Damân: Latin harfleriyle yeni imlâda “zamân”, “zemân” diye yazıldığına da rastlanır. Başkasının üzerindeki vacib bir hakkı ilzâm etmek, (deruhte etmek, kendi üzerine almak), bir şeyin, misliyâttan ise mislini ve kıyemiyâttan ise kıymetini vermektir. Bu durumda demân, kefil olmak ma´nâsınadır da. Kefil için dâmin (zâmin), damîn (zamîn) tabirleri de kullanılır ki, demân bu ma´nâda, kefâlet sahibi demektir.
Kitabımız, bu mevzu için tek bir hadise yer vermiştir.[1]
ـ3492 ـ1ـ عن ابن عباس رَضِيَ اللّهُ عَنْهما ]أنَّ رَجًُ لَزِمَ غَرِيماً لَهُ بِعَشْرَةِ دَنَانِيرَ. فقَالَ: مَا أُفَارِقُكَ حَتّى تَقْضِيَنِى أوْ تَأتِىَ بِحَمِيلٍ. فَتَحَمَّلَ بِهَا رسُولُ اللّهِ # فَأتَاهُ بِهَا مِنْ وَجْهٍ غَيْرِ مَرْضِىٍّ فَقَضَاهَا عَنْهُ وقال: الحَمِيلَ غَارِمٌ[. أخرجه رزين.»الحميل« الكفيل والضامن .
1. (3492)- İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: “Bir adam, kendisine on dinar borcu olan kimsenin peşini bırakmadı. Ve hattâ dedi ki:
“Sen bunu bana ödeyinceye veya bir kefil gösterinceye kadar peşini bırakmayacağım.” Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) o borcu üzerine aldı. Bunun üzerine adam, münasip olmayan bir tarzda Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a parayı getirdi. Resûlullah, borcu adam adına ödeyiverdi ve şunu söyledi:
“Kefil, borçludur.”[2]
AÇIKLAMA:
1- Rezîn tarafından tahric edildiği belirtilen bu rivayet Ebû Dâvud ve İbnu Mâce´de mevcuttur. Ancak, her ikisinde de metinler farklıdır. Sonda geçen “Kefil borçludur” cümlesi her ikisinde de mevcut değildir. Hadisin İbnu Mâce´deki aslı şöyle:
“Resulullah zamanında bir adam, kendisine on dinar borcu bulunan bir kimsenin peşini bırakmadı. Borçlu:
“Sana verecek hiç bir şeyim yok!” dedi ise de alacaklı:
“Hayır! vallahi parayı ödeyinceye veya bir kefil gösterinceye kadar peşini bırakmayacağım!”dedi ve adamı Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a götürdü. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ona sordu:
“Ne kadar, mühlet veriyorsun ”
“Bir ay!” dedi. Resûlullah da:
“Öyleyse ben ona kefilim!” buyurdu. Borçlu (aleyhissalâtu vesselâm)´ın söylediği vakitte geldi. Resûlullah adama:
“Bu [altını] nereden elde ettin “diye sorunca, adam:
“Bir mâdenden” dedi. Aleyhissalâtu vesselâm:
“Bunda hayır yok!” buyurdu ve borcu, ona bedel ödeyiverdi.”
2- Resûlullah´ın getirilen altını reddetmesi, izahı müşkil bir hadise olmuştur. Rivayette altının niçin reddedildiği sarih olarak belirtilmemiştir. Bu hususta Hattâbî, birkaç ihtimâl üzerinde durur:
* Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın madenden elde edilen altını reddedip Ebû Dâvud´daki şekliyle- “buna ihtiyacımız yok, onda hayır yok” demesi, sanki Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın muttali olduğu hususî bir sebebe dayanmaktadır. Çünkü madenden elde edilen altına temellük edilemez, o, mal kılınamaz, mübah değildir diye bir hüküm mevcut değildir. Zira, altın ve gümüşün tamamı madenlerden çıkarılır. Dahası, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) el Kabaliyye madenlerinin işletme imtiyazını Bilâl İbnu´l-Hâris´e vermiş idi. Onlar bu işletmeyi yürütüyorlar, karşılığında vergi ödüyorlardı…
(Resûlullah´ın borçlunun getirdiği altını almayışı) şundan da olabilir. Maden sahipleri, madenlerin toprağını bunu işleyenlere satmış, onlar da bundaki altın veya gümüşü çıkarmış olabilirler. Bu ise bir aldanmadır, bu toprakta gerçekten bir şey var mı yok mu bilinemez. Nitekim ulemâdan bir kısmı, madenlerin toprağının satılmasını mekruh addetmişlerdir. Atâ, Şa´bî, Süfyânu´s-Sevrî, Evzâî, Şâfiî, Ahmed İbnu Hanbel ve İshak İbnu Râhûye bunlardandır.
* (Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın reddetme tavrında) bir başka yön daha var. O da şu: “Resûlullah´ın: “Buna ihtiyacımız yok, onda hayır yok” sözünün ma´nâsı: “Bu altın revaçta değil, o bizim ihtiyacımızı görmez” demektir. Bu da Resûlullah´ın alacaklıya, madrûb para olan dinar ödemeyi tekeffül etmiş olmasındandır. Adamın getirdiği altın ise henüz madrub olmayan (basılmayan) ham altındı. Yanında da ham altından para basacak kimse yoktu. O zaman dinarlar Rum diyarından getiriliyordu. İslâm´da ilk sikke basan ve madrub dinar ortaya koyan kimse Emevi halifesi Abdülmelik İbnu Mervân´dır.
* Resûlullah´ın mezkur tavrı bir başka sebebe de dayanabilir: “Aleyhissalâtu vesselâm, bu altına bir şüphe ârız olduğu için onu almayı mekruh görmüş olabilir.” Bu da, onun madenden çıkarılış sırasında bir hile ve aldatmanın ona karışmış olma ihtimalinden ileri gelmiştir. Şöyle ki o zaman, bunu işletenler, elde edilen altının öşrü (onda biri) veya humsu (beşte biri) veya üçte biri mukabilinde bu işletmeyi yürütüyorlardı. Bu ise bir aldatmadır. Çünkü işletmede çalışan kimse, ham topraktan çalışma sonunda bir şey elde edilecek mi, edilmeyecek mi bilemezdi. Bu işte çalışanlarla yapılan akid tıpkı kaçan köle veya kaybolan deve üzerine yapılan alışveriş akdine benziyordu. Çünkü akid sırasında mevcut olmayan kaçmış kölenin veya kaybolmuş devenin geri gelmeleri meçhuldü.
* Bu işte keza bir başka zarar ve nefisleri aldatma vardır. Şöyle ki: Altının çıkarıldığı ocak orada çalışan kimseler üzerine yıkılma ihtimali taşır. Bu sebeple onun orada toprak işlemesini ve ondan altın çıkarmasını mekruh addetmiş olabilir.
Resûlullah zamanında, Araplara madrub dinarlar Rum diyarından getirilirdi. İslam´da dinarı ilk basan Abdulmelik İbnu Mervân olmuştur. Onun bastırdığı dinarlar halen tedavüldedir ve Mervâniye denilir.
3- Sadedinde olduğumuz hadiste kefâlet ve damânın meşruiyyeti gözükmektedir.
4- Ayrıca hadis, borçlunun peşine düşmenin meşruiyyetini, borcunu ödeyinceye kadar başkaca ticarî tasarruflardan yasaklanmasının meşruiyyetini de ifade etmektedir.[3]
——————————————————————————–
[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/303.
[2] Rezîn tahric etmiştir. Ebû Dâvud, Büyû´: 2, (3328); İbnu Mâce, Sadakât: 9, (2406); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/303.
[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/303-305.