ZİNETLE İLGİLİ BÖLÜM
BİRİNCİ BÂB
TAKILAR
UMUMÎ AÇIKLAMA
İKİNCİ BÂB
HİDAB (SAÇ BOYAMASI)
UMUMÎ AÇIKLAMA
HZ. PEYGAMBER SAKALINI BOYADI MI .
KIYAFET VE KIYAFETTE CİNSLERİN AYRIMI
KIYAFET
MÜEYYİDE
ÜÇÜNCÜ BÂB
HALÛK
UMUMÎ AÇIKLAMA
DÖRDÜNCÜ BÂB
TÜYLER SAÇ VE BAKIMI
TRAŞ
İGRETİ SAÇ TAKMA
SAÇI ALNA DÖKME VE AYIRMA.
SAÇTAKİ AKLARIN YOLUNMASI
BIYIGIN KESİLMESİ
SAKALLA İLGİLİ MEKRUHLAR
BEŞİNCİ BÂB
KOKU VE YAG
ALTINCI BÂB
ZİNETLE İLGİLİ ÇEŞİTLİ MESELELER
A) FITRAT NEDİR
B) FITRATTAN OLAN ŞEYLER
SÜNNET YAŞI
YEDİNCİ BÂB.
NAKIŞLAR, SÛRETLER VE ÖRTÜLER HAKKINDA
RESSAMLARIN ZEMMİ, RESİM VE ÖRTÜLERİN KERÂHETİ
SÛRET VE PERDELERLE İLGİLİ KERÂHET
MÜNKER OLAN ZİYAFETE KATILMALI MI
YASAK OLAN SURET
BEDİÜZZAMAN´A GÖRE “YASAK RESİM VE HEYKEL” ZULÜM, RİYA VE HEVA VASITASIDIR
ZİNETLE İLGİLİ BÖLÜM
(Bu bölümde yedi bâb vardır)
BİRİNCİ BÂB
AKILAR HAKKINDA
İKİNCİ BÂB
SAÇ BOYAMASI HAKKINDA
ÜÇÜNCÜ BÂB
HALÛK HAKKINDA
DÖRDÜNCÜ BÂB
TÜYLER HAKKINDA
SAÇ
TRAŞ
İGRETİ SAÇ (PERUK) TAKMA
SALMA VE AYIRMA AKLARI YOLMA BIYIGIN KESİLMESİ
BEŞİNCİ BÂB
KOKU VE YAG HAKKINDA
ALTINCI BÂB
ZÎNETLE İLGİLİ ÇEŞİTLİ MESELELER HAKKINDA
YEDİNCİ BÂB
NAKIŞLAR, RESİMLER, ÖRTÜLER HAKKINDA
RESSAMLARIN ZEMMİ
RESİM VE ÖRTÜLERİN KERÂHETİ
BİRİNCİ BÂB
TAKILAR
UMUMÎ AÇIKLAMA:
Zînet, güzelleşmek mânasına gelen tezeyyün´den gelir, kendisi ile güzelleşilen şey demektir. Dilimizdeki karşılığı süstür. Nitekim, güzellik kazanmak için kullanılan şeye süs demekteyiz.
Gerek bedenimize ve gerekse kullandığımz eşyalara (âlet, mesken, hayvan vs.) güzelleşme veya güzelliğini artırmak için bir kısım maddî unsurlar ilâve etmek bidâyetten beri bütün insanların müşterek bir vasfıdır. Bir başka ifâde ile zînet, beşeriyetin maddî kültüründe mühim bir yer işgal eder. Öyle ki, günlük olarak her an kullandığımız giyimkuşamdan defterkaleme, üzerinde oturduğumuz sandalyeye veya minderden bineklerimize, evimizin iç ve dışından sokaklarımıza, caddedelerimize varıncaya kadar herşeyde, sâdece göz zevkimize hitâb eden tezyînî bir unsur vardır. Başka bir fonksiyonu olmadığı için eşyalarımız o unsurlar bulunmadan da kendilerinden beklenen hizmeti eksiksiz yerine getirebilirler. Buna rağmen azımsanmayacak külfet, zahmet ve masrafına katlanarak tezyînî unsurdan vazgeçmeyiz.
Öyle ise zînet, ferdî veya millî şahsiyetimizin en mühim parçalarından biri olmalıdır. Zîra ferdleri ve cemiyetleri birinden diğerine tefrîk eden sebeplerden bir kısmı dış görünüşle, hâricî tezahürle ilgilidir. Hem hep biliriz ki, dış, için aynasıdır.
Teknikte cihanşümûl değerleri benimsemekle berâber, kültürde müstakillik, ümmetîlik ve nev-i şahsına münhasırlık´ı esas alan İslâm dininin[1] bir bakıma iç dünyanın ve medenî hayatın hâricî tezahürü olan zînet ve zînetle ilgili meselelerde sessiz kalması, görüş beyan etmemesi olamazdı. Nitekim dînimizin iki semâvî kaynağını teşkîl eden Kur´an ve Sünnet´te zînetle ilgili meselelere geniş yer verildiğini görmekteyiz.
Her şeyden önce Kur´ân-ı Kerîm, zînet´e yer verir. O kadar ki, Rabbimizin dilinde, yeryüzünde insanla ilgili olarak mevcut her şey, onun imtihan edilmesi için yeyüzüne takılmış bir süsten ibârettir:
إنَّا جَعَلْنَا مَا عَلى اَرْضِ زِينَةً لَهَا لِنَبْلُوَهُمْ اَيُّهُمْ اَحْسَنُ عَمًَ “İnsanların hangisinin daha iyi amelde bulunacağını ortaya koyalım diye yeryüzünde olan herşeyi, yeryüzünün süsü yaptık” (Kehf 7 ). Bir âyette, mal ve evlatların dünya hayatının zîneti olduğu (Kehf 46) belirtilirken, bir diğerinde atlar, katırlar ve merkebler´in (Nahl 8); bir diğerinde insana verilen herbir şeyin “bir süs, bir geçimlik” olduğu (Kasas 60), bir çok âyette gökteki yıldızların da insanlar için semâyı tezyîn edici olarak yaratıldığı (Hicr 16, Saffât 6, Mülk 5) belirtilir.
Şu âyet sadece yeryüzünde yaratılan “eşya”yı değil, bir bütün olarak “hayat”ı süs olarak ifâde eder: وَاعْلَمُوا اَنَّمَا الْحَيَاةُ الدُّنْيَا لَعِبٌ وَلَهْوٌ وَزِينَةٌ وَتَفَاخُرٌ “Bilin ki, (âhiret için yaşanmayan) dünya ancak bir oyundur, bir eğlencedir, bir “süs” dür, aranızda bir öğünüşdür, mallarda ve evlatlarda bir çoğalıştır…” (Hadîd 20).
Meşrû dairede bu yeryüzü zînetlerinden istifâde etmek her mü´minin hakkıdır, kimse onu haram edemez; قُلْ مَنْ حَرَّمَ زِينَةَ اللّهِ الَّتِى اَخْرَجَ لِعِبَادِهِ وَالطَّيِّبَاتِ مِنَ الرِّزْقِ
“De ki: “Allah´ın kulları için çıkardığı “zînet”i temiz ve hoş rızıkları kim haram etmiş ” De ki: “Onlar dünya hayatında îman edenler içindir…” (A´raf 32). Bir başka âyette de “denizden çıkarılan süslerin de insanların takınması için yaratıldığı” (Fâtır 12) ifâde edilir.
Uzunca bir âyet ise kadın tezyinatı ile ilgilidir. “Süslerini kimlere gösterebilirler, kimlere gösteremezler” (Nur 31) belirtilir.
Hülasa, Kur´ân-ı Kerîm, zînet meselesine birçok âyetlerinde yer vermiştir.
Dînimizin ikinci kaynağı olan Resûlullah´ın Sünnet´i bu meseleyi daha da açmış, pek çok teferruata inip beyanlarda bulunmuş, hükümler vaz´etmiştir.
Sadedinde olduğumuz bahiste, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın kılık kıyâfete, evin tezyinatına giren meselelerle ilgili beyanları görülecektir.[2]
ـ1ـ عن أنس رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]كَتَبَ النَّبىُّ # كِتَاباً فَقيلَ لَهُ: إنَّهُمْ َ يَقْرَءُُونَ كِتَاباً إَّ مَخْتُوماً، فَاتَّخَذَ خَاتَماً مِنْ فِضَّةٍ، وَنَقَشَ فِيهِ مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّهِ، وقَالَ لِلنَّاسِ: إنِّى اتَخَذْتُ خَاتَماً مِنْ فِضَّةٍ، وَنَقَشْتُ فِيهِ مُحَمَّدٌ رَسولُ اللّهِ فََ يَنَقُشُ أحَدٌ عَلى نَقْشِهِ[.وفي رواية: ]أنَّ رسولَ اللّهِ # لَبِسَ خَاتَمَ فِضَّةٍ في يَمِينِهِ، وَكانَ فَصُّهُ
حَبَشِيّاً، وَكانَ يَجْعَلُ فَصَّهُ مِمَّا يَلِى كَفَّهُ[. أخرجه الخمسة.»الْفَصُّ الحَبَشِىُّ«: الجزع، أو العقيق، أو ضرب منهما يكون بالحبشة .
1. (2093)- Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) (İran Kisrasına göndermek için)bir mektub yazmıştı. Kendisine: “Onlar mühürlü olmayan mektubu okumazlar” denildi. Bunun üzerine gümüş bir mühür yaptırdı. Üzerine Muhammed Resûlullah cümlesini kazdırdı. Cemaate de:
“Ben bir mühür yaptırdım. Üzerine Muhammed Resûlullah kazdırdım, kimse bunu yüzüğüne kazdırmasın” buyurdu.”
Bir rivâyette şöyle gelmiştir: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sağ (eli) ne gümüş bir yüzük taktı. Kaşı Habeşî idi. Karşı avucunun içine geliyordu.” [Buhârî, Libâs 46, 50, 51, 54, 55; Müslim, Mesâcid 222, (640); Libâs 55-63, (2092-2095); Ebû Dâvud, Hâtim 1-2, (4214-4217, 4221); Tirmizî, İsti´zân 25, (2719), Libâs 14-17, (1739-1748); Nesâî, Zînet 48-82, (8, 173-195); İbnu Mâce, Libâs 39, (3639), 41, (3645).][3]
ـ2ـ وعن ابن عمر رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال ]اصطَنَعَ رسولُ اللّهِ # خَاتَماً مِنْ ذَهَبٍ فَصَنَعَ النَّاسُ خَوَاتِمَ الذَّهَبِ، ثُمَّ إنَّهُ جَلَسَ عَلى المِنْبَرِ فَنَزَعَهُ وَقالَ واللّهِ: َ ألْبَسُهُ أبَداً فَنَبَذَ النَّاسُ خَواتِيَمُهُمْ[. أخرجه الستة.وزاد في رواية: ]وَجَعَلَهُ فِي يَدهِ اليُمْنى[وفي أخرى: ]اتخَذَ رسولُ اللّهِ # خَاتَماً مِنْ وَرِقٍ فَكَانَ فِي يَدِهِ، ثُمَّ كانَ في يَدِ أبى بَكْرٍ، ثُمَّ في يَدِ عُمَرَ، ثُمَّ في يَدِ عُثْمَانَ رَضِيَ اللّهُ عَنْهمْ حَتَّى وَقَعَ في بِئْرِ أرِيس، نَقْشُهُ مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّهِ[.»بِئْرُ أرِيسِ«: عند مسجد قبا .
2. (2094)- İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) kendisine altından bir yüzük yaptırdı. Bunun üzerine halk da altın yüzükler yaptırdı. Bilâhare aleyhissalâtu vesselâm minbere çıkıp oturdu, yüzüğü çıkardı ve:
“Vallâhi bunu ebediyen takmıyacağım!” dedi. Halk da yüzüklerini çıkarıp attılar.” [Buhârî, Libâs 45, 46, 50, 53, Eymân 6, İ´tisâm 4; Müslim, Libâs 53, 55, (2091); Muvatta, Sıfatu´n-Nebî 37, (2, 936); Ebû Dâvud, Hâtem 1-2, (4218, 4219, 4220); Tirmizî, Libâs 16, (1741); Nesâî ,Zînet 43, 53, (8, 165, 178); İbnu Mâce, Libâs 40, (3642-3644).]
Bir rivâyette şu ziyâdeyi yaptı: “Yüzüğü sağ eline takmıştı. “Bir diğerinde de şu ziyâde vardır: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) gümüşten bir mühür edindi, eline takmıştı. Sonra Hz. Ebû Bekir´in eline intikal etti, sonra Hz. Ömer´e, sonra da Hz. Osmana (radıyallâhu anhüm)´a intikal etti. Erîş kuyusuna düşünceye kadar onun elinde kaldı. Üzerindeki yazı Muhammed Resûlullah idi.”[4]
AÇIKLAMA:
1- Bu hadis bir çok yönden faydalı bilgiler vermektedir.
* Bazı rivâyetlerde sarîh olarak belirtildiği üzere Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) İran kralına mektup yazmak istediği zaman, beynelmilel protokol kaidelerini bilen bazılarınca, devletlerarası resmî yazışmalarda mektupların mühürlenmesinin bir âdet olduğu, mühürsüz mektuplara îtibâr edilmediği söyleniyor. Resûlullah bu îkâz üzerine derhal bir mühür kazdırarak, üzerine Muhammed Resûlullah yazdırıyor. Üç kelimelik bu ibâre alt alta üç satırdan meydan gelir. Yani “Muhammed”, “Resûl” ve “Allah” kelimeleri alt alta yazılıyor.
* Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) bu mührü parmağına taktığı bir yüzünün kaşına kazdırmıştır. Şu halde, rivâyetten de anlaşılacağı üzere, yapılan iş öncelikle “yüzük yaptırmak” değildir, mühür kazdırmak´tır. Ancak mührün en pratik taşıma şekli yüzük olarak parmağa takmaktır. Böylece Resûlullah´ın bir zînet olan yüzüğü takması hadisesi mevzubahis olmuştur.
* Dârakutnî´nin el-Efrâd´ında gelen bir rivâyete göre , bu mührü kazan Ya´lâ İbnu Ümeyye adında bir sahâbidir.
* Yapılan amelin öncelikle mühür kazdırma işi olduğunu şuradan da öğreniyoruz: Resûlullah ashâbın, kendisini taklîden yüzük ittihâz edeceklerini bildiği için yüzüğün kaşına Muhammed Resûlullah ibâresini kadırmamalarını tembihliyor. Aksi takdir de o mührün Resûlullah´a aidiyeti kalmazdı . Çünkü mühür ferde ait, ferdi gösteren taklîd edilmemesi gereken bir alâmettir. Ashâb bu yasağa uyar. İbnu Ömer. mührüne : “Abdullah İbnu Ömer” diye isim kazdırır. Ebû Ubeyde ve Huzeyfe´nin Elhamdülillah diye, Hz. Alli´nin Alahu´l -Melik diye, İbrahim Nehâî´nin Billâh diye, Mesrûk´un Bismillah diye, Ebû Ca´fer el-Bâkır´ın el-Gurretulillâh diye yüzüklerine yazılar kazdırdıkları rivâyet edilmiştir. Yüzüğe zikrullahın kazılabileceği çoğu alimlerce kabul edilmiştir.
* Peygamberimiz, yüzüğün mühür kısmını, yani kaşını parmağın avuç tarafına getiriyor.
* Bu mührü önce altından yaptırıyor. Herkes altından yüzük yaptırmaya kalkınca, altını atıp gümüşten yaptırıyor. Çünkü altın ve ipek erkeklere haramdır.
2- Habeşî kaş, sedef veya akîk taşı veya bunlar gibi Habeşistan´da îmâledilen ve yüzüklere kaş olarak takılan bir süsleme taşı.
3- Resûlullah´ın bu yüzüğü, vefatından sonra, İslâm devletinin resmî mühürü olarak arkadan gelen üç halîfe tarafından da kullanılmıştır: Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osmân (radıyallâhu anhüm). Ancak Hz. Osman zamanında, yüzük Kuba Mescidine yakın bir bahçenin içinde bulunan Erîş kuyusuna düşmüş, bütün aramalara rağmen bulunamamıştır. Bazı rivâyetler ise, Said İbnu Ebî´l-Âs´ın azadlısı olan Muaykıb (radıyallâhu anhümâ)´ın elinden düştüğünü söyler. Muaykıb ilk müslüman olanlardandır. Önce Habeşistan´a sonra Medîne´ye hicret etmiştir. Bedir gâzilerindendir. Daha sonra başta Bey´atu´r-Rıdvan olmak üzere pek çok gazvelere katılmıştır. Üsdü´l-Gâbe´de, “Resûlullah´ın mührüne nezâret ederdi” denir. Bu işi Resûlullah´ın sağlığından îtibâren mi yaptığı tasrîh edilmez. Ancak el-İsâbe´de Hz. Ömer zamanında Beytülmâl´a, Hz. Osman zamanında mühüre nezâret ettiği tasrih edilir. Cüzzamlı idiyse de Hz. Ömer, doktorlar temin ettirir, hastalığın ilerlemesi önlenir. Resûlullah´tan bazı rivâyetlerde bulunmuştur. Hz. Osman´ın hilâfetinin sonlarında vefat etmiştir. Mamafih Hz. Ali devrinde vefat ettiği de söylenmiştir.[5]
4- HADİSTEN ÇIKARILAN BAZI HÜKÜMLER
* Erkeklerin gümüş yüzük takmaları câizdir. Bu hususta fukahâ icma eder. Şârihlerin belirttiğine göre bazı Şamlı âlimler: “Yüzük sadece hükümdarlar için câizdir” demiş ise de, Nevevî ve başka âlimler bunu reddederler ve bu görüşün şâz olduğunu belirtirler.
* Yüzüğe sahibinin ismi veya zikrullah kazılabilir. Gerçi zikrullah´ın kazılıp kazılamayacağı münakaşa edilmişir. Başta Hz. Hasan ve Hüseyin (radıyallâhu anhümâ) olmak üzere çoğunluğun bunda bir beis görmediği, İbnu Sîrîn´in Hasbiyallah ve benzeri ibârelerin yazılabileceğini söylediği belirtilmiştir. İbnu Hacer,”caiz değil” görüşünün bu ibarelerin yazıldığı yüzüğü, cünüb ve hayızlı kimselerin taşıyabileceği, istinca sırasında parmakta bulundurulabileceği endişesinden ileri geldiğini, binaenaleyh bu durumlara yer verilmeyince kerâhetin ortadan kalkacağını belirterek ihtilâfı te´lîf eder. Müslüman âlimler, tahâret sırasında ismullah yazılı yüzüğün elde bulunmasını mekruh ve edebe aykırı bulmada ittifak ederler.
* Bu hadis, yüzük takınmanın ve sâlihlerin eserleriyle teberrükün câiz olduğuna delildir.
* Yüzük kaşının akik taşından olması sünnettir.[6]
ـ3ـ وعن بريدة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]جَاءَ رَجُلٌ إلى رسولِ اللّهِ # وَعَلَيْهِ خَاتَمٌ مِنْ حَدِيدٍ. فقَالَ: مَالِى أرَى عَلى أحَدِكُمْ حِلْيَةَ أهْلِ النَّارِ فَطَرَحَهُ ثُمَّ جَاءَهُ وَعَلَيْهِ خَاتَمَ مِنْ صُفْرٍ، فقَالَ: مَالِى أجِدُ مِنْكَ رِيحَ ا‘صْنَامِ، ثُمَّ أتَاهُ وَعَلَيْهِ خَاتَمٌ مِنْ ذَهَبٍ، فقَالَ: مَالِى أرَى عَلَيْكَ حِلْيَةَ أهْلِ الجَنَّةِ؟ فقَالَ مِنْ أىِّ شَىْءٍ أتَّخِذهُ؟ قالَ: مِنْ وَرِقٍ، وََ تُتِمَّهُ مِثْقَاً[. أخرجه أصحاب السنن .
3. (2095)- Büreyde (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın yanına, parmağında demir yüzük bulunan bir adam uğramıştı. (Yüzüğü görünce): “Niye bazılarınızın üzerinde ateş ehlinin süsünü görüyorum!” buyurdu. Adam derhal onu çıkarıp attı. Sonra parmağında sarı renkli (pirinç) yüzük taşıyor olduğu halde geldi. Bu sefer.
“Niye sende putların kokusunu hissediyorum ” dedi Bilahare adam altın yüzük takmış olarak geldi Bu sefer de:
“Sende niye cennet ehlinin süsünü görüyorum ” dedi. Bunun üzerine adam:
“Öyleyse yüzüğüm neden olsun ” diye sordu.
“Gümüşten dedi, ancak ağırlığı bir miskale ulaşmasın.” [Tirmizî, Libâs 43, (1786); Ebû Dâvud, Hâtem 4, (4223); Nesâî, Zînet 47, (8, 172).][7]
AÇIKLAMA:
Bu rivayet, müslümanların parmağında taşıyacağı yüzüğün madenini ve rengini belirlemektedir:
* Demirden olmamalıdır. Bazı alimlere göre, O, kâfirlerin zîneti olduğu için veya cehennemde bağlanacakları zincirler ve boyunlarına takılacak laleler suretinde ahirette de süslerini teşkil edeceği için yasaklanmıştır. Diğer bir kısım alimler de, “Saldığı pis koku sebebiyle demir yüzük yasaklanmıştır” demişlerdir. Hadisin üslubu, başka açıklamalara da müsaittir.
* Pirinçden de olmamalı. Hadiste sufr yani sarı diye ifade edilmiştir. Ebû Dâvud´un rivâyetinde şebeh´den yüzük şeklinde şebeh kelimesiyle ifâde edilmiştir. Maksad bakırdır. Renk itibariyle altına benzediği için şebeh denmiştir. Bakır yüzükle ilgili yasağın put kokuyor diye gerekçeye bağlanması putların bakırdan yapılması sebebiyledir.
* Altından da olmamalı. Altın cennet ehlinin süsüdür, dünyada erkeklere haram kılınmıştır. Altın ve ipeğin tahrimiyle ilgili rivâyetler mütevâtirdir.
* Erkeklerin yüzüğü gümüşten olmalıdır. Gümüşün helal olduğu hususunda başka rivâyetler de vardır.Bir miskalden hafif olmalıdır. Ulemâ bu tahdidi israfla îzah eder.
* Bir miskali bulur veya geçerse malın israf edilmiş olacağını belirtir. Bazı âlimler bunu tenzihî bir yasaklama anlayarak daha ağır yüzüklerin câiz olabileceğini söylemiştir. Şâfiîlerden bir grup ise ağırlığı bir miskali aşan yüzüğün haram olduğuna hükmetmiştir.[8]
ـ4ـ وعن ابن عباس رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]رَأى رَسُولُ اللّهِ # في يَدِ رَجُلٍ خَاتَماً مِنْ ذَهَبٍ فَنَزَعَهُ وَطَرَحَهُ وقَالَ: يَعْمِدُ أحَدُكُمْ إلى جَمْرَةٍ مِنْ نَارٍ فَيَجْعَلُهَا في يَدِهِ فَقِيلَ لِلرَّجُلٍ: بَعْدَ مَا ذَهَب رَسولُ اللّهِ # خُذْ خَاتَمَكَ انْتَفِعْ بِهِ فقَالَ: َ وَاللّهِ َ آخُذهُ أبداً، وَقَدْ طَرَحَهُ رَسولُ اللّهِ #[. أخرجه مسلم .
4. (2096)- İbnu Abbas (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir adamın elinde altından bir yüzük gördü. Onu çıkarıp attı ve:
“Biriniz tutup ateşten bir parçayı alıp eline koyuyor!” buyurdu. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) gidince adama: “Yüzüğünü al (başka sûrette) ondan faydalan” dediler. O:
“Hayır! Vallâhi ebediyen almayacağım, onu Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) attı” dedi.” [Müslim, Libâs 52, (2090).][9]
ـ5ـ وعن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]قَدِمَتْ هَدَايَا مِنْ النَّجَاشِيِّ فِيهَا خَاتَمٌ مِنْ ذَهَبٍ فِيهِ فَصٌّ حَبَشِىٌّ، فَأَخَذَهُ رَسولُ اللّهِ # بِعُودٍ، أوْ بِبَعْضِ أصَابِعِهِ مُعْرِضاً عَنْهُ، ثُمَّ دَعَا أُمَامَةَ بِنْتَ أبِى الْعَاصِ بِنْتَ بِنْتِهِ زَيْنَبَ، فقَالَ: تَحَلِّى بِهذِهِ يَا بُنَيَّة[. أخرجه أبو داود.
5. (2097)- Hz. Âişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a Habeş kralı Necâşî´den hediyeler geldi. İçerisinde Habeşî kaşlı bir de altın yüzük vardı. Resûlullah onu bir çöple veya tiksinerek bir parmağıyla aldı. Kızı Zeyneb´in kızı Ümâme Bintu Ebî´l-Âs´ı çağırıp: “Yavrucuğum al şunu, takın!” dedi.” [Ebû Dâvud, Hâtem 8, (4235).][10]
ـ6ـ وعن سعيد بن المسيب قال: ]قالَ عُمَرُ لِصُهَيْبٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما: مَالِى أرَى عَلَيْكَ خَاَتَمَ الذَّهَبِ؟ فقَالَ: قَدْ رَآهُ مَنْ هُوَ خَيْرٌ مِنْكَ فَلَمْ يَعِبهُ قال: مَنْ هُوَ؟ قالَ: رَسولُ اللّهِ #[. أخرجه النسائى .
6. (2098)- Saîd İbnu´l-Müseyyeb anlatıyor: “Hz. Ömer, Süheyb (radıyallâhu anhümâ)´e: “Niye parmağında altın yüzük görüyorum ” dedi. Beriki: “Onu senden daha hayırlı olan da gördü, ama ayıplamadı” deyince, Hz. Ömer:
“O da kimmiş ” dedi. Süheyb: “Resûlullah!” cevabını verdi.” [Nesâî, Zînet 42, (8, 164, 165).][11]
AÇIKLAMA:
Son üç hadis altın yüzüğün tahrimiyle ilgilidir. Birinci hadis, Hz. Peygamber´in, yasağın ciddiyetinin kavranması için, altın yüzüğü takan kimsenin parmağından eliyle çıkarıp atmaktadır. Âlimler, burada münkere elle müdâhalenin bir örneğini de bulmaktadırlar. Yüzüğün atılması, telef edilmesi mânasına değildir, zecr içindir. Zîra Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) mal israfını yasaklamıştır. Adamın “ebediyen almam!” demesi, Resûlullah´a son derece bağlılığının ifâdesidir. Bir takva olarak yüzüğü almayıp, muhtaçlara tasadduk etmesi takdîr edilecek bir durumdur.
İkinci hadis Habeş kralı Necâşî´nin hediyelerinden bahsetmektedir. Başka rivâyetlerde bu hediyeler meyanında bir çift sâde mest, bir cam bardak, üç aded baston da sayılır. Hz. Peygamber´e bazı komşu krallardan hediyeler gelmiş idi. Bu mevzu ileride müstakil bir bölüm olarak gelecektir (5783-5790). Sadedinde olduğumuz rivâyet, Habeş kralının hediyeleri arasında çıkan altın yüzüğü, Resûlullâh´ın kız torunu Ümâme´ye taktığını belirtmektedir. Yüzüğü çöple ve tiksinti ile alması, altın zînetin erkeklere haram olması sebebiyledir. Ulemâ, altın zînetin kadınlara helâl olduğu husûsunda nass kabul etmişlerdir.
Üçüncü hadis, erkeklerin altın yüzük kullanabileceklerini ifâde etmektedir. Ancak Nesâî´nin, es-Sünenü´l-Kübrâ´da hadisi kaydettikten sonra “Bu hadis münkerdir” demiştir.
Berâ İbnu´l-Âzib (radıyallâhu anh)´in de parmağında altın yüzük taşıdığı, niçin böyle yaptığını soranlara: “Bu yüzük, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın bana bahşettiği bir armağandır. Bunu bana Resûlullah takmıştır. Ve: “Allah´ın ve Resûlullah´ın sana ihsan ettiği bu yüzüğü kullan” buyurdu!” demiştir. Tahâvî´nin Meâni´l-Âsâr´da kaydettiği bu rivâyet de erkeklere altın yüzüğün cevazını sarîh olarak ifâde eder.
Altın yüzüğün erkeklere haram olduğunu söyleyen âlimler, bu itiraza şu cevabı verirler:
1- Mübah kılıcı bir rivâyetle, haram kılıcı bir rivâyet teâruz ederse, ihtiyaten haram kılıcı râcih addedilir, mübah kılıcı da metrûk ve mercûh addedilir.
2- Altın yüzük kullanmayı erkeklere helâl kılan rivâyetler, tahrimden önceki durumu aksettirebilir. Ancak şurası da açık ki, Berâ´ya yüzüğün sorulmuş olması, hâdisenin tahrîmden sonra cereyan ettiğini gösterir.
Şu halde, bu meselede birinci cevap daha ikna edicidir.
Hemen belirtelim ki, bazı âlimler, “lüzûm olmadığı durumlarda yüzük taşımayı terketmek evladır” demiştir. Hanefî fakihlerinden Hulvânî, talebelerine yüzük takmayı yasaklamıştır. İhtiyâr´da “yüzük takmak, bir ihtiyaçtan neşet ediyorsa sünnettir” denir. Tatarhâniye´de mutlak sûrette caiz olduğu ifâde edilir. Hanefîlerin görüşü de bu merkezdedir.
Kâmil Miras, Tecrid-i Sarîh tercümesinde bu bahsi işlerken, örfe müstenîd bir zaruret gerekçesiyle nişan yüzüklerinin altından olmasını câiz görür. Ne var ki, nişan yüzüğü takmanın zarûret olması su götürür bir keyfiyettir.[12]
ـ7ـ وعن عليّ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]نَهَانِى رَسولُ اللّهِ # أنْ أجْعَلَ خَاتمِى في هذهِ، وَأشَارَ إلى الوُسْطَى وَالَّتِى تَلِيهَا[. أخرجه الخمسة إ البخارى.وفي رواية أبى داود والترمذي: ] نَهَانِى عَنِ القَسِّىِّ، وَالمِيْثَرَةِ الحَمْرَاءِ، وَأنْ ألْبَسَ خَاَتَمِى في هذِهِ، أوْفى هذِهِ، وَأشَارَ إلى السَّبَّابَةِ وَالوُسْطَى[ .
7. (2099)- Hz. Ali (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) yüzüğümü şu parmağa koymamı yasakladı -ve eliyle orta ve ondan sonra gelen (şehadet) parmağına işaret etti- buyurdu.” [Müslim, Libâs 64, (2078); Tirmizî, Libâs 44, (1787); Nesâî, Zînet 53, (8, 177); Ebû Dâvud, Hâtem 4, (4225).][13]
ـ8ـ وعن رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ] أنَّ النَّبىَّ # كانَ يَتَخَتَّمُ فِي يَمِينِهِ[. أخرجه أبو داود والنسائى.
8. (2100)- Yine Hz. Ali (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah yüzüğünü sağ eline takardı.” [Ebû Dâvud, Hâtim 5, (4226); Nesâî, Zînet 49, (8, 175).][14]
ـ9ـ وعن جعفر بن محمد عن أبيه: ]أنَّ الحَسَنَ وَالحُسَيْنَ كانا يَتَخَتَّمانِ في يَسَارِهِمَا[. أخرجه الترمذي وصححه .
9. (2101)- Cafer İbnu Muhammed, babasından naklen anlatıyor: “Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin (radıyallâhu anhümâ), yüzüklerini sol ellerine takarlardı.” [Tirmizî, Libâs 16, (1743).][15]
ـ10ـ وعن ابن عمر رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]كانَ النَّبىُّ # يَتَخَتَّمُ فِي يَسَارِهِ وكانَ فَصُّهُ فِي بَاطِنِ كَفِّهِ: وَكانَ ابنُ عُمَرَ يَفْعَلُهُ[. أخرجه أبو داود .
10. (2102)- İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) yüzüğü sol eline takardı ve kaşını avucunun içine getirirdi. İbnu Ömer de böyle yapardı. [Ebû Dâvud, Hâtem 5, (4227, 4228).][16]
AÇIKLAMA:
Son dört hadis, yüzüğün takılması gereken el ve parmaklar hakkında bilgi vermektedir. Bunlardan birincisinde orta parmakla ondan sonra gelen şehâdet parmağına yüzük takmanın yasaklandığı anlaşılmaktadır.
Müteakip rivâyetlerin bazısı yüzüğün sağ ele takılacağını belirtirken, bazısı da sol ele takılacağını ifâde etmektedir. Her iki ele de yüzük takılabileceğini ifâde eden başka sahîh rivâyetler de vardır. Ulemâ, rivâyetlerden hareketle yüzüğün her iki ele de takılabileceğine hükmetmişlerdir. Hangisinin tercîh edilmesi gerektiği yani efdal olduğu hususunda ihtilaf edilmiştir. Ancak sağla ilgili rivâyetler daha fazladır. İbnu Hacer, tezeyyün yani bir süs unsuru olarak takan sağa, mühür olarak takan sola takmalıdır, dedikten sonra sağa takmanın tercîh edilmesinin gereğine dikkat çeker. “Çünkü der, sol el istincada kullanıldığı için, necaset değmekten korunmuş olur.” Ona göre mühür olarak kullanılınca sağ elle soldan çıkarılması kolay olur.
Ayrıca erkeklerin küçük parmağa takmaları efdaldir, zira işe mani olmaz. Kadınlar ise, parmaklarına müteaddid yüzükler takabilirler.[17]
ـ11ـ وعن أنس رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]كانَ النَّبىُّ # إذَا دَخَلَ الخََءَ نَزَعَ خَاَتَمَهُ[. أخرجه الترمذي وصححه والنسائى. وزاد رزين: ]وكَانَ فِى يَدِهِ الْيُسْرَى[.
11. (2103)- Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) helâya girdiği zaman yüzüğünü çıkarırdı.” [Tirmizî, Libâs 16, (1746); Nesâî, Zînet 54, (8, 178). Rezin şu ilâvede bulunmuştur: “Yüzük Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın sol elinde idi.”][18]
AÇIKLAMA:
Aliyyü´l-Kâri helaya girerken Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın, yüzüğü parmağından çıkarmasını, yüzüğün kaşına kazılmış olan Muhammed Resûlullah ibâresi sebebiyle olduğunu belirtir. Bu rivâyetten hareketle, yüzükte Allah´ın veya Resûlü´nün ismi veya Kur´ân bulunması halinde helaya girerken çıkarılması gerektiğine hükmedilmiştir. İbnu Hacer gibi diğer bir kısım âlimler, daha da ileri giderek herhangi bir peygamber veya melek ismi bulunsa çıkarması gerektiğine, aksi davranışın mekruh olduğuna hükmederler. Bu hükmün Hanefî mezhebine de uygun olduğu belirtilmiştir.[19]
ـ12ـ وعن أبى هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]أتَتِ امْرَأةٌ النَّبىَّ # فقَالَتْ يَا رَسُولَ اللّهِ: سِوَارَيْنِ مِنْ ذَهَبٍ؟ فقَالَ: سوَارَيْنِ مِنْ نَارٍ، فقَالَتْ: طَوْقٌ مِنْ ذَهَبٍ؟ قَالَ: طَوْقٌ مِنْ نارٍ قَالَتْ: قُرْطَيْنِ مِنْ ذَهَبٍ؟ قالَ: قُرْطَيْنِ مِنْ نَارٍ، فكَانَ عَلَيْهَا سِوَارَانِ مِنْ ذَهَبٍ فَرَمَتْ بِهَما وَقالَتْ: إنَّ المَرْأةَ إذَا لَمْ تَتَزَيَّنُ لِزَوْجِهَا صَلِفَتْ عِنْدَهُ فقَالَ: مَا يَمْنَعُ إحَدَاكُنَّ أنْ تَصْنَعَ قُرْطَيْنِ مِنْ فِضّةٍ: ثُمَّ تُصَفِّرُهُ بِزَعْفَرَانٍ، أوْ بِعَبِيرٍ[. أخرجه النسائى.»الْقُرْطُ«: من حلى ا‘ذن معروف.و»وَصَلِفَتِ المَرْأةُ عِنْدَ زَوْجِهَا«: إذا لم تحظ عنده.و»وَالْعَبِيرُ«: أخط من الطيب تجمع بالزعفران
12. (2104)- Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Bir kadın Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a gelerek sordu:
“İki altın bilezik hakkında ne dersiniz, (takayım mı )”
“Ateşten iki bileziktir, (takmayın!)” deyip cevap verdi. Kadın devamla:
“Pekâlâ altın gerdanlığa (ne dersiniz )” diye sordu. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´dan yine:
“Ateşten bir gerdanlık!” cevabını aldı. O, yine sordu:
“Bir çift altın küpeye ne dersiniz ”
“Ateşten bir çift küpe!”
Kadında bir çift altın bilezik vardı. Onları çıkarıp attı ve:
“(Ey Allah´ın Resûlü), kadın kocası için süslenmezse, onun yanında kıymeti düşer” dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
“Sizden birine, gümüş küpeler takınmasından, bunları za´feran veya abîr ile sarartmasından kimse engel olmaz!” cevabını verdi.” [Nesâî, Zînet 39, (8, 159).][20]
AÇIKLAMA:
1- Abîr´e za´ferân da denmiş ise de bunun za´ferânla karıştırılan bir sürünme maddesi (tîb) olduğu ifâde edilmiştir. en-Nihâye´de: “Farklı maddelerin karışımıyla elde edilen renkli bir tîb çeşididir” diye açıklanır. Gümüş, bunlarla muamele edilince sarararak altın görünümünü kazanmaktadır.
2-Bu hadis, altının zînet olarak kullanılmasının kadınlara da haram olduğunu ifâde ediyorsa da, daha önce açıklandığı üzere, muayyen şartlar çerçevesinde kadınların altın tezyinat kullanmaları helâldir.[21]
ـ13ـ وعن ثوبان رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]جَاءَتْ فِاطِمَةُ بِنْتُ هُبَيْرَةَ إلى رَسُولِ اللّه # وفي يَدِهَا فَتْخٌ مِنْ ذَهَبٍ. »أىْ خَوَاتِيمُ ضِخَامٌ«، فَجَعلَ رسولُ اللّه # يَضْرِبُ يَدَهَا، فَدَخَلَتْ عَلى فَاطِمَةَ بِنْتِ رَسُولِ اللّهِ # رَضِيَ اللّهُ عَنْها تَشْكُو إلَيْهَا الَّذِى صَنَعَ بِهَا رَسُولُ اللّهِ #، فَانْتَزَعَتْ فَاطِمَةُ رَضِيَ اللّهُ عَنْها سِلْسِلةً في عُنُقِهَا مِنْ ذَهَبٍ، فقَالَتْ: هذِهِ أهْدَاها إلىَّ أبُو حَسَنٍ، فَدَخَلَ النَّبى # وَالسِّلْسِلَةُ في يَدِهَا، فقَالَ يَا فَاطِمةُ: أيَسُرُّكِ أنْ تَقُولَ النَّاسُ: ابْنَةُ رَسُولِ اللّهِ # في يَدِهَا سِلْسِلَةٌ مِنْ نارٍ: ثُمَّ خَرَجَ فَلَمْ يَقْعُدْ: فَأرْسَلَتْ فَاطِمَةُ بِالسِّلْسِلَةِ فَبَاعَتْهَا وَاشْتَرَتْ بِثَمَنِهَا عَبْداً فَأعْتَقَتْهُ: فََحُدِّثَ رَسولُ اللّهِ # بِذلِكَ، فقَالَ: الْحَمْدُللّهِ
الَّذِى أنْجى فَاطِمَةَ مِنَ النَّارِ[. أخرجه النسائِى.»الْفَتْخُ«: جمع فتخة، وهى حلقة فصّ فيها تجعلها المرأة في أصابع يديها، وربما وضعتها في رجلها .
13. (2105)- Sevbân (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın yanına Fâtıma Bintu Hübeyre, elinde altından iri yüzükler (Feth) olduğu halde gelmişti. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm), kadının ellerine vurmaya başladı. Fâtıma da hemen (oradan sıvışıp) Resûlullah´ın kerîmeleri Fâtımatu´z-Zehrâ (radıyallâhu anhâ)´nın yanına girdi. Ona Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın kendisine olan davranışını anlattı. Bunun üzerine Hz. Fâtıma (radıyallâhu anhâ) boynundaki altın zinciri çıkarıp: “Bunun bana Hasan´ın babası Hz. Ali (radıyallâhu anhümâ) hediye etti” dedi. Zincir daha elinde iken Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) yanlarına girdi ve şunu söyledi:
“Ey Fâtıma! Halkın: “Resûlullah´ın kızının elinde ateşten bir zincir var!” demesi seni memnun eder mi ” dedi ve böyle diyerek oturmadan geri dönüp gitti. Bunun üzerine Fâtıma (radıyallâhu anhâ) zinciri çarşıya gönderip sattırdı, parasıyla bir köle satın aldı ve onu âzad etti.
Bu olanlar Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a anlatılınca: “Fâtıma´yı ateşten kurtaran Allah´a hamdolsun!” buyurdular.” [Nesâî, Zînet 39, (8, 158).][22]
AÇIKLAMA:
1- Feth, “fetha”nın cem´idir. Fetha iri, kaşsız yüzüğe denir. Daha ziyâde kadın süsüdür, el parmaklarına veya ayağa takınır.
2- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın Fâtıma Bintu Hübeyre´nin eline vurması zecr maksadına mâtuftur. Yani altınla süslendiği, parmaklarına altın yüzükler taktığı için, ellerine vurmak sûretiyle memnuniyetsizliğini izhâr edip, altın takınmaktan zecr etmiştir.
Hadisin mânası bu olmakla beraber, İslâm´ın altın süsler hususundaki hükmü bu değildir. Bu ve buna mümasil, kadınlara altını haram kılan hadislerin mensuh olduğu kabul edilmiştir. Nevevî, bu hususta icma olduğunu söyler. Zikri geçen neshedici hadis şudur: إِنَّ هَذَيْنِ حَرَامٌ عَلَى ذُكُورِ اُمَّتِى حِلٌّ ‘ُِنَاثِهَا “…Şu iki madde (altın ve ipek) ümmetimin erkeklerine haramdır, kadınlara helâldir.”
Bu mesele üzerine gelen rivâyetleri İbnu Şâhin şöyle açıklığa kavuşturur: “İslâm´ın bidayetinde erkekler de altın yüzükler takarlar (ipekliler giyerlerdi). Sonra bunlar hakkında umûmî bir yasak geldi, kadına da erkeğe de şâmil bir yasaklama. Daha sonra Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) erkekleri hariç kılarak, kadınlar hakkında mübah hükmü getirdi. Böylece kadınlar üzerindeki yasak hükmü, haklarında ibâheye dönüştü ve ibâhe, yasağı neshetti. Nevevî, Müslim Şerhi´nde bu hususta müslümanların icma ettiğini kaydeder.”[23]
ـ14ـ وعن أخت لحذيفة رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]قال رسولُ اللّهِ #: يَا مَعْشَرَ النِّسَاءِ، أمَا لَكُنَّ في الفِضَّةِ مَا تَحَلَّيْنَ بِهِ، أمَا إنَّهُ لَيْسَ مِنْكُنَّ امْرأة تَتَحَلَّى ذَهَباً وَتُظْهِرُهُ إَّ عُذِّبَتْ بِهِ[. أخرجه أبو داود والنسائى .
14. (2106)- Huzeyfe´nin kız kardeşi (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Ey kadınlar cemaati! Süs eşyanız gümüşten olmalıdır. Sizden hangi kadın altınla süslenir ve onu izhâr eder (yabancıya gösterirse), mutlaka onunla azaba maruz kalır.” [Ebû Dâvud, Hâtem 8, (4237); Nesâî, Zînet 39, (8, 156, 157).][24]
AÇIKLAMA:
1- Burada Huzeyfe´nin kız kardeşi diye zikri geçen kadının ismi Fâtıma´dır, Havle de denmiştir.
2- Hadisin sıhhati eksiktir. Sahih olsa bile önceki hadiste belirtildiği üzere altın, gümüş ve ipek gibi maddeleri kadınlara mutlak şekilde haram kılan rivâyetler mensuhtur veya “yabancıya göstermek” “iftihar ve tekebbür” için giymek gibi kayıdlarla kayıtlıdır.[25]
ـ15ـ وعن عقبة بن عامر رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]كانَ رَسُولُ اللّه # يَمْنَعُ أهْلَهُ الحِلْيَةَ وَالحَرِيرَ وَيَقُولُ: أنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ حِلْيَةَ الجَنَّةِ وَحَرِيرَهَا فََ تَلْبَسُوها فِي الدُّنْيَا[. أخرجه النسائى.وفي أخرى له عن ابن عمر قال: ]نَهى رَسولُ اللّهِ # عَنْ لُبْسِ الذَّهَبِ إَّ مُقَطَّعاً[.»المُقَطع«: الشئُ اليسير نحو الشنف، والخاتم للنساء، وكره الكثير للسرف والخيء، وعدم إخراج الزكاة منه.
15. (2107)- Ukbe İbnu Âmir (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ehline takı ve ipeği yasakladı ve: “Eğer sizler cennet takılarını ve cennetin ipeğini seviyorsanız, bunları dünyada takınıp giymeyin” buyurdu.” [Nesâî, Zînet 39, (8, 156).]
Nesâî´nin İbnu Ömer´den yaptığı bir diğer rivâyette: “Resûlullah, altın takınmayı, mukatta´ yani az bir parça olmak kaydıyla tecvîz etti” denilmiştir.
Mukatta: Az bir şey demektir, kulağın üst kısmına takılan küçük halka, kadın yüzüğü gibi. İsraf, kibir ve zekât vermekten kaçınmak gibi durumları[26] mekruh addetmiştir.[27]
AÇIKLAMA:
Hadisin zâhiri, Sindî´ye göre Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın zevcelerine, gümüş olsun, altın olsun takıyı mutlak şekilde yasakladığını göstermektedir. Ancak, gerek altın ve gümüşün ve gerekse ipeğin kadınlara helal edildiği göz önüne alınacak olursa şu söylenebilir: “Âhireti dünyaya tercih etmeleri için, bu yasağın sadece onlara mahsus olması mümkündür.” Sindî, hadisin zâhirinden çıkabilecek bir başka te´vîle daha yer verir: “Hadiste geçen “ehli”nden muradın Ehl-i Beyt´e mensup erkekler olması da muhtemeldir.” Bu mâna esas alınınca, hadise mensuh demeye veya başkaca te´vîl etmeye gerek kalmayacağı açıktır.[28]
ـ16ـ وعن بنانة موة عبد الرحمن بن حبان ا‘نصارىّ قالت: ]دُخِلَ عَلى عَائِشَةَ رَضِيَ اللّهُ عَنْها بِجَارِيَةٍ لََهَا جََجِلُ يُصَوِّتْنَ، فقَالَتْ: َ تُدْخِلْنَهَا عَلَىَّ إَّ أنْ تُقَطِّعْنَ جََجِلَهَا، وَقَالَتْ سِمِعْتُ رَسُولَ اللّهِ # يَقُولُ: َ تَدْخُلُ المََئِكَةُ بَيْتاً فِيهِ جَرَسٌ[. أخرجه أبو داود .
16. (2108)- Bünâne Mevlâtu Abdirrahman İbnu Hayyân el-Ensârî anlatıyor: “Hz. Âişe´nin yanına, üzerinde ziller bulunan bir kız getirildi. Kızın zilleri çıngır çıngır ses çıkarıyordu. Hz. Âişe (radıyallâhu anhâ): “Sakın ha! zillerini koparmadan onu yanıma getirmeyin!” dedi ve ilâve etti: “Ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın: “Zil bulunan eve melâike girmez” buyurduğunu işittim.” [Ebû Dâvud, Hâtem 6, (4231).][29]
AÇIKLAMA:
1-Bu hadisi, Müslim´de merfu olarak kaydedilmiş olan: َ تَصْحَبُ الْمََئِكَةُ رُفْقَةً فِيهَا كَلْبٌ وََ جَرَسٌ İçinde köpek ve zil bulunan yolculara (rahmet) meleği arkadaşlık etmez” veya: اَلْجَرَسُ مَزَامِيرُ الشَّيْطَانِ “Zil şeytanın mizmârıdır (düdüğüdür)” veya Nesâî´de geçen َ تَدْخُلُ الْمََئِكَةُ بَيْتاً فيهِ جُلْجُلٌ وََ جَرَسٌ “Melâike, içerisinde zil ve çan bulunan eve girmez” gibi hadisler te´yîd eder.
2- Hadiste geçen cülcül (cem´i: celâcil) hayvanların boynuna takılan küçük çan´a denir. İnsanlar takınca dilimizde zil denir. Ceres de yerine göre zil veya çan veya çıngırak mânalarına gelir.
3- Çan ve zil gibi şeylerden meleklerin memnun kalmaması, bazı âlimlere göre, kilise çanını hatırlattıkları içindir. Bazı âlimler, onların çıkardığı sesin çirkinliği sebebiyle meleklerin nefret ettiğini söylemiştir. Bazı âlimler de kerâhetin sadece büyük çanlarla ilgili olduğunu söylemişlerdir. Ancak sadedinde olduğumuz hadiste küçük çan yani zil mevzubahis olmalıdır.
Ancak bu hadislerde ifâde edilen kerâhet tahrimî değil, tenzihîdir:[30]
ـ17ـ وعن عرفجة بن أسعد قال: ]أصِيبَ أنْفِى يَوْمَ الكَُبِ في الجَاهِلِيَّةِ، فَاتَّخَذْتُ أنْفاً مِنْ وَرِقٍ فَأنْتَنَ عَلَىَّ، فَأمَرَنِى رَسُولُ اللّه # أنْ أتخَذَ أنْفاً مِنْ ذَهَبٍ[. أخرجه أصحاب السنن.»الكَُبُ«: بضمّ الكاف وتخفيف الم: اسم ماء كان به: يوم معروف من أيام العرب .
17. (2109)- Arfece İbnu Es´ad (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Cahiliye devrinde cereyan eden Külâb savaşında burnum isabet almış, bu sebeple gümüşten bir burun taktırmıştım. bilahare kokmaya başladı. (Durumu kendisine açınca), Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), bana altından bir burun yaptırmamı söyledi.” [Ebû Dâvud, Hâtem 7, (4232, 4233, 4234); Tirmizî, Libâs 31, (1770); Nesâî, Zînet 41, (8, 163, 164).][31]
AÇIKLAMA:
1- Külâb, bir su ismidir. Burada, cahiliye devrinde iki ayrı vak´a cereyan etmiştir. Külâbu´l-evvel ve Külâbu´s-Sânî diye isimlenir. Türbüştî merhum, bu suyun Cebele ve Şam adındaki iki dağın sağ tarafında yer aldığını, mezkur vak´aların Eksem İbnu Sayfî zamanında cereyan ettiğini kaydeder.
2- Ulemâ, bu rivâyete dayanarak, hîn-i hacette altından burun takılabileceğine ve dişlerin altın telle rabtedilebileceğine hükmetmiştir. Hattâbî şöyle der: “Bu hadiste, az miktarda altını zaruret halinde kullanmanın erkeklere mübah olduğu hükmü vardır, dişlerin altınla rabtedilmesi gibi. Altından başka bir maddeyi kullanmanın mümkün olmadığı yerlerdeki kullanımı da diş rabtındaki kullanımı gibidir.”[32]
ـ18ـ وعن أنس رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنَّ قَبِيعَةَ سَيْفِ رَسولِ اللّهِ # كَانَتْ مِنْ فِضَّةٍ[. أخرجه أبو داود والترمذي.وفي رواية للنسائى عن أنس قال: ]كانَ نَعْلُ سَيْفِ رَسُولِ اللّهِ # فِضَّة، وَقَبِيعَةُ سَيْفِهِ فِضَّةً، وَمَا بَيْنَ ذلِكَ حِلَقُ الْفِضَّةِ[ .
18. (2110)- Hz. Enes (radıyallâhu anh) bildiriyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın kılıncının kabzasının üst kısmı (kabîa) gümüştendi.”Nesâî´nin Enes´ten bir rivayetinde, “Resûlullah´ın kılıncının pabuç kısmı gümüştü, kabzasının baş kasmı (kabîa) da gümüştü. Bunlar arasında gümüş halkalar vardı” denmiştir. [Ebû Dâvud, Cihâd 71, (2583, 2584, 2585); Tirmizî, Cihâd 16 (1691); Nesâî, Zînet 121, (8, 219).][33]
AÇIKLAMA:
1- Kabîa: Kılıncın kabzasının üst kısımıdır. Duruma göre gümüş ve demirden olur.
2- Bagavî bu hadiste, kılınçların az miktarda gümüş kullanılarak süslenebileceğine cevaz olduğunu belirtir. Eyer ve gem husûsunda aynı şeyin yapılıp yapılamayacağında ihtilâf edilmiştir. Bazı âlimler tıpkı kılınçta olduğu gibi, mübah olduğunu söylerken bazıları da: “Bu, hayvanı tezyin etmektir, haramdır” demiştir. Kasatura ve benzeri harp techizatının gümüşle tezyîni hususu da aynı şekilde ihtilâflıdır. Bunların altından süslenmesinin haramlığı husûsunda ittifak vardır.
Harp techizâtının altın ve gümüş dışındaki maddelerle tezyînin evlâ olduğunu söyleyenlere karşı gelenlerden: “Kılınçların altın ve gümüşle tezyîni düşmanı korkutmak için meşru kılınmıştır. Resûlullah´ın ashâbı bundan müstağni idiler. Çünkü onların kendilerinde müstesna bir şiddet, imanlarında başka bir kuvvet vardır” diyenler olmuştur.[34]
İKİNCİ BÂB
HİDAB (SAÇ BOYAMASI)
UMUMÎ AÇIKLAMA:
Hidâb´ı İbnu Hacer “saç ve sakaldaki beyazlığın rengini değiştirmek” diye târif eder. Hadislerde, kına yoluyla el ve ayakların boyanmasının da hidâb kelimesiyle ifâde edildiği görülür. Şu halde daha çok saç boyaması mevzubahis olduğu için, bu kelime ile öncelikle saçın rengini değiştirmek kastedilmiş de olsa, insan bedeni ile alâkalı muhtelif boyamaların hidâb´-la ifade edildiği söylenebilir.
Hidâb dinin müdâhalesine giren bir meseledir. Kullanılacak renkten, boyanacak uzva ve hatta kadın ve erkek arasında riayet edilip, korunması gerekecek farklılıklara kadar bir kısım hususlarda dinimizin vaz´ettiği görüşleri vardır. Bunlardan bazılarında ulema ittifak ederken, bazılarında ihtilaf eder. Bir meselede ihtilaf, o konuda dinin kesin ve sert bir tavır takınmayıp, sühûleti esas aldığını gösterir.
Şunu da belirtelim: Hadislerde, ihtiyarlıkla ortaya çıkan beyazlıkların boyanması mevsubahis olduğu halde, zamanımızda bilhassa kadınlar, henüz gençken saçların tabiî renklerini değiştirmek için meç denen kırçıllaştırma, röfle denen sarartma ameliyelerine başvurmaktadırlar. Bu boyamalar, İslâm´ın vâzıh emirlerinden olan tesettüre uymayan bir espiri ile icrâ edildiğinden başka, tabiî hali bozma, israf, teşebbüh gibi yönleri, meseleye boyama bahsinin dışında başka buutlar getirmektedir.Şu halde İslâm´ın hidâb bahsi günümüzde her zamankinden daha canlı, daha aktüel bir mahiyet arzetmektedir. Bir kısım teferruat, görüleceği üzere takva ve teslimiyetle ilgili kalmaktadır. Biz burada hadislerde gelen hususları, ulemânın fetvaları çerçevesinde sunacağız. Hayatını Resûlü´nün sünnetine göre yönlendirilmek isteyenlerce bunların bilinmesi faydalı olacaktır.[35]
ـ1ـ عن أبى هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قال رَسُول اللّهِ #: إنَّ الْيَهُودَ وَالنَّصَارى َ يَصْبُغُونَ فَخَالِفُوهُمْ[. أخرجه الخمسة إ الترمذي بهذا اللفظ.ولفظ الترمذي: ]غَيِّرُوا الشَّيْبَ، وََ تَشبَّهُو بِالْيَهُودِ[.
1. (2111)- Hz. Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Yahudîler ve hıristiyanlar (saçlarını) boyamazlar. Siz onlara muhâlefet edin.” [Buhârî, Libâs 67, Enbiya 50; Müslim, Libâs 80, (2103); Ebû Dâvud, Tereccül 18, (4203); Nesâî, Zînet 14, (8, 137); Tirmizî, Libâs 20, (1752).]Bu hadis Tirmizî´de “(Saçınızdaki) aklıkların rengini değiştirin, yahudîlere benzemeyin!” şeklinde gelmiştir.[36]
AÇIKLAMA:
Hadis muhtelif tarîklerden gelmiştir. Ahmed ibnu Hanbel´in bir rivâyetinde, Ensâr´dan yaşlanmış, sakalları aklaşmış bir ihtiyarlar grubuna rastladığı vakit: يَا مَعْشَرَ اَنْصَارِ حَمِّرُوا وَصَفِّرُوا وَخَالِفُوا اَهْلَ الْكِتَابِ “Ey Ensar topluluğu (saçlarınızı) kızıla boyayın, sarıya boyayın ve Ehl-i Kitâb´a muhâlefet edin!” tavsiyesinde bulunur.
Taberânî´nin bir rivâyetinde: “Saçların renginin değiştirilerek yabancılara (eâcim) muhâlefet edilmesi” emredilir. Bu rivâyette “beyaz rengin değiştirilerek muhâlefet edilmesi” emredildiği ve boyanacak renk tahsisi yapılmadığı için bu rivâyete dayanarak siyah rengi de câiz görenler olmuştur. Ancak İbnu Abbâs ve Câbir (radıyallâhu anhümâ)´den rivayet edilen iki hadis saçların siyaha boyanmasını yasaklamaktadır. Hz. Câbir´in Müslim´de gelen hadisi şöyle: غَيِّرُوا هَذَا بِشَىءٍ وَاجْتَنِبُوا السَّوَادُ “Bunun sakalının rengini değiştirin, siyahtan sakının.” İbnu Abbâs´ın Ebû Dâvud´daki rivayeti şöyle: يكُونُ قَوْمٌ يَحْضِبُونَ في آخِرِ الزَّمَانِ بِالسَّوَادِ كَحَواصِلِ الْحَمَامِ َ يَرِيحُونَ رَائِحَةَ الْجنَّةِ “Ahir zamanda, güvercin havsalası[37] gibi siyah renkle saçını boyayacak insanlar zuhur edecek. Onlar var ya cennetin kokusunu bile koklayamazlar.” Bu iki rivâyeti esas alan Nevevî saçı siyaha boyamanın tahrîmen mekruh olduğuna hükmetmiştir. Taberânî´nin Ebû´d-Derdâ´dan yaptığı bir hadiste de: “Kim siyahla (saçlarını) boyarsa, Allah onun yüzünü Kıyamet günü siyah kılsın” buyurulmuştur.
El Halîmî, saçı siyaha boyamanın erkekler hakkında mekruh olduğuna, kocası sebebiyle kadının siyaha boyamasının mekruh olmadığına hükmetmiştir.
İmâm Mâlik: “Kına ve ketem ile boyamak câizdir, ancak siyahtan başka bir şeyle boyamak bence daha iyidir” demiştir. Ketem, bir bitki olup, saçlara siyah renk vermede boya maddesi olarak kullanılır. düşmanla cihad eden kimsenin saçlarını siyaha boyamasında kerâhet yoktur, ulemâ bu hususta ittifak eder.
Şunu da belirtelim ki, sadedinde olduğumuz hadiste mevzu bahis edilen “boyama”, ne elbise ile ne de el ve ayaklarla ilgilidir. Çünkü, yahudîler bunların boyanmasını terketmiş değiller.
El ve ayakların boyanması, erkekler hakkında tedavî maksadı dışında câiz görülmemiştir.
Sahâbe, saç boyaması hususunda ihtilaf etmiş, kimisi boyamış, kimisi boyamamıştır. Resûlullah´ın boyayıp boyamadığı da ihtilâflıdır.
Görüldüğü üzere, saç boyama meselesinde, hem hadislerde hem de ulemâ arasında farklı durumlar gözükmektedir.
Bu mevzuyu Nevevî, Müslim Şerhi´nde şöyle açıklar: “Kadı İyâz der ki: “Sahâbe ve Tâbiîn´den selef büyükleri, boyama ve kullanılacak boyanın cinsi husûsunda ihtilaf etmişlerdir. Bir kısmı: “Boyamayı terketmek efdaldir” demişler ve Resûlullah´ın saçlardaki akların rengini değiştirmeyi yasaklayan hadisini delil olarak göstermişlerdir. Çünkü Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) aklarının rengini değiştirmemiştir. Bu husus Hz. Ali, Hz. Ömer, Hz. Übey ve diğer bazılarından (radıyallâhu anhüm) rivâyet edilmiştir. Bir kısmı da: “Boyamak efdaldir” demiştir. Nitekim sahabe, Tâbiîn ve arkadan gelenlerden bir kısım büyükler saçlarını boyamışlar, kendilerine delil olarak da Müslim ve diğer hadis imamlarının kaydettiği hadisleri göstermişlerdir.
İşte bu sonuncu grup aralarında, boyanın cinsi husûsunda ihtilâf etmişlerdir. Bunların çoğu sarıya boyamayı uygun bulmuşlardır. Hz. Ali, İbnu Ömer, Ebû Hüreyre vs. bunlardandır. Bir kısmı kına ve ketem ile, bir kısmı za´feran ile bir kısmı siyah boya ile boyamışlardır. Siyahı tercih edenler arasında Hz. Osman Hz. Hasan, Hz. Hüseyin (yani Hz. Ali´nin iki oğlu), Ukbe İbnu Âmir, İbnu Sîrîn, Ebû Bürde vs. zikredilir.”
Kadı İyâz (bu ihtilafları kaydettikten sonra) Taberânî´nin şu açıklamasına yer verir: “Doğrusu şudur: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın saçtaki akları boyamayı emreden ve yasaklayan rivâyetlerin hepsi sahîhtir. Aralarında tenâkuz da mevzubahis değildir. Hadislerdeki boyama emri Hz. Ebû Bekir´in babası Ebû Kuhâfe kadar yaşlanıp saçı sakalı ziyadesiyle ağarmış olanlar içindir. Yasak da henüz yeni ağarmaya başlayanlar içindir.”
Kadı İyâz devamla der ki: “Seleften bazılarının saç boyamasına yer verip, bazılarının yer vermemesi meselesine gelince, bu da onların belirtildiği gibi ahvallerinin farklılığına bağlıdır. (Yani iyice ağaranlar boyamış, yeni ağarmaya başlayanlar boyamamıştır). Şurası muhakkak ki, boyama hususunda vârid olan emir ve nehiy bi´l-icma, vücûb ifâde etmez. Bundandır ki, bu konuda farklı görüşleri iltizam edenler birbirlerini tenkîd etmemişlerdir. Emir -nehiy ifade eden hadislerden birinin nâsih, diğerinin mensûh olduğunu söylemek de câiz değildir.
Gerek Kadı İyâz ve gerekse diğer ulemâ, meseleyi iki duruma irca ederek özetlemişlerdir:
1- Bir yerde saç boyama adeti varsa, buna uymamak dikkatleri çekeceğinden, şöhrete sebep olur, bu ise mekruhtur. Aksi de böyledir, yani boyama adetinin olmadığı bir yerde boyamak dikkat çekeceğinden mekruhtur.
2- Hüküm, ağaran saçın manzarasına bağlıdır. Yani, bir kimsenin ağaran saçı güzel bir manzara arzediyor, boyanma halinden daha nazif ve nezih görünüyorsa, boyamamak evladır, aksine akları çirkin ve iğrenç bir manzara arzediyorsa boyanması evlâdır.
Şâfiî mezhebinden olan Nevevî, Kadı İyâz´dan bu nakli yaptıktan sonra: “Doğru ve sünnete uygun olanı, mezhebimizin görüşü olarak kaydettiğim hükümdür” der. (Yani: “Kadın olsun, erkek olsun saçlarını kızıla veya sarıya boyamaları müstahabtır, siyaha boyamaları haramdır.”[38]
ـ2ـ وعن ابن عباس رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]مَرَّ رَجُلٌ وَقَدْ خَضَبَ بِالخِنَّاءِ، فَقَالَ النَّبىُّ #: مَا أحْسَنَ هذَا، وَمَرَّ آخَرُ وَقَدْ خَضَبَ بِالْحِنَّاءِ وَالْكَتَمِ فقَالَ: هذَا أحْسَنُ مِنْ هذَا، ثُمَّ مَرَّ آخَرُ وَقَدْ خَضَبَ بِالصُّفْرَةِ، فقَالَ: هذَا أحْسَنُ مِنْ هذَا كُلهُ[. أخرجه أبو داود. »الْكَتَمُ«: نبت يخلط بالوسمة يختضب به .
2. (2112)- İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: “(Saçlarına) kına yakmış bir adam gelmiştir. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): “Bu ne güzel!” buyurup takdir etti. (Az sonra) kına ve ketem ile boyanmış biri geldi.
“Bu evvelkinden de güzel!” buyurdu. Sonra (saçlarını) sarıya boyamış biri daha gelmişti ki:
“Bu öbürlerinden de güzel!” buyurdu.” [Ebû Dâvud, Tereccül 19, (4211); İbnu Mâce, Libâs 34, (3627).][39]
AÇIKLAMA:
1- Ketem, bir bitki olup, kına gibi saç boyamasında kullanılır. Daha ziyade siyaha çalan bir renk bırakır.
2- Bu hadis, tek başına kına yakılmasının güzelliğine delil olmaktadır. Ancak kına ketem ile karışırsa daha da güzel ve makbul olmaktadır. Bazı şârihler, kına ile ketemin karışımından siyah renk hâsıl olacağını söyleyen İbnu´l-Esîr, Hattâbî gibi bir kısım âlimlerin yanıldığına bu hadisten delil gösterirler. “Çünkü derler, erkekler kına ve ketem ile boyanırlar, Resûlullah da bunu takdir etmektedir, öyle ise bunların karışımından hâlis siyah ortaya çıkmamaktadır, zira siyah yasaklanmış bir renktir, (Resûlullah, nasıl olur da yasakladığı bir rengi takdir eder )”
Yine hadis göstermektedir ki, saçı sarıya boyamak, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) nazarında, kınadan da, kına ile ketem´in karışmasından da muteber bir ameldir.[40]
ـ3ـ وعن ابن عمر رَضِيَ اللّهُ عَنْهما: ]أنَّهُ كانَ يُصَفِّرُ لِحْيَتَهُ بِالصُّفْرَةِ وَيَقُولُ: رَأيْتُ رَسُولَ اللّهِ # يَصْبُغُ بِهَا وَلَمْ يَكُنْ شَىْءٌ أحَبَّ إلَيْهِ مِنْهَا، وَقَدْ كانَ يَصْبُغُ بِهَا ثِيَابَهُ[. أخرجه أبو داود والنسائى.»وفي رواية لهما عن أنس قال: ]مَا خَضَبَ رَسُولُ اللّه #، وَإنَّهُ لَمْ يَبْلُغْ مِنْهُ الشّيْبُ إّ قَلِيً قالَ: وَلَوْ شِئْتُ أنْ أعُدَّ شَمَطَاتٍ كُنَّ في رَأسِهِ لَفَعَلْتُ، وكانَ أبُو بَكْرٍ وَعُمَرُ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما يَصْبُغَانِ بِالحِنَّاءِ وَالْكَتَمِ[.»الشَّمَطُ«: الشيب.»وَالشَّمَطَاتُ«: الشعرات البيض .
3. (2113)- Hz. İbnu Ömer (radıyallâhu anh)´den rivâyete göre, sakalını sufra denen sarı boya ile boyar ve derdi ki: “Ben, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ı gördüm, sakalını bununla boyamıştı, en çok sevdiği boya da bu idi. Bununla elbisesini boyadığı da olurdu.” [Ebû Dâvud, Libâs 18, (4064), Tereccül 19, (4210); Nesâî, Zînet 17, (8, 140).]
Buhârî ve Müslim´de, Hz. Enes´ten gelen bir rivâyette şöyle denir: “Resûlullah hiç saçını boyamadı. Çünkü ondaki beyazlar çok azdı. Başındaki akları saymak istesem sayabilirdim. Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer (radıyallâhu anhümâ) (saçlarını) kına ve ketem ile boyarlardı.” [Buhârî, Libâs 66, Menâkıb 23; Müslim, Fedâil 100-105, (2341); Ebû Dâvud, Tereccül 18, (4209); Nesâî, Zînet 17, (8, 140, 141).][41]
AÇIKLAMA:
1- Bu rivâyet, sadece Hz. Ömer´in değil Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın sarı renkle (za´ferân´la) sakalını boyadığını ifâde etmektedir. Hadisin burada yer almayan ziyâdesinde elbisesinin tamamını ve hatta sarığını da za´ferân´la (sarı) boyadığı belirtilir.
2- Burada bir noktaya dikkat çekmemiz gerekmektedir. Bir rivâyette, za´ferân´la boyanmış olanın cenâzesinde (rahmet) meleklerinin hazır bulunmayacağı ifade edilmiştir. Halbuki sadedinde olduğumuz rivâyet, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın sarık, elbise, sakal hep za´ferânla boyandığını ifâde etmekte ve ortada bir teâruz gözükmektedir.
İbnu Battâl ve İbnu´t-Tîn´in meseleye getirdikleri açıklama şöyle: “Za´ferân ile boyanmakla ilgili yasak, bedenle ilgilidir ve kerâhete hamledilir, harama değil. Zira, bedenin za´feranlanması, Şâriin haram etmeksizin yasaklamış olduğu tereffühe girer: Abdurrahman´ın rivâyetine göre, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın yanına gelir, bir rivâyette tasrîh edildiği üzere üzerinde za´ferândan hâsıl olan sarılık izi mevcuttur. Resûlullah bunu görür, ancak ne tenkîd eder, ne de yıkanmasını emreder.”[42]
3- Hz. Peygamber sakalını boyadı mı
HZ. PEYGAMBER SAKALINI BOYADI MI
Sahiheyn´in Hz. Enes´ten kaydettikleri rivâyette -ki Teysîr, “ziyâde” nâmıyla almıştır- Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´ın sakalını boyamadığı “zîra, sakalındaki akları sayılacak kadar az miktarda olduğu, -hattâ bazı rivâyetlerde boyanacak miktarı bulmadığı- belirtilmektedir.
Bazı rivâyetler Resûlullah´ın ağarmış olan kılları hakkında rakama yer verir. 15´den 30´a kadar farklı sayılar zikredilmiştir. Şurası kesin ki, altmışüç yaşında vefat eden Hz. Peygamber´in saçlarında az da olsa ağarma başlamış idi. Kendisinden gelen rivâyetlerde onbeş, onyedi ve hatta onsekiz adet beyaz kıl bulunduğunu belirten Hz. Enes, Müslim´deki bir rivâyette, azlığı belirtme sadedinde مَا شَانَهُ اللّهُ بِبَيْضَاءَ “Allah onu beyazlıkla lekelememiştir” der.
Görüldüğü üzere, rivâyetler, Hz. Peygamber´in saçını boyayıp boyamadığı meselesinde ihtilaflıdır ve bu durum ulemâyı da ihtilafa sevketmiştir. Çoğunluk, Hz. Enes (radıyallâhu anh)´in rivâyetine binâen boyamadığına kâil olmuştur.
Aradaki ihtilafı te´lîf edenler de olmuştur. Bunlar Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´ın çok koku kallanmasından hareket ederek: “Efendimiz çok koku kullanırlardı. Başa sürülen koku saçın siyahlığını giderdi. Bu durumu görenler Resûlullah´ın saçını boyadığını zannederek öyle rivâyette bulundular….” demişlerdir. Müslim şârihi Nevevî de şu kanaattedir: “Muhtar olan kavle göre, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bazan saçını boyamış, çoğu zaman da boyamamıştır. Her râvi kendi gördüğünü rivâyet ederek, kimisi “boyadı”, kimisi de “boyamadı” demiştir.”[43]
ـ4ـ وعن كريمة بنت همام: ]أنَّ امْرَأةً سَألَتْ عَائِشَةَ رَضِيَ اللّهُ عَنْها عَنْ خِضَابِ الحنَّاءِ فقَالَتْ: َ بَأسَ بِهِ، وَلكِنِّى أكْرَهُهُ ‘نَّ حَبِىبى # كانَ يَكْرَهُ رِيحَهُ[. أخرجه أبو داود والنسائى .
4. (2114)- Kerîme Bintu Hümâm anlatıyor: “Bir kadın, Hz. Âişe´ye kına yakma hususunda sormuştu, şu cevabı aldı:”Bunda bir beis yok (kına yakılabilir). Ancak ben bundan hoşlanmam. Çünkü sevdiğim (aleyhissalâtu vessellâm), onun kokusunu sevmezdi.” [Ebû Dâvud, Tereccül 4, (4164); Nesâî, Zînet 19, (3, 142).][44]
AÇIKLAMA:
1- Bu rivâyette Kerîme Bintu Hümâm´ın meçhul ve dolayısıyle rivâyetin senet yönüyle zayıf olduğu belirtilmiştir.
2- Rivâyet, kınanın bir boyama maddesi olarak mübah olduğunu ifade eder. Ancak, kınanın mübahlığını takrîr eden yegâne rivâyet bu değildir. Müteâkiben görüleceği üzere, pek çok rivâyet kınayı mübah addetmektedir.
3- İmam Şâfiî, bu rivâyete dayanarak kınanın koku maddesi olmadığını söylemiştir. Çünkü Hz. Peygamber kokuyu severdi. Keza rivâyet, kınanın Resûlullah´ın hoşuna gitmeyen bir koku çeşidi olma ihtimalini de ortadan kaldırmaktadır.[45]
ـ5ـ وعن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]أوْ مَأَتِ امْرَأةٌ مِنْ وَرَاءِ سِتْرٍ بِيَدِهَا كِتَابُ إلى رَسُولِ اللّه #، فَقَبَضَ # يَدَهُ فقَالَ: مَا أدْرِى أيدُ رَجُلٍ أمْ يَدُ امْرَأةٍ؟ فقَالَتْ: بَلْ يَدُ امْرَأةٍ، فقَالَ: لَوْ كُنْتِ امْرَأةً لَغَيَّرْتِ أظْفَارَكِ، يَعْنِى بِالْحِنَّاءِ[. إخرجه أبو داود والنسائى .
5. (2115)- Hz. Âişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: “Bir kadın, perde gerisinden Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a eliyle bir mektup uzattı. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) elini derhal geri çekip:”Ne bileyim, bu el kadın eli midir, erkek eli midir ” buyurdu. Kadıncağız:”Kadın elidir!” deyince Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm):”Sen kadın olsaydın, tırnaklarının rengini değiştirirdin” buyurdu. Bununla kına yakmayı kastetmişti.” [Ebû Dâvud, Tereccül 4, (4166); Nesâî, Zînet 18, (8, 142).][46]
AÇIKLAMA:
Rivâyet kınanın, kadınlar için mümeyyiz bir şiar teşkîl ettiğini ifâde etmektedir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) kendisine mektup uzatan şahsı göremediği için, kadın veya erkek olduğuna hükmedememiştir. Elinde de kadın veya erkek olduğuna delâlet eden bir alâmet göremeyince, kendisine perde gerisinden uzatılan mektubu almamış, bu vesîle ile bir düstur beyan etmiştir. Kadın ve erkek iki cins arasında mümeyyiz bir kısım alâmetler bulunmalıdır. Nitekim, başka rivâyetlerde kadının erkeğe, erkeğin kadına benzemesinin şiddetle yasaklandığını göreceğiz: لَعَنَ اللّهُ الْمُتَشَبِّهَاتِ مِنَ النِّسَاءِ بِالرِّجَالِ وَالْمُتَشَبِّهِينَ مِنَ الرِّجَالِ بِالِنّسَاءِ “Allah, erkeklere benzeyen kadınlara, kadınlara benzeyen erkeklere lânet etsin.” Şârih İbnu Ebî Cemre, diğer deliller muvâcehesinde değerlendirerek bu ve benzeri hadislerin süste (ziyy), bazı sıfat ve davranışta benzemeyi yasakladığını, yasağın her hususa şâmil olmadığını söyler. Söz gelimi hayır yapmada birbirlerini taklid yasak değildir. Âlimler zamana, mekâna ve örfe göre de yasağa dahil olan benzemelerin değişebileceğini kabûl ederler.
Hadisin sonunda gelen “…Bununla kına yakmayı kastetmişti” cümlesi Hz. Âişe´nin veya diğer râvilerden birinin ilâve ettiği bir açıklamadır. Yani Resûlullah şunu demek istemiştir: “Sen kadın olsaydın tırnaklarına kına yakıp rengini değiştirirdin.”
Ulemâ, hadisten, kadınlara kına yakmanın ısrarla tavsiye edilmiş olduğu hükmünü çıkarmıştır.[47]
ـ6ـ وعنها رَضِيَ اللّهُ عَنْها: ]أنَّ هِنْدَ بِنْتَ عُتْبَةَ قالتْ يَا رسُولَ اللّهِ: بَايِعْنِى، فقَالَ: َ أُبَايِعُكِ حَتَّى تُغَيِّرِى كَفّيْكِ كَأنَّهُمَا كَفّا سَبُعٍ[. أخرجه أبو داود .
6. (2116)- Yine Hz. Âişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: “Hint Bintu Utbe, Hz. Peygamber´e:
“Ey Allah´ın Resûlü, bana biat ver!” diye talepte bulunmuştu. Kendisine:
“Hayır, şu ellerini değiştirmedikçe senden biat almayacağım. Ellerin tıpkı vahşi hayvanların ayağı gibi!” cevabını verdi.” [Ebû Dâvud, Tereccül 4, (4165).]
Rivâyette adı geçen Hint, Ebû Süfyân´ın zevcesi ve Hz. Muâviye (radıyallâhu anhüm)´nin annesidir. Mekke´nin fethi sırasında kocası ile birlikte müslüman olmuştur. Hz. Peygamber eski nikâhları ile evliliklerini ikrâr etmiş, yeni bir nikahı gereksiz görmüştür. Ancak, görüldüğü üzere, ellerine kına vurmadan biat almamıştır.
Âlimler bu hadisten hareketle, erkeklerin kına yakmasını mekruh addetmişlerdir. Kadının elleri, kınasız iken erkeğin ellerine benzemektedir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu benzemedeki kerâheti ifâde için teşbîhe başvurup, vahşî hayvanların ayaklarına teşbîh etmiştir.[48]
ـ7ـ وعن أبى هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]أُتِىَ رَسُولُ اللّه # بِمُخَنَّثٍ قَدْ خَضَبَ يَدَيْهِ وَرِجْلَيْهِ بِالْحِنَّاءِ، فقَالَ: مَا بَالُ هذا. قالُوا: يَتَشَبَّهُ بِالنِّسَاءِ، فَأُمِرَ بِهِ فَنُفِىَ إلى النّقِىعِ، فَقيلَ: أَ نَقْتُلُهُ يَا رَسُولَ اللّهِ؟ فَقَالَ: إنِّى نُهيتُ عَنْ قَتْلِ المُصَلِّينَ[. أخرجه أبو داود.»النّقِيعُ« بالنون: موضع بالمدينة كان حمى .
7. (2117)- Hz. Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a el ve ayaklarına kına yakmış bir muhannes getirdiler.
“Bunu niye getirdiniz, nesi var ” diye sordu. Kendisine:
“Kendisini kadınlara benzetmiştir!” dediler. Bunun üzerine Efendimiz emretti ve Nakî´ nâm mevkiye sürgün edildi.
“Ey Allah´ın Resûlü, onu öldürmeyelim mi ” diye soranlar olmuştu ki:
“Hayır! dedi, ben namaz kılanları öldürmekten men edildim.” [Ebû Dâvud, Edeb 61, (4928).][49]
AÇIKLAMA:
1- Muhannes, kendini kadınlara benzeten erkeğe denir. Dinimiz bunu şiddetle yasaklamış ve haklarında sürgün cezası getirmiştir.
2- Nâkî, Medîne´ye iki gece mesâfede Müzeyne yurdunda bir yerin adıdır. Hz. Ömer orayı devlet himâsı (koruluğu) ilan etmiştir.
3- Namaz kılanları öldürmekten men edildim cümlesi, mü´minleri öldürmekten… demektir. Mü´minin en mümtaz vasfı namaz olması haysiyetiyle, namaz kılan (musallî) kelimesiyle zikri uygun görülmüştür. Hz. Peygamber irtidad, kısas, yol kesme ve isyan durumu gibi hudud´a giren belli haller dışıda mü´mine ölüm cezası vermeyi reddeder.[50]
KIYAFET VE KIYAFETTE CİNSLERİN AYRIMI
Son rivâyet, kıyafet hususunda kadınla erkeğin ayrılması meselesine temas etmekte, kendisini kıyafetiyle kadınlara benzeten kimsenin Medîne´den sürgün edildiğini belirtmektedir. Bunun başka örnekleri de var.[51]
KIYAFET:
Kıyafetle ilgili olarak sünnette vârid olan hadisler incelenecek olursa, buna büyük bir ehemmiyet verildiği, kişinin şahsiyetinin gerek cinsi ve gerekse dini hüviyetinin vazgeçilmez bir parçası telakki edildiği görülür. Hatta bir kısım rivâyetlerde, kıyafetin insan ruhuna tesiri bile söz konusudur.[52] Ancak burada söylenenlere delâlet eden hadislere sadece atıfta bulunarak, sebebini bu zikrettiğimiz mülâhazalardan almak üzere, Hz. Peygamber´in daha doğuştan başlamak üzere kadın ve erkek arasında kıyafet ayrımına verdiği ehemmiyeti belirtmeye çalışacağız.
Araştırmamızın bidâyetinde belirttiğimiz üzere torunu Hasan´a doğduğu gün sarılmış olan sarı renkli kundak bezini öfke ile atarak yerine beyaz renkli bir bez kullanmış olması bu ayırımın doğuşla başlatıldığının bir örneği olarak değerlendirilebilir. Hz. Peygamber erkekler için yasakladığı cins ve renkteki (ipekliler, sarı, kırmızı renkteki kumaşlar) giyecekleri çocuklar üzerinde görünce memnûniyetsizlik izhâr edip, onlara müdahale ederek değiştirmiştir. Şu halde sünnet, kadın ve erkek için kıyafetleri ayırmakla kalmamış, çocukların daha küçük yaştan itibaren kendi cinsleri için tecviz edilen kıyafetlere alıştırılmalarını emretmiş olmaktadır.
Rivâyetler, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´in “Kadınların süssüz oluşlarını kerih bularak” ipekli kumaş, parlak renkler ve kına, halhal, küpe, bilezik, gerdanlık gibi örfte mevcut çeşitli süs unsurlarıyla daha câzib ve erkeklerinkinden farklı bir kıyafeti tecviz ettiğini göstermektedir. Bu cümleden olarak: “Fâtıma´nın sürünme maddesini (tîb) çok yapın, zira o da diğer hemcinsleri gibi bir kadındır” dediğini, “eliyle inci dizerek” ehlinden birine verdiğini, evlenme sırasında kızı Zeyneb´e kolye hediye ettiğini, Necâşî´den hediye gelen bir altın yüzüğü kız torunu Ümâme´ye verdiğini vs. görmekteyiz. Kezâ Hz. Âişe´nin meşhur ifk hadisesine maruz kalmasına sebep olan “kaybolan kolyesini arama hadisesi” bizzat Zevcât-ı Mutahharât´ın zînet ve süs eşyalarını kullandıklarını göstermektedir.
Kadınla erkeği ayıran süs unsurlarından biri de sürünme maddesidir. Bu, erkeklerde koku saçıcı fakat renksiz, kadınlarda renkli fakat kokusuz olmalıdır; Rengi dışarı akseden sürünme maddesini kullanan erkekleri ve hatta erkek çocuklarını Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) hoş karşılamamış bunu, biat taleplerini reddetme ve kendisine gelenlerden esirgemediği mûtâd iltifatlarda bulunmamak gibi bir kısım fiili davranışlarıyla ifâde etmiştir.
Kına da kadınla erkeği ayıran bir unsurdur. Rivâyetler Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´in herhangi bir kadının ellerinde kına izi olmayışını normal karşılamadığını belirtir. Ebû Dâvud´un bir tahricinde Hz. Âişe, biat için Hz. Peygamber´e müracaat eden Utbe´nin kızı Hind´in Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) tarafından, “Ellerini (kınalayarak) değiştirmedikçe biatını kabul etmiyorum…” diye reddedildiğini haber verir. Hz. Âişe diğer bir rivâyette de Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´in perde gerisinden kendisine uzatılan bir mektubu almak için elini uzattığı sırada, “Bu kadın eli mi erkek eli mi bilemiyorum” diyerek mektubu almaksızın elini geri çektiğini, uzatan kimsenin: “Kadın eli yâ Resûlallah” demesi üzerine de: “Eğer kadın olsa idin tırnaklarını (kına ile) değiştirirdin” cevabında bulunduğunu haber verir.
İki kıble´ye müteveccihen namaz kılanlardan bir kadına, Hz. Peygamber´in: “Kına yakınan herhangi birinizin, elleri erkek eli gibi oluncaya kadar kınayı terketmesi hoş değildir” demesi üzerine, kadının seksen yaşına basmış olmasına rağmen kınayı terketmediğini öğreniyoruz.
Bu misaller sünnet nazarında kınanın kadınlar için alâmet-i fârika durumunda olduğunu ifâde eder. Nitekim diğer bir kısım rivâyetler de bunun erkekler için tahannüs (kadınlaşma) belirtisi kabul edilerek haklarında yasaklandığını göstermektedir. Ebû Hüreyre huzûr-u nebevîye getirilen elleri ayakları kınalı bir muhannesin Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) tarafından Medîne´nin Nakî´ denen bir nahiyesine sürüldüğünü rivâyet etmektedir.
Kına ile alakalı olarak gelen bu rivâyetler, kadınların her an kına yakmaları hususunda bir vecîbe ifade etmez, ancak erkeklerden süslenme noktasında farklılık arzetmeleri gereğini te´yîd eder.
Bu husûsta bir diğer delil, Hz. Peygamber´in henüz çocuk olan Üsâme´nin ellerini ve yüzünü yıkarken söylediği: “Üsâme kız olsaydı onu giydirir, süsler câzib ve sevimli yapardım” cümlesidir. Bu ifade kızların oğlanlardan farklı bir kıyafete tâbi tutularak daha cazib, daha süslü, daha dikkat çekici kılınmaları gereğine işaret etmektedir. Enes, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´ın kızı Ümmü Gülsüm üzerinde sîra denen ipekli bir kumaştan elbise gördüğünü söyler. Hz. Câbir de Ashâbın ipekliyi oğlan çocuklarına yasak ettikleri halde kız çocuklarına serbest kıldıklarını belirtir. Malik´in bir tahricinde sünnete ittibâsıyla maruf Abdullah İbnu Ömer´in kızlarını altınla bezediğini ve bunlardan zekât da vermediğini öğrenmekteyiz.
Hülasa sünnette gelen bütün bu rivâyetlere dayanarak âlimler: “Haklarında tergib için, süs ve zînetlerle kızları bezemek sünnettir” hükmünü vermiştir. Mesleğinin, kadınları kocaları için tezyîn etmek olduğunu söyleyerek bunda devam edip edemeyeceğini soran Ümmü Ra´le´ye Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): “Onları kocaları için tezyîn et ve süsle” cevabını vermiştir.[53]
MÜEYYİDE:
Kadın ve erkeğin kıyafette ayrılmaları, terbiyelerinde mühim bir esas olarak vaz´edilmekten başka bunun bazı müeyyedilerle korunduğunu görmekteyiz. İbnu Abbâs´dan gelen bir rivâyette: “Hz. Peygamber kadınlardan erkeğe benzeyenlerle, erkeklerden kadına benzeyenlere lânet etti” denir. Ebû Hüreyre´nin bir rivâyetinde: “Kadın elbisesini giyen erkekle, erkek elbisesini giyen kadına lânet etti” denir. Müsned´de İbnu Ömer´den, Buhârî´de İbnu Abbâs´dan yapılan tahriclerde: “Kadınlaşan erkekle, erkekleşen kadına” lanet edildiği belirtilir. Hâkim´in bir tahricinde, “cennete giremeyecek üç grup” sayılırken: “Ebeveyn hukûkunu çiğneyen, deyyus, kadınların erkekleşenleri” denir.
Bu mânevî müeyyideden başka fiilî müeyyideye de başvurulmuş olduğunu sünnette görmek mümkündür. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm), kıyafetiyle ilgili yasağa riâyet etmeyenlere karşı daha zecrî tedbirler alarak meselenin ehemmiyetini duyurmaya çalışmıştır. Bu cümleden olarak -mütehannis ve mütereccîleri kastederek: “Bunları evlerinizden çıkarın” emrini verdiğini göstermekteyiz. İbnu Abbâs: “Hz. Peygamber falancayı, Hz. Ömer de falancayı (Medîne´den) sürdü” diye isim vermeksizin bu yasağa uymayanlara uygulanan cezayı misâl verir. Hadisin şerhinde Kastalânî, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´ın Enceşe adında kadınlara benzemeye özenen siyahî bir erkek köle ile Bâdiye Bintu Gaylan adındaki kadını Medîne´den sürdüğünü belirtir. İbnu Hacer de Hz. Ömer´in Ebû Züeyb, Nasru´bnu Haccâc, Ca´detu´s-Sülemî, Ümeyyetu´bnu Yezîd el-Esedî ve Mevlâ Müzeyne ismindeki şahısları Medîne´den sürdüğünü, Ebû´l-Hasan el-Medâyînî´nin Kitabu´l-Muğarrebîn adındaki te´lifine dayanarak, kısaca sürülüş sebeplerini de vererek kaydeder. Âmirî de Hz. Peygamber devrinde dört muhannis bulunduğunu bunlardan hiçbirinin “kadınlara teşebbüh”ten başka fahiş bir cürüm işlemediklerini belirtir.
Son olarak teşebbühle sadece libâs veya süslenme unsurlarındaki benzemenin kastedilmediğini de belirtelim. İbnu Hacer, Buhârî´nin İbnu Abbâs´tan tahrîcini îzah sadedinde Taberî´nin memnu benzemeyi, “libâs ve zînette benzemek” olarak yaptığı açıklamaya “konuşma ve yürümede de benzeme”yi ilave eder ve der ki: “Libâsın şekli her beldenin âdetine göre değişir. Bir yerde libâsta kadınla erkeğin kıyafeti aynı olabilir. Fakat her hâl u kârda kadınlar iyice bürünmek ve örtünmekle (ihticâb ve istitâr) temayüz ederler.”
Rivayetler kıyafet mefhumuna sadece libâs, zînet ve sürünme maddelerinin değil, ayakkabılarının da girdiğini, her cinse, mukâbil cinse ait olan ayakkabıyı giymesi yasaklandığını göstermektedir. Misâlimizde erkek ayakkabısı (na´l) giyen kadın hakkında sorulunca Hz. Âişe´nin: “Resûlullah, erkek kadınlara lânet etmiştir” diye cevap verdiği kaydedilir.[54]
ÜÇÜNCÜ BÂB
HALÛK
UMUMÎ AÇIKLAMA:
Halûk mürekkeb bir koku maddesidir (tîb). Za´ferân ve başka maddelerin karışımıyla elde edilir. Renk olarak kızıllık ve sarılık hâkimdir. Esas itibariyle kadınlara has bir sürünme maddesi olduğu için, erkekler hakkında ihtilaflı rivâyetler gelmiştir; bazısına göre mübâh, bazısına göre gayr-ı mübâhtır. İbnu´l-Esîr, nehyedici hadislerin nâsih olduğunu söyler.[55]
ـ1ـ عن أنس رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]نَهَى رَسُولُ اللّه # أنْ يَتََزَعْفَرَ الرَّجُلُ[ أخرجه الخمسة.وقال الترمذي: معناه أن يتطيب به .
1. (2118)- Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), erkeğin za´ferân sürmesini yasakladı.” [Buhârî, Libâs 33; Müslim, Libâs 77, (2101); Ebû Dâvud, Tereccül 7, (4179); Tirmizî, Edeb 51, (2816); Nesâî, Zînet 74, (8, 189).][56]
AÇIKLAMA:
Burada yasaklanan husus za´ferânın bedene sürülmesidir. Zîra, za´-ferân sürülmüş elbisenin giyilmesini tecviz eden rivayetler mevcuttur. Ayrıca hadis, yasağın erkeklere has olduğunu belirtir. Şu halde kadın, yasaktan istisna edilmiştir.
Za´ferân sürünmek niçin yasaklanmıştır Bunun sebebi hususunda ihtilaf edilmiştir:
* Kadınlara mahsus koku olması, yani kokusu sebebiyle mi
* Rengi sebebiyle mi Bu takdirde bütün sarı renkliler buna dahil mi edilmelidir
İmam Şâfiî: “İhramlı olmayan erkeğe, ne halde olursa olsun za´ferân sürünmeyi yasaklarım, şâyet sürünmüşse, yıkanmasını emrederim” der. Ayrıca der ki: “Sarı renkli giymesini câiz bulurum, zira ben bu konuda Hz. Ali´den yapılan şu rivayetten başka bir şey söyleyen hiç kimse görmedim: “Resûlullah sadece bana yasak etti, ben size yasaklamıyorum.” Ancak Beyhakî, bu yasağın, Hz. Ali´den başkasından da geldiğini kaydetmiştir. Abdullah İbnu Ömer: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) üzerimde sarıya boyanmış iki giyecek parçası gördü de: “Bunlar kâfirlerin libasıdır, sakın bunları giyme” emretti” der. Müslim´in bir rivayetinde şu ziyade de gelmiştir: “Yıkayayım mı ” diye sordum. “Hayır! onları yak” emretti.” Beyhakî der ki: “Bu rivayet Şâfiî´ye ulaşsaydı, sünnete uymadaki âdeti üzere, mutlaka buna uyardı.”
Hülâsa sarıya boyanmış elbiseyi, seleften bir kısmı mekruh addederken bir kısmı da câiz addetmiştir.
Nevevî´nin Müslim Şerhi´nde belirttiği üzere İmam Mâlik evde câiz görmüş ise de mahfillerde mekruh addetmiştir.
Bu mevzuda kerâhet ifade eden rivayetlerden birini, müteakiben metni görüleceği üzere, Hz. Enes yapmıştır. Ebû Dâvud´da Şemâilu´t-Tirmizî´de ve Nesâî´nin es-Sünenü´l-Kübrâ´sında geldiğine göre: “Resûlullah´ın yanına üzerinde sarılık izi bulunan bir adam geldi. Onun bu manzarasından hoşlanmadı. Ancak, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), kişinin yüzüne karşı ayıbını nâdiren vurduğu için (sesini çıkarmadı). Fakat, adam cemaatten ayrılıp gidince: “Keşke bu adama söyleseydiniz de şu sarıyı terketseydi” der. Daha önce de kaydettiğimiz üzere (2113) Hz. Peygamber: “Za´ferânla boyanmışın ve kâfirin cenazesinde meleğin hazır olmayacağını” söylemiştir. Keza bir başka rivayette Ammâr İbnu Yâsir (radıyallâhu anh)´in anlattığına göre za´ferân sürülmüş olarak Hz. Peygamber´in yanına gelince, verdiği selamı almaz ve: اِذْهَبْ فَاغْسِلْ عَنْكَ هَذَا “Git bunu üzerinden yıka!” emreder. Ammâr, gidip yıkar geri gelir. Ancak, lekesi kaldığı için yine selamını almaz ve “git yıkan” diye emreder. İzi kalmayacak şekilde yıkayınca selamını alır.
Şafiîler Kûfîler (Hanefîler), za´ferân sürmeyi ihramlı ihramsız herkes için gayr-ı câiz addetmişlerdir.
Ancak, za´ferânı ihramlıya yasaklayan rivayeti esas alan İmam Mâlik ihramsızlar hakkında câiz görür. Hz. Peygamber´in za´ferânla elbise giydiğine dair gelen rivayetleri esas alan âimler de cevâzına hükmederler. Mühelleb der ki: “Sarı, nefse en canlı ve çekici gelen renktir.” Bu durumu İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ), Cenâb-ı Hakk, اِنَّهَا بَقَرَةٌ صَفْرَاءُ فَاقِعٌ لَوْنُهَا تَسُرُّ النَّاظِرِينَ “O, Ôonun, bakanların içini açan, parlak sarı renkli bir sığır olduğunu söylüyor´ dedi.” (Bakara 69) ayetinde bu hususu belirtmiştir” der.
Hülasa, Şâfiîler ve Hanefîler za´ferânı hem elbise ve hem de bedende mekruh addederler, ancak bedene sürmenin keraheti elbiseye sürmeden fazladır.[57]
ـ2ـ وعنه رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]أتى رَجُلٌ إلى النّبىِّ # وَعَلَيْهِ أثَرُ صُفْرَةٍ، وَكانَ # قَلّمَا يُوَاجِهُ أحَداً بِشَىْءٍ في وَجْهِهِ يَكْرَهُهُ، فَلَمَّا خَرَجَ قال: لَوْ أمَرْتُمْ هذَا أنْ يَغْسِلَ عَنْهُ هذَا[. أخرجه أبو داود .
2. (2119)- Yine Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a üzerinde sarılık izi bulunan bir adam geldi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) hoşlanmadığı bir hususu, insanların yüzüne nâdiren vurduğu için (sesini çıkarmadı). Adam oradan kalkıp gidince: “Keşke bu adama, üzerindeki şu şeyi yıkamasını söyleseydiniz” dedi.” [Ebû Dâvud, Tereccül 8, (4182).][58]
ـ3ـ وعن يعلى بن مرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]رَأى رَسُولُ اللّه # رَجًُ مُتَخَلّقاً فقَالَ: أذْهَبْ فَاغْسِلْهُ، ثُمَّ اغْسِلْهُ، ثُمَّ َ تَعُدْ[. أخرجه الترمذي والنسائى .
3. (2120)- Ya´la İbnu Mürre (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) halûk sürünmüş bir adam görmüştü ki:
“Git bunu yıka, sonra gene yıka, sonra bir daha (za´ferân sürünmeye) dönme!” dedi. ” [Tirmizî, Edeb 51, (2817); Nesâî, Zînet 34, (8, 152, 153).][59]
AÇIKLAMA:
Hadis, za´ferânın elbisede hasıl ettiği rengi çıkarabilmek için en az iki sefer yıkanacağını göstermektedir. Nesâî´deki rivayette üç kere yıkaması emredilir. Bazı âlimler üçden az yıkamakla za´ferânın elbiseden çıkmayacağını söylemiştir. “Bir daha za´ferâna dönme” demesi, bunun erkeklere muvafık olmaması sebebiyledir.[60]
ـ4ـ وعن أبى موسى رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قالَ رَسُولُ اللّهِ #: َ يَقْبَلُ اللّهُ صََةَ رَجُلٍ في جَسَدِِهِ شَىْءٌ مِنْ خَلُوقٍ[. أخرجه أبو داود.»الْخَلُوقُ«: ضرب من الطيب ذو لون، يقال تخلق: إذا أطلى به .
4. (2121)- Ebû Mûsa (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Allah, bedeninde halûk´tan bir parça eser bulunan kimsenin namazını kabûl etmez.” [Ebû Dâvud, Tereccül, 8, (4178).][61]
AÇIKLAMA:
Bazı âlimler, Halûk sürünme yasağını çok miktarda olan sürünmeye hamletmiş iseler de Aliyyu´l-Kârî, bu rivâyetin o görüşte olanları reddettiğini, zira bunun, yasağı aza da çoğa da teşmil ettiğine dikkat çeker. es-Seyyîd Cemâleddin: “Hadisten murad, kadına benzeme sebebiyle kâmil mânadaki namazın sevabını nefiydir” demiştir. İbnu´l-Melek de: “Bu hadiste halûk kullanmaktan yasaklama ve kullananlara tehdîd vardır” der.
Tekrar edelim: Halûk, renkli bir sürünme maddesidir. Daha ziyâde kadınlara mahsustur.[62]
DÖRDÜNCÜ BÂB
TÜYLER SAÇ VE BAKIMI:
ـ1ـ عن أبى قتادة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قُلْتُ يَا رسولَ اللّهِ: إن لِى جُمَّةً أفَأُرَجِّلُهَا؟ قالَ: نَعَمْ وَأكْرِمْهَا، فكَانَ أبُو قَتَادَةَ رُبَّمَا دَهَنَها في الْيَوْمِ مَرَّتَيْنِ مِنْ قَوْلِهِ #: نَعَمْ وَأكْرِمْهَا[. أخرجه مالك والنسائى.»التَّرْجِيلُ« تسريح الشعر .
1. (2122)- Ebû Katâde (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Ey Allah´ın Resûlü dedim, benim omuzlarıma kadar dökülen (gür) saçlarım var, tarayıp tanzîm edeyim mi ”
“Evet dedi, ona ikramda bulun.”
Râvi der ki: “Ebû Katâde, “Evet, ona ikramda bulun!” sözü sebebiyle, günde iki sefer (bakım yapar ve) saçlarını yağlardı.” [Muvatta, Şa´ar 6, (2, 949); Nesâî, Zînet 60, (9 183).][63]
AÇIKLAMA:
Tercîl, saç bakımı mânasına gelir. Taramak, yağlamak, tanzîm etmek gibi işler tercîl ile ifade edilir.
Hadiste geçen cümme, omuzlara kadar inen gür saça denir. Resûlullah´ın “saçına ikramda bulun” demesi, Zürkânî´ye göre onu kirden, pislikten korumasını emretmesi, yağlama ve tarama suretiyle nizam vermesini istemesi demektir.
Rivâyet, Ebû Katâde´nin, iş ve tozlanma gibi sebeplerle, saçına günde iki kere bakım yaptığını belirtmektedir. Müteakip rivayette de görüleceği üzere, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) saçı olanlara, bakımını yapmayı emretmiştir.[64]
ـ2ـ وعن أبى هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قالَ رَسولُ اللّهِ #: مَنْ كانَ لَهُ شَعْرٌ فَلْيُكْرِمْهُ[. أخرجه أبو داود
2. (2123)- Hz. Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Kimin saçı varsa, ona ikram etsin!” buyurdu.” [Ebû Dâvud, Tereccül 3, (4163).][65]
AÇIKLAMA:
Bu rivayette de saça ikram edilmesi emir buyrulmaktadır. Saça ikram onu yıkayarak temiz tutmak, yağlamak, taramak suretiyle bakımlı kılmak, gelişi güzel, dağılmış ve düzensiz halde bırakmamak mânasına gelir, Dinimizde her hususta olduğu gibi saçta da temizlik ve manzara güzelliği mahbûb ve makbûldür. Müteakip hadiste de görüleceği üzere Hz. peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) saçını bakımsız ve dağınık bırakanlara müdahale etmiştir.[66]
ـ3ـ وعن عطاء بن يسار رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]أتَى رَجُلٌ النَّبىَّ # ثَائِرَ الرَّأسِ وَالِّحْيَةِ، فَأشَارَ إلَيْهِ #: كَأنَّهُ يَأمُرُهُ بِإصَْحِ شَعَرِهِ، فَفَعَلَ ثُمَّ رَجَعَ، فقَالَ #: ألَيْسَ هذَا خَيْراً مِنْ أنْ يَأتِى أحَدُكُمْ ثَائِرَ الرَّأسِ كَأنَّهُ شَيْطَانٌ[. أخرجه مالك.»ثَائِرَ الرَّأسِ« أى شعث الرأس بعيد العهد بالدهن والترجيل .
3. (2124)- Atâ İbnu Yesâr (rahimehullah anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a saçı sakalı karmakarışık bir adam gelmişti. Efendimiz, ona (eliyle) işaret buyurarak, sanki saçını ıslâh etmesini emretmişti. Adam bunu yapıp sonra tekrar geri geldi. Aleyhissalâtu vesselâm:
“Şu hal, sizden birinizin tıpkı bir şeytan gibi başı(ndaki saçlar) karmakarışık vaziyette gelmesinden daha hayırlı değil mi ” buyurdular.” [Muvatta, Şa´ar 7, (2, 949).][67]
AÇIKLAMA:
1-Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın burada, saçı bakımsız karmakarışık olan kimseyi şeytana benzetmesi, Arap dilinde kötü ve çirkin şeylerin şeytana nisbet edilmesinin yaygın bir âdet olmasındandır. Aynı tarzda iyi şeyler de melek veya imana nisbet edilerek ifade edilir. Kötü şeylerin şeytana benzetilmesi âyet-i kerîmede de görülen bir metoddur. Cehennemdeki zakkum ağacı şeytana benzetilir: طَلْعُهَا كَاَنَّهُ رْؤُوسُ الشَّيَاطِينَ “O, cehennemin dibinde çıkan bir ağaçtır. Tomurcukları şeytanların başları gibidir” (Saffât, 64-65). [68]
ـ4ـ وعن عبداللّه بن مغفل رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]نَهى النبىُّ # عَنِ التَّرَجُّلِ إَّ غِبّاً[. أخرجه أصحاب السنن.»الْغِبُّ« مرة في أيام ا‘سبوع .
4. (2125)- Abdullah İbnu Mugaffel (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) saç bakımını gün aşırı yapmayı emredip, fazlasını yasakladı.” [Ebû Dâvud, Tereccül 1, (4159); Tirmizî, Libâs 22, (1756); Nesâî, Zînet 7, (8, 131, 132).][69]
AÇIKLAMA:
1-Hadiste geçen gıbb tâbirini, en-Nihâye, haftada bir sefer diye açıklar. Ancak, Ahmed İbnu Hanbel “bir gün tarayıp bir gün terketmek” şeklinde anlamış ve sonraki âlimler de bu yorumu benimsemişlerdir. Bazıları, “ara sıra” diye anlamak istemiştir. Ziyâret mevzuunda gıbb haftada bir kere yapılana denmiştir.
Hadis, her gün saç bakımına zaman ayırıp meşgûl olmanın mekruh olduğunu ifâde etmektedir. Zira bu, bir nevî tereffüh kabûl edilmiştir.
Önceden de kaydettiğimiz bir kısım hadislerde saçın bakımı (yıkanması, taranması, yağlanması vs.) emredilirken, burada tahdîd edilmiş olması, rivâyetler arasında bir teâruz ihtimâlini nazarı dikkate vermektedir. İbnu Raslân bunu şöyle açıklar: “Yasak, her an bu işlerle meşgul olmaya râcidir, zira bundan fesâd hâsıl olur.” Bazı âlimler de yasağı, başında hastalık olup, tarama, yağlama gibi bakım ameliyesinden rahatsızlık duyanlara hamlederek aradaki teâruzu gidermişlerdir. Bunlara göre, Resûlullah kişiye zarar veren şeyi yapmaktan onları yasaklamıştır. Öyleyse, hergün saç bakımından rahatsız olanlar bunu haftada bir defa veya duruma göre gün aşırı da yapsalar kifâyet edecektir. Münzirî her gün saç bakımının da mubah olduğunu, dileyenin yapıp dileyenin terkedibeleceğini söyler.[70]
TRAŞ
ـ1ـ عن نافع أن ابن عمر رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]نَهى رسولُ اللّه # عَنِ الْقَزَعِ. قِيلَ: وَمَا الْقَزَعُ؟ قالَ: إذَا حَلَقَ رَأسَ الصَّبىِّ تَرَكَ هَاهُنَا وَهَاهُنَا، وأشَارَ الرَّاوِى إلى نَاصِيَتِهِ وَجَانِبَىْ رَأْسِهِ[. أخرجه الخمسة إ الترمذي .
1. (2126)- Nâfi´ (rahimehullah) İbnu Ömer (radıyallâhu anh)´in şu sözünü nakleder: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) kaza´ı (yani çocuğun başının bir kısmını traş etmek) yasakladı” deyince,
“Kaza´ nedir ” diye sordular. Şöyle açıkladı:
“Kişi çocuğun başını traş eder, ancak şurada burada bazı yerleri kesmez, olduğu gibi bırakır.”Râvi, bunu söylerken alnına ve başının iki yanına işâret etti.” [Buhârî, Libâs 72; Müslim, Libâs 113 (2120); Ebû Dâvud, Tereccül 14, (4193, 4194); Nesâî, Zînet 5, (8, 130); İbnu Mâce, Libâs 38, (3637).][71]
AÇIKLAMA:
1- Kaza´ kelime olarak bulut parçası mânasına gelir. Baş traş edilirken bir kısmının kesilip, bir kısmının bırakılması, dağınık haldeki bulut manzarası arzettiği için, aradaki benzerlik sebebiyle buna da kaza´ denmiştir. Ebû Dâvud´un bir rivâyetinde, yasaklanan kaza´ “çocuğun tepesini traş edip, (aşağı kısımda) perçem (züâbe) bırakmaktır” diye tarif edilmektedir. Şu halde sadedinde olduğumuz hadiste kesilmeyen kısmı göstermek üzere alın ve yan tarafların işâret edilmesini göz önüne alarak, Resûlullah´ın çocuklarda, başın tepe kısmını traş edip aşağı kısımlarını bırakma tarzında bir traş usûlünü yasakladığı söylenebilir (Allahu a´lem).
2- Müslim´in açıklamasında kaza´ nedir diye soranın kim olduğu belirtilmiştir: Hadisin râvilerinden Ubeydullah İbnu Hafs´dır. Soruyu, Nâfi Mevla Abdillah´a sormuştur. Eliyle göstererek alnına, başının yanlarına işarette bulunan da, anlaşılacağı üzere Ubeydullah´tır.
3- Hadis, çocukların başını traş ederken kısmen kesip, kısmen bırakma tarzını yasaklamaktadır. Aynı bâbta Ebû Dâvud´un kaydettiği bir rivâyette, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´in başı kaza´ tarzında traş edilmiş bir çocuğa rastladığı, bunun üzerine, sahiplerine: “Ya tamamen kesin, ya tamamen bırakın!” diyerek müdahale ettiği görülmektedir.
İbnu Hacer bazı şârihlerin kaza´ tarzında traşı çocuklara tahsis etmesine katılmaz. Büyükler de olabilir, kadın veya erkek de olabilir der ve hepsi hakkında mekruh olduğunu belirtir. Nevevî, tedâvi ve benzeri mâkul bir sebep olmadıkça başın farklı yerlerden traş edilmesinin mekrûh olduğunu söyler, ancak tenzihî bir kerâhet mevzubahistir. İmam Mâlik de kız ve erkek çocuk hakkında mekruh addetmiştir.
Bu tarz traşın yasaklanma sebebi husûsunda da ihtilaf edilmiştir. Bazıları: “Hilkati çirkinleştirdiği içindir” der. Bazıları: “Bu, şeytanın süsüdür (ziyy)” demiştir. Bazıları: “Bu yahudilerin süsüdür” demiştir ki, bu Ebû Dâvud´un bir rivâyetinde de ifâde edilmiştir. Hemen kaydedelim ki, yasaklanan herhangi bir şeyin şeytana nisbeti, umûmiyetle, ondaki kerâhet veya tahrîm hükmünün takrîr ve tesbiti içindir. Buna hadislerde pek sık yer verilir, âyette de örnekleri vardır. Kerâhet, bazan da yabancılara nisbet edilerek ifade edilir.[72]
ـ2ـ وعن عبداللّه بن جعفر رَضِيَ اللّهُ عَنْهما: ]أنَّ رسولَ اللّه # أمْهَلَ آلَ جَعْفَرٍ حِينَ أتَى نَعْيُهُ ثََثاً قَبْلَ أنْ يَأتِيَهُمْ، ثُمَّ أتَاهُمْ فقَالَ َ تَبْكُوا عَلى أخِى بَعْدَ الْيَوْمِ، ثُمَّ قَالَ: ادْعُوا لِى بَنِى أخِى، فَجِئَ بِنَا كَأنَّا أفْرُخٌ، فقَالَ: ادْعُوا لِى الحََّقَ، فَأَمَرَهُ فَحَلَقَ رُؤُسَنَا[. أخرجه أبو داود والنسائى .
2. (2127)- Abdullah İbnu Ca´fer (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), Hz. Ca´fer (radıyallâhu anh)´in ölüm haberi gelince, Câfer ailesini üç gün (mâtem yapmaya) terketti. Sonra yanlarına gelerek:
“Kardeşimin üzerine artık bugünden sonra ağlamayın!” dedi ve:
“Bana kardeşimin oğullarını toplayın!” emretti.
Biz yanına getirildik, tıpkı civcivler gibiydik.
“Bana bir berber çağırın!” dedi. (Gelince) berbere emretti, o da başlarımızı traş etti.” [Ebû Dâvud, Tereccül 13, (4192); Nesâî, Zînet 58, (8, 182).][73]
AÇIKLAMA:
Hadiste zikri geçen Ca´fer, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın amcası Ebû Tâlib´in oğlu olup Yermuk savaşında şehid düşmüştür.
Resûlullah, Ca´fer âilesine matem tutmaları için üç gün müsaade buyurmuş, üçüncü geceden sonra matemi kaldırmıştır. Bu rivayet, ölünün ardından bağırıp çağırmaksızın, aşırı davranışlara yer vermeksizin üç gün matem tutmanın câiz olduğuna delâlet eder. Üç günden sonraki mateme izin yoktur.
Resûlullah´ın amca oğluna “kardeşim” demesi ona olan sevgisini ve duyduğu yakınlığı ifâde etmek için olmalıdır.
Ca´fer´in oğlanları Abdullah, Avn ve Muhammed´dir.
Abdullah İbnu Ca´fer´in kendilerini civcive benzetmesi, küçük olduklarını belirtmek içindir. Henüz tüyleri, civcivlerde yeni çıkan körpe ve ince tüyleri andırmaktadır. Bu benzerlik, aradaki teşbîhi yapmaya sevketmiştir.
Aliyyü´l-Kârî, çocukların başlarının traş ediliş sebebiyle ilgili olarak özetle şu yorumu yapar: “Esasen saçın kesilmemesi efdaldir. Buna rağmen traşı emredilmiştir. Zîra Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) anneleri Esmâ Bintu Ümeys (radıyallâhu anhâ)´in kocasının Allah yolunda şehâdetiyle maruz kaldığı üzüntü sebebiyle çocukların saçlarıyla meşgul olamadığını gördü. Onlara ârız olabilecek bit ve kir gibi durumları önlemek gayesiyle traş emretti.”
Ulema, bu hadiste, başın tamamının traş edilmesinin caiz olduğu hususunda delil bulur. Ancak hemen belirtelim ki, başın tamamının traş edilmesine cevaz veren başka rivâyetler de vardır. Aliyyü´l-Kârî, bu hususta şu sonucu kaydeder: “Bu rivâyetler delâlet eder ki, hacc ve umre dışında da başı traş etmek câizdir. Kişi traş olmakla olmamak arasında muhayyerdir. Ancak efdal olanı, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın ve Ashâb´ının (radıyallâhu anhüm) yaptıkları gibi iki nüsük´ten (yani hacc ve umreden) biri hâricinde traş olmamaktır. Bu meselede sadece Hz. Ali (radıyallâhu anh) istisna teşkîl etmiştir. Bazı şerhlerde geldiğine göre, hadis, ister önden ister arkadan, ne şekilde olursa olsun başın bir kısmının traş edilip bir kısmının bırakılmasının yasaklandığını, çocuklar hakkında ya tamamen bırakmanın, ya da tamamen kesmenin caiz olduğunu ifade etmektedir.”
Başı traş etmenin mekruh olduğunu söyleyenler de olmuştur. Hatta bu görüşü müdafaa edenler, hadislerden deliller de getirmişlerdir. Bu meselede esas olan yukarıda kaydettiğimiz Aliyyü´l-Kârî merhumun açıklamasıdır. Diğer görüşün münâkaşasını aktarmayı gereksiz görüyoruz.
ـ3ـ وعن عليّ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]نَهى رسولُ اللّه # أنْ تَحْلِقَ المَرْأةُ رَأسَهَا[. أخرجه النسائى .
3. (2128)- Hz. Ali (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) kadınların başlarını traş etmelerini yasakladı.” [Nesâî, Zînet 4, (8, 130); Tirmizî, Hacc 74, (914).][74]
AÇIKLAMA:
Hz. Âişe ve Hz. Abdullah İbnu Ömer (radıyallâhu anhüm)´den de gelen rivayetler kadınlara traş olmayı yasaklamaktadır. Hacc sırasında onlar taksîrde bulunurlar, yani saçlarının ucundan bir miktar keserler. Sadedinde olduğumuz hadis mutlak gelmiştir, hacc sırasındaki traşa da, onun dışındaki traşa da şâmildir. Ulemâ hacc dışında da traşın onlar hakkında mekruh olduğunu söylemekte ihtilaf etmezler.[75]
İGRETİ SAÇ TAKMA
ـ1ـ عن أسماء رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]سَألتِ امْرَأةٌ النبىَّ # فقَالَتْ إنَّ ابْنَتِى أصَابَتْهَا الحَصْبَةُ فَأمَّرَقَ شَعْرُهَا، وَإنِّى زَوَّجْتُهَا أفَأصِلُهُ، فقَالَ #: لَعَنَ اللّهُ الْوَاصِلَةَ وَالمُسْتَوْصِلَةَ[. وفي رواية: »المَوْصُولَةَ« أخرجه الشيخان والنسائى.
1. (2129)- Hz. Esmâ (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: “Bir kadın Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a gelerek: “Kızım çiçek hastalığına yakalandı ve saçları döküldü. Ben onu evlendirdim, iğreti saç takayım mı ” diye sordu. Aleyhissalâtu vesselâm:
“Allah takana da taktırana da lânet etmiştir ” diye cevap verdi.” [Buhârî, Libâs 83, 85; Müslim, Libâs 115, (2122); Nesâî, Zînet 71, (8, 187, 188).][76]
AÇIKLAMA:
1- Vasl, iğreti saç takmak mânasına gelir, peruk takmak diye de tercüme etmek mümkündür. Zîra, görüldüğü üzere, hastalık sebebiyle saçını kaybeden kadının, saçlı gösterilmesi için başvurulan bir ameliyedir. Bugünkü dilimizde bu maksadla takılan iğreti saça peruk denmektedir. Dilimizde, peruk için takma saç da denir.
Vâsile, kadına iğreti saç´ı takan kadına denir. Kendisine taksa da başkasına taksa da bu adı alır.
Müstevsıle veya mevsule, isteği üzerine kendisine iğreti saç takılan kadına denir. Bu ameliyeye daha ziyade kadınlar başvurduğu için takan ve taktıran hep müennes kelimelerle ifâde edilmiştir. Ne var ki, Batı menşeli olan “peruk”a, tarihen erkekler de başvurmuştur.
2- Hâdise Buhârî´nin iki ayrı rivâyetinde buradakinden biraz daha farklı anlatılır. Evlendirilen kız hastalanmış ve saçları dökülmüştür. Bunun üzerine Resûlullah´a başvurularak iğreti saç takma hususunda izin istenmektedir.
3- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), saç takma işine müsâade etmez ve yasağı Buhârî´de gelen muhtelif rivâyetlerde sert bir uslûbla dile getirir: Lanet. لَعَنَ اللّهُ الْواصِلَةَ وَالْمُسْتَوْصِلَةَ “Allah iğreti saçı takana da, taktırana da lânet etmiştir.”
Ulemâ, Allah´ın lânetine nisbet edilen bu yasağı işlemenin büyük günahlardan olduğunu belirtmiştir. Mesele üzerine farklı görüşler beyan edilmiş ise de, onları, müteakip hadisten sonra kaydedeceğiz.[77]
ـ2ـ وفي أخرى للستة عن حميد بن عبدالرحمن بن عوف: ]أنَّ مُعَاوِيَةَ رَضِيَ اللّهُ عَنْه حَجَّ فَخَطَبَ النَّاسَ عَلَى المِنْبَرِ وَتَنَاوَلَ قُصَّةً مِنْ شَعَرٍ كَانَتْ في يَدِ حَرَسِىٍّ، فقَالَ: يَا أهْلَ المَدِينَةِ أيْنَ عُلَمَاؤُكُمْ، سَمِعْتُ رسُولَ اللّهِ # يَنْهى عَنْ مِثْلِ هذِهِ وَيَقُولُ: إنّمَا هَلَكَتْ بَنُو إسْرَاِئِيلَ حِينَ اتَّخَذَ هذِهِ نِسَاؤُهُمْ[. »الحَرْسِىُّ« واحد الحرس، وهم خدم السلطان المرتبون بحفظه وحراسته.
2. (2130)- Humeyd İbnu Abdirrahman İbnu Avf tarafından rivâyet edilen ve Kütüb-i Sitte´nin herbirinde yer alan bir rivâyet de şöyle: “Hz. Muâviye (radıyallâhu anh) hacc yaptı. O zaman minbere çıkarak halka bir hutbe îrad etti. (Hutbe sırasında), koruma polisinin elinde bulunan bir tutam saçı alarak şunları söyledi:
“Ey Medîneliler! Âlimleriniz nerede Ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ı işittim, bu çeşit şeyleri yasaklamış ve şöyle demişti:
“İsrailoğullarının kadınları ne zamanki bunu taktılar helak oldular.” [Buhârî, Libâs 83, Enbiya 50; Müslim, Libâs 122, (2127); Muvatta, Şa´ar 2, Ebû Dâvud, Tereccül 5, (4167); Tirmizî, Edeb 32, (2782); Nesâî, Zînet 21, (8, 144-147), 68, 69, (8, 186, 187); İbnu Mâce, Nikah (1987).][78]
AÇIKLAMA:
1- Bazı rivayetler, Hz. Muâviye (radıyallâhu anh)´nin bu haccının tarihini belirtirler: “Hz. Muâviye´nin halîfeliği zamanında yaptığı son haccdır ve hicrî ellibir yılında cereyan etmiştir.
2- Ulemânız nerede sözü, bazılarınca Medîne´de ulemanın azaldığı şeklinde yorumlanmış ise de makbul te´vile göre bundan maksad ulemânın emr-i bi´lma´rufu terki sebebiyle peruk takma gibi haram yasakların yaygınlık kazanmış olduğuna dikkat çekmedir. Hz. Muâviye, bu sözü ile, ulemaya sorumluluklarını hatırlatıp, onları kınamaktadır.
3- Saç takma meselesinde âlimler ihtilâf eder. İmam Mâlik, Taberî ve diğer bir kısmına göre, her ne surette olursa olsun iğreti saç takmak haramdır. Bunda, deliller Müslim´in Hz. Câbir´den kaydettiği: زَجَرَ النَّبِىُّ # اَنْ تَصِلَ الْمَرْأةُ بِرَأسِهَا “Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm), kadının başına bir saç takmasını yasakladı” hadisidir.
Leys İbnu Sa´d: “Bu yasak, saça saç takmayla ilgilidir; saça yün, ipek, bez parçası gibi başka bir şey takmak câizdir” demiştir. Kadı İyaz da buna yakın hükümler beyan eder. Ebû Ubeyd de fukahanın saç olmayan şeylerin takılabileceğine fetva verdiğini nakleder. Şu halde bu meselede yasak, saça saç takmadadır.
Şafiîler, kocasının izni ile kadınlar, saçlarına temiz olmak şartıyla hayvan saçı takabileceğini söylemiştir. Ancak kaydedilen bu hadisler mutlak olduğu için, kayıtlı şekilde ruhsat verenlerin aleyhine delil olmaktadır.
Takma saç kullanmanın haram kılınması umumiyetle üç illete bağlanır:
1-Kötü kadınlara benzemek.
2-Allah´ın yarattığı şekli değiştirmek.
3-Kadının takma saçla gurura düşmesi.
Hâriçten bakılınca ilave olduğu hemen anlaşılacak ve dolayısiyle kadını gurura düşürmeyecek nevden yün, ipek, bez gibi saç dışı şeylerden yapılan takmalar haram kabul edilmemiştir.[79]
4- DİGER BAZI HÜKÜMLERH
Hz. Muâviye´nin rivâyeti, saçın temiz olduğunu, toprağa gömmenin vâcib olmadığını, onu muhafaza etmenin câiz olduğunu göstermektedir.
* İmam minberde yasak ilan edebilir. Hususan yayılmakta olan bir yasak ise, bunu alenen zecreder. Ta ki müessir şekilde, o yasaktan sakındırılmış olsun.
* Günah işleyenlerin, daha öncekiler gibi helâka uğrayacaklarını söyleyerek, günahlarından vazgeçirmeye çalışılmalıdır. Bu metod âyet-i kerîmeye de uygundur. Nitekim: “Buyurduğumuz gelince oraların altını üstüne getirdik, üzerine de Rabbinin katından, işaretli olarak yığın yığın sert taş yağdırdık. Bunlar zalimlerden hiçbir zaman uzak olmayacaktır” (Hûd 82-83) buyurulmuştur.
* Dînî bir maslahat için hutbede halka göstermek üzere bir şeyler ele alınabilir.
* İsyan ettikleri hususlarda, müslümanları sakındırmak maksadıyla Benî İsrâil ve diğer milletlerden söz edip örnekler vermek mübahtır.
* NOT: Günümüzde, saç takmanın ötesinde bunun ticareti de yapılmaktadır. İnsan bedenine ait hiçbir şey alınıp satılamayacağı için, bu işin ticaretini yapan iki ayrı açıdan haram işlemiş olmaktadır. Mü´min kişinin bu ticarette aracı olmaması gerekir.[80]
SAÇI ALNA DÖKME VE AYIRMA
ـ1ـ عن ابن عباس رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]كانَ أهْلُ الكِتَابِ يَسْدُلُونَ أشْعَارَهُمْ، وَكَانَ المُشْرِكُونَ يَفْرُقُونَ رُؤُسَهُمْ، وَكانَ # يُحِبُّ مُوَافَقَةَ أهْلِ الْكِتَابِ فِيمَا لَمْ يُؤْمَرْ بِهِ، فسَدَلَ نَاصِيَتُهُ، ثُمَّ فَرَقَ بَعْدُ[. أخرجه الخمسة إ الترمذي .
1. (2131)- İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: Ehl-i Kitap, saçlarını alınlarına döküyorlardı, müşrikler de ayırıyorlardı. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) (vahiyle) emir gelmeyen hususlarda Ehl-i Kitâb´a muvafakatı severdi. Saçını alnı üzerinde o da serbest bıraktı. Sonra (ortadan) ayırarak (sağ ve sola) taradı.” [Buhârî, Libâs 70; Müslim, Fedâil 90, (2336); Ebû Dâvud, Tereccül 10, (4188); Nesâî, Zînet 62, (8, 164).][81]
AÇIKLAMA:
1- Sedl, salmak, sarkıtmak demektir. Hadiste ise saçın alından aşağı serbest bırakılmasıdır. Dilimizde bu, döküm, dökme kelimeleriyle ifade edilir. Fark da saçı sağa sola ayırarak serbest sarkmasını önlemek mânasına gelir.
2- Sadedinde olduğumuz hadis, ulemânın açıkladığı üzere Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´in vahy gelmeyen hususlarda Ehl-i Kitâb´a uymayı sevdiğini belirtir. Çünkü, onların ameli vahye dayanma ihtimaline sahiptir. Ayrıca onları kazanma ümîdini taşıyordu. Bu mülâhaza ile Hz. Peygamber ilk yıllarda saça vereceği şekilde Ehl-i Kitâb´a uymuş ve alnından düz salmıştır.
Ancak zaman geçip, müşriklerin tamamıyle müslüman olmasına rağmen Ehl-i Kitâb´ın küfründe devam etmeleri karşısında, Ehl-i Kitâb´a, imkan nisbetinde her hususta muhalefet prensibini getirdi ve prensip gereğince, saçını eski Arap usulünce ayırmaya rücû edip, böylece alnı üzerinde sarkıtmakdan vazgeçmiştir.
Hemen belirtelim ki ulemâ, farklı rivâyetlerden hareketle bazı ihtilaflara düşmüştür. Hâzimî, serbest bırakmanın ayırma ile neshedildiğini söyler. Nevevî: “Serbest bırakmak da ayırmak da câizdir” der.”
Ehl-i Kitâba uymayı severdi” cümlesinin ifade ettiği mâna hususunda da ihtilaf edilmiştir: “Onları kazanmak için” denmiştir, “onların şeriatine, değiştirildiğini bilmediği ve vahiy gelmeyen hususlarda uymakla emrolunmuştu” denmiştir. Bundan hareket edenler: “Eski şeriatler, onların aksi şeriatımızda varid olmadıkça bize de şeriattır” hükmünü ileri sürmüşlerdir. Bazıları da tam aksini söyleyerek, bu hadisten şu zıt hükme ulaşırlar: “Eskilerin şeriatı bizim de şariatımız değildir, zîra öyle olsaydı, “severdi” denmezdi, bilakis, “ittiba” ederdi” denirdi. Gerçek şu ki, bu hadiste bu meseleye delil mevcut değildir. Zîra onu söyleyen, şeriatımızca: “Onların şeriatıdır” diye belirtilenlerle yetinecektir, onlarda görülenlerin hepsine el atamayacaktır, zîra naklettiklerine îtimad edilmez.”
Ma´mer´in rivâyetinde: ثُمَّ اُمر بالْقَرْقِ فَفَرق “…Sonra ayırma emredildi o da ayırdı” denir. Ayırma iki farklı tatbikatın sonuncusu olmuştur.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın Ehl-i Kitâb´a muhalefet nev´ inden verdiği başka emirler de vardır:
* Saçın önce boyanıp sonradan terkedilmesi,
* Aşure orucu önceleri vecibe idi, Ramazan orucu emredilince, vâcib olmaktan çıktı, nâfile olarak da bir gün öncesi ve bir gün sonrası da oruç emredilerek Ehl-i Kitâb´a muhalefet sağlandı.
* Hayızlı kadınlarla muhâlata helal kılındı. Ehl-i Kitâp hayızlıyı tercîd eder, sofrasını ve yatağını ayırırdı.
* Cumartesi ve pazar günleri orucu bazı kayıtlar altında câizdir, normalde mekruh kılınmıştır.
Bazı rivayetlerde Resûlullah: “Cumartesi pazar, küffarın iki bayram günüdür, ben onlara muhalefeti severim” buyurmuş, orucu emretmiştir. Bazı âlimler bu hadisten, oruç tutmamanın sünnet olduğunu anlarken, bazıları da cuma günü tutmayıp, cumartesi pazar oruçlarını tutmanın sünnet olduğunu söylemiştir.
3- Hz. Peygamber´in Ehl-i Kitâb´a uymasının sebebi hususunda Kurtubî´nin kesin kanaati şudur: “Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) Ehl-i Kitâb´ı kazanmak (te´lif) için başlangıçta onlara muvâfakat etmiştir.”
İbnu Hacer Bu ihtimali kabul etmekle birlikte daha kuvvetli bir ihtimale dikkat çeker: “Üçüncü bir ihtimali olmayan iki ihtimalli işlerde, vahiy inmemişse Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Ehl-i Kitâb´a uygun tarza uyuyor idi. Çünkü onlar, putperestlerin hilafına, şeriat sahibi kimselerdi. Çünkü putperestlerin hiçbir cihetle meşru yönü olan bir şeriatleri mevcut değildi. Müşrikler Müslüman olunca, muhalefet sadece Ehl-i Kitâb´a münhasır kaldı. Resûlullah o zaman derhal onlara muhalefeti emretti. Hadislerde Ehl-i Kitâb´a muhalefet emreden meseleleri topladım ve “El-Kavlu´s-Sebt fi´S-Savmi Yevmi´s-Sebt” adlı bir te´lifde kaydettim. İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ)´ın, hadiste geçen: “Ehli-i Kitâb´a muvâfakatı severdi” cümlesi ve “sonra ayırdı” cümlesinden bu muvafakat hükmünün neshedildiği neticesi çıkmaktadır: Nitekim açıkladım. Hamdimiz Allah´adır. Bu hadisten, nâsih varid olmadıkça bizden öncekilerin şeriatının bizim için de şeriat olduğu hükmü çıkarılır.”[82]
SAÇTAKİ AKLARIN YOLUNMASI
ـ1ـ عن عمرو بن شعيب عن أبيه عن جده رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قال رسولُ اللّهِ # َ تَنْتِفُوا الشَّيْبَ، فإنَّهُ مَا مِنْ مُسْلِمٍ يَشِيبُ شَيْبَةً في ا“سَْم إّ كانَتْ لَهُ نُوراً يَوْمَ الْقِيَامَةِ[. أخرجه أصحاب السنن، واللفظ ‘بى داود.وفي رواية: ]كَتَبَ اللّهُ لَهُ بِهَا حَسَنَةً، وَحَطَّ عَنْهُ بِهَا خَطِيئَةً[.
1. (2132)- Amr İbnu Şu´ayb an ebîhi an ceddihî (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Saçtaki akları yolmayın. Zîra bir kimse müslüman iken tek bir kıl bile ağarmış olsa, bu Kıyamet günü onun için mutlaka bir nur olur.” [Ebû Dâvud, Tereccül 17, (4202); Tirmizî, Edeb 56, (2822); Nesâî, Zînet 13, (8, 136); İbnu Mâce, Edeb 25, (3721); Müslim, Fedâil 100, (2341). Hadisin metni Ebû Dâvud´dan alınmadır.]
Bir rivâyette şöyle denmiştir: “Allah ona bu sebeble sevap yazdı, onun sebebiyle ondan günah affetti.”[83]
AÇIKLAMA:
Saçtaki beyazların boyanmasına izin verildiği halde yolunmasına izin verilmemektedir. İbnu´l-Ârabî, ak kılların yolunma yasağını hilkati aslından değiştirme sebebine bağlar. Yani boyamada hilkati değiştirme olmadığı halde, yolmada değiştirme vardır. Bakan kimse, boyanmış saçta bir eksiklik (yani hilkat değişmesi) görmez.
Tirmizî´nin rivâyetinde saç ve sakaldaki ak kıllar “müslümanın nûru” olarak tavsîf edilir. Muvatta´nın bir rivâyetinde ise (2151. hadise bak.) saçtaki aklar vakar olarak ifade edilmiştir. Şârihler, bunu kişinin vakarı, yani nefsin şehvânî arzulardan kırılması sebebiyle gurura, aldanmaya düşmesine mâni olan bir vakarı olarak açıklarlar. Devamla derler ki: “Bu hal, sâlih amellerin nurlanmasını sağlar, böylece kişinin kabrinde bir nur olur. Kıyamet günü haşredildiği zaman içinde bulunacağı karanlıkta önünde ilerleyip yolunu aydınlatan bir nur.”
Müslim´in bir rivâyetinde Enes İbnu Mâlik şunu söyler: كُنَّا نَكْرَهُ اَنْ يَنْتِفَ الرَّجُلُ الشَّعْرَةَ الْبَيْضَاءَ مِنْ رَأسِهِ وَلِحْيَتِهِ “Biz kişinin saç ve sakalındaki beyaz kılları yolmasını mekruh addederdik.”[84]
BIYIGIN KESİLMESİ
ـ1ـ عن ابن عمر رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]قال رسولُ اللّهِ #: أنْهِكُوا الشَّواَربَ، وَأعْفُوا اللِّحى[. أخرجه الستة.وفي رواية للشيخين قال: ]مِنَ الْفِطْرَةِ حَلْقُ الْعَانَةِ، وَتَقْلِيمُ ا‘ظْفَارِ، وَقَصُّ الشَّارِبِ[. وفي أخرى: ]خَالِفُوا المُشْرِكِينَ، وَفِّرُوا اللِّحى، وَأحْفُوا الشِّوَارِبَ[. »النَّهكُ وا“حْفَاءُ«: المبالغة في القصّ.»وإعْفَاءُ اللّحْيَةِ«: تركها تقصّ حتى تعفو. أى تكثر.
1. (2133)- İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Bıyıkları kazıyın, sakalları serbest bırakın.” [Buhârî, Libâs 64, 65; Müslim, Tahâret 53, (259); Muvatta, Şa´ar 1, (2, 947); Ebû Dâvud, Tereccül 16, (4199); Tirmizî, Edeb 18, (2764); Nesâî, Tahâret 15, (1, 16).]
Sahîheyn´in bir rivayetinde şöyle denmiştir: “Şu ameller fıtrattandır: Kasık traşı, tırnakların kesilmesi, bıyıkların kesilmesi.”
Bir diğer rivâyette: “Müşriklere muhâlefet edin, sakallarınızı uzatın, bıyıklarınızı kesin” denir.[85]
AÇIKLAMA:
1- Farklı tariklerden gelen bu rivâyetler, müslümanların yüzlerine verecekleri şekli tâyin etmektedirler:
* Bıyıklar kesilecek.
* Sakal uzatılacak.
Bıyığı traş edip sakalı uzatma işi bir rivayette müşriklere muhâlefet için gerekli kılınmış gözükmektedir. Müteâkiben göreceğimiz rivayette (2134), bıyığından almayıp uzatan “bizden değil” tehdidine mâruz bırakılarak mânevi bir müeyyide dahi getirilmiştir.
Kesmenin miktarı ile ilgili ihtilafa müteakip hadiste yer vereceğiz.
2- Hadis, bıyıkların kesilmesini fıtrat´tan bir amel olarak tavsif etmektedir. Buradaki “fıtrat” kelimesini âlimler: “Sünnet, yani uymamız emredilen eski peygamberlerin sünneti” diye açıklamışlardır. Müslim´in bir rivayetinde “fıtrat´tan olan şeylerin ona kadar olduğu belirtilir: “Bıyığı kesmek, sakalı uzatmak, misvak kullanmak, burna su çekmek, ağza su çekmek, tırnak kesmek, parmak aralarını ovalamak, koltuk altını yolmak, kasık traşı, su ile tahâretlenmek.” (2147 ve 2148 numaralı hadislere ve açıklamalarına bakınız.)[86]
ـ2ـ وعن زيد بن أرقم رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قال رَسُولُ اللّه #: مَنْ لَمْ يَأخُذْ مِنْ شَارِبِهِ فَلَيْسَ مِنَّا[. أخرجه الترمذي وصححه النسائى .
2. (2134)- Zeyd İbnu Erkâm (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Bıyığından kim almazsa bizden değildir.” [Tirmizî, Edeb 16, (2762); Nesâî, Tahâret 13, (1, 15).][87]
AÇIKLAMA:
1- Kaydedilen bu iki rivâyet bıyıkların kesilip sakalın uzatılmasını âmirdir. Sonuncu da, Resûlullah bıyığından almayanı (kesmeyeni) bizden değildir diye şiddetli bir te´dibe tabi tutmaktadır.
2- Âlimler, bıyıktan alınması gereken miktar hususunda ihtilaf etmişlerdir. Selef´ten bir çoğu bıyıkların dipten kesilmesi gereğine hükmetmiştir. Bunlar hadislerde gelen اَحْفُوا وَانْهَكُوا gibi emirlere dayanırlar. Bu kelimeler kesmede mübâlağa ifade eder. Bu görüşte olan Kûfîlere (Ebû Hanîfe, Züfer, Ebû Yûsuf ve Muhammed) (rahimehümullah) göre saç ve bıyıkların kazınması, kısaltılmasından efdaldir.
Bir kısım âlimler de bıyığın kökten traş edilmesini yasaklamıştır. İmam Mâlik bunlardandır. O, bıyığını traş edenleri cezalandırmak (te´dîb etmek) gerektiğine hükmetmiştir. İbnu´l-Kâsım´ın rivâyetine göre İmam Mâlik, “Bıyığın kazınması bir nevi müsle´dir” demiştir. Müsle, bilindiği üzere, düşman tarafından ölülerin cesedlerine yapılan tasalluttur: Gözlerin oyulması, burun, kulak gibi uzuvların koparılması, iç organların deşilmesi vs. Bütün bunlar hakaret için yapılır. İslâm bu çeşit saldırıları yasaklamıştır. İmam Mâlik´in bıyığı kazımayı müsle´ye benzetmesi, onun bu işi ne derece sünnete aykırı bulduğunu ifade eder. Muvatta´da: “Dudakların uçları görülecek şekilde bıyıklardan alınır” der.
Şafiî hazretlerinden, bazı Mâlikîlerin rivâyetine göre, bıyığın traş edilmesi meselesinde o da Ebû Hanîfe gibi hükmetmiştir. Ancak Tahâvî bu mevzu üzerine, Şâfiî´nin ashabından el-Müzenî ve er-Rebî gibi gördüğüm kimseler, bıyıklarını dipten kesmekte idiler. Bu durum, onların bu sünneti Şâfiî´den aldıklarına delâlet eder.”
el-Esrem´in İmam Ahmed´den rivayet ettiğine göre, o da bıyığını son derece kısa keserdi. Kendisine bıyık hususunda sorulunca da kısa kesileceğini söylemiştir.
Nevevî, Müslim Şerhi´nde bir kısım ulemânın: “Kişi, dipten kazımakla biraz uzatmak arasında muhayyerdir” diye hükmettiğini kaydeder. Tahâvî, Ashab´tan Ebû Saîd, Ebû Esyed, Râfi´ İbnu Hudeyc, Sehl İbnu Sa´d, Abdullah İbnu Ömer, Câbir, Ebû Hüreyre (radıyallâhu anhüm ecmaîn) gibi bir cemaatin, bıyıkları dipten kestiklerini belirtir.
Bıyıkların dipten kesilmemesi kanaatinde olanlar Hz. Âişe ve Ebû Hüreyre (radıyallâhu anhümâ) tarafından rivâyet edilen “Fıtratta on (Ebû Hüreyre rivâyetinde beş) şey vardır: “…Bıyığın kesilmesi” hadisleri ile istidlâl ederler. Dipten kesilmesine hükmedenler kaydettiğimiz üzere kısa kesilmesi (ihfâ) ile ilgili emriuhtevî sahih hadisle istidlâl ederler. Ayrıca İbnu Abbâs´ın bir rivâyeti de Hz. Peygamber´in kısa kestiğini belirtir.
Taberî´ye göre, “Sünnet her iki tarza da delâlet eder, arada herhangi bir teâruz da mevzubahis değildir, zîra kass yani kesmek emri bir kısmın alınmasına delâlet eder, ihfâ yani kazımak ise tamamının kesilmesine delalet eder. Her iki rivâyet de sabittir, öyle ise kişi dilediğinde muhayyerdir.” İbnu Hacer: “Merfu hadislerde iki durumun da beraberce sübûtu, Taberî´nin sözünü râcih kılmaktadır” diyerek onu haklı bulur.
3-Hadiste “…bizden değil” denmiş olması, kâfir olur mânasına gelmez. Şârihler: “Bizim sünnetimizle amel edenlerden değildir” diye açıklamışlardır. Sünneti terkeden tekfir edilmez.[88]
ـ3ـ وعن ابن عباس رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]كَانَ رَسُولُ اللّه # يَقُصُّ مِنْ شَاربِهِ وَيَقُولُ: إنَّ إبْرَاهِيمَ خَلِيلَ الرَّحْمنِ كَانَ يَفْعَلُهُ[ .
3. (2135)- İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bıyığından keser ve şöyle derdi: “Halîlu´rrahmân İbrahim (aleyhisselâm) de böyle yapardı.” [Tirmizî, Edeb 16, (2761).][89]
AÇIKLAMA:
1- Bu rivâyet Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın baş tuvaletinde Hz. İbrahim´e uyduğunu göstermektedir. Nitekim âyet-i kerîme´de Cenâbı Hakk şöyle haber vermektedir: “Rabbi, İbrahim´i birtakım emirlerle imtihan edince, o bunları yerine getirdi” (Bakara 124). Âyette kastedilen kelimât´ın (emirler) neler olduğu hususunda ulemâ ihtilaf ederse de bir görüşe göre: “Başla ilgili beş, bedenle ilgili diğer beş temizliktir. Başla ilgili temizlikler: Bıyığın kesilmesi, mazmaza (ağza su çekmek), istinşak (burna su çekmek), misvak ve saçın ayrılmasıdır. Bedenle ilgili olanlar: Tırnakların kesilmesi, kasık traşı, sünnet olmak, koltuk altının yolunması, büyük ve küçük abdestlerden sonra su ile tahâretlenmektir.”
2-Bu rivâyet Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın bıyığını kestiğini tescîl ediyor, ancak dipten mi, biraz üstten mi kestiği hususunda bir açıklığa yer vermiyor. Yukarıdaki hadiste kaydettiğimiz farklı görüşler de bu kapalılıktan ileri gelmektedir. Aynı kapalılık, bıyıkların kesilmesi hususunda Ashab´a (radıyallâhu anhüm) verdiği emirleri nakleden rivâyetlerde de mevcuttur. Ancak, Ebû Dâvud´un Sünen´inde yer alan Muğîre İbnu Şube rivayeti, bazı âlimlere zann-ı gâlib vermiştir. Rivâyetin bizi ilgilendiren kısmında şu ifâde vardır.
وَكَانَ شَارِبِى وَفي فَقَصَّهُ لى عَلى سِوَاك “Bıyığım çok ve uzundu. Misvaktan artan kısmı aleyhissalâtu vesselâm efendimiz kesti.” Burada geçen عَلى سِوَاكِ tâbirinin anlaşılması ihtilaf vesîlesi olmuştur. Bazıları, tercümemizde görüldüğü gibi misvaktan artan kısmı diye anlarken, bazıları da misvak kullandıktan sonra diye anlamışlardır.
Birinci duruma göre misvak, bıyığın uzunluğunda ölçü olarak kullanılmış olmalıdır. İkinci durumda ise dişini misvakladıktan sonra Muğîre´nin bıyığını kazımış olmalıdır. Suyûtî´nin kaydına göre, Beyhakî´de bu hadiste şu ziyâde mevcuttur: فَوَضَعَ السِّوَاكَ تَحْتَ الشَّارِبِ وَقَصَّ عَلَيْهِ “Resûlullah bıyığına misvağı koyarak üzerinden (uzayan kısmı) makasla kesti.” Hadis, bu haliyle bıyığın, misvakın eni kadar uzatılabileceği ruhsat tanımış olmaktadır. Bu mânayı te´yîd eden bir diğer rivayeti Bezzâr, Hz. Âişe (radıyallâhu anhâ)´den kaydeder: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bıyıkları uzamış bir adam görmüştü: “Bana bir makas, bir de misvak getirin!” buyurdu. Sonra misvakı bıyığının bir tarafına koyup üzerinden taşan kısmı (makaslayıp) aldı.”
Şu halde bu rivâyetler Taberî´nin görüşünü te´yîd etmesi bakımından ehemmiyet taşırlar.[90]
ـ4ـ وعن ابن عمرو بن العاص رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]كَانَ رَسُولُ اللّه # يَأخُذُ مِنْ لِحْيَتِهِ مِنْ عَرْضِهَا وَطُولَهَا[. أخرجهما الترمذي .
4. (2136)- Abdullah İbnu Amr İbni´l-Âs (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sakalından enine ve boyuna alırdı.” [Tirmizî, Edeb 17, (2763).][91]
AÇIKLAMA:
Bu rivâyet, sakala verilecek şekil hususunda rehber olmaktadır. Esasen bu hadisin, sakalın uzamaya bırakılmasını emreden rivayetlerle beraber mütâlaa edilmesi gerekir. Kadı İyaz der ki: “Sakalın traş edilmesi, kısaltılması ve yakılması da mekruhtur. Boyundan ve eninden almaya gelince, bu güzeldir…” …Selef, sakalın eninden boyundan alma hususunda bir hudud var mıdır, (ne kadar uzatılmalı, neden sonra kesilmelidir gibi) ihtilaf etmiştir. Bazıları bu hususta bir had koymak istemezler, ancak dikkat çekecek kadar da uzatılmasını hoş görmezler. İmam Mâlik çok uzamasını mekruh addetmiştir. Bazı âlimler bir tutam uzunluğu yeterli görüp fazlasının kesilmesine hükmetmiştir. Bazıları da sadece umre ve hacc sırasında sakalın kesilmesinin câiz olacağını söylemiştir.
Sakalın bir tutam olması gerektiği görüşü Hz. Ömer´e aittir. Rivâyete göre, sakalını fazla uzatan birini görünce sakalından asılarak ikaz etmiş, arkadan da birisine emrederek “bir tutamdan fazlasını” kestirmiştir. Sonra da adama yönelip: “Git saçını düzelt!” diye emretmiş ve: “Niye sizden bazıları kendine bakmayıp, yırtıcı hayvanlardan biri gibi başıboş bırakıyor!” demiştir.
Ebû Hüreyre ve İbnu Ömer gibi Ashab´tan bazılarını, sakalallarını avuçlayıp tutamdan artakalan kısmı kestikleri rivâyet edilmiştir.
Âlimlerden bazıları sakalın genişliğine büyümesinin de tahdid edilmesi gerektiğini söylemiştir. Çünkü bu durum, kişinin itibarına tesir edecek çirkinliğe sebep olabilir. Aslında uzunluk hususunda sünnetten mervî bir delil yoktur. Ulemâ, örfü ve zevk-i selîmi nazar-ı dikkate alarak bu hükme varmışlardır. Zira enine ve boyuna müdâhalesiz büyüyen sakal çirkinlik hasıl edebilir.[92]
SAKALLA İLGİLİ MEKRUHLAR:
Sakalın İslâmî âdaba uygun olması gerekir. Âlimler bu edebi bozan durumları tesbit etmişlerdir. Nevevî Müslim Şerhi´nde şu açıklamayı yapar:”
İranlılar sakalı traş ederlerdi, İslâm şeriatı bunu yasakladı. Âlimler sakal için oniki mekruh haslet zikrettiler. Bunlardan bir kısmı hafif bir kısmı da şiddetli mekruhtur. Şöyle ki:
1- Sakalın, cihâd gayesi dışında siyaha boyanması. (Siyah sakallı olmak düşman üzerinde genç ve güçlü intibâını vereceği için mücâhidin siyaha boyaması câizdir.)
2- Sâlihlere benzemek kasdıyla sarıya boyamak, sünnet niyetiyle olursa caizdir.
3- Riyâset elde etmek veya kendisini meşâyihten zannettirerek saçları kibrit veya başka bir şeyle ağartarak, yaşlılığa bürünmede acele etmek.
4- Parlaklığı devam ettirmek kasdıyla, sakal yeni çıkmaya başlayınca ilk çıkan tüyleri yolmak veya traş etmek.
5- Yaşlılıkta çıkan akları yolmak.
6- Kadınlara, başkalarına güzel görünmek için sakalı bölük bölük ayırmak.
7-Sakalın şakak kısmından ilâve veya noksanlarla veya bazı kısımlarından yolmalar suretiyle sakalı az veya çok yapmak.
8- İnsanlara yakışıklı görünmek için tarayıp salmak.
9- Zâhidlik izhâr etmek için sakalı bakımsız, karmakarışık bırakıvermek, kendine bakmamak.
10- Sakalın siyah ve beyazlarına kibirle, gururla, kendini beğenerek bakmak, gençliğiyle övünüp, yaşlılığıyla gururlanmak, gençlerle boy ölçüşmek.
11- Sakalını parça parça örmek.
12- Sakalı traş etmek. Bu erkekler için yasaktır. Kadınlarda sakal çıkarsa onların traş etmesi müstehabdır.”[93]
BEŞİNCİ BÂB
KOKU VE YAG
ـ1ـ عن أنس رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قال رَسُولُ اللّه #: حُبِّبَ إلىَّ الطِّيبُ وَالنِّسَاءُ، وَجُعِلَتْ قُرَّةُ عَيْنِى في الصََّةِ[. أخرجه النسائِِى .
1. (2137)- Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Bana, (dünyanızdan) koku ve kadın sevdirildi. Gözümün nuru ise namazda kılındı.” [Nesâî, İşretu´n-Nisâ 1, (7, 61).][94]
AÇIKLAMA:
1- Hadis dışında bazı âlimler (Zemahşeri ve el-Kâdî gibi), bu hadisi eserlerinden naklederken “üç” kelimesini ilave ederek: “Dünyanızdan üç şey bana sevdirildi…” şekline sokmuşlardır. Ancak Zerkeşî, Irakî ve İbnu Hacer gibi muhaddisler bunu, hem “rivâyetlerde olmadığı” hem de “…mânayı bozduğu” için reddederler. Mâna bozulmaktadır, çünkü namaz dünyevî bir şey değildir. Resûlullah hadiste, dünyayı kendisine nisbet etmiyor, onu tahkîr için “seviyorum” demiyor, sevdirildi diyor. Zîra Resûlullah dünyadan nefret etmede herkesten ileri idi.
“Sevdirildi” diye meçhul olarak ifade edilmesinden şu incelik çıkarılmıştır: Kadın ve kokuya olan sevgi Resûlullah´ın cibilliyetinde ve tab´ında mevcut değildir. O, sevmeye kullara rahmet gayesiyle mecbur kılınmıştır. Namaz ise öyle değil, zâtı îcâbı sevimlidir. Salât kelimesi ile, bu hadiste, Hz. Peygamber´e okunan salâtu selâmın kastedilmiş olabileceği de söylenmiştir. Namazın ta´zîmi onun, dînî emirlerin başında yer almasındandır. Pek çok hadis, dînî emirler arasında en yüce mevkiyi namazın tuttuğunu te´yîd eder.
Âlimler kadının sevdirilmiş olmasını birkaç sebeple açıklar:
1- Şeriatın mühim bir kısmının kadınlar tarafından nakledilmiş olmasıdır.
2- Ümmetin sayıca artmasına kadınlar vasıta olmaktadır. Kıyâmet günü Resûlullah diğer ümmetlere karşı, ümmetinin çokluğu ile övünecektir.
3- Kadın, dünyanın en hayırlı varlığıdır. Nitekim bir başka hadiste Resûlullah: الدُّنْيَا مَتَاعٌ وَخَيْرُ مَتَاعِهَا الْمَرْأةُ الصَّالِحَةُ “Dünya bir metadır, en hayırlı metâ ise sâliha kadındır.”
Kokunun zikrini bazı âlimler onun, melâike denen ruhânî varlıkların dünyadaki nasibi olmasıyla îzâh etmişlerdir. Bir kısım hadisler, güzel kokuyu meleklerin sevip haz duyduklarını belirtmiştir. Keza kokuya olan sevginin mizaçtaki kâmil mertebeyi tuttuğu, dost düşman cümlenin malumudur.
Hadisle ilgili bazı açıklamaları 2327 numarada kaydedeceğiz.[95]
ـ2ـ وعن ابن المسيب رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنَّهُ كَانَ يَقُولُ: إنَّ اللّهَ تَعالى طَيِّبٌ يُحِبُّ الطِّيبَ، نَظِيفٌ يُحِبُّ النَّظَافَةَ، كَرِيمٌ يُحِبُّ الْكَرَمَ، جَوَادٌ يُحِبُّ الجُودَ، فَنَظِّفُوا أفْنِيَتَكُمْ، وََ تَشَبَّهُوا بِالْيَهُودِ[. أخرجه الترمذي، ورفعه بعضهم عن عامر بن سعد أبيه عن النبي # .
2. (2138)- İbnu´l-Müseyyeb (rahimehullah)´den rivayet edildiğine göre demiştir ki: “Allah Teâlâ Hazretleri münezzehtir, (halde ve sözde) nezîh olanı sever; nâziftir, nezâfeti sever; kerîmdir, keremi sever; cömerttir, cömertliği sever. Öyle ise avlularınızı temizleyin ve yahudilere benzemeyin.” [Tirmizî, Edeb 41, (2800).]
Bu hadisi bazı râviler, Âmir İbnu Sa´d´ın babası tarikiyle Hz. Peygamber´e ulaştırıp merfû olarak rivâyet etmişlerdir.[96]
AÇIKLAMA:
1-Hadis, görüldüğü üzere, Tâbiîn´den olan Saîd İbnu Müseyyeb tarafından rivayet edilmektedir. Araya sahâbe girmediği gibi, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´e de nisbet edilmemektedir. Hz. Peygamber´e ref edilseydi mürsel hadis diyecektik. Yukarıdaki haliyle Saîd İbnu Müseyyeb´in şahsi sözü gözükmekle maktu hadis sınıfına girerse de, Teysîr müellifi İbnu Deybe´nin de kaydettiği açıklamaya göre, bazı rivayetlerde Emr İbnu Sa´d´ın babası vasıtasıyla hadis, Hz. Peygamber´e nisbet edilmekte ve merfû olduğu belirtilmektedir. Bilindiği üzere Hz. Peygamber´den rivayet edilenlere merfu hadis denmektedir.
2-Hadiste, dinimizce insanlarda bulunması takrir edilmiş olan bazı memduh sıfat ve hasletler Allah´a nisbet edilerek tebcîl edilmekte, farklı ve ikna edici bir uslubla bu hasletlerin iktisab edilmesine, nefsin bu sıfatlarla muttasıf kılınmasına teşvik edilmektedir:
Tayyib: “Münezzeh” diye tercüme ettiğimiz bu kelime tâhir (temiz), güzel, hoş, iyi gibi birbirine yakın mânaların hepsini ifade eder. Allah hakkında kullanılınca Allah´ın her çeşit noksanlıklardan, kusurlardan münezzeh olduğunu ifade eder. Tîb, hal, davranış, söz ve ahlâkta nezâhettir. Ancak güzel koku mânasına da gelir. Bu mânada Allah´ın tîb´i sevmesi, güzel koku kullanandan râzı olması demektir. Esasen hadiste bu mâna zahir olduğu için, bu hadis bu bâba alınmıştır.
Nazîf: Her çeşit kirden pâk, lekesiz demektir. Nezâfet de paklık, temizlik, lekesizlik gibi mânalara gelir, zâhirî ve bâtînî paklığı ifade eder.
Kerîm: Allah´ın sıfatlarındandır. Hayrı çok, lütfu bol, ihsanı hadsiz, son derece cömert gibi mânalara gelir. Lügat olarak kıymetli ve diğerli şeylere de kerîm denir. Kerem de kerîm olan´ın halidir.
Cevad, Allah hakkında sahî yani cömert, hayrı, ihsanı, bağışı,affı, mağfiret ve rahmeti bol ve sınırsız demektir. Böyle olunca cûd da “cömertlik”, eli açıklık gibi mânalara gelir. Cûd ile kerem birbirine yakın mânada iki kelimedir. Aralarındaki farka gelince, Râgıb, cûd´un kazanılan maddî servetteki cömertliği ifade ettiğini, keremin ise ruhî, ahlakî bir vasıf olup, kendisinden cömertlik zâhir olana kerîm dendiğini belirtir.
Allah´a, tîb, nezâfet, kerem, cûd gibi sıfatların izâfesi ve bunları sevdiğinin beyanı, bu sıfatların Allah katında taşıdığı kıymet ve ehemmiyeti gösterir.
Hadiste, bu sıfatlarla muttasıf olmaya insanları teşvik vardır.[97]
ـ3ـ وعن أبى هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قال رَسُولُ اللّهِ #: مَنْ عُرِضَ عَلَيْهِ طِيبٌ فََ يَرُدَّهُ، فَإنَّهُ طَيِّبُ الرِّيحِ خَفِيفُ المَحْمَلِ[. أخرجه مسلم وأبو داود والنسائى .
3. (2139)- Hz. Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Kime tîb ikram edilirse onu reddetmesin. Çünkü, o güzel koku verir ve taşıması da kolaydır.” [Müslim, Elfâz 20, (2253); Ebû Dâvud, Tereccül 6, (4172); Nesâî, Zînet 75, (8, 189).][98]
AÇIKLAMA:
1- Müslim´de tîb yerine reyhan zikredilir. Esasen, bazı âlimlerin dikkat çektiği üzere reyhan, bütün güzel kokulu bitkilerin müşterek adıdır. Tîb dahi, her çeşit güzel kokunun adıdır. Bu sebeple Kadı İyâz merhum, bu hadiste bütün güzel kokuların kastedildiğini belirtir.
2- Ulemâ, bu hadise dayanarak reyhan takdim edildiği takdirde bunun reddini mekruh addetmiştir. Müteâkip hadisin de ifâde ettiği üzere, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) kendisine güzel koku sunulunca reddetmezmiş.
3- Ulemâ, erkeklerin cuma ve bayram günlerinde, ilim ve zikir meclislerinde, cemaate çıkıldığı zamanlarda koku sürünmelerini müstehab addetmiştir.
Ancak erkeklerin kokuları elbisede renk bırakmamalıdır. Kadınların evlerinde koku sürünmeleri câizdir. Mescide ve sokağa çıktığı zaman kadının koku sürünmesi mekruhtur. (2145. hadise bak.)[99]
ـ4ـ وعن أبى عثمان النهدى رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قالَ رَسُولُ اللّهِ #: إذَا أُعْطَى أحَدُكُمْ الرَّيْحَانَ فََ يَرُدَّهُ فإنَّهُ خَرَجَ مِنَ الجَنَّةِ[ .
4. (2140)- Ebû Osman en Nehdî (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Sizden birine reyhan sunulduğu takdirde onu reddetmesin, zîra o cennetten çıkmadır.” [Tirmizî, Edeb 37, (2792).][100]
AÇIKLAMA:
1- Önce de söylediğimiz gibi, reyhan bütün güzel kokulu bitkilerin müşterek adıdır. Ancak, Arapçada aynı zamanda belli bir kokulu otun adıdır. Dilimizde ona fesleğen denir. Mamafih reyhan adıyla da bilinir. Münâvî, bu hadiste fesleğen kastedilmeyip bütün güzel kokulu otların kastedildiğini söyler.
2- Reyhanın (güzel kokulu bitkilerin) cennetten gelmesi iki şekilde açıklanmıştır:
a) Maksad bir teşbihtir. Yani: “Sanki cennetten çıkmış gibidir” demektir. Çünkü, cennetin kokusu sabittir, değişmez ve ebedidir yok olamaz.
b) Hadisi zahiri üzere anlamak da mümkündür. Bu durumda reyhandaki hâsiyetin cennetten gelmiş olduğu söylenebilir. Bâzı rivâyetlerde vârid olduğuna göre, cennette, dünyada bulunan şeylerin sadece adı vardır. Öyle ise cennet´i lügat mânası üzere anlamak da mümkündür: “Cennet” sarmaş dolaş ağaçların bulunduğu bahçe demek olduğuna göre, “Reyhan sarmaşdolaş ağaçlardan çıkmadır, ne vermede zahmet, ne de almada minnet var!” demek olur.[101]
ـ5ـ وعن ابن عمر رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]قال رَسُولُ اللّهِ # ثََثَةُ َ تُرَدُّ: الْوِسَادَةُ، وَالدُّهْنُ، وَالطِّيبُ[. أخرجهما الترمذي .
5. (2141)- İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Üç şey reddedilmez: Minder, yağ ve koku.” [Tirmizî, Edeb 37, (2791).][102]
AÇIKLAMA:
1- Tirmizî´de ve Şerh-i Tuhfetu´l-Ahvazî´de “yağ” yerine süt´ün zikri geçer. el-Câmi´u´s-Sağir´de ise koku zekredilmez; “minder, yağ ve süt” denir.
2- Tîbî, bu hadiste misafire yapılacak minder, koku ve süt ikramlarının kastedildiğini belirtir ve der ki: “Bunlar ehemmiyetsiz küçük ikramlar olması sebebiyle bunlarda minnet azdır, binaenaleyh reddedilmesi yakışık almaz.”[103]
ـ6ـ وعن نافع قال: ]كَانَ ابْنُ عُمَرَ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما يَسْتَجْمِرُ بِا‘لُوَّةِ غَيْرَ مُطِرَّاةٍ وَبِكَافُورٍ يَطْرَحُهُ مَعَ ا‘لُوَّةِ وَيَقُولُ: هكَذَا رَأيْتُ رَسولَ اللّهِ # يَسْتَجْمِرُ[. أخرجه مسلم والنسائى.»اِسْتِجْمَارُ«: هنا البخور، وهو استفعال من المجمرة، وهى التي توضع فيها النار.و»وَا‘لُوةُ«: بفتح الهمزة وضمها: العود الذي يتبخر به.و»وَالمُطرَّاةُ«: العود المربى المطيب .
6. (2142)- Nâfi´ merhum anlatıyor: “İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) buhur yaktığı zaman saf öd ve kâfûrla karışık öd kullanır ve şunu söylerdi: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) da böyle yapardı.” [Müslim, Elfâz 21, (2254); Nesâî, Zînet 38, (8, 156).][104]
ـ7ـ وعن أبى هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قال رَسُولُ اللّهِ #: طِيبُ الرِّجَالِ مَا ظَهَرَ رِيحُهُ وَخَفِىَ لَوْنُهُ، وَطِيبُ النِّسَاءِ مَا ظَهَرَ لَوْنُهُ وَخَفِىَ رِيحُهُ[. أخرجه الترمذي والنسائى .
7. (2143)- Hz. Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Erkeğin tîb´i (sürünme maddesi) koku neşreder, rengi olmaz. Kadının tîb´i ise rengi olur, kokusu olmaz.” [Tirmizî, Edeb 31, (2788); Nesâî, Zînet 32, (8, 151).][105]
AÇIKLAMA:
Tîb sürünme maddesinin ismidir. Güzel koku neşreden her şeye tîb denir. Sadedinde olduğumuz hadis erkeklerin güzel koku maksadıyla kullanacağı sürünme maddesinin, bedende ve elbisede renk bırakacak cinsten olmamasını belirtmektedir. Gül suyu, misk, anber ve kâfûr bu çeşittendir.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) kadınların sürünme maddelerinin dışarıya koku neşredecek cinsten olmamasını emretmektedir. Zâferân bu çeşitten bir tîb´dir. Ancak Bağavî´nin Şerhü´s-Sünne´de kaydettiği üzere, şârihler, kadınlarla ilgili kaydın dışarı çıkma ile alakalı olduğunu belirtmişlerdir. “Aksi takdirde derler, evde kocası için dilediği kokuyu sürünebilir.” Nitekim müteakiben kaydedeceğimiz ikinci hadiste (2145); Efendimiz (aleyhissalâtu vesselâm) güzel koku sürünerek insanların arasına karışan kadını zâniye olarak tavsif etmektedir.[106]
ـ8ـ وعن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]كانَ رَسولُ اللّهِ # يَتَطَيَّبُ بِذِكارَةِ الطِّيبِ: المِسْكِ والْعَنْبَرِ وَيَقُولُ: أطْيَبُ الطِّيبِ المِسْكُ[. أخرجه الترمذي.»ذِكَارَةُ الطِّيبِ«: مالون له .
8. (2144)- Hz. Âişe (radıyallâhu anhâ) şunu demiştir: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) misk ve anber gibi, renksiz koku maddeleri sürünürdü ve derdi ki: “Sürünme maddelerinin en iyisi misktir.” [Tirmizî, Cenâiz 16, (991); Nesâî, Zînet 31, (8, 151, 152); Ebû Dâvud, Cenâiz 37, (3158).][107]
AÇIKLAMA
Misk, tabiî koku çeşitlerinden biridir. Bir cins erkek ceylanın karın derisinin altından elde edilir. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) bu kokunun diğer kokulardan üstün ve mûteber olduğunu beyan etmektedir.[108]
ـ9ـ وعن أبى موسى رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قال رَسُولُ اللّه #: كُلُّ عَيْنٍ زَانِيَةٌ وَإنَّ المَرَأةَ إذَا اسْتَعْطَرَتْ، ثُمَّ مَرَّتْ بِالْمَجْلِسِ فَهىَ زَانِيَةٌ[. أخرجه أصحاب السنن.»اسْتَعْطَرَتْ«: استفعلت من العطر، وهو الطيب .
9. (2145)- Ebû Mûsa (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Her göz zânidir. Şurası muhakkak ki, kadın koku sürünür, sonra da (erkek) cemaate uğrarsa o da zâniyedir.” [Tirmizî, Edeb 35, (2787); Ebû Dâvud, Tereccül 7, (4174,4175); Nesâî, Zînet 35, (8, 153).][109]
AÇIKLAMA:
1- Resûlullah (alehissalâtu vesselâm) her bir göze zâni demekle, yabancı kadına şehvetle bakmayı zinaya nisbet etmekte ve bundan yasaklamaktadır. Çünkü nazar zina fazîhasının ilk adımıdır. Dinimiz bir fiili haram ilan etmişse , ona görtüren sebepleri de haram ilan etmiştir. İşte bu hadiste şehvet nazarıyla bakmanın tahrîm ediliş örneğini görmekteyiz. Âyet-i kerîme mü´min erkeklere ve mü´min kadınlara ayrı ayrı hitab ederek gözlerini haramdan korumalarını emreder (Nûr 30-31).
2- Kadınların koku sürünerek erkek cemaatine uğraması bir nevi zina olarak tavsîf edilmiştir. Çünkü bu hal, erkeklerin şehvetini tahrik edecek, onların nazarlarını kendisine çekecektir. Şehevî olan böyle bir bakış ise, daha önce belirtilmiş olan göz zinası´dır. Bu kötü duruma koku sürünen kadın sebep olduğu için, zâniye olarak tavsif edilmiştir.
Şunu da belirtelim ki , bu bâbın ilk hadisi olarak kaydelilen: “Dünyanızdan bana üç şey sevdirildi: Kadın, güzel koku…” hadisinde, kadınla güzel kokunun beraber zikrinde âlimler kadınla koku arasındaki irtibat yönüyle bir incelik, bir kasd-ı mahsus görürler. Böylece kadının, güzel koku sürünerek yabancı erkeklerin arasına karışmasındaki mahzur daha iyi anlaşılır.[110]
ـ10ـ وعن أبى هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قال رَسولُ اللّهِ #: أيُّمَا امْرَأةٍ أصَابَتْ بُخُوراً فََ تَشْهَدْ مَعَنَا الْعِشَاءَ اŒخِرَةَ[. أخرجه مسلم وأبو داود والنسائى .
10. (2146)- Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Kendisine buhur değen kadın sakın bizimle yatsı namasına katılmasın. “[Müslim, Salât 143, (444); Ebû Dâvud, Tereccül 7, (4175); Nesâî, Zînet 37, (8, 154).][111]
AÇIKLAMA:
Hadiste geçen “buhur değmek”ten murad, kadının üzerinde koku duyulmasıdır. Şu halde ne suretle sinmiş olursa olsun üzerinde koku bulunan kadın mescide uğramayacaktır. ” Yatsı naması” diye tahsis edilmesi te´kîd içindir. Zira gece vakti fitne vukûundan daha çok korkulur. Ayrıca kadınlar mescide gitme fırsatını daha çok yatsı namazında bulabilirler. Bu sebeple öncelikle “yatsı” denmiştir. Hülâsa, üzerinde koku bulunan kadınların diğer vakitlerde mescide gitmelerinde bir beis yok, gidebilirler demek değildir.
Bu ve benzeri hadisler kadının mescide çıkmasını yasaklamıyor. Ancak kayıt getirmiş oluyor. Bazı âlimler, kadının mescide ve sokağa çıkması için, konan şartlara uyulmadığı takdirde çıkmakta men edilmesinin vâcib olduğunu söylemiştir. Kadı İyâz: “Kadın mescide çıkmaktan men edilirse, başka maksadla çıkmalarından ekseriyetle men edilir” demiştir.[112]
ALTINCI BÂB
ZİNETLE İLGİLİ ÇEŞİTLİ MESELELER
ـ1ـ عن أبى هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قالَ رَسُولُ اللّهِ #، الْفِطْرَةُ خَمْسٌ الخِتَانُ، وا“سْتِحْدَادُ، وَقَصُّ الشَّارِبِ، وَتَقْلِيمُ ا‘ظفَارِ، وَنَتْفُ ا“بْطِ[. أخرجه الستة.»اسْتِحْدَادُ«: كحلق العانة، ونحو ذلك من التنظيف الذي تحتاج المرأة إليه .
1. (2147)- Hz. Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Fıtrat beştir: Sünnet olmak, etek traşı olmak, bıyığı kesmek, tırnakları kesmek, koltuk altını yolmak.” [Buhârî, Libâs 63, 64, İsti´zân 51; Müslim, tahâret 39, (257); Muvatta, Sıfatu´n Nebiyy 3, (2, 921); Tirmizî, Edeb 14, (2757), Ebû Dâvud Tereccül 16, (4198); Nesâî, Tahâret 10, 11, (1, 14, 15).][113]
AÇIKLAMA:
Bu hadisin anlaşılması için iki noktanın açıklanması gerekmektedir.
A) Fıtrat´la ne kastedilmişitir
B) Fıtrattan olan hasletler nelerdir [114]
A) FITRAT NEDİR
Fıtrat´ın bu bahiste ne manaya geldiğini 2133 numaralı hadiste kısaca açıklamış idik. Gerek âyetlerde ve gerekse hadislerde çokca geçen bir tâbir olması haysiyyetiyle, kelimeyi burada biraz daha açmayı gerekli görüyoruz.
* Fıtrat, Râgıb´a, göre, asıl itibariyle boylamasına yarılmadır. “Yarık”a, “ihtira” ve “icâd”a dahi fıtrat denmiştir. Ebû Şâme´ye göre, fıtrat´ın aslı “İlk yaratılış” mânasınadır. Nitekim Kur´an´da Cenâb-ı Hakk´ın ismi olarak Fâtıru´s-Semâvât ve´l arz göklerin ve yerin yaratıcısı tabiri geçmektedir. Hadis-i şerifte de: كُلُّ مُوْلُودٍ يُولَدُ عَلى الْفِطْرَةِ “Her çocuk, fıtrat (yani Allah´ın ilk ortaya koyduğu yaratılış) üzere doğar” buyrulmuştur. Bu açıklama şu âyete de işâret etmektedir: فِطْرَة اَللّهِ الَّتِى فَطَرَ النَّاسَ عَلَيْهَا “..Allah´ın insanları üzerine yarattığı, o fıtrat…” (Rum 30). Burada ifade edilen mâna şudur: Her insan eğer doğduğu anda terkedilecek (ve hiçbir hâricî telkin ve tercihte bulunulmayacak) olsa, aklı onu hak din´e yani tevhîd´e götürür. Bu söyleneni şu âyet dahi te´yîd eder: فَاقِمْ وَجْهَكَ لِلدِِّينِ حَنِيفاً فِطْرَةَ اللّهِ “O halde (habibim), sen yüzünü bir muvahhit olarak dine, Allah´ın o fıtratına çevir ki, O insanları bunun üzerine yaratmıştır” (Rum 30). Bu hususu, keza yukarıda kaydettiğimiz hadisin devamı da te´yîd eder: “…Çocuğu ebeveyni yahudî veya hıristiyan veya mecusi… yapar.” Şu halde sadedinde olduğumuz hadis şöyle demiş olmalıdır: “Fıtrattan olan şu beş şeyi kim yaparsa nefsini, Allah´ın kullarını yaratmış bulunduğu aslî fıtrat ile muttasıf kılar.” Bundan da maksad, insanları bu beş şeye teşvik etmek, onların en mükemmel sıfatları takınıp en güzel sûret üzere olmalarını sağlamaktır.”
* Fıtrat´ın mânasını açıklama sadedinde Hattâbî şunu kaydeder: “Ulemânın ekserisi bu hadiste “fıtrat”tan muradın sünnet olduğunda ittifak etmiştir.” Hattâbî´den başkaları da bu görüştedirler. Derler ki: “Hadisin mânası: “Şu beş şey geçmiş peygamberlerin sünnetindendir” demektir.
* Bir kısım âlim de : Fıtrat´ın mânası “din”dir. Ebû Nuaym el-İsfehânî, Mâverdî, eş-Şeyh Ebû İshâk sadedinde olduğumuz hadiste fıtrat´tan muradın din olduğunu söyleyenlerdendir.
* İbnu Salâh, fıtrat kelimesini sünnet´le açıklamayı yadırgayarak sünnetü´lfıtrat şeklinde mahzuf bir izâfet çerçevesinde anlaşılmasının daha uygun olacağını söylemiş ise de, bu itiraza itiraz eden Nevevî, hadisini:
وَمِنَ السُّنَّةِ قَصَّ الشَّارِبِ وَنَتْفِ ا“بْطِ وَثَقْلِيم اَظْفَارِ “Sünnetten olarak bıyığın kesilmesi, koltuk altının yolunması, tırnakların kesilmesi vardır” şeklindeki vechini göstererek fıtratın izafetle kayıtlamadan, mutlak haliyle sünnet manasında anlaşılmasının doğru olduğunu delillendirmiştir. İbnu Hacer, fıtrat yerine “sünnet” kelimesinin muhtelif rivâyetlerde vârid olduğunu belirtir.
* Fıtrat´ın mânasını tesbitte Kadı Beyzâvî daha eslem bir yol tutar. O´na göre, ulemanın ileri sürdüğü bütün mânalar sahihtir. Kelime, hepsini ifade edecek câmî bir mana taşımaktadır. Binaenaleyh ihtira, cibillet, din, sünnet mânalarına gelir. Der ki: “Fıtrat, peygamber tarafından ilk defa ihtira edilen ve bütün şeriatlarce ittifakla benimsenmiş olan eski sünnet (es-Sünnetü´lkadîme) dir. Sanki bunlar, cibillî, fıtrî emirlerdir, insanlık bunlar üzerine yaratılmıştır.”
Şunu da belirtmek gerek. Hadisin bazı vecihlerinde fıtrat yerine kullanılmış olan sünnet kelimesi, ıstılâhi mânadaki sünnet değildir, yani “vacib”in mukabili olan sünnet değildir, yol manasına gelen sünnettir. Bu görüşte cezm eden şeyh Ebû Hâmid, Mâverdî ve başkaları: “Bu, şu hadiste olduğu gibidir: عَلَيْكُمْ بِسُنَّتِى وَسُنَّةِ الْخُلَفَاءِ الرَّاشِدِينَ “Size benim sünnetime ve benden sonra da Hülafâ-i Râşidin´in sünnetine uymak gerekir.” Mâlikî fakihlerinden Ebû Bekir İbnu´l-Arabî sadedinde olduğumuz hadiste geçen beş haslete uymanın vâcib olduğuna hükmetmiş ve : “Zîra kişi, bunları terkedecek olsa insani görünüşünü kaybeder, insanlığını yitirenden nasıl İslâm´lık beklenir ” demiş ise de Ebû Şâme: “Hadisin taleb ettiği şeyler, ahlâkı güzelleştirmeye mahsus olan nezâfettir. Bunun için Şâri´den vâcib kılıcı bir emre gerek yoktur. İnsanların fıtrî meyilleri yeterlidir, mücerred nedb ifade eden beyan kâfidir” demiştir.[115]
B) FITRATTAN OLAN ŞEYLER
Fıtrat´ın ne olduğunu kavradıktan sonra “fıtrat”a giren şeyleri bilmeye sıra gelmiş olmaktadır. Sadedinde olduğumuz hadis “fıtrat”tan olan beş şeyi saymaktadır: Hitân (sünnet olmak), etek traşı, bıyığı kesmek, tırnakları kesmek, koltuk altını yolmak.
Hemen belirtelim ki fıtrat´tan haber veren hadisler ya burada olduğu gibi hasr ifade eden bir üsluba sahiptir ya da ba´ziyet (parça, kısım) ifade eden bir üsluba sahiptir. Sadedinde olduğumuz hadis, “Fıtrat beştir” diyerek kesin bir üslubla hasr ifâde etmekte, sanki bir altıncı “fıtrat” yokmuş intibâını vermektedir. Halbuki aynı hadis: اَلْفِطْرَةُ خَمْسٌ اَوْ خَمْسٌ مِنَ الْفِطْرَةِ “Fıtrat beştir veya fıtrattan beş şey vardır…” şeklinde şekk ifâde eden bir tarzda da rivâyet edilmiş olmaktan başka, خَمْسٌ مِنَ الْفِطْرَةِ “Fıtrattan beş şey vardır…” diye kesinlikle ba´ziyet (kısım) ifade eden üslubla da rivayet edilmiştir. Kaldı ki, bu hadisle hasr kastedilmediğini gösteren başka rivayetler de vardır. O rivayetlerde, fıtrat´la ilgili hasletler değişik rakamlarla ifade edilir ve burada sayılan beş şeyin dışında başka hasletler de sayılır. Sözgelimi müteâkiben kaydedeceğimiz 2148 numaralı hadiste fıtrattan olan on haslet sayılırken, İbnu Ömer´den kaydedilen bir hadiste üç haslete yer verilmiştir: مِنَ الْفٍطْرَةِ حَلْقُ الْعَانَةِ وَتَقْلِيمُ اَظْفَارِ وَقَصُّ الشَّارِبِ “Fıtrattan üç şey: Etek traşı, tırnakların kesilmesi, bıyığın kesilmesidir.”
Şu halde bu hadislerde zikredilen rakamlardan murad hasr değildir. Âlimler, verilen rakamlar hakkında farklı yorumlar ileri sürmüşlerdir. Bilinmesi gerekenlerden bazılarına göre:
* Resûlullah, önce beş hasleti duyurdu, sonra ziyâdeleri ilan etti.
* Beş hasletin ehemmiyetini te´kidde mübâlağa için hasr´a yer verilmiştir. Hadislerde bunun başka örneği de var: اَلدِّينُ النَّصِيحَةُ “Din nasihattır” veya اَلْحَجُّ عَرَفَةٌ “Hacc Arafat´tır” hadislerinde olduğu gibi. Dinin içinde pek çok mesele olduğu halde, “nasihat”ın ehemmiyetini tebârüz ettirmek (vurgulamak) için, “Din nasihattır” buyurulmuştur. İkinci örnek de öyle: Hacc´ınen mühim rüknü Arafat vakfesi olduğu için “Hacc Arafat´tır” denmiştir. Tirmizî´nin tahric ettiği: مَنْ لَمْ يَأخُذْ شَارِبَهُ فَلَيْسَ مِنَّا “Kim bıyığını almazsa bizden değildir” hadisi de te´kid ifade eder.
Ebû Bekir İbnu´l-A´rabî, “fıtrat”a giren hasletlerin otuza baliğ olduğunu söylemişse de, İbnu Hacer: “Fıtrat lâfzıyla bizzat hadislerde ifade edilen hasletleri kastetmişse otuzu bulmaz, fıtrat´a izâfe edilmeksizin daha âmm olarak beyan edilen hasletleri kasdetmiş ise bunlar otuzu çok geçer, tahdîde gelmez” der. Bu hadislerde (Fıtrat kelimesine izâfe edilerek) zikredilen hasletlerin hepsi (mecmûu) toplam olarak onbeşi bulur…” Sadedinde olduğumuz hadiste gelen beş şey dışındakiler şunlardır:
1- Abdest,
2- İstinşak (burna su çekmek),
3- İstinsâr (sümkürmek),
4- İstinca,
5- Misvak,
6- Cuma günü (haftalık) yıkanma,
7- Sakalın, uzatılması,
8- Saçın (tepe-alın arasından yanlara) ayrılması,
9- Parmak mafsallarının yıkanması,
10- İntizâh (abdestten sonra -vesveseyi def için- pantalonun ön kısmına avuçla bir miktar su çilemek).
Hadislerde “Fıtrat” kelimesine izafe edilmeden beyan edilen hasletlerin çokluğuna dikkat çeken İbnu Hacer, örnek olarak Tirmizî´de gelen Ebû Eyyub (radıyallâhu anh) rivâyetini kaydeder:
اَرْبَعُ مِنَ السُّنَنِ الْمُرْسَلِينَ: اَلْحَيَاءُ وَالتَّعَطُّرُ وَالسِّوَاكُ وَالنِّكَاحُ
“Eski peygamberlerin sünnetinden dört tanesi şunlardır: Hayâ, koku sürünmek, misvâk, nikâh (evlenmek).”
Dînî ve dünyevî maslahatlara müteallik olan bu hasletler zımnında İbnu Hacer örnek olarak şunları zikreder:
Dış görünüşün (hey´et) güzel kılınması, bedenin toptan veya parça parça temizliği, büyük ve küçük abdestleri bozduktan sonra temizlikte ihtiyât, temas ettiğimiz insanlara kötü kokularla eza vermekten kaçınmak, putperest, mecûsî, hıristiyan, yahudî gibi gayr-ı müslimlere ait şiarlara (alâmetlere) muhâlefet şâri´ninemirlerine uyma… وَصَوَّرَكُمْ فَأحْسَنَ صُوَرَكُمْ “Size şekil verip de şeklinizi güzel yapan… Allah´tır” (Mü´min 64) âyetinin işâret ettiği hususun korunması; çünkü, mezkûr hasletlerin muhafazası ile bu gerçekleştirilecektir. Zîra âyet-i kerîme sanki şöyle demektedir: “Suretinizin güzelliğini devam ettirecek şeyleri koruyun.”
En eski peygamberlerden beri insanlığa talim edilen ve görüldüğü üzere esasını temizlik ve hâricî görünüş teşkîl eden bu hasletlere riayetin dünyevî neticesini İbnu Hacer şöyle noktalar:
“Bu hasletler korununca mürüvvet ve insanlarla matlub kaynaşma hasıl olur. Çünkü insan, güzel bir hey´et ve sevimli bir dış görünüş izhâr edebilirse başkalarına daha câzip, daha çekici gelen bir hal kazanır. Böylece sözü dinlenir, fikri kabul edilir.”[116]
ـ2ـ وعن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]قال رَسُولُ اللّهِ: عَشْرٌ مِنَ الْفِطْرَةِ: قَصُّ الشَّارِبِ، وَإعْفَاءُ اللِّحْيَةِ، وَالسِّوَاكُ، واسْتِنْشَاقُ المَاءِ، وَالمَضْمََضَةُ وَقَصُّ ا‘ظْفَارِ، وَغَسْلُ الْبَرَاجِمِ، وَنَتْفُ ا“بْطِ، وَحَلْقُ العَانَةِ، وَانْتِقَاصُ المَاء[.»يَعْنِى اسْتِنْجَاءَ«.»البَرَاجِمُ«: عقد ا‘صابع الظاهرة .
2. (2148)- Hz. Âişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “On şey fıtrattandır: Bıyığın kesilmesi, sakalın uzatılması, misvak, istinşak (burna su çekmek), mazmaza (ağza su çekmek), tırnakları kesmek, parmak mafsallarını yıkama, koltuk altını yolmak, etek traşı olmak, intikâsu´lmâ yani istinca yapmak.” [Müslim, 56 (261); Ebû Dâvud, Tahâret 29, (53); Tirmizî, Edeb 14, (2758); Nesâî, Zînet 1, (8, 126, 127).][117]
AÇIKLAMA:
1- Fıtrat´la ne kastedildiğini önceki hadiste yeterince açıkladık. Pek çok hadiste, “fıtrat”tan olan şeylere temas edildiğini, pek çok hasletin buraya girdiğini, onbeş tanesinin hadislerde fiilen fıtrat kelimesine izâfe edilerek zikredildiğini gördük.
2-İNTİKÂSU´L-MÂ: Bu hadiste, fıtrattan olan hasletlerden on adedinin bir arada sayıldıklarını görmekteyiz. Bunların bir kısmı ile ilgili açıklama daha önce çyapılmıştır. Bazıları hakkındaki açıklama da müteakip hadislerde yapılacaktır. Burada dikkat çekeceğimiz bir haslet intikâsu´lmâ´dır. Bu tabir ile ne kastedildiği alimlerce ihtilaf edilmiştir. Kelime olarak suyun noksanlaşması demektir. Ancak farklı rivayetlerde daha başka kelimelerle de ifade edilmiş olduğu için ulemanın yorumu ihtilaflı olmuştur. Teysîr´in aldığı vecihte de görüldüğü gibi bazıları, istinca diye açıklamıştır. Bazılarına göre de abdest bozduktan sonra suyu kullanmak suretiyle idrar akıntısını kesmektir. Bir kısım âlimler de “abdestten sonra su serpme” demiştir. Nitekim bir rivayette intikas´a bedel intidâh kelimesi kullanılmış ve su serpme te´vilini desteklemiştir. Çoğunluk da böyle anlamıştır. İntikâs, idrar sızıntısı vâki olduğu şeklinde kalbe bir vesvese düşmemesi için avret mahalline biraz su serpmektir.
Bu mesele daha ziyâde erkekleri alâkadar eden bir teferruattır. Küçük abdestten sonra miktarı, şahıstan şahısa yaştan yaşa, hatta mevsimden mevsime değişen bir müddet içerisinde idrar borusundan bir sızıntı gelir. Bu gelinceye kadar abdest almamak icabeder. Beklenmiş olmasına rağmen abdestten sonra yaşlık hissedilerek vesveseye düşülme hâli sıkça vukûa gelir. İşte intikâsu´lmâ´yı bazı âlimler, başka rivayetlerde gelen intizâh´a dayanarak su serpmek olarak anlamışlardır. Zîra, mezkûr vesvesenin önlenmesi için Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) abdest aldıktan sonra mezâkir´e (avret mahalline) avuçla bir miktar su serpmeyi tavsiye eder. Bu, dinimizin bir ruhsatı, bir kolaylığıdır, Şefî´imizin (aleyhissalâtu vesselâm) bir şefkatidir. Ashab-ı Sünen´in el-Hakem İbnu Süfyan (radıyallâhu anh)´dan rivayetlerine göre, Süfyân, Resûlullah´ı abdest aldıktan sonra bir avuç su alarak avret mahalline serptiğini görmüştür. İbnu Hacer Beyhakî´den naklen şu rivayeti kaydeder: “Bir adam İbnu Abbâs´a gelir ve: “Ben, namaz için kalkınca bir yaşlık buluyorum” der. İbnu Abbas (radıyallâhu anhümâ) ona şu cevabı verir: “Su serp, böyle bir yaşlılık bulunca “serptiğim sudandır” de.”
NOT: İslâm ulemâsı “fıtratta olan hasletler” le ilgili hadisleri açıklarken iki noktaya dikkat çekerler:
1) “Fıtrattan olan hasletler”, âyet-i kerîmede Hz. İbrahim´in ibtila (imtihan) edildiği bildirilen “kelimeler”dir. وَإذِ ابْتَلَى اِبْرَاهِيمَ رَبُّهُ بِكَلِمَاتٍ فَاتَمَّهُنَّ Âyet meâlen şöyle: “Rabbi İbrahim´i birtakım kelimelerle (emirlerle) denemiş, o da onları yerine getirmişti…” (Bakara 124). Sahih bir senetle İbnu Abbâs´tan geldiği üzere: “Hz. İbrahim´in ibtila (imtihan) edildiği ve onun da yerine getirmiş olduğu kelimelerden maksad fıtrat hasletleridir. Bunlardan biri de sünnet olmaktır.”
2) Bu hasletlerin yerine getirilmesi gereklidir, çünkü, bir başka âyette Hz. İbrahim (aleyhisselâm)´e uyulması emredilmektedir: ثُمَّ اَوْحَيْنَا اِلَيْكَ اِنِ اتَّبِعْ مِلَّةَ اِبْرَاهِيمَ “Şimdi ey Muhammed! Sana, “Doğruya yönelen, puta tapanlardan olmayan İbrahim´in dinine uy” diye vahyettik” (Nahl 123).]
Bazı âlimler, buradan da hareketle, “İbtila çoğunluk itibariyle, vâcib olan işlerde vâki olur” mülâhazasıyla, fıtrattan olan hasletlere uymanın, vacib bile olduğunu söylemişlerdir. Ancak diğer bazıları, bunları Hz. İbrahim (aleyhissalâm)´in vücub bir vazife olarak yapmış olması halinde bize de vecibe olabileceğini, fakat bir nedb olarak yapmış ise bizim için de vücûb değil, nedb ifade edeceğini söyleyerek îtiraz etmişlerdir. Öyleyse bu fıtrat hasletlerinin vücub ifâde edip etmediğinin tesbitinde başka deliller getirmek gerekecektir.
Esas olan, bunların vücub ifade etmemesidir, nedb ifade etmesidir.[118]
ـ3ـ وعن أنس رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]وَقَّتَ لَنَا رَسولُ اللّهِ في قَصِّ الشّارِبِ، وَتَقْلِيمِ ا‘ظْفَارِ، وَنَتْفِ ا“بْطِ، وَحَلْقِ الْعَانَةِ، أنْ َ يُتْرَكَ أكْثَرَ مِنْ أرْبَعِينَ لَيْلَةً[. أخرجه الخمسة إ البخارى .
3. (2149)- Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), bize bıyığın makaslanıp, tırnağın kesilmesini, koltuk altının yolunup, eteğin traş edilmesini kırk gün aşmayacak şekilde vakitledi.” [Müslim, Tahâret 51, (258); Ebû Dâvud, Tereccül 16, (4200); Tirmizî, Edeb 15, (2759); Nesâî, Tahâret 13, 14, (1, 15, 16).][119]
AÇIKLAMA:
Bu hadis vücutta yapılacak bazı temizliklerle ilgili bir müddet fikri vermektedir. Hadis, ulemânın da anladığı üzere tırnak kesmek, bıyık ve diğer traşları yapmak için kırk günü beklemeyi emretmiyor. Bu fazlalıklar çıktıkça hemen atılması esastır. Kırk gün, âzamî müddeti ifâde eder ve “Kırk günü geçirmeyin” mânasında anlaşılması gerekir.
Bu sayılan temizliklerin haftanın hangi gününde, günün hangi saatinde ve ne sûretle yapılması gerektiği hakkında mevsûk rivâyet mevcut değildir. Sadece, Resûlullah´ın temizlik işlerini cuma günü yaptığına dair rivâyet vardır. Beyhakî, Resûlullah´ın tırnaklarını cuma günü kesmeyi sevdiğine dair Ebû Câfer Bâkır´dan mürsel bir rivâyet kaydetmiştir. Mevsuk olmayan bâzı zayıf rivayetlerde alaca hastalığına sebep olacağı belirtilerek çarşamba günü tırnak kesmek yasaklanmıştır. Ancak Münâvî, Süheylî´den naklen şunu kaydeder: “Çarşamba gününün uğursuzluğu, Hz. Peygambere uymayı terk sonucu şundan bundan uğursuzluk çıkarmayı âdet edinerek, çarşambadan da uğursuzluk arayan kimseyedir. Bunu yapmak ise tevekkülü az olan insanların harcıdır. Böylelerine, o günkü tasarrufları zarar verir.” Münâvî der ki: “Velhasıl, müneccimler gibi bâtıl bir inançla uğursuzluk getireceği düşüncesiyle çarşamba gününden kaçınmak şiddetle haramdır. Çünkü haftanın her günü Allah´ındır. Tek başına ne fayda ne de zarar verir. Onun dışında da bir zarar, bir mahzur yoktur. Kim günlere uğursuzluk izafe ederse kendi uğursuzluğunu bulur. Kim de Allah´tan başka hiç birşeyin, fayda ve zarar vermeyeceğine kâni olursa, bu meselede hiçbir şeyin ona kötü bir tesiri olmaz. Bil ki uğursuzluk sadece buna inanan kimseye gelir. Öyle ise asıl bela bu bâtıl inançtır.” Şunu da kaydedelim ki, gayr-i mevsuk bir kısım rivâyetlerde, çarşamba gününe uğursuzluk izafe edilirken, yine gayr-i mevsuk diğer bazılarında da “uğur” izâfe edilmiştir. Haftanın her gününün nasıl bir uğur getireceğini ayrı ayrı sayan bir rivâyette çarşamba günü için:
وَمَنْ قَلَّمَهَا يَوْمَ اَرْبِعَاءِ خَرَجَ مِنْهُ الْوَسْوَاسُ وَالْخَوْفُ وَدَخَلَ فِيهِ ا‘مْنُ وَالشِّفَاءُ
“Kim çarşamba günü tırnaklarını keserse vesvese ve korku çıkar, yerine emniyet ve şifa girer” der.
Şârihlerin bir kısmı herhangi bir rivâyete dayanmaksızın tırnak kesmede şu tertibe uyulmasını kaydederler: Önce sağ elin şehâdet parmağından başlayarak, sonra orta, yüzük, serçe parmaklarını tırnaklarını sırayla kesip en sonunda baş parmağa geçilmelidir. Sol elde ise küçük parmaktan başlayıp yüzük, orta, şehâdet ve baş parmağa sırayla geçilmelidir. Ayak tırnakları kesilirken sağ ayağın küçük parmağından başlayıp sol ayağın baş parmağına geçip sırayla en son küçük parmağa ulaşılmalıdır. Nevevî bu tertibe müstehab demiş ise de rivayetten delil kaydetmemiştir. Tırnaklar parmağa zarar vermeyecek şekilde imkan nisbetinde dipten kesilmelidir.
Koltuk altı kıllarının temizliği için hadislerde hep “yolmak” tâbiri kullanılır. Dolayısiyle, ulemâ, bu temizliğin “yolarak” yapılmasının sünnet olduğunu söylemekte ittifak eder. Ancak, bunun bir vecibe olmadığı, dileyenin traş edebileceği veya ilaçla bertaraf edebileceği de söylenmiştir. Nitekim, İmam Şâfiî gibi şeriat ve sünneti çok iyi bilen ve tatbik eden bir büyüğün yolmanın acısına dayanamadığı için, koltuk altlarını berbere kazıttığı rivâyetlerde gelmiştir.
Bu temizliğe de sağ koltuktan başlamak müstehabdır. Bıyıkları keserken de sağdan başlanır.Daha önce belirtildiği üzere, bıyığın dipten kazınması ile yukarıdan alınması meselesi ihtilâflıdır. Hanefîler dipten kazınmasını efdal görür. İmam Mâlik, dipten kesilmesini âfet sayar, böyle yapanların te´dib edilmesini emredermiş. Ona göre, bıyık üst taraftan da kesilmemeli, dudağın ucunun etrafı açılmalıdır.[120]
ـ4ـ وعن أبى هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قال رَسولُ اللّهِ #: اخْتَتَنَ إبْرَاهِيم بِالقدُّومِ، وَقالَ بَعْضُهُمْ مُخَفَّفٌ: وَهُوَ ابْنُ ثَمَانِينَ سَنَةً[. أخرجه الشيخان.»الْقَدُومُ«: بالتخفيف آلة النجار، وبالتشديد: اسم موضع، وقيل: بالعكس .
4. (2150)- Hz. Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “İbrahim (aleyhisselâm) Kaddûm nâm -bazısı da şeddesiz olarak Kadûm demiştir- mevkide seksen yaşında olduğu halde sünnet oldu.” [Buhârî, İsti´zân, 51, Enbiya 8; Müslim, Fedâil 151, (2370).][121]
AÇIKLAMA:
1- Kaddûm veya Kadûm, iki mânaya gelmektedir:
a) Ucu eğri marangoz keseri, satır.
b) Bir yer adıdır. Mu´cemu´l-Büldan´daki bir rivayete göre vaktiyle Şam´da (yâni Suriye´de) Halep yakınlarında mevcut olmuş bulunan bir karye´nin adıdır. İbrahim Halilu´r-Rahmân´ın meclisidir, şimdilerde bilinmemektedir. Yine Mu´cemu´l-Büldân´ın verdiği bilgilere göre, Na´mân´da bir yer adı, Medine yakınlarında bir dağ adı, Yemen´de bir kale adıdır. Sadedinde olduğumuz rivâyet, kelimeyi “Suriye´de Hz. İbrahim´in sünnet olduğu köyün adı” mânasında anlamamıza da müsait olduğu gibi, keser mânasında anlamamıza da müsaittir. Nitekim bâzı şârihler bu mânayı esas almıştır.
2- Bu rivâyet Hz. İbrahim´in 80 yaşında iken sünnet olduğunu göstermektedir. 120 yaşında sünnet olduğunu haber veren rivâyetler de vardır. Aradaki ihtilâfı çözmek için şarihler çeşitli yorumlar getirirler. Hatta El-Kemâl İbnu Talha hitân üzerine te´lif ettiği müstakil bir cüzde iki ayrı rivâyeti kaydettikten sonra demiştir ki: “Bunlar şöyle cem´edilir: Hz. İbrahim 200 yıl yaşadı. Bunun 80 senesi sünnetsiz devredir, 120 yılı da sünnetli olarak geçen ömrüdür. Öyleyse önceki hadis onun doğumundan itibaren saymak kaydıyla 80 yaşında iken sünnet olduğunu, diğer hadis de öldüğü andan geriye saymak sûretiyle hayatının 120. yılında sünnet olduğunu belirtmektedir.” Bu açıklamaya el-Milha fi´r-Reddi Alâ İbni Talha adında müstakil bir te´lifle cevap veren el-Kemâl İbnu´l-Adim dört ayrı nokta-i nazardan bu görüşün yanlışlığını belirtmiştir. Kemâl İbnu´l-Adim dört ayrı nokta-i nazardan bu görüşün yanlışlığını belirtmiştir. Kemal İbnu´l-Adim´in dikkat çektiği hususlardan biri Hz. İbrahim´in yaşı hususunda gelen rivâyetlerin ihtilaflı olduğu ve bunlardan da hiçbirinin sâbit bulunmadığı, dolayısiyle, mezkur ihtilafın çözümünde yaşı esas almanın mümkün olmadığıdır. Rivayetler Hz. İbrahim´in 200, 175, 161 yaşlarında vefat ettiğini söylemektedir.[122]
3- Sünnet yaşı
SÜNNET YAŞI
Sünnet olma yaşı ihtilâflıdır. Denebilir ki, bu hususta dinimizin kesin bir emri yoktur. Bazı hadisler doğumun yedinci gününü tesbit ederse de cumhur bunu istihbâb olarak anlamıştır. İbnu Abbâs´tan gelen bir rivayette: “Erkeği, “idrak edinceye kadar sünnet etmezlerdi”denmiş olmasını delil kılan bâzı âlimler: “Küçük yaşta sünnet, bu iş, küçüğe kolaylaştırmak içindir, zîra henüz uzvunun zayıflığı ve anlayışının azlığı sebebiyle ona zor gelmez” demiş ve sünnetin gerektiği yaşı, uzvun kullanılma zamanına tâlik etmiştir: “Meseleye aklen bakıldığı zaman anlaşılır ki, sünnet, uzvun cimâda kullanılmasına ihtiyaç hasıl olma zamanının yaklaşmasına kadar gereksizdir.”
İbnu Hacer, bu görüşe katılmaz ve der ki: “Hz. İbrahim´in (80 yaşında sünnet olduğunu haber veren) kıssası, herhangi bir sebeple sünnet olma işi gecikmiş olsa bile ileri yaşta sünnet olmanın gereğine ve bunu taleb etmenin meşruiyyetine delil teşkil eder. Fakat sünneti ihtiyarlığa kadar te´hir etmenin meşru olduğuna delil olmaz. Akla dayanılarak beyan edilen mütâlaaya gelince, bu sağlıklı bir muhakeme olamaz. Zîra hitânın hikmeti, sadece cimanın gereklerini tamamlamaya münhasır değildir. Sözgelimi bir hikmeti de sünnetle alınan kabuğun bir miktar idrarı tutmasıdır. Bu hal, bilhassa su kullanmayıp taşla istinca edenlerde ciddî bir meseledir. Bevl işi bittikten sonra kabukta kalan idrarın akarak elbiseyi veya bedeni kirletmeyeceğinden kesinlikle emin olunamaz. Bu durumda, çocuğa namazın emredilme yaşından önce sünnet edilmesinde acele etmek gerekecektir ve bu yaş, sünnet için en uygun zamandır.”
Bu ifadesiyle İbnu Hacer, alıştırmak için nâfile olarak namazın emredilme yaşı olan temyiz yaşı´ndan önce sünnet edilmesi gereğini söylemiş oluyor. Temyiz yaşı, her çocuğa göre değişen bir keyfiyet ise de vasatî olarak 6-7 yaşları temyiz yaşı kabul edilmiştir. Öyle ise çocuğun en geç 4-5 veya 6 yaşlarında sünnet edilmesi daha muvafık gelmektedir.
4- Görüldüğü üzere, sünnet (hitân) Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) tarafından teşrî edilmiş bir amel değildir. Bazı hadisler, bunu ilk defa Hz. İbrahim´in teşri ettiğini belirtir. Yahudilerde de bidayetten beri uygulanan bir ameldir. Ehl-i Kitap olmayan başka kavimlerde de tarih boyunca görülmüştür: Eski Mısırlılar, Habeşli zenciler, Kolklar vs.
5- Bazı hadisler kızların sünnetinden de bahseder. Ancak bu, bütün kadınlar için gerekli olan bir durum değildir. Bazı bölgelerde kadınlar, kesilmesi gerekecek kadar fazlalık taşıdıkları için onlar hakkında da sünnet teşrî edilmiş ve Resûlullah meselenin ahkâmını beyan etmiştir. Yurdumuzda ihtiyaç duyulmadığı için burada teferruata girmeyi gereksiz addediyoruz. Ancak Resûlullah´ın ümmetin her meselesine nasıl ilgi duyup irşadda bulunduğunu göstermek maksadıyla 2153. hadiste bazı açıklamalar kaydeceğiz.[123]
ـ5ـ وعن يحيى بن سعيد: ]أنَّهُ سَمِعَ سَعِيدَ بْنَ المُسَيِّبِ يَقُولُ: كَانَ إبْرَاهِيمُ عَلَيْهِ السََّمُ أوَّلَ النَّاسِ ضَيَّفَ الضَّيْفَ، وَأوَّلَ النَّاسِ اخْتَتَنَ، وَأوَّلَ النَّاسِ قَصَّ شَارِبَهُ، وَأوَّلَ النَّاسِ رَأى الشّيْبَ، فقَالَ: يَا رَبِّ مَا هَذَا؟ قَالَ: وَقَارٌ. قالَ: رَبِّ زِدْنِى وقَاراً[. أخرجه مالك.وزاد رزين: ]وَهُوَ ابْنُ مِائَةٍ وَعِشْرِينَ سَنَةً وَعاشَ بَعْدَ ذلِكَ ثَمَانِينَ[ .
5. (2151)- Yahya İbnu Saîd´in anlattığına göre, Saîd İbnu´l Müseyyeb (rahimehullah)´ten şunu işitmiştir: “Hz. İbrahim (aleyhisselâm), misafir ağırlayan ilk kimse idi. Keza o ilk sünnet olan kimseydi. Bıyığını kesenlerin ilki, saçında aklık görenlerin ilki de o idi. Ak saçları görünce: “Ya Rabbi bu nedir ” diye sormuş; Rabbi de: “Bu vakardır ey İbrahim!” demiş. O da: “Rabbim! Öyleyse vakarımı artır!” diyerek duada bulunmuştur.” Rezîn şunu ilave etmiştir. “Bu sırada Hz. İbrahim 120 yaşındaydı. Bundan sonra 80 yıl daha yaşadı.” [Muvatta, Sıfatu´n-Nebi 4, (2, 922).][124]
AÇIKLAMA:
1- Rivâyetin, Zürkânî´nin yer verdiği başka vecihlerinde (aleyhisselâm)´in “tırnağını ilk kesen” “etek traşını ilk olan”, “ilk şalvar giyen”, “ilk saçını ayıran”, “saçının rengini kına ve ketem ile ilk değiştiren”, “minber üzerinde ilk hutbe îrâd eden” “Allah yolunda ilk savaşan”, orduya “sağ ve sol cenahlar ve merkez diye üçlü tertibi ilk veren”, “ilk kucaklaşan”, “ilk tirit yemeğini yapan”, “ilk yay yapan…” gibi tavsiflerle birçok medenî müesseselerin başında yer aldığı ifade edilir.
2- Saçda görülen aklıkla ilgili açıklamaları daha önce yaptık (2132. hadis).[125]
ـ6ـ وعن ابن جبير قال: ]سُئِلَ ابْنُ عَبَّاسٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما: مِثْلُ مَنْ أنْتَ حِينَ قُبِضَ رَسولُ اللّهِ # قالَ: أنَا يَوْمَئِذٍ مَخْتُونٌ، قالَ: وَكَانُوا َ يَخْتِنُونَ الرَّجُلَ حَتّى يُدْرِكَ[. أخرجه البخارى.
6. (2152)- İbnu Cübeyr (rahimehullah) anlatıyor: “Hz. İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ)´a: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın ruhu kabzedildiği vakit sen ne kadardın ” diye sorulmuştu şu cevabı verdi: “O gün ben sünnetliydim… Ve, erkekleri idrak edinceye kadar sünnet etmezlerdi.” [Buhârî, İsti´zân 51.][126]
AÇIKLAMA:
2150 numaralı hadiste geçti.[127]
ـ7ـ وعن أم عطية رَضِيَ اللّهُ عَنْها: ]أنَّ امْرَأةً كَانَتْ تَخْتِنُ النِّسَاءَ بِالْمَدِينَةِ، فَقَالَ لَهَا رَسُولُ اللّه #: َ تَنْهِكِى، فَإنَّ ذلكِ أحْظَى لِلْمَرأةِ، وَأحَبُّ لِلْبَعْلِ[. أخرجه أبو داود وضعفه.ورواه رزين: ]أشِمِّى وََ تَنْهِكِى، فإنَّهُ أنْوَرُ لِلْوَجْهِ، وَأحْظَى عِنْدَ الرَّجُلِ[ .
7. (2153)- Ümmü Atiyye (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: “Bir kadın Medine´de kızları sünnet ederdi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) (kadını çağırtarak) kendisine: “Derin kesme. Zîra derin kesmemen kadın için daha çok haz vesilesidir, koca için de daha makbûldür” diye talimat verdi.” [Ebû Dâvud, Edeb 179, (5271).] Rezin´in rivayetinde Resûlullah şöyle buyurur: “Kızları sünnet ederken üstten kes, derin kesme, bu şekilde kesilmesi yüze daha çok parlaklık, kocaya daha çok haz verir.”[128]
AÇIKLAMA:
Bu hadis, ümmetin her meselesi ile Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın nasıl ilgilendiğini görmek bakımından ehemmiyet taşır. Rivayetin farklı vecihlerinde sağlıklı sünnetin kadında güzelliği, erkekte memnuniyeti artıracağı belirtilmiştir. Aliyyu´l-Kârî hadislerle ilgili olarak şu açıklamayı yapar: “(Sağlıklı sünnet kadının) yüzünü taze kılar ve güzelliğini artırır. Şehveti teskin eder, cimayı lezzetli ve cazip kılar, kocanın karısına karşı sevgisini artırır.” Münâvî de hadisi şerh ederken Hüccetü´l İslâm´dan şu açıklamayı kaydeder: “Bu sözü kinâye suretiyle ihtiva ettiği cezâlete (mâna derinliği) nübüvvet nûrunun ahiret meselelerini -ki asıl ve en mühim gâyedir- ve dünya mesâlihini aydınlatışına bakın. O, ümmî bir kimse olmasına rağmen bu nur O´na, bu basit işin ehemmiyetini gösterdi. Öyle ki, eğer bunda gaflet edilse neticesinden korkulur. Bir kısım menfi sonuçlar husûle getireceği de muhakkaktır. Bu durumdan fenalıkların en büyüğü ve rezaletlerin en berbatı doğar. O´nu (aleyhissalâtu vesselâm) iki dünya maslahatını da cem etmesi için, âlemlere rahmet olarak gönderen Zât ne kadar yüce, ne kadar mukaddestir!”
Şârihler, bu meselenin kadın ve kocanın cinsi hayatında meydana getireceği ciddî te´sirlere dikkat çekerler. Sözgelimi Münâvî, kadında sünnet uzvunun derin kesilmesi halinde, şehvet duygusunun söneceği, kocasından nefret duyacağı ve neticede zinaya başvurabileceği tehlikesine dikkat çeker.[129]
ـ8ـ وعن أبى هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قال رَسُولُ اللّه #: لَعَنَ اللّهُ الْوَاصِلَةَ وَالمُسْتَوْصِلَةَ، وَالْوَاشِمَةَ وَالمُسْتَوْشِمَةَ[. أخرجه الشيخان والنسائى .
8. (2154)- Hz. Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöle buyurdular:”
İğreti saç takana da, taktırana da, bedene dövme yapana da, yaptırana da Allah lânet etsin!” [Buhârî, Libas 86, Tıbb 36; Müslim, Libas 119, (2124); Nesâî, Zinet 25, (8, 148).][130]
AÇIKLAMA:
1- İğreti saç takmakla ilgili açıklama 2129 ve 2130 numaralı hadislerde geçti.
2- Sadedinde olduğumuz hadis, vücudun herhangi bir yerine dövme yapmayı da şiddetle yasaklamaktadır. Dövme, vücudun belli yerlerine mesela elin sırtına, bileğe, pazuya, yüz veya dudağa kalıcı şekilde işlenen nakışlara denir. Bu maksadla deriye iğne veya çuvaldız gibi sivri bir şeye kan akıtacak kadar batırılır. Deri altında hasıl edilen boşluğa mürekkep kına vs. basılır. Deri altında bunlar kuruyunca bir daha çıkmayacak renkli lekeler bırakır. Bu yolla bedenlerine arslan, kuş, çiçek vs. çeşitli şekiller işleten, sevgilisinin adını yazdıran insanlar vardır. Bizim cemiyetimizde nâdir rastlanan bir durum ise de bazı memleketlerde yaygın bir gelenektir. Dinimiz bunu yasaklamıştır. Dövme ameliyesi tabîiliği bozar. Kadına da erkeğe de, yapana da yaptırana da haramdır.Â
limler, dövme yapılan yerin necis olduğuna hükmederler: “Zîra orada akan kan hapsolmuş ve kurumuştur. İmkân olduğu takdirde izâlesi gerekir, yaralama pahasına da olsa temizlenmesi vâcibtir. Ancak temizlik ameliyesinin telefe sebep olacağından veya uzvun zarara uğrayacağından korkulursa, olduğu şekilde kalması da câizdir, günahından kurtulmak için tevbe kâfidir. Bu meselede kadın ve erkeğin hükmü aynıdır.”[131]
ـ9ـ وعن ابن عباس رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]لُعِنَتِ الْوَاصِلَةُ وَالمُسْتَوْصِلَةُ، وَالنَّامِصَةُ وَالمُتَنَمِّصَةُ، وَالْوَاشِمَةُ والمُسْتَوْشِمَةُ مِنْ غَيْرِ دَاءٍ[. أخرجه أبو داود.وقال »الْوَاصِلَةُ«: التي تصل الشعر بشعر النساء .
»وَالمُسْتَوْصِلَةُ«: التي يعمل بها ذلك.»وَالنَّامِصَةُ«: التي تنقش الحاجب حتى ترقه.»وَالمُتَنَمِّصَةُ«: التي يعمل بها.»وَالْوَاشِمَةُ«: التي تجعل الخين في وجهها بكحل، أو مداد.»وَالمُسْتَوْشِمَةُ«: المعمول بها .
9. (2155)- İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ) dedi ki: “İğreti saç takan, taktıran; kaşları incelten, kaşlarını incelttiren, dövme yapan ve dövme yaptıran lanetlenmiştir.” [Ebû Dâvud, Tereccül 5, (4170).]
AÇIKLAMA:
1- İğreti saç takan ve taktıran kimse ile dövme yapan ve yaptıranların durumu önceki rivayette belirtildi.2- Bu hadiste güzelleşmek için kaş kıllarının bir kısmını veya tamamını aldıran kimseler lânetlenmektedir. Namas kaşı inceltmek mânasına gelir. Zamanımızda sosyetik çevrelerde yaygınlaşan kaş inceltme salgını, bazılarını kaşın tamamını yoldurarak boya ile istediği şekli vermeye kadar itmiştir. Dinimiz, fıtratın her çeşit bozulmasına karşıdır. Yasağın şiddeti, kullanılan lânet kelimesinden anlaşılmalıdır.
ـ10ـ وعن أبى الحصين الهيْثم بن شفى قال: ]سَمِعْتُ أبَا ريْحَانَةَ رَضِيَ اللّهُ عَنْه يَقُولُ: نَهى رَسُولُ اللّهِ # عَنْ عَشْرِ: عَنِ الوَشْرِ، وَالْوَشْمِ، وَالنَّتْفِ، وَعَنْ مُكَامَعَةِ الرَّجُلِ الرَّجُلَ بِغَيْرِ شِعَارٍ، وَعَنْ مُكَامَعَةِ المَرأةِ المَرْأةَ بَغَيْرِ شِعَارٍ، وأنْ يَجْعَلَ الرَّجُلُ في أسْفَلِ ثِيَابِهِ حَرِيراً مِثْلَ ا‘عَاجِمِ، وَأنْ يَجْعَلَ عَلى مَنْكَبَيْهِ حَريراً مِثْلَ ا‘عَاجِمِ، وَعَنِ النُّهبى، وَعَنْ رُكُوبِ النُّمُورِ، وَلُبُوسِ الخَاتَمِ إَ لذِى سُلْطَانٍ[. أخرجه أبو داود والنسائى.»الْوَشْرُ«: أن تَحدد المرأة أسنانها وترققها.
»وَالمُكَامَعَةُ«: أن يجتمع الرجن، أو المرأتان في إزار واحد حاجز بينهما .
»وَالشِّعَارُ«: الثوب الذي يلي جسد ا“نسان.وقوله »وَعَنْ رُكُوبِ النُّمُورِ«: أى جلودها فيحتمل أن يكون نهى عنها لما في ركوبها من الزينة والخيء، أو لعدم دباغها ‘ن المراد شعرها، وهو يقبل الدباغ.وقوله »إَّ لِذِى سُلْطَان«: ‘نه لغيره يكون زينة محضة لحاجة، و‘رب سواها .
10. (2156)- Ebû´l-Husayn el-Heysem İbnu Şefî anlatıyor: “Ben ve künyesi Ebû Âmir olan Meâfirli[132] bir arkadaşım iliyâ (da denen Kudüs)´da namaz kılmak üzere beraberce yola çıktık. Onlara kıssa anlatan büyükleri, Ezd kabilesine mensup Ebû Reyhâne künyesini taşıyan bir Sahâbî idi.Ebû´l-Hüsayn der ki: “Arkadaşım benden önce mescide vardı. Sonra da ben geldim ve yanına oturdum. Bana: “Ebû Reyhâne´nin anlattığına yetiştin mi ” dedi. “Hayır!” diye cevap verince: “Ben onun anlattığını dinledim, diyordu ki: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) on şeyi yasakladı: Dişleri törpüleyip inceltmek, dövme yapmak, (erkeklerin saç ve sakallarındaki akları, kadınların yüzlerindeki tüyleri) yolması, kadının kadınla, erkeğin erkekle aynı örtü altında arada bir mânia olmadan yatması, erkeğin Acemler gibi elbisesinin alt kısmına ipek şerit ilâve etmesi, yine Acemler gibi omuzlarına alem olarak (dört parmak genişliğinden fazla) ipek koyması, yağmacılık yapması; saltanat sahibi olmayanın (Acemlerin ziyyi (süsü) durumunda olan) kaplan (derisinin) üzerine oturması ve yüzük takması.” [Ebû Dâvud, Libâs 11, (4049); Nesâî, Zînet 20, (8, 143); İbnu Mâce, Libâs 47, (3655).]
AÇIKLAMA:
Burada, önceki hadislerde ayrı ayrı zikri geçen yasakların bir kısmı toptan ifâdeye dökülmüş, yeni bazı yasaklar da ilâve edilmiştir. Bu yenileri şöyle zikredebiliriz:1- Dişlerin kenarlarını törtpüleyip inceltmek: Daha ziyade kadınların başvurduğu bir usül olup, güzel görünme gâyesiyle yapılır. Bu amelde hem aldatma ham de Allah´ın verdiği tabiatı bozma mevcuttur, bu sebeple Resûlullah yasaklamıştır.2- Yolma: Neyin yolunması olduğu hadiste tasrih edilmemiştir. Şârihler bu sebeple kadına da erkeğe de teşmil ederler. Erkekler için saçtaki ve sakaldaki akların yolunması, kadınlar için de yüzlerindeki kılların, kaşların yolunması, musibete uğrayınca saçın başın yolunması vs. hep buraya dahil edilmiştir.
3- Aynı örtü altında kadın kadına, erkek erkeğe yatma yasağı: Aralarındaki nikah bağı olmayan bir erkekle bir kadının baş başa kalmalarını dinimiz kesinlikle haram kılmıştır. Bu hadiste görüldüğü üzere sadece iki ayrı cinsin halveti değil, aynı cinsten bile olsa iki kişinin, arada bir örtü, bir mânia olmaksızın aynı yatakta yatmaları da yasaklanmıştır. Nevevî, her birisi yatağın birer kenarında olsa bile, erkeğin erkekle, kadının kadınla aynı yatakta yatmalarının asla câiz olmayacağını belirtir. Şiî kaynaklarda Hz. Ali´nin: “Bir kadının, yedi yaşına basmış olan kızıyla bile mübâşereti, zinâdan bir şubedir” dediği kaydedilir. Sadedinde olduğumuz hadiste geçen Mükâmaa´yı İbnu´l-Esîr, en-Nihâye´de: “Kişinin, arkadaşıyla, arada bir perde olmaksızın beraber yatmasıdır” diye tarif eder. Mükâmaa´yı İbnul Arabî: Birbirine haram olan çıplakların berâber yatması” diye tarif etmiştir.4- Elbisenin eteğine ipekli takma yasağı: İslam erkeğe ipekliyi yasak etmiştir. İpekli kumaş yasak olduğu gibi, diğer kumaşlar üzerine ilâve edilecek parçalar da bazı kayıtlarla yasaktır. Alimler bu ilavelerin dört parmağı aşmamasını şart koşar, daha az olursa câiz olacağına hükmedilmiştir (5288-5298. hadislere bakın). Hadiste görüldüğü üzere, ipek ilâve elbisenin alt kısmına da yapılsa, alem olarak omuz üzerine de yapılsa hüküm aynıdır, dört parmağı tecâvüz ettiği takdirde haramdır. el-Müzhir der ki: “İpek giymek erkeklere haramdır, erkek, onu elbiselerinin altına giymiş, üstüne giymiş hüküm değişmez. Câhil Acemlerin âdeti, onu elbisenin altına, kısa bir çamaşır olarak (üsttekilerin sertliğini bertaraf etmek) azalarına yumuşaklık sağlamak için giyerlerdi.”5- Yağma yasağı: Bu müslümanlara karşı yapılacak gasb ve yağmadır. Nuhbâ gasb mânasına masdar olduğu gibi, bazan da gasbedilen şey mânasına gelir. 6- Kaplan (derisi) üzerine oturmak da yasaklanmıştır, çünkü bu Acemlerin ziyyi (süsü) kabul edilmiştir.7-Son olarak sultan olmayanlara yüzük takmak yasaklanmaktadır. Hattâbî, bu yasağın konduğu sırada, yüzüğün herhangi bir ihtiyaç için değil, sırf süs olarak kullanıldığını belirtir. Ancak, Tahâvî´nin de belirttiği üzere yüzük meselesinde hüküm ihtilâflıdır. Bir kısım âlimler, saltanat sâhibi olmayanlara yüzüğün mekruh olduğunu söylemişlerdir. Ama çoğunluk bu görüşe muhalefet ederek, yüzük takmanın mübah olduğuna hükmeder. Bunlar, Hz. Enes (radıyallâhu anh)´in şu hadisine istinad ederler: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) yüzüğünü attığı zaman halk da yüzüklerini attı.” “Bu hadis derler, Resulullah devrinde saltanat sâhibi olmayanların da yüzük takmakta olduklarına delâlet eder… Ayrıca, Sahâbe ve Tabiîn´den saltanat sâhibi olmadığı halde yüzük takanlarla ilgili rivâyetler mevcuttur.”
İbnu Hacer, konu üzerine ulemâdan bazı nakillerden sonra özetle şöyle devâm eder: “Saltanat sâhibi tâbiriyle sâdece devlet reisi değil, mührü gerektiren bir otorite sâhibi olan kimse kastedilmiştir. Bu durumda yüzük, mühür vazifesini de görür. Böyle bir yüzüğü otorite sahibi (idareci) olmayan birinin taşıması abes olur ve buna mekruh denebilir. Ama, mühür fonksiyonu bulunmayan gümüş bir yüzüğü zinet için kullanmak nehye girmez.”
ـ11ـ وعن ابن مسعود رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]كانَ رَسولُ اللّهِ # يَكْرَهُ عَشْرَ خَِل: الصُّفْرَةَ، يَعْنِى الخَلُوقَ، وَتَغْيِيرَ الشَّيْبِ، وَجَرَّ ا“زَارِ، وَالتَّخَتَم بِالذَّهَبِ، وَالتَّبَرُّجَ بِالزِّينَةِ لِغَيْرِ مَحَلِّهَا، وَالضَّرْبَ بِالْكِعَابِ، والرُّقَى بِغَيْرِ المُعَوَّذَاتِ، وَعَقْدَ التمائِمِ، وَعَزْلَ المَاءِ عَنْ مَحَلِّهِ، وَفَسَادَ الصَّبِىِّ، غَيْرَ مُحَرَّمَةٍ[. أخرجه أبو داود والنسائى.»الخَلُوقُ«: إنما يكره للرجال دون النساء.»والتَّبَرُّجُ المَذْمُومُ«: إظهار الزينة ل‘جانب، وأما للزوج ف.»وَتَغْيِيرُ الشَّيْبِ«: إنما يكره بالسواد، أما بالحمرة والصفرة ف.»والتَّخَتُّمُ بِالذَّهَبِ«: إنما يحرم على الرجال دون النساء.وَ»الضَّرْبُ بِالْكِعَابِ«: اللعب بها، وهى من أنواع القمار.وَ»عَقْدَ التَّمَائِمِ«: تَعليق التعاويذ والحروز على ا“نسان.و»عَزْلُ المَاءِ عَنْ مَحَلِّهِ«: أى أن يعزل الرجل ماءه عن فرج المرأة الذي هو محل الماء.وقوله »وفَسَادَ الصَّبىِّ«: هو أن يطأ الرجل امرأته المرضع، فإذا حملت فسد لبنها، وكان من ذلك فساد الصبى ويسمى الغيلة.وقوله »غَيْرَ مُحَرَّمَةٍ«: أى كره هذه الخصال جميعها، ولم يبلغ بها حدّ التحريم.
11. (2157)- İbnu Mes´ûd (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) on şeyi sevmezdi: Sarı yani halûk, yaşlılıkla ortaya çıkan akların rengini değiştirme, izârın (kibirle) yerde sürünmesi, altın yüzük takmak, teberrüc (kadınların zinetlerini yersiz olarak göstermesi), zar atmak, Muavvizeteyn´den başka bir şey okuyarak rukye yapmak, akdü´ttemâim (muska bağlamak), suyu (meniyi) mahallinden başka yere atmak, çocuğu ifsad etmek. Resûlullah, bunları) haram kılmaksızın mekruh sayardı.” [Ebû Dâvud, 3, (4222); Nesâî, Zinet 17, (8, 141).]Halûk: (Za´ferân´la başka bir kokunun karşımından elde edilen bir sürünme maddesidir, renk olarak kızıllık veya sarılık galebe çalar.) Halûk´un mekruh olması erkekleredir, kadınlara değil.Kötülenen teberrüc: Kadınların süs eşyalarını nikah düşecek yabancılara izhâr etmeleri (göstermeleri)dir. Süs eşyasından maksad, bu eşyaların takıldığı yerlerdir: Küpenin takıldığı kulak, kolyenin takıldığı boyun gibi. Buraların yabancılara gösterilmsi tesettür emrine aykırıdır.Saçtaki aklıkların tağyîri: Yaşlılıkla saç ve sakaldaki aklığı siyaha boyayarak gidermek mekruhtur. Kızıla veya sarıya boyayabilir.Altın yüzük takmak: Bu erkeklere haram kılınmıştır, kadınlara helâldir. Zar atmak: Zar oyunu oynamak. (Burada zar´dan maksad tavla zarı´dır.) Zar atmak tabiriyle bir nevi kumar kastedilmiştir.Akdü´t-Temâim: İnsan üzerine, hastalıklara, musibetlere karşı koruyucu muskalar takmak. (Azîmâbâdî, şu açıklamayı yapar: Temâim: “Temîme´nin cem´idir. Bundan maksad, şeytan isimleri ile mânasız elfazdan mürekkep cahiliye rukyelerini ihtiva eden koruyucu dualardır”.)Suyu mahallinden başka yere atmak: Yani erkeğin suyunu (menisini), su mahalli olan kadının fercinden dışarı atmasıdır. Hattâbî, El-Meâlim´de azli tariften sonra ilâveten: “…Resulullah bunu mekruh addetmiştir, çünkü bunda neslin kesilmesi mevcuttur. Azil, yani meniyi dışarı atmak, hür kadınlar hakkındadır ve müsaade etmemeleri halindedir. Köleler hakkında mekruh değildir, câriyelere azil yapılabilir.”Ebû Dâvud´un bir başka merfu rivâyeti azl´i: اَلْوَأْدُ الْخَفِىُّ
“Çocuğu öldürmenin gizlicesi” diye tarif eder.Çocuğu ifsad: Bundan maksad, erkeğin küçük çocuğuna meme vermekte olan kadınla cimâsıdır. Çünkü, kadın hâmile kalacak olursa, sütün bozulur. Bu (kimyevî yapısı bozulan süt) çocuk için zararlıdır. Bu durumdaki cinsi temasa gıyle denir. (Yeri gelmişken belirtelim ki, gıyle hakkında Resûllah´ın başka
hadisleri de var. Bunlardan biri şöyle: “Gıyle yapmak sûretiyle çocuklarınızı gizlice öldürmeyin. Zîra nefsimi kudret elinde tutan Allah´a kasem ederim ki, gayl (çocuğun emdiği süt), atlıya (atının sırtında) ulaşır ve onu atından aşağı atar.” Bir diğer hadis de buna ruhsat verir: “Gıyleden nehyetmek istemiştim, sonra hatırladım ki, İranlılarla Bizanslılar bunu yapmaktalar ve çocuklarına da bir zarar olmamaktadır.” Şu halde gıyle için kesin bir yasak mevzubahis değildir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), bu ümmet-i merhûmesinin başhekimi olarak -günümüz tıbbının keşfettiği- gebelikte meydana gelen fizyolojik ve diğer değişmeler sonucu hem ceninin, hem annenin, hem de anneyi emmekte olan bebeğin mâruz kalacağı zararlara karşı uyarı yapmış olmaktadır. Öyle ise, çocuğunu emzirmekte olan kadın hâmile kalmamanın tedbirini alacaktır ve şâyet hâmile kaldı ise çocuğunu sütten kesmek veya bir sütanne bulmak suretiyle kendi sütünü vermekten sakınacaktır.Haram kılmaksızın: Hadisin sonunda yer alan غَيْرَ مُحَرَّمَةٍ “haram kılmaksızın” ifâdesi, hadisin baş kısmına bağlı. Yani cümleyi şöyle yazabiliriz كَانَ رَسُولُ اللّهِ # يَكْرَهُ عَشَرَ خَِلٍ… غَيْرَ مُحَرَّمَةٍ
Mâna şöyle olur: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şu on şeyi haram kılmaksızın mekruh addetmiştir.”
ـ12ـ وعن عليّ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]نَهَانِى رَسولُ اللّهِ # عَنِ التَّخَتُّمِ بِالذَّهَبِ، وَعَنْ لِبَاسِ الْقَّسىِّ، وَعَنِ الْقِرَاءَةِ في الرُّكُوعِ وَالسُّجُودِ، وَعَنْ لُبْسِ المُعَصْفَر[. أخرجه الستة إ البخارى.وزاد الترمذي والنسائى: ]وَعَنِ المَيْثَرَةِ الحَمْرَاءِ، وَعنِ الجِعَةِ، وَهُوَ شَرَابُ يُتَّخَذُ بِمَصْرَ مِنَ الشَّعِيرِ، أوْ الحِنْطَةِ[.وَزاد في رواية أبى داود: »َ أقُولُ نَهَاكُمْ« .
12. (2158)- Hz. Ali (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), bana altın yüzük takmayı, kıssî elbise giymeyi, rükû ve secdede Kur´an okumayı, sarıya boyanmış elbise giymeyi yasakladı.” [Müslim, Libas 31, (2078); Muvatta, 28, (1, 80); Ebû Dâvud, Libâs 11, (4044, 4045, 4046, 4050), Hâtim 4, (4225); Tirmizî, Salât 195, (264); Nesâî, 97, (2, 188), Zînet 43, 44, 45, 96, 122, (8, 165, 169, 203, 219).]Tirmizî ve Nesâî´nin rivâyetlerinde şu ziyade var: ” …kızıl meysereyi ve elciayı da yasakladı.” Cia, Mısır´da arpadan veya buğdaydan yapılan bir şaraptır.”
Ebû Dâvud´un rivâyetinde Hz. Ali: “Bunları size de yasakladı demiyorum” der.AÇIKLAMA1-Altın yüzükle ilgili açıklama geçti.2- Kıssî: Mısır ve Şam´da imâl edilen yol yol ipek katılmış bir kumaş. Kıssî´nin sonundaki (î), nisbet ifade eder. Kıss, kumaşın yapıldığı beldenin adıdır. İpekli kısımlar ipek olmadığı intibaını verirmiş. Nevevî kıssî kumaşın ipekli kumaş olduğunu, ulema nazarında böyle bilindiğini belirtir.3- Meysere: “Erguvan renkli kadife şeklinde bir yaygı olup, bunu kadınlar kocaları için hayvanın üzerine koyarlardı.” Meysere, vahşi hayvanların derisi diye de tarif edilmiştir. Bu kumaşlar kadınlara değil erkeklere haramdır. Hattâbî, gümüş, erkeklerin zineti olması haysiyetiyle bununla kadınların süslenmesinin mekruh olduğunu söyler. “Altın bulamazlarsa gümüşün rengini za´ferân vs. ile değiştirsinler”der.4- Rükû ve secde sırasında Kur´an okumayı yasaklayan başka rivâyetler de mevcuttur. Müslim´in bir rivâyetinde:
نُهِيتُ اَنْ اَقْرَأَ الْقُرآنَ رَاكِعاً اَوْ سَاجِداً. فَأمَّا الرُّكُوعُ فَعَظِّمُوا فِيهِ الرَّبَّ وَاَمَّا السُّجُودُ فَاجْتَهِدُوا في الدُّعَاءِ
“Ben rükû ve secde sırasında kıraatten men olundum. Öyleyse rükûda Allah´ı tâzim edin, secdede ise duaya gayret edin” buyurulmuştur. Ulemâ bu rivâyetlerden hareketle rüku ve secdede kıraatın haram olduğuna hükmetmiştir.5- Hz. Ali (radıyallâhu anh)´nin bir rivayette gelen “Bunları size de yasakladı demiyorum” sözüne gelince: Hz. Ali, burada “yasak benimle ilgili, bu yasak sadece bana aittir, size de şâmildir demiyorum” demek istemiştir. Sarı renkli elbisenin erkeğe de haram olmadığı kanaatinde olan âlimler bu ziyâde ile amel etmişlerdir. Onların zannına göre, yasak, bu rivâyetin ifâde ettiği şekilde, sâdece Hz. Ali´ye muhsustur. Ancak, bunun bütün erkeklere şâmil olduğu görüşünde olanlar, Müslim´de gelen Abdullah İbnu Amr İbnu´l-Âs´ın rivâyetini delil gösterirler: رأى رَسُولُ اللّهِ # عَلَىَّ ثَوْبَيْنِ مُعَصْفَرَيْنِ فقَالَ: هذِهِ مِنْ ثِيَابِ الْكُفَّارِ فََ تَلْبِسْهَا
“Aleyhissalâtu vesselâm efendimiz üzerimde sarı renkli iki parça giyecek görmüştü: “Bu, kâfirlerin giyeceğidir, sakın onları giyme” dedi.””Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´den sarı renkli elbiseyi giymeyi yasaklayan hadis rivâyet edilmemiştir, bu bâbta sadece Hz. Ali´nin rivâyeti vardır, o da yasağın Ali´ye has olduğunu ifade etmektedir” diyen İmam Şâfiî´ye cevap veren Beyhakî bir kısım deliller kaydettikten sonra şunu söyler: “Bu hadisler Şâfiî´ye ulaşsaydı, bunlara muvafık hükme varırdı.” Beyhakî sözüne Şafiî´den senetli olarak yapılmış olan şu rivâyeti ekler:
اِذَا صَحَّ الْحَدِيثُ خَِفَ قَوْلِى
فَاعْمَلُوا بِهَا
“Benim sözüme muhalif sahih bir hadis size ulaşırsa, benim kavlimle değil hadisle amel edin.”
ـ13ـ وعن البراء رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]نَهَانَا رسولُ اللّه # عَنْ سَبْعٍ: عَنْ خَوَاتِىم الذَّهَبِ، وَعَنْ آنِيةِ الذَّهَبِ وَالْفِضَّةِ، وَعَنِ المَيَاثِرِ، وَالْقَسِّيَّةِ، وَا“سْتَبْرَقِ، وَالدِّيبَاجِ، وَالحَرِيرِ[. أخرجه الخمسة إ أبا داود، وهذا لفظ النسائى .
13. (2159)- Hz. Berâ (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah bize yedi şeyi yasakladı: Altın yüzükler altın ve gümüş kaplar, ipekli eyer yaygıları, ipekli kıssî kumaşlar, istibrak denen kalın ipekli kumaşlar, ibrişim kumaşlar ve ipek kumaşlar.” [Buhârî, İsti´zân 8, Cenâiz 2, Mezâlim 5, Nikâh 71, Eşribe 28, Marzâ 4, Libâs 28, 36, 45, Edeb 124, Eymân 9; Müslim 3, (2066); Tirmizî, Edeb 45, (2810); Nesâî, Zînet 92, (8, 201).]
AÇIKLAMA:
Hadisin, kaynaklardaki aslında, yedi yasak´tan önce yedi “emir” zikredilmektedir. Yâni hadis: “Resûlullah bize yedi şeyi emretti, yedi şeyi de yasakladı…” diye başlar. Emredilen yedi şey şunlardır: “Hasta ziyâreti, cenâzeyi teşyi, hapşırana “yerhamükallah” demek, yemini yerine getirmek, mazluma yardım etmek, dâvet sâhibine icâbet etmek, selamı yaymak.”Hadisin, Teysîr müellifince kaydedilen kısmında geçen tâbirler önceki hadiste açıklandı. Bizim kaydettiğimiz kısım da yeterince açıktır. Burada ilâve açıklamaya gerek görmüyoruz.
ـ14ـ وعن عمران بن حصين رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]قال رسُولُ اللّه #: َ أرْكَبُ ا‘رْجُوَانَ، وََ ألْبَسُ المُعَصْفَرَ، وََ ألْبَسُ المُكَفّفُ بِالحَرِيرِ، وَأوْمأَ الحُصَينُ إلى جَيْبِ قَمِيصِهِ. قال، وقال: أَ وَطِيبُ الرِّجَالِ رِيحٌ َ لَوْنَ لَهُ، وَطِيبُ النِّسَاءِ لَوْنٌ َ رِيحٌ لَهُ[.قال بعض الرواة: هذا إذا خرجت. أما إذا كانت عند زوجها فَلْتَطَيَّبْ بما شاءت. أخرجه أبو داود.»ا‘رْجُوانُ« صِبْغ أحمر شديد الحمرة.
14. (2160)- İmrân İbnu Hüsayn (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Erguvanın üzerine oturmam, sarıya boyanmış olan elbiseyi, ipekten kenar çekilmiş elbiseyi giymem.” Râvi Hüsayn burada rivayeti keserek gömleğinin cebine işâret etti (ve anlatmaya devam ederek) Resûlullah´ın geri kalan sözlerini tamamladı: “Haberiniz olsun erkeğin tîbi (sürünme maddesi) kokuludur, rengi yoktur; kadınların tîbi renklidir, kokusu yoktur.”Ravilerden biri demiştir ki: “Bu yasak kadının dışarı çıkma durumuyla ilgilidir. (Evinde) kocanın yanında olduğu takdirde istediği kokuyu sürünür.” [Ebû Dâvud, Libâs 11, (4048).]
AÇIKLAMA:
1- Erguvân koyu kırmızı rengin adıdır. Ancak, kırmızı renkli herhangi bir kumaştan yapılan yaygının üzerine oturmak yasak değildir. Öyle ise bununla daha hususî bir şey kastedilmiş olmalıdır. Hattâbî, Meâlimü´s-Sünne´de şu açıklamayı sunar: “Resûlullah bununla kırmızı renkli eyer yaygısını (meysere) kastetmiştir. Meysere bazan ibrişim ve ipekten yapılır. Bunun yaygı olarak kullanılmasında israf bulunduğu için bunların kullanılması hususunda nehiy vârid olmuştur. İpekliler (meysere) erkek kumaşı değildir.”2- İpekten kenar çekilmiş elbiseden maksad, etek kısmına, yakalarına, ceplerine ipek şerid çekilmiş demektir.Bu hadisle, Müslim´de gelen ve Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ ın ipek şeritli cübbesinden bahseden Esmâ hadisi arasındaki tearuzu Aliyyu´l-Kârî şöyle te´lif eder: “Resûlullah´ın cübbesindeki ipek şerit ruhsat verilen miktardadır yani dört parmak genişliği aşmamıştır. Sadedinde olduğumuz hadiste dört parmağı aşan miktar kastedilmiş olmalıdır. Veya bu verâ ve takvaya, öbürü ise ruhsata cevazın ve fetvânın beyânına hamledilir. Bu hadisin, Resûlullah´ın giydiği şeritli cübbeden önceye ait olduğu da söylenmiştir. Doğruyu Allah bilir.”
ـ15ـ وعن أبى أيوب رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قال النبىُّ #: الحِنَّاءُ وَالتَّعَطُّرُ وَالسِّوَاكُ وَالنِّكَاحُ مِنْ سُنَنِ المُرْسَلِينَ[. أخرجه الترمذي .
15. (2161)- Ebû Eyyûb (radıyallâhu anh) hazretleri anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Kına yakma, koku sürünme, misvak kullanma ve evlenme bütün peygamberlerin tâbi olageldikleri sünnetlerdendir.” [Tirmizî, Nikâh 1, (1080).]
AÇIKLAMA:
Bütün peygamberlerin tâbi oldukları sünnetler bazı hadislerde “fıtrat” diye ifâde edilmiş ve bu hususta gerekli açıklamalar daha önce yapılmıştır. Mesela 2147 ve 2148 numaralı hadislere bakılmalıdır.
ـ16ـ وعن جابر رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]رأى النّبىُّ # رَجًُ شَعْثاً قَدْ تَفَرَّقَ شَعْرُهُ. فقَالَ: أمَا وَجَدَ هذَا مَا يُسَكِّنُ بِهِ شَعْرَهُ؟ وَرَأى آخَرَ عَلَيْهِ ثِيَابٌ وَسِخَةٌ فقالَ: أمَا كانَ هذَا يَجِدُ مَا يَغْسِلُ بِهِ ثَوْبَهُ[ .
16. (2162)- Hz. Câbir (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir adam gördü, saçları darmadağınıktı.”Bu adam saçlarını düzeltip tertibe sokacak bir şeyi bulamadı mı ” diye memnuniyetsizlik izhâr etti. Derken, o sırada bir diğer adam gördü, bunun da üstü başı kirliydi. Bunun hakkında da: “Şu adam elbisesini yıkayacak bir şey bulamıyor mu ” diye söylendi.” [Ebû Dâvud, Libâs 17, (4062).]
AÇIKLAMA:
Bu hadis, saçın gelişigüzel bırakılmayıp yıkanmak, taranmak sûretiyle bakılmasının ve yağlanarak düzene sokulmasının müstehab olduğunu ifade etmektedir. Hadis ayrıca, üst başın ve bedenin her çeşit görünen kirlerden, bulaşıklardan sabun, su gibi temizlik maddeleri kullanarak yıkanmasını, temiz tutulmasını emretmektedir. İmam Şâfiî: “Elbisesini temiz tutanın kederi az olur” demiştir.Hadis, elbisenin yalnızca su ile de olsa yıkanmasını emretmektedir.
ـ17ـ وعن رافع بن خديج رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]رَأى رَسُولُ اللّهِ # عَلى رَوَاحِلِنَا أكْسِيَةً فِيهَا خُيُوطُ عِهْن حُمْرٌ. فقَالَ: َ أرَى هذِهِ الحُمْرَةَ قَدْ عَلَتْكُمْ فَقُمْنَا سِرَاعاً لِقَوْلِهِ # حَتّى نَفَرَ بَعْضُ إبِلِنَا فَنَزَعْنَا ا‘كْسِيَةَ عَنْهَا[. أخرجهما أبو داود.»الْعِهْنُ« صوف مصبوغ، وقيل الصوف مطلقاً .
17. (2163)- Râfi´ İbnu Hadîc (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), bineklerimizin üzerinde bazı torbalar gördü, torbalarda kırmızı yün hatları vardı. “Bu kızıllığın size galebe çaldığını görüyorum” dedi. Resûlullah´ın bu sözü üzerine yerlerimizden fırlayıp kalktık, öyle ki develerimizden bir kısmı (telaşımızdan) ürktü. Keseleri aldık, onlardaki kızıl yünleri söküp attık.” [Ebû Dâvud, Libâs 20, (4070).]
AÇIKLAMA:
Bu hadis, kırmızı renkli giymenin mekruh olduğunu söyleyenlere delil olmaktadır. Ancak hadis kendisiyle ihticac edilecek güçte değildir. Çünkü senedinde meçhul bir râvi mevcuttur.
ـ18ـ وعن عَبَّادِ بن تميم: ]أنَّ أبَا بَشِيرٍ ا‘نْصَارِىَّ رَضِيَ اللّهُ عَنْه أخْبَرَهُ أنَّهُ كَانَ مَعَ رَسُولِ اللّهِ # في سَفَرٍ: فَأمَرَ مُنَادِيَهُ َ تَبْقَيَنَّ في رَقَبَةِ بَعِيرٍ قَِدَةٌ مِنْ وَتَرٍ أوْ قَِدَةٌ إَّ قُطِعَتْ[. قال مَالِكٌ: أرَى ذَلِكَ مِنَ الْعَيْنِ. أخرجه الثثة وأبو داود .
18. (2164)- Abbâd İbnu Temîm anlatıyor: “Ebû Beşîr el-Ensârî (radıyallâhu anh) kendisine bildirmiştir ki, Ebû Beşir bir seferde Resûllullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile beraberdi. Efendimiz, o sırada tellâlına emrederek şu hususu ilan ettirdi: “Hiçbir devenin boynunda kirişten mamul bir gerdanlık veya (herhangi) bir gerdanlık kalmasın, mutlaka kesilsin!”Mâlik: “Zannederim bu yasak, nazar değmesine (karşı develerin boynuna asılan şeyler) için verilmiş olmalı demiştir.” [Buhârî, Cihâd 139; Müslim, Libâs 105, (2115); Muvatta, Sıfatu´n-Nebî 39, (2, 937); Ebû Dâvud, Cihâd 49, (5552).]
AÇIKLAMA:
Gerdanlık olarak çevirdiğimiz kelime kılâde´dir. Takılan şey, “takı” mânasına gelir. İmam Mâlik, Resûlullah´ın koparılıp atılmasını emrettiği bu hayvan takılarının nazara karşı asılan muskalar olduğunu tahmin ediyor. Şu halde halkın, hayvanları bir kısım müsîbet ve âfetlere karşı korumak maksadıyla hayvanların boynuna takageldikleri ve hattâ birçoğunun kirişle bağladığı muskaları Resûlullah emrederek kaldırtmış ve bundan böyle o çeşit takıları yasaklamış, bunların, Allah´ın takdirinden hiçbir şeyi geri çeviremeyeceğini ümmetine öğretmiştir.Hattâbî, Mâlik dışında bâzı âlimler, hayvanların boynuna çan bağlandığı için Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın kopartma emri verdiğini söylemiştir. Bazı âlimler de, bu emrin, hayvanın şiddetli sıçraması, ürkmesi hâlinde boğulmasına sebep olabilir diye onları koparttığını söylemiştir.
Hemen belirtelim ki, İmam Mâlik´in getirdiği yorum, “zinet veya bir başka maksadla hayvanın boynuna bir şeyler bağlanabilir, bunda bir mahzur yoktur hükmünü tazammun eder. Kadı İyâz der ki: “İmam Mâlik´e göre, yasak sadece kirişe mahsustur, başka takılar yasak değildir. Alimler, nazara karşı insan veya hayvanlara muskadan başka birşeylerin takılması câiz mi, değil mi münakaşa etmiştir. Bazıları ihtiyaç hâsıl olmadan takılmasını câiz bulmamışsa da ihtiyaç doğunca, gözdeğmesi, cin ve sâireden gelen zararı defetmek için cevaz vermiştir. Bir kısmı da kayıtsız şartsız, “ihtiyaçtan önce de sonra da câizdir, tıpkı, hasta olmazdan önce tedavi için tedbir alındığı gibi” demiştir.”Nevevî, hadisteki nehyi, cumhurun kerâhet-i tenzihiye olarak değerlendirdiğini belirtir.
YEDİNCİ BÂB
NAKIŞLAR, SÛRETLER VE ÖRTÜLER HAKKINDA:
RESSAMLARIN ZEMMİ, RESİM VE ÖRTÜLERİN KERÂHETİ
ـ1ـ عن ابن عمر رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]قال رسول اللّه # إنَّ الَّذِينَ يَصْنَعُونَ هذِهِ الصُّوَرَ، وفي رواية إنَّ أصْحَابَ هذِهِ الصُّوَرِ يُعَذّبُونَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ يُقَالُ لَهُمْ أحْيُوا مَا خَلَقْتُمْ[. أخرجه الشيخان والنسائى .
1. (2165)- İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Şu resimleri yapanlar var ya, -bir rivayette: “Şu resimlerin sahipleri var ya! Kıyâmet günü azab olunacaklar. Onlara: “Şu yaptıklarınızı diriltin” denir.” [Buhârî, Libâs 89, Tevhîd 56, Müslim, Libâs 103, (2018); Nesâî, Zînet 114, (8, 215).]
ـ2ـ وعن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]قَدِمَ رسولُ اللّه # مِنْ سَفَرٍ وَقَدْ سَتَرتُ سَهْوَةً لى بِقِرَامٍ فِيهِ تَماثِيلُ. فَلَمَا رَآهُ هَتَكَهُ وَتَلَوَّنَ وَجْهُهُ، وقال: يَا عَائِشةُ أشَدُّ النَّاسِ عَذَاباً يَوْمَ الْقِيَامَةِ الَّذِينَ يُضَاهُونَ بِخَلْقِ اللّهِ. قالت: فَقَطَعْنَاهُ فَجَعَلْنَا مِنْهُ وِسَادَةً أوْ وِسَادَتَيْن[. أخرجه الثثة والنسائى.»السَّهْوَةُ« كالْكَوَّةِ: النافذة بين الدارين. وقيل هى الصُّفَةُ بين يدى البيت. وقيل هي صفة صغيرة كالمخدع.»وَالْقِرَامُ« الستر.»والمُضَاهَاةُ« المشابهة والمماثلة .
2. (2166)- Hz. Âişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir seferden dönmüştü. (O yokken) ben, yüklüğün önüne, üzerinde resimler bulunan bir bez çekmiştim. Resûlullah perdeyi görünce, çekip attı, (öfkeden) yüzü de renklenmişti. “Ey Âişe! buyurdular, bil ki, Kıyamet günü insanların en çok azab görecek olanı Allah´ın yarattıklarını taklid edenlerdir.”
Hz. Âişe rivayetine devamla dedi ki: “Biz o bezi kestik bir veya iki minder yaptık.” [Buhârî, Libâs 91, 95; Müslim, Libâs 87, (2105); Muvatta, İsti´zân 8, (2, 966, 967); Nesâî, Zînet 112, 113, (8, 213); İbnu Mace, Libâs 45, (3653).]
AÇIKLAMA:
1- Yüklük diye tercüme ettiğimiz sehve, evin içinde bir yerdir. Şârihler tarifte ihtilâf eder: Esas îtibâriyle içerisine eşya koymak için evin dâhilinde inşa edilen ve kapısına perde çekilerek örtülen bir yerdir. Ancak, sofa, raf, duvarda eşya koymak için te´sîs edilen oyuk (yüklük), ışık ve havalandırmak için açılan delik (kevve), evin bir kenarında altına eşya koymak için inşa edilen üzeri örtülü sabit hücreye -ki tariflere nazaran bugünkü divanı andırmaktadır- hatıra getiren tarifler ve tahminler de yapılmıştır.2-Hadis, duvara asılı olduğu takdirde haram olan resmin minder yüzü yapılarak yere atılması halinde kullanılabileceğini ifade etmektedir. İbnu Hacer mevzuyu şöyle özetler: “Ulemâ bu hadisle istidlal ederek şu hükme vardı: “Gölgesi olmayan tasvirler edinmek câizdir, ancak bunun, hürmet ifade etmeyecek şekilde kullanılması gerekir: Yastık, minder yüzü gibi yere atılan, üzerine basılan eşya üzerinde olması şarttır. Nevevî, bu hükmün cumhurun görüşü olduğunu, Sahâbe, ve Tabiîn´in ekseriyetinin bu kanaate vardıklarını, Sevrî, Mâlik, Ebû Hanîfe, Şâfiî gibi müçtehîd imamların da bu görüşü iltizam ettiklerini belirtir. Ancak duvar üzerine asılmaları elbisede veya sarıkta yer almaları halinde gölgeli, gölgesiz olması arasında fark gözetilmeden haram denmiştir, çünkü bu hallerde o tasvirlere hürmet mânası hâkimdir.”Bazı ilave açıklamaları 2173 numaralı hadisi açıklarken kaydedeceğiz:
ـ3ـ وعن ابن عباس رَضِيَ اللّهُ عَنْهما: ]أنَّهُ أتَاهُ رَجُلٌ فقَالَ: إنِّى أُصَوِّرُ هذِهِ الصُّوَرَ فَأفْتِنِى فِيهَا؟ فقَالَ: ادْنُ مِنِّى فَدَنَا. ثُمَّ قالَ: ادْنُ مِنِّى فَدَنَا حَتَّى وَضَعَ يَدَهُ عَلى رَأسِهِ! وقالَ: سَمِعْتُ رسولَ اللّه # يَقُولُ: كُلُّ مُصَوِّرٍ في النَّارِ، يَجْعَلُ اللّهُ تَعالى لَهُ بِكُلِّ صُورَةٍ صَوَّرَهَا نَفْساً فَيُعَذِّبُهُ في جَهَنَّمَ! وقالَ: إنْ كُنْتَ َ بُدَّ فَاعًِ فَاصْنَعْ الشجَرَ وَمَاَ نَفْسَ لَهُ[. أخرجه الشيخان والنسائى .
3. (2167)- İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ)´ın anlattığına göre: “Kendisine bir adam gelip: “Ben ressamım, şu resimleri yaptım. Bana bu hususta fetva ver!” dedi. İbnu Abbas adama: “Bana yaklaş!” emretti, adam yaklaşınca: “Bana daha da yaklaş!” dedi. Adam yaklaştı. İbnu Abbas elini başının üzerine koydu ve: “Ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ı dinledim. Şöyle diyordu: “Bütün tasvirciler ateştedir. Allah ressamın yaptığı her bir resim için bir nefis koyar ve bu ona cehennemde azab verir.” İbnu Abbas devamla adama dedi ki: “İlla da resim yapacaksan ağaç yap, canı olmayan şeyin resmini yap.” [Buhârî, Büyû 104; Müslim, Libâs 99, (2110); Nesâî, Zinet 112, (8, 212, 214).]
ـ4ـ وعنه رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قال رسُولُ اللّه #: مَنْ صََوَّرَ صُورَةً عَذَّبَهُ اللّهُ بِهَا يَوْمَ الْقِيَامَةِ حَتَّى يَنْفُخَ فِيهَا الرُّوحَ وَمَا هُوَ بِنَافِخٍ[. أخرجه البخارى والترمذي والنسائى .
4. (2168)- Yine İbnu Abbas (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “kim resim yaparsa, Allah onu Kıyamet günü, yaptığı resim sebebiyle, onlara ruh üfleyinceye kadar azab eder. Hiçbir zaman da ruh üfleyici değildir.” [Buhârî, Ta´bir 45, Tirmizî, Libâs 19, (1751); Nesâî, Zinet 114, (8, 215).]AÇIKLAMA:Bu hadis, resim yapma işini mutlak bir üslubla yasaklamaktadır. Zâhiri esas alınınca canlının veya cansızın, ruh taşıyan veya taşımayan bütün eşyanın resmini yapmanın yasak olduğuna hükmedilir. Ancak, şârihlerin de dikkat çektiği üzere, İbnu Abbas, bu yasağı ruh sahipleriyle sınırlamıştır. Onun dışındakilerin resmi yapılabilir. Esâsen hadiste geçen “ruh üfleme” emri de hadisin bidayetindeki ıtlakı kayıtlar. Ruh üfleyinceye kadar azabın devam etmesi, canlı tasviri yapanlara ebedî ceza verileceğini ifâde eder. Nitekim âyet-i kerîmede de buna benzer bir ifâdeye yer verilmiştir َ يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ حَتّى يَلِجَ الْجَمَلُ في سَمِّ الْخَيَّاطِ
“Doğrusu âyetlerimizi yalan sayıp onlara karşı büyüklük taslayanlara, göğün kapıları açılmaz. Deve iğnenin deliğinden geçmedikçe cennete de giremezler” (A´raf 40).Âlimler, önce burada ortaya çıkan bir müşkile dikkat çekip, sonra cevabını verirler. Müşkil şudur: Bu hadisteki vaîd, Müslüman hakkında, başka nasslar açısından câiz değildir. Ehl-i Sünnete göre âmden kâtil olan kimse hakkında gelen ebedî ceza hükmü uzun müddet´e hamledilmiştir. Buradaki vaîd ise mümkün olmayan ruh üflenmesi gibi bir şartla sınırlandırılmıştır. Öyle ise bundan muradın uzun müddet azabtan sonra kurtuluşa ererler diye te´vili sahîh olmaz.Bu müşkil şöyle cevaplandırılmıştır: “Hadisten asıl murad: “Kâfirin maruz kalacağı ceza ile vaîdde (korkutmada) bulunarak şiddetle zecretmektir, bu üslubla zecrin daha müessir olması hedeflenmiştir. Hadisin zâhiri murad edilmemiştir.”
Bu yorum, hadiste geçen fiili işleyerek isyana düşmüş olan hakkındadır. Ancak, bu işi helâl addederek, yapan kimse hakkında hadisin hükmü zâhiri üzere doğrudur, bu hususta bir müşkilât yok. Nevevî der ki: “Bu hadisler -yani İbnu Abbas ve diğerlerinin rivayetleri- hayvan tasvirinin haramlığında açıktır, bu iş şiddetle haramdır. Ancak ağaç vs. ruhu olmayan şeylerin resmini yapmak, bu yoldan kazanç te´min etmek haram değildir. Meyveli ve meyvesiz ağaç hepsi aynı hükme tabidir. Mücâhid dışında bütün ulemâ bu görüştedir. Sâdece Mücâhid meyveli ağacın resmini yapmayı mekruh addetmiştir. Bu hükmü Müslim´de gelen şu hadîs-i kudsîden çıkarmıştır: وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ ذَهَبَ يَخْلُقُ خَلْقاً كَخَلْقِى “Benim mahlukum gibi bir şey yaratmaya kalkandan daha zalim kim vardır ..” Cumhur da, şu hadisle ihticac etmiştir: وَيُقَالُ لَهُمْ اَحْيُوا مَا خَلَقْتُمْ
“Canlı resmi yapanlara: “Yarattıklarınıza haydi hayat verin!” yani ´Haydi onları taklid ettiğiniz gibi ruh sahibi hayvanlar kılın!” denilir…”
SÛRET VE PERDELERLE İLGİLİ KERÂHET
ـ1ـ عن أبى طلحة ا‘نصارى رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قال رَسُولُ اللّه #: َ تَدْخُلُ المََئِكَةُ بَيْتاً فِيهِ كَلْبٌ، وََ تَمَاثِيلُ[. أخرجه الخمسة واللفظ لمسلم والترمذي .
1. (2169)- Ebû Talha el-Ensârî (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Melekler, içerisinde köpek ve timsaller bulunan eve girmezler.” [Buhârî, Libâs 92, 88, Bed´ü´l-Halk 6, 14, Megâzî 11; Müslim, Libâs 102, (2606); Ebû Dâvud, Libâs 48, (4155); Tirmizî, Edeb 44, (2805); Nesâî, Zînet 112, (8, 212, 213); İbnu Mace, Libâs 44, (3649).]
ـ2ـ وعن سفينة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]دَعَا عَليٌّ رَضِيَ اللّهُ عَنْه رسولَ اللّه # إلى طَعَامٍ صَنَعَهُ. فَجَاءَ فَوضَعَ يَدَهُ عَلى عِضَادَتِى الْبَابِ فَرَأى الْقِرَامَ قَدْ ضُرِبَ في نَاحِيَةِ الْبَيْتِ فَرَجَعَ. فَقِيلَ لَهُ في ذلِكَ؟ فقَالَ: إنَّهُ لَيْسَ لِنَبِىٍّ أنْ يَدْخُلَ بَيْتاً مُزَوَّقاً[. أخرجه أبو داود.»المُزَوَّقُ« المزين .
2. (2170)- Sefîne (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Hz. Ali (radıyallâhu anh), Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ı hazırladığı bir yemeğe dâvet etti. Efendimiz gelip, içeri girmek üzere elini kapının kirişleri üzerine koyunca, evin bir köşesine gerilmiş bir kırâm görmüştü ki hemen geri döndü. (Resûlullah´a geri dönüşünün) sebebi sorulunca: “Bir peygambere tezyin edilip süslenmiş bir eve girmek uygun olmaz” cevabını verdi.” [Ebû Dâvud, Et´ime 8, (3755); İbnu Mâce, Et´ime 56, (3360).]
AÇIKLAMA:
1- Bu rivâyet, mâna ve hüküm itibâriyle aynı olsa da, Ebû Dâvud´daki aslından biraz farklı şekilde Teysir´e alınmış. Ya Ebû Dâvud´un başka bir nüshasından alınmadır, ya da rivâyet-i bil mâna yoluyla özetlenerek, yeni bir ifâdeye dökülerek nakledilmiş olmalıdır.
2-Resûlullah´ın, eve girmeden geri dönmesine sebep olan kırâm nakışlı ince bir kumaştır. Yerine göre perde, yatak çarşafı, duvar (halısı gibi) süslemede kullanılan ince bir örtüdür. Yünden mâmul olduğu, üzerinde renk renk nakış bulunduğu, bazı kumaşların bununla kaplandığı belirtilir. Hattâbi, İbnu Melek gibi bir kısım şârihler, hadiste geçen kırâm´ın nakışlı olduğunu söylemişlerdir. Ancak sâde olduğunu, fakat perde olarak duvarın üzerine gereksiz yere çekildiği için cebâbireye benzeme hâsıl olmasından dolayı Resûlullah´ın geri döndüğünü söyleyenler olmuştur.
3- Münker olan ziyafete katılmalı mı
MÜNKER OLAN ZİYAFETE KATILMALI MI
Bu soruya farklı cevaplar verilmiştir:* Aliyyü´l-Kârî, Mirkat´da: “Münker olan dâvete icâbet edilmeyeceği hususunda hadis sarihtir” der.* İbnu Hacer Fethu´l-Bâri´de: “Hadisten şu anlaşılmaktadır: “Bir evde münkerin varlığı, oraya girmeye mânidir.”* İbnu Battâl da: “Allah ve Resûlünün yasakladığı bir münker bulunan ziyafete katılmak câiz değildir. Zîra, buna rıza gösterilmiş manası vardır” der ve büyüklerden bazı nakillerde bulunur. Özeti: “Ziyafette haram bir şey olduğu takdirde, bunu önlemeye muktedirse, katılmasında bir beis yoktur, Aksi taktirde geri döner.”* Hanefîlerden el-Hidâye sahibi bu konuda özetle şunu söyler: “Kendisine uyulan, örnek alınan biri değil de sıradan bir kimse ise, oturup yemesinde bir beis yoktur. Ancak kendisine uyulan biri ise ve münkere izâleye de muktedir değilse, dini lekelemek, günah kapısını açmak mânasına geleceği için o safraya oturmayıp, terkeder. Bütün bunlar, bilmeyerek gelmiş olma durumuna göredir. Sofrada münkerin varlığını önceden bilirse, icâbet etmesi gerekmez.”
ـ3ـ وعن أبى هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قال رسول اللّه #: أَتَانِى جِبْرِيلُ عَلَيْهِ السََّمُ فَقالَ: أتَيْتُكَ الْبَارِحةَ فَلَمْ يَمْنَعْنِى أنْ أدْخُلَ إَّ أنَّهُ كَانَ في الْبَيْتِ قِرَامُ سِتْرٍ فيهِ تَمَاثِيلُ، وَكانَ في الْبَيْتِ كَلْبٌ، وَعلى البَابِ تَمَاثِيلُ الرِّجَال. فَمُرْ بِرَأسِ التَّمَاثِيلِ فَتُقْطَعَ فَيَصِيرَ كَهَيْئَةِ الشَّجَرَةِ، وَمُرْ بِالْقِرَامِ فَيُجْعَلَ مِنْهُ وِسَادَتَانِ تُوطَآنِ، وَبِالْكَلْبِ فَيُخْرَجَ. فَفَعَلَ ذلِكَ[. أخرجه الخمسة إ البخارى، وهذا لفظ أبى داود والترمذي .
3. (2171)- Hz. Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Bana Cibrîl (aleyhisselâm) geldi ve: “Dün sana gelmiştim (ama yanına girmedim).” Girmeyişimin sebebi de üzerinde timsaller bulunan perde bezi idi. Orada bir de köpek vardı, kapının üzerinde de insan resimleri bulunuyordu. Timsallerin başlarının koparılmasını emret ki ağaç şekline dönsün. Örtüden ayak altına atılacak iki minder yapılmasını, köpeğin de dışarı çıkarılmasını söyle!” Bu söylenenler yapıldı.” [Müslim, Libâs 102 (2112); Ebû Dâvud, Libâs 48, (4158); Tirmizî, Edeb 44, (2807); Nesâî, Zînet 113, (8, 216). Bu rivayet Ebû Dâvud ve Tirmizî´nin metnine mutabıktır.]
ـ4ـ وعن علي رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قال النبيُّ #: َ تَدْخُلُ المََئِكَةُ بَيْتاً فِيهِ صُورَةٌ وََ جُنُبٌ، وََ كَلْبٌ[. أخرجه أبو داود والنسائى .
4. (2172)- Hz Ali (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “İçerisinde resim, cünüb ve köpek bulunan eve (rahmet) melekleri girmez.” [Ebû Dâvud, Tahâret 90, (227); Libâs 48, (4152); Nesâî, Tahâret 168, (1, 141), Sayd 11, (7, 185).]
ـ5ـ وعن ابن عباس رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]لَمَّا رَأى النبىُّ # الصُّوَرَ في الْبَيْتِ لَمْ يَدْخُلْ حَتَّى أمَرَ بِهَا فَمُحِيَتْ. وَرَأى صُورَةَ إبْرَاهِيمَ وَإسْمَاعِيلَ بِأيْدِيهمَا ا‘زَْمُ. فقَالَ: قَاتَلَهُمُ اللّهُ، وَاللّهِ إنِ اسْتَقْسَمَا بِا‘زَْمِ قَطُّ[. أخرجه البخارى.
5. (2173)- İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) (Mekke´nin Fethi günü), Beytullah´ta tasvirler görünce, içeri girmedi. Önce onların imhasını emretti ve imha edildiler. İçeride Hz. İbrâhim ve Hz. İsmâil (aleyhimesselâm)´in ellerinde kumar okları bulunur vaziyetteki suretlerini görmüştü. Şöyle buyurdu: “Allah canlarını alsın. Vallahi onlar asla oklarla kısmet aramadılar.” [Buhârî, Enbiya 8, Hacc 54, Megâzî 48.]
AÇIKLAMA:
1- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), Mekke fethedildiği zaman Ka´be´ye gelir. İçerisinde resimler, putlar olduğu için, girmezden önce bunların çıkarılmasını emreder. Putlar varken girmeyişini şârihler iki sebebe bağlarlar:
1) O bâtıl hâli takrir etmemek: Yani putun olduğu yere girmeye meşruiyet kazandırmamak için.
2) Meleklerden ayrılmayı sevmediği için. Çünkü onlar putun olduğu yere girmezler.
2- Okla kısmet aramak cahiliye âdeti idi. en-Nihâye şu açıklamayı sunar: “Cahiliye Araplarından biri, yola çıkmak veya evlendirmek gibi ciddî bir işe karar vermek istediği zaman oklarla kur´a çeker (kısmetini arar)dı. Okların bazısında, اَمَرَنِى رَبِّى “Rabbim bana emretti”, bazısında نَهَانِى رَبِّى “Rabbim bana yasakladı”, bazısında da غُفْل
“Boş” yazıyordu. Çektiği okta emretti yazılıysa o işi yapardı; yasakladı çıkarsa o işi yapmaktan vazgeçerdi: boş çıkarsa döner, emir veya yasak çıkıncaya kadar kur´a çekimini yenilerdi.”Şu halde hadiste, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu bâtıl âdeti, Hz. İbrâhim ve Hz. İsmâil´in ihdas etmiş olmasını (ya da daha önceden ihdas edilmiş olsa bile onların tevessül etmiş olmalarını) reddetmektedir. Halbuki, yapılan tasvirde onların ellerine bu kur´a okları verilmekle bu batıl işe onların da iştirak ettiğini ifâde etmiş oluyorlardı. Buhârî´deki bir rivayette: “…Onlar da bilirler ki Hz. İbrahim ve Hz. İsmail (aleyhimesselâm), asla okla kısmet aramadılar” buyrulmuştur.Kur´a ile kısmet arama işini ilk ihdas eden Amr İbnu Lühey´dir. Bunu o iki peygambere nisbet etmek iftarâdan başka bir şey değildir. Amr İbnu Lühey ise zaman itibariyle çok sonra yaşamıştır ve onun devrine kadar bu âdet bilinmemektedir.
3- Yasak olan suret
YASAK OLAN SURET:
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), sûret bulunan eve meleklerin girmeyeceğini belirterek, kendisi de girmemiştir. Ayrıca, bunları yapanları da lanetlemiştir.
Öyle ise yasaklanan sûretlerin mahiyeti nedir Her ne olursa olsun bütün sûretler mi yasaktır Bu hususta, geçen hadislerin açıkmalarından yeterli bilgiler geçti ise de, burada mesele üzerine, Ebû Bekr İbnu´l-Arabî´nin bir özetlemesini, Zürkânî´nin Muvatta Şerhi´nden aynen iktibas ediyoruz. Der ki: “Suver edinme meselesinin özeti şudur:I- Sûret (timsal, resim…) eğer (gölge verecek şekilde, heykel nev´inden bir) cisimse, âlimlerin icmâı ile haramdır.II- Cisim değil de (resim gibi gölge düşürmeyecek) nakış ise dört farklı görüş ileri sürülmüştür:1) Mutlak sûrette câizdir.2) Mutlak sûrette haramdır.3) Mutlak olarak caizdir, değildir denemez, duruma göre hükmedilir, şöyle ki:a) Bakılır, eğer resim, tasvir ettiği ruh sâhibini (insan veya havyan) yaşamasına imkân verecek tamlıkta ise haramdır.b) Eğer başı koparılmışsa (yaşamasına imkan tanımayacak şekilde), yarım olarak tasvir edilmişse câizdir.Bu mevzuda en doğru görüş budur.4) Resim hürmet ifâde etmeyen bir vaziyette ise yine câizdir, yere atılıp üzerine basılan halı, kilim, minder üzerindeki resimler gibi.[133] Aksi takdirde hürmet ifâde edecek bir vaziyette konmuş ise, meselâ duvara asılmış ise câiz değildir, haramdır.”Zürkânî şu ilave açıklamayı yapar: “Burada zikri geçen icma, çocukların oyuncaklarını istisna eder.” İbnu Abdilber de üçüncü görüşü benimsemiş ve bunu: “Görüşlerin en doğru olanı” diye değerlendirmiş, âlimlerin ekseriyetle bu görüşü benimsediğini belirtmiştir.”
4- Bediüzzaman´a göre “yasak resim ve heykel” zulüm, riya ve heva vasıtasıdır:
BEDİÜZZAMAN´A GÖRE “YASAK RESİM VE HEYKEL” ZULÜM, RİYA VE HEVA VASITASIDIR:
Resim ve heykel meselesine Bediüzzaman Said Nursî merhum, yasağın ictimâî ve medenî hayata bakan yönlerini dile getirerek temas eder. Ona göre, resim ve heykel sadece putperestlik vasıtası değildir. Beşer hayatında zulmün, riyanın ve şehevânî arzuların da tahrik vâsıtasıdır. İnsanlardaki ulvî hissiyatı söndürür, aile hayatını tahrib eden muzır neticelere sebep olur. Şöyle der: “Sanemperestliği şiddetle Kur´ân men ettiği gibi, sanemperestliğin bir nevi taklidi olan sûretperestliği de men eder. Medeniyet ise, sûretleri kendi mehasininden (hayırlı işlerinden) sayıp Kur´ân´a muâraza etmek istemiş. Halbuki: Gölgeli, gölgesiz suretler, ya bir zulm-ü mütehaccir (taşlaşmış zulüm) veya bir riya-ı mütecessid (cesede bürünmüş riya) veya bir heves-i mütecessim (cisimleşmiş heves)dir ki, beşeri zulme ve riyaya ve hevâya, hevesi kamçılayıp teşvik eder. Hem Kur´an, merhameten kadınların hürmetini muhafaza için, haya perdesini takmasını emreder. Tâ hevesât-ı rezilenin ayağı altında o şefkat mâdenleri zillet çekmesinler. Âlet-i hevesât, ehemmiyetsiz bir metâ hükmüne geçmesinler. Medeniyet ise, kadınları yuvalarından çıkarıp, perdelerini yırtıp, beşeri de baştan çıkarmıştır. Halbuki, aile hayatı, kadın-erkek mâbeyninde (arasında) mütekâbil hürmet ve muhabbetle devam eder. Halbuki açıksaçıklık, samîmi hürmet ve muhabbeti izâle edip ailevî hayatı zehirlemiştir. Husûsen sûretperestlik, ahlâkı fena halde sarstığı ve sukût-u ruha sebebiyet verdiği şununla anlaşılır: Nasılki, merhume ve merhamete muhtaç bir güzel kadın cenâzesine nazar-ı şehvet ve hevesle bakmak, ne kadar ahlakı tahrib eder. Öyle de: Ölmüş kadınların sûretlerine veyahut sağ kadınların küçük cenâzeleri hükmünde olan suretlerine hevesperverâne bakmak, derinden derin hissiyât-ı ulviye-i insâniyyeyi sarsar, tahrib eder.”Bediüzzaman´ın sağlığında neşredilmiş olan Tarihce-i Hayat´ında, kendisine ait bazı resimlerin basılmasına izin vermiş olmasından, yukarıda beyan ettiği üç gâyenin dışında kalan ta´limî (didaktik yani öğretici) maksadlara hizmet edecek olan fotoğraflara cevaz veriyor gözükmektedir. Onun mevzuya önceki şârihlerden farklı bir bakışının olduğu söylenebilir. Zîra, eski kitaplarda umumiyetle meseleye, putperestlik ve menhî tâzim açısından bakıldığı, yasağın sebepleri hep bu açıdan değerlendirilmiş olduğu halde, Bediüzzüman, bu kadim çerçeveden dışarı çıkarak, resim ve fotoğrafın günümüzdeki yaygın kullanılış sahaları açısından da değerlendirmiş, eski yorumlara sıkı bağlı kalındığı takdirde gözden kaçabilecek yönlerine dikkat çekmiştir: Resim zulme, riyaya, hevesât-ı nefsaniyeye alet edilmektedir. Sadece uhrevî değil, dünyevî hayatı da menfi yönlerde etkilemektedir. Bu çeşit resimlerle öğretici mâhiyette olan resimler ve fotoğraflar aynı kefeye konulmamalıdır.
——————————————————————————–
[1] Kültür-sünnet münâsebeti ve İslâm´ın kültür anlayışı 1.ciltte genişçe işlenmiştir (S. 320-333).
[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/465-466.
[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/467.
[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/468.
[5] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/468-469.
[6] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/469-470.
[7] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/470.
[8] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/470-471.
[9] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/471.
[10] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/472.
[11] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/472.
[12] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/472-473.
[13] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/473.
[14] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/474.
[15] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/474.
[16] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/474.
[17] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/474.
[18] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/475.
[19] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/475.
[20] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/475-476.
[21] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/476.
[22] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/477.
[23] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/477-478.
[24] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/478.
[25] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/478.
[26] Bundan murad, bazı mezheplerde zînet eşyasına zekât düşmediği için, zekat vermemek gâyesiyle zînet eşyasına tahvîl etmesi, ifrâta gitmesidir.
[27] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/479.
[28] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/479.
[29] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/479.
[30] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/480.
[31] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/480.
[32] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/480.
[33] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/480-481.
[34] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/481.
[35] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/482.
[36] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/483.
[37] Havsala, kuşlardaki kursaktır, halk taşlık dahi der. Bununla güvercin göğsü kastedilmiştir. Çünkü çoğunlukla güvercinlerde bu kısım siyah renklidir.
[38] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/483-485.
[39] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/485.
[40] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/485-486.
[41] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/486.
[42] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/486-487.
[43] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/487.
[44] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/488.
[45] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/488.
[46] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/488.
[47] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/489.
[48] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/489-490.
[49] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/490.
[50] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/490.
[51] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/490.
[52] İbnu Hacer Tîbî´nin “… sûretlerin ve eşyâ-yı zâhirenin başkaları şöyle dursun temiz nefislere bile te´sîr icrâ edeceğini” hadisten istinbâten söylediğini kaydeder (F. B. 2, 29).
[53] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/491-493.
[54] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/493-494.
[55] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/495.
[56] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/495.
[57] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/495-496.
[58] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/497.
[59] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/497.
[60] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/497.
[61] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/497.
[62] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/497-498.
[63] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/499.
[64] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/500.
[65] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/500.
[66] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/500.
[67] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/500.
[68] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/500.
[69] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/501.
[70] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/501.
[71] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/501-502.
[72] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/502-503.
[73] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/503-504.
[74] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/504.
[75] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/504.
[76] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/505.
[77] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/505.
[78] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/506.
[79] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/506-507.
[80] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/507.
[81] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/508-509.
[82] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/508-509.
[83] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/510.
[84] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/510.
[85] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/511.
[86] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/511.
[87] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/511.
[88] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/512-513.
[89] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/513.
[90] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/513-514.
[91] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/514.
[92] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/514-515.
[93] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/515.
[94] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/516.
[95] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/516-517.
[96] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/517.
[97] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/518.
[98] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/518.
[99] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/518-519.
[100] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/519.
[101] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/519.
[102] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/519.
[103] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/519-520.
[104] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/520.
[105] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/520.
[106] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/520-521.
[107] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/521.
[108] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/521.
[109] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/521.
[110] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/521-522.
[111] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/522.
[112] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/522.
[113] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/523.
[114] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/523.
[115] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/523-525.
[116] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/525-527.
[117] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/527.
[118] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/527-529.
[119] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/529.
[120] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/529-530.
[121] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/531.
[122] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/531.
[123] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/532-533.
[124] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/533.
[125] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/533.
[126] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/534.
[127] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/534.
[128] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/534.
[129] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/534-535.
[130] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/535.
[131] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/535.
[132] Me´âfir Yemen´de bir kabile adı. Meâfiriyye adında kumaşıyla meşhurdur.
[133] Eski âlimlerimiz, devirlerinde müstehcenlik pek olmadığı için olacak değerlendirmelerinde resmin muhtevası üzerinde durmazlar. Bunu, görülecek üzere Bediüzzaman yapar.