UMUMÎ AÇIKLAMA
1- en-Nihâye´de açıklandığına göre, cahiliye devrinde, bir adama hayatı boyunca istifade etmesi için ev, tarla gibi şeyler bağışlanıyor, adam öldükten sonra o bağış eski sahibine geri dönüyormuş. Mesela اَعْمَرْتُهُ الدَّارَ عُمْرَى
demek “Ona bu evi ömür boyu bağışladım, ölünceye kadar evde oturacak” demektir. Adam ölünce evin mülkiyeti asıl sahibine dönecektir. İşte buna umrâ denmekte idi. Rukbâ´ya gelince, bu da umrâ´ya benzer, ancak burada bağışlayan: “Eğer ben evvel ölürsem o senindir, sen evvel ölürsen mal bana geri dönecektir” diyerek malı vermiştir. Rukbâ kelime olarak murâkebeden gelir. Bu akde rukbâ denmesi, her iki tarafın ve hatta varislerin birbirlerinin ölümünü murakebe etmeleri (gözetlemeleri) sebebiyledir.
Şunu da belirtelim ki, İmam Mâlik ve ashabı bu aktin bağış ma´nâsına gelen başka kelimelerle de ifade edilebileceğini söylemişlerdir. Mesela i´timar, süknâ, iğtilâl, irfâk, inhâl vs. gibi.
2- Umrâ ve rukbâ akidlerinin hükmü ve bazı meseleleri ihtilaflıdır:
* Cumhur, bu akdin sıhhatine kâildir.
* Bazı âlimler böyle bir bağışı temlik kabul ederken, bir kısmı âriyet kabul etmiştir. İbnu Hacer cumhur´un umrâ vâki olduğu takdirde, malın, sarih olarak şart kılınmadıkça onu alana mülk olacağına, bir daha ilk sahibine dönmeyeceğine hükmettiğini belirtir.
* Ülemâ şu hususta da ihtilaf etmiştir: “Temlik neye teveccüh edecektir Menfaate mi, yoksa rakabe hibesinde olduğu gibi mi Cumhur, diğer hibeler gibi bunun da rakabe hibesi gibi, ayn´a teveccüh edeceğine hükmetmiştir. Öyle ki, bu suretle hibe edilen mal, köle ise, bunu kendine hibe edilmiş olan azâd etse infaz edilir hibe eden âzad etse infaz edilmez. Ancak bazı âlimler rakabeye değil, mülkün sağlayacağı menfaate teveccüh ettiğini söyler. İmam Mâlik ve kadim görüşünde Şâfiî bu kanaattedir.
* Bunda vakıf muamelesi mi âriyet muamelesi mi takip edilecek, bu da bir diğer ihtilaf noktasıdır. Hanefîlere göre, umrâ´da temlik, rakabe´ye; rukbâ´da ise menfaate teveccüh eder. Mâlikîler iki farklı görüş beyan etmişlerdir.
* Umrâ meselesinde, ülemâ bazı ihtilaflara düşmüş ise de, Cumhur, bu yolla, bağışlanan malın geri dönmeyeceği kanaatindedir. Aradaki ihtilaflar, hükme esas teşkil eden hadislerdeki farklılıklardan kaynaklanır.
İbnu Hacer, bu meseleyi bazı rivayetleri de kaydederek tahlilde bulunur. Biz mevzuun anlaşılması için özetleyerek sunmayı faydalı mülâhaza ediyoruz:
Onun zikrettiği rivayetlerden biri, Ma´mer tarikiyle Zührî´den kaydettiği şu rivayettir: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın caiz kıldığı umrâ, kişinin “bu ev sana ve senin arkandan gelecek ahfâdınadır”[1] diyerek yaptığı umrâdır. Ancak kişi: “Bu ev, yaşadığın müddetce senindir” diyerek umrâ kılarsa bu, onun ölümüyle sahibine rücû eder.” Ma´mer Zührînin böyle fetva vermekte olduğunu kaydeder. Hz. Câbir (radıyallahu anh)´tan gelen bir rivayete göre, demiştir ki: “Ensar (radıyallahu anhüm), muhacirlere mallarından umrâ kılıyorlardı. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Mallarınızı kendinize saklayın, onları ifsad etmeyin, zira kim bir malı umrâ kılarsa, bu mal, hayatta olsa da, ölse de umrâ kılınan kimsenin ve onun ahfâdının olur.”
İbnu Hacer, üç ayrı rivayet kaydettikten sonra bunlardan üç durum çıktığını belirtir.
1) Kişinin: “Bu, sana ve ahfadına ait” diyerek kıldığı umrâ. Burada, bağışın bağış yapılan kimseye ve ahfadına ait olduğu açıktır.
2) Kişinin: “Bu, hayatta olduğun müddetçe sana aittir, ölünce bana dönecektir” diyerek umrâ kılmasıdır. Bu muvakkat bir âriyettir. Bu umrâ akdi de sahihtir. Adam ölünce mal, verene geri döner. Bunu ve önceki durumu Zührî´nin rivayeti beyan etmiştir. Ülemânın çoğu buna hükmetmiştir. Şâfiîlerden bir grup da bu görüşü tercih etmiştir. Ancak çoğunluğun nezdindeki esahh görüş, malın, hibe edene dönmeyeceğine dairdir. Bunlar, geri dönme şartının fasid bir şart olduğunu ileri sürerek görüşlerini ortaya koymuşlardır.
3) Kişinin mutlak bir ibare ile “Onu sana umrâ kıldım” diyerek akidde bulunmasıdır. Hz. Câbir´den kaydedilen rivayet, böyle bir akde terettüp edecek hüküm, kaydettiğimiz birinci haldeki hükmün aynıdır. Bunun esası da hibe edilen malın eski sahibine dönmeyeceğidir. Cumhur´un ve kavl-ı cedidinde Şâfiî´nin görüşü bu merkezdedir. Şâfiî hazretleri kavl-i kadiminde: “Akid, aslı itibâriyle bâtıldır” demiştir. Ancak ondan İmam Mâlik´in görüşü gibi bir görüş de rivayet edilmiştir: “Onun kadim görüşü de cedid görüşü gibidir” de denmiştir. Nesâî, Katâde´nin Süleyman İbnu Hişam İbni Abdi´l-Melik´in fukahaya mutlak surette yapılan umrâ akdi hakkında sorup, “caizdir” cevabını aldığını hikaye ettiğini kaydeder… Zührî ülemânın fetvalarını özetleyerek şöyle demiştir: “Caiz olan umrâ, kişi ve kendinden sonra da ahfâdı için yapılan umrâdır. Eğer, kendinden sonra ahfadına yapılmamışsa, mal, şartı koyan kimse içindir.”
Müteakip hadisler bu açıklama çerçevesinde anlaşılmalıdır.[2]
ـ4219 ـ1ـ عن جابر رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قال رسولُ اللّهِ #: مَنْ أعْمَرَ رَجًُ عُمْرَى هِيَ لَهُ وَلِعَقِبِهِ، فَقَدْ قَطَعَ قَوْلُهُ حَقَّهُ دُونَهَا، وَهِيَ لِمَنْ أُعْمِرَ وَعَقِبِهِ[. أخرجه الستة.وفي أخرى: للشيخين: »قَضى النَّبِىُّ # بِالْعُمْرَى لِمَنْ وُهِبَتْ لَهُ«.وفي أخرى: »الْعُمْرى جَائِزَةٌ«.ولمسلم: »الْعُمْرى مِيرَاثٌ ‘هْلِهَا« .
1. (4219)- Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Kim bir başkasına hayat boyu ev bağışında bulunursa, artık bu ev onun ve vârislerinin olur. Bu söz, o maldaki hakkını keser. Ev, kendine ömür boyu bağışlanana ve onun vârislerine aittir.” [Buhârî, Hibe 32, Müslim Hibât 21, (1625); Muvatta, Akdiye 43, (2, 752); Ebu Dâvud, Büyû´ 87, 88, 89, (3550-3558); Tirmizî, Ahkâm 15, (1350); Nesâî, Umrâ 2, 3, 4, (6, 272-278).]
Sahîheyn´de gelen bir diğer hadiste: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) umrâ hakkında “kendisine bağışlananın lehinde hükmetti” şeklinde gelmiştir.
Bir başka rivayette: “Umrâ caizdir” denmiştir.
Müslim´in rivayetinde: “Umrâ onun ehline mirâstır” denmiştir. [3]
ـ4220 ـ2ـ وعن زيد بن ثابت رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قالَ رَسُولُ اللّهِ #: مَنْ أعْمَرَ شَيْئاً فَهُوَ لِمُعْمَرِهِ، مَحْيَاهُ وَمَمَاتَهُ. وََ تُرْقِبُوا فَمَنْ أرْقَبَ شَيْئاً فَهُوَ سَبِيلُهُ[. أخرجه أبو داود والنسائي.»العُمْرَى« أن يعطى ا“نسان آخر داراً أو أرضاً ويقول له: هي لكل عمري أو عمرك فإذا متَّ رجعت إليَّ.وَ»الرُّقبى« أنْ يُعْطِىَعُ إياها على أنْ تكون للباقي منها، فيقول إن متُّ قبلك فهى لك وإن متَّ قبلي فهي لي. ‘ن كل واحد منهما يرقب موت صاحبه .
2. (4220)- Zeyd İbnu Sâbit (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Kim bir şeyi umrâ kılarsa o şey artık mu´mer´e (umre kılınan şahsa) aittir, hayatta iken de ölmüş iken de. Malı rukbâ kılmayın. Kimde rukbâ kılarsa [bu mal miras] yolundadır.” [Ebu Dâvud, Büyû´ 89, (3559); Nesâî, Rukbâ 1, (6, 269).][4]
AÇIKLAMA:
1- Bu hadiste umrâ ve rukba beraber zikredilmektedir. Daha önce de belirtildiği üzere bunlar birbirine pek yakın, benzer akidlerdir. Umrâ´da: “Evimi sana bağışladım, eğer benden önce ölürsen ev bana dönecek, ben senden önce ölürsem o senin olacak” diyerek bağış yapmasıdır.
Bazı âlimler rukba ile umrâ arasında fark gözetmiş, sadedinde olduğumuz hadisi esas alarak umrâyı tecviz etmiş, fakat rukbâ´yı tecviz etmemiştir. Zürkânî, tecviz etmeyenler arasında Ebu Hanîfe ve Mâlik´i zikreder ve “Bir cemaat” der. Ayrıca ekseriyetin câiz gördüğünü belirtir. Öte yandan Ahmed İbnu Hanbel ile İshak İbnu Râhûye “rukbâ umrâ´nın mislidir, verilen şey, alan kimsenindir, verene dönmez” demiştir.
2- Sadedinde olduğumuz hadiste gelen rukbâ´dan nehiy, gerçek bir nehiy olmayıp, “uygun değildir” ma´nâsınadır. Yani “maslahatınız açısından muvafık değil, buna rağmen yaparsanız akid sahihtir” ma´nâsında bir nehiydir. Zaten hadisin sonunda: “Kim, bir şeyi rukbâ akdiyle hibe ederse, bu, (miras) yolundadır” denmektedir. Ebu Dâvud´un Hz. Câbir´ den kaydettiği bir rivayette Aleyhissalâtu vesselâm: “Umrâ ehline (yani kendisine umrâ yapılana), rukbâ da ehline caizdir” buyurmuştur. Bu rivayet rukbâ ile umrâyı bir tutanlara delil olduğu gibi, rukbâ´nın da gerçek ma´nâda nehyedilmediğine delildir.[5]
ـ4221 ـ3ـ وعن اب عباس رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]قالَ رسولُ اللّهِ #: َ تُرْقِبُوا أمْوَالَكُمْ فَمَنْ أرْقَبَ شَيْئاً فَهُوَ لِمَنْ أُرْقِبَهُ[ .
3. (4221)- İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Mallarınızı rukbâ kılmayın. Kim rukbâ kılarsa mal artık rukbâ kılınan kimsenin olur.”[6]
ـ4222 ـ4ـ وفي رواية: ]الْعُمْرى جَائزَةٌ لِمَنْ أُعْمِرَهَا. وَالرُّقْبى جَائِزَةٌ لِمَنْ أُرْقِبَهَا وَالْعَائِدُ فِي هِبَتِهِ كَالْعَائِدِ فِي قَيْئِهِ[. أخرجه النسائي .
4. (4222)- Bir başka rivayette: “Umrâ, umrâ kılınan şahıs için caizdir. Rukbâ da rukbâ kılınan kimse için caizdir. Hibesinden dönen, kusmuğuna dönen gibidir” buyurulmuştur.[7]
ـ4223 ـ5ـ وله في أخرى. قال ابن عباس: ] َ تَحِلُّ الرُّقْبى وََ الْعُمْرى، فَمَنْ أعْمَرَ شَيْئاً فَهُوَ لَهُ، وَمَنْ أرْقَبَ شَيْئاً فَهُوَ لَهُ[ .
5. (4223)- Yine Nesâî´nin bir diğer rivayetinde İbnu Abbâs der ki: “Ne rukbâ ne de umrâ helâl değildir. Kime bir şey umrâ kılınmışsa bu onundur, kime de bir şey rukbâ kılınmışsa o şey onundur.” [Nesâî, Rukbâ 1-2, (6, 269).][8]
ـ4224 ـ6ـ وعن نافع: ]أنَّ ابْنَ عُمَرَ وَرِثَ مِنْ أُخْتِهِ حَفْصَةَ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما دَاراً كَانَتْ قَدْ أسْكَنَتْ فيهَا بِنْتَ زَيْدِ بْنِ الْخَطَّابِ مَا عَاشَتْ فَلَمَّا تُوُفِّيَتْ بِنْتُ زَيْدٍ قَبَضَ ابْنُ عُمَرَ الْمَسكَنَ، وَرَأى أنَّهُ لَهُ[. أخرجه مالك.
6. (4224)- Nâfi´ rahimehullah anlatıyor: “İbnu Ömer (radıyallahu anhüm)´e, kız kardeşi Hafsa (radıyallahu anhâ)´dan bir ev tevarüs etti. Hafsa (radıyallahu anhâ), bu eve hayatı boyunca olmak kaydıyla Zeyd İbnu´l-Hattab´ın kızını oturtmuştu. Zeyd´in kızı ölünce İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) meskeni kabzetti. O bu evin kendine ait olduğu reyinde idi.” [Muvatta, Akdiye 45, (2, 756).][9]
AÇIKLAMA:
Yukarıda nazarî olarak anlatılan umrâ meselesine fiilî bir örnek görmekteyiz: İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ), kız kardeşi Hz. Hafsa validemizin, umrâ yoluyla bağışladığı evin, kullanıcısı vefat edince evin kendisine geri döndüğü kanaatine varmıştır. Şöyle ki: “Burada iskân, umrâ ma´nâsındadır. Umrâ ise, mu´mir´in [yahut müskin´in] vârisine rücu etmektedir.” [10]
——————————————————————————–
[1] Akib, çocuğu, çocuğunun çocuğu demektir, Ahfâd diye de ifade ederiz.
[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/77-79.
[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/79.
[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/80.
[5] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/80-81.
[6] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/81.
[7] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/81.
[8] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/81.
[9] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/81.
[10] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/81. –