REHİN BÖLÜMÜ
UMUMÎ AÇIKLAMA:
Rehin, lügatte sâbit, dâim, pâyidar demektir. Herhangi bir sebepten dolayı bir şeyi mahpûs, mevkûf kılmak mânasınadır. Fakihlerin ıstılâhı olarak: “Bir malı, ondan tamamen veya kısmen ıstıfası, mümkün olan bir malı hak mukabilinde, o hak sahibinin veya başkasının elinde bi´rrızâ (rızası ile) mahpus ve mevkuf kılmaktır. Böyle hapis edilen mala merhûn denildiği gibi rehin de denir. Hak sâhibi sıfatıyla rehini kabzeden kimseye de mürtehin denir. Borcuna mukâbil malını rehin bırakan kimseye râhin denir.
Rehinin rüknü, icab ve kabûl ile kabzdır. Yani hukûkî bir rehn akdinin gerçekleşmesi ve sahih olması için şu üç şart tahakkuk etmelidir:
1) İcab: Borçlunun teklifi.
2) Kabul: Alacaklının kabûl etmesi.
3) Kabz: Alacaklının rehin bırakılacak malı fiilen alması. Vekilinin alması da kabz sayılır.
Bilhassa Hanefîler, kabz husûsunda ısrarlıdırlar ve merhûn malın, mutlaka mürtehinin elinde olmasını şart koşarlar. İcab ve kabul her iki tarafın rızasını ifâde der. Öyle ise bir malın rehin kılınması husûsunda iki taraf da râzı olmadıkça akid gerçekleşmez.
Hayvan, tarla, ev, giyecek, kapkacak, köle gibi her çeşit mukavvim (alınıpsatılabilen) mal rehin yapılabilir. Aynî ehl-i ilmin: “Rehinin nafakası râhine aittir, mürtehine değil, mürtehinin de kullanma hakkı yoktur” demede icma ettiklerini söyler.
Rehinden hâsıl olan süt, yün, yavru gibi mütevellit artmalar rehne tâbidir, mürtehinin yanında kalır, rehin muâmelesi görür.
Rehin akdini râhin feshedemez ise de mürtehin feshedebilir. Bu durumda mal, sâhibinin eline geçmeden zayi olsa zarar mürtehinin zimmetindedir.[1]
ـ1ـ عن أبى هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال رَسُولُ اللّهِ #: يُرْكَبُ الرَّهْنُ بِنَفَقَتِهِ، وَيُشْرَبُ لَبَنُ الدَّرِّ بِنَفَقَتِهِ إذَا كانَ مَرْهُوناً. وَعلى الَّذِى يَشْرَبُ وَيَرْكَبُ
النَّفَقَةُ[. أخرجه البخارى وأبو داود والترمذي.»الدَّرِّ« في أصل الكم: اللبن، ومعنى هذا أن زيادة الرَّهْنِ ونماءَه وفضل قيمته للراهن. وعلى المرتهن ضمانه إن هلك .
1. (1999)- Hz. Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah(aleyhissalâtü vesselâm) buyurdular ki: “Rehin (olarak bırakılan hayvan)a, nafakası mukabilinde binilir. Sağmal hayvan rehin bırakılmışsa sütü, nafakası mukabilinde içilir. Nafaka, binen ve sütünü içen üzerinedir.” [Buhârî, Rehn 4, Tirmizî, Büyû 4, (1254); Ebû Dâvud, Büyû 78, (3526).][2]
AÇIKLAMA:
Bu hadis, umumî açıklama kısmında belirtilen rehinle ilgili bâzı eseslarla tam mutâbakat arzetmediği için, ulemânın farklı yorumlarına ve ihtilâflarına sebep olmuştur. Çünkü hadis rehin olarak bırakılan bir maldan -ki mal burada sağmal bir hayvan veya binektir- onun nafakasını veren kimsenin istifâde edebileceğini ifâde etmektedir.
İmdi: Burada nafakayı veren râhin mi mürtehin mi Bu bir ihtilâf konusu olmuştur.
* Ahmed İbnu Hanbel, İshâk İbnu Râhûye ve bazı başkalarına göre, nafaka veren mürtehindir ve mürtehin, merhûnun maslahatını yerine getirdiği takdirde -râhinin rızası olmasa bile- ondan istifâde hakkına sâhiptir.
* İmâm Şâfiî, İbrahim Nehâî ve Zâhirîler bu hadisten hareketle şöyle hükmetmişlerdir: “Râhin, merhûn üzerindeki nafaka sebebiyle -Zîra rehinin nafakası râhin üzerinedir- ondan istifâde eder: Biner, sütünü sağar vs.” İbnu Hazm ez-Zâhirî Muhallâ´da şöyle der: “Rehin bırakılan şeyin bütün menfaatleri, rehinden önce olduğu üzere, malın asıl sâhibine aittir. Ancak bu malın nafakasını vermeme halinde veya nafakayı mürtehinin karşılaması hallerinde binme ve sütünden istifâde hakkı mürtehine geçer. Şu halde mürtehin bu hakkı “nafaka infakı” sebebiyle elde eder. Ancak, bu istifâde az olsun çok olsun, hiçbir sûretle borca mahsûb edilmez. Çünkü mal, râhinin mülkiyetinden çıkmış değildir. Ebû Hüreyre hadisine binâen binme ve sağma hakkı, rehin malın nafakasını karşılayana aittir.”
* Ebû Hanîfe, Sevrî, İmam Yûsuf ve İmam Muhammed, Mâlik ve bir rivâyette Ahmed İbnu Hanbel (rahimehümullah) Hazerâtı şöyle demişlerdir: “Râhin bu hakka sahip değildir. Zîra bu, rehnin hükmüne zıddır. Çünkü rehnin hükmü, “malın dâimî hapsi”dir. Bu sebeple, râhin artık rehin mala sâhip değildir. Böyle olunca râhin, merhun´dan istihdam (hizmetlenme), binme, sağma, ikâmet vs. yollarından hiçbiriyle istifade edemez. Keza rehin´i mürtehinden başkasına izni olmadan satamaz da. Satarsa izin alır. İzin verirse satması câizdir. Bu durumda semen (satılan mal mukabilinde alınan para), izin sırasında mürtehin: “Bu para yanımda rehin olarak kalacak” diye bir şart koşsa da koşmasa da mürtehin´in elinde rehin olur. Ebû Yûsuf´un: “Şart koştu ise rehin olur” dediği rivâyet edilmiştir. Kezâ, mürtehin´in de râhin izin vermezse, merhundan istifâde hakkı yoktur. Sözgelimi, merhûn köle ise istihdam edemez. Hayvan ise binemez, elbise ise giyemez, evse oturamaz, Mushaf´sa okuyamaz ve satamaz da.
Hemen belirtelim ki, merhundan hâsıl olan herçeşit ziyâdeden (süt, yün, yavru, meyve vs.) mürtehin istifâde edemediği gibi râhin de istifâde edemez. Bunlar asılla birlikte merhûn olur. Mürtehin, râhinden izin almadan bunları istihlâk edecek olsa tazmin eder.
Tahâvî, “rehin malın nafakasının râhine âit olduğu, mürtehinin de rehni kullanma hakkı bulunmadığı” hususunda ulemânın icma ettiğini söyledikten sonra, belirtilen bu Hanefî (ve cumhur) görüşüne uymayan “Şâfiî ve aynı görüşte olanların” yanılgılarını açıklamaya geçer. Delillerinden biri, sadedinde olduğumuz Ebû Hüreyre hadisinin mücmel oluşudur. Yâni hadis, merhûn mala, râhinin mi, mürtehinin mi nafaka verip sütünü içeceği veya bineceğini açıklamamıştır. Dolayısıyle bâzıları: “Bu, mürtehinin´dir” derken, bazıları da: “Bu, râhinindir” diyebilir. Tahâvi, bu hükmün riba ile ilgili haram gelmezden önceye ait olduğunu, ribanın tahrim edilmesinden sonra mürtehinin rehin´den istifâdesinin de yasaklandığını söyler. Dolayısıyle bu hadisin neshine hükmederek, buna dayananların görüşlerini çürütür.
Mevzu üzerine Aynî´nin dermeyan ettiği tahlillere böylece dikkat çektikten sonra, sadedinde olduğumuz hadis hakkında söylenenleri hülâsa etmek isteriz. Bâzı âlimler, hadisin, iki vecihten kıyasa muhâlif olduğunu söyleyerek, hadisi te´vil etmişlerdir.
1- Rehin malın asıl sâhibinin izni olmadan, mâlik dışındaki kimseye binme ve sütünden içme izni vermektedir.
2- Bu istifâdeyi, nafaka ile tazmîn etmekte, istifâdenin kıymeti ile değil.
İbnu Abdilberr der ki: “Fukahâ´nın cumhûrunca üzerinde icma edilmiş bulunan bazı esaslar ve sıhhatinde ihtilâf edilmeyen sâbit ve sahîh hadisler ve bu hadisi(n hükmünü) reddeder. Bu hadisin mensuh olduğuna İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ)´in rivâyeti delildir: َ تُحْلَبُ مَاشِيَةُ امْرِئٍ بِغَيْرِ اِذْنِهِ “Bir kimsenin sağmal hayvanı, sâhibinin izni olmadan sağılamaz.” Bu hadisi Buhârî rivâyet etmiştir (sıhhati kesindir).”
Burada şunu da kaydedelim; sadedinde olduğumuz hadisin mensuh olması meselesine itiraz edilmiştir: “İhtimalle nesh sâbit olmaz. Bu hadisin mensuh olduğu, ihtimâle dayanmaktadır. Bu hadisin daha önce vârid olduğunu te´yid edecek delil yoktur, üstelik müteârız iki hadisin cem imkânı varken neshi araştırılmaz” demiştir. Nitekim Evzâî, Leys ve Ebû Sevr şöyle bir te´vile giderler: “Bu hadis, râhinin mürtehinin nafakasını vermekten imtina etmesi durumuna hamledilmelidir. Bu durumda mürtehine, hayvanın hayatını korumak üzere infak etmesi mübah olur. Bu hizmetine mukabil, hayvandan binmek veya sütünden içmek sûretiyle istifade etmesi helâl kılındı. Ancak bu istifâde miktarı, harcadığı nafakanın değerini taşmamalıdır.” Âlimleri, merhûndan istifâde meselesinde hassasiyete sevkeden hususlardan biri karz´ın mukabilinde alınacak menfaatin riba sayılacağı ve dolayısıyle bunun haram edilmiş olmasıdır. Rehin hayvandan istifâdeye cevaz verenler, bunu harcanan nafaka miktarıyla kayıtlamışlar, fazlasına “ribâdır” demişlerdir.
Hadis üzerine başka yorumlar da yapılmış, hadisin mensuh olduğu iddiaları reddedilmiştir. Hadisle ilgili münakaşaları kaydeden Tirmizî şârihi Mübârekfûrî açıklamalarını şöyle noktalar:
“Elhasıl: Sadedinde olduğumuz hadis sahihtir ve muhkemdir, mensuh değildir. Şeriatın esaslarından (usûl) hiçbiri onu reddetmediği gibi, sâbit ve sahih âsârın hiçbiri de reddetmez. Bu hadis, rehin bırakılan hayvana, nafakası mükâbilinde binilebileceğine, sağmal hayvanın sütünden nafakası mukabilinde istifâde edilebileceğine sarih bir delildir. Tirmizî´nin de kaydettiği üzere, bu Ahmed İbnu Hanbel ve İshak´ın görüşüdür. Ancak, rehin bırakılan hayvana kıyas edilmesi, bana göre kıyas-ı maalfârık (yanlış kıyas) dır.”[3]
ـ2ـ وعن ابن المسيب رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال رسولُ اللّه #: َ يُغْلِقُ الرَّهْنَ[. أخرجه مالك.قال: وتفسير ذلك فيما نرى واللّه أعلم أن يرهن الرجل الرهن عند الرجل بالشئ وفيه فَضْلٌ عما رُهِنَ فيه. فيقول المرتهن: إن لم تأتنى بحقى إلى أجل كذا وكذا فهو لى. أو يقول له الراهن: هو لك إن لم آتِكَ به إلى ا‘جل. قال: وهذا الذي نهى عنه
رسول اللّه # ف يصلح. فلو جاءَ صاحبه بما فيه بعد ا‘جل فهو له، وأرى هذا الشرط منفسخاً. وقال الشافعى: معناه يستحقه المرتهن إذا ترك الراهن قضاءَ حقه .
2. (2000)- İbnu´l-Müseyyeb (rahimehullah) anlatıyor: “Resûlullah(aleyhissalâtü vesselâm) buyurdular ki: “Rehin kapanmaz.” [Muvatta, Akdiye 13, (2, 728).][4]
AÇIKLAMA:
Resûlullah, burada bir câhiliye geleneğini yıkmıştır. Cahiliye devrinde bir borca mukabil, değer itibariyle borç miktarını aşan bir mal rehin olarak alınınca, mürtehin şöyle derdi: “Falanca tarihe kadar borcunu ödemezsen artık bu mal benim olacak.” Râhin borcunu ödeyemeyince mürtehin, malı zimmetine geçiriyordu. Aynı sözü râhin de söyleyebiliyordu: “Falanca tarihe kadar alacağını ödemezsem bu mal senin olsun.” Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sadedinde olduğumuz beyanlarıyla, bu usûlün haram olduğunu, câiz olmadığını belirtmiştir. Öyle ise, mal sâhibi, vâdesi içinde borcunu ödeyemeyip, vâde dolduktan sonra ödeyecek olsa malına yine de sâhip olabilecektir. İmam Şâfiî (rahimehullah) der ki: “Hadisin mânası şudur: “Râhin, borcunu ödemekten vazgeçse bile mürtehin o mala sâhip olamaz.” Yani, merhûn satılır, mürtehin hakkını alır, ziyadesini sâhibine (râhine) iâde eder.[5]
ـ3ـ وعن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]اشْتَرَى رَسولُ اللّهِ # مِنْ يَهُودِىٍّ طَعَاماً بِنَسِيئَةٍ وَأعْطَاهُ دِرْعاً لَهُ رَهْناً[. أخرجه الشيخان والنسائى .
3. (2001)- Hz. Âişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir yahudîden, veresiye yiyecek satın aldı. Rehin olarak zırhını verdi.” [Buhârî, Rehn 2, 5, Büyû 14, 33, 88, Silm 5, 6, İstikraz 1, Cihâd 89, Megâzi 85; Müslim, Musâkât 124, (1603); Nesâî, Büyû 58, 87, (7, 288, 303).][6]
AÇIKLAMA:
1- Muhtelif rivâyetlerde, Resûlullah´ın bir yahudîden arpa satın alarak, borcuna mukabil Zâtu´l-Fudûl nâmındaki demirden mâmul zırhını rehin bıraktığı belirtilmiştir. Hadisin, Buhârî´nin Kitabu´l Büyû´daki bir vechinde ailesi için arpa satın aldığı bir yahudîye borcuna mukabil zırhını Medine´de rehin bıraktığı tasrîh edilir. Başka rivâyetlerde bu yahudînin Evs Kabîlesinin halîfi (müttefik) bulunan Benî Zafer´den Ebü´ş-Şahm adında biri olduğu belirtilir. Bu arpa, bir rivayete göre otuz sâ´, bir rivâyete göre de yirmi sâ´ miktârındadır. İbnu Hacer “yirmi-otuz sa´ arasında bir miktarda olmalı” der. Bazı rivâyetler bu arpanın, yekün bir dinar değerinde olduğunu belirtmiştir.
Bazı rivâyetler, bu borcu ödeyemeden Resûlullah´ın vefat ettiğini, bilâhare Hz. Ebû Bekr´in parayı ödeyerek zırhı rehinden kurtardığını ve Hz. Ali´ye teslim ettiğini belirtir. Ancak, ölmezden önce borcu ödeyip zırhı geri aldığı rivâyet edilmiştir. Bu rivâyet zayıftır.
2-Bazı âlimler, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın evinde fazla yiyecek maddesinin bulunmadığına dair rivâyetleri gözönüne alarak, bunu ailesi için değil, misâfirler için almış olabileceğini söylemiştir.
3-Zengin Müslümanlar varken, yahudîden arpa alması da bazı yorumlara sebep olmuştur: “Ashâb para kabûl etmekten çekinebilirdi, Resûlullah minnet altında kalmak istememiştir”, “Ehl-i Kitap´la alışveriş yapılabileceğini göstermek istemiştir”; “Ashab arasında arpa satacak zengin olmayabilir de ” vs.[7]
4-HADİSTEN ÇIKARILAN BAZI HÜKÜMLER
* Kâfirle alışveriş muâmelesi, temizliğinde emin olunan mallarda câizdir. Bu meselede onların küfürlerine, kendi aralarındaki gayr-ı meşrû muâmelelerine îtibar olunmaz.
* Malının çoğunluğu haram olan kimse ile de ticârî muâmele câizdir.
* Kâfire silah satılabilir, kiralanabilir, rehin olarak verilebilir, yeter ki harbî olmasın. Bazı âlimler, “Harb mahalli bile olsa, yiyecek sıkıntısı varsa silah satılamaz ise de rehin verilebilir, çünkü âile nafakası farzdır, fakat düşmana harp silah ve âletleri satılmaz” demiştir.
* Ehl-i zimmenin emlâki ellerinde kalabilir.
* Veresiye alışveriş câizdir.
* Harp silahı olan zırh ve diğer mühimmat şahsî eşya olarak bulundurulabilir, bu tevekküle mâni değildir.
* Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) devrinin gıdası çoğunluk itibariyle arpadır.
* Merhûnun kıymeti hususunda (ihtilâf olursa) yeminle birlikte mürtehinin sözü esastır.
* Resûlullah´ın zühdü ve dünya karşısındaki tevâzusu gözükmektedir. Zırhını rehin verecek kadar para biriktirmeme husûsunda titiz davranmıştır. Halbuki dileseydi malmülk sâhibi olabilirdi.
* Resûlullah´ın hayat sıkıntısı, sabrı ve aza kanaati, keza zevcelerinin de aynı sıkıntılara katlanma fazîletleri, rivâyetten anlaşılmaktadır.[8]
——————————————————————————–
[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/299.
[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/300.
[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/300-302.
[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/303.
[5] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/303.
[6] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/303.
[7] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/303-304.
[8] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/304.