (2, 489); Ebû Dâvud, Edâhî 15, (1823); Nesâî, Dahâya 19, (7, 226).][28]
AÇIKLAMA:
Nesâî´nin rivayetinde, deveyi kesmede kullanılan kazığın demirden olmayıp “odundan” olduğu tasrih edilir. Bu rivayet ayrıca Atâ´nın hâdiseyi Ebû Saîdi´l-Hudrî´den dinlediğini de belirtir.[29]
ـ5ـ وعن زيد بن مابت رَضِى اللّهُ عَنْهُ ]أنَّ ذئْباً نَيَّبَ شَاةً فَذَبَحُوهَا بِمَرْوَةٍ فَرَخَّصَ رَسُولُ اللّهِ # في أكْلِهَا[. أخرجه النسائى. »المَرْوَةُ« الحجر .
5. (1961)- Zeyd İbnu Sâbit (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Bir kurt bir koyunu dişlemişti, derhal keskin bir taşla kestiler. Resûlullah(aleyhissalâtü vesselâm) yenmesine ruhsat verdi.” [Nesâî, Dahâyâ 18, (7, 225).] [30]
DÖRDÜNCÜ FASIL
YENMESİ YASAK OLAN KESİLMİŞLER
ـ1ـ عن عائشة رَضِى اللّهُ عَنْها قالت: ]سُئِلَ رسولُ اللّهِ # فَقىلَ لَهُ إنَّ نَاساً يَأتُونَنَا بِاللَّحْمِ َ نَدرى أذَكَرُوا اسْمَ اللّهِ عَلَيْهِ أمْ َ؟ قال: سَمُّوا عَلَيْهِ أنْتُمْ وَكُلُوهُ[. أخرجه البخارى ومالك وأبو داود والنسائى .
1. (1962)- Hz. Âişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: “Resûlullah(aleyhissalâtü vesselâm)´a soruldu: “Halk bize et getiriyor, kesilirken besmele çekilip çekilmediğini bilmiyoruz, ne yapalım ”
“Siz besmele çekin, yiyin!” cevabını verdi.” [Buhârî, Sayd 21, Büyû 5, Tevhîd 13; Muvatta, Zebâih 1, (2, 488); Ebû Dâvud, Edâhî 19, (2829); Nesâî Dahâya 39, (7, 237).][31]
AÇIKLAMA:
1- Hadisin, yanlışlığa meydan vermeden anlaşılması için, Buhârî´deki bir vechinde yer alan ziyadeyi bilmek gerek. Rivâyetin devamında Hz. Aişe şu açıklamayı ilâve eder: “(Eti getirenler) küfür devrine yakın kimselerdi.” Bazı rivâyetlerde bu sualin İslâm´ın evvelinde vâki olduğu belirtilir. Hattâ Tahâvî´nin Müşkilü´l-Âsâr´daki bir kaydı, bu ilk zamanlarda Ashâb´n yeni Müslüman olan bedevîler karşısında bile yiyecek alışverişinde kuşkulu davranıp, zaman zaman Resûlullah´a başvurduklarını gösterir: “Ashâb´tan bir grup Resûlullah´a çıkarak sordular: “Bedevîler bize et, peynir, tereyağı getiriyorlar. Biz bunların Müslümanlıklarının künhüne vâkıf değiliz (ne yapalım ) Resûlullah(aleyhissalâtü vesselâm): “Allah´ın haram kıldığı şeylere dikkat edin ve onlardan kaçının, sükût ettiği hususlarda (kendinizi zora sokmayın,) sizleri affedecektir. “Rabbin unutkan değildir” (Meryem 64) -Üzerine siz Allah´ı zikredin” diye cevap verir.
Şu halde, bu hadiste medar-ı bahs olan ihtiyat hali, ilk devrelere, Müslümanlığının ciddiyeti pek iyi bilinmeyen bedevîlere karşıdır. Resûlullah(aleyhissalâtü vesselâm) zâhire göre amel edilerek, aşırı titizliğe gidilmemesini tavsiye ediyor. Çünkü şüphenin hududu yok. Fazla ileri gidince hem zorluklara sebep olur, hem de beşerî münâsebetlere halel gelir.
2- Şu halde, hadisten yanlış bir hüküm çıkarılarak, inançsız insanlar tarafından besmelesiz olarak kesilen hayvanların sonradan çekilecek bir besmele ile yenilebileceğine, bir başka ifade ile, başlangıçta çekilmesi esas besmele kasden terkedilmişse, sonradan çekilecek besmelenin bunun yerini alabileceğine hükmedilmesi yanlış olur. Ulemâ hadisin böyle anlaşılmaması gerektiğini belirtmeye ayrı bir ehemmiyet verir. Hadis, yemekleri yerken besmele çekmenin, besmele ile yemeklere başlamanın sünnet olduğunu hükme bağlamaktadır.İbnu´l-Melek aynen şunları söyler: “Hadis, size: “Yerken çektiğiniz besmele, kesen kimsenin çekmesi gereken besmelenin yerini tutar” demiyor, bilâkis, yemek sırasında besmele çekmenin müstehab olduğunu , kesim sırasında besmele çekilip çekilmediğini bilmiyorsanız, kesen kimsenin, kestiği şeyin yenmesi câiz olanlardan biri olması hâlinde, kesilmiş şeyin yenebileceğini beyan ediyor,”
Âlimler ekseriyet îtibariyle bu hadisten hareketle, Müslümanların pazarlarında satılan (yiyecek) şeylerin, Müslüman bedevîlerin kestiklerinin hep helâl olduğuna hükmedilmesi gerektiğini söyler. Aksi zâhir olmadıkça, bu meselelerde Müslüman hakkında hüsn-ü zan esastır. Bu kanaatte olanlar, âyet-i kerimeden delil gösterirler. “Kitap verilenlerin yemeği size helâldir…” (Maide, 5). Ve derler ki: “Burada onların kestikleri mübah kılınmaktadır, halbuki onların bunu keserken besmele çekip çekmedikleri de bir şekk konusudur.”
3- Hattâbî, bu hadiste kesim sırasında besmele çekmenin vâcip olmadığına delil bulunduğunu söyler. Daha önce (1950. hadis) belirttiğimiz üzere, bu mesele ulemâ arasında ihtilâflıdır. Başta Ebû Hanîfe, ehl-i re´y zümresi, âmden besmeleyi terkedenin kestiği “haramdır, yenmez” diye hükmederken; Şâfiî, Mâlik ve Ahmed İbnu Hanbel, tesmiyenin müstehab olduğunu söylemişlerdir. Bunlara göre değil unutarak, amden bile tesmiye terkedilse, kesilen hayvanın eti yenilir, ancak tesmiyeyi terk mekruhtur. Dâvudu Zâhirî ve bazıları kesim sırasında tesmiyenin unutularak terkinde bile, etin haram olduğuna hükmetmişlerdir.[32]
ـ2ـ وعن أبى الدرداء رَضِى اللّهُ عَنْهُ قال: ]نَهَى رسولُ اللّهِ # عن أكْلِ الْمُجَمَّمَةِ وَهِىَ الَّتِى تُصْبَرُ للنَّبْلِ، وَعَنِ الخَلِيسَةِ وَهِىَ التي يأخُذْهَا الذِّئْبُ فَتُسْتَنْقَذُ[. أخرجه الترمذى إلى قوله تُصْبرُ للنبل. وأخرجه باقيه رزين .
2. (1963)- Ebû´d Derdâ (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah(aleyhissalâtü vesselâm) mücesseme´nin yenmesini yasakladı. Mücesseme ok atışlarında hedef olarak kullanılan hayvandır. Keza halîsanın yenmesini de yasakladı. Halîsa, kurdun kaçırdığı, fakat ondan kurtarılan hayvandır.” [Tirmizî, Et´ime 1, (1473).
Bir rivâyetin “Ok atışlarına hedef olarak kullanılan hayvan” ibâresine kadar olan kısmı Tirmizî´de gelmiştir. Gerisi Rezîn´in ilâvesidir. Bu ziyâde kısım yine Tirmizî´nin 1474 numarada kayıtlı İbrâz hadisinde mevcuttur.][33]
AÇIKLAMA:
1- Mücesseme, bizzat Tirmizî metninde açıklandığı üzere, öldürmek maksadıyla ok atışlarına hedef kılınan hayvana denir. Ancak bu maksadla kuş ve tavşan gibilerinin daha çok kullanıldığı belirtilir. Bu hadisten, hayvanların atışlara hedef olarak kullanılmasının tecvîz edildiği anlaşılmaktadır. Resûlullah, bunu yasaklamıştır. İspanyolların boğa güreşi adı altında hayvanlara karşı işledikleri vahşet bu hadisler açısından İslâm nazarında merduddur, kesinlikle tecviz edilemez. Buharî´nin bir rivâyetinde Hz. Enes: نَهَى النَّبِىُّ # اَنْ تُصبرَ الْبَهَائِمُ “Resûlullah(aleyhissalâtü vesselâm) hayvanların hedef yapılmasını yasakladı” der. Semüre (radıyallahu anh)´den gelen bir rivâyette: نَهَى النَّبِىُّ # اَنْ تُصبرَ الْبَهِيمَةُ وَانْ تُؤْكَلَ لَحْمهَا إذَا صَبُرَتْ “Resûlullah(aleyhissalâtü vesselâm) hayvanın hedef yapılmasını yasakladı, hedef yapılmışsa etinin yenilmesini haram kıldı” denilmiştir.
2- Halîsa: Kurdun ağzından alınmış olup, kesilmezden önce ölen hayvandır. Şu halde, kurdun dişlemesi sonucu aldığı yara ile ölen koyun, keçi gibi hayvanların eti yenilmez. Esasen dinimiz, sadece av için hususî yetiştirilmiş köpek, şâhin gibi hayvanların yaraladıklar dışında, başka hayvanların sebep oldukları yaralar sebebiyle ölen hayvanların yenilmesini helâl addetmez. (3474-3480 numaralı hadislerde açıklanacaktır.)[34]
ـ3ـ وعن الزهرى قال: ]َ بَأسَ بذبيحةِ نَصارى العربِ فإنْ سَمِعْتَهُ يسمِّى لغيرِ اللّهِ فََ تَأكُلْ، وَإنْ لَمْ تَسْمَعْهُ فَقَدْ أحَلّهُ اللّهُ وَعَلِمَ كُفرَهُمْ[. ويذكر عن عليّ رَضِى اللّهُ عَنْهُ عنه نحوه. أخرجه رزين. قلت: وهو في البخارى في ترجمة باب، واللّه أعلم .
3. (1964)- Zührî (rahimehullah) diyor ki: “Arap Hıristiyanlarının kestiklerini yemekte bir beis yoktur. Ancak, Allah´tan başka birisinin adını andığını işitirsen o zaman kestiğini yeme. İşitmemiş isen, (bu durumda vehimlenme), çünkü Allah, onların küfrünü bildiği halde kestiklerini helâl kılmıştır.”
Hz. Ali´den de bu mânâda rivâyet yapılmıştır. [Rezîn ilavesidir. Bu ilâve rivâyet, Buharî´nin Kitabu´z-Zebâih´de 22. bâbta bâb başlığında kaydedilmiştir.][35]
AÇIKLAMA:
1- İbnu Hacer, Buharî´de senetsiz olarak bâb başlığında kaydedilmiş olan bu eserin, Abdurrezzak´ın Musannaf´ında müsned (senedli) olarak zikredildiğini belirtir.
2- Ehl-i Kitap olan Hıristiyanlardan işitilebilecek ve yemeyi haram kılan tesmiyenin بِاسْمِ الْمَسِيحِ yani “Hz. İsa´nın adıyla” kelimesinin olabileceğini İmam Şâfiî (rahimehullah) belirtmiştir. Ancak, devamla der ki: “Kesim sırasında Hz. İsa´nın ismi, kendisine dua okumak (salât ve selâm göndermek) mahiyetinde olursa böylesi bir zikir, kesilen hayvanı haram kılmaz. ” Beyhakî, Halîmî´den şu açıklamayı kaydetmiştir: “Ehl-i Kitap, hayvanlarını Allah adına keserler. Dinlerinde onlar, esas itibâriyle ibâdeti Allah için yaparlar, başka bir şey için değil. Asıl itibariyle kasıtları bu olunca, kestiklerine îtibâr edilir (helâl addedilir). Onlardan bazılarının, meselâ bismi´l-Mesîh demeleri zarar etmez. Zîra bunlar da, böyle demekle, -İslâmî îtikâdı inkâr etmiş bile olsalar- Allah´tan başka bir şey murad etmezler.”
3- Ehl-i Kitab´ın kestiklerinin yenmesine ruhsat veren âyeti az yukarda kısmen kaydettik. O âyette (Mâide 5), Ehl-i Kitab´ın yemeklerinin helâl olduğu ifâde edilir. İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ), âyette geçen, طَعَامُهُمْ yani “yiyecekleri” kelimesini, kestikleri ذَبَائِحُهُمْ diye tefsir etmiştir.
Bu meseleye ulema, “Ehl-i Kitab´a haram kılınan yiyecekler Müslümanlara da haram mı sorusuna cevap ararken girmiştir. Zîra, Ehl-i Kitab´a içyağı haram edilmiştir. İçyağının Müslümanlara haram olup olmadığı hususunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Cumhûr haram olmadığına hükmederken, İmam Mâlik ve Ahmed İbnu Hanbel: “Ehl-i Kitab´a, içyağı gibi haram kılınmış olan yiyeceklerin Müslümanlara haram olduğu” hükmünü verirler. İbnu´l-Kâsım: “Allah´ın mubah kıldığı Ehl-i Kitab´ın taâmıdır, içyağı ise, onların taâmı değildir, keserken de onu gâye edinmezler” diyerek, içyağının Müslümanlara da haram olması gerektiğini ifâde eder.Kendisine, İbnu Abbâs´ın yukarda kaydettiğimiz yorumuyla cevap verilmiştir: “Taamdan maksad kestikleri olunca, kesilenin bir kısmına helal, bir kısmına haram denmez, tezkiye hayvanın bütün parçalarına şâmildir, öyle ise içyağı da tezkiyeye dâhildir.”
Hülâsa ulema, başka mülâhaza ve deliller de ileri sürerek içyağının Müslümanlara helâl olduğunu dâir Cumhur´un görüşünün haklılığını ortaya koymuştur.
4- Ulema, Ehl-i Kitap husûsunda bir noktada daha ihtilâfa düşer: “Bâzıları sünnet olmayanların (aklaf = kabuklu) kestikleri yenilemiyeceği kanaatindedir. Nitekim İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ)´ın şöyle söylediği rivâyet edilmiştir: اََقْلَفُ َ تُؤْكَلُ ذَبِيحَتُهُ وََ تُقْبَلُ صََتُهُ وََ شَهَادَتُهُ
“Kabuklunun kestiği yenmez, namaz ve şehâdeti kabul edilmez.”
Diğer taraftan Hasan Basrî (rahimehullah) ve İbrahim Nehâî, Ehl-i Kitap´tan biri Müslüman olduğu takdirde yaşlı ise ve helak olmaktan korkarsa, onun sünnet olmasını şart koşmaz, ruhsat tanır, kestiğinin yenilmesinde bir beis görmezler. İbnu´l-Munzir, bu ihtilâflı meselede Cumhur´un, yukarıda kaydedilen âyete dayanarak, kabuklunun kestiği hayvanın yeneceğine hükmettiğini kaydeder. Kur´an´da bahsi geçen ve yiyecekleri helal kılınan Ehl-i Kitab´ın bir kısmı sünnetsizdir. Nitekim Resûlullah(aleyhissalâtü vesselâm)´ın Herakliyüs ve kavmine: يَا اَهْلَ الْكِتَابِ تَعَالَوْا الى كَلِمَةٍ سَواءٌ بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْ “Ey Ehl-i Kitab! Bizimle sizin aranızda aynı olan bir kelimeye gelin…” (Âl-i İmrân 64) diye hitab etmiştir. Oysa Herakliyus ve kavmi sünnet olmayan takımdadır ve “Ehl-i Kitap” diye isimlendirilmiştir.[36]
——————————————————————————–
[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/206.
[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/207.
[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/207-210.
[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/210.
[5] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/210.
[6] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/210.
[7] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/210-211.
[8] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/211.
[9] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/211-212.
[10] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/212.
[11] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/212.
[12] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/213.
[13] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/213-214.
[14] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/214.
[15] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/214-216.
[16] İki adet kan damarına rağmen hadislerde evdâc denmiş olması alimleri bazı yorumlara sevketmiştir. Bir izâha göre, boğazda kesilen mezkur dört ayrı şeyin her birine tağlib tarikiyle vedec denmiş olmalıdır.
[17] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/216-217.
[18] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/217.
[19] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/217-218.
[20] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/218.
[21] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/218-219.
[22] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/220-221.
[23] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/221.
[24] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/222.
[25] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/222.
[26] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/222.
[27] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/222-223.
[28] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/223.
[29] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/224.
[30] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/224.
[31] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/225.
[32] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/226.
[33] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/226-227.
[34] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/227.
[35] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/227.
[36] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/228-229.