SILA-İ RAHM BÖLÜMÜ
UMUMÎ AÇIKLAMA:
İslam´ın çokça ehemmiyet verdiği hususlardan biri de sıla-i rahm´dir. Yani akrabalar, yakınlar arasındaki münâsebet… Bunun iyi olması, karşılıklı sevgi, saygı ve yardımlaşma esasına dayanması gerekmektedir.
Rahm, kelime olarak rahmet´ten gelir; rahmet, “acımak”, “şefkat duymak” mânalarını taşır. Türkçemizde sıla-i rahm tabiri içerisinde rahm şeklinde kullanılan bu kelime, Arapça aslında rahim şeklinde kullanılır. Akrabalık, hısımlık, yakınlık, kuvvet, karâbet gibi farklı kelimelerle dile getirilen beşeri yakınlığı ifâde eder.
Sıla, ulaşmak, kavuşmak manasına gelen vüsûl kökünden masdardır.
Öyleyse sıla-i rahm, tabir olarak, kısaca akrabalara kavuşmak manasına gelir. Şârihler atiyye (ihsan), şefkat, merhamet, yardım, görüşme, ziyaret gibi değişik mânaları sıla-i rahme izafe ederler. Daha değişik ifade ile yakınlarımıza karşı dinimizin tahmil ettiği bir kısım vazifelerimiz vardır ki, bunların yerine getirilip ifa edilmesine sıla-i rahm denmiştir. Sözgelimi iş ve ikâmet yerimiz akrabalardan uzaklarda ise zaman zaman ziyaretlerine gitmek, mektup yazıp telefon etmek; yakında ise arada sırada görüşmek, yardımımıza muhtaçsa yardım etmek, hastaysa ziyaret etmek, bir meselesi varsa ilgilenmek; sürurunda tebrik, üzüntüsünde teselli ve tâziyede bulunmak, hal hatır sormak, selam vermek vs. hepsi sıla-i rahm´e dâhildir. Bütün bu sayılanlar akrabalar arasındaki mânevi bağları güçlendirir, artırır, insanı hayata daha çok bağlar, ferdleri bencillik, yalnızlık gibi kötü hislerden ve böylesi duyguların getireceği marazi hal ve durumlardan korur. Allah´ın rızasına, rahmetinin tecellisine sebep olur.
Sıla-i rahim öncelikle akrabalara karşı talebedilmiş ise de, komşulara, arkadaşlara, meslektaşlara, iş arkadaşlarına, din kardeşlerine ve her çeşit tanıdıklara karşı da vazife ve borç kılınmıştır. Sözgelimi, karşılaştığımız bir mü´mine, tanımasak bile verilen bir selâm, yaşlı bir kimseye yer gösterme, otobüste yer verme, düşen bir çocuğu kaldırma, soran kimseye adres tarif etme, içtimâî münasebetlerde güler yüzlü, tatlı sözlü olma, hayırhah ve yardımsever tavrı takınma vs. vs. hepsi birer sıla-i rahim´dir. Şu halde sıla-i rahmi, bu sayılanlardan sadece biri olarak anlamak büyük bir eksiklik olur. Alimler sıla-i rahm´in dereceleri olduğunu, en yüksek derecesinin nikah düşmeyecek derecedeki yakın akrabalar arasında bulunduğunu, buna riayetin farz olduğunu söylerler. Bu görüşe göre amca, dayı çocukları arasında farz olmaz. En aşağı derecesini de selamlaşma olarak ifade eden olmuştur. Bazı âlimler, miras babında zevi´l-erhâm denen bütün akrabaya farz olduğuna hükmetmiştir.[1]
Cenab-ı Hakk´ın insanlar arasına böyle bir bağı koyup buna vâcib emirler arasında yer vermesi, insanlara olan büyük nimet ve rahmetlerinden biridir. Fert ve cemiyetlerin birbirlerini karşılıklı olarak sevme ve saymalarının mayasını sıla-i rahm teşkil eder. Dinimiz beşerî saadetin vazgeçilmez şartlarından olan sıla-i rahm´in terkini büyük günahlardan addetmiştir. Buna kat-ı rahim de denir, yani rahm´ı (akrabalık bağlarını) koparmak, geniş mânasıyla beşeri bağları koparmak demektir.
Resulullah meselenin ehemmiyetini şu hadisleriyle tesbit eder:
“Allah Teâla hazretleri mahlukatı yaratıp bu işten fâriğ olduğu zaman, rahim ayağa kalkarak dedi ki: “Bu, kat edilmekten (koparılmaktan) sığınanın makamıdır.” Cenab-ı Hak cevaben:
“Evet sana sıla yapana, benim sıla yapmam, senden kopup alâkayı kesene benim de kopup alâkayı kesmem yetmez mi, bundan razı değil misin ” buyurdu. Rahm:
“Evet razıyım!” deyince, Cenab-ı Hak:
“Bu sana verildi!” diye hükmetti. Sonra Resulullah: “Dilerseniz şu ayeti okuyun” dedi. (Meâlen): “Geri dönerseniz yeryüzünde bozgunculuk yapmanız ve akrabalık bağlarını kesmeniz beklenmez mi sizden İşte Allah´ın lanetlediği, sağır kıldığı ve gözlerini kör ettiği bunlardır. Bunlar Kur´an´ı düşünmezler mi Yoksa kalbleri kilitli midir ” [Muhammed 23-24]
Müslim´in bu rivayeti, sıla-i rahm´in insanlığın yaratılışıyla birlikte yaratılmış olduğunu gösterir. Yine bu hadisten anlıyoruz ki, Allah´ın insanlara rahmet ve merhametinin tecellisi, sıla-i rahmin edası şartına bağlanmış olmaktadır. Bizzat Kur´an sıla-i rahm´i kesenlere Allah´ın lânetini yani rahmetinden mahrumiyeti haber vermektedir. Buna hangi mü´minin gönlü razı olur
Sıla-i rahm´in ehemmiyetini belirten hadis çoktur. Birkaçını kaydediyoruz:
“Sıla-i rahm´i kesen cennete giremez.”
“Rahim, Arş-ı A´lâ´ya asılı olarak şöyle der: “Kim bana sıla yaparsa Allah ona vâsıl olsun, kim de beni koparırsa Allah da ondan kopsun.” Yani: “Sıla-i rahmi yerine getirerek insanlara karşı olan vazifelerini yapan kimseye Allah rahmetiyle muamele etsin, bu vazifeyi yapmayanlar da Allah´ın rahmetinden mahrum kalsın.”
Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Bir adam aleyhissalâtu vesselam´a gelerek:
“Ey Allah´ın Resulü! Benim akrabalarım var. Ben onlara sıla-i rahm yapıyorum, onlar mukabele etmeyip alakayı kesiyorlar. Ben onlara iyilik yapıyorum, onlar bana kötülük yapıyorlar. Ben onlara yumuşak davranıyorum onlar bana karşı cahillik yapıyorlar!” dedi. Bunun üzerine Efendimiz aleyhissalâtu vesselam:
“Eğer dediğin gibi isen, sanki onlara sıcak kül yediriyor gibisin. Sen bu şekilde devam ettikçe, onlara karşı Allah´ın yardımı seninle olacaktır.”
“Sıla-i rahm, güzel ahlâk, başkalarıyla iyi geçinmek, beldeleri mâmur, ömürleri uzun eder.”
“Yakınlara sıla, malda zenginliği, ailede sevgiyi, ömürde uzamayı artırır.”
“Senden kopandan sen kopma, sana kötülük yapana sen iyilik yap, aleyhine bile olsa hakkı söyle.
“Son olarak şu hususu da kaydedelim ki, Resulullah aleyhissalatu vesselam´in daha peygamberlik gelmezden önceki mümtaz vasıflarından biri sıla-i rahme verdiği ehemmiyet idi. Öyle ki Hz. Peygamber, risaletin ilk tezahürleri karşısında ve bilhassa Cebrail aleyhisselam´la ilk karşılaşması akabinde korkmuş ve Hz. Hatice´ye bunu açmıştı. Hz. Hatice, korkmaması, Allah´ın kendisini mahçup etmiyeceği hususunda teselli ederken Resulullah´ı ikna etmek üzere zikrettiği delillerden biri Aleyhissalatu vesselam´ın sıla-i rahm´e riayet etmesi idi.
Peygamberliğin ilk yıllarından itibaren Resûlullah´ın, muhataplarını ısrarla davet ettiği şeylerden biri yine sıla-i rahim´di. Hatta, Herakliyus, peygamberlik iddiasında bulunan Muhammed hakkında bilgi edinmek üzere ticarî maksadla Şam´a gelmiş olan Ebu Süfyan ve yanındakileri çağırtıp “Size ne emrediyor ” diye sorunca Ebu Süfyan´ın saydıkları arasında sıla-i rahm´i de görmekteyiz:
“Bize namazı, sadakayı, iffeti ve sıla-i rahmi emrediyor.”[2]
ـ3288 ـ1 -عن عَائِشَةَ رَضِىَ اللّهُ عَنْها قَالَت: ]قَالَ رَسُولُ للّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: الرَّحِمُ مُعَلَّقَةٌ بِالْعَرْشِ. تَقُولُ: مَنْ وَصَلَنِي وَصَلَهُ اللّهُ. وَمَنْ قَطَعَنِى قَطَعَهُ اللّه[. أخرجه الشيخان .
1. (3288)- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: “Rahim Arş´a asılıdır, der ki: “Kim beni sıla ederse Allah da ona sıla etsin. Kim benden koparsa Allah da ondan kopsun.”[3]
ـ3289 ـ2 -وَعَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قَالَ: ]قَالَ رَسُولُ للّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: مَنْ سَرَّهُ أَنْ يَبْسُطَ اللّهَ تَعَالَى لَهُ فِي رِزْقِهِ، وَأَنْ يَنْسَأ لَهُ فِي أَثَرِهِ فَلْيَصِلْ رَحِمَهُ[. أخرجه البحاري والترمذي .
2. (3289)- Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: “Kim, rızkının Allah tarafından genişletilmesini, ecelinin uzatılmasını isterse sıla-i rahim yapsın.”[4]
ـ3290 ـ3 -وعند الترمذي: ]تَعَلَّمُوا مِنْ أَنْسَابِكُمْ مَا تَصِلُونَ بِهِ أَرْحَامَكُمْ فَإِنَّ صِلَةَ الرَّحِمِ مَحَبَّةٌ فِي ا‘َهْلِ، مَثْرَاةٌ فِي الْمَالِ، مَنْسَأةٌ فِي ا‘َثَرِ[. ينسأ. أى ويقخر.»وَا‘َثَرُ« هنا ا‘جل .
3. (3290)- Tirmizî´deki rivayet şöyle: “Nesebinizden sıla-i rahm yapacaklarınızı öğrenin. Zira sıla-i rahim akrabalarda sevgi, malda bolluk, ömürde uzamadır.”[5]
AÇIKLAMA:
1- Bu hadiste Resulullah, sıla-i rahm için neseb yani akrabaları öğrenmeyi emretmektedir. Alimler bu hadise dayanarak sıla yapılması gerekenlerin valideyn´den ibaret olmayıp, bütün zevi´l-erhama (babalar, dedeler, amcalar, dayılar vs.) şâyi olduğunu söylemişlerdir. Akrabalara karşı gösterilecek sıla-i rahm, onlara yakınlaşma, şefkat ve ihsandan ibarettir.
2- Sıla-i rahm’in ömürde uzamaya sebep olması meselesi, ecelin değişmeyeceğini beyan eden ayetle tearuz eder. Buna cevap sadedinde: “Amelde bereket ve tevfîk hâsıl olması, ömrün boşa gitmemesidir, bu durumlar sanki ömrün artması gibidir” denmiştir. Ayrıca: “Sıla-i rahim, öldükten sonra hayırla yâdedilmeye sebeptir” veya “sâlih evlatların varlığına sebeptir” de denmiştir. Şurası muhakkak ki, mâdem ki Resulullah, Hak namına konuşarak, sıla-i rahmin ömrün uzamasına sebep olduğunu bildirmiştir. Şu halde bu, mahiyetini anlamakta zorluk çeksek de âlemde mevcut diğer eceli geciktiren sebeplerden biri olmalıdır. Allah kimin ömrünün uzun olmasını dilerse onu sıla-i rahim yapmada muvaffak kılar. Esasen bir mü´min için bu meselenin iman mantığınca anlaşılmasında zorluk mevcut değildir. Çünkü, Resulünün müjdesine inanarak, vaadedilen mükâfata ermek niyetiyle yapacağı ameller, (sıla-i rahimler) boşa gitmeyecek, “Kul, Allah hakkında nasıl zanda bulunursa, Allah kula öyle muamele eder..” fehvasınca, ömrünün uzatılacağı inancıyla sıla-i rahm yapanlara Cenab-ı Hak, daha uzun ömür verebileceği gibi, bu maksadla harcadığı ömür dilimlerini, başka maksatlarla harcadığı ömür dilimlerine nazaran en az on katı olmak üzere kat kat sevaplara mazhar ederek, daha uzun bir ömür yaşamış olma sevabını verebilecektir.
Bu meselede İbnu Hacer üç ayrı açıklama kaydeder:
Birincisi şöyle: “Bu artma, taâte yardım sebebiyle ömürde bereketten ve âhirette faydası olacak bir şeyle vaktini mamur kılarak, boş geçmesinden böylece korumuş olmaktan kinayedir. Buna benzer bir başka rivayet ümmet-i Muhammed´in ömrüyle ilgilidir. Aleyhissalatu vesselam ümmetinin ömrünü, diğer ümmetlerin ömrüne nisbetle çok kısa olmakla birlikte, leyle-i Kadr´i vererek telafi ettiğini belirtmiştir. Hülasa, sıla-i rahm, taatın bereketlenmesine ve masiyetten korunmaya bir sebeptir, böylece kendisinden sonra hayırlı yâd devam eder ve sanki ölmemiş gibi (sevabı devam eder). Kişiye yardım sağlayan şeyler arasında, kendisinden sonra istifade edilecek ilim, sadaka-i câriye ve sâlih evlad da vardır.”
Alimler, meseleyi bir başka açıdan ele alarak şöyle izah ederler: “Ömrün artması kinaye olmayıp, hakikattir. Bu artış, Allah´ın ilmine nisbede değil, ömürle ilgili müvekkel meleğin ilmine nisbetledir. Âyetin değişmez diye bildirdiği ömür Allah´ın ilmine göredir. Sözgelimi, müvekkel meleğe: “Falanın ömrü, sıla-i rahim yaparsa yüz yıldır, yapmazsa altmış yıldır” dendiğini farzedelim. Allah´ın ilminde bu kimsenin sıla-i rahim yapıp yapmayacağı önceden bellidir. Ama meleğin ilminde ise, artıp eksilme mümkündür. İşte bu duruma “Allah dilediğini siler, dilediğini sâbit bırakır. Ana kitap onun katındadır” (Ra´d 39). Âyette temas edilen mahv ve isbat (yani silme ve sabit bırakma) meleğin ilminde bulunana nispetledir. Ana Kitapta (Ümmü´l-Kitap) olan ise Allah´ın ilminde olandır ve elbette bunda silme mevzubahis değildir. İşte buna kaza-i mübrem, öncekine ise kaza-i muallak denir.” Bu inanç sebebiyle Hz. Ömer´in: “Ya Rab! Beni şakî yazdınsa sil!” diye dua ettiği belirtilir. “Senin ilminde şakî isem değiştir” demezmiş. Zira Allah´ın olacak bir şey hakkındaki bilgisi asla değişmez, O´nun bildiği şekilde olur.
Alimler bu iki izah şeklinden öncekinin, sadedinde olduğumuz hadise daha uygun düştüğünü söylerler.
Tîbî´den kaydedildiğine göre şöyle demiştir: “Önceki vecih daha muvafıktır. Buna, Fâik´in müellifi (Zemahşerî)´nin sözü işaret eder. Der ki: “Mânanın böyle olması caizdir: “Allah, rahim´in eser ve aslını dünyada uzun müddet devam ettirir, bunu sıla-i rahmi yapmayanın eserini hemen yok ettiği gibi çabucak yok etmez.”
Üçüncü bir açıklama Taberâni´nin Mûcemu´s-Sağîr´inde gelmiştir: Ebu´d-Derda anlatıyor: “Resulullah aleyhissalatu vesselam´ın yanında “Kim sıla-i rahimde bulunursa eceli uzatılır” diye zikredilmişti, Aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: “Ömürde ziyade olmaz. Allah Teâla Hazretleri: “Ecelleri geldiği zaman bir saat ne ileri alınır ne de geriye…” (A´raf 34) buyurmaktadır. Ancak kişinin, kendisine vefatından sonra dua edecek hayırlı zürriyyet olur.”
Yine Taberânî´nin Mûcemu´l Kebir´inde gelen merfu bir hadisde: “Allah, eceli gelen kimsenin ömrünü uzatmaz, ömrün ziyâdeleşmesi sâlih zürriyet demektir” buyurmuştur.
İbnu Fûrek, ömrün artmasından maksadın sıla-i rahim yapan kimsenin anlayış ve aklından âfâtın nefyedilmesi olduğunda cezmetmiştir.
3- Hadis, neseb öğrenmenin mendub olduğunu ifade etmektedir.[6]
ـ3291 ـ4 -وَعَنْ ميمونة رَضِىَ اللّهُ عَنْها قَالَت: ]أعْتَقَتُ وَلِيدَةً وَلَمْ أَسْتَأذِنْ رَسُولَ للّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَلَمَّا كَانَ يَوْمَهَا الَّذِي يَدُورُ عَلَيْهَا فِيهِ. قَالَتْ يَا رَسُولَ للّهِ: أَشْعَرْتَ أَنِّي أَعْتَقْتُ وَلِيَدَتِي. قَالَ: وَفَعَلْتِ؟ قَالَتْ: نَعَمْ. قَالَ: أَمَا إِنَّكِ لَوْ أَعْطَيْتِهَا أَخْوا لَكَ كَانَ أَعْظَمَ َ جْرِكَ[. أخرجه الشيخان وأَبُو دَاوُد .
4. (3291)- Meymûne radıyallahu anhâ anlatıyor: “Resulullah aleyhissalatu vesselam´dan izin almadan bir câriye azad ettim. Resûlullah´ın benimle kalma günü gelip, beraber olduğumuz zaman:
“Ey Allah´ın Resûlü, câriyemi azad ettim, farkettiniz mi ” dedim.
“(Sahi mi söylüyorsun), bunu yaptın mı ” dedi. Ben, “Evet!” deyince:
“Keşke onu dayılarına verseydin, senin için daha hayırlı olacaktı!” buyurdular.”[7]
ـ3292 ـ5 -وَعَنْ سلمان بن عامر رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قَالَ: ]قَالَ رَسُولُ للّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: الصَّدَقَةُ عَلَى الْمِسْكِينِ صَدَقَةٌ، وَعَلي ذِي الرَّحِمِ ثِنْتَانِ: صَدَقَةٌ وَصِلَةٌ[. أخرجه النسائي .
5. (3292)- Selmân İbnu Âmir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Fakirlere yapılan tasadduk bir sadakadır, ama zî-rahm´a (yani akrabaya) yapılan ikidir: Biri sıla-i rahim, diğeri sadaka.”[8]
AÇIKLAMA:
1- Son iki hadis, sadaka ve bağış gibi hayırlarda, önce yakınları düşünmeye teşvik etmektedir. Köleyi azad etmektense muhtaç bir yakına bağışlamak, sadakayı rastgele bir fakire vermektense, yakınlığı olan birine vermek evlâdır. Bu hayır amelinde iki ayrı hayır gösterilmektedir:
1) Sadaka,
2) Sıla-i rahm.
Resulullah böylece sıla-i rahm´e ehemmiyet vermeye, itina göstermeye teşvik etmektedir.
2- Birinci hadisi rivayet eden Meymune, Resulullah´ın zevce-i pâklerinden olan Meymune Bintu´l-Hâris´dir (radıyallahu anhâ).
3- Hadis kadınların, kendi mallarında, kocalarına sormadan tasarrufta bulunabileceklerini göstermektedir. Çünkü Hz. Meymune câriyesini âzâd ettikten sonra Resulullah´a bilgi verme kabilinden mevzubahis etmiş, Resulullah da onu bu davranışı sebebiyle muâheze etmemiş, sadece daha evlasına işâret buyurmuştur. Meymune (radıyallahu anhâ), malında tasarrufa şayet yetkili olmasaydı, Hz. Peygamber, akdi iptal ederdi.
4- İbnu Hacer, bu hadisten hareketle: “Akrabaya hibede bulunmak mutlak olarak efdaldir” denemez, zira bazı yakınlar gerçekten muhtaçtır, bazıları da değildir” der. Keza ilave eder: “Akrabaya hibe etmek de azad etmekten mutlak olarak efdaldir denemez. Zira açıkladığımız üzere bu, ahvale göre değişir.”[9]
——————————————————————————–
[1] Sıla-i rahm, tabiriyle aynı menşe´den olması hasebiyle zevi´lerhâm hakkında da açıklama kaydetmemiz, mevzumuz açısından faydalı olacaktır. en-Nihaye´de şu açıklamaya yer verilir: “Zû-rahm mahrem veya zû-rahm da denen zevi´l-erhâm, akrabalardır. Seninle aranızda neseb bağı olan herkes hakkında kullanılır. Ferâiz´de (miras bahsinde) kadın cihetinden akrabalara zevi´l-erhâm denir ve şöyle ifade edilir: Zu-rahmi mahrem -ve muharrem- bunlar nikahı haram olan kadınlardır: Anne, kız, kız kardeş, hala, teyze gibi. Sahabe ve Tabi´înden ulemanın çoğu bu görüştedir. Ebu Hanîfe ve Ashabı da bu görüştedir.
[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/55-57.
[3] Buhari, Edeb: 13; Müslim” Birr: 17, (2555); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/58.
[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/58.
[5] Buharî, Edeb: 12; Tirmizî, Birr: 49, (1980); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/58.
[6] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/58-60.
[7] Buhari, Hibe: I5; Müslim, Zekât: 44, (999); Ebu Dâvud, Zekât: 45, (1690); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/60.
[8] Nesâî, Zekât: 82, (5,92); Tirmizî, Zekât: 26, (658); İbnu Mâce, Zekât: 28, (1844); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/61.
[9] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/61. –