Gazveler
GAZVELER BÖLÜMÜ
UMUMÎ AÇIKLAMA
BAZI TEKNİK BİLGİLER
İLK SERİYYELER
BEDİR GAZVESİ
BENÎ NADÎR GAZVESİ
BENÎ KAYNUKA
KA´B İBNU EŞREF´İN KATLİ
EBU RAFİ ABDULLAH İBNU EBİ´L-HUKAYK´IN ÖLDÜRÜLMESİ
UHUD GAZVESİ
UHUD HARBİ
Uhud Yenilgisinin Sebebi
Bir başka sebep.
RECİ GAZVESİ
Bİ´R-İ MÂUNA GAZVESİ
FEZARE GAZVESİ
HENDEK GAZVESİ
Kuşku nedir, nasıl sağlanmıştır
ZÂTU´R-RİKA´ GAZVESİ
BENÎ MÜSTALİK GAZVESİ
ENMÂR GAZVESİ
HUDEYBİYE GAZVESİ
HUDEYBİYE GAZVESİ SEBEPLERİ, NETİCELERİ
Sulh Gerçekleşiyor
Müslümanlar Memnun Degil
Sulh İslam´ın En Büyük Zaferi
Bazı Faideler
Sulhün Bozulması
Hudeybiye Sulhünde Adı Geçenler
Ebu Basîr
Ebu Cendel
Süheyl İbnu Amr
Büdeyl İbnu Verka İbni Amr
Urve İbnu Mes´ud İbnu Muattıb
Hudeybiye Sulhünün En Büyük Meyvesi
Allah´ın Kılıcı Hâlid
UMRETU´L-KAZA
MÛTA GAZVESİ
ÜSÂME İBNU ZEYD´İN, CÜHEYNE´NİN HURUKA´YA GÖNDERİLMESİ
FETİH GAZVESİ
Fetih Hazırlığı
Fetih
Af Dışı Tutulanlar
ERKEKLER
1) İkrime ibnu Ebî Cehl
2) Safvân İbnu Ümeyye
3) Abdullah İbnu Sa´d İbni Ebî Sarh:
4) Abdüluzzâ İbnu Hatal
5) Huveyris İbnu Nukayz
6) Mikyas İbnu Sübâbe
7) Abdullah İbnu´z-Ziba´rî es-Sehmî
8) Vahşî İbnu Harb
KADINLAR
1) Hint Bintu Utbe
2) Sâre Mevlâtu Amr İbni Abdilmuttalib
3-4) Abdullah İbnu Hatal´ın iki şarkıcı cariyesi (Kureyne ve Fertana)
Fetihle İlgili Diger Bazı Notlar
Mekke´ye Af
Mekke´nin Tahrimi
Hatıb İbnu Ebi Belte´a
Mekkelilere Mektup Hadisesi
HUNEYN GAZVESİ
EVTAS GAZVESİ
TAİF GAZVESİ
HÂLİD İBNU VELİD RADIYALLAHU ANH´IN BENİ CEZİME´YE GÖNDERİLMESİ
ABDULLAH İBNU HUZAFE ES-SEHMİ VE ALKAME İBNU MÜCEZZİZ ELMÜDLİCİ SERİYYESİ
HZ. EBU MUSÂ VE MUÂZ´IN YEMEN´E GÖNDERİLMESİ
ALİ İBNU EBÎ TALİB VE HÂLİD İBNU VELİD´İN YEMEN´E GÖNDERİLMESİ
ZÜ´L-HALASA GAZVESİ
ZATÜ´S-SELASİL GAZVESİ
TEBÜK GAZVESİ
GAZVELER BÖLÜMÜ
UMUMÎ AÇIKLAMA
1- Gazve kelimesi, lügat olarak kasdetmek ma´nâsına gelir. Mesela mağza´lkelam demek, kelamdan kasdedilen ma´nâ, maksad demektir. Resulullah´ın siyerine giren bir tabir olarak, Aleyhissalâtu vesselâm´ın şahsen veya tarafından hazırlanmış bir ordu ile küffâra karşı “kasd”ını ifade eder. Cemi olarak gazavât ve meğâzî kelimeleri kullanılır. Megâzî, yine aynı asıldan olan mağza´nın cem´idir.
Gazve ile küffar´ın şahıslarının kastedilmesi, memleketlerinin veya Uhud, Hendek gibi indikleri yerlerin kastedilmesinden daha âmmdır.
2- Müslümanlar, hicretten önce, kâfirlere karşı savaşmaktan men edilmişlerdi. Öyle ki, Kureyş müşriklerinin, işkence, hakaret ve zulümlerinden çok çeken müslümanlar, zaman zaman yapılanlara tahammül edemeyerek, silahla mukabele için Resulullah´tan ısrarlı müsaade istemişler fakat Aleyhissalâtu vesselâm her seferinde talebi reddedip müsaade etmemiş, mesele üzerine gelen âyetler de hep sabır tavsiye etmiştir.[1]
Megâzî müellifleri ve hatta müfessirler, küffârla silahlı mücadeleye izin veren ilk âyetin “Haksızlığa uğratılarak kendilerine savaş açılan kimselerin karşı koyup savaşmasına izin verilmiştir” (Hacc 39) olduğunu söyler.
Burada dikkat edilirse, savaşın izni sınırlı bir izindir. Bütün Müslümanlara değil, “kendilerine savaş açılmış olan ve zulme uğratılanlar”adır; yâni Mekkeli müslümanlara. Bu âyetin Medine´de nâzil olduğu kabul edildiğine göre hicretten sonra savaş izni verilmişse de, izin sadece muhacirleredir. Nitekim, Bedir gazvesine kadar, çıkarılan ilk seriyyelere katılanlar ismen bellidir ve incelendiği zaman hepsinin Mekkeli muhacir oldukları görülür. Gerçi bu hususa siyer ve megâzî müellifleri de dikkat çeker.
Bilahare nâzil olan şu âyet mutlak bir cihad emri vermektedir:
“İsteyen, istemeyen hepiniz savaşa çıkın. Allah yolunda mallarınızla, canlarınızla cihad edin. Bilirseniz bu sizin için hayırlıdır” (Tevbe 41).
Bu hususta belli bir tedriçle gelen vahiyleri Hicret bahsinin sonunda göstereceğimiz için burada teferruata girmeyeceğiz.
İbnu Hişam´ın Sire´sine göre Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın Medine´de gerçekleştirdiği ilk gazve, ilk askerî çıkış, Hicretin birinci yılı Safer ayının onikinci gününde yaptığı Veddân seferidir. Kureyşle karşılaşmak için çıkılmışsa da karşılaşma olmadan geri dönülmüştür. Bu sefere çıkarken yerine Sa´d İbnu Ubâde´yi halef bırakmıştır.
Buhârî´nin İbnu İshak´tan kaydettiğine göre ise Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın ilk gazvesi Ebvâ´ya olmuştur. İbnu Hacer, bu iki rivayet arasında ihtilaf olmadığını söyler. “Çünkü der, Ebvâ ile Veddân birbirine yakın olan iki yerdir, ikisi arasında altı veya sekiz millik mesafe var, bu sebeple Sa´d İbnu Cüsâme hadisinde “İlk gazve Ebvâ´ya veya Veddân´a idi” diye gelmiştir.” İbnu Hacer, tahliline devamla, Megâzî´l-Ümevî´de: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) şahsen gazveye çıktı ve Veddân´a kadar geldi, burası Ebvâ´dır” dendiğini belirterek, bazı müelliflerin Veddân ile Ebvâ´yı, iki ayrı ismi olan aynı yer olarak anladıklarına dikkat çeker.
Musa İbnu Ukbe gibi başka müelliflerin de Resulullah´ın ilk gazvesinin Ebvâ´ya olduğunu söylediklerini kaydeden İbnu Hacer, İbnu Abbâs´tan rivayet edilen şu açıklamayı kaydeder:
“Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Ebvâ´ya varınca, Ubeyde İbnu´l-Hâris´in komutasında altmış kişiyi gönderdi. Bunlar bir grup Kureyşli ile karşılaştılar. Birbirlerine ok attılar. Bu sırada Sa´d İbnu Ebî Vakkas bir ok attı. Allah yolunda ilk ok atan o idi.” İbnu Hacer, Ümevî´nin Megâzî´ sinde ilk ok atanın Hamza İbnu Abdilmuttalib´in olduğunun yazılı bulunduğunu, hatta “Kendisine Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) tarafından ilk sancak verilen kimsenin de Hamza olduğunun” yazıldığını, Musa İbnu Ukbe, Ebu Ma´şer, ve el-Vâkidî gibi diğer megâzî sahiplerinin de bu hususta cezm ettiklerini belirtir. Bu husustaki rivayetleri aynen şöyledir: “Hz. Hamza (radıyallahu anh)´ın sancağını taşıyan Hamza´nın halîfi olan Ebu Mürsed idi. Hadise Hicretin birinci senesi Ramazan ayında cereyan etti. Bu sefere katılanların sayısı otuz kişi idi, gayeleri Kureyş´in ticaret kervanını kesmek idi. Büyük bir kalabalığın [Üçyüz kişi] başında olan Ebu Cehil´le karşılaştılar…”[2]
BAZI TEKNİK BİLGİLER:
* İbnu Sa´d, Tabakât´ında Resulullah´ın bizzat katıldığı gazvelerin 27 olduğunu, gönderdiği seriyyelerin ise 47 olduğunu, Hz. Peygamber´in savaştıklarının bi´l-icma gazve olduğunu; Bedir, Uhud, Müreysi, Hendek, Kureyza, Hayber, Mekke Fethi, Huneyn, Taif, ayrıca Benî Kureyza, Hayber dönüşü Vâdi´il-Kura´da el-Gâbe´de de savaştığının rivayet edildiğini belirtir.[3]
* İLK SERİYYELER:
Bedir gazvesi dahil, çıkarılan ilk askeri seriyyelerin gayesi, siyer kitaplarının belirttiği üzere, her defasında, Şam´a gitmekte veya Şam´dan dönmekte olan Kureyş tüccarlarını karşılamak idi. İbnu Sa´d, Bedir Gazvesine kadar şu seriyyelerin yapıldığını kaydeder:[4]
Hz. Hamza Seriyyesi: Ebu Cehil´in başkanlığında üçyüz kişinin himayesindeki bir kervana karşı yapılmıştı. Her iki tarafa da müttefik olan Mecdî İbnu Amr el-Cühenî araya girer, savaşı önler.
Ubeyde İbnu´l-Hâris Seriyyesi: Hicretin 8. ayında Şevvalde altmış kişilik bir kervana karşı gönderilir. Batn-ı Râbığ´da kılıç çekilmeyen karşılaşmada karşılıklı ok atmalar olur. İlk oku bu seferde Sa´d İbnu Ebî Vakkas atar.
Sa´d İbnu Ebî Vakkâs Seriyyesi: Hicretin 9. ayında 20 kişilik bir grupla iyi bir kervana karşı yapılır.
Ebvâ Gazvesi: Hicretin 12. ayında Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın şahsen katıldığı bir gazvedir.
Buvat Gazvesi: Hicretin 13. ayında Rebiülevvelde Resulullah´ın katıldığı bir gazvedir.
Kürz İbnu Câbir´i Takip Gazvesi: Yine hicretin 13. ayında Rebiül-evvel´de adı geçen kişiyi takip için bizzat Resulullah´ın katıldığı bir seferdir. Bu kâfir, Medine civarında talanda bulunup kaçmıştı.
Zü´l-Uşeyre Gazvesi: Hicretin 16. ayında Cemâdiye´l-Ahire´de Resulullah´ın katıldığı bir gazvedir.
Abdullah İbnu Cahş Seriyyesi: Hicretin 17. ayında Receb ayında 12 kişi ile yapılan bir seriyyedir. Bedir öncesi yapılan seriyyelerin en ehemmiyetlisi budur. Bu seriyyede hem mukatele olmuş, müşrik öldürülmüş, hem de azımsanamayacak miktarda ganimet elde edilmiştir. Bu sefer dahil, Bedir öncesi bütün seferlere sâdece muhâcirler iştirak ettiği halde, bu seferde elde edilen ganimet, Ensârîleri de kendi istekleriyle seriyyelere katılmaya müşevvik olmuş, Bedir seferine çok sayıda Medinelinin katılmasına zemin hazırlamıştır.
* İlk mücahidler: Ensârî´dir. İbnu Sa´d´ın tebarüz ettirdiği bir diğer nokta, Bedir savaşı´na kadarki bütün seriyyelerde yer alan mücâhidlerin muhâcir olmasıdır. İbnu Sa´d: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) der, Ensâr´dan hiç kimseyi Bedir Gazvesi´ne kadar seriyyelere dahil etmedi. Böyle davranışının sebebi, (Hicretten önce, onlarla yaptığı antlaşmada) kendisini, beldelerinde himaye etmeyi şart koşmuş olması, (Mekkelilerle savaşma şartını koşmamış olması) idi.”
Resulullah´ın yukarıda kaydedilen ilk seferlerinin gayesi, anlaşılacağı üzere, geçim kaynakları -Kur´an´ın ifadesiyle “Ziraate elverişsiz bir vadi”de (İbrahim 37) yaşadıkları için- ticarete dayanan Mekkelilerin Şam´la olan ticarî bağlarını keserek ekonomik ablukaya almaktı. Bu siyaset gerçekten başarılı olacak ve Kureyş kâfirlerini, -İslam intişar tarihi açısından Feth-i Mübîn sayılan- Hudeybiye antlaşmasını yapmaya hazırlayacaktır.
Resulullah´ın gazveleri, askeri tabya açısından askerî- siyasî gözle tahlil edilmeye ziyadesiyle layık ve gereklidir. Kur´an´ın, Resulullah´ta varlığını haber verdiği en güzel örnek bu sahaya da şâmil olmalıdır: لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فِى رَسُولِ اللّهِ اُسْوَةٌ حَسَنَةٌ (Ahzâb 21).[5]
ـ4225 ـ1ـ عن بريدة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]غَزَا رسولُ اللّهِ # سِتَّ عَشْرَةَ غَزْوَةً[. أخرجه الشيخان .
1. (4225)- Büreyde (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) onaltı gazve yapmıştır.” [Buhârî, Megâzî 89, 1, 77; Müslim, Hacc 218, (1254), Cihad 147, (1814); Tirmizî, Cihâd 6, (1676).][6]
ـ4226 ـ2ـ وعند مسلم: ]أنَّهُ غَزَا مَعَ النَّبِيِّ # سِتَّ عَشْرَةَ غَزْوَةً[ .
2. (4226)- Müslim´in rivayetinde: “(Büreyde (radıyallahu anh)) Resululluh´la birlikte onaltı gazveye katıldığını söyler.” [Müslim, Cihad 146, 147, (1814).] [7]
ـ4227 ـ3ـ وفي رواية له: ]غَزَا # تِسْعَ عَشْرَةَ غَزْوَةً، قَاتَلَ فِي ثَمَانِ مِنْهَا[ .
3. (4227)- Yine Müslim´in bir rivayetinde: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ondokuz gazve yaptı, bunlardan sekizinde savaştı” denmektedir. [Müslim, Cihad 146, (1819); Buhârî, Megâzî 87.][8]
ـ4228 ـ4ـ وعن سلمة بن ا‘كوع رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]غَزَوْتُ مَعَ رَسُولِ اللّهِ # سَبْعَ غَزَوَاتٍ وخَرَجْتُ فِيمَا بَعَثَ مِنَ الْبُعُوثِ تِسْعَ غَزَواتٍ، مَرَّةً عَلَيْنَا أبُو بَكْرٍ وَمَرَّةً عَلَيْنَا أُسَامَةُ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما[. أخرجه الشيخان .
4. (4228)- Seleme İbnu´l-Ekva´ (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile birlikte yedi gazve yaptım. Ayrıca çıkardığı seferlerden de dokuzuna katıldım. Bir defasında başımıza Ebu Bekr (radıyallahu anh) bir defasında da Üsâme İbnu Zeyd (radıyallahu anhümâ) vardı.” [Buhârî, Megâzî, 87; Müslim, Cihad 148, (1815).][9]
AÇIKLAMA:
Bu dört hadis, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın yaptığı seferlerin sayısını vermekten başka, bizzat katılmadığı seferlerin varlığına da dikkat çekmektedir. Bunlarla ilgili umumî rakamları, daha önce kaydettik.[10]
* BEDİR GAZVESİ
ـ4229 ـ1ـ عن أنس رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ] شَاوَرَ رَسُولُ اللّهِ # حِينَ بَلَغَهُ إقْبَالُ أبِي سُفْيَانَ. فَتَكَلَّمَ أبُو بَكْرٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه، فَأعْرَضَ عَنْهُ. ثُمَّ تَكَلَّمَ عُمَرُ رَضِيَ اللّهُ عَنْه، فَأعْرَضَ عَنْهُ فَقَامَ سَعْدُ بْنُ عُبَادَةَ رَضِيَ اللّهُ عَنْه، فَقَالَ: إيَّانَا تُرِيدُ يَا رَسُولَ اللّهِ؟ فَوَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ لَوْ أمْرَتَنَا أنْ نُخِيضَهَا الْبَحْرَ ‘خَضْنَاهَا، وَلَوْ أمَرْتَنَا أنْ نَضْرِبَ أكْبَادَهَا إلى بَرْكِ الْغِمَادِ لَفَعَلْنَا. قَالَ: فَنَدَبَ # النَّاسَ. فَانْطَلَقُوا حَتّى
نَزَلُوا بَدْراً وَوَرَدَتْ عَلَيْهِمْ رَوَايَا قُرَيْشٍ وَفيهِمْ غَُمٌ أسْوَدُ لِبَنِي الْحَجَّاجِ فَأخَذُوهُ. فَكَانَ أصْحَابُ رَسُولِ اللّهِ # يَسْألُونَهُ عَن أبِي سُفْيَانُ وَأصْحَابِهِ. فَيَقُولُ: مَالِي عِلْمٌ بَأبِي سُفْيَانَ، وَلكِنْ هذَا أبُو حَهْلٍ، وَعُتْبَةُ، وَشَيْبَةُ، وَأمَيَّةُ بْنُ خَلَفٍ، فإذَا قَالَ ذلِكَ ضَرَبُوهُ. فَقَالَ: نَعَمْ أنَا أُخْبِرُكُمْ. هذَا أبُو سُُفْيَانُ فإذَا تَركُوهُ فَسَألُوهُ. قَالَ: مَالِي بِأبِي سُفْيَانَ عِلْمٌ. وَلِكنِْ هذَا أبُو جَهْلِ، وَعُتْبَةُ، وَشَيْبَةُ، وَأُمَيَّةُ بْنُ خَلَفٍ فِي النَّاسِ. فإذا قَالَ هذَا أيْضاً ضَرَبُوهُ، وَرَسُولُ اللّهِ # قَائِمٌ يُصَلِّي. فَلَمَّا رَأى ذلِكَ انْصَرَفَ. قَالَ: وَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ لِتَضْرِبُوهُ إذَا صََدَقَكُمْ، وَتَتْرُكُوهُ إذَا كَذَبَكُمْ؟ قَالَ: فَقَالَ رسولُ اللّهِ # هذَا مَصْرَعُ فُنٍ. قَالَ: وَيَضَعُ يَدَهُ عَلى ا‘رْضِ هَاهُنَا وَهَاهُنَا. قَالَ: فَوَاللّهِ مَا مَاطَ أحَدٌ مِنْهُمْ عَنْ مَوْضِعِ يَدِ رسولِ اللّهِ #[. أخرجه مسلم وأبو داود.»الرَّوَايَا« جمع رواية وهي المزادة، والمزاد هنا الجمال التي تحمل الرواي.و»المَصرعُ« موضع القتل.وقوله: »مَا مَاطَ« أي ما مال وعدل .
1. (4229)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), kendisine Ebu Süfyan´ın gelmekte olduğu haber verilince, ashabıyla istişare etti. Önce Ebu Bekr (radıyallahu anh) konuştu. Ondan yüzünü çevirdi (iltifat etmedi). Sonra Hz. Ömer (radıyallahu anh) konuştu. Ondanda yüzünü çevirdi. Derken Sa´d ibnu Ubâde (radıyallahu anh) (Resulullah´ın maksadı sezerek) ayağa kalktı ve “Ey Allah´n Resulü, biz (Ensârîler)i mi kastediyorsunuz Nefsimi kudret elinde tutan zâta yemin ederim, eğer bize bineklerimizi denize sürmemizi emredecek olsanız, mutlaka (gözümüzü kırpmadan) daldırırız. Bize onlara binip Berkı´l-Gımâd´a gitmemizi emretseniz onu da yaparız!” dedi. Bunun üzerine Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) halkı hazırladı. Yola çıktılar ve Bedr´e kadar gelip indiler.
Orada, Kureyş´in su almaya gönderdiği kimselerle karşılaştılar. İçlerinde Benî Haccâc´a ait siyâhî bir köle vardı. Onu yakaladılar. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın ashabı Ebu Süfyan ve arkadaşları hakkında bilgi soruyorlardı. Köle:
“Ebu Süfyan hakkında bilgim yok. Ancak (burada) Ebu Cehil, Utbe, Şeybe ve Umeyye İbnu Halef var!” dedi. O böyle söyleyince ashab onu dövdü. O da: “Evet, ben size haber veriyorum. Bu Ebu Süfyan´dır!” dedi. Onu bıraktıkları zaman başkaları sordular. O yine:
“Ben Ebu Süfyân hakkında bir şey bilmiyorum, lakin burada halkın içinde Ebu Cehil, Utbe, Şeybe, Umeyye İbnu Halef var!” dedi. Böyle söyleyince onlarda aynı şekilde dövdüler. Bu esnada Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) namaz kılıyordu. Bu hali görünce namazı bıraktı ve: “Nefsimi kudret elinde tutan Zât-ı Zülcelâl´e yemin olsun, size doğruyu söyleyince onu dövüyorsunuz! Yalan söyleyince de bırakıyorsunuz” dedi.
Râvi der ki: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) elini koyarak “burası falancanın öldürüleceği yer, şurası feşmekancanın öldürüleceği yer” diye teker teker gösterdi.”
Râvi der ki: “Allah´a yemin olsun onlardan hiçbiri, Aleyhissalâtu vesselâm´ın elini koyduğu yerin dışına sapmadan, gösterdiği yerlerde öldürüldüler.” [Müslim, Cihad 83, (1779); Ebu Dâvud, Cihâd 125, (2681).][11]
AÇIKLAMA:
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın istişâre yaparken Hz. Ebu Bekr ve Hz. Ömer´i dinleyip onların konuşmalarına fazla iltifat etmemesi, bunların muhacir olmasından ileri gelmiş olabilir. Zira, umumî açıklama kısmında belirttiğimiz üzere, bidayette yapılmış olan antlaşma mucibince, Medineliler gazvelere iştirak etmek mecburiyetinde değildi. Ancak bu sefer Aleyhissalâtu vesselâm Kureyş müşriklerinin karşısına daha güçlü çıkabilmek için Medinelilerin de gazveye katılmasını arzu ediyor olmalıdır. Ancak istiyordu ki, bu teklif onlardan gelsin.
Ensâr (radıyallahu anhüm)´ın iki liderinden biri olan Sa´d İbnu Mu´âz, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın tavrından, Onun gerçek maksadını sezmiş olmalı ki, “Galiba bizi kastediyorsunuz” diyerek söz alır ve lideri olduğu kitle adına, Resulullah´a her hususta itaate hazır olduklarını -önceki antlaşmaya rağmen- askerî bir sefere, mukateleye de hazır olduklarını beyan eder. 4231 numaralı rivayette de görüleceği üzere Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın savaşa can-u gönülden katılacağını işittiği zaman, sevincinden yüzü parlayacak derecede memnun kalacaktır.
Hadisenin, daha teferruatlı bir vechini İbnu İshak´tan takip edelim: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Safvâ nâm mevkiye gelince, Kureyş´in Bedr´e yöneldiği, Ebu Süfyân´ında beraberindeki (kervanla) paçayı kurtardığı haberi ulaştı. Bunun üzerine (kervanın önünü kesmek gayesiyle yola çıkmış olan Resulullah, durumun değiştiğini, Mekkelilerle savaşmak icabedeceğini anlayarak yanındaki) halkla istişare etti. Ebu Bekr kalkıp konuştu, güzel şeyler söyledi. Sonra Ömer kalktı, o da öyle yaptı. Sonra Mikdad İbnu´l-Esved kalkıp: “Biz sana Hz. Musa´nın kavminin ona söylediği gibi: “Sen ve Rabbin gidin savaşın, biz burada oturucularız” demiyoruz. Fakat diyoruz ki “Senin sağında, solunda, önünde yer alıp seninle birlikte küffara arşı savaşacağız. Seni hak ile gönderen Zât´a yemin olsun bizi Berki´l-Gımâd´a da sevketsen önünde savaşacağız” der. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Bana fikir beyan edin!” buyurur.” Râvi der ki: “Bu sözü üzerine anladılar ki, Ensarı(n fikir beyan etmesini) arzu etmektedir. Aleyhissalâtu vesselâm onların muvafakat etmeyeceğinden endişe duyuyordu. Çünkü onlar kendisine, sadece şahsına kastedenlere karşı yardımcı olmak şartıyla bey´at etmişlerdi, düşman üzerine beraber yürümek şartıyla değil. Bunun üzerine Sa´d İbnu Muaz:
“Ey Allah´ın Resulu! Sen emredildiğin şeye hükmet, biz seninle beraberiz!” dedi. Onun bu sözü, Resulullah´ı sürûra ve memnuniyete garketti.
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ı bu endişeye sevkeden bazı tereddütlerin kendisine intikal etmiş olabileceğini ifade eden bir rivayeti İbnu Hacer, İbnu Ebî Hâtim´den kaydeder: Buna göre, Resulullah Medine´de iken kervanın yolunu kesmek gayesiyle halkı yola çıkarmış idi, durum değişip savaş ihtimali mevzubahis edilince, “Biz hazır değiliz, savaşa tâkatımız yok” itirazı yükselir. Rivayet aynen şöyle: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) biz Medine´de iken bize dedi ki:
“Ben Ebu Süfyan´ın kervanının haberini aldım. Onun önünü kesmeye gelir misiniz Allah onu bize ganimet kılabilir.”
Biz bu teklife: “Evet! dedik ve yola çıktık. Bir veya iki gün yürüdükten sonra: “Bizim haberimizi almışlar, savaş için hazırlık yapın!” buyurdu. Biz:
“Hayır, vallahi bunlarla savaşacak mecalimiz yok” dedik. Resulullah, önce söylediğini tekrar etti. Bunun üzerine Mikdâd:
“Biz sana Benî İsrail´in Hz. Musa´ya söylediğini söylemeyiz. Bilakis: “Biz seninle beraber mukatele edeceğiz” diyoruz” dedi.
Ebu Eyyub der ki: “Biz Ensar takımı: “Keşke biz de Mikdad gibi söyleseydik” temennisinde bulunduk. Bunun üzerine Allah Teâlâ hazretleri şu âyeti indirdi. “Nitekim Rabbin seni hak uğrunda evinden savaş için çıkarmıştı. Halbuki, müslümanların birtakımı bundan hoşlanmamıştı.” (Enfal 5).
Bazı rivayetler, Mikdâd (radıyallahu anh)´ın söylediği sözleri Sa´d İbnu Mu´âz´a söyletir ise de mahfuz ve makbul olanı Mikdâd´ın söylemiş olmasıdır.[12]
ـ4230 ـ2ـ وعن ابن عباس رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]حدثني عمر بن الخطاب رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: لَمَّا كَانَ يَوْمُ بَدْرٍ نَظَرَ رسولُ اللّهِ # إلى الْمُشْرِكِينَ وَهُمْ ألْفٌ، وَأصْحَابُهُ ثََثُمِائَةٍ وَتِسْعَةَ عَشَرَ رَجًُ. فَاسْتَقْبَلَ الْقِبْلَةَ ثُمَّ مَدَّ يَدَيْهِ. فَجَعَلَ يَهْتِفَّ بِرَبِّهِ: اللَّهُمَّ أنْجِزْلِي مَا وَعَدْتَنِي. اللَّهُمَّ آتِنِي اللَّهُمَّ إنْ تَهْلِكَ هذِهِ الْعِصَابَةُ مِنْ أهْلِ ا“سَْمِ َ تُعْبَدُ فِى ا‘رْضِ. فَمَا زَالَ يَهْتِفُ بِرَبِّهِ مَادّاً يَدَيْهِ حَتّى سَقَطَ رِدَاؤُهُ عَنْ مَنْكِبَيْهِ. فَأتَاهُ أبُو بَكْرٍ فَأخذَ رِدَاءَهُ فَألْقَاهُ عَلى مَنْكِبَيْهِ. ثُمَّ الْتَزَمَهُ مِنْ وَرَائِهِ وَقَالَ: يَا نَبِيَّ اللّهِ كَفَاكَ مُنَاشَدَتُكَ رَبَّكَ، فَإنَّهُ سَيُنْجِزُ لَكَ مَا وَعَدَكَ. فَأنْزَلَ اللّهُ تَعالى: إذْ تَسْتَغِيُونَ رَبَّكُمْ فَاسْتَجَابَ لَكُمْ أنِّي مُمِدُّكُمْ بِألْفٍ مِنْ المََئِكَةِ مُرْدِفِينَ: فَأمَدَّهُ اللّهُ تَعالى بِالْمََئِكَةِ[. أخرجه مسلم والترمذي. »العِصَابَةُ« الجماعة من الناس .
و»الْمُنَاشَدةُ« المسألة والطلب وابتهال إلى اللّه تعالى، وهي تفسير فجعل يهتف بربه.و»مُرْدِفِينَ« أي متتابعين يتبع بعضهم بعضاً .
2. (4230)- İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Bana Ömer İbnu´l-Hattâb (radıyallahu anh) anlattı. Dedi ki: “Bedir günü olunca, Aleyhissalâtu vesselâm müşriklere bir baktı. Onlar bin kişiydiler. Halbuki ashabı üçyüzondokuz kişi. Hemen kıbleye yönelip, ellerini kaldırdı. Rabbine sesli olarak şöyle dua etmeye başladı:
“Ey Allahım! Bana vaadettiğin (zaferi) yerine getir. Allahım! Bana zafer ver! Ey Allahım, eğer ehl-i İslam´ın bu bölüğünü helak edersen artık yeryüzünde sana ibadet edilmeyecek!”
Ellerini uzatmış olarak yakarmalarına öyle devam eti ki, rıdası omuzundan düştü. Bunu gören Ebu Bekr (radıyallahu anh) yanına gelerek rıdâsını aldı omuzuna attı, sonra arkasından yaklaşıp:
“Ey Allah´ın Resûlü! Rabbine olan yakarışın yeter. Allah Teâlâ Hazretleri sana vaadini mutlaka yerine getirecek!” dedi. O sırada azîz ve celîl olan Allah şu vahyi inzal buyurdu: “Hani siz Rabbinizden imdâd taleb ediyordunuz da, O da: “Muhakkak ki ben size meleklerden birbiri ardınca bin(lercesi ile) imdad ediciyim” diyerek duanızı kabul buyurmuştu” (Enfâl 9). Gerçekten Hak Teâlâ Hazretleri o gün meleklerle yardım etti.” [Müslim, Cihâd 58, (1763); Buhârî, Megâzî 4; Tirmizî Tefsîr, Enfâl (3081); Ebu Dâvud, Cihad 131, (2690).][13]
AÇIKLAMA:
Burada Hz. Ebu Bekr (radıyallahu anh)´ın Allah´a güveni Resulullah´ınkinden fazla gözükmektedir. Bu ise muvafık olmayan bir ma´nâ. Hattâbî şu açıklamayı yapar: “Hiç kimseye, Hz. Ebu Bekr´in Allah´a güveninin, bu halde Reslullah´tan fazla olduğu vehmine kapılması caiz olmaz. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ı bu hale sevkeden husus, O´nun ashabına olan şefkatidir. Kalplerini takviye etmek istemiştir. Zira bu, Resulullah´ın onlarla yaptığı ilk ciddi savaştır. Burada teveccüh, dua ve yakarmalarda onların nefislerini teskin için mübâlağaya yer vermiştir. Çünkü onlar, Aleyhissalâtu vesselâm´ın duasının müstecab olduğunu biliyorlardı. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), Hz. Ebu Bekr´in, kendisine gelip artık yakarmayı bırakmasını söyleyince bırakmıştır. Zira Hz. Ebu Bekr´in itminan bulup mâneviyatının kuvvetlendiğini görünce, duasının kabul edildiğini anlamış oldu. İşte bundan dolayı Resulullah “Yakında o cemiyet bozulacak, onlar arkalarını dönüp kaçacaklar” (Kamer 45) diyerek duadan çıktı.”[14]
ـ4231 ـ3ـ وعن ابن مسعود رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]شَهِدْتُ مِنَ الْمِقْدَادِ بْنِ ا‘سْوَدِ مَشْهَداً ‘نْ أكُونَ صَاحِبَهُ أحَبُّ إلىَّ مِمَّا عُدِلَ بِهِ. أتَى النبيَّ # وَهُوَ يَدْعُو عَلى الْمُشْرِكِينَ يَوْمَ بَدْرٍ. فقَالَ: يَا رسولَ اللّهِ، إنَّا َ نَقُولُ كَمَا قَالَتْ بَنُوا إسْرَائِيلَ: اذْهَبْ أنْتَ وَرَبُّكَ فَقَاتَِ إنَّا ههُنَا قَاعِدُونَ وَلكِنْ امضِ وَنَحْنُ مَعَكَ عَنْ يَمِينِكَ وَعَنْ شِمَالِكَ وَبَيْنَ يَدَيْكَ وَخَلْفَكَ فَرَأيْتُ رسولُ اللّهِ # أشْرَقَ وَجْهُهُ وَسَرَّهُ[. أخرجه البخاري .
3. (4231)- İbnu Mes´ud (radıyallahu anh) anlatıyor: “Mikdâd İbnu´l-Esved´in ağzından gayet kesin bir söz söylediğine şahid oldum ki, o sözün sahibi olmak, bana (sevabca) ona denk olabilecek her kıymetli sözden daha sevimlidir. O (Resulullah) bu sırada halkı müşriklere karşı Bedr´e katılmaya davet ediyordu. Resulullah´a gelerek dedi ki:
“Ey Allah´ın Resûlü! Biz, Benî İsrâil´in, (Hz. Musa´ya): “Sen ve Rabbin ikiniz gidin savaşın, biz burada oturucularız!” dediği gibi diyecek değiliz. Bilakis, “Sen hükmet! Biz sağında, solunda önünde ve arkanda seninle beraberiz!” diyoruz.”
Bu söz üzerine Resulullah´ın yüzünün parladığını ve sevinçle dolduğunu gördüm.” [Buhârî, Megâzî 4, Tefsîr, Mâide 4.][15]
AÇIKLAMA:
Babın ilk hadisi (4229) ile ilgili olarak kaydedilen açıklama bu hadisteki bazı noktaları vuzuh kazandıracaktır, oraya bakılsın. [16]
ـ4232 ـ4ـ وعن ابن عباس رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]قالَ رَسولُ اللّهِ # يَوْمَ بَدْرٍ: هذَا جِبْرِيلُ آخِذُ بِرَأسِ فَرَسِهِ عَلَيْهِ أدَاةُ الْحَرْبِ[. أخرجه البخاري.»أدَاةُ الْحَرِبِ« آلتها وأراد بها السح .
4. (4232)- İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Bedir günü buyurdular ki: “İşte Cebrâil aleyhisselam! Atının başından tutmuş, üzerinde de savaş teçhizâtı var, (yardımımıza gelmiş durumda)!” [Buhârî, Megâzî 11.][17]
AÇIKLAMA:
Bedir savaşı, bazı müelliflerce menba-ı mucizat olarak tavsif edilecek kadar pek çok mucizenin yaşandığı, müşâhede edildiği bir gazvedir. İşte bu mucizelerden biri Cenab-ı Hakk´ın mü´minlere meleklerden ordularla yardım etmesidir. Bu husus, daha önce kaydettiğimiz âyetle de tescil edilmiştir (Enfâl 9).
Sadedinde olduğumuz hadis bu savaşa Cebrail aleyhisselam´ın da katıldığını göstermektedir. İbnu İshak, Ebu Vâkid el-Leysî´nin şu şehâdetini kaydeder: “Bedir günü ben müşriklerden bir adamın peşine düşüyordum, boynunu uçurmak için. Ancak kılıcım daha ona ulaşmadan kellesi uçuyordu.” Hz. Ali (radıyallahu anh)´tan da şu şehâdet rivayet edilmiştir: “Şiddetli bir rüzgar esti, böylesini hiç görmemiştim. Sonra şiddetli bir rüzgar daha esti. -Ravi der ki: “Zannederim bir üçüncü esintiden daha bahsetmişti.”- Birincisi Cebrâil aleyhisselam idi. İkincisi Mikâil aleyhisselam idi, üçüncüsü de İsrafil aleyhisselam. Mikâil aleyhisselam Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın sağında idi. Orada Ebu Bekr de vardı. İsrâfil de solunda idi. Ben de orada idim.”
Takıyyüddin Sübkî der ki: “Bana: “Cebrâil aleyhisselamın tek bir tüyü ile küffârı defetmeye kâdir olmasına rağmen, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile birlikte çok sayıda melaikenin savaşmasının hikmeti nedir ” diye soruldu. Şu cevabı verdim:
“Bu yapılan işin Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ve ashabının olması, meleklerin de ordularda cari olan destek kuvvet gibi destek olmaları isteğine binaen böyle vâki olmuştur. Böylece zâhirî esbaba ve Cenâb-ı Hakk´ın kullarına tatbik ettiği sünnete burada da uyulmuş oldu.”[18]
ـ4233 ـ5ـ وعن ابن عمرو بن العاص رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]خَرَجَ
رسولُ اللّهِ # يَوْمَ بَدْرٍ في ثََثِمِائَةٍ وَخَمْسَةَ عَشَرَ رَجًُ مِنْ أصْحَابِهِ فَلَمَّا انْتَهى إلَيْهَا قَالَ: اللَّهُمَّ إنَّهُمْ جِيَاعٌ فَأشْبِعْهُمْ. اللَّهُمَّ إنَّهُمْ حُفَاةٌ فَاحْمِلْهُمْ. اللَّهُمَّ إنَّهُمْ عُرَاةٌ فَاكْسُهُمْ. فَتَحَ اللّهُ لَهُ يَوْمَ بَدْرٍ فَانْقَلَبُوا حِينَ انْقَلَبُوا، وَمَا مِنْهُمْ رَجُلٌ إَّ وَقَدْ رجَعَ بِجَمَلٍ أوْ جَمَلَيْنِ، وَاكْتَسَوْا وَشَبِعُوا[. أخرجه أبو داود .
5. (4233)- İbnu Amr İbni´l-Âs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), Bedir günü, ashabından üçyüzonbeş kişi ile yola çıktı. Bedir´e gelince:
“Allahım bunlar açtır, doyur! Allahım bunlar ayakkabısızdır, bindir! Allahım bunlar çıplaktır giydir!” diye dua etti. Allah Bedir günü fetih ve zafer müyesser etti. Savaş bitince döndüler. Savaşa katılanlardan her biri bir veya iki deve ile döndüler. Elbiseler giydiler, doydular da.” [Ebu Dâvud, Cihâd 157, (2747).][19]
ـ4234 ـ6ـ وعن علي رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]لَمَّا كَانَ يَوْمُ بَدْرٍ قَاتَلْتُ شَيْئاً. ثُمَّ أتَيْتُ رَسُولَ اللّهِ # أنْظُرُ مَا صَنَعَ فَإذَا هُوَ سَاجِدٌ يَقُولٌ: يَا حَيُّ يَا قَيُّومُ بِرَحْمَتِكَ أسْتَغِيثُ. ثمَّ ذَهَبْتُ فَقَاتَلْتُ شَيْئاً. ثُمَّ جِئْتُ وَهُوَ عَلى حَالِهِ سَاجِدٌ يَقُولُ: يَا حَيُّ يَا قَيُّومُ بِرَحْمَتِكَ أسْتَغِيثُ. ثُمَّ رَجَعْتُ فَقَاتَلْتُ. ثُمَّ جِئْتُ فَإذَا هُوَ كَذلِكَ حَتّى فَتَحَ اللّهُ عَلَيْهِ[. أخرجه رزين .
6. (4234)- Hz. Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: “Bedir savaşı başlayınca bir miktar savaştım. Sonra Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın yanına geldim. Ne yaptığına bakmak istiyordum. Secde etmiş, şöyle diyor buldum:
“Ey hayy (diri) olan, ey kayyûm olan (kainatı ayakta tutan) Allahım, rahmetinle sana sığınıyor yardımını taleb ediyorum!”
Oradan ayrılıp tekrar bir miktar daha savaştım, tekrar geldim, o hâlâ secde halinde idi ve:
“Ey hayy olan, kayyûm olan Allahım, rahmetinle sana sığınıyor, yardımını taleb ediyorum!” diyordu. Ben tekrar döndüm savaşmaya gittim. Bir müddet sonra yine geldim. Hâlâ aynı halde devam ediyordu. Allah zafer verinceye kadar bu halde devam etti.” [Rezîn tahric etmiştir. İbnu Hacer, Hâkim ve Nesâî´nin rivayet ettiğini belirtir. (Fethu´l-Bari 8, 291).][20]
AÇIKLAMA:
Bedir Harbinin rivayetlere intikal etmiş dikkat çeken bir yönü, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın duasıdır. Alınması gereken bütün maddî, beşerî tedbirler alındıktan sonra Aleyhissalâtu vesselâm Rabbine yönelip dualar yapıyor, yalvar yakar oluyor, secdelere kapanıyor. Bu hali o kadar dikkat çekicidir ki, dualarının, muhtelif rivayetlerde farklı şekillerde yer aldığını görmekteyiz. 4230 numaralı hadiste, İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ), daha düşmanın çokluğunu görür görmez, omuzundan ridası düşecek derecede ellerini kaldırıp yakarmaya başladığını, aralıksız devam ettiğini, Hz. Ebu Bekr´in gelerek teselli ettiğini anlatmıştı. Bazı tariklerde iki rek´at namaz kıldıktan sonra o yakarışları yaptığı belirtilir. Râviler Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın bu esnada farklı dualar okuduklarını rivayet ederler:
* “Allahım beni yardımsız bırakma!”
* “Allahım beni mahrum kılma, Allahım beni terketme, Allahım va-adettiğin nusreti diliyorum.”
* “Allahım işte Kureyş! Kibir ve azametle gelmiş, mücadele ediyor, Resûlünü tekzib ediyor. Allahım (bunlara karşı) vaadettiğin yardımı diliyorum.”
Sadedinde olduğumuz rivayette ise, Resulullah´ın uzun müddet secde hâlinde kalarak yakardığını, yalvardığını görmekteyiz.
Süheylî der ki: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın duaya durup ısrarla devam ve gayretinin sebebi şudur: Çünkü o meleklerin savaşa giriştiklerini, ensarın da ölümü ararcasına düşmana saldırdıklarını görmüştü. Cihad ise bazan silahla olur, bazan da dua ile. Savaşın sünneti de, imamın, ordunun gerisinde yer almasıdır. O, burada nefsinin rahatı için değil, askerlerle birlikte savaşmak üzere bulunduğuna göre, onun da iki savaş şeklinden biriyle meşgul olması gerekirdi. O da böyle yaptı. İkinci şekli, duayı iltizam etti.”[21]
ـ4235 ـ7ـ وعن ابن مسعود رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ] مَرَرْتُ فَإذَا أبُو
جَهْلٍ صَرِيعٌ قَدْ ضُرِبَتْ رِجْلُهُ. فَقُلْتُ: يَا عَدُوَّ اللّهِ، قَدْ أخْزى اللّهُ اŒخِرَ. قَالَ: وََ أهَابُهُ عِنْدَ ذلِكَ. قَالَ: أبْعَدُ مِنْ رَجُلٍ قَتَلَهُ قَوْمُهُ. فَضَرَبْتُهُ بِسَيْفٍ غَيْرِ طَائِلٍ. فَلَمْ يُغْنِ شَيْئاً حَتّى سَقَطَ سَيْفُهُ مِنْ يَدِهِ. فَأخَذْتُهُ فَضَرَبْتُهُ حَتّى بَرَدَ فَنَفَّلَنِي رَسولُ اللّهِ # سَيْفَهُ[. أخرجه البخاري وأبو داود.قوله: »فنفلني« إلى آخره من زيادة رزين.قوله: »أبعدُ« قال الخطابي: هو خطأ وإنما هو أعمد بالعين قبل الميم، وهي كلمة للعرب معناها: هل زاد على رجل قتله قومه؟ هوّن على نفسه ما حل به من الهك، ويجوز أن يكون خطأ: يعنى أنك استعظمت أمري واستبعدت قتلى فهل هو أبعد من رجل قتله قومه.وقوله »بَرَدَ« أي سكن، وأراد به الموت.وقوله »فنفَّلنِي سيفه« أي أعطانيه زيادة على نصِيبي .
7. (4235)- İbnu Mes´ud (radıyallahu anh) anlatıyor: “(Bedir günü savaş meydanından) geçiyordum. Ebu Cehl´in ayağından isabet alarak yıkılmış olduğunu gördüm.
“Ey Allah´ın düşmanı! Ey Ebu Cehil, nihayet Allah seni de böyle rüsvay etti!” dedim (ve ilaveten): “Bu halde ondan korkacak değilim!” dedim. (Ebu Cehil):
“Kavminin öldürdüğü kimseden daha şereflisi var mıdır ” diye cevap verdi. Ben, keskin olmayan bir kılıçla vurdum. Bu, bir işe yaramadı. Kendi kılıncı elinden düşünceye kadar vurdum. Onu alıp, onunla vurup geberttim. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) onun kılıncını bana (ganimet hissemden fazla olarak) verdi.” [Buhârî, Megâzî, 8, Ebu Dâvud, Cihâd 142. (2709).][22]
AÇIKLAMA:
Burada, İslâm´ın en azılı düşmanı Ebu Cehl´in ölümü anlatılmaktadır. Ebu Cehil bidayetten beri İslam´ın ve Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın en sistemli, en ısrarlı ve en merhametsiz düşmanı olmuştur. Bedir savaşını hazırlayan, hatta buna katılmak istemeyen Ümeyye İbnu Halef gibilerini de zorla dahil eden kimse idi.
Ebu Cehl´i yaralayıp yıkan kimselerin Afrâ adında bir kadının Mu´az ve Muavvız adlarında iki oğlu olduğu Buhârî rivayetinde gelmiştir. İbnu Mes´ud´un onu öldürüşü, ölüm anında ona söyledikleri Ebu Cehl´in verdiği cevap muhtelif rivayetlerde gelmiştir. Esas olan şu ki İbnu Mes´ud onu ölümüne yakın yakalamış ve kellesini koparıp Resulullah´a getirmiştir.
Aleyhissalâtu vesselâm Ebu Cehl´in öldürüldüğünü görünce: “İslam´ı ve müslümanları aziz kılan Allah´a hamdolsun!” demiş ve bunu üç kere tekrar etmiştir.
Allah´ın dinine düşman olan kimin izzeti baki kalmıştır Firavunlar, Nemrudlar, Şeddâdlar, Karunlar, Karl Markslar, Leninler, Maolar… Hepsinin sonucu hüsranla, kapanmış insanlık onları lanetle anmakta ittifak etmiştir. Hayırlı son, müttakîlere![23]
ـ4236 ـ8ـ وعن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]لَمَّا بَعَثَ أهْلُ مَكَّةَ في فِدَاءِ أسْرَاهُمْ بَعَثَتْ زَيْنَبُ فِي فِدَاءِ زَوْجِهَا أبِي الْعَاصِ بْنِ الرَّبِيعِ بِمَالٍ. وَبَعَثَتْ فِىهِ بِقَِدَةٍ لَهَا كَانَتْ عِنْدَ خَدِيجَةَ رَضِيَ اللّهُ عَنْها أدْخَلَتْهَا بِهَا عَلى أبي الْعَاصِ. فَلَمَّا رَآهَا رسولُ اللّهِ # رَقَّ لَهَا رِقَّةً شَدِيدَةً. ثُمَّ قَالَ: إنْ رَأيْتُمْ أنْ تُطْلِقُوا لَهَا أسِيرَهَا وَتَرُدُّوا عَلَيْهَا الَّذِي لَهَا؟ فقَالُوا: نَعَمْ. وَكَانَ # أخَذَ عَلََيْهِ أوْ وَعَدَهُ أنْ يُخْلِّي سَبِيلَ زَيْنَبَ إلَيْهِ، وبَعَثَ # زَيْدَ بْنَ حَارِثَةَ وَرَجًُ مِنْ ا‘نْصَارِ فقَالَ لَهُمَا: كُونَا بِبَطْنِ يَأجِجَ حَتّى تَمُرَّ بِكُمَا زَيْنَبُ فَتَصْحَبَاهَا حَتّى تَأتِيَا بِهَا[. أخرجه أبو داود .
8. (4236)- Hz. Âişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Mekke halkı, esirlerinin fidye-i necatlarını gönderdikleri zaman, (Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın kerîmeleri) Zeyneb de kocası Ebu´l-Âs İbnu´r-Rebî´in fidye-i necâtı olarak mal gönderdi. Bunun gönderdikleri arasında Hz. Hatice (radıyallahu anhâ)´nin Ebu´l-Âs´la evlenmesi sırasında Zeyneb´e vermiş olduğu bir kolye de vardı. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu kolyeyi görünce son derece duygulandı ve:
“İsterseniz Zeyneb´in esirini serbet bırakın ve kolyesini de ona iade edin!” buyurdular. Ashab: “Baş üstüne!” dedi. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Ebu´l-As´dan Zeyneb´i kendine göndermesi [hicretine izin vermesi] hususunda söz aldı -veya Ebu´l-Âs… vaadetti- Aleyhissalâtu vesselâm ensar´dan bir zatla Zeyd İbnu Hârise (radıyallahu anhümâ)´yi, Zeyneb´i getirmek üzere gönderdi ve onlara: “Batn-ı Ye´cic´e gidin. Orada, size Zeyneb uğrayacak, buraya gelinceye kadar ona refakat edin” emir buyurdu.” [Ebu Dâvud, Cihad 131, (2692).][24]
AÇIKLAMA:
Bedir esirlerinin bir kısmından fidye-i necat alınmış, bir kısmı meccânen serbest bırakılmış bir kısmı da müslüman çocuklara okuma yazma öğretme mukabilinde serbest bırakılmıştı. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın damadı olan Ebu´l-Âs de meccânen serbest bırakılanlar arasında yer almıştır. Buna da, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın çok sevdiği merhume zevcesi Hz. Haticeye ait bir kolyenin fidye-i necât olarak gönderildiğini görmesi sebep olmuştur. Bu kolyeyi görünce fevkalâde duygulanan Hz. Peygamber, kolyenin sahibine iadesini ve Ebu´l-Âs´ın meccânen serbest bırakılmasını teklif ediyor ve Ashab bunu kabul ediyor. Resulullah, Ebu´l-Âs´dan zevcesi Zeyneb´in Medineye hicretine izin verilmesi hususunda söz alır.
Ebu´l-Âs sözünde duracak, Zeyneb (radıyallahu anhâ)´ya Medine´ye gelmesi için müsaade edecektir. Ancak Mekkeli müşriklerden bazıları, hicreti sırasında önünü kesip mani olmak isteyecekler ve bu arbede sırasında devesinden düşen hamile Zeyneb, düşük yapacaktır.[25]
ـ4237 ـ9ـ وعن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]خَرَجَ رسولُ اللّهِ # قِبَلَ بَدْرٍ فَلَمَّا كَانَ بِحَرَّةِ الْوَبَرَةِ أدْرَكَهُ رَجُلٌ قَدْ كَانَ يُذْكَرُ مِنْهُ جُرْأةٌ وَنَجْدَةٌ. فَفَرِحَ أصْحَابُ رَسُولِ اللّهِ # حِينَ رَأوْهُ. فَلَمَّا أدْرَكَهُ قَالَ لِرَسُولِ اللّهِ #: جِئْتُ ‘تَّبِعَكَ وَأُصِيبَ مَعَكَ. فقَالَ #: تُؤْمِنُ بِاللّهِ وَرَسُولِهِ؟ قَالَ: َ. قَالَ: فَارْجِعْ، فَلَنْ أسْتَعِينَ
بِمُشْرِكٍ. قَالَتْ: ثُمَّ مَضى حَتّى إذَا كَانَ بِالشَّجَرَةِ أدْرَكَهُ الرَّجُلُ. فقَالَ: كَمَا قَالَ أوَّلَ مَرَّةٍ. فقَالَ لَهُ # كَمَا قَالَ أوَّلَ مَرَّةٍ. قَالَ ارْجِعْ فَلَنْ أسْتَعِينَ بِمُشْرِكٍ. ثُمَّ رَجَعَ فَأدْرَكَهُ بِالْبَيْدَاءِ. فقَالَ لَهُ كَمَا قَالَ أوَّلَ مَرَّةٍ؛ وَقَالَ: هَلْ تُؤْمِنُ بِاللّهِ وَرَسُولِهِ؟ قَالَ: نَعَمْ. قَالَ: فَانْطَلِق فَانْطَلَقَ مَعَهُ[. أخرجه مسلم وأبو داود والترمذي .
9. (4237)- Hz. Âişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Bedir cihetine yola çıktı. Harratu´l-Vebere´ye varınca arkasından cüret ve Şecaatiyle tanınan bir adam ona yetişti. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın Ashabı onu görünce sevindiler. Adam kavuşunca Resulullah´a: “Ben sana uymak ve seninle birlikte yaralanmak için geldim!” dedi. Aleyhissalâtu vesselâm:
“Allah ve Resûlüne inanıyor musunuz ” diye sordu. Adam: “Hayır!” dedi. Aleyhissalâtu vesselâm: “Öyleyse dön. Ben müşrikten yardım taleb etmem” buyurdu.
Hz. Âişe devamla der ki:
“Adam gitti sonra bir ağacın yanında Aleyhissalâtu vesselâm´a yine yetişti ve önceki söylediğini yine söyledi. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) da önceki sözünü aynen tekrar etti:
“Geri dön, ben müşrikten yardım taleb etmem” dedi. Adam döndü. Ancak Beyda´da tekrar yetişti. Önceki söylediğini aynen yine söyledi. Resulullah da:
“Allah´a ve Resûlüne inanıyor musun ” dedi. Adam bu sefer: “Evet!” dedi. Aleyhissalâtu vesselâm da:
“Öyleyse yürü!” buyurdu. Adam orduya katıldı.” [Müslim, Cihad 150, (1817); Tirmizî, Siyer 10, (1558); Ebu Dâvud, Cihad 153, (2732).][26]
AÇIKLAMA:
1- Vebere: Medine´ye dört millik uzaklıkta bir yer adıdır.
2- Burada Resulullah “Müşrikten yardım istemem” buyurmaktadır. Ancak daha önce 4214 numaralı hadiste geçtiği üzere Aleyhissalâtu vesselâm, henüz müşrik olan Safvân İbnu Ümeyye (radıyallahu anh)´tan kırk kadar zırh almıştır. Bunu esas alan hadisler, kâfirden yardım almanın câiz olduğunu söylemişlerdir. Üstelik Safvân´la ilgili rivayet buna nazaran muahhardır, yani nasih durumundadır. Âlimler, “kâfir yardım hususunda iyi niyetli ise, yardımına ihtiyaç da varsa, yardım almak caizdir, değilse, mekruhtur” demişlerdir.
İbnu Sa´d´ın Uhud savaşına çıkarken “Abdullah İbnu Ubey´in halîfi” olarak orduya katılmak isteyen bir grup yahudinin teklifini Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın reddederken ifade buyurdukları gerekçe, bu meseleye bir başka buud kazandıracağı için kaydediyoruz: ” Şirk ehline karşı şirk ehlinden yardım almayın.”
Cevaz esas olsa da kâfirden yardım almamaya çalışmayı esas ittihaz etmelidir. Müslüman alınan yardımın, yardım yapana karşı bağımlılık, boynu eğrilik yapacağını bilerek, her hususta müstağni kalmanın gayreti içerisinde olmalıdır. Hele askerî ve iktisadî sahalarda! Bu, en nâzik durumlarda mahrumiyete, musibete dönebilir.
Ayrıca, hadisten hareketle, kâfir savaşa alınsa bile, ganimetten hisse verilmeyip, atiyye nevinden bahşiş verileceğine hükmedilmiştir. Ebu Hanîfe, Şâfiî Mâlik ve ülemânın cumhuru bu görüştedir. Zührî ve Evzâî onlara hisse verileceği görüşündedir.[27]
ـ4238 ـ10ـ وعن أبي الطفيل رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ حَذِيفة بن اليمان رَضِيَ اللّهُ عَنْهما ماَ مَنَعَنِي أنْ أشْهَدَ بَدْراً إَّ أنِّي خَرَجَتُ أنَا وَأبِي الْحُسَيْلِ فَأخَذَنَا كُفَّارُ قُرَيْشٍ فَقَالُوا: إنَّكُمْ تُرِيدُونَ مُحَمَّداً. فَقُلْنَا: مَا نُرِيدُ إَّ الْمَدِينَةَ. فَأخذُوا مِنَّا عَهْدَ اللّهِ وَمِيثَاقَهُ أنْ َ نُقَاتِلَ مَعَهُ. فَلَمَّا أتَيْنَا الْمَدِينَةَ ذُكِرَ ذلِكَ لَهُ #. فقَالَ: انْصَرِفَا. نَفِي لَهُمْ وَنَسْتَعِينُ بِاللّهِ تَعالى عَلَيْهِمْ[. أخرجه مسلم .
10. (4238)- Ebu´t-Tufeyl (radıyallahu anh) anlatıyor: “Huzeyfe İbnu´l-Yemân (radıyallahu anhümâ) dedi ki: “Benim Bedr´e katılmama mani olan şey şudur: Ben ve babam el-Hüseyl ikimiz beraber yola çıkmıştık. Kureyş kâfirleri bizi tuttular ve:
“Siz muhakkak Muhammed´in yanına gitmek istiyorsunuz!” dediler. Biz de:
“Hayır, ona gitmiyoruz, Medine´ye gitmek istiyoruz!” dedik. Bunun üzerine bizden, Muhammed´in safında yer alıp beraber savaşmayacağımız hususunda Allah´a ahd ve misak aldılar. Biz Medine´ye gelince, durumu Resulullah´a arzettik.
“Haydi gidin. Biz onlara verdiğiniz sözü tutar, onlara karşı Allah´tan yardım dileriz!” buyurdular.” [Müslim, Cihâd 98, (1787).][28]
AÇIKLAMA:
Ülemadan bir kısmı verilen sözün tutulmasına kanidir. İmam Mâlik bu görüştedir. Hadisin zâhiri de bunu âmirdir. Ancak çoğunluk harp şartlarında verilen sözün tutulmaması gerektiğine kânidir. Hanefî ve Şâfiî ülemâ böyle hükmeder. Ayrıca bir hadiste Aleyhissalâtu vesselâm, ailenin dirliği için kocanın hanımına, insanların arasını bulmak, küsleri barıştırmak için ve bir de harpte yalan söylemeye cevaz vermiştir. Huzeyfe ve babasına (radıyallahu anhüma) Resulullah´ın, sözlerini tutmayı tavsiye etmesi “Ashab´ın verdikleri sözde durmadıkları şüyû bulmasın diyedir” şeklinde tevil edilmiştir.[29]
* BENÎ NADÎR GAZVESİ
ـ4239 ـ1ـ عن ابن عمر رَضِيَ اللّهُ عَنْهما: ]أنَّ رَسُولَ اللّهِ # قَطَعَ نَخْلَ بَنِى النَّضِيرِ وَحَرَّقَ، وَهِيَ الْبُوَيْرَةُ وَفِيهَا يَقُولُ حَسَّانُ بن ثَابِتٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه:وَهَانَ عَلى سَرَاةِ بَنِى لُؤَىٍّحَرِيقُ بِالْبُوَيْرَةِ مُسْتَطِيرُفَأجَابَهُ أبُو سُفْيَانَ بْنُ الْحَارِثِ يَقُولُ:أدَامَ اللّهُ ذلِكَ مِنْ صَنِيعٍوَحَرَّقَ في نَوَاحِيهَا السَّعِيرُسَتَعْلَمُ أيُّنَا مِنْهَا بِنُزْهٍوَتَعْلَمُ أيَّ أرْضَيْنَا تَضِيرُأخرجه الخمسة إ النسائي.وزاد في رواية لمسلم، وفيها نزلت: »مَا قَطَعْتُمْ مِنْ لِينَةٍ أوْ تَرَكْتُمُوهَا قَائِمَةً عَلى أُصُولِهَا فَبِإذْنِ اللّهِ«
»السَّرَاةُ« جمع سرّي وهو النفيس الشريف.و»المُسْتطيرُ« المتفرق المتسع.وقوله: »بنُزِهٍ« أي ببعد، وفن يتنزه عن كذا: أي يبتعد عنه. و»اللَّينةُ« نوع من النخل .
1. (4239)- İbnu Ömer anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Beni´n-Nadîr hurmalığını kesti ve yaktı. Bu hurmalığa el Büveyre deniyordu. Büveyre hakkında Hassân İbnu Sâbit (radıyallahu anh) şöyle demişti:
“Büveyre´de tutuşan yangın, Benî Lüey reislerine ehemmiyetsiz geldi.”
Ebu Süfyân İbnu´l-Hâris İbni Abdilmuttalib ona şöyle cevap verdi: “Allah bu yapılanı (yangını) devam ettirsin. -Büveyre´nin etrafını da cehennem yaksın, Yangından hangimizin uzakta olduğunu bileceksin.- Mekke, Medine´den hangisinin zarardîde olduğunu göreceksin.”
Müslim´in rivayetinde şu ziyade var: “Şu âyet bu hadise hakkında nazil olmuştur: “İnkârcı kitap ehlinin yurtlarında hurma ağaçlarını kesmeniz veya onları kesmeyip gövdeleri üzerinde ayakta bırakmanız Allah´ın izniyledir. Allah yoldan çıkanları böylece rezilliğe uğratır” (Haşr 5). [Buhârî, Megâzî 14, Hars 6, Cihâd 154, Tefsîr, Haşr; Müslim, Cihad 29, (1746); Tirmizî, Tefsir, Haşr, (3298); Ebu Dâvud, Cihâd 91, (2615).][30]
AÇIKLAMA:
1- Benî Nadîr Medine´de yaşayan üç büyük yahudi kabilesinden biri idi. Bunlar daha ziyade ziraat ve bilhassa hurmalıkları ile tanınmışlardı. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), aralarındaki antlaşma gereğine, Bi´r-i Mâûna katliamından paçayı kurtaran Amr İbnu Ümeyye ed-Damrî´nin yanlışlıkla öldürdüğü Beni Kilab´tan iki kişinin diyetine ortak olmalarını teklif için onların yurduna uğramıştı. Bunlar Resulullah´ın birkaç sahâbesiyle yurtlarına gelmiş olmasını, bir suikast tertibi için iyi bir fırsat bildiler. “İstediğini verir, meseleyi hallederiz” dedikten sonra, sohbete tutup konuşurken, damdan üzerine bir değirmen taşı atmak üzere harekete geçtiler. Cenâb-ı Hakk vahyen, hazırlıklarını bildirince, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), bir işi varmış gibi sür´atle kalkıp Medine´ye gider. Beraberindekiler de bir müddet sonra Resulullah´a yetişirler. Onlara yahudilerin hazırlıklarını haber veren Aleyhissalâtu vesselâm, ani kalkışının sebebini açıklamış olur.
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), Muhammed İbnu Mesleme´yi göndererek “Beldemi terkedin. Burda artık benimle beraber yaşayamazsınız. Siz bana malumunuz olan suikast teşebbüsünde bulundunuz. Size on günlük mühlet tanıyorum. Bundan sonra kim görülürse boynu vurulacaktır” der.
Yahudiler göçmek için gerekli hazırlığa başlarlar. Bu esnada münafıkların lideri Abdullah İbnu Übey İbni Selül adam göndererek: “Memleketinizi terketmeyin, kalelerinizde kalın. Benim ikibin adamım var, kalelerinize girip sizi müdafaa ederler, gerekirse sizinle beraber ölürler. Ayrıca size Benî Kureyza (diğer bir yahudi kabilesi) ve Gatafanlı müttefikleriniz de yardımcı olur” der.
Benî Nadîr şefi bu vaade aldanıp Resulullah´a adam göndererek: “Biz yurdumuzu terketmiyoruz, elinden geleni arkaya koyma” der.
Resulullah: “Allahuekber!” der. Müslümanlar da tekbir getirirler. Aleyhissalâtu vesselâm: “Yahudiler harab oldu!” der.
Resulullah ve Ashab, hemen gidip Benî Nadîr´i kuşatırlar. Onlara ne diğer yaudilerden, ne Gatafan ve ne de Abdullah İbnu Übey´den hiç bir yardım ve destek gelmez.
Resulullah kuşatmayı daraltır ve hurmalarını yakar. Neticeden me´yus olan Benî Nadîr sulh teklif eder. Resulullah, silahları hariç, bineklerinin taşıyabileceği kadar eşya götürmelerine müsaade eder. Onlar bunu kabul ederler. Altıyüz deveye yükledikleri eşyalarıyla Hayber´e giderler. Böylece onbeş günlük muhasara sonunda Medine Benî Nadîr yahudilerinden temizlenmiş olur. Müslümanlara bol mal ve silah kalır: Elli zırh, elli kalkan, üçyüzkırk kılıç, silah yönüyle müslümanları fevkalâde güçlendirmiş olmalıdır.
2- Hassân İbnu Sâbit´in şiirinde geçen “Büveyre´de tutuşan yangın Beni Lüey reislerine ehemmiyetsiz geldi” beyti Kureyş´i kınamadır. Çünkü Kirmânî´nin dediğine göre, Kureyza´nın şefi Ka´b İbnu Esed´in Resulullah´la akdini bozarak Hendek harbine ihanet etmelerine Kureyş sebep olmuştu. Kureyş, müslümanlara muhalefet eden her hareketin destekçesi idi. Resulullah kendilerine yönelecek olursa, yardım etmeyi vaadetmişlerdi.
3- Hassân´a cevap veren Ebu Süfyan İbnu´l-Hâris, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın amcaoğludur, henüz kâfirdir. Mekke fethinden sonra müslüman olmuştur.
Verdiği cevapta, yangının devamını Büveyre´nin etrafının da -yani Medine´nin- yanmasını diler. Ve böyle olunca “yangından siz mi uzaktasınız, biz mi Yani bu yangından Mekke mi yoksa Medine mi zarar görecek görürsün!” der.
Esasen, yangın kâfire zarar veren bir eylem olmasına rağmen, o zaman için kafir olan Ebu Süfyan´ın, kâfirlerin aleyhine olan bir şeyi dilememesi gerekir diye hatıra gelir. Ancak Büveyre´nin etrafına sirayet eden bir yangının temenni edilmesi, Medine´nin yanmasını dilemektir. Bu ise müslümanların aleyhinedir.
4- Rivayetin Müslim´den kaydedilen vechinde hadise üzerine Haşr suresinin 5. âyetinin indiği belirtilmektedir. Aslında, Benî Nadîr yahudilerinin Medine´den sürülüşü, onların bu gidiş esnasında evlerini kendi elleriyle yıkışlarıyla ilgili muhtelif âyetler nazil olmuştur. Tefsir Bölümü´nde onlara temas ettiğimiz için burada tekrar etmeyeceğiz. (3. cilt 194. sayfa. 822 numaralı hadis; keza 823, 827 numaralı hadislere bakılmalıdır.)[31]
ـ4240 ـ2ـ وعن بنت محيصة عن أبيها قال: ]لَمَّا أعْلَمَ اللّهُ تَعالى رسولَهُ # بِمَا هَمَّتْ بِهِ الْيَهُودُ مِنَ الْغَدْرِ. قَالَ #: مَنْ ظَفِرْتُمْ بِهِ مِنْ رِجَالِ يَهُودَ فَاقْتُلُوهُ. قَالَتْ: فَوَثَبَ أبِي مُحَيِّصَةُ عَلى شَبِيبَةَ، رَجُلٌ مِنْ تُجَّارِ يَهُودَ فَقَتَلَهُ، وَكَانَ عَمِّي حُوَيِّصَةُ إذْ ذَاكَ لَمْ يُسْلِمْ وَكَانَ أسَنَّ مِنْ أبِي. فَجَعَلَ يَضْرِبُهُ وَيَقُولُ: أيْ عَدُوَّ اللّهِ، أمَا وَاللّهِ لَرُبَّ شَحْمٍ في بَطْنِكَ مِنْ مَالِهِ. قَالَتْ: فَقَالَ لَهُ أبِي قَتَلْتُهُ ‘نَّهُ أمَرَنِى بذلِكَ مَنْ لَوْ أمَرَنِي بِقَتْلِكَ مَا تَرَكْتُكَ. قَالَتْ: فَأسْلَمَ عَمِّي عِنْدَ ذلِكَ[. أخرجه أبو داود .
2. (4240)- Bintu Muhayyisa, babasından naklediyor: “Allah Teâlâ Hazretleri, Peygamberine, yahudilerin tasarladıkları suikasdı bildirince, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm):
“Yahudi erkeklerden kimi yakalarsanız onu hemen öldürün!” ferman buyurdu. Bunun üzerine babam Muhayyısa (radıyallahu anh), yahudi tüccarlarından biri olan Şebîbe´nin üzerine atılıp öldürdü. Amcam Huvayyısa o sırada henüz müslüman değildi ve babamdan daha yaşlıydı. Babama hem vuruyor ve hem de:
“Ey Allah´ın düşmanı! (onu nasıl öldürürsün ) Karnındaki yağ belki de onun malından!” diyordu. Babam şu cevabı verdi:
“Bana onu yapmamı öyle bir zat emretti ki, eğer seni öldürmemi emretse seni de sağ bırakmazdım.” Amcam o esnada müslüman oldu.” [Ebu Dâvud, Harac 22, (3002).][32]
ـ4241 ـ3ـ وعن ابن عمر رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]حَاَرَبَتِ النَّضِيرُ وَقُرَيْظَةُ رسولَ اللّهِ # فَأجْلَى بَنِي النَّضِيرِ وَأقَرَّ قُرَيْظَةَ، وَمَنَّ عَلَيْهِمْ حَتّى حَارَبَتْ قُرَيْظَةُ بَعْدَ ذلِكَ فَقَتَلَ رِجَالَهُمْ وَقَسَّمَ نِسَاءَهُمْ وَأمْوَالَهُمْ وَأوَْدَهُمْ بَيْنَ الْمُسْلِمِينَ[. أخرجه الشيخان وأبو داود.»الجََءُ« النفي عن ا‘وطان .
3. (4241)- İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Nadîr ve Kureyza yahudileri Resulullah Aleyhissalâtu vesselâm ile savaştılar. O da Beni´n-Nadîr´i sürdü. Kureyza´yı yerinde bıraktı. Kureyza´ya ihsanda dahi bulundu. Sonradan onlar da Resulullah´la savaştılar. Aleyhissalâtu vesselâm da erkeklerini öldürdü, kadınlarını, mallarını, çocuklarını müslümanlar arasında taksim etti.” [Buhârî, Megâzî 14, Müslim; Cihad 62, (1766); Ebu Dâvud, İmâret 23, (3005).][33]
AÇIKLAMA:
Bu hadis, daha önce hikayelerini kaydettiğimiz Beni´n-Nadîr yahudilerinden başka, diğer büyük bir kitleyi teşkil eden Kureyza yahudilerinin akibetini haber vermektedir. İhanetlerinin cezası olarak erkeklerin katli; kadın, mal ve çocuklarının müslümanlar arasında taksim edilmesi.
Bunların hikâyesi şöyle gelişmiştir:
a) Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), Hicretle Medine´ye gelir gelmez, Medine´de yaşayan muhtelif gruplarla aralarındaki münasebetleri düzenleyen yazılı bir vesika tanzim etmişti. Günümüzün tabiriyle Kanun-i esasî (veya Anayasa) olarak vasıflandırılan bu antlaşmanın[34] 25. maddesinin a bendinde yahudilerin müslümanlarla tek bir ümmet (camia) teşkil ettikleri, dinlerinde hür oldukları belirtilmiş, 43. ve 44. maddelerde Kureyş´e ve onlara yardım edenlere arka çıkılmayacağı, onlardan gelecek saldırıya karşı Medine´nin elbirliğiyle müdafaa edileceği açık bir dille belirtilmişti.
b) Benî Kureyza, Hendek savaşı sırasında bu ahdi bozmuş şehri kuşatanların teşvik ve iğvalarına kapılarak savaşın en kritik bir anında Medine´yi kuşatan İslam düşmanlarıyla işbirliği yapmıştı. Bilhassa Kureyza´nın o tarafa geçişi, müslümanların durumunu fevkalade sarsmış, halkın moralini bozup direnme gücünü kırmış, insanların içine korku hâkim olmaya başlamıştı. Hususen cephe gerisinde kalan kadın ve çocuklar hakkında korku büyüktü. Müslümaların bu nazik devresini Kur´an-ı Kerim şöyle tasvir eder: “Onlar size yukarınızdan ve aşağınızdan gelmişlerdi. Gözler de dönmüştü. Yürekler ağızlara gelmişti. Allah için çeşitli tahminlerde bulunuyordunuz. İşte orada mü´minler denenmiş ve çok şiddetli sarsıntıya uğratılmışlardı” (Ahzab 10).[35]
Benî Kureyza´nın ihaneti, müslümanların durumunu sadece maddî değil, manevî bakımdan da sarsmıştı.
c) Ahzâbın içine giren nifak, beklenen zaferin gecikmesi, çıkan fırtınalar şeklinde tecelli eden ilahi nusret sonucu, Mekkelilerin bir gece âniden çekilmeleriyle atlatılan beladan sonra sıra Benî Kureyza yahudilerinin cezalandırılmasına gelmişti.
İbnu Sa´d´ın kaydına göre, Resulullah savaş yerinden dönüp Hz. Âişe (radıyallahu anhâ)´nın hücresine girer girmez. Cebrâil aleyhisselam gelerek:
“Allah sana Benî Kureyza yahudilerine yürümeni emrediyor. Ben onların üzerine gidiyorum. Tepelerine kalelerini sarsacağım!” der.
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), derhal Ashab´a dellal çıkararak:
“Allah´ın Resûlü ikindi namazınızı Benî Kureyza yurdunda kılmanızı emrediyor!” duyurusunu yapar. Abdullah İbnu Ümmi Mektum´u Medine´ye halif bırakıp kendisi de cepheye koşar. Otuzaltı atlı, üçbin piyade ile Benî Kureyza kuşatılır. Resulullah seslenir: “Ey maymunların ve hınzırların kardeşleri! Benim, ben!”
Bu gazve hicretin beşinci yılında Zilkade ayının son haftasında bir çarşamba günü başlar. Onbeş gün sıkı bir muhasaradan sonra, Resulullah´a elçi gönderip:
“Bize Ebu Lübâbe İbnu Abdi´l-Münzir´i gönder!” derler.
Resulullah gönderir. Ancak bununla istişare ettikleri zaman onlara eliyle “kesileceksiniz” ma´nâsında boğazlanma işareti yapar. Ebu Lübâbe bu davranışına pişman olur ve “Allah ve Resulüne ihanet ettim” diye oradan ayrılıp Resulullah´a da uğramadan mescide gidip kendini bir direğe bağlar ve tevbesinin kabul edildiğine dair âyet gelmedikçe mescidden ayrılmamaya nezreder. 15 gün kadar yemeyi terkeder, bir ara düşüp bayılır, sonunda tevbesinin kabulüne dair Tevbe suresinin 102. âyeti nâzil olur. Resulullah gelip elleriyle çözünceye kadar bağlarını çözmez.
d) Hendek savaşı sırasında omuzundan yara alan ve mescidde tedavi görmekte olan Sa´d İbnu Muaz için Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Allahım, Benî Kureyza´ya karşı içimde yanan öfke ateşi sönmeden ruhumu kabzetme!” ma´nâsında duada bulunur.
Sad İbnu Mu´az (radıyallahu anh) onların eskiden beri halifi (müttefiki) olması haysiyetiyle hakemliğini kabul ederler. Sad, “Allahın hükmü”ne muvafık olarak “Mukâtillerin öldürülmesine, kadın ve çocukların köleleştirilmesine ve mallarının taksimine hükmeder. Resulullah hükmün Allah´ın hükmüne muvafık olduğunu söyler. Eli kılıç tutan 600-700 arası Kureyzalı tesbit edilir. Evleri muhacirlere taksim edilir. Silah olarak 1500 kılınç, 300 zırh, 1000 ok, 1500 kalkan tesbit edilir.
Esirler arasında Reyhâne Bintu Amr´ı Resulullah kendisine cariye olarak alır.[36]
* BENÎ KAYNUKA
Yahudi kabilelerinin büyüklerinden biri de Benî Kaynuka idi. Kitabımızda bunlarla ilgili bir rivayet konmamıştır. Ancak, mevzuun bütünlüğü açısından burada kısaca bilgi vermede fayda var: Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bunların meselesini, daha erken devirde, Hicretin yirminci ayında, Şevval ortalarında halletmiştir.
Kaynukalılar münafıkların şefi Abdullah İbnu Übey´in halîfi idiler. Kuyumculuk ve sarraflıkla meşgul olurlardı, zengin kimselerdi. Müslümanların Bedir´de zafer elde etmeleri bunların hasedlerini kabartmış, kinlerini artırmıştı. Her fırsatta husumetlerini izhar ediyorlardı.
İbnu Sa´d´ın kaydettiğine göre, bunlar yahudiler arasında, savaşmayı bilen en cesur grubu teşkil ediyordu. Bedir´den sonra Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), bir gün onları: “Ey yahudiler Allah´tan korkun, Kureyş´in başına gelen bir belanın size de gelmesinden sakının, müslüman olun. Zaten anladınız ki ben hak peygamberim. Bunu kendi kitabınızda da görüyorsunuz. Üstelik Allah, bana tabi olmanız için sizden ahid de aldı!” mealinde sözlerle uyarmak isteyince biraz küstahça bir cevap vermişlerdi:
“Ey Muhammed! Galiba bizi kendi kavmin gibi zannettin. Harbetmeyi bilmeyen bir grupla karşılaşıp zafer kazanman sakın seni aldatmasın! Eğer seninle savaşacak olursak bizim nasıl insanlar olduğumuzu öğrenirsin!”
Resulullah´la aralarındaki antlaşmayı ilk bozan yahudi cemaati bunlar oldu. Belki de herkesçe bilinen -ve hatta İbnu Sa´d´ın rivayetinde ifade edilen doğru ise, Resulullah´ı bile üzerlerine gitmede teenniye sevkeden- şecaatleri, onları daha pervasız davranışlara sevkediyordu.
Bir gün, bir müslüman kadın Kaynuka çarşısına inmiş, bazı şeyler satarak, alış veriş yapmak üzere bir kuyumcuya girmişti. Dükkanda, kadının yüzünü açtırmaya çalışmışlar, muvaffak olamamışlardı. Bunun üzerine kadın farkına varmadan, çarşafının bir kenarını oturduğu yere rabtettiler. İşi bitip, çıkmak üzere kalkınca kadının çarşafı düştü ve avreti açıldı. Orada bulunan yahudiler gülüp eğlenerek kadınla dalga geçtiler. Bunun üzerine kadın imdat çığlığı atar. Bunu işiten bir müslüman koşup kuyumcuyu öldürür. Diğer yahudiler de müslümanı öldürürler.
Hadise büyür ve müslümanlarla Benî Kaynuka yahudileri arasında kopma hâsıl olur. Nâzil olan âyet, Resulullah´ı onlara karşı sert olmaya davet eder (Enfal 58). Kaleleri kuşatılır. Bir müddet dayanırlarsa da 15 gün kuşatma sonunda Resulullah´a istediği şart üzere sulh teklif etmek zorunda kalırlar. Resulullah bunları öldürmek istiyordu. Ancak tam bu sırada araya giren meşhur münafık Abdullah İbnu Übey:
“Ey Muhammed mevâlime iyilikte bulun” diye ısrar etti ve elini zırhının aralığına sokarak istediğini kopartıncaya kadar salmadı. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm):
“Bırak beni!” diye Abdullah´a, yüzünden okunacak kadar öfkelenip, bağırmasına rağmen: “Hayır, mevâlime iyilik yapıncaya kadar salmıyacağım!” diye ısrar etti. Benî Kaynuka, Hazreçlilerin Halîfi idi. Bu sebeple Abdullah onlara arka çıkıyordu. Dörtyüz zırhsız, üçyüz zırhlı için şefaatçi oluyordu.
Sonunda Resulullah, onların Medine´yi terketmelerine izin verdi. Bunlardan bol ganimet kaldı. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) humus aldı. İlk humusun buradan alındığı söylenir.[37]
İbnu´l-Esir, el-Kâmil´de hadisenin tarifinde ihtilaf edildiğini belirtir.[38]
* KA´B İBNU EŞREF´İN KATLİ
ـ4242 ـ1ـ عن جابر رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: مَنْ لِكَعْبِ ابْنِ ا‘شْرَفِ، فَإنَّهُ قَدْ آذَى اللّهَ وَرَسُولَهُ؟. فَقَالَ مُحَمَّدُ بْنُ مَسْلَمَة رَضِيَ اللّهُ عَنْه: أتُحِبُّ أنْ أقْتُلَهُ؟ قَالَ: نَعَمْ. قَالَ: اَتَأذَنُ لِي فِي الْقَوْلِ فِيكَ؟ قَالَ: قُلْ . فَأتَاهُ فَقَالَ لَهُ: وَذَكَرَ مَا بَيْنَهُمَا وَقَالَ: إنَّ هذَا الرَّجُلَ قَدْ أرَادَ الصَّدَقَةَ وَقَدْ عَنَانَا. فَلَمَّا سَمِعَهُ قَالَ: وَأيْضاً واللّهِ لَتَمُلَّنَّهُ. قَالَ: إنَّا قَدْ اتَّبَعْنَاهُ اŒنَ وَنَكْرَهُ أنْ نَدَعَهُ حَتَّى نَنْظُرَ إلى أيِّ شَيْءٍ يَصِيرُ أمْرُهُ. ثُمَّ قَالَ: وَقَدْ أرَدْتُ أنْ تُُسْلِفَنِي سَلَفاً. قَالَ: فَمَا تَرْهَنُنِي؟ قَالَ: مَا تُرِيدُ؟. قَالَ تَرْهَنُنِي نِسَاءَكُمْ. فَقَالَ: أنْتَ أجْمَلُ الْعَرَبِ، أنَرْهَنُكَ نِسَاءَنَا؟ قَالَ: فَتُرْهَنُونِي أوَْدَكُمْ قَالَ: يُسَبُّ ابْنُ أحَدِنَا، فَيُقَالُ رُهِنَ فِى وَسْقٍ أوْ وَسْقِيْنِ مَنْ تَمْرٍ. وَلكِنْ نَرْهَنُكَ الَّمَةَ، يَعْنِى السََّحَ. قَالَ: نَعَمْ؛ وَوَاعَدَهُ أنْ يَأتِيَهُ بِالْحَارِثِ بْنِ أوْسٍ وَأبِي عَبْسِ ابْنِ جَبْرٍ وَعَبَّادِ بْنِ بِشْرٍ. قَالَ: فَجَاءُوا فَدَعَوْهُ لَيًْ. فنَزَلَ إلَيْهِمْ فَقَالَتْ لَهُ اِمْرَأتُهُ: إنِّي ‘سْمَعُ صَوْتاً كَأنَّهُ صَوْتُ الدَّمِ. فَقَالَ: إنَّمَا هُوَ مُحَمَّدٌ بْنُ مَسْلَمَةَ وَرَضىعِى أبُو نَائِلَةَ، إنَّ الْكَرِيمَ لَوْ دُعِى إلى طَعْنَةٍ لَيًْ ‘جَابَ. قَالَ مُحَمَّدٌ: إذَا جَاءَ فَسَوْفَ أمَدُّ يَدِي إلى رَأسِهِ، فإذَا اسْتَمْكَنْتُ مِنْهُ فَدُونَكُمْ. قَالَ: فَنَزَلَ وَهُوَ مُتَوَشِّحٌ. فَقَالُوا: نَجدُ مِنْكَ
رِيحَ الطِّيبِ؟ فقَالَ نَعَمْ: تَحْتِي فَُنَةُ أعْطَرُ نِسَاءِ الْعَرَبِ؛ قَالَ مُحَمَّدٌ: فَتَأذَنَ لِي أنْ أشُمَّ مِنْهُ؟ قَالَ: نَعَمْ فَشُمَّ، فَتَنَاوَلَ فَشَمَّ. ثُمَّ قَالَ: أتَأذَنُ لِي أنْ أعُودَ؟ قَالَ: فَاسْتَمْكَنَ مِنْهُ، ثُمَّ قَالَ: دُوَنَكُمْ فَقَتَلُوهُ[. أخرجه الشيخان وأبو داود.»الوَسْقُ« بفتح الواو ستون صاعاً.»والَّمَةُ« مخففة: الدرع وجمعها م، آلة الحرب.»والمُتوشِّحُ بالرداء« هو الذي يجعله في وسطه كالوشاح الذي تجعله المرأة على خصرها .
1. (4242)- Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) (bir gün):
“Ka´b İbnu´l-Eşref´in hakkından kim gelecek Zira bu Allah ve Resûlüne ezâ veriyor!” buyurdular. Muhammed İbnu Mesleme (radıyallahu anh) atılarak: “Onu öldürmemi istermisiniz ” dedi. Aleyhissalâtu vesselâm: “Evet!” deyince Muhammed İbnu Mesleme: “Hakkınızda menfi şeyler söylememe de izin veriyor musunuz [Güvenini kazanmamız için buna gerek olacak]” dedi. Aleyhissalâtu vesselâm:
“[İstediğinizi] söyle[yin]” buyurdu.
Bunun üzerine Muhammed İbnu Mesleme (radıyallahu anh) Ka´b-İbnu´l-Eşref´e gelip onunla konuştu, aralarındaki (eski) dostluğu hatırlattı ve:
“Şu adam var ya, sadaka istiyor ve bize sıkıntı oluyor!” dedi.
Ka´b bunu işitince: “Ha şöyle! Vallahi ondan daha da çekeceksiniz!” dedi.
Muhammed İbnu Mesleme:
“Biz ona şimdi gerçekten tâbi olduk. Onu büsbütün terkedip sonunun ne olacağını seyretmekten de korkuyoruz” dedi.
Ka´b: “Söyle bana dedi, içinde ne var, ne yapmak istiyorsunuz ”
Muhammed: “Onu yalnız bırakmak, ondan ayrılmak istiyoruz” deyince, Ka´b: “Şimdi beni mesrur ettin” dedi.
Muhammed ilave etti: “Bana biraz ödünç vermeni talebediyorum..” dedi. Ka´b da: “Bana rehin olarak ne bırakacaksın ” diye sordu. Muhammed İbnu Mesleme: “Ne istersin ” dedi. Ka´b: “Kadınlarınızı bana rehin bırakmalısın!” dedi.
“Ama sen Arapların en yakışıklısısın. Sana kadınlarımızı nasıl rehin bırakalım [Şu yakışıklılığın sebebiyle hangi kadın nefsini senden men edebilir ]” dedi. Ka´b: Öyleyse çocuklarınızı rehin bırakırsınız!” dedi.
“Ama nasıl olur, birimizin çocuğuna hakaret edip: “Bir veya iki vask hurma karşılığında rehin edildin” diye başına kakarlar. Ama sana zırhları yani silahı rehin bırakalım” dedi. (Kab bu teklifi makul bulup:)
“Pekala, bu olur!”dedi. Bunun üzerine Muhammed İbnu Mesleme, ona el Hâris İbnu´l-Evs, Ebu Abs İbnu Cebr ve Abbâd İbnu Bişr ile birlikte gelmek üzere randevulaştı.
Bunlar geceleyin gelip onu (dışarı) çağırdılar. Ka´b yanlarına indi. Kadını: “Ben bazı sesler işitiyorum, bu sanki kan sesidir (gitme!)” dedi.
Ancak O: “Hayır, bu gelen Muhammed İbnu Mesleme ile süt kardeşi ve Ebu Nâile´dir. Mert kişi geceleyin yaralanmaya bile çağırılsa icabet eder!” dedi.
Muhammed İbnu Mesleme arkadaşına: “Gelince, ben elimi başına uzatacağım. Onu tam yakaladım mı göreyim sizi!” dedi. Ka´b kılıncını kuşanmış olarak indi.
“Sende tîyb kokusu hissediyoruz!” dediler. Ka´b: “Evet! nikahımda falan kadın var. Arap kadınlarının (sevdiği) kokuyu sürüyorum” dedi. Muhammed İbnu Mesleme: “Ondan koklamama müsaade eder misin ” dedi.
Ka´b: Tabi ederim, kokla!” dedi. Muhammed yakalayıp kokladı. Sonra:
“Bir kere daha koklamama müsaade eder misin ” dedi. Sonra onu yakaladı.
“Göreyim sizi!” dedi ve orada öldürdüler.” [Buhârî, Megâzî 15, Rehn 3, Cihâd 158, 159; Müslim, Cihad 119, (1801); Ebu Dâvud, Cihad 169, (2768).][39]
AÇIKLAMA:
Ka´bu´l-Eşref aslen Araptır. Babası, Benî Tay Kabilesinin bir kolu olan Nebhânlıdır. Bir kan davasına karıştığı için Cahiliye devrinde Medine´ye gelip yerleşmiştir. Medine´de Beni´n-Nadîr´e dost olmuş, onlardan kız alarak evlenmiştir. Ka´b bu evliliğin mahsûlüdür. Ka´b uzun boylu, cüsseli bir insandı. Kafası iri, karnı iriydi. Annesi Akîle Bintu Ebi´l-Hukayk, yahudi olması ve yahudi kültürü üzerine yetişmesi sebebiyle Ka´b Arap değil, yahudi biliniyordu. Şâir bir insandı. Bedir savaşından sonra müslümanlar aleyhine hicviyeler yazdı. Mekke´ye gitti. İbnu Vedâ´ti´s-Sehmî´nin yanına indi. Bu zat, el-Muttalib´in babası idi. Hassan İbnu Sâbit bunu ve karısı Atîke Bintu Üseyd´i hicvetti. Bunun üzerine kadın Ka´b´ı tardetti. Ka´b tekrar Medine´ye döndü. Müslüman kadınları üzerine aşk şiirleri yazdı. Müslümanlar bu şiirlerden fevkalâde rahatsız oldular. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a karşı da hicviyeler düzüyor, Kureyşli kâfirleri aleyhte tahrik ediyordu. Resulullah Medine´ye geldiğinde halk karışıktı. Hepsiyle sulh içerisinde yaşamak istiyordu. Ancak yahudi ve müşrik olanlar müslümanlara fazlaca eziyet veriyorlardı. Cenâb-ı Hakk başlangıçta Resûlüne ve müslümanlara sabır emrediyordu. Ka´b bu eza işinden vazgeçmeyip, dozajını artırınca, Aleyhissalâtu vesselâm bir grup göndererek Ka´b´ı öldürtmesini Sa´d İbnu Mu´âz´a emretti.
Kab´ın öldürülmesi Hicretin üçüncü senesinin Rebiyyülevvel ayına rastlar.
Rivayetler onun Mekke´ye gidince Ka´be´nin örtüsünün yanında Mekkelilerle, müslümanlara karşı mücadele etmek üzere antlaşma yaptığını belirtir. Bu sırada Mekkeliler: “Onun dini mi,yoksa bizim dinimiz mi daha hakka yakın ” diye sorarlar. Ka´b “Sizin dininiz!” cevabını verir.
İbnu Hacer Ka´b´ın öldürülmesine bir başka sebep daha kaydeder. Buna göre: “Ka´b bir yemek hazırlar. Yahudilerden bir gruba da: “Muhammed´i bir ziyafete çağıracağım, gelince siz bir punduna getirip öldürün” dedi. Ziyafet hazırlandı. Resulullah da çağrıldı. Birkaç ashabıyla gelmişti. Oturduktan sonra Cebrâil aleyhisselam, heriflerin planını haber verdi. Resulullah kalktı ve Cebrail´in kanatlarıyla örtünerek dışarı çıktı. Resulullah´ı kaybedince onlar da dağıldı. Aleyhissalâtu vesselâm, işte bu sırada “Ka´b´ı bana kim halledecek ” demiştir.
Şu halde Ka´b´ın öldürülmesi sadece hicvedici şiirler yazması sebebiyle değildir. Daha başka muzır faaliyetleriyle bu cezaya müstehak olmuştur.
Rivayetler onun öldürülmesini üzerine alan Muhammed İbnu Mesleme´nin, Ka´b´ın kız kardeşinin oğlu yani yeğeni olduğunu belirtir. Keza bu işte adı geçen Ebu Nâile de Kab´ın süt kardeşidir. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Eğer yapacaksan acele etme, (planını iyi hazırla), hatta Sa´d İbnu Muazla da istişâre et” buyurur. Sa´d´la istişare eder. Sa´d, kendisine “Ona git, ihtiyacını aç ve veresiye olarak yiyecek iste!” tavsiyesinde bulunur.
* Başka rivayetler, Muhammed İbnu Mesleme´nin Resulullah´tan, kendisinden şikayette bulunma, fikrini ve sözlerini kınama hususunda izin isteyip Ka´b´a: “Bu adamın gelişi bize bir bela olmuştur, bütün Araplar bizimle savaştı ve tek bir yaydan ok attılar” dediğini; Resulullah´ın, öldürme ekibini, Bakîu´l-Garkad´a kadar uğurladığını, onları gönderip: “Allah´ın ismi üzere gidin. Allahım bunlara yardımcı ol!” dediğini kaydeder.
* Hadise üzerine, ertesi gün, “efendimiz öldürüldü” diyerek, yahudiler Resulullah´a gelirler. Aleyhissalâtu vesselâm, bir bir onun yaptıklarını, müslümanlara verdiği eziyetleri anlatarak ölümü hakettiğini açıklar. Yahudiler itiraz etmeye, cevap vermeye mecal bulamazlar.
Bu vak´adan sonra büyük bir korkuya düşen yahudiler, sinerler ve yıkıcı faaliyetlerden ellerini çekerler.
Süheylî Ebu Hanîfe´ye muhalif olarak:
“Ka´b´ın öldürülme hadisesi, muâhid (sulh antlaşması yapan) kimse, Şâri´e sebbettiği, hakarette bulunduğu takdirde katlinin caiz olduğunu ifade eder” demiştir.
İbnu Hacer Süheylî´ye hak vermez. Bu hadisenin harp haline giren bir hadise olduğuna dair deliller kaydeder ve “Kıssada, müşrikin -umumî davet kendisine ulaşmış ise- İslam´a davet edilmeden öldürülebileceğine delil vardır” der.
* Hadis, savaş sırasında, ihtiyaç duyulan her şeyin söylenebileceğine delildir.[40]
* EBU RAFİ ABDULLAH İBNU EBİ´L-HUKAYK´IN ÖLDÜRÜLMESİ
ـ4243 ـ1ـ عن البراء رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]بَعَثَ رَسُولُ اللّهِ # رَهْطاً إلى أبِي رَافِعٍ فَدَخَلَ عَلَيْهِ عَبْدُاللّهِ بْنُ عُتَيْكٍ بَيْتَهُ لَيًْ وَهُوَ نَائِمٌ فَقَتَلَهُ[.
1. (4243)- Hz. Bera (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), Ebu Râfi´e bir heyet gönderdi. Abdullah İbnu Atîk, geceleyin evine girerek, onu uyurken öldürdü.”[41]
ـ4244 ـ2ـ وفي رواية قال: ]بَعَثَ رَسُولُ اللّهِ # إلى أبِى رَافِعٍ الْيَهُودي رِجَاً مِنَ ا‘نْصَارِ وَأمَّرَ عََلَيْهِمْ عَبْدَاللّهِ بْنَ عُتَيْكٍ، وَكَانَ أبُو رَافِعٍ يُؤْذِي رسولَ اللّهِ # وَيُعِينُ عَلَيْهِ. وَكَانَ أبُو رَافِعٍ فِي حِصْنٍ لَهُ بِأرْضِ الْحِجَازِ. فَلَمَّا دَنَوْا مِنْهُ وَقَدْ غَرَبَتِ الشَّمْسُ وَرَاحَ النَّاسُ بِسَرْحِهِمْ. قَالَ عَبْدُاللّهِ ‘صْحَابِهِ: اِجْلِسُوا مَكَانَكُمْ فَإنِّي مُنْطَلِقٌ ومُتَلَطِّفٌ لِلْبَوَّابِ لَعَلِّي أنْ أدْخُلَ. فَأقْبَلَ حَتّى دَنَا مِنْ الْبَابِ. ثُمَّ تَقَنَّعَ بِثَوْبَهِ كَأنَّهُ يَقْضِي حَاجَةً، وَقَدْ دَخَلَ النّاسُ. فَهَتَفَ بِهِ الْبَوابُ يَا عَبْداللّهِ إنْ كُنْتَ تُرِيدُ أنْ تَدْخَلَ فَادْخُلْ. فإنِّي أُريدُ أنْ أُغْلِقَ الْبَابَ. فَدَخَلْتُ فَكَمَنْتُ. فَلَمَّا دَخَلَ النَّاسَ أغْلَقَ الْبَابَ ثُمَّ عَلّقَ ا‘غَالِيقَ عَلى وَتَدٍ. قَالَ: فَقُمْتُ إلى ا‘قَالِيدِ فَأخَذْتُهَا فَفَتَحْتُ الْبَابَ، وَكَانَ أبُو رَافعٍ يُسْمَرُ عِنْدَهُ. وَكَانَ فِي عََلِيَّ لَهُ. فَلَمَّا ذَهَبَ عَنْهُ أهْلُ سَمَرِهِ صَعِدْتُ إلَيْهِ فَجَعَلْتُ كُلَّمَا فَتَحْتُ بَاباً أغْلَقْتُ عَلي َّ مَنْ دَاخِلٍ. قُلْتُ: إنِ القَوْمُ نَذِرُوا لِي لَمْ يَخْلُصُوا إلَيَّ حَتّى أقْتُلَهُ. فَانْتَهَيْتُ إلَيْهِ فَإذَا هُوَ فِي بَيْتٍ مُظْلِمٍ وَسْطٍ عِيَالِهِ، َ أدْرِي أيْنَ هُوَ مِنَ الْبَيْتِ. فَقُلْتُ: أبَا رَافِعِ: فَقَالَ: مَنْ هذَا؟ فَأهْوَيْتُ نَحْوَ الصَّوْتِ فَأضْرِبُهُ ضَرْبَةً بِالسَّيْفِ وَأنَا دَهِشٌ، فَمَا أغْنَيْتُ شَيْئاً، وصَاحَ! فَخَرَجْتُ مِنَ
الْبَيْتِ. فَأمْكُثُ غَيْرَ بَعِيدٍ. ثُمَّ دَخَلْتُ إلَيْهِ فَقُلْتُ: مَا هذَا الصَّوْتُ: يَا أبَا رَافِعٍ. فَقَالَ: ‘مِّكَ الْوَيْلُ، إنَّ رَجًُ فِي البَيْتِ ضَرَبَنِي قَبْلِ بِالسَّيْفِ. قَالَ: فَأضْرِبُهُ ضَرْبَةً أثْخَنَتْهُ وَلَمْ أقْتُلْهُ. ثُمَّ وَضَعْتُ صَبِيبَ السَّيْفِ في بَطْنِهِ حَتّى أخَذَ فِي ظَهْرِهِ، فَعَرَفْتُ أنِّي قَتَلْتُهُ. فَجَعَلْتُ أفْتَحُ ا‘بْوَابَ بَاباً بَاباً حَتّى انْتَهِيتُ إلى دَرَاجَةٍ لَهُ. فَوَضَعْتُ رِجْلِِى، وَأنَا أرَى أنِّى قَدِ انْتَهَيْتُ إلى ا‘رْضِ، فَوَقَعْتُ فِي لَيْلَةٍ مُقْمِرَةٍ فَانْكَسَرَتْ سَاقِى فَعَصَبْتُهَا بِعِمَامَتِى. ثُمَّ انْطَلَقْتُ حَتّى جَلَسْتُ عَلى الْبَابِ. فَقُلْتُ: َ أخْرَجُ اللَّيْلَةَ حَتّى أعْلَمَ أقْتَلْتُهُ؟ فَلَمَّا صَاحَ الدّيكُ قَامَ النَّاعِى عَلى السُّورِ. فقَالَ: أنعِي أبَا رَافِعٍ تَاجِرَ أهْلِي الْحِجَاز. فَانْطَلَقْتُ إلى أصْحَابِي. فَقُلْتُ: النَّجَاءَ، فَقَدْ قَتَلَ اللّهُ أبَا رَافِعٍ. فَانْتَهَيْتُ إلى النَّبِيِّ # فَحَدَّثْتُهُ. فقَالَ لِى: اُبْسُطْ رِجْلَكَ فَبَسَطْتُ رِجْلِى فَمَسَحَهَا فَكَأنَّهَا لَمْ أشْتَكِهَا قَطُّ[. أخرجه البخاري، وأسقط في التجريد الرواية الثانية.و»صَبِيبُ السَّيْفِ« بالصاد المهملة: طرفه .
2. (4244)- Bir başka rivayette şöyle der: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) yahudi Ebu Râfi´e, Ensar´dan bir grup adam gönderip, başlarına da Abdullah İbnu Atîk´i koydu.
Ebu Rafi´, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a eza veriyor ve aleyhinde çalışmalar yapıyordu. Ebu Râfi´, Hcaz bölgesindeki kendine has bir kalede oturuyordu. Kaleye yaklaştıkları zaman güneş batmıştı. Halk artık sürüleriyle dönüyordu.
Abdullah arkadaşlarına: “Siz burada oturun ve yerinizden ayrılmayın. Ben gidip, kapıcılara biraz iltifat edip, içeri girme imkânı arayacağım” dedi ve ilerledi. Kapıya kadar geldi. Kazayı hâcet yapıyormuş gibi elbisesini toparladı. İnsanlar içeri girmişti. Kapıcı seslendi.
“Ey Allah´ın kulu, girmek istiyorsan gir. Kapıyı kapatacağım (çabuk ol)!” dedi.
Ben de girdim ve (bir köşeye) gizlendim. Halk tamamen girince kapıyı kapattı. Sonra da anahtarları bir kazığa taktı.
Ben (müsait bir anda) kalkıp anahtarları alıp kapıyı açtım. Ebu Râfi evinde gece sohbeti yapıyordu. Ve hususi bir köşkte idi.
Sohbet arkadaşları dağılınca, yanına çıktım. Her bir kapıyı açıp girdikçe içeriden üzerime kapadım. “Eğer halkın haberi olur da beni öldürmeye azmederlerse, ben Ebu Râfi´î öldürmeden ona ulaşamasınlar” diye böyle yaptım. Sonunda yanına kadar geldim. Köşkün ortasında yer alan karanlık bir odadaydı. Ancak, odanın neresinde olduğunu bilemiyordum.
“Ebu Râfi” diye seslendim.
“Kim o ” dedi. Sese doğru yöneldim. Heyecan içerisinde bir kılıç darbesi indirdim, ama boşa gitti. Adam bir çığlık attı. Hemen odadan çıktım. Azıcık bekleyip tekrar girdim. [sesimi değiştirip, yardıma gelmiş gibi:]
“O ses de ne ey Ebu Râfi” dedim.
“Kahrolası, odada biri var az önce bana kılıç vurdu” dedi.
(Yerini iyice keşfetmiştim), bir darbe daha indirdim. Yaraladım, fakat öldürümedim. Sonra kılıcın ucunu karnına sapladım, sırtına kadar dayandı. Öldürdüğümü anladım. Geri dönüp, kapıları teker teker açmaya başladım. Merdivene kadar geldim. Ayağımı bastım. Yere kadar ulaştığımı zannettim. Ay ışığıyla aydınlık bir gecede düştüm. Bacağım kırıldı. Sarığımla sardım. Sonra gidip kapının önüne oturdum. Onu gerçekten öldürdüm mü, öğreninceye kadar bu gece kaleden dışarı çıkmayacağım” dedim.
Horozlar ötünce, surların üzerinden ölüm ilan edildi. Ölüm habercisi:
“Hicaz ahalisinin tüccarı Ebu Râfi´in ölümünü duyuruyorum!” diye bağırıyordu. Ben hemen arkadaşlarımın yanına gittim.
“Zafer! dedim, Allah Ebu Râfi´in canını aldı!”
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a geldim, olup biteni anlattım. Bana:
“Uzat ayağını!” buyurdular. Ben de ayağımı uzattım. Meshediverdi. Sanki hiçbir şey olmamış gibi hiçbir rahatsızlık kalmadı.” [Buhârî, Megâzî 16, Cihad 155.][42]
ـ4245 ـ3ـ وعن عبدالرحمن بن كعب: ]أنَّ النَّبِيَّ #: نَهى الَّذِينَ قَتَلُوا اِبن أبِي الْحُقَيْقِ عَنْ قَتْلِ النِّسَاءِ وَالْوِلْدَانِ. فقَالَ رَجُلٌ مِنْهُمْ: لَقَدْ بَرَّحَتْ امْرَأتُهُ عَلَيْنَا بِالصِّيَاحِ فَأرْفَعُ السَّيْفَ عَلَيْهَا فَأذْكُرَ النَّهى فَأكُفُّ، وَلَوَْ ذلِكَ َ سَتَرَحْنَا منْهَا[. أخرجه مالك.
3. (4245)- Abdurrahman İbnu Ka´b (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) İbnu Ebi´l-Hukayk´ı öldürenleri, (bu işe giderken) kadın ve çocukları öldürmekten nehyetmişti. Onlardan bir adam dedi ki: “Karısı bağırmalarıyla bize sıkıntı olmuştu. Kılıncı sıyırıp tepesine kaldırdım. (Vuracağım sırada) Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ı (n tenbihini) hatırladım ve kendimi tuttum. Bu tenbih olmasaydı ondan da rahata erecektik.” [Muvatta, Cihad 8, (2, 447).][43]
AÇIKLAMA:
1- Ebu Rafi´ Abdullah İbnu Ebi´l-Hukayk´a Sellâm İbnu Ebi´l-Hukayk da denmektedir. İbnu İshak´ın anlattığına göre, “Evs´e mensub olanlar Ka´bu´l-Eşref´i öldürünce, Hazrecliler de Sellâm İbnu Ebi´l-Hukayk´ın öldürülmesi için izin istediler. Bu herif Hayber´de oturuyordu. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) da izin verdi.” Abdullah İbnu Ka´b İbni Mâlik (radıyallahu anhümâ) şöyle anlatır: “Allah´ın, Resûlü (aleyhissalâtu vesselâm)´a yatpığı lütuflardan biri şu idi: “Evs ve Hazrec daima birbirine rakib iki pehlivan gibiydiler. Evs her ne zaman hayırlı bir iş yaptı mı, Hazrec mutlaka şöyle derdi: “Vallahi, onlar bu amelleriyle fazilette bizi geçtiler!” Evs de böyleydi. Evs, Ka´b İbnu´l-Eşref´i öldürünce Hazrecliler (biraraya gelip) Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a Ka´bu´l-Eşref kadar düşmanlıkta ileri giden bir başka şahıs hakkında müzakerede bulundular. Hayber´de ikamet etmekte olan Ebu´l-Hukayk´ı hatırladılar.”
2- Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a Ebu Râfi´in verdiği eza, onun, müslümanların aleyhinde çalışanlara maddi destek sağlamasından ileri geliyordu. Bir rivayette: “Arap müşriklerinden Gatafan ve diğerlerine, “Resulullah´a karşı bol mal veriyordu denmiştir. Bazı rivayetlerde de, müslümanlara karşı, -aynen Hendek savaşında olduğu gibi- müşrik Arapları tek bir ittifakta birleştirmeye çalıştığı belirtilir.
3- Hadisten Çıkarılan Bazı Hükümler
* Kendisine davet ulaştığı halde küfürde ısrar eden müşrikleri aldatıp, âni baskında bulunmak caizdir.
* Resulullah aleyhinde, eli, malı, dili ile çalışanların öldürülmesi caizdir.
* Ehl-i harb´e karşı casusluk caizdir.
* Müşriklere savaşta şiddetli davranmak caizdir.
* Maslahat için sözü mübhem tutmak caizdir.
* Az sayıda müslümanın çok sayıda müşriğe saldırması caizdir.
* Delil ve alâmete dayanarak hüküm vermek caizdir. Çünkü İbnu Atik, sesine dayanarak Ebu Râfi´e hükmetmiş, ölüm ilanına dayanarak onun öldüğüne hükmetmiştir. (Her şeyde görerek hükme gitmek imkansızdır.)[44]
* UHUD GAZVESİ
ـ4246 ـ1ـ عن زيد بن ثابت رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]لَمَّا خَرَجَ النَّبِيُّ # إلى أحُدٍ رَجَعَ نَاسٌ مِمَّنْ كَانَ خَرَجَ مَعَهُ، وكَانَ أصْحَابُ النَّبِىِّ # فِيهِمْ فِرْقَتَيْنِ. قَالَتْ فِرْقَةٌ: نُقَاتِلُهُمْ؛ وَقَالَتْ فِرْقَةٌ: َ نُقَاتِلُهُمْ. فَنَزَلَتْ: فَمَا لَكُمْ فِي الْمُنَافِقِينَ فِئَتَيْنِ؛ وَقَالَ #: إنَّهَا طَيْبَةُ تَنْفِي الدَّجَّالَ كَمَا يَنْفِي الْكِيرُ خَبَثَ الحَدِيدِ[. أخرجه الشيخان والترمذي .
1. (4246)- Zeyd İbnu Sâbit (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Uhud´a çıktığı zaman, (bir müddet sonra) O´nunla beraber çıkanlardan bir kısmı geri döndü. [Bunlar hakkında] Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın ashabı ikiye ayrıldı. Bir grup: “Bunları öldürelim” diyordu. Öbür grup ise: “Hayır onları öldürmeyelim” diyordu. Bu ihtilaf üzerine şu âyet nâzil oldu:
“(Ey Müslümanlar!) Münafıklar hakkında iki fırka olmanız da niye Allah onları yaptıklarından dolayı baş aşağı etmiştir. Allah´ın saptırdığını siz mi yola getirmek istiyorsunuz Allah´ın saptırdığı kimseye sen hiç yol bulamayacaksın” (Nisa 88).
Resulullah da şöyle buyurdu: “Burası Taybe´dir. Deccâl´ı sürer çıkarır, tıpkı körüğün, demirin pasını çıkardığı gibi.” [Buhârî, Megâzî 17, Fedâilu´l-Medine 10, Tefsir, Nisa 15; Müslim, Münafıkun 6, (2776); Tirmizî, Tefsir, Nisa (3031).][45]
AÇIKLAMA:
1- Uhud savaşını en sonda anlatacağız. Sadedinde olduğumuz hadiste geçen bir-iki noktayı kısaca açıklamamızda gerek var:
2- Burada temas edilen geri dönenler, bakşa rivayetlerde tasrih edildiği üzere, meşhur münafık Abdullah İbnu Ubey ve onun etrafındaki adamlarıdır. Abdullah da Resulullah gibi şehrin içinde kalınması reyinde idi. Ancak dışarı çıkmak isteyenler ağır basınca Resulullah, çıkma istikametinde karar almış, düşmanı Uhud´da karşılama emrini vermişti. İşte bunu bahane eden münafıkların lideri, adamlarına: “Muhammed onlara uydu, bana isyan etti, kendimizi niye öldürtelim ” diyerek muhariblerin üçte birini peşine takarak ordudan ayrıldı.
3- Hadiste medar-ı bahs edilen iki fırkadan maksad, Abdullah İbnu Ubey´le birlikte geri dönenler hakkında verilecek hüküm hususunda ortaya çıkan iki görüş sahipleridir. Rivayetten de anlaşıldığı üzere, bir grup, en kritik anda cepheyi terkeden münafıkların öldürülmesi traftarıydı. Diğer grup ise buna karşı idi. Münakaşa büyüyünce, mesele üzerine, kaydettiğimiz âyet nâzil olmuştur.Ancak âyetin iniş sebebiyle ilgili başka rivayetler de var. Burada o teferruata girmeyeceğiz.
4- Medine için, hadiste Taybe ismi kullanılmaktadır. Bazı hadislerde eski adı Yesrib olan Medine-i Münevvere´nin Resulullah tarafından Taybe, Tâbe diye tesmiye edildiği belirtilir. Her ikisi de güzel koku ma´ nâsına gelen tıyb kökünden gelir. Medine şehrinin sürüp çıkması, kötülükleri içerisinde barındırmaması demektir. Buharî´nin bir rivayetinde “O Taybe´dir günahı sürüp çıkarır”; Tirmizî´de “Hubsu, yani pisliği sürer çıkarır” denmiştir.
Bu, Medine´de kalbinde kötülük olanların barınamayacağını ifade eder. Nitekim demirci de madenin cevherinden curufunu ateş yardımıyla temizler.[46]
ـ4247 ـ2ـ وعن البراءِ بن عازب رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]لَقِينَا الْمُشْرِكِينَ يَوْمِئذٍ وَأجْلَسَ النَّبِيُّ # جَيْشاً مِنَ الرُّمَاةِ وَأمَّرَ عَلَيْهِمْ عَبْدَاللّهِ بْنَ جُبَيْرٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه؛ وقَالَ: َ تَبْرَحُوا، إنْ رَأيْتُمُونَا ظَهَرْنَا عَلَيْهِمْ فََ تَبْرَحُوا، وَإنْ رَأيْتُمُوهُمْ ظَهَرُوا عَلَيْنَا فََ تُعِينُونَا. فَلَمَّا لَقِيْنَاهُمْ هَرَبُوا، حَتّى رَأيْتُ النِّسَاءَ يَشْدُدْنَ في الْجَبَلِ قَدْ رَفَعْنَ عَنْ سُوقِهِنَّ قَدْ بَدَتْ خََخِلُهُنَّ فَأخَذُوا يَقُولُونَ: الغَنِيمَةَ الْغَنِيمَةَ. فقَال عَبْدُاللّهِ بْنُ جُبَيْرٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه عَهِدَ رَسُولُ اللّهِ #: أنْ َ تَبْرَحُوا. فَأبَوْا فَلَمَّا أبَوْا صُرِفَتْ وُجُوهُهُمْ. فَأُصِيبَ سَبْعُونَ قَتِيً. فَأشْرَفَ أبُو
سُفْيَانَ. فقَالَ: أفِي الْقَوْمِ مُحَمَّدٌ؟ فقَالَ: َ تُجِيبُوهُ. فقَالَ: أفِى الْقَوْمِ ابْنُ أبِي قُحَافَةَ؟ فقَالَ: َ تُجِيبُوهُ فقَالَ: أفِي الْقَوْمِ ابْنُ الْخَطَابِ؟ فَلَمْ يُجِيبهُ أحَدٌ. فقَالَ: إنَّ هؤَُءِ قَتِلُوا، وَلَوْ كَانُوا أحْيَاءً ‘جَابُوا. فَلَمْ يَمْلِكْ عُمَرُ رَضِيَ اللّهُ عَنْه نَفْسَهُ. فقَالَ: كَذَبْتَ يَا عَدُوَ اللّهِ، أبْقَى اللّهُ لَكَ مَا يُحْزِنُكَ قَالَ أبُو سُفْيَانَ: اعْلُ هُبَلُ. فقَالَ #: أجِيبُوهُ. قَالُوا مَا نَقُولُ؟ قَالَ، قُولُوا: اللّهُ أعَْ وَأجَلُّ. قَالَ أبُو سُفْيَانَ: لَنَا الْعُزَّى وََ عُزَّى لَكُمْ. فَقَالَ #: أجِيبُوهُ. قَالُوا مَا نَقُولُ؟ قَالَ قُولُوا: اللّهُ مَوَْنَا وََ مَوْلى لَكُمْ. قَالَ أبُو سُفْيَانَ: يَوْمٌ بِيَوْمٍ، وَالْحَرْبُ سِجَالٌ؛ وَتَجِدُونَ مُثلةً لَمْ آمُرْ بِهَا وَلَمْ تَسُؤْنِي. فقَالَ # أجِيبُوهُ. قَالُوا: مَا نَقُولُ؟ قَالَ قُولُوا: َ سَواءَ، قَتَْنَا في الْجَنَّةِ وَقَتَْكُمْ فِى النَّارِ[. أخرجه البخاري وأبو داود، إلى قوله لَمْ تُسُؤنِى وَأخْرَجَ باقيه رزين.»الشَّدُّ« العدو.وقوله »اعلُ« أمر بالعلو.»وهُبَلُ« اسم صنم.»الحَرْبُ سِجَالٌ« أي تكون لنا مرة ولكم مرة، كما يكون للمستقين بالدلو وهو السجل، ولهذا دلو ولهذا دلو.و»المُثْلَةُ« تشويه خلقة القتيل بقطع أو جدع .
2. (4247)- Bera İbnu Âzib (radıyallahu anh) anlatıyor: “O gün müşriklerle karşılaştık. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ok atıcılarından müteşekkil [elli kişilik] bir grup askeri ayırıp, başlarına Adullah İbnu Cübeyr (radıyallahu anh)´ı tayin etti. Ve şu tenbihte bulundu.”
“Hiç bir surette yerinizden ayrılmayın! Hatta bizim onlara galip geldiğimizi görseniz bile yerinizden ayrılmayın. Onların bize galebe çaldıklarını [ve kuşların cesetlerimize üşüştüklerini] görseniz dahi [ben size adam göndermedikçe] bize yardıma gelmeyin.”
Müşriklerle karşılaştığımız zaman [Allah onları hezimete uğrattı ve] kaçtılar. Hatta dağa hızla kaçan kadınların eteklerini topladıklarını gördüm. (Ayak bileklerindeki) halkaları bile gözüküyordu. (Bizimkiler) şöyle demeye başlamışlardı: “Ganimet, ganimet!”
Abdullah İbnu Cübeyr (radıyallahu anh):
“Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)[ın size ne söylediğini unuttunuz mu ] “yerlerinizi terketmeyin” diye tenbihledi!” dedi ise de (okçular) dinlemediler. [“Vallahi, biz de arkadaşlarımızın yanına gdip, ganimet alacağız” dediler.] Onlar bu emre itiraz edince, yüzleri ters çevrildi, (ne yapacağını bilemeyen şaşkınlara döndüler ve) [mağlup oldular]. Yetmiş ölü verildi. Ebu Süfyan ortaya çıkıp: “Aranızda Muhammed varmı ” diye sordu. Aleyhissalâtu vesselâm “Ona cevap vermeyin!” dedi. Ebu Süfyan tekrar sordu: “Aranızda İbnu Ebî Kuhâfe var mı ”
Resulullah yine: “Cevap vermeyin” buyurdu. Ebu Süfyan:
“Aranızda İbnu´l-Hattâb varmı ” diye sordu.Hiç kimse ona cevap vermedi. O zaman Ebu Süfyan: “Bunların hepsi öldürüldüler. Eğer sağ olsalardı cevap verirlerdi!” dedi. Bu söz karşısında Hz. Ömer (radıyallahu anh) kendini tutamadı: “Ey Allah düşmanı yalan söyledin. Sana üzüntü verecek şeyleri Allah ibkâ etsin!” dedi. Ebu Süfyan: “(Şanın) yüce olsun Ey Hübel!” dedi. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm):
“Buna cevap verin!” emretti. Ashab:
“Ne diyelim ” diye sordu.
“Allah mevlamızdır, sizin mevlanız yoktur!” deyin” dedi. Ebu Süfyan:
“Güne gün! [Uhud Bedir´e karşılıktır.] Harb (elden ele geçen) kova gibidir! Müsleye uğramış (uzuvları koparılmış) kimseler bulacaksınız. Bunu ben emretmedim, [Buna memnun olmadım, kızmadım da, yasaklamadığım gibi emir de etmedim] beni kötülemeyin!” dedi. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm):
“Buna cevap verin!” emrettiler. Ashab: “Ne söyleyelim ” diye sordu:
“Hayır eşitlik yok! Bizim ölülerimiz cennette, sizinkiler cehennemde! deyin!” buyurdular. [Buhârî, Megâzî 17, 9, 20, Cihâd 164, Tefsir, Âl-i İmrân 10, Ebu Dâvud, Cihad 116, (2662), “Beni kötülemeyin” den sonrasını Rezîn ilave etmiştir.[47]
ـ4248 ـ3ـ وعن أنس رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]غَابَ عَمِّي أنَسُ بْنُ النَّضْرِ رَضِيَ اللّهُ عَنْه عَنْ قِتَالِ بَدْرٍ. فقَالَ: غِبْتُ عَنْ أوَّلِ قِتَالِ النَّبِيِّ # المُشْرِكِينَ لَئِنْ أشْهَدَنِيَ اللّهُ مَعَ النَّبِيِّ # قِتَالَ الْمُشْرِكِينَ لَيَرَيَنَّ اللّهُ مَا أصْنَعُ. فَلَمَّا كَانَ يَوْمُ أحُدٍ انْكَشَفَ الْمُسْلِمُونَ. فقَالَ: اللَّهُمَّ إنِّي أَعْتَذِرُ إلَيْكَ مِمَّا صَنَعَ هؤَُءِ، يَعْنِي الْمُسْلِمِينَ. وَأبْرَأُ إلَيْكَ مِمَّا صَنَعَ هؤَُءِ، يَعْنِي الْمُشْرِكِينَ. ثُمَّ تَقَدَّمَ بِسَيْفِهِ فَاسْتَقْبَلَهُ سَعْدُ بْنُ مُعَاذٍ فقَالَ: يَا سَعْدُ بْنَ مُعَاذٍ الْجَنَّةَ وَربِّ النَّضْرِ إنِّي ‘جِدُ رِيحَهَا مِنْ دُونِ أُحُدٍ. قَالَ سَعْدٌ: فَمَا اسْتَطَعْتُ يَا رسولَ اللّهِ مَا صَنَعَ ثُمَّ تَقَدَّمَ. قَالَ أنَسٌ رَضِيَ اللّهُ عَنْه:فَوَجَدْنَا بِهِ بِضْعاً وَثَمَانِينَ، مَا بَيْنَ ضَرْبَةٍ بِالسَّيْفِ وَطَعْنَةٍ بِالرُّمْحِ وَرَمْيَةٍ بِسَهْمٍ. وَوَجَدْنَاهُ وَقَدْ مَثَّلَ بِهِ الْمُشْرِكُونَ. فَمَا عَرَفَهُ إَّ أُخْتُهُ بِشَامَةٍ أوْ بِبَنانِه. قَالَ أنَسٌ: كُنَّا نَرَى أنَّ هذِهِ اŒيَةَ نَزَلَتْ فِيهِ وَفي أشْبَاهِهِ: مِنَ الْمُؤْمِنِينَ رِجَالٌ صَدَقُوا مَا عَاهَدُوا اللّهَ عَلَيْهِ اŒية[. أخرجه الشيخان والترمذي .
3. (4248)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Amcam Enes İbnu´n-Nadr (radıyallahu anh) Bedir savaşında bulunamadı. Bu sebeple: “Ben Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın müşriklere karşı yaptığı ilk savaşta yoktum. Eğer Allah, bana Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´la birlikte müşriklerle savaşmak nasib ederse, Allah ne yapacağımı görecektir!” dedi.
Uhud günü müslümanlar (bozulup) dağılınca:
“Ey Allahım, bunların -yani müslümanların- yaptığından dolayı özürlerinin kabulünü dilerim. Ben onların -yani müşriklerin- yaptığından da sana sığınıyorum!” dedi ve kılıncını çekip ilerledi. Karşısına Sa´d İbnu Mu´âz çıkmıştı:
“Ey Sa´d İbnu Mu´âz! Cenneti istiyorum! Nadr´ın Rabbine yemin olsun ben Uhud´un önünde(n gelen) cennetin kokusunu duyuyorum!” dedi.
(O günü anlatan) Sa´d İbnu Mu´âz, (Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a):
“Ey Allah´ın Resûlü, (o gün) onun yaptıklarını (bir bir anlatmaya) muktedir değilim! İlerledi (diyeyim o kadar)” dedi. Enes İbnu Mâlik, (Sa´d İbnu Mu´âz (radıyallahu anh)´ı te´yiden) dedi ki:
“Biz (Enes İbnu Nadr´ın) cesedinde seksen küsür darbe izi bulduk, kimisi kılıç, kimisi mızrak, kimisi ok yarasıydı. Ayrıca biz onu müşrikler tarafından müsle edilmiş (gözü oyulup, burnu, kulakları koparılmış) olarak bulduk. Öyle ki onu kimse tanıyamamıştı. Kızkardeşi (halam Rübeyyi´) -bedenindeki bir ben´inden veya- parmağının ucundan tanıdı.
Enes (radıyallahu anh) devamla dedi ki: “Biz şu âyetin, Enes İbnu Nadr ve benzerleri hakkında indiğine inanırdık: “Mü´minlerden Allah´a verdiği ahdi yerine getiren adamlar vardır. Kimi bu uğurda canını vermiş, kimi de beklemektedir, ahdlerini hiç değiştirmemişlerdir” (Ahzab 23). [Buhârî, Megazî 17, Cihad 12; Müslim İmâret 148, (1903); Tirmizî, Tefsir, (3198).][48]
ـ4249 ـ4ـ وعن جابر رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَجُلٌ يَوْمَ أُحُدِ لِلنِّبيِّ # أرَأيْتَ إنْ قُتِلْتُ، أيْنَ أنَا يَا رسُولَ اللّهِ؟ قَالَ: في الْجَنَّةِ. فَألْقى تَمَرَاتٍ كُنَّ فِي يَدِهِ ثُمَّ قَاتَلَ حَتّى قُتِلَ[. أخرجه الشيخان والنسائي .
4. (4249)- Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Uhud günü bir adam Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a sordu:
“Öldürülecek olsam, nereye gideceğim Ey Allah´ın Resulü ”
“Cennete! cevabını alınca elindeki hurmaları fırlatıp attı. (Kafirlerin içine dalıp) öldürülünceye kadar savaştı.” [Buhârî, Megâzî 17; Müslim, İmâret 143, (1899); Nesâî, Cihad 31, (6, 33).][49]
ـ4250 ـ5ـ وعن ابن المسيب قال: ]سمعتُ سعد بن أبي وقاص رَضِيَ اللّهُ عَنْه يقول: نَثَلَ لِي رسولُ اللّهِ # يَوْمَ أُحُدٍ كِنَانَتَهُ. فقَالَ: ارْمِ
فَدَاكَ أبِي وَأُمِّي، وكَانَ رَجُلٌ مِنَ المُشْرِكِينَ قَدْ أحْرَقَ الْمُسْلِمِينَ فَزَعْتُ لَهُ بِسَهْمٍ لَيْسَ فِيهِ نَصْلٌ. فَأصَبْتُ جَنْبَهُ فَسَقَطَ وَانْكَشَفَتْ عَوْرَتُهُ فَضَحِكَ رَسُولُ اللّهِ # حَتّى نَظَرْتُ إلى نَوَاجِذِهِ[. أخرجه الشيخان إلى قوله: فداك أبي وأمي. وأخرج باقيه مسلم.»الكِنَانَةُ« الجعبة التي فيها النشاب. و»نَثَلَ« ما فيها ألقاه ونثر .
5. (4250)- İbnu´l-Müseyyeb rahimehullah anlatıyor: “Sa´d İbnu Ebî Vakkas (radıyallahu anh)´ı işittim, demişti ki: “Uhud gününde resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) sadakının içerisindeki okları bana bir bir verip:
“At! diyordu, at annem babam sana feda olsun!”
Müşriklerden biri müslümanları(n canlarını) yakmıştı, ona kanatsız bir ok attım. Yan tarafından isabet ettirdim. Herif yere yıkıldı ve avret yerleri de açıldı. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) güldüler, o kadar ki yan dişlerini gördüm.” [Buhârî- Megâzî 18, 15; Müslim, Fedâilu´s-Sahâbe 41, (2411, 2412).][50]
ـ4251 ـ6ـ وعن سعد بن أبي وقاص رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]رَأيْتُ عَلى يَمِينِ رسولِ اللّهِ # وَعلى شِمَالِهِ يَوْمَ أُحُدٍ رَجُلَيْنِ عَلَيْهِمَا ثِيَابٌ بِيضٌ يُقَاتَِنِ كَأشَدِّ الْقِتَالِ مَا رَأيْتُهُمَا قَبْلُ وََ بَعْدُ، يَعْنِى جِبْرِيلَ وَمِيكَائِيلَ عَلَيْهِمَا السََّمِ[. أخرجه الشيخان .
6. (4251)- Sa´d İbnu Ebî Vakkâs (radıyallahu anh) anlatıyor: “Uhud günü, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın sağ ve sol iki tarafında beyaz elbiseli iki adam görüyordum. Bunlar,şiddetli birşekilde savaşıyorlardı. Onları ne daha önce görmüştüm ne de daha sonra gördüm. -Yani bunlar Cibril ve Mikâil aleyhimâsselam idiler-” [Buhârî, Megâzî 18, Libâs 24; Müslim Fedâil 46, (2306).][51]
ـ4252 ـ7ـ وعن جابر رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]أُصِيبَ أبِي يَوْمَ أُحُدٍ فَجَعَلْتُ أكْشِفُ عَنْ وَجْهِهِ وَابْكِي وَجَعَلُوا يَنْهَوْنِى وَالنَّبِيُّ # َ يَنْهَانِي. وَجَعَلْتْ فَاطِمَةُ بِنْتُ عَمْرو بْنِ حَرَامٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْها تَبْكِيهِ
فَقَالَ #: تَبْكِيهِ أوَْ تَبْكِيهِ، مَازَالَتِ الْمََئِكَةُ تُظِلهُ بِأجْنِحَتِهَا حَتّى رَفَعْتُمُوهُ[. أخرجه الشيخان والنسائِي .
7. (4252)- Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Babam Uhud günü şehid oldu. Yüzünü açıp ağlamaya başladım. Bana mâni oldular. Ancak Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) mani olmuyordu. Fatıma Bintu Amr İbni Haram (radıyallahu anhâ) ona ağlamaya başladı. Bunun üzerine Aleyhissalâtu vesselâm:
“Ona ağlasan da ağlamasanda melekler onu, siz (cenazesini) kaldırıncaya kadar, kanatlarıyla gölgelemektedirler buyurdular.” [Buhârî, Cenâiz 3, 34, Cihâd 20, Megâzî 26; Müslim, Fedailu´s-Sahâbe 130, (2471); Nesâî, Cenâiz 13, (4, 13).][52]
ـ4253 ـ8ـ وعن السائب بن يزيد عن رجل سماه ]أنَّ رسولَ اللّهِ # ظَاهَرَ يَوْمَ أُحُدٍ بَيْنَ دِرْعَيْنِ[. أخرجه أبو داود.»ظَاهَرَ« أي لبس إحداهما فوق اخرى .
8. (4253)- Sâib İbnu Yezîd, -ismini söylemiş olduğu- bir adamdan naklediyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Uhud günü (üst üste giyilmiş) iki zırhdan (destek) gördü.” [Ebu Dâvud, Cihâd 75, (2590); İbnu Mâce, Cihad 18, (2806).][53]
ـ4254 ـ9ـ وعن أبي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رسولُ اللّهِ # يَوْمَ أُحُدٍ: اشْتَدَّ غَضَبُ اللّهِ عَلى قَوْمٍ فَعَلُوا بِنَبِيَّهِ هكَذَا، وَيُشِيرُ إلى رَبَاعِيَتِهِ. اشْتَدَّ غَضَبُ اللّهِ عَلى رَجُلٍ يَقْتُلُهُ رسولُ اللّهِ # فى سَبِيلِ اللّهِ[. أخرجه الشيخان .
9. (4254)- Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Uhud günü: “Peygamberine böyle yapan bir kavme Allah´ın öfkesi arttı” dedi ve (kırılan) dişine işaret etti. Ve ilave etti: “Allah´ın gadabı, Resulullah´ın Allah yolunda öldürdüğü kişiye de Allah´ın öfkesi şiddetlendi.” [Buhârî, Megazî 24; Müslim, Cihad 106, (1793).] [54]
ـ4255 ـ10ـ وعن أنس رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنَّ رَسُولَ اللّهِ #: كُسِرَتْ رَبَاعِيَّتُهُ يَوْمَ أُحُدٍ وَشُجَّ فِي رَأسِهِ. فَجَعَلَ يَسْلِتُ الدَّمَ عَنْ وَجْهِهِ وَيَقُولُ: كَيْفَ يُفْلِحُ قَوْمٌ شَجُّوا نَبِيَّهُمْ وَكَسَرُوا رَبَاعِيَّتَهُ، وَهُوَ يَدْعُوهُمْ إلى اللّهِ؟ فَأنْزَلَ اللّهُ: لَيْسَ لَكَ مِنَ ا‘مْرِ شَىْءٌ اŒية[. أخرجه مسلم والترمذي.»شُجَّ رَأسُهُ« إذا شق وخرج دمه.و»سَلَتَ الدَمَ عَنِ الْجُرِحِ« إذا مسحه .
10. (4255)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın Uhud günü dişi kırıldı, başından yaralandı. [Yüzüne akan] kanı, yüzünden siliyor ve:
“Allah, kendilerini Allah´a davet eden peygamberlerinin (başını) yarıp, dişini kıran [ve yüzünü kana bulayan] bir kavmi nasıl iflâh eder ” diyordu. Bunun üzerine Allah şu âyeti indirdi:
“Allah´ın onların tevbelerini kabul veya onlara azab etmesi işiyle senin bir ilgin yoktur. Çünkü onlar zâlimlerdir. Göklerde olanlarda yerde olanlar da Allah´ındır. Dilediğini bağışlar, dilediğine azab eder. Allah bağışlayandır, merhamet edendir” (Âl-i İmran 128-129). [Müslim, Cihâd 104, (1791); Tirmizî, Tefsir, Âl-i İmran, (3005, 3006); Buhârî, muallak olarak kaydetmiştir. (Megazî, 21).][55]
AÇIKLAMA:
1- Son rivayette (4255), Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın Uhud´ da yaralar aldığı belirtilmektedir. İbnu Hişâm´ın Ebu Saîdi´l-Hudrî (radıyallahu anh)´tan kaydına göre, Uhud´da Utbe İbnu Ebî Vakkas Resulullah´ın sağ alt rebaiyye dişini[56] kırmış, alt dudağını da yaralamıştır. Abdullah İbnu Şihâb ez-Zührî de alnından yaralamıştır. Abdullah İbnu Kami´e elmacık kemiğinden yaralamış, buraya miğferinden iki halkanın saplanmasına sebep olmuştur. Hatta, bir rivayette, Sa´d İbnu Ebî Vakkas: “Ömrümde, Uhud´da Resulullah´ı yaralayan kardeşim Utbe´yi öldürmek istediğim kadar hiç bir zaman insan öldürme hırsı duymadım” demiştir.
Bunlardan Utbe İbnu Ebî Vakkas´ın sonradan İslam´a girdiğini İbnu Merde söylemiş ise de, diğer müellifler onu reddederler ve kâfir olarak öldüğünü belirtirler. Abdullah İbnu Kami´e´nin Resulullah´ın: “Allah seni zelil kılsın” bedduasını aldığı ve bilahare bir dağ keçisinin, param parça oluncaya kadar boynuzlarıyla vurduğunu kaydederler.
Abdullah İbnu Şihâb ez-Zührî´nin, sahabeler arasında ismi geçer. Sonradan İslam´la müşerref olup Mekke´de öldüğü, meşhur muhaddis Muhammed İbnu Şihâbî´z-Zührî´nin ceddi olduğu belirtilir, (radıyallahu anh).[57]
* UHUD HARBİ
Uhud: Medine´ye bir fersahtan daha yakın yeralan bir dağınadıdır. Günümüzde genişleyen Medine, neredeyse Uhudun eteklerine ulaşmıştır.
Uhud savaşı, Hicretin üçüncü yılı içerisinde şevval ayında -tam olarak söylemek gerekirse Medine´ye gelişin 32. ayında- cereyan etmiştir. Bedir´den 13 ay sonra.
Bedir´de büyük bir yenilgiye uğrayan Mekkeli müşrikler, müslümanlara karşı büyük, bir kinle dolmuştular. Medineli yahudilerin tahrikkâr faliyetleri onların kinlerini daha da artırmış olmalıdır.
Müslümanların böyle bir savaşa hiç ihtimal vermeyip, hazırlıksız yakalandıkları söylenemez. Her hal-u kârda Hz. Peygamber Mekke´den ciddi bir intikam saldırısı olacağını tahmin etmiş olmalıdır. Zaten Bedir savaşından döner dönmez, Mekkeliler, Ebu Süfyan´ın müslümanlardan kaçırmaya muvaffak olduğu kervanın kârına hiç dokunmayıp, onunla intikam ordusu hazırlama kararı almışlardı. Hz. Peygamber Mekke´de olup bitenleri takip ediyor, bilhassa amcası Abbas´ın mektuplarıyla günü gününe haber alıyordu. Bu kervan ellibin dinarlık bir mala sahipti. İbnu Sa´d´ın “Bir dinar bir dinarlık kâr sağladı” demesine göre sahiplerine iade edilen sermayeden geriye elibin dinarlık servet savaş hazırlığına ayrılmış oldu. “O küfredenler şüphe yok ki mallarını, (halkı) Allah yolundan alıkoymaları için sarfederler…” (Enfâl 36) âyetiyle bunun kastedildiği belirtilir.
Mekkeliler, bununla da yetinmeyip, müttefikleri olan diğer Arap kabilelerine de adamlar gönderip onlarında yardımlarını sağladılar.
Hem Bedir hatıralarını canlı tutmaları hem de teşvikkar davranışlarıyla daha dinamik, daha cansiperâne savaşmak için kadınlarıda beraberlerinde almaya karar verdiler.
Mekke´den yola çıkan ordu üçbin kişilikti. Bunlardan yediyüzünde zırh vardı. İkiyüz at, üçbin de develeri mevcuttu; 15 tane de kadın. Resulullah, Mekke´den çıkış haberlerini alır almaz, hareketlerini takip etmek üzere farklı ekipler halinde muhtelif casuslar gönderdi. Şehre gece nöbetçileri çıkardı. O sırada kendisi de bir rüya görmüştü: “Sanki sağlam bir zırh içerisindeydi, kılıncı Zülfikâr´ın demiri çatlamıştı. Bir öküz kesilmişti arkadan da bir koç kesilmişti.” Rüyayı ashabına anlattı. Ve şöyle tevil etti: “Sağlam zırh Medine´dir. Kılıncımın çatlaması, nefsime gelecek bir musibet, [Âl-i Beytimden birinin ölmesidir.] Kesilmiş sığır, ashabımdan katldir. Koçun ilavesine gelince, koç bir gruptur, inşallah Allah öldürecektir.”
Bu rüya´ya göre, Resulullah Medine´den çıkmama görüşünde idi. Görüşüne muvafakat almak istiyordu. Bu maksatla istişare etti. Abdullah İbnu Übey İbni Selül de çıkmamak gerektiğini söyledi. [O şöyle diyordu: “Ey Allahın Resûlü! Medne´de kal, onlara çıkma. Allah´a kasem olsun, Medine´den düşmana karşı her çıkışta musibetle karşılaştık. Bize girince de onlar musibetle karşılaştılar. Eğer girerlerse, erkekler karşılarında çarpışır, kadın ve çocuklar tepelerinden taş atarlar…”] Medine´den çıkmamak, Muhacir ve Ensâr´dan büyüklerin müşterek görüşü idi. Aleyhissalâtu vesselâm: “Şehrin içinde kalın. Kadın ve çocukları âtâmlara (şatovari surlu) evler) yerleştirin, (biz de düzensiz olarak şehre girecek muhariplerle savaşırız)” diyordu. Bedr´e katılmamış olan gençler, Resulullah´tan düşmana karşı çıkmayı taleb ettiler, şehid olmak arzularını beyanettiler. [“Bizi düşmanın karşısına çıkarın, bizi kendilerinden korkmuş, zayıflar olarak görmesinler dediler.”] İstişârede bu görüş galebe çaldı.
Resulullah halka cuma namazı kıldırdı. Sonra onlara vazetti, gayret ve cihad emretti. Sabrettikleri takdirde zafer elde edileceğini müjdeledi. Düşmana karşı çıkma hazırlığı yapılmasını emretti. İkindi namazını da kıldırdıktan sonra şahsen hazırlanmak üzere evine girdi. Bu esnada Medine ve Âvali ahalisi de hazırlanmış, toplanmış idi. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın çıkmasını bekliyorlardı. Sa´d İbnu Muâz ile Üseyd İbnu Hudayr, halka: “Siz Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ı dışarı çıkmaya zorladınız. Halbuki, O´na emir semadan gelir, kararı ona bırakın!” dediler. Resulullah da çıktı. Üst üste iki zırh giymiş, beline kayıştan mamul kılıç hamalini bağlamış, kılıcını takmış, başına miğferini geçirmiş, kalkanını da sırtına atmış idi.
Bekleyen halk (Sa´d İbnu Muaz ve Üsyed´in konuşmaları üzerine dışarı çıkmadaki ısrarlarına) toptan pişman olmuşlardı:
“Sana muhalefet bizim neyimize! Siz nasıl muvafık görüyorsanız öyle yapın!” dediler. Ancak, Aleyhissalâtu vesselâm:
“Bir peygamber zırhını bir kere giydi mi düşmanlarıyla onun arasında Allah hükmedinceye kadar, onu atmak ona yakışmaz! Verdiğim emre dikkat edin, onu Allah´ın adına yapın; sabrettiğiniz takdirde zafer sizindir” der. Üç sancak bağlar. Evslilerin sancağını, Üseyd İbnu Hudayr´a; Hazreclilerin sancağını Hubâb İbnu Münzir´e; Muhâcirlerinkini de Ali İbnu Ebî Talib´e verir, (radıyallahu anhüm), Medine´ye de Abdullah İbnu Ümmi Mektum´u halef bırakır.
Atına biner ,yayını takar, eline de bir ok alır. Geri kalan müslümanlarda silahlarını kuşanırlar. Yüz tanesi de zırhlıdır. Yola çıkarlar. Geceyi Benî Neccar yurdunda geçirirler. Düşman da Uhud´a inmiştir. Müslümanları takip etmektedir.
Sabahleyin Kantara bölgesine gelinir. Burada Ubey İbnu Ka´ab adamlarıyla ayrılır.
Resulullah orduyu tanzim eder. Sağ cenahı sol cenahı ayırır; yüzlerini Medine´ye, sırtlarını Uhud dağına vererek savaş düzenine girer. Geri taraflarını kollamak üzere elli kişilik bir okçu birliği ayırır. Başlarına Abdullah İbnu Cübeyr´i koyar: “Burada kalın arkamızı koruyun. [Oklarınızla bizden atları defedin, arkamızdan gelmesinler]. Bizim kazandığımızı ve ganimet toplamaya başladığımızı da görseniz sakın bize iştirak etmeyin. Bizim öldürüldüğümüzü görecek olsanız asla yardım etmeyin” tenbihinde bulunur.
Müşrikler de tertibat alır. Sağ cenaha Halid İbnu Velid, sol cenâha İkrime İbnu Ebî Cehl, yan cenahlara ikiyüz atlı birliği koyarlar. Atlı birliğe Safvân İbnu Ümeyye komutan olur.
İki ordu yaklaşır. Ebu Süfyan, Ensar´a bir elçi göndererek: “Bizimle, amcamızın oğlunun arasından çekilin. Biz size dokunmayız. Sizinle savaşmaya niyetimiz yok” der. Ancak teklif reddedilir. Önce Medine´den kaçan Ebu Âmir er-Râhib, elli kişilik adamıyla ortaya çıkarsa da derhal dağıtılır.
Teke tek mübareze başlar, Mekkeli sancaktarlar birer birer katledilir. Bu hal müşriklerin bozulup dağılmasına sebep olur. Müslümanlar peşlerine düşer, silahlarını rahatça diledikleri yerlerine vururlar. Müşrikler savaş meydanını terkederler. Müslümanlar onların bıraktığı ganimeti yağmalamaya geçerler. Bu esnada Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın geri tarafı beklemek üzere bıraktığı okçular arasına ihtilaf girer. Bir kısmı yağmaya katılmak ister. Komutanlarını dinleyip yerinde sebat edenler on kişiden aşağı düşer, gerisi yerlerini terkeder. Bunlar hakkında şu âyet nâzil olmuştur: “Andolsun ki, Allah size verdiği sözde durdu. Onun izniyle kâfirleri kırıp biçiyordunuz. Ama Allah size arzuladığınız zaferi gösterdikten sonra gevşeyip bu hususta çekiştiniz ve isyan ettiniz. Sizden kimi dünyayı, kimi ahireti istiyordu, derken denemek için Allah sizi geri çevirip bozguna uğrattı” (Âl-i İmran 152).
Dağın, korumadan boşaldığını gören Halid İbnu Velid ve peşinden İkrime, arkadan çevirme yaparlar. Gediği bekleyen az sayıdaki okuçuyu şehid edip hücuma geçerler.
Savaşın istikameti değişir. Arkalarından, atlıların hücumuna uğrayan müslümanlar şaşkına döner. Derken önden kaçan müşrikler de geri dönerler. Bozgun müslümanların arasına girer; merkezi planlı savaş kaybedilme noktasına gelir. Resulullah´ın etrafında az sayıda kimse kalır. Herkes kendi canının derdine düşer. Hatta İbnu Sa´d´ın bir cümlesine göre “Karmakarışık olan, acele ve dehşetten parolasız (şiarsız) savaşan müslümanlar ne yaptığının şuuruna varmadan birbirlerine vurmaya başlarlar.”
Bu kritik anda, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın önünde savaşan ve aynı zamanda Resulullah´a koruyuculuk ve sancaktarlık yapan Mus´ab İbnu Umeyr´i, İbnu Kamie el-Leysi şehid eder ve Resulullah´ı öldürdüğünü zannederek Kureyş´e: “Muhammed´i öldürdüm” diye müjde götürür. Herkes bu sözü tekrarlar. Bu haber müslümanlardaki bozgunu iyice artırır.
Bir kısım müslümanlar savaş meydanını terkeder. Resulullah az kimseyle sebat eder; yaralar alır. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın amcası Hamza, Abdullah İbnu Cahş, Mus´ab İbnu Umeyr gibi bir kısım büyük zatlar şehid olurlar. İbnu Sa´d, Ensardan 70 kişinin şehid düştüğünü kaydeder. Mekkelilerin kaybı da 23´dür.
İbnu Hacer´in tahkikine göre, İslam ordusu bu savaşta üç gruba ayrılmıştır:
1) Bir grup, Medine yakınlarına kadar kaçmış, savaş bitinceye kadar geri dönmemiştir. Bunlar sayıca azdır. Bunlar hakkında: “İki topluluğun karşılaştığı gün, içinizden yüz çevirenlerin yaptıklarının bir kısmından ötürü şeytan ayaklarını kaydırıp yoldan çıkarmak istemişti. Allah, andolsun ki onları affetti…” (Âl-i İmrân 155) âyeti nâzil olur.
2) Bir grup: Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın öldürüldüğü haberini işitince şaşkına dönerler. Bunlardan her biri kendi nefsini kurtarma gayretine düşer. Bunlar öldürülünceye kadar savaşma azmini yitirmediler. Bunlar Ashabın ekseriyetini teşkil ediyordu.
3) Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile birlikte sebat edenler. Bilahare ikinci grup da yavaş yavaş bunlara iltihak etti. Resulullah´ın etrafında sebat edenlerin sayısı hakkında farklı rakamların gelmiş olması da bundan ileri gelir: Panik anında az sayıda kimse kalmış, sonradan, yavaş yavaş toparlanan müslümanlar, Resulullah´ın sağlık haberini aldıkça birer ikişer tekrar etrafında çoğalmaya başladılar. Bu farklı rivayetlerden birine göre Resulullah´la birlikte o gün “beş Ensar” kalmıştır. Bir diğerine göre yedi Ensâr, Kureyş´ten iki kişi Talha ve Sâd; bir başkasına göre, “Oniki Ensâr”, bir diğerinde “Onbir Ensâr, -ve Talha”; bir beşinci rivayette yedisi Ensâr, biri Hz. Ebu Bekr olmak üzre- yedisi Muhacir ondört sahabî” kalmıştır. Taberî´nin Süddî´den bir kaydına göre yapılan çağrı üzerine otuz kişi toplanmıştır.
O dehşetli günde Aleyhissalâtu vesselâm´ın etrafında sabit kalanların ismini Vâkidî, Megazî´de şöyle serdeder: “Muhacirlerden şu yedi kişi: Hz. Ebu Bekr, Hz. Ali, Abdurrahman İbnu Avf, Sa´d İbnu Ebî Vakkas, Talha, Zübeyr, Ebu Ubeyde radıyallahu anhüm ecmâîn: Ensardan: Ebu Dücâne, Hubâb İbnu´l-Münzir, Âsım İbnu Sâbit, Hâris İbnu´s-Sımme, Sehl İbnu Huneyf, Sa´d İbnu Mu´az, Üseyd İbnu Hudayr radıyallahu anhüm ecmâîn.”
Mekkeliler, 4247 numaralı hadiste teferruatlı olarak anlatıldığı üzere, bazı büyükleri teker teker sayarak hayatta olup olmadıklarını sorar. Resulullah cevap vermemelerini tenbih eder. Onların öldüğüne hükmederler. Ancak Hz. Ömer, en sonunda dayanamayıp hepsinin hayatta olduğunu söyler.
Ebu Süfyan, Medine´yi yağmalamayı düşünmeden Mekke´ye dönme kararı verir. Yola çıkar. Resulullah derhal toparlanıp Hz. Ali (radıyallahu anh)´ı peşlerinden takibe yollar. “Develerine binerlerse Mekke´ye gidiyorlar, atlara binerlerse Medine´ye. Nefsimi kudret eliyle tutan Zât-ı Zülcelâl´e yemin olsun, eğer Medine´ye yönelecek olurlarsa mutlaka onlarla savaşacağım” der. Hz. Ali sessizce takip eder, “develerine bindikleri” haberini getirir. Resulullah kendi yarasını sarar, diğer yaralılarla meşgul olunur. Şehidler namaz kılmadan defnedilir. Bir kabre iki-üç tanesi birden konur. Kur´an´dan daha çok bilen, kıble cihetine, öne konur.
Ebu Süfyan´ın Medine´ye girmeyi düşünmeden Mekke´ye çekilmesinin sebebi hala bir muamma olarak kalmaktadır.
* Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Uhud savaşının ertesi günü, -ki Şevvalin 16´sıdır- müezzini vasıtasıyla Medine´de ilan ederek, düşmanı takibe çıkacaklarını, hazırlık yapılmasını emreder. Ve ilave eder: “Dün savaşa katılanlar dışında kimse bu sefere katılmayacak!” İbnu Hişam, Resulullah´ın bu takip seferini düşmanları korkutmak ve onlara kendilerini takip etmek üzere çıktıkları haberinin ulaşması, böylece Resulullah´ın güçlü olduğu, savaşta uğranılan musibetin, müslümanları zayıflatmadığı hususunda kanaat sahibi olmaları için yaptığını belirtir. Bunda, mü´minlerin moralini takviye gayesinin de güdüldüğü açık bir durumdur.
* Uhud´la ilgili bazı hadiseleri, müteakip hadisini açıklama kısmında kaydedeceğiz.[58]
Uhud Yenilgisinin Sebebi
Uhud savaşı, görüldüğü üzere iki safhada cereyan etmiştir. Birinci safhada müslümanlar zafer kazanmışlar, Mekkelileri bozguna uğratmışlardır.
Ancak, okçuların Resulullah´ın çok sıkı tenbihine rağmen yerlerini terketmiş olmaları kesin zaferle noktalanmasına ramak kalan bir savaşın kaderini tersine çevirmiştir.
Şu halde bozgunun görülen zahir sebebi Resulullah´ın emrinin dinlenmemesi, yani okçuların mevzilerini terketmeleridir. Okçuları bu davranışa itende “ganimet toplama hırsı”dır.
Askerlikte emre itaat esastır, başarının sırrı burada yatar. Emre itaati ihlal eden mühim bir husus da madde hırsı, bencillik gözükmektedir. Resulullah, insandaki maddi hırsın fıtrîliğini bilmekte ve insan ne kadar yaşlansa da, o zaafının, iki vadi dolusu altını olsa bile altın dolu bir üçüncü vâdi isteyecek kadar canlı ve berdevam olduğuna dikkat çekmektedir. Ganimetlerin taksimiyle ilgili ahkâm Bedir seferi sırasında gelmiş ise de, taksimden önce ganimet malı üzerinde yapılacak tasarrufun haram olduğu hususu Hayber seferinden sonra teşri edilmiştir. Belki de bu Uhud bozgununun dersiyle olacak Aleyhissalâtu vesselâm, taksimden önce ganimetten alınacak tek bir “iğne”nin, bir “ayakkabı bağı”nın dahi şehid olmaya mani bir cürüm olduğu hususunu ısrarla işlemiş, takrir etmiştir. Ne var ki, başta Puvatya olmak üzere birçok mühim savaşlarda bu ganimet hırsı mağlubiyetlerin sebebi olmaya devam edecektir.[59]
Bir başka sebep
Uhud savaşına kader-i ilâhî açısından bakan Bediüzzaman, müslümanların oradaki yenilgisine bir başka yorum getirir:
Mühim Bir Sual: “Fahru´l-Âlemîn ve Habib-i Rabbü´l-Âlemin Hazret-i Resul-i Ekrem (aleyhissalâtu vesselâm)´ın Sahabelerinin, müşrikîne karşı Uhud´un nihayetinde ve Huneyn´in bidayetinde mağlubiyetinin hikmeti nedir ”
el-cevap: “Müşrikler içinde o zamanda saff-ı sahabede bulunan ekâbir-i sahabeye istikbalde mukabil gelecek Hazret-i Halid gibi çok zâtlar bulunduğundan, şanlı ve şerefli olan istikballeri nokta-i nazarından bütün bütün izzetlerni kırmamak için, hikmet-i ilahiyye, hasenât-ı istikbaliyelerinin bir mükâfaat-ı muaccilesi olarak mâzide onlara vermiş, bütün bütün izzetlerini kırmamış. Demek mazideki sahabeler, müstakbeldeki sahabelere karşı mağlub olmuşlar. Tâ o müstakbel sahabeler berk-i süyuf korkusuyla değil, belki bârika-i hakikat şevkiyle İslamiyet´e girsin ve o şehameti fıtriyeleri çok zillet çekmesin.”[60]
* RECİ GAZVESİ
ـ4256 ـ1ـ عن أبي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]بَعَثَ النَّبِيُّ # سَرِيَّةً عَيْناً وَأمَّرَ عَلَيْهِمْ عَاصِمَ بْنَ ثَابِتٍ، وَهُوَ جَدُّ عَاصِمِ بْنِ عمر بْنِ الخَطَّابِ. فَانْطَلَقُوا حَتّى إذَا كَانُوا بَيْنَ عُسْفَانَ وَمَكَّةَ، ذُكِرُوا لِحَىٍّ مِنْ هُذَيْلٍ يُقَالُ لَهُمْ بَنُو لِحْيَانَ. فَتَبِعُوهُمْ بَقَرِيبٍ مِنْ مِائَةِ رَامٍ فَاقْتَصُّوا آثَارَهُمْ حَتّى أتَوْا مَنْزًِ نَزَلُوهُ فَوَجَدُوا فِىهِ نَوَى تَمْرٍ تَزَوَّدُوهُ مِنَ الْمَدِينَةِ. فَقَالُوا: هذَا تَمْرُ يَثْرِبَ. فَتَبِعُوا آثَارَهُمْ حَتّى لَحِقُوهُمْ فَلَمَّا أحَسَّ بِهِمْ عَاصِمِ وَأصْحَابُهُ لَجَئُوا إلى فَدْفَدٍ، وَجَاءَ الْقَوْمُ فَأحَاطُوا بِهِمْ فَقَالُوا: لَكُمْ الْعَهْدُ وَالْمِيثَاقُ إنْ نَزَلْتُمْ إلَيْنَا أنْ َ نَقْتُلْ منْكُمْ رَجًُ. فَقَالَ عَاصِمٌ: أمَّا أنَا فََ أنْزِلُ فِى ذِمة كَافِرٍ. اللَّهُمَّ أخْبِرْ عَنَّا رَسُولَكَ.، فَقَاتَلُوهُمْ حَتّى قَتَلُوا عَاصِماً فِي سَبْعَةِ نَفَرٍ بِالنَّبْلِ وَبَقى خُبَيْبٌ وَزَيْدٌ وَرَجُلٌ آخَرُ. فَأعْطَوْهُمْ الْعَهْدَ وَالْمِيثَاقَ. فَنَزَلُوا إلَيْهِمْ. فَلَمَّا اسْتَمْكَنُوا مِنْهُمْ حَلُّوا أوْتَارَ قِسِّيهِمْ فَرَبَطُوهُمْ بِهَا. فَقَالَ الرَّجُلُ الثَّالِثُ الَّذِى مَعَهُمَا: هذَا أوَّلُ الْغَدْرِ. فَأبَى أنْ يَصْحَبَهُمْ فَجَرَّرُوهُ وَعَالَجُوهُ عَلى أنْ يَصْحَبَهُمْ. فَأبي أنْ يَفْعَلَ فَقَتَلُوهُ. وَانْطَلَقُوا بِخُبَيْبٍ وَزَيْدٍ حَتّى بَاعُوهُمَا بِمَكَّةَ فَاشْتَرَى خُبَيْباً بَنُو الْحَارِثِ بْنِ عَامِر بْنِ نَوْفَلٍ. وَكَانَ خُبَيْبٌ هُوَ قَتَلَ الْحَارِثَ يَوْمَ بَدْرٍ. فَمَكَثَ عِنْدَهُمْ أسِيراً حَتّى أجْمَعُوا قَتَلَهُ. فَاسْتَعَارَ مُوسى مِنْ بَعْضِ بَنَاتِ الْحَارِثِ لِيَسْتَحِدَّ بِهَا. فَأعَارَتْهُ. قَالَتْ: فَغَفَلْتُ عَنْ صَبىٍّ لِى فَدَرَجَ إلَيْهِ حَتّى أتَاهُ فَوَضَعَهُ عَلى فَخْذِهِ فَلَمَّا رَأيْتُهُ فَزِعْتُ فَزْعَةً حَتّى عَرَفَ ذلِكَ مِنّى، وفِى يَدِهِ الْمُوسى. فقَالَ: أتَخْشَيْنَ أنْ أقْتُلَهُ؟ مَا كُنْتُ ‘فْعَلَ ذلِكَ إنْ شَاءَ اللّهِ. وَكَاَنَتْ تَقُولُ: مَا رَأيْتُ أسِيراً قَطَّ خَيْراً مِنْ خُبَيْبٍ، وَلَقَدْ رَأيْتُهُ يَأكُلُ مِنْ قُطْفِ عِنَبٍ، وَمَا بِمَكَّةَ يَوْمَئِذٍ ثَمَرةٌ، وَإنَّهُ لَمُوثَقٌ بِالْحَدِيدِ، وَمَا كَانَ إَّ رِزْقاً رَزَقَهُ اللّهُ خَبِيباً. فَخَرَجُوا بِهِ مِنَ الْحَرَمِ لِيَقْتُلُوهُ فَقَالَ: دَعُونِى أُصَلِّى رَكْعَتَيْنِ ثُمَّ انْصَرَفَ إلَيْهِمْ فَقَالَ: لَوْ َ أنْ تَرَوْا أنَّ مَابِي جَزَعٌ مِنَ الْمَوْتِ لَزِدْتُ. فَكَانَ أوَّلَ مَنْ سَنَّ الرَّكْعَتَيْنِ عِنْدَ الْقَتِلِ هُوَ. وَقَالَ: اللَّهُمَّ احْصِهِمْ عَدَداً. ثُمَّ قَالَ:مَا أُبَالى حِينَ أُقْتَلُ مُسْلِماً عَلى أىِّ شِقٍّ كَانَ فِي اللّهِ مَصْرَعِي وذلِكَ فِي ذَاتِ ا“لهِ وإنْ يَشَأ يبَارِكْ عَلى أوْصَالِ شِلْوٍ مُمَزِّعِ ثُمَّ قَامَ إلَيْهِ عُقْبَةُ بْنُ الْحَارِثِ فَقَتَلَهُ. وَبَعَثَتْ قُرَيْشٌ إلى عَاصِمٍ لِيُؤْتُوا بِشَىْءٍ مِنْ جَسَدِهِ بَعْدَ مَوْتِهِ، وَكَانَ قَتَلَ عَظِيمَا مِنْ عُظَمَائِهِمْ يَوْمَ بَدْرٍ. فَبَعَثَ اللّهُ عَلَيْهِ مِثْلَ الظُّلَّةِ مِنَ الدَّبْرِ. فَحَمَتْهُ مِنْ رُسُلِهِمْ فَلَمْ يَقْدِرُوا مِنْهُ عَلى شَىْءٍ[. أخرجه البخاري وأبو داود.
»الْفَدْفدُ« الموضع الغليظ المرتفع.ومعنى »عالجوهُ« أى ما رسوه، وأراد به أنهم خدعوه ليتبعهم فأبي.»وَا“سْتحدادُ« حلق العانة.و»القطفُ« العنقود، وهو اسم لكل ما يقطف.و»الشَّلْوُ« العضو من أعضاء انسان.و»الْمُمَزَّعُ« المفرق.»الظَّلَّةُ« الشئ المظل من فوق.»الدَّبْرُ« جماعة النحل .
1. (4256)- Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir gözcü seriyye gönderdi. Başına Âsım İbnu Sâbit´i komutan tayinetti. Bu zât Amr İbnu Âsım İbni´l-Hattâb´ın ceddi idi. Usfân ile Mekke arasında bulunan bir yere kadar gittiler. Huzeyl Kabilesi´nin Beni Lihyan denen bir koluna haber verdiler. Bunları yüz okçu yakından takibe aldı. İzlerini takiben onların inmiş bulunduğu yere kadar geldiler. Onların azık olarak Medine´den beraberlerine almış oldukları hurmanın çekirdeğini buldular.
“Bu Yesrib (Medine) hurmasıdır!” dediler ve izlerini takibe devam ederek, Ashab´a kavuştular. Âsım ve ashâbı onları hissedince sarp bir yere sığındılar. Takipçiler gelip onları kuşattılar.
“Eğer bize teslim olursanız size ahd ve misakımız var, sizden kimseyi öldürmeyeceğiz!”dediler. Âsım:
“Ben bir kâfirin zimmetine teslim olmam. Allahım, Resûlüne bizden haber ver!” dedi. Aralarında mukatele (vuruşma) çıktı. Takipçiler ok attılar. Âsım (radıyallahu anh) yedi kişiyle birlikte şehid oldu. Geriye Hubeyb, Zeyd ve bir kişi daha kaldı.Takipçiler, bunlarada ahd ve misak teklif ettiler. Bunlar, onlara teslim oldular. Ele geçirir geçirmez, derhal yaylarının kirişlerini çözerek, bunları onlarla bağladılar.
Hubeyb ve Zeyd´in yanındaki üçüncü şahıs:
“Bu verdikleri söze birinci ihânetleri” deyip, onlarla beraberliği reddetti. Onu sürüyüp braberliğe zorladılar. O yine de direndi. Onu da şehid ettiler, Hubeyd ve Zeyd´i Mekke´ye götürüp orada sattılar. Hubeyb´i Beni´l-Hâris İbni Âmir İbni Nevfel satın aldı. Hubeyb, Bedir günü el-Hâris´i öldürmüştü. Yanlarında esir olarak kaldı. Sonunda öldürmeye karar verdiler. (Bir ara) el-Hâris´in kızlarından birinden etek traşı olmak için ustura istedi, kız getirdi. Kadın der ki: “Bir çocuğum vardı, gafil davrandım. Hubeyb´in yanına kadar çıktı. Hubeyb onu dizine oturttu. O vaziyette görünce çok korktum. Benim korktuğumu Hubeyb farketti, ustura de elindeydi.”
“Çocuğu öldüreceğimden mi korkuyorsun İnşaallah böyle bir şey yapmam” dedi. Yine o kadın şunu anlatmıştı:
“Ben Hubeyb´ten daha hayırlı bir esir görmedim. Bir gün onun, salkımdan üzüm yediğini gördüm. Halbuki o sırada Mekke´de hiç bir meyve yoktu. Üstelik demir zincirlerle bağlı idi. Demek ki o, Allah´ın Hubeyb´e lutfettiği bir rızıktı.
Öldürmek üzere onu, Harem bölgesinden çıkardılar. Orada:
“Beni bırakın iki rek´at namaz kılayım!” dedi. (Bıraktılar namazını kılınca) geri geldi.
“Eğer ölümden korktu demiyecek olsaydınız daha fazla kılacaktım!” dedi. İdâm sırasında namaz kılmayı ilk sünnet kılan kimse Hubeyb idi.
“Allahım, onların hepsini say, [dağınık dağınık öldür]” dedi. Sonra şu beyitleri terennüm etti:
“Müslüman olarak öldürüldükten sonra gam yemem,
Nerede olursa olsun Allah için ölüyorum.
Bu ölüm O´nun zâtı(nın rızası) yolundadır. Dilerse O, darmadağınık uzuvların eklemleri üzerine bereket verir.
[Sonra Hubeyb: “Alahım, Resulüne selamımı götürecek kimse bulamıyorum, sen duyur” der.][61]
Sonra Ukbe İbnu´l-Hâris kalkıp Hubeyb´i öldürdü.
Kureyş Bedir´de pek çok büyüklerini öldürmüş bulunan Âsım´ın cesedinden bir parça getirtmek için, onun ölümünden sonra, ölüsüne adamlar gönderdi. Allah Teâlâ Hazretleri de onun üzerine arı oğulu nevinden bir gölgelik gönderdi. Bu, Kureyş´in gönderdiklerine karşı onun cesedini korudu, hiç bir şey alamadılar.” [Buhârî, Megâzî, 38, 9, 170, Tevhid 14; Ebu Dâvud, Cihad 115, (2660, 2661), Cenâiz 16, (3112).][62]
AÇIKLAMA:
1- Reci vak´ayı ciğersuz´u, İbnu´l-Esire göre hicretin dördüncü senesinin başlarında, Safer ayında, Uhud Gazvesinin akabinde vukûa gelir. İbnu İshak´ın nakline göre, Uhud´dan sonra Adel ve el-Kâre kabilelerinden gelen bir heyet Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a başvurarak: “Ey Allah´ın Resulü! Aramızda İslam yayılmaktadır. Bizimle birlikte ashabından bazılarını gönder de bize dini öğretsinler” diye talebte bulunurlar. Resulullah da onlarla birlikte altı kişi gönderir. Başlarına Âsım İbnu Sâbit´i -bir rivayete göre de Mersed İbnu Ebî Mersed- (radıyallahu anhümâ)´yı koyar.
Hadisenin tasvirinde rivayetler arasında bazı farklılıklar var. Mesela sadedinde olduğumuz rivayet 10 kişi derken, İbnu İshak´ın rivayeti altı kişiden bahseder. İbnu Hacer, üç kişinin bunlara tabi olan kimseler olabileceği, -bu yüzden- onlar üzerinde ciddi durulmamış olabileceği tahminini yürütür.
Bu grup el-Hed´e nâmmevkiye gelince ihânete uğrarlar. Bunları götürenler orada Hüzeyl´e mensub bir kabileden yüz kadar okçu te´mini ile sadedinde olduğumuz hadiste tafsil edilen vukuatı tezgahlarlar.
2- Rivayette Âsım´ın cesedinden bir parça getirmek üzere ölüsüne adam gönderildiği kaydedilir. Başka rivayetlerde “kafasını getirip Sülâfe Bintu Sa´d´a satmak için” adam gönderildiği mevzubahistir. Çünkü, Âsım, Bedir´de bu kadının iki oğlunu öldürmüştü. Kadın, Âsım (radıyallahu anh)´ın kafatasında şarap içmeye nezretmişti. Ama Cenâb-ı Hakk onu arılarla koruyarak gündüz yanaşmalarını mâni olur. İşi geceye bırakırlar, gece ise cesedi, Rabb Teâlâ kaybeder, boş dönerler.
Mekke´ye getirilen ikinci şahıs Zeyd İbnu´d- Desinne´yi Safvân İbnu Ümeyye satın alır. Bedir´de öldürülen iki oğluna bedel, öldürülmek üzere Harem´den Hıll bölgesine çıkarılır. Ten´ime gelirler. Orada Safvân´ın cellâd oğlu sorar:
“Allah adına söyle, şu anda Muhammed´in senin yerinde olmasını, sana bedel onu öldürmemi, seninde ailene dönmeni istemez misin ”
Zeyd şu tarihi cevabı verir:
“Vallahi, Muhammed´in değil burada olmasını, şu anda bulunduğu yerde onu rahatsız edecek bir dikenin ayağına batmasını, evimde olmama tercih edemem.” Bu manzara karşısında Ebu Süfyan:
“Ben, Muhammed´in ashabının onu sevdiği kadar, bir kimsenin bir başkasını öylesine sevdiğini ömrümde görmedim!” der.
Ashab´ın Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a olan sevgisini aksettiren birçok vak´a Uhud savaşı sırasında geçer. Burada zikrine münasebet düştüğü için kaydediyoruz. Bunlar bize, zulümle, katille, terörle, zorbalıkla, zâlimâne kanunların baskısıyla yarım asırdan fazla bir zamandan beri vicdanlarda dikilmeye çalışılan beşerî putların yıkılmaya başladığı günümüzde (1989-1990 ve bu vetirenin tamamlanacağı ileriki birkaç yılda), İslam´ın hakiki büyüklüğü, kısa zamandaki başarısındaki sır, asırlar geçmesine rağmen dimdik capcanlı ayakta oluşunun gerçek sebebi hususunda mesaj verecektir:
Enes İbnu´n-Nadr, Uhud´da herkesin şaşkın hale düştüğü bir anda tek başına ilerler, bu şaşkınlığın şoku içinde olan muhacirlerden bir gruba rastlar.
“Sizi böyle hareketsiz kılan nedir ” der.
“Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) öldürülmüş!” cevabını verirler. Enes İbnu´n-Nadr:
“Ondan sonra yaşamayı ne yapacaksınız Onun öldüğü dava uğruna siz de ölün!… Ey kavm! Muhammed öldü ise, Muhammed´in Rabbi (davası) ölmedi. Muhammed´in kavga verdiği şey adına siz de kavga verin!”
* Safiyye Bintu Abdilmuttalib, Hz. Hamza´nın müsle´ye maruz kaldığını, karnının deşilip ciğerlerinin bile çıkarıldığını işitince, görmek üzere savaş yerine gelir. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), Safiyye´nin oğlu Zübeyr (radıyallahu anh)´a: “Anneni geri çevir, kardeşi Hamza´yı o halde görmesin!” emreder. Zübeyr, Safiyye (radıyallahu anhâ)´yı karşılar ve Resulullah´ın “geri dönmesi” emrini tebliğ eder. İşte Safiyye validenin de o anda sarfettiği söz, İslam davasına inanmış bir ağızdan çıkan tarihi bir sözdür:
“Bana, kardeşime müsle yapıldığı haberi geldi. Allah yolunda bu azdır! Biz daha fazlasına da razıyız! Allah´tan ücret bekleyeceğim ve sabredeceğim!”
Hz. Zübeyr (radıyallahu anh) bu sözleri Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a getirir. Aleyhissalâtu vesselâm:
“Öyleyse bırak gitsin” buyurur. Kadın, Hz. Hamza´nın yanına gelir, sükûnet içinde ruhuna dua okur ve innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciun deyip ayrılır.
* Savaş sonrası, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ashabıyla birlikte Medine´de Benî Dinâr´dan bir kadına uğrar. Savaşta kocası, oğlan kardeşi ve babası şehid düşmüştür. Ashab birer birer bu kayıplarını haber verir. Kadın:
“Resulullah´a ne oldu onu söyleyin!” der. Ashab:
“Elhamdülillah! O sağdır, selâmettedir, arzu edeceğin gibidir!” derler.
“Bana gösterin, gözlerimle göreyim!” der. Resulullah burada denir. İşaret edilerek kadına gösterilir. Kadın Resulullah´ı görünce:
“Sen sağ olduktan sonra her musibet küçüktür, hiçtir!” der.[63]
3- Hadisten Çıkarılan Bazı Faideler:
* Esir, düşmanın emanını kabul etmeyebilir, caizdir.
* Emanı kabul etmesine de ruhsat tanınmıştır, ancak eman istememesi azimettir. Hasan Basrî hazretleri “Eman istemede bir beis yok” demiş ise de Süfyan Sevrî “mekruh addederim” demiştir.
* Müşriklere verilen ahde uymaya, onların çocuklarını öldürmekten kaçınmaya, kendisini öldüreceklere iyi davranmaya örnek var.
* Velilerin kerâmeti haktır.
* Kâfirlere âmmeten beddua caizdir.
* İdam edilirken namaz kılınır.
* İdam sırasında şiir inşadı caizdir.
* Hubeyb´in dinindeki kuvvet ve yakîni gözükmektedir.
* Allah müslüman kullarını da her çeşit musibetle imtihan eder.
* Müslümanın duasına diri veya ölü iken de Allah´ın icabet ettiğine örnek var. Cenâb-ı Hakk, öldükten sonra onun cesedini himaye etmiş, müşriklerin dokunmasını önlemiştir. Ancak şehidlik ikramıyla şereflendirmek için, katletmelerine mâni olmamıştır. [64]
4- Kerâmet Meselesi:
Sadedinde olduğumuz rivayette Hubeyb (radıyallahu anh)´ın üzüm salkımından üzüm yemesi hadisesi, Sahâbe´nin mazhar olduğu keramete bir örnek olmaktadır. Bu vesile ile, kerametin sübutu kabul edilir mi edilmez mi hususundaki münakaşaya yer veren İbnu Hacer, bazılarının kerameti inkâr ettiklerini belirttikten sonra, İbnu Battal´ın bir açıklamasını kaydeder. Onun, inkâr edenlerle kabul edenler arasında orta bir yol tuttuğunu belirttikten sonra derki:
“Ehl-i sünnet ve´lcemaatten meşhur olan görüş şudur: “Mutlak olarak kerâmetin sübutu haktır. Ancak, Ebu´l-Kâsım el-Kuşeyrî gibi bazıları “Bir kısım peygamberlere tahaddi ile gelen çeşitten harikaların keramet olarak velilere verilmesini istisna kıldılar. Mesela babasız olarak çocuk hâsıl etmek gibi hârikalar ortaya koyamazlar. Bu, keramet meselesindeki görüşlerin en doğrusudur. Zira, ânında duânın icabet görmesi, yiyecek ve içeceğin duanın bereketiyle çoğalması, gözle görülmeyen şeylerin keşfedilmesi, vukua gelecek hâdisenin önceden haber verilmesi gibi kerametler gerçekten o kadar çoktur ki bunların vukûunu salâh ehline nisbet etmek bir adet, (normal bir hal) hâlini aldı. Şimdilerde, hârikulâde denen şey Kuşeyrî´nin söylediği hususa inhisar etti. “Bir peygamberde mu´cize olarak görülen her bir şeyin bir velide de kerâmet olarak vukûu câizdir” diye mutlak konuşan kimsenin sözünü kayıtlamak gereği anlaşıldı. Bütün bu münakaşa ve açıklamaların gerisinde, halkta yerleşen yanlış bir inanç yatmaktadır. Buna göre, “Kimin elinde hârikulâde bir hadise zuhur ederse o kimse veliyullahtandır.” Halbuki bu inanç yanlıştır. Zira, harikulâde hadise bazan kâhin, sâhir, râhib gibi yanlış yolda giden insanların eliyle de zuhur etmektedir. Öyleyse, hârikulade hâdisenin zuhurunu, evliyaullahın velayetine delil kılan kimsenin, kerâmetle diğer hârikulade hadiseler arasında bir tefrik yapması, ayırdedici bir ölçü koyması gerekmektedir. Bu hususta söylenenin en güzeli, “Böyle bir hadiseye mazhar olan kimsenin hâli tedkik edilir, eğer dinin emir ve yasaklarına sıkı sıkıya bağlı birisi ise, bu hârikulâde hadise onun velâyetine delil olur; kimde bu hal yoksa, veli değildir” diyenlerin sözüdür. Tevfik Allah´tandır.”
İslam âlimleri, hakiki veli olmayan, İbnu Hacer´in ifadesiyle “Kâhin, sâhir, râhib gibi yanlış yolda gidenlerin” elinde zâhir olan hârikalara istidrac der. Bu meseleye temas ihtiyacını duyan Bediüzzaman istidracla keramet arasındaki farkı şöyle açıklar: “Keramet ile istidrac mânen birbirine mütebayindir (zıddır). Zira kerâmet, mucize gibi Allah´ın fiilidir ve o kerâmet sahibi de kerametin Allah´tan olduğunu bilir ve Allah´ın kendisine hâmi ve rakîb (murâkabe eden) olduğunu da bilir.Tevekkül ve yakîni de fazlalaşır. Lâkin, bazan Allah´ın izniyle kerâmetlerine şuunu olur. Bazan olmaz evla ve eslemi de bu kısımdır.
İstidrâc ise, gaflet içinde iken eşyayı gaybiyyenin inkişafından ve garib fiilleri izhar etmekten ibarettir. Fakat, bu istidrâc sahibi, nefsine istinad ve iktidarına isnad etmekle enaniyeti, gururu öyle fazlalaşır ki, “Bu bana, benden olan bir ilim sebebiyle verilmiştir” (Kasas 78) âyetini okumaya başlar.[65] Lakin o inkişaf tasfiye-i nefs ve tenevvür-ü kalb neticesi olduğu takdirde, ehl-i istidrâc ile ehl-i kerâmet arasında tabaka-i ûlâda fark yoktur. Tam ma´nâsıyla fenaya mazhar olanlar ise, onlara da Allah´ın izniyle eşyayı gaybiyye inkişaf eder. Ve onlar da o eşyayı fenâfillah olan havâslarıyla görürler. Bunun istidractan farkı pek zâhirdir. Zira, zâhire çıkan bâtınlarının nuraniyeti mürâilerin zülumâtıyla iltibas olmaz.”
Kerameti Bediüzzaman iki kısma ayırır:
1- Kişinin iradesi karışmadan, hiç farkında olmadan hâsıl olan kerâmet. Sözgelimi birinin soracağı şeyi, daha o sormadan cevaplamak, sonra da onun soracağı şey olduğunu bilmek.
2- Kişinin iradesiyle husûl bulan keramet.
Bediüzzaman, bu ikinci kısmın zaruret olmadan izharının zararlı olduğunu belirtir. Kendisi iradesi olmadan hâsıl olan kerâmet bir nevi ikram-ı ilâhîdir. Onda insan kesbi yoktur, nefis karışmaz. Bunun söylenmesi zarar vermez, Allah´ın nimetini söylemek yerine geçer.
“Eğer der, kerâmet ile müşerref olan bir şahıs bilerek hârika bir emre mazhar olursa, o halde, eğer nefs-i emmaresi bâki ise, kendine güvenmek ve nefsine ve keşfine itimad etmek ve gurura düşmek cihetinde istidrâc olabilir.” Fahr için, kasden kerâmet izhar etmenin pek zararlı olduğunu belirten Bediüzzaman “Çünki, orada zahiren insanın kesbinin bir medhali bulunduğundan nefsine nisbet edebilir” der.[66]
* Bİ´R-İ MÂUNA GAZVESİ
ـ4257 ـ1ـ عن أنس رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]بَعَثَ رسولُ اللّهِ #:
قَوْماً مِنْ بَنِي سُلَيْمٍ إلى عَامِرٍ. وَفي رواية: بَعَثَ خَالي حَرَاماً أخاً ‘ُمِّ سُلَيْمٍ في سَبْعِينَ رَاكِباً. فَلَمَّا قَدِمُوا قَالَ لَهُمْ خَالِي: أتَقَدَّمُُكُمْ. فَإنْ أمَّنُونِي حَتّى أُبَلِّغَهُمْ عَنْ رَسولِ اللّهِ #، وَإَّ كُنْتُمْ مِنِّي قَرِيباً. فَتَقَدَّمَ فَأمَّنُوه. فَبَيْنَمَا هُوَ يُحَدِّثُهُمْ عَنْ رسولِ اللّهِ # إذْ أوْمَوْا إلى رَجُلٍٍ مِنْهُمْ فَطَعَنَهُ فَأنْفَذَهُ. فَقَالَ: اللّهُ أكْبَرُ، فُزْتُ وَرَبِّ الْكَعْبَةِ. ثُمَّ مَالُوا عَلى بَقِيَّةِ أصْحَابِهِ فَقَتَلُوهُمْ. فَأخْبَرَ جِبْرِيلُ عَلَيْهِ السََّمُ النَّبيَّ # أنَّهُمْ قَدْ لَقَوْا رَبَّهُمْ فَرََضِيَ عَنْهُمْ وَأرْضَاهُمْ. فَقَنَتَ # شَهْراً يَدْعُو في الصُّبْحِ عَلى أحْيَاءِ مِنْ الْعَرَبِ ، عَلى رِعْلٍ وَذَكْوَانَ وَعُصَيَّةَ وَبَنِي لِحْيَانَ[. أخرجه الشيخان .
1. (4257)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Benî Süleym´den bir grubu Benî Âmir´e gönderdi. -Bir rivayette: (annem) Ümmü Süleym´in kardeşi dayım Harâm´ı yetmiş süvari içerisinde gönderdi.- (Bi´r-i Mâuna´ya) vardıkları zaman dayım onlara:”Ben sizden önce gideyim. Eğer bana Resulullah´tan tebliğde bulunmam için emân verilirse (tebliğde bulunurum). Eman vermezlerse, sizler bana yakın bir yerde bulunmuş olursunuz” dedi. Ve ilerledi. Gerçekten dayıma önce emân verdiler. O, kendilerine Resulullah Aleyhissalâtu vesselâm´dan bahsederken, kendilerinden bir adama imâ ile işaret ettiler. O da dayıma ansızın mızrak sapladı. Dayım:
“Allahu ekber, Ka´benin Rabbına yemin olsun, (şehidlik) kazandım!” dedi. Sonra dayımın diğer arkadaşlarına yönelip (dağa kaçan iki kişi hariç) hepsini öldürdüler. Cibril aleyhisselam Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) onların Rablerine kavuştuğunu, Allah´ın onlardan razı olup onları da razı ettiğini haber verdi.
Bunun üzerine Aleyhissalâtu vesselâm bir ay boyu, Arap kabilelerinden Ril, Zekvan, Usayye ve Beni Lihyân´a sabah namazında beddua etti.” [Buhârî, Megazî 38, Vitr 7, Cihâd 9; Müslim, Mesâcid 297, (677).] [67]
AÇIKLAMA:
1- Bi´r-i Mâuna “Mâ´una kuyusu” demektir. Bu isim altında tarihe geçen hadise, İbnu´l-Esir´e göre Hicretin dördüncü yılında cereyan eder. Benî Âmir İbnu Sa´sa´a´nın başı Ebu Berâ İbnu Âzib İbni Âmir İbni Mâlik Medine´ye gelip Resulullah´a bazı şeyler hediye eder, Aleyhissalâtu vesselâm kabul etmez:
“Ey Ebu Berâ! Ben müşriğin hediyesini kabul etmem!” der, kendisine İslam´ı arzeder. Fakat Ebu Bera müslüman olmaz. Ancak:
“Senin bu emrin güzel, Necid ahalisine bir adam göndersen de insanları emretiğin şeye çağırsa. Ümid ederim sana icabet edecekler!” der. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) da:
“Necid ahalisinden göndereceğim kimseler hakkında korkarım” der. Ebu Berâ:
“Ben garanti veriyorum (himaye edeceğim)!” der. Bu garanti üzerine Aleyhissalâtu vesselâm, Ehl-i Suffe´den yetmiş kişiyi gönderir.
Bunlar Benî Âmir yurdu ile Benî Süleym Harra´sı arasındaki Bi´r-i Mâuna nâm mevkiye inerler. Ve Harâm İbnu Milhân Resulullah´ın mektubunu Âmir İbnu Tufeyl´e götürür. Âmir, mektuba bile bakmadan, Harâm (radıyallahu anh)´ı öldürür. Âmir, Benî Âmir´i çağırır fakat “Ebu Berâ onlara civâr (himaye) verdi” diye çağrısını kabul etmezler. Beni Süleym´den Üseyye, Rı´lân ve Zekvân´ın kabilelerini çağırır. Onlar icabet ederler. Müslümanların etrafını çevirip öldürürler. Bu katliamdan sadece Ka´b İbnu Zeyd el-Ensârî ile, Amr İbnu Ümeyye ed-Damrî kurtulurlar.
Amr İbnu Ümeyye ed-Damrî dönüşte Karkara nam mevkide Benî Âmir´den iki kişiye rastlar. Bunlar Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´la akid yapmış iki kişi idi. Amr bunu bilmediği için arkadaşlarının intikamını almak için bunları öldürür. Durumu Resulullah´a anlatınca Aleyhissalâtu vesselâm onların diyetini öder. Bu hadisenin yahudi kabilesi Beni´n-Nadir´in sürülmesini netice veren hadiselerin çekirdeğini teşkil ettiğini daha önce belirtmiştik.
Rivayetler bir müddet okunup bilahare lafzen dahi neshedilen şu ibarenin Kur´ânî bir vahiy olduğunu belirtir: “Kavmimize bizden haber verin ki biz Rabbimize kavuştuk. Rabbimiz bizden memnun oldu. Biz de O´ndan memnunuz.”
2- Hassân İbnu Sâbit, bazı şiirler yazarak Benî Ebu Bera´yı Âmir İbnu Tufeyl´e karşı tahrik edici beyitler düzdü. Şiir, Rebî´a İbnu Ebî Bera´ya ulaşınca gider, Âmir İbnu Tufeyl´i yaralar ve atından düşürür.
3- Sadedinde olduğumuz rivayet ayrıca cinayete karışan kabileler aleyhine kunut okunduğunu belirtir. Bu mevzu namaz bahsinde açıklandı. (2612-2621. Hadisler, 8. cilt 465-470. sayfalar)[68]
* FEZARE GAZVESİ
ـ4258 ـ1ـ عن سلمة بن ا‘كوع رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]غَزَوْنَا فَزَارَةَ وَعَلَيْنَا أبُو بَكْرٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه، أمَّرَهُ رَسُولُ اللّهِ # عَلَيْنَا. فَلَمَّا كَانَ بَيْنَنَا وَبَيْنَ المَاءِ سَاعَةٌ أمَرَنَا أبُو بَكْرٍ فَعَرَّسْنَا. ثُمَّ شَنَّ الْغََارَةَ. فَورَدَ الْمَاءَ فَقُتِلَ مَنْ قُتِلَ عَلَيْهِ وَسُبِيَ مِنْ سُبِيَ، وَأنْظُرُ إلى عُنُقٍ مِنَ النَّاسِ فِىهِمُ الذَّرَارِى فَخَشِىتُ أنْ يَسْبَقُونِي إلى الْجَبَلِ فََرَمَيْتُ بَسَهْمٍ بَيْنَهُمْ وَبَيْنَ الْجَبَلِ فَلَمَّا رَأُوا السَّهْمَ وَقّفُوا. فَجِئْتُ بِهِمْ أسُوقُهُمْ وَفِيهِمُ امْرَأةٌ مِنْ بَنِى فزَارَةَ عَلَيْهَا قَشْعٌ مِنْ أدَمٍ. قَالَ الْقَشْعُ: النَّطْعُ. مَعَهَا ابْنَةٌ مِنْ أحْسَنِ الْعَرَبِ. فَسُقْتُهُمْ حَتّى أتَيْتُ بِهِمْ أبَا بَكْرٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه فَنَفَّلَنِي أبُو بَكْرٍ بِنْتَهَا فَقَدِمْنَا الْمَدِينَةَ، ومَا كَشَفْتُ لَهَا ثَوْباً. فَلَقِيَنِي رسُولُ اللّهِ # في السُّوقِ. فَقَالَ: يَا سَلَمَةَ، هَبْ لِي الْمَرْأةَ. فَقُلْتُ: يَا رسُولَ اللّهِ: واللّهِ لَقَدْ أعْجَبَتْنِي ، وَمَا كَشَفْتُ لَهَا ثَوْباً. ثُمَّ لَقِىَنِي مِنَ الغَدِ في السُّوقِ. فقَالَ: يَا سَلَمَةَ هَبْ لِي الْمَرْأةَ، للّهِ أبُوكَ. فَقلْتُ: هِي لَكَ يَارسولَ اللّهِ، فَوَاللّهِ مَا كَشَفْتُ لَهَا ثَوْباً. قَالَ: فَبَعَثَ بِهَا # إلى مَكَّةَ فَفَدَى بِهَا نَاساً مِنَ الْمُسْلِمِينَ كَانُوا أُسِرُوا بِمَكَّةَ[. أخرجه مسلم وأبو داود .
»الغَارةُ« الحرب.»شنُّهَا« فَرَّقَهَا في كل ناحية.و»العنق« الطائفة .
1. (4258)- Seleme İbnu´l-Ekva´ (radıyallahu anh) anlatıyor: “Bizimle su arasında bir müddetlik mesafe kalınca Hz. Ebu Bekr emretti, gece istirahati için mola verdik. Sonra baskını başlattı. Suya vardı. Suyun başında ölen öldü, esir alınan esir alındı. Bu halktan bir cemaate bakıyordum. İçerisinde çocuklar ve kadınlar vardı. Dağa benden önce varırlar diye korkarak onlarla dağın arasına bir ok attım. Oku görünce durdular. Onları sürerek getirdim. Aralarında Benî Fezâre´den bir kadın vardı. Üzerinde deriden bir kaş´ vardı. Kaş´ kuru post demektir. Kadının yanında Arapların en güzelinden bir kız vardı. Onları, sürerek Hz. Ebu Bekr (radıyallahu anh)´a kadar getirdim. Ebu Bekr, kızı bana hediye etti. Medine´ye kadar geldik. Kızın elbisesini bile açmadım. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) çarşıda bana rastladı.
“Ey Seleme, dedi, kadını bana bağışla!”
“Ey Allah´ın Resûlü, dedim, vallahi hoşuma gitti, ancak henüz elbisesini bile açmadım.”
Ertesi günü, çarşıda bana yine rastladı.
“Ey Seleme, ceddine rahmet, kadını bana bağışla!” buyurdu.
“Ey Allah´ın Resûlü! dedim, o senindir, Allah´a yemin olsun, kadının elbisesini açmadım!”
Sonra Aleyhissalâtu vesselâm o kadını Mekke´ye gönderdi ve Mekke´ de esir edilen bazı müslümanların fidye-i necatı yaptı.” [Müslim, Cihad 46, (1755); Ebu Dâvud, Cihad 134, (2697).][69]
AÇIKLAMA:
Bu rivayetten âlimler bazı faideler çıkarmışlardır. Şöyle ki:
1- Askeri, harbe teşvik için bahşiş verilebilir.
2- Münasebet-i cinsiyeyi ifade için kinayeli söz kullanmak müstehabtır. Hadiste “elbisesini açmadım”la bu kastedilmiştir.
3- Müslüman esirleri kurtarmak için cariyeler fidye-i necat olarak verilebilir.
4- Esirler arasında annekız varsa, kız büyük olduğu takdirde araları açılabilir. Ahmed İbnu Hanbel, büyüğün ayrılmasını da caiz görmez.
5- Kumandan askerin ganimet payını isteyerek amme işlerinde tasarrufu caizdir. Ancak askerden zorla alınamaz.
6- Ceddine rahmet (baban Allah´ındır), babasının yüz akı gibi mültefit sözler caizdir.[70]
* HENDEK GAZVESİ
ـ4259 ـ1ـ عن أنس رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]خَرَجَ النَّبِيُّ # إلى الْخَنْدَقِ فإذَا الْمُهَاجِرُونَ وَا‘نْصَارُ يَحْفِرُونَ فى غَدَاةٍ بَارِدَةٍ، وَلَمْ يَكُنْ لَهُمْ عَبِيدٌ يَعْمَلُونَ ذلِكَ لَهُمْ فَلَمَّا رَأى مَا بِهِمْ مِنَ النَّصَبِ وَالْجُوعِ قَالَ: اللَّهُمَّ إنَّ الْعَيْشَ عَيْشُ اŒخِرَةِ فَاغْفِرْ ل‘نْصَارِ وَالْمُهَاجِرَةِ. فَقَالُوا مُجِيبِينَ لَهُ:نَحْنُ الَّذِينَ بَايَعُوا مُحَمَّداً عَلى الْجِهَادِ مَا بَقِينَا أبَداًأخرجه الشيخان والترمذي .
1. (4259)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Hendek´e gitti. Gördü ki Muhacir ve Ensar soğuk bir sabah vakti hendek kazıyorlar. Onların, bu işi kendilerine bedel yapacak köleleri yok. Onları vuran yorgunluk ve açlıklarını görünce (şiirimsi bir ifade) terennüm ettiler:
“Ey Allahım! gerçek hayat âhiret hayatıdır.
Ensar ve muhaciri mağfiret buyur!”
Çalışanlar da O´na şöyle mukabele ettiler:
“Biz Muhammed´e bey´at edenleriz.
Hayatta kaldıkça cihad gayemiz.” [Buhârî, Megâzî 29, 33, 34, 110, Fedâilu´l-Ashab 9, Rikak 1, Ahkâm 43; Müslim, Cihad 127, (1805); Tirmizî, Menâkıb (3857).][71]
ـ4260 ـ2ـ وعن البراء رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]رَأيْتُ رَسُولَ اللّهِ #
وَهُوَ يَنْقُلُ مَعَنَا التُّرَابَ، وَلَقَدْ وَارَى التُّرَابُ بَيَاضَ بَطْنِهِ، وَهُوَ يَقُولُ:واللّهِ لَوَْ اللّهُ مَا اهْتَدَيْنَا وََ تَصَدَّقْنَا وََ صَلَّيْنَافَأنْزِلَنْ سَكِينَةً عَلَيْنا وَثَبِّتِ ا‘قْدَامَ إنْ َ قَيْنَاوَالْمُشْرِكُونَ قَدْ بَغَوا عَلَيْنَا إذَا أرَادُوا فِتْنَةً أبَيناوَيَرْفَعُ بِهَا صَوْتُهُ[. أخرجه الشيخان .
2. (4260)- Hz. Berâ (radıyallahu anh) anlatıyor: “(Hendek kazarken) Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ı gördüm, bizimle birlikte omuzunda O da toprak taşıyordu. Karnının beyazlığını toprak bürümüştü. (Bu esnada, ashabı şevke getirmek için zaman zaman) şöyle terennüm ediyordu:
“Vallahi Allah olmasaydı hidayeti bulamazdık,
Ne sadaka verir ne namaz kılardık.
Üzerimize sekînet indir Allahım!
Ayaklarımıza sebat ver Allahım!
Müşrikler bize karşı azdılar.
Fitne çıkarmak dilerler ama yandılar.”
Resulullah bunları söylerken sesini yükseltiyordu.” [Buhârî, Megazî 29, Cihad 34, 161, Kader 16, Temennî 7; Müslim, Cihad 125, (1803).][72]
ـ4261 ـ3ـ وعن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]لَمَّا رَجَعَ النَّبِيُّ # مِنَ الْخَنْدَقِ وَوَضَعَ السَِّحُ وَاغْتَسَلَ، فَأتَاهُ جِبْرِيلُ وَهُوَ يَنْفُضُ رَأسَهُ مِنَ الْغُبَارِ. فَقَالَ: قَدْ وَضَعْتَ السَِّحُ، واللّهِ مَا وَضَعْنَاهُ. أخْرُجْ إلَيْهِمْ. فَقَالَ: فإلى أيْنَ؟ قَالَ: هَاهُنَا وَأشَارَ إلى بَنِي قُرَيْظَةَ. فَخَرَجَ إلَيْهِمْ فَنَزَلُوا عَلى حُكْمِهِ. فَرَدَّ الْحُكْمَ إلى سَعْد بْنِ مُعَاذٍ. فقَالَ: إنِّي أحْكُمُ فِيهِمْ أنْ تُقْتَلَ المُقَاتِلَةُ، وَأنْ تُسْبَى النِّسَاءُ وَالذُّرِّيّةُ، وَأنْ تُقْسَمَ
أمْوَالُهُمْ، وَكَانَ سَعْدٌ أُصِيبَ يَوْمَ الْخَنْدَقِ فِى أكْحَلِهِ فَضَرَبَ عَلَيْهِ # خَيْمَةً فِي الْمَسْجِدِ لِيَعُودَهُ مِنْ قَرِيبٍ؛ وَفي رواية قالَ سَعْدٌ: اللَّهُمَّ إنَّكَ تَعْلَمُ أنَّهُ لَيْسَ قَوْمٌ أحَبَّ إلَيَّ أنْ أُجَاهِدَهُمْ فِيكَ مِنْ قَوْمٍ كَذّبُوا رَسُولَكَ وَأخْرَجُوهُ. اللَّهُمَّ فَإنِّي أظُنُّ أنَّكَ قَدْ وَضَعْتَ الْحَرْبَ بَيْنَنَا وَبَيْنَهُمْ، فَإنْ كَانَ بَقِىَ مِنْ حَرْبِ قُرَيْشٍ شَىْءٌ فَأبْقِنِي حَتّى أُجَاهِدَهُمْ فِيكَ، وَأنْ كُنْتَ وَضَعْتَ الْحَرْبَ فَافْجُرْهَا وَاجْعَلْ مَوْتِى فِيهَا. فَانْفَجَرَتْ مِنْ لَبَّتِهِ فَلَمْ يَرُعْهُمْ، وفي الْمَسْجِدِ خَيْمَةٌ مِنْ بَنِي غِفَارٍ، إَّ الدَّمُ يَسِيلُ إليْهِمْ. فَقَالُوا: يَا أهْلَ الْخَيْمَةِ، مَا هَذا الَّذي يَأتِينَا مِنْ قِبَلِكُمْ؟ فَإذَا سَعْدٌ يََغْذُو جُرْحُهُ دَماً. فَمَاتَ مِنْهَا رضِيَ اللّهُ عَنْهُ[. أخرجه الشيخان.»ا‘كْحَلُ« عرق في وسط اليد يكثر فَصْدُهُ.وقوله »فلم يَرُعْهُمْ« أي فلم يفزعهم إ هو، والروع الفزع.وقوله »يغذو« غذا الجرح بالذال المعجمة يغذو غذوا: إذا سال دماً .
2. (4261)- Hz. Âişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Hendek´ten döndüğü zaman, silahları bırakıp (elini yüzünü) yıkamış, tam başındaki toprakları çırparken Cebrail aleyhisselam geldi.
“Sen dedi, silahını bıraktın, vallahi biz daha bırakmadık! Onlara geri git.
“Nereye kadar ” dedi Resulullah.
“Şuraya!” diyerek Benî Kureyza´yı gösterdi. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu emir üzerine onlarla savaşmaya çıktı. Kureyzalılar hükmüne razı oldular. Hakem olarak Sa´d İbnu Mu´az´ı seçtiler. O da:
“Ben onlardan muharib olanların öldürülmesine, kadın ve çocukların esir edilmesine, malların da taksim edilmesine hükmediyorum!” dedi. Sa´d, Hendek savaşı sırasında ana damarından yara almıştı. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) tedavisiyle yakından ilgilenmek için mescidin içinde ona bir çadır kurdurmuştu.
-Bir rivayette Sa´d der ki: “Ey Allahım sen biliyorsun ki, senin yolunda kendileriyle cihad etmekten en ziyade memnun olacağım bir kavim Resulünü tekzib eden ve Onu yurdundan sürüp çıkaranlardır. Ey Allahım kanaatim şu ki, sen, bizimle onların arasındaki [harbi artık] bıraktın. Eğer hâlâ Kureyş´le savaş olacaksa bana daha hayat ver de senin yolunda onlara karşı cihad edeyim. Eğer savaşı kesti isen damarımı daha da aç, ölümüm ondan olsun.” -Bu dua üzerine, o gece damarı iyice açıldı. O zaman mescidde bulunan Benî Gıfar´a ait çadırda kalanları kanın kendilerine doğru akmasından başka bir şey ürkütmemiş.
“Ey çadır sahibi, dediler. Sizin taraftan bize doğru gelen nedir ”
Bu kanamakta olan Sa´d´ın yarasından akmıştı. O sebeple öldü, (radıyallahu anh).” [Buhârî, Megazî 30, Cihad 18; Müslim, Cihâd 67, (1769); Ebu Dâvud, Cenâiz 8, (3101); Nesâî, Mesâcid 18, (2, 45).][73]
ـ4262 ـ4ـ وعن جابر رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]إنَّ سَعْدَ بْنَ مُعَاذٍ رُمِيَ يَوْمَ ا‘حْزَابِ قَطَعُوا أكْحَلَهُ أوْ أبْجَلَهُ. فَحَسَمَهُ رسُولُ اللّهِ # بِالنَّارِ فَانْتَفَخَتْ يَدُهُ فَنَزَفَهُ الدَّمُ. فَحَسَمَهُ أُخْرَى فَانْتَفَخَتْ يَدُهُ. فَلَمَّا رَأى ذلِكَ قَالَ: اللَّهُمَّ َ تُخْرِجْ نَفْسِي حَتّى تُقِرَّ عَيْنِي مِنْ بَنِي قُرَيْظَةَ فَاسْتَمْسَكَ عِرْقُهُ، فَمَا قَطَرَ قَطْرَةً حَتّى نَزَلُوا عَلى حُكْمِهِ، فَحَكَمَ فِيهِمْ أنْ تُقْتَلَ رِجَالُهُمْ وتُسْتَحْيَا نِسَاؤُهُمْ. فَقَالَ #: أصَبْتَ فِيهِمْ حُكْمَ اللّهِ، وَكَانُوا أرْبَعَمِائَةٍ. فَلََمَّا فَرَغَ مِنْ قَتْلِهِمْ انْفَتَقَ عِرْقُهُ فَمَاتَ رَضِيَ اللّهُ عَنْه[. أخرجه الترمذي وصححه.»الْحَسْمُ« الكّي لينقطع الدم.»وَا“سْتِحْيَاءُ« ا“بقاءِ وهو استفعال من الحياة .
4. (4262)- Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Ahzâb (Hendek) günü Sa´d İbn Mu´az (radıyallahu anh) [Kureyş´ten İbnu´l-Arika´nın attığı bir okla] koldaki ana damardan vurulmuştu, böylece damarı kesilmiş oldu. (Kanı durdurmak için) Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) dağlama uyguladı. Bunun üzerine eli şişti, çokca kan akarak Sa´d´ı zayıf düşürdü. Resulullah tekrar bağladı. Eli yine şişti. Bu hali görünce (Sa´d (radıyallahu anh)):
“Allahım, Beni Kureyza´dan gönlüm rahata ermedikçe canımı alma!” diye dua etti. Derken kanı durdu. Kureyza onun hükmüne baş eğinceye kadar tek damla akmadı. Onlar hakkında erkekleri öldürülmesine, kadınların sağ bırakılmasına hükmetti. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm):
“Haklarında Allah´ın verdiği hükme isabet ettin!” buyurdu. Dörtyüz kişiydiler. Onların katli tamamlanınca, damarı patladı. Sa´d (radıyallahu anh) vefat etti. (Allah rahmetini bol kılsın.)” [Tirmizî, Siyer 28, (1582).][74]
AÇIKLAMA:
1- Bu dört rivayetten ilk ikisi Resulullah´ın Hendek savaşının hazırlığı sırasında hendeklerin kazılmasında fiilen çalıştığını, ashabı da şevke getirmek için beyitler terennüm ettiğini, ashabın da bu beyitlere yine bazı beyitlerle mukabelede bulunduğunu ifade etmektedir. Son iki rivayet ise, daha önce müstakilen ele alıp genişçe açıkladığmız Benî Kureyza ile akalalı. Zira Kurayza Gazvesi ile Hendek Gazvesi, birbiriyle sıkı irtibat halindedir. Hatta, bu iki gazve, aynı hadisenin iki ayrı safhası gibidirler. Kureyza ile ilgili kısmı tekrar etmeyeceğiz. Ancak Hendek Gazvesini tarihi bir hadise olarak kısaca özetleyeceğiz:
2- Ahzab veya Hendek Gazvesi de denen hadise, Hicretin beşinci yılında Zilkade ayında cereyan etmiştir. Bir bakıma Uhud savaşından iki sene kadar sonra vukûa gelmiştir. Hendek savaşı, Tevhid-Şirk kavgasında mühim bir dönüm noktası teşkil eder: Şirk´in tevhide saldırısının mecali burada biter, o güne kadar müdafaada olan tevhid aksiyona geçer.[75]
* Hazırlayıcı Sebep: Hendek savaşına Ahzab savaşı da denir. Ahzâb, grub ma´nâsına gelen hizb´in cem´idir. Savaşa ahzab gazvesi denmesi, müslümanların karşısına sadece Kureyş´in değil, bütün müşrik ordularının ittifak halinde çıkmasından ileri gelir. Şu halde ahzâb bir bakıma müttefikler demektir: İslam´ı, nur-u ilâhiyi doğduğu yerde söndürmede kararlı olan değişik kabilelere mensup müşriklerden müteşekkil bir ittifakın mensupları olan müttefikler.
Dünyayı şirk´in, küfrün ve her çeşit zulümlerin zulümat ve şekâvetinden kurtaracak olan nur-u ilâhî´nin, her geçen gün inkişaf kaydetmesi ve gelişme ortaya koyması karşısında endişelenen küfür merkezleri bu nur her tarafı sarıp, karşı konamaz bir güce ermeden, daha şule iken boğmanın zaruretini hissediyorlardı. Bunun yolu, bütün küfür dünyasının birleşerek, el birlik ederek yüklenmesinden geçerdi. Kaç fırsatta saflıklarını ortaya koyan Mekkeli müşrikler böylesine şümullü, istikbale matuf bir strateji düşünüp şartlara muvafık bir tabye uygulayabilirler miydi Bu biraz akla muvafık düşmüyor. Bu sebeple, haklı olarak, Müttefikler savaşında gerekli ittifakın kurulmasında baş rollerde yahudilerin yer aldığını görmekteyiz.
İbnu Sa´d der ki: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Beni´n-Nâdir´i Medine´den sürünce, bunlar Hayber´e geldiler. Bunların ileri gelenlerinden ve reislerinden bir grup, kalkıp Mekke´ye gittiler. Kureyş´i görüp, onları Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a karşı çıkmaya çağırdılar. Onlarla anlaşma yaptılar ve Resulullah´la mukâtele etmek için belli bir zaman tayin ettiler. Oradan çıkıp Gatafan´a, Benî Süleym´e geldiler, onlarla da aynı şekilde anlaşmalar yaptılar.
Kureyş hazırlandı. Kendisine tabi olan yakın ve uzak müttefikleri de aynı maksad etrafında birleşti ve hazırlık yaptılar. Bunlar dörtbin kişiydiler. Daru´n-Nedve´de sancak açıldı. Sancağı Osman İbnu Talha İbni Ebî Talha taşıyacaktı. Beraberlerinde üçyüz at, binbeşyüz deve, başlarında Ebu Süfyan İbnu Harb İbni Ümeyye komutandı. Benî Süleym bunlara Merrî´z-Zehrân´da katıldı. Bunlar da yediyüz kişiydiler, başlarında Süfyan İbnu Abdi Şems vardı. Bunlarla birlikte, Talha İbnu Hüveylid el-Esedî´nin komutasında Benî Esed de vardı. Fezâre de, bütün muharibleriyle, bin deve ile katılmıştı. Başlarında Uyeyne İbnu Husn vardı. Eşca kabilesi dört yüz askerle Mes´ud İbnu Ruhayle başkanlığında katıldı. Benî Mürre ise el-Hâris İbnu Avf komutasında dörtyüz kişi ile katıldı. Başka kabilelerde katıldı. Zührî, Hâris İbnu Avf´ın Benî Mürre ile geri döndüğünü, savaşa katılmadığını zikreder. Ancak gerçek olan, katıldıklarıdır.
Hendek´e katılan kabilelerden gelen askerlerin sayısı 10.000 kişiydi. Üç büyük ordugâha ayrılmıştı. Ebu Süfyân başkomutandı.
Ordunun Mekke´den ayrılış haberi Resulullah´a gelir gelmez, düşmanın durumunu halka bildirdi ve mesele hakkında istişareler yaptı.
Selman-ı Fârisî hendek usulünden bahsetti. Bu, müslümanların hoşuna gitti. Aleyhissalâtu vesselâm müslümanları askere aldı. Sal´ dağının eteğinde topladı. Sal´ı arkalarına aldı. O gün müslümanların sayısı üçbin kişi idi. Medine´ye Abdullah İbnu Ümmî Mektum (radıyallahu anh)´ı halef bıraktı. Medine´nin önüne alelacele hendek kazmaya girişildi. Müslümanlar düşmanın gelmesinden önce hendeği tamamlayabilmek için çok hızlı çalışıyorlardı. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) da çalışmalara, müslümanları gayrete getirmek için, elleriyle katıldı. Her bir cihet bir grubun sorumluluğuna tevdi edilmişti: Muhacirler Râtic-Zübâb hattının hendeğini kazıyorlardı. Ensar Zübâb-Benî Ubeyd dağı arasını kazıyorlardı. Medine´nin diğer tarafında evler birbirine örülmüş vaziyette idi, kale gibiydi, giriş yoktu.
Benî Abdi´l-Eşhel, Râtic´den sonra kendini çevirecek hattın hendeğini kazıyordu. Böylece hendek Mescid-i Nebevî´nin gerilerine kadar geliyordu. Benî Dinâr da Cürbâ´dan, bugünkü İbnu Ebî´l-Cenûb´un evine kadar olan kısmın hendeğini kazdı. Hendeğin kazılma işinden altı günde çıktılar.
Burada şunu kaydetmek isteriz: İbnu Sâd hendek kazma işinin 6 günde tamamlandığını söylediği halde, İbnu Hacer´in kaydettiğine göre başka kaynaklarda daha farklı ve daha makul rakamlar zikredilmiştir. Birinde 20 gün, bir diğerinde 14 gün, bir başkasında 15 gün, İbnu Kayyim´in Hedy´inde bir ay. Bu rakamlar, farklı hatların tamamlanma müddetini ifade edebilir. Zira kaydedildiği üzere Resulullah, hendeği bazı hatlara ayırıp her hattı ayrı bir grubun sorumluluğuna tevdi etmiş durumdadır. Bunlardan her bir grup, öncelikle kendi hatlarını bitirme gayreti vermiş olmalıdır.
İbnu Sa´d´dan takibe devam ediyoruz: “Kadınları ve çocukları müslümanlar âtâm (denen şatovari müstahkem binalara) yerleştirdiler.
Aleyhissalâtu vesselâm Zilkade´nin 18´inde çıktı. Sancağı Muhacirînin sancağı idi ve Zeyd İbnu Harise taşıyordu. Ensar´ın sancağını Sa´d İbnu Ubâde taşıyordu.”
Mekkeliler gelmiş, savaş başlamıştı. Ancak ummadıkları bir taktikle karşılaştılar. Önlerinde hendekler vardı. Bu taktik karşısında sayıca çokluk bir işe yaramıyordu. Hendeği geçmek zordu. Karşılarında okçular ve kılıçlı muharibler vardı. Zaman zaman geçmeye çalışan ve hatta geçebilen tektük münferidler olsa da, derhal işi bitiriliyordu, geri püskürtülüyordu.
Şehrin dışarıyla irtibatı kesilince içeride de sıkıntılar artmıştı. Savaşla şehri alamayacağını anlayan Ebu Süfyân, Benî Kureyza yahudilerine müslümanlarla olan antlaşmayı bozup kendi taraflarına geçmeyi teklif etti. Önce reddettiler ise de sonradan razı oldular. Bunu Resulullah işitince üzüldü fakat, “Hasbünallâhi ve ni´mel vekil” demekle yetindi. Böylece içeriden de bir cephe açılmıştı. Erkeler hendeklerin başından, hendekleri korumaktan ayrılamıyorlardı. Bu ileri hat öylesine nezâket arzediyordu ki, zaman zaman namaz kılmaya bile vakit olmuyordu. Bizzat Aleyhissalâtu vesselâm bazı hallerde namazını kazaya bıraktı.
Yahudi ihânetinin kadın ve çocuklara zarar vermesinden fazlaca korkuldu. Aleyhissalâtu vesselâm, Seleme İbnu Eslem başkanlığında 200 kişiyi ve Zeyd İbnu Hârise başkanlığında 300 kişiyi şehri korumaya ayırdı. Bunlar sık sık koro hâlinde tekbirler getirerek moral takviyesine çalışıyorlardı.
Abbâs İbnu Bişr başkanlığında bir grup, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın çadırını her gece korumakla vazifelendirilmişti.
Müşrik cephesi de hiç boş durmuyor, her an bir noktadan şehre dalabilmek için müteyakkız bulunup, gayret gösteriyorlar bir toplanıp bir dağılıyorlardı. Ebu Süfyan, Halid İbnu Velid, Amr İbnu´l-Âs, Hübeyre İbnu Ebî Vehb, Dırâr İbnu´l-Hattâb el-Fihrî, sırayla, sabaha kadar birer gün nöbet tutuyorlardı.
Hatta bir gece, bütün reisler sabaha kadar uyumaz; hendekte atlayabilecekleri dar bir yer ararlar, bulamazlar ve: “Bu, Arapların hiç başvurmadığı bir hile!” derler. Bunu, İranlı bir arkadaşının teklif ettiğini söylerler.
Muhasara, başarısız on küsür gün devam eder. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) ittifak arasına nifak sokma yollarını arar. Gatafanlılarla gizlice sulh yapmayı, onlara maddî birşeyler ödeyerek çekilmelerini sağlamayı düşünür. Hatta Medine hurmalarının üçte birni verme şartıyla antlaşma temin edilir. Ancak Ensar: “Bu bir emirse dilediğinizi emredin, teklifse razı değiliz” derler. Resulullah: “İlahi emir olsaydı, istişare etmezdim, bu bir fikirdir, teklif ediyorum” der. Ensar: “Öyleyse kılıçtan başka bir şey vermeyiz” derler. İbnu Hişam, Sa´d İbnu Muaz´ın şöyle dediğini kaydeder: “Ey Allah´ın Resulü! Biz Allah´ı tanımaz putlara taparken, onlar hurmalarımızdan ikramımız olarak veya parayla satın alarak yerlerdi. Şimdi İslam´la müşerref olduk, hidayete erdik. Sizinle ve İslam´la izzete erdik. Bu halde mi malımızı şerefsizce vereceğiz. Hayır! Allah´a yemin olsun böyle gelecek bir sulha ihtiyacımız yok! Antlaşma yırtılır, bu iş böylece kalır.
Bu arada gizlice müslüman olmuş bulunan Gatafanlı Nu´aym İbnu Mes´ud el-Eşca´î mühim bir hizmet görür: Kureyza ile Kureyş´in arasına güvensizlik sokarak aralarını açar. Kureyza´nın ihanetine bel bağlamış olan Kureyş bu kuşku karşısında o ümidi kaybeder ve uzayan başarısız kuşatmayı kaldırmaya karar verdi.[76]
Kuşku nedir, nasıl sağlanmıştır
Nu´aym (radıyallahu anh) Hz. Peygambere gelerek müslüman olduğunu fakat kavminden kimsenin bilmediğini, istediğini yapmaya hazır olduğunu söyler. Resulullah: “Sen bunların arasını açacak tek kimsesin. Harb bir hiledir. Aralarını aç, onları bizden uzaklaştır” mealinde talimat verir. Bu talimat üzerine Nuaym, Kureyza, Kureyş ve Gatafan´ın arasında mekik diplomasisi yapar. Câhiliyede nedimleri olduğu Kureyza´ya gelir: “Size olan sevgimi bilirsiniz. Sizinle benim aramda hususiyet var, bu da malum” der. Onlar teyid ederler, nazarımızda müttehem değilsin derler. O, “Gatafan ve Kureyş sizin gibi değiller, siz buralısınız, malınız mülkünüz, çocuk ve kadınlarınız burada. Bunları başka yere götüremezsiniz. Kureyş ve Gatafan Muhammed´le savaşmaya geldiler. Siz Muhammed aleyhine onlara yardım ediyorsunuz. Onların yurdu, malları, kadınları başka yerde. Onlar sizin gibi değiller. Onlar bir yağma bulsalar yaparlar. Başaramazlarsa çekip giderler, sizi Muhammed´le başbaşa bırakırlar. Bu durumda siz buradakilere güç yetiremezsiniz. Sakın onların eşrafından bir kısım rehineler istemeden savaşa katılmayın. Rehinler Muhammed´i bertaraf edinceye kadar mukatele etmeleri için elinizde bir garanti olur” der. Kureyzalılar: “İsabetli bir fikir” derler. Sonra oradan ayrılan Nu´aym Kureyş´e gelir Ebu Süfyân ve beraberindekilere: “Size olan sevgimi, Muhammed´e olan uzaklığımı biliyorsunuz. Kulağıma bir haber geldi, size bildirmeyi dostluk gereği bildim. Ancak kimseye söyleyip beni ifşa etmeyin” der. “Söz veriyoruz” derler. Nuaym devam eder: “Bilin ki, yahudiler Muhammed´le aralarındaki antlaşmayı bozmaktan pişman olmuşlar. Ona adam gönderip: “Biz yaptığmızdan pişman olduk. Gatafan ve Kureyş´ten bazı ileri gelenleri sana getirmemiz, boyunlarını vurman seni memnun eder, tekrar seninle beraber olmamıza yeter mi ” derler. Muhammed de “Evet” cevabını verir. Bu durumda yahudiler size adam gönderip rehin istemeye kalkarlarsa sakın onlara tek kişi vermeyin” der.
Nuaym (radıyallahu anh) sonra Gatafanlılara gelir: “Ey Gatafanlılar, ben sizdenim, aşiretimsiniz. İnsanların en sevgilisi bana sizsiniz. Öyle sanırım bana güvenir, sadakatımı itham etmezsiniz” der. Onlar da “Doğru söyledin. Sen nazarımızda müttehem değilsin” derler. Nuaym devamla:
“Benden duyduğunuzu söylemeyin” diyerek, o yönden de garanti alınca onlara da Kureyşlilere söylediğini aynen tekrar eder, aynı endişelerle bunları da korkutur.
Allah´ın müslümanlara bir ikramı olarak, cumartesi akşamı, Ebu Süfyân ve Gatafan´ın ileri gelenleri, Benî Kureyza´ya Kureyş ve Gatafanlılar´dan mürekkep bir grubu İkrime İbnu Ebî Cehl başkanlığında gönderip: “Biz ikamet yerinde değiliz, (eyreti çadırlarda kalıyoruz), atlarımız ve develerimiz helak oldu. Savaşa siz de katılın da Muhammed´in işini bir an önce bitirelim” dedirtirler. Yahudiler de bunlara şu cevabı gönderirler: “Bugün cumartesidir. O günde biz hiçbir şey yapmayız. Zira bizden bir kavm cumartesi günü savaştığı için maymun ve hınzıra çevrildiler. Ayrıca siz, bize bir kısım adamarınızı, elimizde Muhammed´in işini bitirinceye kadar savaşacağınız hususunda garanti olacak rehineler vermedikçe Muhammed´e karşı savaşacak da değiliz. Biz, savaş sizi sıkıştırdığı takdirde bizi terkederek memleketinize çekip gideceğinizden korkuyoruz. Bu durumda bizim memleketimizde olan Muhammed´le biz başa çıkamayız.” Elçiler Kureyza´nın bu sözlerini getirince Kureyşliler ve Gatafanlar: “Nuaym´ın söyledikleri doğruymuş.” Kureyza´ya: “Size tek bir adamımızı bile rehin olarak göndermeyiz. Dilerseniz çıkın savaşın” haberini gönderin” derler. Bu haberi getiren elçi kendilerine ulaşınca Kureyzalılar: “Nuaym İbnu Mes´ud´un dediği doğruymuş, bunlar sadece savaş istiyorlar. Fırsat bulurlarsa yağmalayacaklar, bulamazlarsa memleketlerine çekip gidecekler. Siz memleketinizin adamı ile arada savaşa meydan vermeyin.” Kureyş ve Gatafan´a da “Vallahi bize rehineler göndermezseniz biz sizinle Muhammed´e karşı savaşmayız” cevabını gönderin” derler. Onlar bu teklifi kabul etmezler. Allah aralarını böylece açar.
Bir rivayette Ebu Süfyan:
“Demek ben maymun ve hınzırın kardeşlerinden yardım taleb ediyormuşum!” der, onlardan yüz çevirir.
Cenâb-ı Hakk cumartesi gecesi şiddetli bir fırtına gönderir, çadırlar, kaplarkaçaklar, eşyalar darmadağın olur.
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), onlardan haber getirmek üzere, casus olarak Huzeyfe İbnu´l-Yemân´ı gönderir. O gece namaza durur.
Ebu Süfyan adamlarına:
“Ey Kureyşliler, ikamet edilecek bir yerde değilsiniz. Otlar ve develer helak oldu. Sularımız kesildi. Benû Kureyza bizi terketti, gördüğünüz gibi rüzgâr da neler yaptı. Yola çıkın, ben hareket ediyorum!” der. Daha ayaklarının bağı çözülmeyen devesine atlar ve vurur. Deve üç ayağıyla sıçramaya başlayınca, farkına varılır ve çözülür.
Amr İbnu´l-Âs ve Hâlid İbnu Velid ansızın takibe uğrarlar, korkusuzca herkesin gitmesine kadar ikiyüz süvariyle geride kalırlar. Kureyş´in gittiğini işiten Gatafanlılar da yüklerini bağlayıp çekip giderler.
Huzeyfe dönerek bütün bu olup bitenleri Resulullah´a anlatır. İlaveten der ki: “Eğer Resulullah “Hiçbir hadise çıkarmadan gel” demeseydi yanımdakini öldürebilecektim.” Sabah olunca, karşıda kimsenin kalmadığı görülür.
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) herkesin evlerine dönmesini ilan eder. Herkes sevinçle, neşeyle koşarak dönüş yaparlar.
Savaş sırasında müslümanlardan birkaç kişi şehid düşer; kâfirlerden de birkaç kişi öldürülür.
Muhasara bazı rivayetlerde 15 gün, bazılarında 24 gün devam etmiştir.
Hendek savaşı münafıkların ve yahudilerin faaliyetlerine iyi bir zemin teşkil etmiş, onlar da ciddî bir imtihan vermişlerdir. Kritik anlarda, müslümanların morallerini bozmak için ellerinden geleni yapmışlardır.
Bazıları: “Muhammed bize Kisra ve Kayser´in hazinelerini yemeyi vaadediyordu. İşte bugün hiç birimiz helâya gitmede can emniyeti bulamıyoruz” der.
Bazıları: “Ey Allah´ın Resulü! evlerimiz düşmana karşı avrettir (emniyetsiz, korumasız) bize müsaade et de cepheden ayrılıp evlerimize dönelim…” der.
Ahzâb suresi, ismini bu savaştan alır ve birçok âyetinde Hendek savaşına temas eder: “Münafıklar ve kalblerinde hastalık olanlar: “Allah ve peygamberi bize sâdece kuru vaadlerde bulundular” diyorlardı. İçlerinden birtakımı: “Ey Medineliler: Tutunacak yeriniz yok, geri dönün” demişti. Onlardan bir cemaat de Peygamberden: “Evlerimiz avrettir (düşmana açık) diyerek izin istemişlerdi. Oysa evleri avret değildi, sadece kaçmak istiyorlardı.” (Ahzâb 12-13).
Aynı surede bir başka âyet, Hendek savaşı sırasında müslümanların çektiği sıkıntıyı da şöyle anlatır:
“Onlar size yukarınızdan ve aşağınızdan gelmişlerdi. Gözler de dönmüştü. Yürekler ağızlara gelmişti. Allah için çeşitli tahminlerde bulunuyordunuz. İşte orada inananlar denenmiş ve çok şiddetli sarsıntıya uğratılmışlardı.” (Ahzâb 10-11)
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), Kureyş´in artık bir daha hücum edemiyeceğini, bundan sonra hücum sırasının müslümanlara geldiğini söyler: نَغْزُومُمْ وََيغْزُونَنَا Bezzâr´ın rivayeti şöyle: “Onlar artık bir daha size saldırmayacak, ama siz onlara saldıracaksınız.” [77]
* ZÂTU´R-RİKA´ GAZVESİ
ـ4263 ـ1ـ عن أبي موسى رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]خَرَجْنَا مَعَ رَسُولُ اللّهِ # في غَزاةٍ وَنَحْنُ سِتَّةُ نَفَرٍ، بَيْنَنَا بَعِيرٌ نَعْتَقِبُهُ فَنَقِبَتْ أقْدَامُنَا وَنَقِبَتْ قَدَمَاي، وَسََقَطَتْ أظْفَارِي، فَكُنَّا نَلُفُّ عَلى أرْجُلِنَا الْخِرَقَ، فَسُمِّيَتْ غَزْوَةُ ذَاتِ الرِّقَاعِ لِمَا كُنَّا نَعْصِبُ مِنَ الْخِرَقِ عَلى أرْجُلِنَا[. أخرجه الشيخان.»اعْتِقَابُ الْمَرْكُوبِ« هو أن يركبه واحد بعد واحد.»وَنَقِبَ الْبَعِيرُ« بكسر القاف إذا رقت أخفافه، والمراد بهِ هُنَا تقرحت وسقطت .
1. (4263)- Ebu Musa (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile birlikte bir gazveye çıktık. Biz aramızda bir deve olan altı kişiydik, sırayla biniyoruk. Derken ayaklarımız delindi. Benim ayaklarım da delindi ve tırnaklarım düştü. ayaklarımıza bezler sarıyorduk. Böylece seferimiz, ayaklarımıza sardığımız parçalar sebebiyle Zatur´-Rikâ´ gazvesi diye isimlendi.” [Buhârî, Megâzî 31, (7, 325); Müslim, Cihad 149, (1816).][78]
AÇIKLAMA:
1- İbnu´l-Esir, bu seferi Hicretin dördüncü senesi hadiselerinden olarak kaydeder. Beni´n-Nâdir hadisesinden iki ay sonra cereyan eder. Sadedinde olduğumuz rivayet, gazveye Rikâ isminin verilişini, ayaklara sarılan parçalara bağlar. Rika´ yama, bez parçaları ma´nâsına gelir. Ancak, İbnu´l-Esir, Benî Muhâriblere karşı yapılan bu gazvede -mukâtele olmasa bile- karşılaşma hâdisesinin cereyan ettiği dağın siyahbeyaz, kırmızı renkler ihtiva etmesinden hâsıl olan alaca parçalı renkler sebebiyle bu ismi aldığını belirtir. Ancak, sancakların o seferde yamalı olmasından veya bir ağaçtan bu ismi aldığıda diğer ihtilaflardır. Nevevî, bu söylenenlerin hepsinin bu isimlemeye iştirak etmiş olabileceğini söyler.
2- Bu sefer sırasında, insanlar birbirlerinden korkacak şekilde umumî bir korku yaşanır ve bunun üzerine korku namazı nâzil olur.
3- İbnu Sa´d ve İbnu Hibbân, bu seferin Hicretin beşinci yılında olduğunu kaydederler.
4- Sefere iştirak eden ordunun miktarı da ihtilaflıdır: Farklı rivayetlere göre 400, 500, 700 ve hatta 800 kişidir.[79]
* BENÎ MÜSTALİK GAZVESİ
فَالَ البخارى رحمه اللّهُ هى غزوة المريسيع. قال ابن اسحق: وذلك سنة ست.
Buhârî merhum der ki: “Bu Mureysi´ gazvesidir.” İbnu İshâk der ki: “Bu altıncı senede cereyan etmiştir.”[80]
ـ4264 ـ1ـ عَنْ عَبْدِاللّهِ بْنِ عَون قال: ]كَتَبْتُ إلى نَافِعٍ رَحِمَهُ اللّهُ أسْألُهُ عَنِ الدُّعَاءِ قَبْلَ الْقِتَالِ. فَكَتَبَ إليَّ: إنَّمَا كَانَ ذلِكَ في أوَّلِ ا“سَْمِ، وَقَدْ أغَارَ # عَلى بَنِي الْمُصْطَلِقِ، وَهُمْ غَارُونَ، وَأنْعَامُهُمْ تَسْقَى عَلى الْمَاءِ فَقَتَلَ مُقَاتِلَتَهُمْ وَسَبَى ذَرَارِيَّهُمْ وَأصَابَ يَوْمَئِذٍ جُوَيْرَِيَةَ. حَدثني به عبداللّهِ بن عمر، وكان في ذلك الجيش[. أخرجه الشيخان.»الْمُريسيع« بالعين المهملة والمعجمة: ماء معروف بالحجاز.ومعنى »غَارُّونَ« أي غافلون. والغرة: الغفلة .
1. (4264)- Abdullah İbnu Avn anlatıyor: “Nâfi rahimehullah´a kıtâlden önce (yapılan İslam´a) davet hakkında sormak üzere yazmıştım. Bana şöyle yazdı: “Bu, İslam´ın evvelinde idi. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Benî Müstâlik´e (önceden haber vermeden âni) baskın yaptı. Onlar (bu sırada) gâfil haldeydi, hayvanları su kenarında sulanıyorlardı. Mukâtillerini öldürdü, çocuklarını ve kadınlarını esir aldı. O gün Cüveyriye´yi de ele geçirmişti.” [Buhârî, Itk 13, Müslim Cihad 1, (1730); Ebu Dâvud, Cihâd 100, (2633).][81]
AÇIKLAMA:
Benî Müstalik Gazvesi, hicretin altıncı yılı Şa´ban ayında cereyan etmiştir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Benî Müstalik´in müslümanlar aleyhine sefer tertiplemek üzere hazırlık yaptıklarını istihbâr eder. Resulullah bu haberi alır almaz yola çıkar ve Kudeyd bölgesinde Müreysi´ denen bir suyun başında onları gafil yakalar ve âni baskın yapar. Arada cereyan eden kısa bir mükâteleden sonra mağlub edilirler. Bu sırada bir müslüman, müslümanlar tarafından yanlışlıkla öldürülür.
Resulullah çok sayıda esir ele geçirir ve müslümanlara taksim eder. Cüveyriye de bunlar arasındadır, Benî Müstalik´in şefi el-Hâris İbnu Dırâr´ın kızıdır. Kız Sâbit İbnu Kays´ın hissesine düşer, ancak mükâtebe yaparak hürriyetini satın alır. Resulullah´tan kitâbetinin ödenmesi için yardım ister. Aleyhissalâtu vesselâm: “Bundan daha hayırlı bir şeye ne dersin ” diye sorar.
“Bu da nedir ey Allah´ın Resulü ” deyince: “Senin kitabetini öder, seninle evlenirim!” der. Cüveyriye (radıyallahu anhâ) kabul eder.
Halk bu haberi duyunca, herkes esirlerini “Resulullah´ın sıhr´i (akrabası)” diye âzad eder. Bu suretle hürriyete kavuşanlar yüz aileyi geçer. Kavmine, bundan fazla hayrı dokunan kadın çıkmaz denmiştir.
Bu sefer sırasında mezkur suyun başında müslümanlar arasında su alma esnasında bir hadise çıkar: Hz. Ömer´in Benî Gıfâr´dan Cehcâh adında bir ücretlisi ile Hazreç´ten Benî Avf´ın halifi olan Sinân el-Cühenî aynı anda suya gelirler. Çıkan bir ihtilafı büyüterek kavgaya tutuşurlar. Cühenî “Ey Ensâriler! diye yardım ister, Cehcâh da: “Ey Muhacirler!” diye yardım ister. Bu hadiseyi istismar etmek isteyen Abdullah İbnu Übeyy öfkelenir. Etrafında adamlarından bir grup ve bu meyanda genç yaşta olan Zeyd İbnu Erkam da yanındadır. “Bunu yaptılar ha! yaparlar, çünkü memleketimizde çoğaldılar! Allah´a yemin olsun” “Medine´ye döndük mü aziz olanlar oradan zelil olanları çıkaracak” (Münafikûn 8) der. Sonra adamlarına yönelip: “Bunu kendinize siz yaptınız. Memleketinizi bunlara helâl kıldınız. Mallarınızı onlara dağıtıverdiniz. Allah´a yemin olsun, elinizdekini onlara vermezseniz, onlar sizin memleketinizden başka bir yere giderler” der.
Bu sözleri işiten Zeyd, Resulullah´a gidip haber verir. Bu esnada Aleyhissalâtu vesselâm´ın yanında bulunan Hz. Ömer (radıyallahu anh):
“Ey Allah´ın Resûlü! Abbâd İbnu Bişr´e emret şu herifi gebertsin!” der. Resulullah:
“Olur mu, Muhammed arkadaşlarını öldürtüyor dedirtir miyim!” diyerek reddeder.
Ve orduya hareket emri verir. Resulullah hiç âdeti olmayan bir saatte, halkın içinde, bulundukları hâlet-i ruhiyeyi kırmak için, yola koyulurlar.
O sırada (Ensar´ın ileri gelenlerinden) Üseyd İbnu Hudayr uğrayıp: “Ya Resûlullah hiç yolculuk yapmadığın bir saatte yola çıktın” der.
“Abdullah İbnu Übeyy´in söylediği, kulağına gelmedi mi ”
“Ne demiş ey Allah´ın Resûlü ”
“Zannediyor ki Medine´ye varınca aziz olan, oradan zelil olanı çıkaracakmış.”
“Vallahi, istersen sen onu çıkar. Zira sen azizsin o zelildir!” der ve sonra ilave eder.
“Ey Allah´ın Resulü! sen ona merhamet et. Vallahi Allah sana lutfetti. Kavmi ona giydirmek üzere taç hazırlamıştı. Sen gelince bu iş kaldı. Bu sebeple o seni saltanatına engel görüyor!”
Abdullah İbnu Übeyy, söylediği sözleri Zeyd İbnu Erkam´ın Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a götürdüğünü işitince, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a gelir ve “Böyle bir şey söylemedim” diye Allah´a yemin eder. Abdullah kavmi içerisinde itibarlı biriydi. Adamları: “Ey Allah´ın Resûlü! Zeyd hata yapmış olabilir!” derler. [Resulullah Zeyd´i çağırıp azarlar.] Fakat az sonra gelen vahiy Zeyd´i doğrular (Münafıkûn 1).
Bu hadiseler münafık Abdullah İbnu Übeyy´in oğlu -ki samimi bir müslümandır- Abdullah´a ulaşır. Hemen Aleyhissalâtu vesselâm´a gelerek:
“İşittim ki babamı öldürmek istiyormuşsunuz. Böyle bir kararınız varsa, bana emredin, kellesini size ben getireyim. Korkarım, bir başkasına emredersiniz de onun halkın arasında dolaşmasını seyretmeye nefsim tahammül edemez öldürüveririm. Böylece bir kâfir için bir mü´mini öldürerek cehennemlik olurum!” der. Resulullah şu cevabı verir:
“Bizimle olduğu müddetçe biz ona merhamet edeceğiz, sohbetini güzel kılacağız!”
Bundan sonra her ne vakit bir hadise çıkaracak olsa, adamları onu kınıyor, sert davranıyor ve tehdit ediyordu.[82]
* ENMÂR GAZVESİ
ـ4265 ـ1ـ عن جابر رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]رَأيْتُ رَسولَ اللّهِ #
فِي غَزْوَةِ أنْمَارٍ يُصَلِّي عَلى رَاحِلَتِهِ مُتَوَجِّهاً قِبَلَ الْمَشْرِقِ مُتَطَوِّعاً[. أخرجه البخاري .
1. (4265)- Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ı Enmâr Gazvesi´nde bineğinin üzerine doğuya müteveccih olarak nafile namaz kılarken gördüm.” [Buhârî, Megâzî 33, Salât 31, Taksiru´s-Salât 7, 9.][83]
AÇIKLAMA:
Vâkidî, bu Gazve´nin sebebi ile, önceki zikrettiğimiz Benî Müstalik gazvesinin sebebini bir zikreder. Zira, Medine´ye gelen bir bedevînin Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a: “Benî Sâlebe ve Benî Enmâr´dan sizin aleyhinize toplanmakta olan insanlar gördüm. Siz onlardan gafilsiniz” haberini getirmesi üzerine âniden sefer kararı verir ve dörtyüz -yediyüz vs. de denilmiştir- kişi ile yola çıkar. Aynî: “Bu rivayete göre Benî Enmâr Gazvesi ile Benî Muhârib ve Sâlebe Gazvesi -ki buna Zâtu´r-Rikâ´ gazvesi denmiştir- birdir” der.
Enmâr, Becîle kabilesinin bir koludur.[84]
* HUDEYBİYE GAZVESİ[85]
ـ4266 ـ1ـ عن عروة بن الزبير عن المسور بن مخرمة ومروان يصدّق كل واحد منهما حديث صاحبه قا: ]خَرَجَ رَسُولُ اللّهِ # عَامَ الْحُدَيْبِيَةِ حَتّى إذَا كَانُوا بِبَعْضِ الطَّرِيقِ قَالَ #: إنَّ خَالِدَ بْنَ الْوَلِيدِ بِالْغَمِيمِ فِي خَيْلٍ لِقُرَيْشٍ طَلِيعَةَ، فَخُذُوا ذَاتَ الْيَمِينِ فَواللّهِ مَا شَعَرَ بِهِمْ خَالِدٌ. حَتّى إذَا هُمْ بِقَتْرَةِ الْجَيْشِ فَانْطَلَقَ يَرْكُضُ نَذيراً لِقُرَيْشٍ وَسَارَ النَّبِيُّ #، حَتّى إذَا كَانَ بِالثَّنِيَّةِ الَّتِي يَهْبَطُ عَلَيْهِمْ مِنْهَا بَرَكَتْ بِهِ رَاحِلَتُهُ. فَقَالَ النَّاسُ حَلْ حَلْ فَألْحَتْ فَقَالُوا: خَ‘َتِ الْقَصْوَاءُ خَ‘َتِ فقَالَ #: مَا خَ‘تِ الْقَصْوَاءُ، وَمَا ذَاكَ لَهَا بِخُلُقٍ. وَلكِنْ حَبَسَهَا حَابِسُ الْفِيلِ. ثُمَّ قَالَ: وَالَّذِى نَفْسِى بيَدِهِ
َ يَسْألُونِي خِطَّةً يُعَظِّمُونَ فِيهَا حُرُمَاتِ اللّهِ إَّ اعْطَيْتُهُمْ إيَّاهَا. ثُمَّ زَجَرَهَا فَوَثَبَتْ. قَالَ: فَعَدلَ عَنْهُمْ حَتّى نَزَلَ بِأقْصى الْحُدَيْبِيَةِ عَلى ثَمَدٍ قَلِيل الْمَاءِ، يَتَبَرَّضُهُ النَّاسُ تَبَرُّضاً. فَلَمْ يُلْبِثْهُ النَّاسُ حَتّى نَزَحُوهُ وُشُكِيَ إلى رسُولِ اللّهِ # الْعَطَشُ فَانْتَزَعَ سَهْماً مِنْ كِنَانَتِهِ. ثُمَّ امَرَهُمْ أنْ يَجْعَلُوهُ فِيهِ. فَوَاللّهِ مَا زَالَ يُجِيشُ لَهُمْ بِالرَّيِّ حَتّى صَدَرُوا عَنْهُ. فَبَيْنَمَا هُمْ كَذلِكَ إذْ جَاءَ بُدَيْلُ بْنُ وَرْقَاءَ الخُزَاعِيُّ في نَفَرٍ مَنْ قَوْمِه، وَكَانَ عَيْبَةَ نُصْحِ رسولِ اللّهِ # مِنْ أهْلِ تُهَامَةَ. فَقَالَ: إنِّي تَرَكْتُ كَعْبَ بْنَ لُؤَيٍّ وَعَامِرَ ابْنَ لُؤَيٍّ نَزَلُوا أعْدَادَ مِيَاهِ الْحُدَيْبِيَةِ، مَعَهُمُ الْعُوذُ الْمَطَافيلُ وَهُمْ مُقَاتِلُوكَ وَصَادُوكَ عَنِ الْبَيْتِ. فَقالَ #: إنَّا لَمْ نَجِئْ لِقِتَالِ أحَدٍ، وَلَكِنَّا جَئْنَا مُعْتَمِرِينَ. وَإنَّ قُرَيْشاً قَدْ نَهِكَتْهُمْ الْحَرْبُ وَأضرَّتْ بِهِمْ. فإنْ شَاءُوا مَادَدْتُهُمْ مُدَّةً وَيُخَلُّوا بَيْنِي وَبَيْنَ النَّاسِ. فإنْ إُظْهَرْ، فإنْ شَاءُوا أنْ يَدْخَلُوا فِيمَا دَخَلَ فِيهِ النَّاسُ فَعَلوا، وإَّ فَقَدْ جَمُّوا، وإنْ هُمْ أبَوْا فَوَالَّذِى نَفْسِى بِيَدِهِ َ قَاتِلَنَّهُمْ عَلى أمْرِي هذَا حَتّى تَنْفَرِدَ سَالِفَتِي، وَلْيُنْفِذَنَّ اللّهُ أمْرَهُ، فقَالَ بُدَيْلٌ: سَأُبَلِّغُهُمْ مَا تَقُولُ. فَانْطَلَقَ حَتّى أتى قُرَيْشاً. فقَالَ: إنَّا قَدْ جَئْنَاكُمْ مِنْ هذَا الرَّجُلِ، وَقَدْ سَمِعْنَاهُ يَقُولُ قَوًْ، فإنْ شِئْتُمْ أنْ نَعْرِضَهُ عَلَيْكُمْ فَعَلْنَاهُ. فقَالَ سُفَهَاؤُهُمْ: َ حَاجَةَ لَنَا أنْ تُخْبِرَنَا عَنْهُ بِشَىْءٍ. وقالَ ذَوُو الرَّأىِ مِنْهُمْ: هَاتِ مَا سِمِعْتَهُ يَقولُ، قَالَ: سَمِعْتُهُ يَقُولُ كَذَا وَكَذا، فَحَدَّثَهُمْ بِمَا قَالَ النَّبِيُّ #. فقَامَ عُرْوَةُ بْنُ مسْعُودٍ فقَالَ: أي قَوْمِ، ألَسْتُمْ بِالْوَالدِ؟ قَالُوا: بَلى. قَالَ: أوَلَسْتُ بِالْوَلَدِ؟
قَالُوا بَلى قَالَ: فَهَلْ تَتَّهِمُونِي؟ قَالُوا: َ. قَالَ: ألَسْتُمْ تَعْلَمُونَ أنِي اسْتَنْفَرْتُ أهْلَ عُكَاظَ فَلَمَّا بَلَّحُوا عَليَّ جِئْتُكُمْ بِأهْلِي وَوَلَدِي وَمَنْ أطَاعَنِي؟ قَالُوا: بَلى. قَالَ: فإنَّ هذَا قَدْ عَرضَ عَلَيْكُمْ خِطّةَ رُشْدٍ، اقْبَلُوهَا وَدَعُونِي آتِهِ. فَقالُوا: اَئِتِهِ. فَأتَاهُ فَجَعَلَ يُكَلِّمُ النَّبِيِّ #. فَقَالَ النَّبِيُّ #: نَحْواً مِنْ قَوْلَِهِ لِبُدَيْلٍ فَقَالَ عُرْوَةُ عَنْدَ ذلكَ: أيْ مُحَمَّدُ، أرَأيْتَ إنْ اسْتَأصَلْتَ امْرَ قَوْمِكَ، هَلْ سَمِعْتَ بِأحَدٍ مِنَ الْعَرَبِ اجْتَاحَ قَوْمَهُ قَبْلَكَ؟ وَإنْ تَكُنِ ا‘خَرى، فَإنِّى وَاللّهِ َ أرى وُجُوهاً، وإنِّي ‘رَى أوْ شَاباً مِنَ النَّاسِ خَلِيقاً أنْ يَفِرُّوا وَيَدعُوكَ. فَقَالَ لَهُ أبُو بَكْرٍ: امْصُصْ بَظْر الَّتِ. أنَحْنُ نَفِرُّ عَنْهُ وَنَدَعُهُ. فقَالَ: مَنْ ذَا؟ قِيلَ: أبُو بَكْرٍ. فقَال: أمَا وَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ لَوَْ يَدٌ كَانَتْ لَكَ عِنْدِى، وَلَمْ أجْزِكَ بِهَا ‘جَبْتُكَ. قَالَ: وَجَعلَ يُكَلِّمُ النّبِىَّ #، فَكُلَّمَا كَلَّمَهُ أخَذَ بِلِحْيَتِهِ. وَالْمُغِيرَةُ بْنُ شُعْبَةَ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قَائِمٌ عَلى رَأسِ النَّبِيّ #، وَمَعَهُ السَّيْفُ وَعَلَيْهِ المِغْفَرُ. فَكُلَّمَا أهْوَى عُرْوَةُ بِيَدِهِ إلى لِحْيَةِ رسُول اللّهِ # ضَرَبَ يَدَهُ بِنَعْلِ السَّيْفِ. وَقَالَ لَهُ: أخِّرْ يَدَكَ عَنْ لِحْيَةِ رسولِ اللّهِ #. فَرَفَعَ عُرْوَةُ رَأسَهُ. فَقَالَ: مَنْ هَذا؟ قَالُوا: المُغِيرَةُ بْنُ شُعْبَةَ. فقَالَ: أيْ غُدَرُ، ألَسْتُ أسْعَى فِي غَدْرَتِكَ؟ وَكَانَ الْمُغِيرَةُ بْنُ شُعْبَةَ صَحِبَ قَوْماً فِي الْجَاهِلِيَّةِ فَقَتَلَهُمْ وَأخَذَ أمْوَالَهُمْ ثُمَّ جَاءَ فَأسْلَمَ. فَقَالَ
#: أمَّا ا“سَْمُ فَأقْبَلُ. وَأمَّا الْمَالُ فَلَسْتُ مِنْهُ فِى شَىْءٍ. ثُمَّ إنَّ عُرْوَةَ جَعَلَ يَرْمُقُ أصْحَابَ النّبيِّ # بِعَيْنَيْهِ. قَالَ: فَوَاللّهِ مَا يَتَنَخَّمُ رسُولُ اللّهِ # نَخَامَةً إَّ وَقَعَتْ فِى كَفِّ رَجُلٍ مِنْهُمْ فَدَلكَ بِهَا وَجْهَهُ وَجِلْدَهُ، وإذَا أمَرَهُمْ اِبْتَدَرُوا أمَرَهُ، وَإذَا تَوضَّأ كَادُوا يَقْتَتِلُونَ عَلى وضُوئِهِ، وَإذَا تَكَلَّمُوا خَفَضُوا أصْوَاتَهُمْ عِنْدَهُ، وَمَا يُحِدُّونَ النَّظَرَ إلَيْهِ تَعْظِيماً لَهُ. فَرَجَعَ عُرْوَةُ إلى أصْحَابِهِ فَقَالَ: أيْ قَوْمٍ، واللّهِ لَقَدْ وَفَدْتُ عَلى الْمُلُوكِ وَوَفَدْتُ عَلى كِسْرَى وَقَيْصَرَ وَالنّجَاشِيِّ، واللّهِ إنْ رَأيْتُ مَلِكاً قَطُّ يُعَظِّمُهُ أصْحَابُهُ مَا يُعَظِّمُ أصْحَابُ مُحَمَّدٍ مُحَمَّداً #، واللّهِ إنْ يَتَنَخّمْ نُخَامَةً إَّ وَقَعَتْ فِي كَفِّ رَجُلٍ مِنْهُمْ فَدلِكَ بِهَا وَجْهَهُ وَجِلْدَهُ. وَإذا أمَرُهُمُ ابْتَدَرُوا أمْرَهُ، وَإذَا تَوَضَّأ كَادُوا يَقْتَتِلُونَ عَلى وُضُوئِهِ، وَإذَا تَكَلَّمُوا خَفَضُوا أصْوَاتَهُمْ عِنْدَهُ، وَمَا يُحِدُّونَ النَّظَرَ إلَيْهِ تَعْظِيماً لَهُ، وَإنَّهُ قَدْ عَرَضَ عَلَيْكُمْ خِطَّةَ رُشْدٍ فَاقْبَلُوهَا. فقَالَ رَجُلٌ مِنْ بَنِي كِنَانَةَ دَعُونِي آتِهِ. فَقَالُوا: ائْتِهِ. فَلَمَّا أشْرَفَ عَلى النَّبِيّ # وَأصْحَابِهِ. قَالَ #: هذَا فَُنٌ، وَهُوَ مِنْ قَوْمٍ يُعَظَّمُونَ الْبُدْنَ، فَابْعَثُوهَا لَهُ، وَاسْتَقْبَلَهُ النَّاسُ يُلَبُونَ. فَلَمَّا رَأى ذلِكَ قَالَ: سُبْحَانَ اللّهِ! مَا يَنْبَغِي لِهؤَُءِ أنْ يُصَدُّوا عَنِ الْبَيْتِ. فَلَمَّا رَجَعَ إلى أصْحَابِهِ قَالَ: رَأيْتُ الْبُدْنَ قَدْ قُلِّدَتْ وَأُشْعَرتْ، فَمَا أرَى أنْ يُصَدُّوا عَنِ الْبَيْتِ، فَقَامَ رَجُلٌ مِنْهُمْ يُقَالُ لَهُ مِكْرَزُ بْنُ حَفْص. فَقَالَ: دَعُونِي أتِهِ. فَقَالُوا: ائْتِهِ. فَلَمَّا أشْرَفَ عَلَيْهِمْ قَالَ #: هذَا مِكْرَزٌ، وَهُوَ رَجُلٌ فَاجِرٌ. فَجَعَلَ يُكَلِّمُ النَّبيَّ
# فَبَيْنَمَا هُوَ يُكَلِّمُهُ إذْ جَاءَ سُهَيْلُ بْنُ عَمْرٍو. فَقَالَ #: قَدْ سُهِّلَ لَكُمْ مِنْ أمْرِكُمْ، فَجَاءَ سُهَيْلُ بْنُ عُمْرِو فقَالَ لِلنّبيِّ #: هَاتِ اكْتُبْ بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْ كِتَاباً. فَدَعَا # بِالْكَاتِبِ. فقَالَ: اكْتُبْ بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيم فقَالَ سَهَيْلٌ: أمَّا الرَّحْمنُ فَوَاللّهِ مَا أدْرِي مَاهِيَ. وَلَكِنِ اكْتُبْ: بِاسْمِكَ اللَّهُمَّ، كَمَا كُنْتَ تَكْتُبُ. فقَالَ الْمُسْلِمُونَ: واللّهِ َ نَكْتُبُهَا إَّ بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ فَقَالَ #: اكْتُبْ بِإسْمِكَ اللَّهُمَّ. ثُمَّ قَالَ: هذَا مَا قَاضَى عَلَيْهِ رسولُ اللّهِ # فقَالَ سُهَيْلٌ: واللّهِ لَوْ كُنَّا نَعْلَمُ أنَّكَ رَسُولُ اللّهِ مَا صَدَدْنَاكَ عَنِ الْبَيْتِ وََ قَاتَلْنَاكَ وَلكِنِ اكْتُبْ مُحَمَّدُ بْنُ عَبْدِاللّهِ فقَالَ #: واللّهِ إنِّي لَرَسُولُ اللّهِ وَإنْ كَذَّبْتُمُونِي اكْتُبْ مُحَمَّدُ بْنُ عَبْدِ اللّهِ فَقََال #: عَلى أنْ تَخَلُّوا بَيْنَنَا وَبَيْنَ الْبَيْتِ فَنطُوفَ بِهِ. فقَالَ سُهَيْلٌ: وَاللّهِ َ تَتَحَدَّثُ الْعَرَبُ أنَا أُخِذْنَا ضَغْطَةً، وَلكِنْ ذلِكَ مِنَ الْعَامِ الْمُقْبِلِ. فَكَتَبَ. فقَالَ سُهَيْلٌ: وَعلى أنْ َ يَأتِيكَ مِنَّا رَجُلٌ، وَإنْ كَانَ عَلى دِينِكَ، إَّ رَدَدْتَهُ إلَيْنَا. قَالَ الْمُسْلِمُونَ: سُبْحَانَ اللّهِ! كَيْفَ يُرَدُّ إلى الْمُشْرِكِينَ، وَقَدْ جَاءَ مُسْلِماً؟ فَبَيْنَمَا هُمْ كَذلِكَ إذْ جَاءَ أبُو جَنْدَلِ بْنِ سُهَيْلِ بْنِ عُمْرٍو يَرْسُفُ فِي قُيُودِهِ. وَقَدْ خَرَجَ مِنْ اَسْفَلِ مَكَّةَ، حَتّى رَمَى نَفْسُهُ بَيْنَ أظْهُرِ الْمُسْلِمِينَ. فقَالَ سُهَيْلٌ: يَا مُحَمَّدُ، هذَا أوَّلُ مَا أُقَاضِيكَ عَلَيْهِ أنْ تَرُدَّهُ إليَّ. فقَالَ #: إنَّا لَمْ نَقْضِ الْكِتَابَ بَعْدُ. قَالَ: فَوَاللّهِ
إذَا َ أُصَالِحَكَ عَلى شَىْءٍ أبداً. قَالَ #: فَأجِزْهُ لِي قَال: مَا أنَا بِمُجِيزٍ ذلِكَ لَكَ. قَالَ: بَلى فَافْعَلْ قَالَ: مَا أنَا بِفَاعِلٍ. قَالَ: بِكْرِزُ بْنُ حَفْصٍ: بَلى، قَدْ أجَزْنَاهُ لَكَ. قَالَ: أبُو جَنْدَلِ رَضِيَ اللّهُ عَنْه: أيْ مَعْشَرَ الْمُسْلِمِينَ، أُردُّ إلى الْمُشْرِكِينَ وَقَدْ جِئْتُ مُسْلِماً أَ تَرَوْنَ مَا قَدْ لَقِيتُ؟ وَكَانَ قَدْ عُذِّبَ عَذَاباً شَديداً في اللّهِ. فقَالَ عُمَرُ بْنُ الْخَطَّابِ رَضِيَ اللّهُ عَنْه. فَأتَيْتُ نَبِيَّ اللّهِ ألَسْتَ نَبِيَّ اللّهِ حَقّاً؟ قَالَ: بَلى. قُلْتُ: ألَسْنَا عَلى الْحَقِّ وَعَدُوُّنَا عَلى الْبَاطِلِ؟ قَالَ: بَلى. قُلْتُ فَلِمَ نُعْطى الدَّنِيَّةَ فِي دِينِنَا إذَنْ؟ قَالَ: إنِّي رَسُولُ اللّهِ، وَلَسْتُ أعْصِيهِ، وَهُوَ نَاصِرِي. قُلْتُ: أَوَلَيْسَ كُنْتَ تُحَدِّثُنَا أنَا سَنَأتِي الْبَيْتَ وَنَطُوفُ بِهِ؟ قَالَ: بَلى. أفَأخْبَرْتُكَ أنَّكَ تَأتِيهِ الْعَامَ؟ قُلْتُ: َ. قَالَ فَإنَّكَ آتِيهِ وَمُطَوَّفٌ بِهِ. قَالَ: فَأتَيْتُ أبَا بَكْرِ رَضِيَ اللّهُ عَنْه. فَقُلْتُ: يَا أبَا بَكْرٍ، ألَيْسَ هذَا نَبِيَّ اللّهِ حَقّاً؟ قَالَ: بَلى. قُلْتُ: ألَسْنَا عَلى الْحَقِّ وَعَدُوُّنَا عَلى الْبَاطلِ؟ قَالَ: بَلى قُلْتُ فَلَمْ نُعْطى الدَّنِيَّةَ فِي دِينِنَا إذَنْ؟ فَقَالَ: أُيُّهَا الرَّجُلُ إنَّهُ رَسُولُ اللّهِ وَلَنْ يَعْصِىَ رَبَّهُ، وَهُوَ نَاصِرُهُ. فَاسْتَمْسِكْ بِغَرْزِهِ. فَوَاللّهِ إنَّهُ عَلى الْحَقِّ فَقُلْتُ: ألَيْسَ كَانَ يُحَدِّثُنَا أنَّا سَنَأتِي الْبَيْتَ وَنَطُوفُ بِهِ؟ قَالَ: بَلى فَأخْبَرَكَ أنّكَ تَأتِيهِ الْعَامَ؟ قُلْتُ: َ قَالَ: فَإنَّكَ آتِيهِ وَمَطُوفٌ بِهِ. قَالَ عُمَرُ: فَعَمِلْتُ لذلِكَ أعْمَاً. فَلَمَّا فَرَغَ مِنْ قَضِيَّةِ
الْكِتَابِ. قَالَ # ‘صْحَابِهِ رَضِيَ اللّهُ عَنْهم: قُومُوا فَانْحَرُوا ثُمَّ احْلِقُوا. قَالَ: فَوَاللّهِ مَا قَامَ مِنْهُمْ رَجُلٌ، حَتّى قَالَ ذلِكَ ثََثَ مَرَّاتٍ. فَلَمَّا لَمْ يَقُمْ مِنْهُمْ أحَدٌ دَخَلَ عَلى أُمِّ سَلَمَةَ رَضِيَ اللّهُ عَنْها فَذَكَر لَهَا مَالَقِيَ مِنَ النَّاس. فَقَالَتْ: يَا نَبِيَّ للّهِ، أتُحِبُّ ذلِكَ؟ أُخْرُجْ وََ تُكَلِّمْ مِنْهُمْ أحَداً حَتّى تَنْحَرَ بُدْنَكَ وَتَدْعُوَ حَالِقَكَ فَيَحْلِقَكَ. فَخَرَجَ فَلَمْ يُكَلِّمْ أحَداً مِنْهُمْ حَتّى فَعَلَ ذلِكَ: نَحَرَ بُدْنَهُ وَدَعَا حَالِقَهُ فَحَلَقَهُ. فَلَمَّا رَأوْا ذلِكَ قَامُوا فَنَحَرُوا، وَجَعَلَ بَعْضُهُمْ يَحْلِقُ بَعْضاً، حَتّى كَادَ بَعْضُهُمْ يَقْتُلُ بَعْضاً غَمَا ثُمَّ جَاءَتْ نِسْوَةٌ مُؤْمِنَاتٌ فَأنْزَلَ اللّهُ تَعالى: يَا أيُّهَا الذَّينَ آمَنُوا إذَا جَاءَكُمُ الْمُؤْمِنَاتُ مُهَاجِرَاتٍ فَامْتَحِنُوهُنَّ. حَتّى بَلَغَ: بِعِصَمِ الْكَوَافِرِ. فَطَلّقَ عُمَرُ رَضِيَ اللّهُ عَنْه يَوْمَئِذٍ امْرَأتَيْنِ كَانَتَا لَهُ في الْجَاهِلِيَّةِ. فَتَزَوَّجَ إحْدَاهُمَا مُعَاوِيَةُ بْنُ أبِى سُفْيَانَ. وَا‘خْرَى صَفْوَانُ بْنُ أُمَيَّةَ. ثُمَّ رَجَعَ # إلى الْمَدِينَةِ فَجَاءَ أبُو بُصَيْرٍ رَجُلٌ مِنْ قُرَيْشٍ وَهُوَ مُسْلِمٌ فَأرْسَلُوا فى طَلَبِهِ رَجُلَيْنِ وَقَالُوا: الْعَهْدَ الَّذِى جَعَلْتَ لَنَا فَدَفَعَهُ إلى الرَّجُلَيْنِ. فَخَرَجَا بِهِ حَتّى بَلَغَا ذَا الْحُلَيْفَةِ. فَنَزَلُوا يَأكُلُونَ مِنْ تَمْرٍ لَهُمْ. فَقَالَ أبُو بُصَيْرٍ ‘حَدِ الرَّجُلَيْنِ: واللّهِ إنِّي ‘رَى سَيْفَكَ هذَا يَا فَُنُ جَيِّداً فَاسْتَلَّهُ اŒخَرُ. فَقَالَ: أجَلْ، وَاللّهِ إنَّهُ لَجَيِّدٌ. لَقَدْ جَرَّبْتُ بِهِ ثُمَّ جَرَّبْتُ. فَقَالَ أبُو بَصَيْرٍ: أرِنِى أنْظُرْ إلَيْهِ! فَأمْكَنَهُ، فَصَرَبَهُ بِهِ حَتّى بَرَدَ، وَفَرَّ اŒخَرُ حَتّى أتَى الْمَدِينَةَ، فَدَخَلَ الْمَسْجِدَ يَعْدُو فَقَالَ
# حِينَ رَآهُ: لَقَدْ رَأى هذَا ذُعْراً فَلَمَّا انْتَهى إلى النّبيِّ # قَالَ: قُتِلَ وَاللّهِ صَاحِبي، وَإنِّي لَمَقْتُولٌ. فجَاءَ أبُو بُصَيْرٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه. فَقَالَ: يَا نَبِيَّ اللّهِ قَدْ أوْفَى اللّهُ ذِمَّتَكَ قَدْ رَدَدْتَنِي إلَيْهِمْ ثُمَّ أنْجَانِي اللّهُ مِنْهُمْ. فقَالَ #: وَيْلٌ أُمِّهِ مِسْعَرُ حَرْبٍ لَوْ كَانَ لَهُ أَحَدٌ. فَلَمَّا سَمِعَ ذلِكَ عَرَفَ أنَّهُ سَيَرُدَّهُ إلَيْهِمْ. فَخَرَجَ حَتّى أتى سِيفَ الْبَحْرِ. قالَ: وَتَفَلّتَ مِنْهُمْ أبُو جَنْدَلِ بْنُ سُهَيْلٍ فَلَحَقَ بِأبِى بُصَيْرٍ، فَجَعَلَ َ يَخْرُجُ مِنْ قُرَيْشٍ رَجُلٌ قَدْ أسْلَمَ إَّ لَحِقَ بِأبِي بُصَيْرٍ، حَتَّى اجْتَمَعَتْ عِنْدَهُ عِصَابَةٌ. فَوَاللّهِ مَا يَسْمَعُونَ بِعيرٍ لِقُرَيْشٍ خَرَجَتْ إلى الشَّامِ إَّ تَعَرَضُّوا لَهَا فَقَتَلُوهُمْ وَأخَذُوا أمْوَالَهُمْ. فَارْسَلَتْ قُرَيْشٌ إلى النَّبِيِّ # تُنَاشِدُهُ اللّهُ تَعالى وَالرَّحِمَ لَمَّا أرْسَلَ إلَيْهِمْ، فَمَنْ أتَاهُ مِنْهُمْ فَهُوَ آمِنٌ فَاَرْسَلَ إلَيْهِمْ. فَأنْزَلَ اللّهُ تَعالى: وَهُوَ الَّذِى كَفَّ أيْدِيَهُمْ عَنْكُمْ وَأيْدِيَكُمْ عَنْهُمْ بِبَطْنِ مَكَّةَ مِنْ بَعْدِ أنْ أظْفرَكُمْ عَلَيْهِمْ. حَتَّى بَلَغَ حَمِيَّةَ الْجَاهِلِيَّةِ، وَكَانَتْ حَمِيّتُهُمْ أنَّهُمْ لَمْ يُقِرُّوا أنَّهُ نَبِيٌّ، وَلَمْ يُقِرُّوا بِبسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ، وَحَالُوا بَيْنَهُ وَبَيْنَ الْبَيْتِ[. أخرجه البخاري وأبو داود.»قَتَرَة الْجَيْشِ« الغبار الساطع و تكون القترة إ مع سواد في اللون.و»الثَّنِيةُ« الطريق المرتفع في الجبل.و»القَصواءُ« اسم ناقة النبي #، لقبت بذلك ولم تكن مشقوقة ا‘ذن.و»حَلّ« كلمة زجر للناقة.و»ألحّتْ« حرفت.و»حَابسُ الفيلِ« هو اللّه، والفيل فيل أبرهه الذي قصد به البيت ليخر به فحبسه اللّه عنه.
»الخُطْةُ« الحالة والقضية والطريقة.و»حُرُمَاتُ اللّهِ« جمع حرمة، والمراد هنا حرمة الحرم، وحرمة ا“حرام، وحرمة الشهر الحرام.و»الثَّمَدُ« الماء القليل الذي مادة له.و»التّبَرُّضُ« أخذ الشئ قليً قليً.و»جَاشَتِ الْبِئْر بالماء« ارتفعت وفاضت.و»الرِّىُّ« ضد العطش.و»الصَّدَرُ« الرجوع بعد الورود.و»عَيْبَةُ نصحِ رسولِ اللّهِ #« أي موضع نصحه وسره وثقته في ذلك.و»المَاءُ العَدّ« الكثير الذي انقطاع لمادته كماء العيون، وجمعه أعداد.و»العُوذُ« جمع عائذ وهي الناقة إذا وضعت الى أن يقوى ولدها.و»المَطَافِيلُ« جمع مطفل وهي الناقة التي معها فصيلها، واستعار ذلك للناس أراد به النساء والصبيان.و»نَهِكَتْهُمْ الحربُ« أضرَّتْ بهم وأثرت فيهم.و»مَادَدتُهُمْ« أي جعلت بَيْنِي وبينهم مادة.و»جَمُّوا« أي استراحوا.و»السَّالفةُ« صفحة العنق. وانفرادها كناية عن الموت.و»بَلّحوا« امتنعوا عليّ وتقاعدوا بي.و»عَرضَ عَلَيْكُمْ خُطَةَ رُشْدٍ« أي طلب منكم طريقاً واضحاً في الهدى واستقامة.
»اِجْتِيَاحُ« استئصال.و»ا‘وباشُ وا‘وشَابُ« ا‘خط من الناس والرعاع.و»خَلِيقاً« أي جديراً.و»الَّتُ« صنم كانوا يعبدونه.و»البَظْرُ« ما تقطعه الخافضة من الهِنة التي في فرج المرأة. كان هذا شتماً لهم يدور في ألسنتهم.و»غُدَرُ« معدول عن غادر وهو بناء للمبالغة.و»النُّخَامَةُ« البصقة من أقصى الحلق.و»الوَضُوءُ« بفتح الواو، وهو الماءُ الذي يُتَوضّأ به.و»مَا يُحَدُّونَ إلىه النَّظَرَ« أي ما يم‘ون أعينهم منه هيبة واستحياء منه.و»الفاجِرُ« المائل عن الحق المكذب به وكل انتصاب في شر فهو فجور.و»قَاضَاهُمْ« أي صالحهم.و»الضَّغطةُ« القهر والضيق.و»الرَّسْفُ« مشى المقيد في قيده.»فَأجِزْهُ لِى« بالزاد وبالراءِ. أى أجعله جائزاً غير ممنوع، أو فاجعله في حمايتى وحفظى.و»الدَّنيةُ« القضية التي يُرضى بها و.و»الغَرْز« لكور الناقة كالركاب لسرج الفرس إ أنه من جلد فإن كان من حديد أو خشب فهو ركاب.و»عِصَمِ الكَوافِر« جمع عصمة وهو ما يتمسك به؛ والكوافر جمع كافرة، والمراد بعصمها عقد نكاحها.
»وَيْلُ امِه« كلمة يتعجب بها.و»مِسْعَرَ حَربٍ« أي موقدها، والمسعر الخشب الذي يوقد به النار.
و»سِيفُ البَحْر« جانبه وساحله، واللّهُ أعلم .
1. (4266)- Urve İbnu Zübeyr, Misver İbnu Mahreme ve Mervan´dan almış. Misver ve Mervan her ikisi de birbirlerinin sözünü tasdik etmişlerdir. Derler ki:
“Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Hedeybiye senesinde Medine´ den çıktı. Yolda bir yerlere ulaşınca Aleyhissalâtu vesselâm:
“Hâlid İbnu´l-Velîd, Kureyş´e ait gözcülük yapan bir grup atlının başında olarak el-Gamîm´dedir, siz sağ tarafı takib edin!” dedi. Vallahi, Hâlid müslümanların varlığını sezemedi. Ne zaman ki müslüman askerlerin kaldırdığı toz bulutunu görünce, (müslümanların geldiğini) Kureyş´e haber vermek üzere hayvanını koşturarak gitti.
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) yoluna devam etti. Seniyye nâm mevkiye gelindi. Oradan (devam edildiği takdirde) Kureyşlilerin blunduğu yere inmek mümkündü. Ama devesi orada ıhıverdi. Halk:
“Kalk, kalk, yürü, yürü!” dedi ise, deve kalkmamakta ısrar etti. Halk bu sefer:
“(Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın devesi) Kasvâ çöküp kaldı, Kasvâ çöküp kaldı!” dediler. Bunun üzerine Aleyhissalâtu vesselâm:
“Hayır! Kasvâ çöküp kalmadı. Onun böyle bir huyu da yok. Ancak onu, “Fil´i (Mekke´ye girmekten alıkoyan) Zât” durdurmuştur!” buyurdu. Sonra ilave etti:
“Nefsimi kudret eliyle tutan o Zât´a yemin olsun, (Kureyş, Mekke´de) Allah´ın haram kıldığı şeyelri tazim sadedinde her ne taviz isterlerse onlara vereceğim!” Sonra deveyi zorladı, deve sıçrayıp kalktı. Râvi dedi ki: Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Kureyş tarafından saptı, suyu az olan Semed Kuyusunun yanına indi. Burası Hudeybiye mevkiinin en uç noktasında idi. (Mezkur kuyunun suyu azdı. Öyle ki) insanlar ondan suyu avuç avuç toplarlardı. Çok geçmeden suyu kurudu. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a susuzluktan şikayette bulundular. Aleyhissalâtu vesselâm sadağından bir ok çıkardı, onu kuyuya koymalarını söyledi. Allah´a yemin olsun çok geçmeden, su coşmaya başladı ve ashab oradan ayrılıncaya kadar onlara yetecek kadar akmaya devam etti.
Onlar bu halde iken Büdeyl İbnu Verka´ el-Huzâ´î[86] Huzâ´a kabilesinden bir grupla çıkageldi. Huzâ´alılar. (Mekke civarında tavattun etmiş bulunan) Tihâme kabileleri arasında Resulullah´ın sırdaşı ve dostu olagelmişlerdi. Dedi ki:
“Ben (Mekke´nin) Ka´b İbnu Lüeyy ve Âmir İbnu Lüeyy kabilelerini, bir çok Hudeybiye surlarının başına, beraberlerinde sütlü ve yavrulu develeri olduğu halde konaklıyorlar gördüm. Onlar seninle savaşacak, Beytullah´ı ziyaretine mâni olacak olmasınlar!
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) dedi ki:
“Biz kimseyle savaşa gelmedik. Biz sadece umre yapmaya geldik! Mamafih Harb Kureyş´in (iliğine işlemiş). Halbuki çok da zarar gördüler. Eğer onlar dilerse ben (onlarla sulh yapar) kendilerine müddet tanırım, onlar da benimle diğer insanların arasından çekilirler. Eğer ben öbürlerine galebe çalarsam, Kureyşliler de dilerlerse onlarla yapacağım sulha (kendi rızalarıyla) girerler. Şayet ben galebe çalamazsam (Kureyşliler benimle savaşmak zahmetinden kurtulup) rahata ererler. Şurası da var ki, eğer Kureyşliler bu teklifime itiraz ederlerse, ruhumu elinde tutan Zât-ı Zülcelâl´e yemin olsun, bu davam için, ölünceye kadar onlarla savaşacağım. O zaman Allah, bana olan emrini (gerçekleştirme hussundaki vaadini mutlaka) yerine getirecektir.”
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın bu sözü üzerine Büdeyl:
“Senin bu sözlerini Kureyş´e mutlaka duyuracağım!” dedi ve gitti. Kureyşlilere gelince:
“Ben, size şu adamın yanından geliyorum. O´nun bazı sözlerini işittik. Eğer dilerseniz size söyleriz” dedi. Onların serseri takımı:
“Ondan herhangi bir haber söylemene ihtiyacımız yok!” dedi ise de aklı başında olanlar:
“Hele şu işittiğini söyle! dediler. Büdeyl:
“Ben Muhammed´in şöyle şöyle söylediğini işittim!” diyerek Aleyhissalâtu vesselâm´ın söylediklerini bir bir nakletti. Bunun üzerine Urve İbnu Mes´ud kalkıp:
“Ey kavm! Siz benim babam değil misiniz ” dedi. Hepsi:
“Evet!” dediler.
“Benim hakkımda bir (itimatsızlığınız) ithamınız var mı ” dedi.
“Hayır!” dediler.
“Biliyorsunuz ki ben Ukaz halkını toptan sizin yardımınıza çağırmış, onlar yanaşmayınca ailem, çocuklarım ve bana itaat edenlerle kendim gelmiştim değil mi ” diye sordu.
(Kureyşliler), hep bir ağızdan buna da “evet” deyince Urve (bu tasdikleri aldıktan sonra):
“Bu adam size uygun bir şey teklif ediyor. Onu kabul edin ve benim ona (anlaşmak üzere) gitmeme izin verin!” dedi. Kureyşliler:
“Pekala git!” dediler. Urve, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a geldi, Onunla konuştu. Aleyhissalâtu vesselâm Büdeyl´e söylediklerine yakın şeyler söyledi. Urve bu esnada:
“Ey Muhammed! Kavminin kökünü kazıdığını farzedelim, (eline ne geçecek). Senden önce, Araplar´dan kavmini toptan helâk eden birini işittin mi Durum aksi olursa (başınıza geleceği, Kureyş´in size neler yapacağını tahmin edebilirsin. Üstelik bu daha kavi bir ihtimal) zira ben, aranızda ileri gelenlerden bazı kimseler görüyorum, halktan toplanmış, seni terkedip kaçmaya mütemâyil kimseler de görüyorum” dedi. Hz. Ebu Bekr (radıyallahu anh) (onun bu sözüne dayanamayıp):
“(Halt etmişsin, git!) Lât putunun fercini yala![87] Demek biz Resulullah´ı terkedip yalnız bırakacakmışız ha!” diye (şiddetle çıkıştı). Urve:
“Bu da kim ” dedi. Kendisine onun Ebu Bekr olduğu söylendi. Urve: “Nefsimi elinde tutan Zâta yemin olsun! Eğer senin bende, henüz ödeyemediğim bir yardımın bulunmamış olsaydı ben sana (layık olduğun) cevabı verirdim” dedi. Ravi der ki: “Urve, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´la konuşmaya devam etti. Her konuşmasında (cahiliye âdeti üzere) Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın sakalından tutuyordu. Bu sırada Muğîre İbnu Şu´be, üzerinde miğfer, elinde kılıç Aleyhissalâtu vesselâm´ ın yanında ayakta (muhafız gibi) bekliyordu. Urve, tutmak üzere, elini Resulullah´ın sakalına her uzatışında, kılıncın demiriyle eline vuruyor:
“Elini Resulullah´ın sakalından çek!” diyordu. Urve, (bir ara) başını kaldırıp ona baktı.
“Bu da kim ” dedi. Kendisine:
“Bu Muğîre İbnu Şube´dir!” dendi. Bunun üzerine Urve:
“Ey zâlim! Ben hâlâ senin (geçmişteki) gadr ve ihânetini ödemekle meşgul değil miyim ” dedi. (Onu bu söze sevkeden şey şu idi): “Cahiliyede Muğîre İbnu Şu´be bir grup kimse ile yolculuk yapmış, yolda arkadaşlarını öldürüp mallarını almıştı. Sonra gelip müslüman olmuş, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) da: “Müslüman olmanı kabul ediyorum, ancak malları kabul etmiyorum, (bu ihanet malıdır)” demişti.[88]
Urve bu esnada göz ucuyla Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın Ashabını tedkikten geçiriyordu. (Bilahare gördüklerini şöyle anlatacaktır):
“Vallahi (öylesine hürmet hiç görmedim). Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) yere bir kerecik tükürmeye görsün, mutlaka onlardan bir adamın eline düşüyordu. Onu alıp yüzlerine, derilerine (teberrüken, bir tîyb gibi) sürüyorlardı. Bir şey söyleyecek olsa emrine hepsi birden koşuyordu. Abdest alacak olsa, abdest suyundan kapabilmek için nerdeyse (itişipkakışıp) kavga ediyorlardı. Konuşsalar onun yanında seslerini kısıyorlardı. Saygıları sebebiyle O´na dikkatle bakamıyorlardı bile.”
Urve arkadaşlarının yanına dönünce dedi ki:
“Ey kavm dinleyin! Vallahi ben muhtelif kıralların huzuruna çıktım. Kisrâ´nın, Kayser´in, Necâşî´nin yanlarına girdim. Vallahi, Muhammed´in ashabının, Muhammed´e gösterdiği saygıya, hiç bir kralın ashabında rastlamadım. Vallahi tükürecek olsa mutlaka onlardan birinin eline düşüyor, bunu alıp yüzlerine bedenlerine sürüyorlar. Bir şeye emretse hesi birden koşuşuyorlar. Abdest alsa, abdest suyu(ndan kapmak) için nerdeyse kavga ediyorlar. Konuşsalar, onun yanında seslerini kısıyorlar. Ona hürmeten dikkatle yüzüne bakmıyorlar. Bu adam size makul bir teklifte bulunuyor, onu kabul edin!”
Urve´nin bu açıklaması üzerine, Benî Kinâne´den bir adam:
“Beni bırakın, ona bir de ben gideyim!” dedi. Ona da müsaade ettiler, “git!” dediler. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ve ashabına yaklaşınca, Aleyhissalâtu vesselâm:
“İşte falan! Bu, hacc ve umre için ayrılan kurbanlık develere saygı gösteren bir kavimdendir. Kurbanlıklarınızı önüne salıverin görsün!” buyurdu. Ashab o zatı telbiyelerle karşıladı. Adam bu manzarayı görünce:
“Sübhanallah! Bu kimselere Beytullah´ın yolunu kapamak münasip düşmez!” dedi. Arkadaşlarının yanına dönünce:
“Ben kurbanlık develer gördüm, takıları boyunlarına takılmış, gerekli işâretler vurulmuş, onlara Beytullah´ı yasaklamayı uygun görmüyorum!” dedi. Onun kavminden Mikrez İbnu Hafs denen bir zat kalkıp:
“Bırakın, bir de ben gideyim! dedi. Ona da müsaade edip “git!” dediler.
Müslümanlara yaklaşınca, Aleyhissalâtu vesselâm:
“Bu gelen Mikrez´dir, fâcir birisidir” dedi. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´la konuşmaya başladı. Onlar konuşurken Süheyl İbnu Amr çıkageldi. Aleyhissalâtu vesselâm:
“İşiniz artık size kolaylaştırıldı, size Süheyl İbnu Amr geldi.”
Resulullah´a:
“Gel! seninle aramızda bir antlaşma (metni) yazalım!” dedi. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) katibini çağırdı ve emretti:
“Yaz Bismillahirrahmanirrahim.”
Süheyl itiraz etti:
“Rahmân ne demek Vallahi onun ne olduğunu bilmiyorum. Fakat: Bismikallahümme yaz, vaktiyle senin de yazdığın gibi” dedi.
Müslümanlar da ona itiraz ettiler:
“Biz onu değil, bismillahirrahmanirrahîm´i yazarız!” dediler.
Ama Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) emreder:
“Bismikallahümme yaz! ve devam et: “Bu Allah Resulü ve Süheyl´in üzerinde mutabık kaldıkları hususlardır.”
Süheyl yine itiraz eder:
“Vallahi, eğer bilsek ki sen Allah´ın Resulüsün sana Beytullah´ı kapamazdık, seninle savaşmazdık da. Şöyle yaz: Muhammed İbni Abdillah.”
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm):
“Vallahi siz beni tekzib etseniz de ben kesinlikle Allah´ın Resûlüyüm. Bununla beraber, Muhammed İbni Abdillah yaz!” buyurur ve devam eder:
“Bizimle Beytullah arasından çekilmeniz ve onu tavaf etmemiz şartıyla.”
Süheyl itiraz eder:
“Vallahi hayır. (Biz size bu yıl tavafa izin versek), Araplar “bizim âniden emrivâkiye geldiğimiz” hususunda dedikodu yapar. Ancak ziyâreti gelecek yıl yapacaksınız” der. Böyle yazılır. Süheyl ilâve eder:
“Senin dinine de girse, bizden hiç bir erkeğin sana gelmemesi, gelirse iâde etmen şartıyla.”
Müslümanlar bu şarta itiraz ederek:
“Sübhânallah! Bize iltica eden bir müslüman, müşriklere nasıl iâde edilir ” derler. Bu halde iken Ebu Cendel İbnu Süheyl İbni Amr zincirleri arasında seke seke geldi. Mekke´nin aşağısındaki hapsedildiği yerden kaçmış, kendini müslümanların arasına atmıştı.
Süheyl:
“Ey Muhammed, bu seninle üzerine anlaştığınız maddelerin ilk uygulaması olacak, bunu bana iade edeceksin!” dedi. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm):
“Biz henüz anlaşmayı yazıp bitirmedik” buyurdu. Süheyl:
“Öyleyse, vallahi ben seninle hiç bir madde üzerine sulh yapamam!” dedi. Aleyhissalâtu vesselâm:
“Öyleyse şu Ebu Cendel´i bana bağışla da imza et!” buyurdu. Fakat Süheyl:
“Asla ben bunu sana bağışlamam” diye direndi. Aleyhissalâtu vesselâm:
“Hayır, hatırım için yap!” ricasında bulundu. Süheyl direndi:
“Asla yapmam!”
Mikrez İbnu Hafs atılıp:
“Biz onu sana müsaade ettik!” dedi. (Ancak imza yetkisine sahip olmadığı için Süheyl onu dinlemedi. Ebu Cendel teslim edilecekti). Ebu Cendel (radıyallahu anh):
“Ey müslümanlar, (nasıl olur ) Ben size müslüman olarak sığınmışım. Beni müşriklere teslim mi ediyorsunuz Bana yaptıklarını görmüyor musunuz ” dedi. Ebu Cendel´e Allah yolunda çok işkenceler yapılmıştı.
Ömer İbnu´l-Hattab der ki: “(O gün, bu cereyan eden hadiseleri çok alçaltıcı bularak) Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a gelip:
“Sen Allah´ın hak peygamberi değil misin ” dedim.
“Evet!” dedi.”
Biz hak üzere, düşmanlarımız da bâtıl üzere değiller mi ” dedim.
“Evet” dedi.
“Öyleyse biz niye dinimiz uğrunda alçaklığı kabul ediyoruz” dedim.
“Ben Resulullah´ım; (bu anlaşmayı imzalamakla) Allah´a âsi olmuş da değilim. Allah yardımcımızdır!” dedi.
“Sen, bize (Medine´den çıkarken) Beytullah´a gideceğiz, onu tavaf edeceğiz demedin mi ” dedim.
“Pek tabii, ama, sana bu yıl gideceksin dedim mi ” dedi.
“Hayır!” dedim.
“Sen mutlaka onu tavaf etmeye geleceksin!” buyurdu. Ben Hz. Ebu Bekr (radıyallahu anh)´a geldim. “Ey Ebu Bekr! Bu adam Allah´ın hak peygamberi değil mi ” dedim.
“Elbette hak peygamberi!” dedi.
“Biz hak, düşmanlarımız da bâtıl üzere değiller mi ” dedim.
“Elbette (onlar bâtıl, biz hak üzereyiz)” dedi.
“Öyleyse, niye dinimiz için alçaklığı kabul ediyoruz ” dedim.
“Be adam! O Allah´ın Resûlüdür. (Bunu kabul etmekle) Rabbine isyan etmiş olmayacak da. Allah onun yardımcısıdır. Şu halde sen O´nun emrine sarıl. Allah´a yemin ederim o hak üzeredir!” dedi.
“O bize: “Kabe´ye gideceğiz, onu tavaf edeceğiz!” demiyor muydu ” dedim.
“Evet ama, sana bu yıl gideceksin dedi mi ” dedi.
“Hayır!” dedim.
“Sen ona gidecek, onu tavaf edeceksin!” dedi.
(Hadisi rivayet eden Zührî) der ki: “Hz. Ömer (radıyallahu anh) dedi ki: “(O günki nezaketsiz çıkışımın günahını affettirmek için nice amellerde bulundum.”
Anlaşmayı yazma işinden çıkınca, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ashabına:
“Kalkın kurbanlarınızı kesin, sonra da traş olun!” buyurdu. Ancak (müşriklerle yapılan bu antlaşmadan hiç kimse memnun değildi. Bu sebeple) kimse kalkamadı. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), emrini üç kere tekrar etti. Yine kalkan olmayınca Ümmü Seleme (radıyallahu anhâ)´ nın çadırına girdi. Ona halktan mâruz kaldığı bu hali anlattı. O, kendisine:
“Ey Allah´ın Resulü! Bunu (yani halkın kurbanını kesip, traşını olmasını) istiyor musun Öyleyse çık, Ashab´tan hiçbiriyle konuşma, deveni kes, berberini çağır, seni traş etsin!” dedi. Aleyhissalâtu vesselâm kalktı, hiç kimse ile konuşmadan bunların hepsini yaptı: Devesini kesti, berberini çağırdı, traş oldu.
Ashab bunları görünce kalktılar kurbanlarını kestiler, birbirlerini traş ettiler. Ancak, bu sırada gam ve kederden birbirlerini öldüreyazdılar. Sonra bazı mü´mîne kadınlar (Mekkelilerden kaçarak) geldiler. Allah Teâlâ Hazretleri, (onların geri verilmemesi için) şu âyeti indirdi: “Ey iman edenler, (kendi ifadelerince) mü´mîne kadınlar muhâcir olarak geldikleri zaman onları imtihan edin. Allah onların imanlarını iyi bilendir ya, fakat siz de mü´mine kadınlar olduklarına kail olursanız onları kâfirlere geri vermeyin. Bunlar onlara helal değildir. Onlar da bunlara helal olmazlar. (Kâfir zevcelerinin bu kadınlara) sarfettikleri (mehri) onlara (kafirlere) verin. Sizin onları nikâhla almanızda, mehirlerini verdiğiniz takdirde, üzerinize bir günah yoktur…” (Mümtehine 10).
Hz. Ömer, âyet üzerine o gün cahiliye devrinde evlendiği iki hanımını boşadı. Birini Hz. Muaviye İbnu Ebû Süfyan nikahladı, diğerini de Safvân İbnu Ümeyye.
Sonra Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Medine´ye döndü. Kureyş´ten Ebu Basîr müslüman olarak Medine´ye iltica etti. Mekkeliler onu almak üzere arkasından iki adam gönderdiler.
“(Antlaşmada) bize verdiğin söz var, onu teslim et!” dediler. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) derhal onu onlara teslim etti. Bunlar Ebu Basîr´i alıp gittiler. Yolda Zülhuleyfe nâm mevkiye gelince, (azıkları olan) hurmadan yemek üzere konakladılar. Ebu Basîr onlardan birine:
“Vallahi şu kılıncı çok güzel görüyorum!” dedi. O, hemen kınından sıyırıp:
“Doğru! Vallahi pek hârika! Onunla ne tecrübelerim var!” dedi. Ebu Basîr:
“Hele bir göster, daha yakından bakayım!” deyip kaptığıyla adama vurup öldürdü. Öbürü kaçıp Medine´ye geldi, koşarak Mescid´e girdi. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) onu görünce (yanındakilere):
“Bu adam her halde bir korku geçirmiş” dedi. Adam (aleyhissalâtu vesselâm)´a gelince:
“Vallahi arkadaşım öldürüldü! Beni de öldürecek!” dedi. Ebu Basîr (radıyallahu anh) da geldi.
“Ey Allah´ın Resulü! Allah senin zimmetini (taahhüdünü) yerine getirdi, beni onlara iade ettin. Allah beni onlardan tekrar kurtardı” dedi. Aleyhissalâtu vesselâm:
“Harbi kızıştıranın anası ağlar. Keşke ona bir kişi daha olsa!” cevabını verir. Ebu Basîr bu sözü işitince anlar ki, Aleyhissalâtu vesselâm onu yine iade edecek. Hemen oradan çıkıp deniz kenarına gelir [İs denen bir yere yerleşir].
Mekkelilerin elinden Ebu Cendel İbnu Suheyl de kurtulup Ebu Basîr´e iltihak eder. Derken Kureyş´ten müslüman olan herkes Ebu Basîr´e katılmaya başlar. Kısa zamanda orada bir grup teşekkül eder. Allah´a yemin olsun. Kureyş´ten Şam´a gitmek üzere bir kervanın haberini aldılar mı, ona saldırıp adamları öldürüyor, mallarına da el koyuyorlardı.
Kureyş Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a elçi gönderip, Allah´ın adını ve aralarındaki akrabalık bağlarını hatırlatarak, Mekke´den geleceklerin emniyette olacağını, yeter ki Ebu Basîr ve arkadaşlarının yaptığı baskınların önlenmesini rica ettiler. [Bazı rivayette, bunu temin için Medine´ye bizzat Ebu Süfyan´ın geldiği belirtilir.] Resulullah da onları Medine´ye çağırdı. Bunun üzerine şu âyet nâzil oldu: “O size Mekke´nin karnında (hududu içinde), onlara karşı muzaffer kıldıktan sonra, onların ellerini sizden, sizin ellerinizi onlardan çekendi. Allah ne yaparsanız hakkıyla görücüdür. Onlar, küfreden, sizi Mescid-i Haram´dan ve alıkonulmuş hediyelerin mahalline ulaşmasından men edenlerdir. Eğer (Mekke´de) kendilerini henüz tanımadığınız mü´min erkeklerle mü´min kadınları bilmeyerek çiğneyip de o yüzden size bir vebal isabet edecek olmasaydı (Allah size fetih için elbette izin verirdi). (Bunu) kimi dilerse, onu rahmetine kavuşturmak için (yaptı). Eğer onlar seçilip ayrılmış olsalardı biz onlardan küfredenleri muhakkak elem verici bir azaba giriftar etmiştik bile. O küfredenler kalplerine o taassubu, o cahillik taassubunu yerleştirdiği sırada idi ki hemen Allah, Resulünün ve mü´minlerin üzerine kuvve-i maneviyesini indirdi, onları takva sözü üzerinde durdurdu. Onlar da buna çok layık ve buna ehil idiler. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.” (Feth 24-26).[89] [Buharî, Şurût 15, 1, Hacc 106, Muhsar 3, Megâzî 35, Tefsir, Mümtahine 2; Ebu Dâvud, Cihad 168, (2765, 2766), Sünnet 9, (4655).][90]
ـ4267 ـ2ـ وعن علي رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]خَرَجَ عُبْدَانُ إلى رَسُولِ اللّهِ # يَوْمَ الْحُدَيْبِيَةِ قَبْلَ الصُّلْحِ فَكَتبَ إلَيْهِ مَوَالِيِهمْ يَقُولُونَ: يَا مُحَمّدُ واللّهِ مَا خَرَجُوا إلَيْكَ رَغْبَةً فى دِينِكَ، وَإنَّمَا هَرَبُوا مِنَ الرِّقِّ. فَقَالَ نَاسٌ: رُدَّهُمْ إَلَيْهِمْ. فَغَضِبَ رَسُولُ اللّهِ # مِنْ ذلِكَ وَقَالَ: مَا أرَاكُمْ تَنْتَهُونَ يَا مَعْشَرَ قُرَيْشِ حَتّى يَبْعَثَ اللّهُ عَلَيْكُمْ مَنْ يَضْرِبُ رِقَابَكُمْ، وَأبَى أنّ يَرُدَّهُمْ. وَقَالَ: هُمْ عُتَقَاءُ اللّهِ تَعالى مِنَ النَّارِ[. أخرجه أبُو دَاود والترمذي .
2. (4267)- Hz. Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: “Hudeybiye günü bir grup köle, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a sulhtan önce gelmişti. Efendileri (aleyhissalâtu vesselâm)´a: “Ey Muhammed, onlar senin yanına, dinine iştiyak göstererek gelmiş değiller, kölelikten kaçtılar” diye mektup yazdılar. (Ashabdan bazı) kimseler de:”
[Doğru söylüyorlar], onları sahiplerine geri ver!” dediler. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), (şeriat bu çeşit sığınan müslümanları hürler olarak kabul edip himaye vermeye hükmettiği halde müslümanların müşrik dostlarının: “Bunlar din için değil, hürriyet için sana geldiler” şeklindeki tahkiki mümkin olmayan aldatıcı sözlerini esas alıp geri göndermelerini teklif etmelerine) öfkelenip:
“Ey Kureyşliler, öyle zannediyorum ki, siz böyle hükmederek, Allah´ın, boyunlarınızı vuracak birini göndermesini bekliyorsunuz!” dedi ve köleleri iade etmekten imtina etti ve:
“Onlar aziz ve celil olan Allah´ın âzadlılarıdır!” buyurdu.” [Ebu Dâvud, Cihad 136, (2700); Tirmizî, Menâkıb, Hz. Ali´nin menâkıbı, (3716).][91]
ـ4268 ـ3ـ وعن سلمة بن ا‘كوع رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَدِمْنَا الحُدَيْبِيَةَ مَعَ رَسُولِ اللّهِ # وَنَحْنُ أرْبَعَ عَشْرَةَ مِائَةً وَعَلَيْهَا خَمْسُونَ شاةً َ تُرْوِيها. قَالَ: فَقَعَدَ رَسولُ اللّهِ # على جَبا الرَّكِيَّةِ. فأمَّا دَعَا وإمَّا بَصَقَ فِيهَا فَجَاشَتْ. فَسَقَيْنَا واسْتَقَيْنَا. قَالَ: ثُمَّ إنَّ رَسُولَ اللّهِ # دَعَانَا لِلْبَيْعَةِ فِى أصْلِ الشَّجَرَةِ. قَالَ: فَبَايَعْتُهُ فِى أوَّلِ النَّاسِ ثُمَّ بايَعَ وَبَايَعَ حَتّى إذَا كَانَ فى وَسَطِ النَّاسِ قَالَ: بَايعْ يَا سَلَمَةُ. قُلْتُ: قَدْ بَايَعْتُكَ يَا رَسُولَ اللّهِ فِى أوَّلِ النَّاسِ. قَالَ: وَأيْضاً، وَرَآنِى رَسُولُ اللّهِ # عَزًِ يَعْنِى لَيْسَ مَعَهُ سَِحٌ فَأعْطَانِى رَسُولُ اللّهِ # حَجَفَةً أوْ دَرَقَةً، ثُمَّ بَايَعَ حَتّى إذَا كَانَ فِى آخِرِ النَّاسِ قَالَ: أَ تُبَايِعُنِى يَا سَلَمَةُ؟ قَالَ قُلْتُ: قَدْ بَايَعْتُكَ يَا رَسُولَ اللّهِ في أوَّلِ النَّاسِ وَفى أوْسَطِ النَّاسِ. قَالَ: وَأيْضاً فَبَايَعْتُهُ الثَّالِثَةَ. ثُمَّ قَالَ لِي: يَا سَلَمَةُ أيْنَ حَجَفَتُكَ أوْ دَرَقَتُكَ الَّتِى أعْطَيْتُكَ؟ قُلْتُ: يَا رَسُولَ اللّهِ، لَقىَنِى عَمِّى عَامِرٌ عَزًِ فَأعْطَيْتُهُ إيَّاهَا. فَضَحِكَ رَسولُ اللّهِ # وَقَالَ: إنَّكَ كَالَّذِى قَالَ ا‘وَّلُ: اللَّهُمَّ ابْغِِنِى حَبِيباً هُوَ أحَبُّ إليَّ مِنْ نَفْسِي. ثُمَّ إنَّ المُشْرِكِِينَ رَاسَلُونَا الصُّلْحَ حَتّى مَشى بَعْضُنَا في بَعْضٍ وَاصْطَلَحْنَا. قَالَ: وَكُنْتُ تَبِيعاً لِطَلْحَةَ بْنِ عُبَيْدِاللّهِ رَضِيَ اللّهُ عَنْه، أسْقِي فَرَسَهُ وَأحُسُّهُ وَأخْدُمُهُ وَآكُلُ مِنْ طَعَامِهِ، وَتَرَكْتُ أهْلِي وَمَالِِي مُهَاجِراً إلى اللّهِ وَرَسُولِهِ
# قَالَ: فَلمَّا اصْطَلَحْنَا نَحْنُ وَأهْلُ مَكَّةَ، وَاخْتَلَطَ بَعْضُنَا بِبَعْضٍ، أتَيْتُ شَجَرَةً فَكَسَحْتُ شَوْكَهَا فَاضْطَجَعْتُ فِى أصْلِهَا. قَالَ: فَأتَانِي أرْبَعَةٌ مِنَ المُشْرِكِينَ مِنْ أهْلِ مَكَّةَ. فَجَعَلُوا يَقَعُونَ فِى رَسُولِ اللّهِ # فَأبَغَضْتُهُمْ. فَتَحَوَّلْتُ إلى شَجَرَةٍ أُخْرى، وَعَلَّقُوا سَِحَهُمْ وَاضْطَجَعُوا. فَبَيْنَمَا هُمْ كَذلِكَ إذْ نَادَى مُنَادٍ مِنْ أسْفَلِ الْوَادِى: يَا لَلْمُهَاجِرِينَ؟ قُتِلَ ابْنُ زُنَيْمٍ. فَاخْتَرَطْتُ سَيْفِى ثُمَّ شَدَدْتُ عَلى أُولِئِكَ ا‘رْبَعَةِ وَهُمْ رُقُودٌ. فأخَذْتُ سَِحَهُمْ فَجََعَلْتُهُ ضِغْثاً فِى يَدِى: ثُمَّ قُلْتُ: وَالَّذِى كَرَّمَ وَجْه مُحَمَّدٍ # َ يَرْفَعُ أَحدٌ مِنْكُمْ رَأسَهُ إَّ ضَرَبْتُ الَّذِى فِىهِ عَيْنَاهُ. قَالَ: فَجِئْتُ بِهِمْ أُسُوقُهُمْ إلى رسُولِ اللّهِ #، وَجَاءَ عَمِّي عَامِرٌ رَضِيَ اللّهُ عَنْه بِرَجُلٍ مِنَ الْعَبََتِ يُقَالُ لَهُ مِكْرَزٌ يَقُودُهُ إلى رسُولِ اللّهِ # عَلى فَرَسٍ مُجَفّفٍ في سَبْعِينَ مِنَ الْمُشْرِكِينَ. فَنَظَرَ إلَيْهِمْ. فَقَالَ: دَعُوهُمْ يَكُنْ لَهُمْ بَدْءُ الْفُجُورِ وَثَنَاهُ، فَعَفَا عَنْهُمْ. فَأنْزَلَ اللّهُ عَزَّ وَجَلَّ: وَهُوَ الَّذِى كَفَّ أيْدِيَهُمْ عَنْكُمْ وَأيْدِيكُمْ عَنْهُمْ بِبَطْنِ مَكَّةَ مِنْ بَعْدِ أنْ أظْفَرَكُمْ عَلَيْهِمْ اŒيةَ كُلَّهَا. قَالَ: ثُمَّ خَرَجْنَا رَاجِعِينَ إلى الْمَدِينَةِ فَنَزَلْنَا مَنْزًِ بَيْنَنَا وَبَيْنَ بَنِى لِحِْيَانَ جَبَلٌ: وَهَمَّ الْمُشْرِكُونَ فَاسْتَغْفَرَ # لِمَنْ رَقِىَ هذَا الْجَبَلَ اللَّيْلَةَ. كَأنَّهُ طَلِيعَةٌ لِلنَّبىِّ #. قَالَ سَلَمَةُ رَضِيَ اللّهُ عَنْه: فَرَقِيتُ تِلْكَ اللَّيْلَةَ مَرَّتَيْنِ أوْ ثَثاً. ثُمَّ قَدِمْنَا الْمَدِينَةَ فَبَعَثَ # بِظَهْرِهِ مَعَ رَبَاحٍ غَُمَ رَسُولِ اللّهِ # وَأنَا مَعَهُ، وَخَرَجْتُ مَعَهُ بِفَرَسِ طَلْحَةَ ابْنِ عُبَيْدِاللّهِ رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ أُنَدِّيهِ مَعَ الظَّهْرِ فَلَمَّا أصْبَحْنَا إذَا عَبْدُ الرَّحْمنِ
الْفَزَارِىُّ قَدْ أغَارَ عَلى ظهْرِ النَّبِىِّ # فَاسْتَاقَهُ أجْمَعَ وَقَتَلَ رَاعِيَهُ. فَقُلْتُ: يَا رَبَاحُ خُذْ هَذَا الْفَرَسَ فَأبْلِغْهُ طَلْحَةَ بنَ عُبَيْدِاللّهِ وَأخْبِرْ رَسُولَ اللّهِ # أنَّ الْمُشْرِكِينَ قَدْ أغَارُوا عَلى سَرْحِهِ. ثُمَّ قُمْتُ عَلى أكَمَةٍ فَاسْتَقْبَلْتُ الْمَدِينَةَ. فَنَادَيْتُ ثَثاً، يَا صَبَاحَاه. ثُمَّ خَرَجْتُ فِى أثَرِ الْقَوْمِ أرْمِيهِمْ بِالنَّبْلِ وَأرْتَجِزُ أقُولُ:أنَا ابْنُ ا‘كْوَعِ وَالْيَوْمُ يَوْمُ الرُّضَّعِفَألْحَق رَجًُ مِنْهُمْ فأصُكُّ سَهْماً فيِ رَحْلِهِ حَتّى خَلَصَ نَصْلُ السَّهْمِ إلى كَتِفِهِ. فَقُلْتُ: خُذْهَا،وَأنَا ابْنُ ا‘كْوَعِ وَالْيَوْمُ يَوْمُ الرُّضَّعِفَوَاللّهِ مَا زِلْتُ أرْمِيهِمْ وَأعْقِرُ بِهِمْ فَإذَا رَجَعَ إليَّ فَارِسٌ أتَيْتُ شَجَرََةً فَجَلَسْتُ فِى أصْلِهَا. ثُمَّ رَمَيْتُهُ حتّى إذَا تَضَايَقَ الْجَبَلُ فَدَخَلُوا فى تَضَايُقِهِ عَلَوْتُ الجَبَلَ فَجَعَلْتُ أرْمِيهِمْ بِالْحِجَارَةِ. فَمَا زِلْتُ كذلِكَ أتْبَعُهُمْ حَتّى مَا خَلَقَ اللّهُ مِنْ بَعِيرٍ مِنْ ظَهْرِ رَسُولِ اللّهِ # إَّ خَلَّفْتُهُ وَرَاءَ ظَهْرِى وَخَلَّوْا بَيْنِى وَبَيْنَهُ ثُمَّ اتَّبَعْتُهُمْ أرْمِهِمْ حَتّى ألْقَوْا أكْثَرَ مِنْ ثَثِينَ بُرْدَةً وَثَثِينَ رُمْحاً يَسْتَخِفُّونَ، وََ يَطْرَحُونَ شَيْئاً إَّ جَعَلْتُ عَلَيْهِ آراماً مِنَ الْحِجَارَةِ لِيَعْرفَهَا رسولُ اللّهِ # وَأصْحَابُهُ حَتّى أتَوْا مُتَضَايِقاً مِنْ ثَنِيَّةٍ. فَإذَاهُمْ قَدْ أتَاهُمْ فَُنُ بنُ بَدْرٍ الْفَزَارِىُّ فَجَلَسُوا يَتَضَحَّوْنَ يَعْنِى يَتَغَدَّوْنَ وَجَلَسْتُ عَلى رَأسِ قَرْنٍ. قَالَ الْفَزَارِىُّ: مَا هَذَا الَّذِى أرَى؟ فَقَالُوا
لَهُ: لَقِىنَا مِنْ هَذَا الْبَرْحِ، وَاللّهِ مَا فَرَقْنَا مُنْذُ غَلسٍ يَرْمِينَا حَتّى انْتَزَعَ كُلَّ شَىْءٍ فِى أيْدِينَا. قَالَ: فَلْيَقُمْ إلَيْهِ نَفَرٌ مِنْكُمْ أرْبَعَةٌ. قَالَ: فَصَعِدَ إلَيَّ مِنْهُمْ أرْبَعَةٌ فِى الْجَبَلِ فَلَمَّا أمْكَنُونِى مِنَ الْكََمِ، قُلْتُ لَهُمْ: تَعْرِفُونَنِى؟ قَالُوا: َ. وَمَنْ أنْتَ. قُلْتُ: أنَا سَلَمَةُ بْنُ ا‘كْوَعِ، وَالَّذِى كَرَّمَ وَجْهَ مُحَمَّدٍ # َ أطْلُبُ رَجًُ مِنْكُمْ إَّ أدْرَكْتُهُ، وََ يَطْلُبُنِى رَجُلٌ مِنْكُمْ فَيُدْرِكَنِى. قَالَ أَحَدُهُمْ: أنَا أظُنُّ. قَالَ: فَرَجَعُوا فَمَا بَرِحتُ مكَانِى حَتّى رَأيْتُ فَوَارِسَ رَسُولِ اللّهِ # يَتَخَلَّلُونَ الشَّجَرَ. فإذَا أوَّلُهُمْ اَخْرَمُ ا‘سَدِىُّ عَلى أثرِهِ أبُو مِقْدَادُ ا‘نْصَارِىُّ، وَعلى اَثَرِهِ المِقْدَادُ بْنُ ا‘سْوَدِ رَضِيَ اللّهُ عَنْهم. فَأخَذْتُ بِعِنَانِ ا‘خْرَامِ قَالَ: فَوَلَّوا مُدْبِرِينَ. فَقُلْتُ: يَا أخْرَمُ اَحْذَرْهُمْ َ يَقْتَطِعُوكَ، حَتّى تَلْحَقَ رَسُولَ اللّهِ # وَأصْحَابَهُ. فقَالَ: يَا سَلَمَةُ إنْ كُنْتَ تُؤْمِنُ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ اŒخِرِ، وَتَعْلَمُ أنَّ الْجَنَّةَ حَقٌّ وَالنَّارَ حَقٌّ فََ تَحُلْ بَيْنِى وَبَيْنَ الشَّهَادَةِ. قَالَ: فَخَلَّيْتُهُ فَالْتَقى هُوَ وَعَبْدُالرَّحْمنِ فَعَقَرَ بعَبْدِالرَّحْمنِ فَرَسَهُ وَطَعَنَهُ عَبْدُالرَّحْمنِ فَقَتَلَهُ، وَتَحَوَّلَ عَلى فَرَسِهِ وَلَحِقَ أبُو قَتَادَةَ رَضِيَ اللّهُ عَنْه فَارِسُ رَسُولِ اللّهِ # بِعَبْدِ الرَّحْمنِ فَطَعَنَهُ فَقَتَلَهُ. فَوَالَّذِى كَرَّمَ وَجْهَ مُحَمَّدٍ لَتَبِعْتُهُمْ أعْدُو عَلى رِجْلىَّ مَا أرَى وَرَائِى مِنْ أصْحَابِ رسولِ اللّهِ # وََ غُبَارَهُمْ شَيْئاً. حَتّى عَدَلُوا قَبْلَ غُرُوبِ الشَّمْسِ إلى شِعْبٍ فِيهِ مَاءٌ يُقَالُ لَهُ ذُو قَرَدٍ لِيَشْرَبُوا
مِنْهُ وَهُمْ عِطَاشٌ. فَنَظَرُوا إلىَّ أعْدُو وَرَاءَهُمْ فَحَلَّيْتُهُمْ عَنْهُ فَما ذَاقُوا مِنْهُ قَطْرَةً. فَخَرَجُوا يَشْتَدُّونَ فِى ثَنِيَّةٍ. قَالَ: فَأعْدُو فَألْحَقُ رَجًُ مِنْهُمْ فَأصُكُّهُ بِسَهْمٍ فِى نِغْضِ كَتِفِهِ. فَقُلْتُ: خُذْهَا، وَأنَا ابْنُ ا‘كْوَعِ وَالْيَوْمُ يَوْمُ الرُّضَّعِ. فَقَالَ: يَاثَكِلَتْهُ أُمُّهُ أكْوَعُهُ بُكْرَةً. قُلْتُ: نَعَمْ يَا عَدُوَّ نَفْسِهِ. أكْوَعُكَ بُكْرَةً، وَأرْدَوْا فَرَسَيْنِ عَلى الثَّنِيَّةِ فَجِئْتُ بِهِمَا أسُوقُهُمَا إلى رَسُولِ اللّهِ #. قَالَ: وَلَحِقَنِى عَمِّى عَامِرُ بْنُ ا‘كْوَعِ بِسَطِيحَةٍ فِيهَا مَذْقَةٌ مِنْ لَبَنٍ وَسَطِيحَةٍ فِيهَا مَاءٌ. فَتَوَضَأْتُ وَشَرِبْتُ. ثُمَّ أتَيْتُ رَسُولَ اللّهِ # وَهُوَ عَلى الْمَاءِ الَّذِى حَلَّيْتُهُمْ عَنْهُ فإذَا رَسُولُ اللّهِ # قَدْ َأَخَذَ تِلْكَ ا“بِلَ وَكُلَّ شَىْءٍ اِسْتَنْقَذْتُهُ مِنَ الْمُشْرِكِينَ وَكُلَّ رُمْحٍ وَبُرْدَةٍ. وَإذَا بَِلٌ رَضِيَ اللّهُ عَنْه نَحَرَ نَاقَةً مِنْ تِلْكَ ا“بِلِ الَّتِى اسْتَنْقَذَتْ. فَإذَا هُوَ يَشْوِى لِرَسُولِ اللّهِ # مِنْ كَبِدِهَا وَسَنَامِهَا. قَالَ: فَقُلْتُ يَا رسُولَ اللّهِ خَلِّنِى فَأنْتَخِبَ مِنَ الْقَوْمِ مِائَةَ رَجُلٍ فَأتْبَعُ الْقَوْمَ، فََ يَبْقى مِنْهُمْ مُخْبِرٌ إَّ قَتَلْتُهُ فَضَحِكَ رَسولُ اللّهِ # حَتّى بَدَتْ نَوَاجِذُهُ فِى ضَوْءِ النَّهَارِ. وَقَالَ: يَا سَلَمَةُ أتُرَاكَ كُنْتَ فَاعًِ. قُلْتُ: نَعَمْ، وَالَّذِى أكْرَمَكَ. قَالَ: إنَّهُمُ اŒنَ لَيُقْرَوْنَ فِى أرْضِ غَطَفَانَ. فَجَاءَ رَجُلٌ مِنْ غَطَفَانَ فَقَالَ: نَحَرَ لَهُمْ فُنٌ جَزُوراً. فَلَمَّا كَشَفُوا جِلْدَهَا رَأوْا غُبَاراً. فَقَالُوا: أتَاكُمُ الْقَوْمُ فَخَرَجُوا هَارِبِينَ. قَالَ: فَلَمَّا أصْبَحْنَا قَالَ رسُولُ اللّهِ # كَانَ
خَيْرُ فُرْسَانِنَا الْيَوْمَ أبُو قَتَادَةَ. وَخَيْرُ رَجَّالَتِنَا سَلَمَةُ. ثُمَّ أعْطَانى رَسُولُ اللّهِ # سَهْمَيْنِ سَهْمَ الْفَارِسِ، وَسَهْمُ الرَّاجِلِ، جَمَعَهُمَا لِي جَمِيعاً. ثُمَّ أرْدَفَنِي رَسُولُ اللّهِ # وَرَاءَهُ عَلى الْعَضْبَاءِ رَاجِعِينَ إلى الْمَدِينَةِ. قَالَ: فَبَيْنَمَا نَحْنُ نَسِيرُ وَكَانَ رَجُلٌ مِنَ ا‘نْصَارِ َ يُسْبَقُ شَدّاً. فَجَعَلَ يَقُولُ: أَ مُسَابِقٌ إلى الْمَدِينَةِ! هَلْ مِنْ مُسَابقٍ؟ فَجَعَلَ يُعِدُ ذلِكَ. فَلَمَّا سَمِعْتُ كََمَهُ قُلْتُ: أمَا تُكْرِهُ كَرِيماً وََ تَهَابُ شَرِيفاً؟ قَالَ: َ إَّ أنْ يَكُونَ رسولَ اللّهِ #. قَالَ: فَقُلْتُ يَا رسُولَ اللّهِ: بِأبِي أنْتَ وَأُمِّى، ذَرْنِى فَ‘ُسَابِقِ الرَّجُلَ. قَالَ: إنْ شِئْتَ. قَالَ: فَقُلْتُ أذْهَبُ إلَيْكَ، فَثَنَيْتُ رِجْلَيَّ فَظَفَرْتُ فَعَدَوْتُ فَرَبَطْتُ عَلَيْهِ شَرَفاً أوْ شَرَفَيْنِ أسْتَبْقِى نَفَسِى. ثُمَّ عَدَوْتُ فِى أثَرِهِ فَرَبَطْتُ عَلَيْهِ شَرفاً أوْ شَرَفَيْنِ. ثُمَّ إنِّى رَفَعْتُ حَتّى ألْحَقَهُ فَأصُكُّهُ بَيْنَ كَتِفَيْهِ. قَالَ: فَقُلْتُ قَدْ سُبِقْتُ واللّهِ. قَالَ: أنَا أظُنَّ. فَسَبَقْتُهُ إلى المَدِينَةِ فَواللّهِ مَا لَبِثْنَا إَّ ثَثَ لَيَالٍ حَتّى خَرَجْنَا إلى خَيْبَرَ مَعَ رَسُولِ اللّهِ # فَجَعَلَ عَمِّى عَامِرُ ا‘كْوَعِ يَرْتَجِزُ بِالْقَوْمِ وَيَقُولُ:وَاللّهِ لَوَْ اللّهُ مَا اهْتَدَيْنَا وََ تَصَدَّقْنَا وََ صَلَّيْنَاوَنَحْنُ عَنْ فَضْلِكَ مَا اسْتغَنَيْنَا فَثَبِّتِ ا‘قْدَامَ إنْ َ قَيْنَا وَأنْزِلَنْ سَكِينَةً عََلَيْنَافقَالَ #: مَنْ هذَا السَّابِقُ؟ قَالَ: أنَا عَامِرُ بْنُ ا‘كْوَعِ. قَالَ: غُفِرَ لَكَ يَا عَامِرُ، وَمَا اسْتَغْفَرَ رَسُولُ اللّهِ # لِرَجُلٍ يَخُصُّهُ إَّ اسْتُشْهِدَ. قَالَ: فَنَادَى عُمَرُ بْنُ الْخَطَّابِ رَضِيَ اللّهُ عَنْه؛
وَهُوَ عَلى جَمَلٍ لَهُ: يَا رَسُولَ اللّهِ لَوَْ أمْتَعْتَنَا بِعَامِرٍ؟ فَلَمَّا قَدِمَ خَيْبَرُ خَرَجَ مَلِكُهُمْ مَرْحَبٌ يَخْطِرُ بِسَيْفِهِ يَقُولُ:قَدْ عَلمتْ خَيْبَرُ أنِّى مَرْحَبُشَاكِى السَِّحِ بَطَلٌ مُجَرَّبُ إذَا الْحُرُوبُ أقْبَلَتْ تَلَهَّبُفَتَقَدَّمَ إلَيْهِ عَمِّى عَامِرٌ رَضِيَ اللّهُ عَنْه، فَقَالَ:قَدْ عَلِمَتْ خَيْبَرُ أنِّى عَامِرُ شَاكِى السََّحِ بَطَلٌ مُغَامِرُفَاختَلَقَا ضَرْبَتَيْنِ فَوَقَعَ سَيْفُ مَرْحَبٍ فِى تُرْسِ عَمِّى عَامِرٍ وَذَهَبَ عَامِرٌ يَسْفُلُ لَهُ فَرََجَعَ سَيْفُهُ عَلى نَفْسِهِ فَقَطَعَ أكْحَلَهُ. فَكَانَتْ فِيهَا نَفْسُهُ. قَالَ سَلَمَةٌ رَضِيَ اللّهُ عَنْه: فَخَرَجْتُ فَإذَا نَفَرٌ مِنْ أصْحَابِ رَسُولِ اللّهِ # يَقُولُونَ: بَطَلَ عَمَلُ عَامِرٍ، قَتَلَ نَفْسَهُ. قَالَ: فَأتَيْتُ رَسُولَ اللّهِ #. فَقُلْتُ: يَا رَسُولَ اللّهِ، بَطَلَ عَمَلُ عَامِرٍ. قَالَ: مَنْ قَالَ ذلِكَ؟ قُلْتُ: نَاسٌ مِنْ أصْحَابِكَ. فقَالَ: كَذَبَ مَنْ قَالَ ذلِكَ. بَلْ لَهُ أجْرُهُ مَرَّتَيْنِ. ثُمَّ أرْسَلَنِى إلى عَلِىِي بْنِ أبِي طَالِبٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه وَهُوَ أرْمَدُ. فقَالَ: ‘عْطِيَنَّ الرَّايَةَ غَداً رَجًُ يُحِبُّ اللّهَ وَرَسُولَهُ، وَيُحِبُّهُ اللّهُ وَرَسُولُهُ. فَأتَيْتُ عَلِيّاً فَجِئْتُ بِهِ أقُودُهُ وَهُوَ أرْمَدُ. فَبَصَقَ رسولُ اللّهِ # فِى عَيْنَيْهِ فَبَرأ وَأعْطَاهُ الرَّايَةَ؛ وَخَرَجَ مَرْحَبٌ فقَالَ: قَدْ عَلِمَتْ خَيْبَرُ أنِّى مَرْحَبُ شَاكِي السَِّحِ بَطَلٌ مُجَرَّبُ إذَا الْحُرُوبُ أقْبَلَتْ تَلَهَّبُفقَالَ
عَلَيٌّ رَضِيَ اللّهُ عَنْه:أنَا الَّذِى سَمَّتْنِي أُمِّي حَيْدَرَه كَلَيْثِ غَابَاتٍ كَرِيهِ الْمَنْظَرَه أُوفِىهِمْ بِالصَّاعِ نَيْلَ السَّنْدَرَهثُمَّ ضَرَبَ رَأسَ مَرْحَبٍ فقَتَلَهُ، وَكَانَ الْفَتْحُ عَلى يَدِهِ[. أخرجه مسلم.و»الرَّكِيّةُ« الْبِئْرُ.و»جَبَاهَا« التُّرَابُ الَّذِى أخْرَجَ مِنْهَا وَجَعَلَ حَوْلَهَا.و»العُزُل« الَّذِى َ سَِحَ مَعَهُ.وَ»أبغِنِي« أعْطِنِي.وَ»وَاسُونَا« مِنَ الْمُوَاسَاةِ: اَلْمُشَارَكَةُ وَالْمُوَافَقَةُ.و»التَّبيعُ« اَلْخَادِمُ الَّذِي يَتَّبِعُ مَخْدُومَهُ.و»كَسَحْتُ شَوَكَهَا« أي نحيته.و»الضَّغثُ« أُمِّيَّةَ الصُّغْرى مِنْ قُرَيْشٍ وَالنَّسَبُ إلَيْهِمْ عَبلى.و»المُجَفّفُ« الَّذِى عَلَيْهِ تَجَافِيفٌ تَستره فِي الْحَرْبِ.و»بَدْءُ الُجُورِ وَثَنَاهُ« أوَّلُهُ وَثَانِىهِ.وَ»الطَّلِيعةُ« الجَاسُوسُ.و»الظَّهْرُ« مَا يُعَدُّ مِنَ ا“بِلِ لِلرُّكُوبِ وَا‘حْمَالِ.و»السَّرْحُ« المواشى السائمة.و»ا‘كمةُ« الرَّابِيَةُ وَنَحْوُهَا .
وَقوله »يَا صَبَاحَاهُ« أرَادَ يَوْمَ الصَّبَاحِ وَهُوَ يَوْمُ الْغَارَةِ.و»يَوْمُ الرُّضَّعِ« يَوْمُ هََكِ الّلِئَامِ الَّذِينَ يَرْضَعُونَ ا“بِلِ وََ يَحْلِبُونَهَا خَوْفاً مِنْ أنْ يَسْمَعَ حَلَبَهَا مُسْتَمِعٌ فَيَسْألُهُمْ لَبَناً.و»الصَّكُّ« الضَّرْبُ.و»الرَّحْلُ« كَوْرُ النَّاقَةِ، وَأضَافَهُ إلَيْهِ رَاكِبٌ عَلَيْهِ.و»البُرْدَةُ« ضَرْبٌْ مِنَ الثِّيَابِ.و»اَŒرامُ« ا‘عَْمُ مِنَ الْحِجَارَةِ.و»القَرْنُ« جَبِيلٌ قَصِيرٌ مُنْفَرِدٌ.و»الغَلَسُ« ظَلَمَةُ آخِرِ اللَّيْلِ.و»اِقتضاعُ« أخْذُ الشَّىْءِ وَاِنْفِرَادُ بِهِ.و»الشِّعْبُ« الْفُرْجَةُ بَيْنَ الْجَبَلَيْنِ كَالْوَادِى.وَ»حَلَّيْتُهُمْ« عَنِ الْمَاءِ بِالْمُهْلَمَةِ: أىْ طَرَدْتُهُمْ.و»يَسْنِدُونَ« يَصْعَدُون في الْجَبَلِ.و»نِغْضُ الكَتِفَ« هُوَ الْغَضرُوفُ الْكَبِيرُ الَّذِى عَلى أعَْهُ.وَقَوْلُهُ »أكْوَعُهُ بُكْرَةً« أى سَألَهُ أنْتَ ا‘كْوَعِ الَّذِى يَتَّبِعُنَا بُكْرَةً. فقَالَ: نَعَمْ.و»أرْدَوْا فَرَسِينَ« أى تَرَكُوهُمَا وَلَمْ يَقِفُوا عَلَيْهُمَا هَرَباً وَخَوْفاً أنْ يَلْحَقَهُمْ.و»ا“نْتِخَابُ« اِخْتِيَارُ وَاِنْتِقَاءُ .
و»القِرَى« الضِّيَافَةُ.و»الجَزُورُ« الْبَعِيرُ ذَكَراً كَانَ أوْ أُنْثى.وَ»العَضَبَاءُ« لَقَبٌ نَاقَةِ النَّبِىِّ # عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَلَمْ تَكُنْ كذلِكَ أىْ مَشْقُوقَةُ ا‘ُذُنِ.و»رَبَطْتُ« أى تَأخَّرْتُ.و»شَرَّفُ« الشَّوْطُ وَالْقِدْرُ الْمَعْلُومُ فِي الْمَسَافَةِ.وَ»يَخطرُ بِسَيفِهِ« أى يَهُزُّهُ مُعْجِياً بِنَفْسِهِ، وَقِيلَ أرَادَ أنْ يَخْطُرَ فِى مَشْيَتِهِ مُعْجِباً بِنَفْسِهِ وَسَيْفُهُ فِى يَدِهِ.وَ»شَاكِى السَِّحِ« أىْ ذُو شِدَّةٍ وَشَوْكَةٍ وَحِدَّةٍ فِى سََحِهِ.و»سفلتُ« لَهُ أسْفَلَ فِي الضَّرْبِ إذَا عَمَدْتَ ضَرْبَ أسَافِلِهِ مِنْ وَسَطِهِ إلى قَدَمَيْهِ.و»حَيدرةُ« اِسْمُ ا‘سَدِ، سَمَّتْ عَلِيّاً أُمُّهُ بِذلِكَ، وَكَانَ أبُوهُ غَائِباً فَلَمَّا قَدِمَ سَمَّاهُ عَلِيّاً.و»السَّنْدَرةُ« مِكْيَالُ ضَخْمٍ .
3. (4268)- Seleme İbnu´l-Ekva´ (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile birlikte Hudeybiye´ye geldik. Biz, bindörtyüz kişi idik. (Kuyunun başında) elli koyun vardı. Suyu bunlara bile yetmiyordu. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) kuyunun kenarına oturdu. (İyice hatırlıyamıyorum) ya dua buyurdu, ya da kuyuya tükürdü. Derken kuyunun suyu coştu. Biz de hem kendimiz içtik, hem de hayvanlarımızı suladık. Sonra Aleyhissalâtu vesselâm, bizi bir ağacın altında biat etmeye çağırdı.
Önce ben biat ettim, sonra herkes gelip sırayla biat etti. Nihayet halkın ortasında kalınca:
“Ey Seleme, biat et!” buyurdu.”
“Ey Allah´ın Resulü, en başta ben biat ettim!” dedim.
“Yine de!” buyurdu.
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) beni çıplak, yani silahsız bulmuştu. Bana deriden yapılmış bir kalkan verdi. Sonra bey´at almaya devam etti. Son kişiden de bey´at alınca:”Ey Seleme, sen bana biat etmiyormusun ” dedi.
“Ey Allah´ın Resulü, ben sana, başta da, ortada (da olmak üzere) iki kere biat ettim” dedim.
“Olsun, yine de” buyurdu. Ben de üçüncü sefer biat ettim. Sonra bana: “Ey Seleme! Benim sana verdiğim kalkanın nerede ” dedi.
“Ey Allah´ın resulü dedim, amcam Âmir çıplak olarak bana rastladı, ben de kalkanı ona verdim. Bu sözüm üzerine Aleyhissalâtu vesselâm güldü ve:
“Sen, dedi, vaktin birinde adamın dediği gibisin: “Allahım, demiş, bana öyle bir dost ver ki, o bana, kendi nefsimden daha sevgili olsun!”
Sonra müşrikler bizimle sulh hususunda haberleşmeye başladılar. Öyle ki, birbirimize gidip gelmeler oldu. (Sonunda) sulh yaptık. Ben Talha İbni Ubeydillah (radıyallahu anh)´ın hizmetçisi idim. Atını sular, kaşağılar, kendine de hizmet eder, yemeğinden yerdim. (Çünkü) Allah ve Resulü yolunda hicret için malımı ve âilemi terketmiştim.
Biz ve Mekkeliler aramızda sulh yapınca, birbirimizle karıştık. Ben bir ağacın yanına gelip dikenlerini süpürerek dibine yattım. Mekke halkından dört müşrik yanıma geldi. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a hakaret etmeye başladılar. Ben onlara kızdım ve bir başka ağacın dibine geçtim. Silahlarını ağaca asıp yattılar.
Onlar bu vaziyette iken vadinin aşağısından bir münadi şöyle sesleniyordu.
“Muhacirlerin imdadına yetişin! İbnu Züneym öldürüldü!” Hemen kılıncımı çekip, bu uyuyan dört kişiye hızla yürüyüp silahlarını aldım, elimde deste yapıp, sonra da:
“Muhammed´in yüzünü mükerrem kılan o Zât´a yemin olsun, sakın sizden kimse başını kaldırmasın. İki gözü taşıyan (kellesini) uçururum!” dedim. Sonra onları sürerek Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a getirdim. O sırada amcam Âmir (radıyallahu anh) da Abelât´tan Mikrez denilen bir adamı, üzeri çullanmış bir at üzerinde beraberinde yetmiş müşrik olduğu halde Resulullah´a getirdi. Aleyhissalâtu vesselâm onlara bir nazar edip:
“Bırakın onları, fücurun başı da sonu da onların olsun!” dedi ve hepsini affetti. Bunun üzerine Allah Teâlâ hazretleri şu âyeti indirdi:
“O sizi Mekke´nin karnında (hududu içinde) onlara karşı muzaffer kıldıktan sonra, onların ellerini sizden, sizin ellerinizi onlardan çekendi…” (Fetih 24-26).
Sonra Medine´ye müteveccihen oradan ayrıldı. Benî Lihyan ile aramızda bir dağın yer aldığı bir yerde konaklardık. Benî Lihyan´ın hepsi müşrik idi. Aleyhissalâtu vesselâm geceleyin dağa tırmanacak kimseye istiğfarda bulundu. Sanki o kimse Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´la ashabının gözcülüğünü yapacaktı. O gece iki veya üç kere dağa çıktım.
Sonra Medine´ye geldik. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) yük develerini, beraberinde, ben de olduğum halde, hizmetcisi Rabâh ile gönderdi. Ben onun maiyyetine Talha İbni Ubeydillah (radıyallahu anh)´ın atı ile çıktım. Ben atı develerle birlikte kırasıya götürüp getiriyordum.
Sabahleyin bir de ne göreyim! Abdurrahman el-Fezârî, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın develerini yağmalamış, hepsini götürmüş, çobanı da öldürmüş.
“Ey Rabâh! dedim, şu atı al; durumu Talha İbni Ubeydillah´a bildir, Resulullah´a haber ver ve de ki: “Müşrikler mer´adaki sürüyü yağmaladılar. Sonra bir tepenin üzerine çıkarak Medine´ye yönelip üç defa nida ettim:
“Ey Sabâhım!”
Sonra adamların arkasından ok atmak üzere çıktım ve şunları da terennüm ediyordum:
“Ben İbnu´l-Ekva´ım, bugün alçakların vay haline! Onlardan birine kavuştum ve semerine bir ok attım. Hatta okun kanadı omuzuna değdi.
“Al bunu!” dedim.
Ben İbnu´l-Ekva´ım, Bugün alçakların vay haline! Vallahi onlara atıyor ve yaralıyordum. Bir atlı bana dönecek olsa, bir ağaca gelip dibine oturuyordum. Sonra tekrar atıyordum. Derken dağ(ın vadisi) daraldı. Dar yere girdiler. Ben, dağa tırmandım. Onlara taş atmaya başladım. Böylece onları takib etmeye devam ettim. Öyle ki, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın hayvanlarından Allah´ın yarattığı hiç bir deve yoktu ki arkama almamış olayım. Böylece müşrikler benimle hayvanların arasından çekildiler.
Sonra onlara ok atarak arkalarını takip ettim. Nihayet otuzdan fazla bürde ve otuz mızrak bıraktılar. (Hızlı kaçabilmek için) hafiflemek istiyorlardı. Bir şey atacak olsalar, üzerine taşlardan nişan koyuyordum. Ta ki, Resulullah ve ashabı onları tanısın. Böyle gide gide dar bir dağ yoluna geldiler. Bir de ne görsünler! Yanlarına Bedr el Fezârî´nin falan oğlu gelmiş. Hemen kuşluk yemeği yemek üzere oturdular. Ben de bir tümseğin üzerine oturdum. Fezârî:
“Şu gördüğüm de ne ” diye sordu.
“Bununla başımız belada! Vallahi sabahın köründen beri peşimizde. Bize durmadan atıyor. Elimizde ne varsa çekip aldı” dediler.
“Öyleyse sizden ona dört kişi gitsin!” dedi. Böylece bana müteveccihen dört kişi ayrıldı ve dağa tırmandı. Bana konuşma imkânı verdikleri vakit, onlara:”Beni tanıyor musunuz ” dedim.”Hayır, sen kimsin ” dediler.
“Ben Seleme İbnu´l-Ekva´ım, Muhammed´in yüzünü şereflendiren Zâta yemin olsun sizden kimi istesem mutlaka yakalarım. Ama sizden kimse beni yakalayamaz!” dedim. Onlardan bir adam:
“Ben biliyorum!” dedi ve geri döndüler. Ben yerimden ayrılmadım. Derken Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın atlılarını, ağaçların arasına girerken gördüm. En önde el-Ahram el-Esedî, arkasında Ebu Katâde el-Ensârî, onun arkasında el-Mikdâd İbnu´l-Esved (radıyallahu anh) vardı. Ahram´ın atının gemini tuttum. (Bu sırada) küffar dönüp gitti. Ahrâm´a:
“Ey Ahrâm! Bunlardan sakın. Resulullah ve ashabı gelinceye kadar yolunu kesmesinler!” dedim. Bana:
“Ey Seleme! Eğer Allah´a ve ahiret gününe inanıyor, cennetin de cehennemin de hak olduğunu biliyorsan, benimle şehadet arasına engel olma!” dedi. Ben de onu bıraktım. Abdurrahman´la karşılaştılar. Abdurrahman´ın atını hemen öldürdü. Abdurrahman da onu yaralayarak öldürdü ve onun atına atladı. Derken Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın süvarisi Ebu Katâde (radıyallahu anh) Abdurrahmân´a yetişti, yaralayıp öldürdü. Muhammed´in yüzünü şerefli kılan Zât´a yemin olsun, ben onları yaya koşarak takip ettim. Öyle ki, arkamda Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın ashabı ve tozları sebebiyle bir şey görmüyordum. Gün batımı öncesine kadar böyle devam ettik. Bu sırada bir dağ yoluna saptılar, orada Zû-Karad denen bir su vardı. Sudan içmek için sapılmıştı, çünkü susamışlardı. Peşlerinden koşarak gelen bana baktılar. Ben onları bundan uzaklaştırdım, bir damla bile tadamadılar. Oradan çıkıp zorluk veren bir dağ yoluna saptılar. Ben koşup onlardan bir adama yetiştim, omuz kemiğine bir ok sapladım.
“Al bunu! Ben İbnu´l-Ekvâ´ım. Bugün alçakların vay hâline!” dedim.
“Anasız kalasıca! Bu, sabahki Ekvâ´mı ” dedi.
“Evet ey kendinin düşmanı! Sabahki Ekvâ´ım!” dedim. Dağ yoluna iki at bıraktılar. Onları Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a getirdim. Amcam Âmir İbnu´l-Ekvâ da birinde sulandırılmış süt diğerinde su bulunan iki kapla bana yetişti. Hem içtim, hem abdest aldım.
Sonra Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a geldim. Az önce kâfirleri başından kovaladığım suyun başında idi. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ı, bütün develeri ve müşriklerden kurtardığım bütün eşyaları, bürdeleri, mızrakları almış buldum. Bilal (radıyallahu anh) da kurtardığım o develerden birini kesmiş, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a ciğerini ve hörgücünü kızartıyordu.
“Ey Allah´ın Resûlü! Beni bırak, ashabtan yüz kişi seçip müşrikleri takip edeyim, geriye bıraktıkları bütün habercilerini geberteyim!” dedim. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) yan dişleri gündüz ışığında görününceye kadar güldü.
“Ey Seleme! buyurdu, kendini bunu yapabilecek güçte görüyor musun ”
“Evet dedim, seni şerefli kılan Zât´a yemin olsun! Evet!”
“Şimdi onlara Gatafan yurdunda ziyafet verilmektedir” dedi. Derken Gatafanlı bir adam geldi ve: “Onlara falan kişi bir deve kesmişti, derisini soyar soymaz bir toz gördüler ve:
“Düşman size de gelmiş” deyip kaçıp gittiler” dedi.
(Geceyi orada geçirdik.) Sabah olunca Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm):
“Bugün en hayırlı süvarimiz Ebu Katade, en hayırlı piyademiz de Seleme idi” buyurdu. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bana iki hisse verdi: Biri süvari hissesi, biri de piyade hissesi idi. Bana bu iki hisseyi de vermişti.
Sonra Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) devesi Adbâ´nın terkisine beni alarak Medine´ye müteveccihen hareket etti. Biz yolda giderken, yaya yürüyüşünde hiç kimsenin kendisini geçemediği Ensar´dan bir adam:
“Medine´ye kadar yarış yapacak var mı; koşucu yok mu demeye başladı. Bu sözünü habire tekrar ediyordu. Sesini işitince:
“Sen hiç bir iyiye ikram etmez, hiç bir şerefliyi saymaz mısın ” dedim.
“Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) hariç hayır!” dedi. Ben (aleyhissalâtu vesselâm)´a yönelip:
“Ey Allah´ın Resulü! Annem babam sana kurban olsun, bana müsaade buyurun, şu adamla yarışayım!” dedim.
“Sen bilirsin!” buyurdular. Adama:
“Geliyorum hazır ol!” dedim. Ayaklarımı ayarlayıp sıçradım, koştum. Nefesimi canlı tutmak için bir veya iki tepede kendimi tuttum. Sonra yine onun peşinden koştum. Yine bir-iki tepede kendimi tuttum. Sonra yetişmek ve omuzları arasına dokunmak için (tabanları) kaldırdım. [Ve dokundum].
“Geçildin, vallahi seni geçtim!” dedim.
“Biliyorum!” dedi. Medine´ye varıncaya kadar onu geçtim. Vallahi Medine´de üç gece kalıp, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile birlikte hemen Hayber´e gittik. Yolda amcam Âmir İbnu´l-Ekvâ, halka şu beyitleri terennüm etti:
“Vallahi Allah olmasaydı hidayeti bulamazdık.
Ne sadaka verir ne de namaz kılardık.
Biz senin fazlından müstağni değiliz,
Düşmanla karşılaşınca ayağımıza sebat ver.
Üzerimize sekîne (kuvve-i mânevî) indir.
“Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) “Bu da kim “dedi. Amcam:
“Ben Âmir İbnu´l-Ekvâ” cevabını verdi. Aleyhissalâtu vesselâm:
“Mağfiret göresin Ey Âmir!” diye dua buyurdu. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir kimseye mağfiret dilediğinde bulundu mu mutlaka şehid olurdu. Bunun üzerine Ömer İbnu´l-Hattâb (radıyallahu anh) kendi devesinin üstünde seslendi.
“Ey Allah´ın Resûlü! Keşke bizi Âmir´le faydalandırsan!” Hayber´e vardığımız zaman, kralları Merhab kılıncı elinde (karşımıza) çıktı. Şöyle söylüyordu:”
Hayber bilir ki ben Merhab´ım,
Silahı tamam tecrübeli bir kahraman.
Savaş olunca alevlenen bir yiğit!”
Amcam Âmir (radıyallahu anh) da ilerleyip şunları söyledi:
“Hayber benim de Âmir olduğumu bilir.
Silahı tam yiğit kahraman.”
Hemen iki darbe birbirine girdi. Merhab´ın kılıncı amcam Âmir´in kalkanının içine rastladı. Âmir onu alttan vurmaya yeltendi. Ama kılıcı kendine döndü ve ana damarını kesti. Ölümü de bundan oldu.
(Bir ara) dışarı çıktım. Bir de ne göreyim! Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın ashabından birkaç kişi:
“Âmir´in ameli bâtıl oldu, o kendi kendini öldürdü!” demezler mi! Hemen ağlayarak Aleyhissalâtu vesselâm´ın yanına geldim.
“Ey Allah´ın resulü! Âmir´in ameli bâtıl mı oldu ” dedim.
“Bunu kim söyledi ” buyurdular.
“Ashabınızdan bazıları!” dedim.
“Bunu kim söylemişse yanılmış. Bilakis onun ecri iki kattır!” buyurdular. Sonra beni Ali İbnu Ebî Talib (radıyallahu anh)´a gönderdiler. O gözünden hasta idi. Bu arada Aleyhissalâtu vesselâm:
“Sancağı yarın öyle bir zata vereceğim ki Allah ve Resulü´nü sever; Allah ve Resulü de onu sever” dedi. Ali´ye geldim, gerçekten gözünden rahatsızdı. Onu yederek getirdim. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) gözlerine tükürdü. Anında iyileşti. Sancağı ona verdi.
Sonra Merhab çıktı. Şöyle demeye başladı:
“Hayber bilir ki ben Merhab´ım,
Silahı tamam tecrübeli bir kahraman.
Savaş olunca alevlenen bir yiğit!”
Ali (radıyallahu anh) da şöyle dedi:
“Ben, annemin arslan dediği kimseyim,
Ormanların çirkin manzaralı arslanı gibi,
Düşmanlara kilo ile ton tartarım.”[92]
Sonra Merhab´ın başına bir darbe indi ve onu öldürdü. Hayber onun eliyle fethedilmişti.” [Müslim, Cihad 132, (1807).][93]
ـ4269 ـ4ـ وَعَنْ عَمْرُو بْنِ دِينَارٍ قَالَ: سَمِعْتُ جَابِرَ بْنِ عَبْدِاللّهِ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما يَقُولُ: ]قَالَ لَنَا رَسُولُ اللّهِ # يَوْمَ الْحُدَيْبِيَةِ. أنْتُمُ الْيَوْمَ خَيْرُ أهْلِ ا‘رْضِ، وَكُنَّا ألْفاً وَأرْبَعَمِائَةٍ وَلَوْ كُنْتُ أبْصُرُ الْيَوْمَ ‘رَيْتُكُمْ مَكَانَ الشَّجَرَةِ[. أخرجه الشيخان .
تَقَدَّمَ ذِكْرُهَا فِي حَديثِ ابْنِ ا‘كْوَعِ رَضِيَ اللّهُ عَنْه فِى غَزْوَةِ الْحُدَيْبِيَةِ، وَكَذَا تَقَدَّمَ ذِكْرُ خَيْبَر .
4. (4269)- Amr İbnu Dînar rahimehullah anlatıyor: “Hz. Câbir İbnu Abdillah (radıyallahu anhümâ)´yı dinledim, diyordu ki: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Hudeybiye günü bize şöyle söyledi: “Bugün siz arz ehlinin en hayırlı olanlarısınız. O gün biz bindörtyüz kişi idik. Bugün görebilseydim, size (Altında biat yapılan) ağacın yerini gösterirdim.” [Buhârî, Megazî 35, Menâkıb 25, Tefsir, Feth 5, Eşribe 31; Müslim, İmâret 71, (1856).][94]
AÇIKLAMA:
Hudeybiye gazvesi ile alakalı olarak, kitabımız ikisi çok uzun olmak üzere dört hadise yer vermiş durumda. Bu hadislerde, Hudeybiye gazvesini ilgilendiren pek çok teferruatı, hatta başka gazveleri de ilgilendiren bazı meseleleri görebildiğimiz halde Hudeybiye ile ilgili bazı mühim hadiselere hiç rastlayamıyoruz. Bu sebeple, Hudeybiye sulhü´nü İbnu´l-Esir´in el-Kâmil Fi´t Târih´ini esas alarak İbnu Sa´d ve İbnu Hişam´ dan bazı takviyelerle özetlemek istiyoruz.[95]
HUDEYBİYE GAZVESİ SEBEPLERİ, NETİCELERİ:
Aslında buna “gazve” değil “sulh” demek daha uygundur.Resulullah ve asabı bu sefere öncekiler veya diğer bir kısım gazveler gibi Kureyş´in kervanını kesmek, düşmanın saldırısını önlemek, hazırlığını bozmak gibi siyasî-askerî bir maksadla çıkmış değillerdi. Diğer müşrik Araplarla aralarında müşterek bir mukaddes, ihtilafsız benimsedikleri uzak ecdad Hz. İbrahim´den mevrus bir mabed olan Ka´be´yi tavaf etmek, umre yapmak istiyorlardı. Resulullah sefere çıkarken -4261 numaralı hadiste Hz. Ömer (radıyallahu anh)´ın Resulullah´ı hesaba çekercesine yaptığı itirazlarında da görüldüğü üzere- ashaba umre vaadinde bulunmuştu. Herkes “Ka´be´ yi tavaf edeceğiz” ümit ve heyecanı ile yola çıkmıştı. Hatta Resulullah öyle bir üslubla vaadde bulunmuştu ki, muhataplar, “Bu sene umre yapacağız” diye anlamışlardı. Halbuki Hz. Ömer´e cevap sadedinde sarfettiği “Bu sene umre yapacağız dedim mi ” sorusundan anlıyoruz ki, Resulullah umre vaadederken ihtiyatlı davranmış “bu yıl” dememiştir. Umre yolculuğuna uygun olarak, kurbanlık develer alınmış, bunlara kurbanlık olduklarının alameti olmak üzere gerekli takılar takılmış, nişanlar vurulmuştu. Yine kaydedilen rivayetten de anlaşılacağı üzere müslümanlar, savaş teçhizatı da taşımıyorlardı, bir kısmının silahı bile yoktu.
Sefere katılanlar 1400 kişidir: Bir kısmı Muhâcir, bir kısmı Ensar, bir kısmı da bunlara tabi olan bedeviler, Kurbanlık olarak 70 deve vardı.
Müslümanlar Usfan nâm mevkiye gelince Büsr İbnu Süfyan el-Ka´bî Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ı bularak, müslümanların yürüyüşünden Kureyş´in haberdar olduğunu, Zû-Tuva´da toplanıp Mekke´ye sokmamak üzere yemin ettiklerini, Hâlid İbnu Velîd´i, müslümanlarla savaşmak üzere Kurâ´i´l-Gamîm´e gönderildiklerini haber verir. Resulullah:
“Şu Kureyş´in yaptığı ne ayıp! Harp iliklerine işlemiş. İnsanlarla benim aramda çekilseler ne kayıpları olacak Eğer ben mağlub olsam, zaten bunu istiyorlar. Eğer Allah yardım etse de ben galib gelsem kitleler halinde İslam´a girerler. Allah´a yemin olsun, Allah´ın tebliğini, bana verdiği dava için galib oluncaya veya ölünceye kadar cihada devam edeceğim!” der.
Aldığı haber üzerine Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) yolu değiştirir. Önceki rivayette geçtiği üzere Hudeybiye kuyusunun yanına gelinir. Kuyunun suyu sızıntı denecek kadar az ise de Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın duasıyla bereketlenir, su sıkıntısı olmaz.
Bu sırada, Resulullah´a karşı hep hayırhah olagelmiş, aralarında iyi münasebetler bulunan Huzâ´a kabilesinden Büdeyl İbnu Verkâ el-Huza´î oraya uğrar, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a Kureyş´in kendisiyle savaş hazırlığı içerisinde olduğunu, Ka´be´yi ziyarete izin vermeyeceklerini haber verir. Aleyhissalâtu vesselâm savaşmak için gelmediklerini, umre için geldiklerini, dilerlerse aralarında bir sulh yapabileceğini, ama mâni olmaya kalkarlarsa ölünceye kadar savaşmaktan da kaçınmayacağını yeminle te´kid ederek ifade buyurur.
Büdeyl Kureyş´e gider. Resulullah´ın söylediklerini onlara duyurur.
Kureyş´ten Urve İbnu Mes´ud: “Bu adam mâkul bir teklifte bulunmaktadır, kabul edin ve müsaade ederseniz ben bir gidip göreyim!” der, gönderirler.
Resulullah´a gelir ve 4266 numaralı hadiste teferruatlı olarak geçtiği üzere Resulullah´la karşılaşır, bazı konuşmalar yapar. Aleyhissalâtu vesselâm Büdeyl´e söylediklerini burada da tekrar ederek:
* Savaşmaya değil, Umre yapmaya geldiklerini;
* Kureyşlilerle belli bir müddet için sulh yapabileceğini,
* Aksi takdirde ölene kadar savaşacağını söyler. Urve bu esnada, ordugâhı, müslümanların birbirleriyle, Resulullah´la olan münasebetlerini, disiplinli kararlı davranışlarını tedkik eder. Bilhassa Resulullah´a gösterilen tazim ve hürmet onu şaşkına çevirir. Hz. Ebu Bekr ve Muğîre İbnu Şu´be (radıyallahu anhümâ) ile tatsız münakaşalar yapar. Resulullah´la konuşmanın edeb ve protokolünü görür.
Urve Kureyşlilerin yanına dönünce, kendini fevkalade etkileyen müşâhedelerini anlatır ve böylesi bir disiplin ve Resulullah´a bağlılığı, başka yerlerde hiç görmediğini; Bizans´ta ve İran´da kırallara böyle bir saygı bulamadığını anlatır.
Urve yanından ayrılır ayrılmaz, Aleyhissalâtu vesselâm, Kureyş´e Hiraş İbnu Ümeyye el-Huzâî ile bir mektup gönderir. Hiraş, Resulullah´ın es-Sa´leb adındaki devesine binerek gider. Kureyşliler deveyi keserler ve Hiraş´ı da öldürmeye kalkarlar. Ahâbişler buna mani olup geri dönmesini sağlarlar. Hiraş, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a gelir:
Bunun üzerine (aleyhissalâtu vesselâm), Mekkelilere göndermek üzere Hz. Ömer (radıyallahu anh)´ı çağırır. Hz. Ömer:
“Mekke´de beni koruyacak Beni Adiyy yok. Kureyş benim onlara olan adâvetimin derecesini de biliyor, bana kötülük yapacaklarından korkarım. En iyisi Osman´ı gönderin! O, Kureyşliler nazarında benden daha azizdir!” der. Resulullah, elçi olarak Osman´ı gönderir. Osman (radıyallahu anh) varınca Ebân İbnu Saîd karşılar ve civar (himaye) verir. Hz. Osman, Ebu Süfyan ve diğer Kureyş büyükleriyle görüşür, Resulullah´ın tekliflerini onlara ulaştırır. Hz. Osman teklif vazifesini tamamlayınca, ona:
“Sen dilersen buyur, Ka´beyi tavaf et!” derler. Hz. Osman:
“Hayır! Resûlullah tavaf etmedikçe ben bunu yapmam!” der. Bunun üzerine Kureyşliler Hz. Osman´ı yanlarında tevkif ederler.
Ama, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a: “Hz. Osman´ı öldürdüler” haberi gelir. Aleyhissalâtu vesselâm:
“Bunlarla savaşmadan edemeyeceğiz!” der ve müslümanları ölmeden dönmemek şartı üzerine biat etmeye çağırır. Bir semüre ağacının altında, tek kişi hariç orada bulunan bütün müslümanlardan bey´at alır. Bu haber de Kureyş´e ulaşır. Bir müddet sonra Hz. Osman´ın öldürülmediği haberi gelir. Ağaç altındaki bu bey´atını müteakip müsbet gelişmelerde büyük bir rolü olacak ki Cenâb-ı Hakk inzal buyurduğu bir vahiyle, bey´ata katılanların tebcil eder, rızasını bildirir.
“Andolsun ki, Allah mü´minlerden -seninle o ağacın altında biat ederlerken- razı olmuştur da kalblerindekini bilerek üzerlerine kuvve-i maneviyeyi indirmiş ve onları yakın bir fetih ile ve alacakları birçok ganimetlerle mükafaatlandırmıştır..” (Feth 18-19).
Bu esnada kureyş, Ahâbişlerin seyyidi olan Hulays İbnu Alkame´yi elçi olarak gönderir. Resulullah onu uzaktan görür görmez: “Bunlar, Ka´ be´ye adanmış kurbanlıklara saygı gösterirler, kurbanlık develerinizi onun göreceği şekilde salıverin!” der. Hulays, daha develeri görür görmez, Resulullah´a uğramadan geri dönüp:
“Benim gördüğüme göre, onlara Ka´be yolunu kesmek helal olmaz! Develer takılar içerisinde!” der.
“Sen otur,sen bedevisin, bu işlerden anlamazsın!” derler. Ancak O:
“Yoo! Bunu söyleyemezsiniz! Ben, Ka´be´yi ziyarete gelenlere mani olacaksınız diye sizinle antlaşma yapmadım. Nefsimi elinde tutan Zât´a yemin olsun, ya Muhammed´le Ka´be´nin arasından çekilirsiniz, ya da ben bütün Ahâbiş halkını bir tek kişi gibi size karşı toplarım!” der.
Müslümanlara karşı birlik yapmada muvaffak olamayacağını anlayan Kureyş, sertliğini biraz daha kaybederek Mikrez İbnu Hafs´ı Resulullah´a gönderir. Babın ilk hadisinde de geçtiği üzere Mikrez uzaktan görününce, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bunun fâcir birisi olduğunu söyler.[96]
Sulh Gerçekleşiyor:
Mikrez, Resulullah´la, konuşurken, uzaktan Süheyl İbnu Amr görünür. Aleyhissalâtu vesselâm görür görmez onun adıyla tefe´ülde bulunur: سَهُلَ اَمْرُ كُمْ “İşiniz kolaylaştı.”[97]
Gerçekten Süheyl bir antlaşma yapmak yetkisiyle mücehhez olarak gelmiştir. Uzun ve ciddi pazarlıklardan sonra antlaşma yapılır:
* O yıl umre yapılmayacak, gelecek yıl yapılacaktır. Mekkeliler üç gün şehri müslümanlara terkedecekler. Silahlar torbalarda olacak. Üçüncü günden sonra Mekke terkedilecek.
* Mekkelilerden müslüman olup Medine´ye iltica edenler Mekkelilere iade edilecek, müslümanlardan irtidad eden olursa Mekkeliler onu müslümanlara iade etmeyecekler.
* On yıl harb edilmeyecek.
* İsteyen müslümanlarla, isteyen de Kureyş´le akidler yapabilecek.
Huzâa derhal müslümanlarla akid yapar, Benî Bekr de Kureyş´le akid yapar.[98]
Müslümanlar Memnun Degil:
Müslümanlar bu antaşmadan memnun kalmazlar. Sadece Resulullah bunun bir fetih olduğunun şuuruyla sevinçlidir. Çüknü böylece, Arap yarımadasında müslümanların siyasî bir varlık olduğu, Ka´be´ye sahiplik rolünü deruhte etmekle bütün Arapların temsilcisi ve lideri durumundaki Kureyş tarafından resmen kabuledilmiş oluyordu.
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ı sevindiren ikinci husus, aradaki husumetin kalkması, müslümanlarla müşriklerin beşerî münasebetlere girerek müslümanların daha yakından tanınma kapısının açılmasıdır. Böylece, İslam´ın mahiyeti, nezaheti, esasları gerçek hüviyeti ile anlaşılmış olacak ve selim tabiatlerin kabulüne mazhar olacaktı. Bu sebeple Resulullah memnundu ve bu iki neticenin istihsali için, teferruatta bazı kelimelerde hiç ısrar etmedi. Her devirde isim, resim, kelime ve şekilde boğulan müşrik espiri, orada da kendini gösterdi: “Rahman ne demek bilmiyoruz. Kaldır onu!…” dediler. Pekâla dedi. Resulullah, “Muhammed resulullah ismini kabul etmeyiz” dediler. “Muhammed Abdullah olsun” dedi Hz. Peygambere “Bu sene umre yapamazsın” dediler. “Gelecek sene yapalım kabûl!” dedi Resulullah.
Ama geri kalan müslümanlar memnun değildi. Bir kısmı suskunlukla protestosunu ifade ediyordu. Hz. Ömer (radıyallahu anh) susamıyor, bütün açıklığı ile son derece sert sorular soruyor, itirazlar yapıyor, adeta isyan ediyordu; o, herkesin adına konuşuyor gibiydi. Tek istisnayı belki de Hz. Ebu Bekr (radıyallahu anh) teşkil etmişti. Yapılan sulhta meknuz olan feth´i belki o da göremiyordu, ama derununda galebe çalan teslimiyyet ve sıddîkiyyet sırrı, ruhunda, nübüvvet güneşinden telemmü eden şuaat ve envarın tecelli etmesine vesile olmuş, hususî dünyasına bir kısım hikmet ziyası sağlamıştı. Bu sayede başarıyla olmasa bile, basiretiyle bu hikmetleri idrak etmişti; bu onu, Hz. Ömer´in düştüğü vartadan korumuştu.
Ashab bilhassa iki maddeyi bir türlü hazmedemiyordu:
* O yıl umrenin yapılamaması,
* Müslüman olan Mekkelilerin Merdine´ye iltica edince, müşriklere iade edilmesi meselesi.
Bu iki madde tezlil edici, alçaltıcı geliyordu.[99]
Sulh İslam´ın En Büyük Zaferi:
Halbuki az sonra nâzil olan Fetih suresi bu sulhü bir Feth-i Mübîn ilân etmişti. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) sureyi Hz. Ömer´e baştan sonra okuyunca Hz. Ömer hâlâ mukni değildi: “Yani bir fetih mi ” diyordu. Fakat bir müddet sonra, başta Hz. Ebu Bekr olmak üzere pekçok ashab Hudeybiye sulhünün “İslam´ın en büyük zaferi olduğunu” söylemekte ittifak edecektir.
Ayette gelen “Biz sana apaçık bir fetih (zafer) sağladık” (Fetih 1) ifadesini bazı âlimler “…büyük bir fetih hükmettik” diye anlamıştır. Mücâhid: “Bu, Allah´ın Resûlüne Hudeybiye´de hükmetmiş olduğu şeydir”; Zührî de “İslam, daha önce Hudeybiye fethinden daha büyük bir fethe rastlamamıştı” der.
Hudeybiye tek bir vak´a olarak alınsa böyle bir hüküm tekellüflü, mübalağalı görülebilir. Ama, buna bir sebep nazarıyla bakılırsa büyük bir zafer ağacının çekirdeği olarak görülebilir. Nitekim İbnu´l-Kayyyim der ki: “Evet, Allah´ın, Resulünü aziz kıldığı büyük zaferlerin mukaddime ve çekirdeğini bu sulh teşkil etmiştir. İnsanlar onun sayesinde Allah´ın dinine fevc fevc yani kitleler halinde girdiler. Hudeybiye sulhü bu hadisenin önünde bir kapı, bir anahtar vazifesini gördü. Büyük neticeleri küçük sebeplere bağlamak (dağ gibi ağaca tırnak kadar çekirdeği) mukaddime ve ilancı yapmak daima Allah´ın sâbit, değişmeyen kanunlarından “sünnetullah”tan biri olmuştur. Bunun gibi Hudeybiye hâdisesi fetihlerin en büyüğüdür. Zira insanlar birbirlerinden emin olarak kâfirmüslüman ihtilat etti, karıştı. Müslümanlar onları davet ettiler. Kur´an´ı dinlettiler. Güven içerisinde birbirleriyle İslam hakkında açıktan münâzaralar yaptılar. Müslümanlığını gizleyenler ortaya çıktı. Bu sulh müddetinde bir çok büyükler İslam´a girdi. Bu sebeple Allah onu Feth-i Mübîn olarak isimlendirdi.” İbnu Hacer: “Bu dönemde İslâm her kime anlatılabilmişse mutlaka müslüman olmuştur” dedikten sonra “Sulhün devam edebildiği iki sene içerisinde, İslâm´a girenlerin sayısı o zamana kadar girenlerden sayıca daha çoktu ve Kureyş´in büyükleriydi” der.[100]
Bazı Faideler:
Hudeybiye gazvesini anlatan hadiselerden âlimlerimizin çıkardığı bazı hükümleri kaydediyoruz:
* İslam´ın neşrinde sulh daha ehemmiyetlidir.
* Sulh teklif ederken zaaf göstermemeli, düşmanı korkutucu tehdidler eksik olmamalıdır. Resulullah, sulhu kabul etmezlerse ölünceye kadar savaşacağını söylemiş, kefereye gözdağı vermek için bütün müslümanlardan yeni bir biat almıştır.
* Meşveretin fazileti gözükmektedir. Resulullah meseleyle ilgili olarak Ümmü Seleme´yle istişare etmiş ve onun: “Sen kurbanını kes, baş traşını ol” tavsiyesini uygulamış; ashab peşinden gelmiştir. Bazı alimler bu hadisten hareketle kadınlarla da istişare edilebileceğini söylemiştir. Ancak İmamu´l-Harameyn: “Fikir beyan edipde isabet eden Ümmü Seleme´den başka kadın bilmiyorum” demiştir. Fakat, Kur´an´da Hz. Şuayb´ ın kızının Hz. Musa ile ilglii tavsiyesine babasının uyma örneği de gösterilerek İmamu´l-Harameyn´e itiraz edilmiştir.
* Kabeye hacc ve umreyi yasaklayanla savaşılır. Ancak sulh yolu mümkünse efdaldir.
* Düşman gözcülerinden gizlenip, ani baskın evladır.
* Zararı def için suhûletli yol terkedilip meşakkatli yol tercih edilebilir.
* Ordudan önce gözcüler, haberciler çıkarılmalıdır, bu müstehabtır.
* Düşmanla ilgili meselelerde kararlı olunur, mütereddid olunmaz.
* Harpte hile caizdir. Resulullah buna teşvik etmiştir. Harb dışında ise hileyi Aleyhissalâtu vesselâm şiddetle yasaklamıştır.
* İstişare sadece doğru görüşü tesbite yönelik değildir, etba´ın gönlünü hoş etmeye de yöneliktir.
* Dinle ilgili bazı işlerde müsamaha caizdir.
* Tâbi durumunda olan kimse metbu (yani uyduğu) kimseye, sırf hal-i hazırdaki görünüşe göre itirazda bulunması uygun düşmez, teslim gerekir. Çünkü metbu meselesinin istikbale matuf yönünü tâbi´den iyi bilir. Çünkü o, daha çok tecrübe etmiş olma şansına sahiptir. Hele o zat vahiyle müeyyed ise!
* Hadis sıdkına delil olduğu takdirde kâfirin haberine itimad edilebileceğini de gösterir. Nitekim Aleyhissalâtu vesselâm´ın haber getirmek üzere gönderdiği Huzâ´î henüz kâfir idi. Resulullah, küfrüne rağmen bu iş için onu seçti, zira, o böylece, onlarla görüşme, konuşma, onların esrârı hakkında daha kolay haber toplama imkânına sahipti.
* Emân verilen kâfirin malı gadren alınamaz.
Hadisten âlimler, hac menâsiki vs. için başka hükümler de çıkarmışlar ise de burada onlara yer vermeyeceğiz.[101]
Sulhün Bozulması:
On yıl müddetle muteber olmak üzere yapılan antlaşma iki yıl geçmeden kadük hale geldi. Bazı maddeleri işlemez oldu. Şöyle ki: Müslüman olan Mekkelilerin Medine´ye alınmaması müşriklerin ısrar ettikleri bir madde olduğu halde, kendi talebleriyle ibtal edilmişti.
“On yıl savaşmama” maddesini de yine müşrikler ihlâl ettiler. Şöyle ki:
Hudeybiye antlaşmasında bir maddenin, her iki tarafı da komşu kabilelerle antlaşma yapmada serbest bıraktığını söylemiş, Huza´a kabelisinin müslümanlarla, Benî Bekr´inde müşriklerle ittifak antlaşması yaptığını belirtmiştik. Bu iki kabile eskiden beri birbirlerine husumet besleyen iki komşu idiler. Belazurî´nin açıkladığı üzere, bir gün, Benî Bekr´e mensup bir kimse, Huzâ´a´lı birisinin yanında Resulullah´ı hicveden sözler sarfeder. Huza´alı buna tahammül edemez ve öbürüyle kavga edip onu yaralar. Bu bahane ile iki kabile savaşa tutuşur. Mekkeliler bu savaşta derhal müttefikleri olan Bekrîlere, silah, hayvan vs. verirler. Dahası Safvân İbnu Ümeyye, İkrime İbnu Ebî Cehl, Sehl İbnu Amr gibi bir kısım Kureyşliler gizlice fiilen savaşa katılarak çok sayıda Huzaalı öldürürler.
Huzâalılar Resulullah´a bir hey´et göndererek sâdece aralarındaki yeni akdi değil, ta eskiden beri mevcut olan dostlukları hatırlatarak yardım taleb ederler. Getirdikleri haberler meyanında “Mekkeli müşriklerin antlaşmayı bozmuş olması” da var. Resulullah onlara yardım vaadinde bulunarak geri çevirir.
Nitekim, hatalarını anlayan Mekkeliler de Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a şefleri Ebu Süfyân´ı göndererek antlaşmayı yenileme yolları ararlar.
Ebu Süfyân Medine´de başta Resulullah´ın zevcesi olan kızı Ümmü Habîbe (radıyallahu anhâ) olmak üzere Hz.Ebu Bekr, Hz. Ömer, Hz. Ali her kime uğradıysa çok soğuk karşılanır. O, açıktan “antlaşmayı bozduk” demezse de “antlaşmada ben hazır değildim” gibi ifadeleriyle suç üstü durumunu teyid eder. Mescidde görüştüğü Resulullah da talebine hiç bir cevap vermez. Bir rivayette ise şu diplomatik cevabı verir: “Siz, antlaşmada değişiklik yapmadıysanız, bizden hiç bir surette korkmamalısınız.”
Aslında antlaşma bozulmuştur. Resulullah da derhal Mekke´nin fethi için hazırlıklara başlamıştır. Ancak bunun sezdirilmemesi lazımdır. Zira Mekke´yi âniden basıp kan dökmeden teslim almayı planlamaktadır. Bunu Fetih Gazvesinde açıklayacağız.[102]
Hudeybiye Sulhünde Adı Geçenler:
Ebu Basîr:
Adı Utbe İbnu Esid´dir. Hudeybiye sulhünden sonra Resulullah´a gelip iltica edenlerdendir. Hudeybiye Sulhünden Medine´ye döner dönmez Aleyhissalâtu vesselâm´a gelen Ebu Basîr iltica taleb eder. Mekkeliler derhal mektup yazıp iki kişi de göndererek Ebu Basir´in iadesini talep ederler.
Resulullah, Ebu Basîr´i çağırtıp:
“Ey Ebu Basîr! Bu adamlarla hangi şartlar üzerine antlaşma yaptığımızı biliyorsun. Biz sözümüzden dönmeyiz. Sen kavmine dön!” der. Ebu Basîr:
“Ey Allah´ın Resulü! Müşrikler dinim sebebiyle bana işkence yaptıkları halde, beni iade mi ediyorsun ” der. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm):
“Ey Ebu Basîr sabret, Allah´tan mükâfaatını bekle. Allah sana ve senin gibi olan diğer güçsüz mü´minlere kurtuluş verecektir!” buyurur. Ebu Basîr ve muhafızları beraberce çıkarırlar. Zülhuleyfe´ye gelince, orada muhafızının kılıncını kurnazlıkla alır ve öldürür. Öbürü koşarak Resulullah´a gelir. Çok geçmeden de Ebu Basîr kılıncı kuşanmış olarak Resulullah´ın yanına gelir.
“Ey Allah´ın Resûlü! Taahhüdün yerine geldi (sen teslim ettin), ben kendimi kurtardım!” der. Aleyhissalâtu vesselâm:
“Harb kızıştıranın anası ağladı! Keşke onunla başkaları da olsa!” diyerek hem kaçmasına hem de yanında birkaç kişilik bir çete teşkil etmesine işaret eder.
Ebu Basîr, yine teslim edileceğini anlayarak hemen Medine´yi terkeder. Deniz kenarındaki Îs denen yere iner. Burası Mekkelilerin Şam´a giderken yollarının geçtiği bir yer idi. Mekke´deki müslümanlar onu işittiler. Her biri teker teker yanına geldi. Derken orada altmışyetmiş kişilik bir müslüman grup meydana geldi. Yakaladıkları her Kureyşliyi öldürüyorlar, oradan geçen her kervanın yolunu kesiyorlardı. Sonunda Kureyşliler Resulullah´a mektup yazarak aralarındaki akrabalığı da hatırlatarak, bu müslümanlara ihtiyaçlarının olmadığını, Medine´ye kabul edebileceğini belirtirler. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ricalarını kabul ederek, Ebu Basîr ve yanındakilerin Medine´ye gelmelerini yazar. Mektup kendilerine ulaştığı zaman hasta olan Ebu Basîr vefat eder. Ebu Cendel onu oraya defneder ve kabrinin yanına bilahare bir mescid inşa ettirilir.
İbnu Hacer der ki: “Ebu Basîr´in kıssasından çıkan bir faide şudur: “Saldırgan müşriği hile ile öldürmek caizdir. Ebu Basîr´den sadır olan davranış gadr ve ihanet sayılmaz. Çünkü o, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´la Ebu Süfyan arasındaki antlaşmada tesbit edilen hususlara girmez. Çünkü o esnada Mekke´de mahpus durumdaydı. Kendisini götüren müşriğin onu müşriklere teslim edeceğinden korkunca, onu öldürmek suretiyle nefsini korudu ve dinini de müdâfaa etmiş oldu. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), bu davranışı sebebiyle onu ayıplamadı. Bu durumdan anlaşılır ki, Ebu Basîr gibi hareket eden kimseye diyet gerekmez.” İbnu İshâk´ın nakline göre, Süheyl İbnu Amr´a, Âmirî´nin katledilme haberi ulaşınca kendi grubuna mensup olması haysiyetiyle diyetini taleb eder. Ancak Ebu Süfyân ona: “Muhammed´den bunu isteme hakkına sâhip değiliz, çünkü o, antlaşma şartına uydu. Ebu Basîr´in ailesine de diyet ödemek gerekmez, zira o, ailesinin dininde değil” der. Hadisede şu husus da gözükmektedir: Müşriklerden iltica edenler, onlar taleb etmedikçe onlara teslim edilmez. Çünkü, Ebu Basîr´i birinci sefer taleb edince, Aleyhissalâtu vesselâm derhal teslim etti, ancak ikinci sefer gelince, hemen onlara göndermedi. Eğer, Ebu Basîr yanında iken tekrar taleb etselerdi, yine de verecekti. Ebu Basîr bu durumu anlayınca kaçıp kendini kurtardı.[103]
Ebu Cendel:
Benî Amir İbn Lüey kabilesindendir. Adı el-Asî´dir. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´la Hudeybiye müsâlahasını imzalayan Süheyl İbnu Âmir´in oğludur.
Mekke´de ilk müslüman olanlardan bilinir. Ancak bağlanmış ve dini sebebiyle işkence edilmiştir. Bizzat babası zincire vurmuştur. Hudeybiye sulhü sırasında bir yolunu bulup kaçtı, Hudeybiye sulhü imzalanırken müslümanlara iltica etti. Babası onu görünce üzerine yürüyüp tokatlamış, elbisesinin yakalarından tutup yere çalmıştır. Resulullah´a da yönelerek:
“Ey Muhammed! Aramızdaki antlaşma bu gelmezden önce kesinleşti!” diyerek, antlaşma icabı, kendisine teslim edilmesini taleb etmiş, Aleyhissalâtu vesselâm da:
“Doğru söyledin!” diyerek kabul etmiştir. Ebu Cendel avazı çıktığı kadar bağırarak yardım taleb eder:
“Ey müslümanlar! Dinim sebebiyle işkence gördüğüm halde beni teslim mi ediyorsunuz ” der. Resulullah onu sükûnete davet eder:
“Ebu Cendel, sabret, Allah´tan sevabını um. Zira Allah hem senin için hem de seninle beraber olan diğer güçsüzler için bir kurtuluş yaratacaktır. Biz bunlarla sulh yaptık, verdiğimiz sözü bozmayız!
“Ebu Cendel, babasının yanından ikinci sefer kaçıp, Ebu Basîr´e iltihak eder ve Kureyş´e karşı çete hareketlerine katılır.
Bilahare müslüman olan babası ile birlikte ölünceye kadar Şam´da cihada iştirak eder.[104]
Süheyl İbnu Amr:
Hudeybiye Sulhü´nde Mekkelileri temsilen antlaşmayı yapan kimsedir. Kureyş´in ileri gelenlerinden biridir. Aklı ve hitabeti ile tanınmıştır. Bedir savaşında kâfir olarak esir edilmiştir. Üst dudağı yırtık idi. Esir alındığı zaman Hz. Ömer: “Ya Resulullah müsaade et, dişlerini sökeyim de bir daha aleyhinize hitabta bulunamasın!” der. Ancak (aleyhissalâtu vesselâm): “Ey Ömer, sen onu bırak, onun zamanla takdir edeceğin bir makamı olacaktır” diyerek müsaade etmez. Nitekim, Resulullah´ın vefatından sonra bedevilerin irtidad hareketleri başlayınca, Mekke´de de bazı sarsıntılar olduğu zaman Mekke´de Resulullah´ın emiri Attâb İbnu Esîd ihtifâ edince Süheyl kalkıp ortalığı yatıştıran bir konuşma yapmıştır: “Ey Kureyşliler, en son islâm´a giren ve ilk ondan çıkanlar olmayın! Vallahi bu din güneş ve ay doğup batmaya devam ettiği müddetçe devam edecektir. Kim Muhammed´e tapıyor idiyse bilsin ki o ölmüştür. Kim de Allah´a tapıyor ise bilsin ki O diridir ve ölümsüzdür…” diye başlayan müessir bir konuşma yapar. Attâb ortaya çıkar ve Kureyş İslam´da sâbit kalır. Resulullah´ın kunutta beddua ettiği kimselerdendir. Bunun üzerine لَيْسَ لَكَ مِنَ اَْمْرِ شَىْ ءُ âyeti nâzil olur.
Süheyl (radıyallahu anh) Mekke´nin fethinde müslüman olur ve sonuna kadar samimi bir müslüman olarak kalır. Aleyhissalâtu vesselâm Fetih günü Beytullah´a girip çıktıktan sonra kapısının önünde durur, toplanan halka hitabeder ve “Ne diyorsunuz ” diye sorunca, Süheyl İbnu Amr: “Hayır! diyor, hayır ümid ediyoruz, seni kerim bir kardeş, kerim bir kardeşin oğlu biliyoruz (Fethe) muktedir oldun, (davanı başardın)!” diye mukabelede bulunarak bir nevi müsâmaha taleb eder. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) mukabele eder: “Ben, kardeşim Yusuf aleyhisselam´ın söylediğini söylüyorum: Bugün kimseye kınama yok!”
Süheyl, Huneyn ganimetinden kendisine yüz deve verilenler arasında yer alır.
Hasan Basri Hazretleri der ki: “Halk Hz. Ömer (radıyallahu anh)´ın kapısında toplanmıştı. Aralarında Süheyl İbnu Amr, Ebu Süfyân İbnu Harb, Hâris İbnu Hişâm gibi fetih günü müslüman olan (Kureyş´in ileri gelenleri) de vardı. Hz. Ömer´in çağırıcısı çıktı. Bedir Ehlinden başlayarak içeri almaya başladı. Süheyb, Bilâl, Ammâr gibi (bir kısım köle asıllılar, Bedir ehli oldukları için önce çağrıldılar). Hz. Ömer bunları seviyordu. Ebu Süfyân:
“Bugün gördüğüm (şu hakareti) hiç görmedim. Şu köleler çağrılsın da biz burada oturalım, bize hiç iltifat edilmesin!” der. Söz alan Süheyl İbnu Amr:
“Ey kavm! Ben yüzünüzdeki (öfkeyi) görüyorum. Eğer kızacaksanız kendinize kızın. Onlar da, siz de beraberce İslam´a çağırıldınız. Ama onlar koşmada acele etti, siz geç kaldınız. Sizin, faziletçe kaybettiğiniz şey, erken girmede kıskançlığa düştüğünüz şu kapıdan çok daha mühim” der ve devam eder:
“Ey insanlar! Gördüğünüz gibi bunlar sizi fazilette geçtiler! Bunun telafisi yok! Vallahi bu böyledir. Ama şu cihada bakın, ona kendinizi verin. Allah size şehâdet nasib edebilir.
“Süheyl sonra kalkıp Şam´a gider. Kızı Hind dışındaki bütün aile efradını da beraberinde götürür. Gayesi cihaddır. Orada ölürler. Süheyl (radıyallahu anh)´ın Hz. Ömer zamanında Hicretin 15. yılında Amavâs vebasında öldüğü söylenmiştir. Keza Yermük´te hatta Saffer gününde öldüğü de söylenmiştir. Süheyl´in sonradan müslüman olanlar arasında, namaz oruç ve sadaka gibi ahirete bakan amel ve ibadetlerde en ileri olduğu belirtilmiştir. Kur´an okununca çok duygulandığı, fazlaca göz yaşı döktüğü, Muaz İbnu Cebel´e sıkça uğrayıp ondan ağlayarak Kur´an dinlediği meşhurdur.
Süheyl, müslüman olmazdan önceki ömründe Resulullah´a karşı verdiği mücadelelerle hep hayıflanmış, Bedir, Uhud, Hendek vs. savaşlarda, diğer arkadaşlarından biri gibi kâfir olarak ölmediğine çok hamdetmiş, kayıplarını telafi edebilmek için ömrünün cihadla geçmesine gayret etmiş ve şehid olarak ölmeyi gaye edinmiştir. Radıyallahu anh.[105]
Büdeyl İbnu Verka İbni Amr:
HuzaÔa kabilesindendir. İbnu Şihâb´a göre Mekke fethinde Merrü´z-Zahrân´da müslüman olmuştur. Ancak İbnu Mende ve Ebu Nu´aym´a göre daha önce müslüman olmuştur. Her hal ve kârda Hudeybiye sulhü sırasında Resulullah´a dostane tavır izhâr etmiştir. İbnu İshak fetih günü Mekkelilerin Büdeyl´in ve mevlası Râfi´in evine iltica ederek emniyet sağladıklarını belirtir.
Müslüman olduktan sonra Huneyn, Taif, Tebük gibi seferlere iştirak etmiştir. Fetih günü müslüman olanların büyüklerindendir. Huneyn seferinde elde edilen ganimetleri ve esir edilen kadınları, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın Büdeyl İbnu Verka´nın muhafazasına tevdi ettiği kaydedilir.
Büdeyl, Resulullah´tan önce vefat etmiştir; (radıyallahu anh).[106]
Urve İbnu Mes´ud İbnu Muattıb:
Hudeybiye Sulhü sırasında Kureyş´in, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a elçi olarak gönderdiği kimselerden biridir. Muğîre İbnu Şu´be (radıyallahu anh)´ın da amcasıdır. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın sulh teklifini Mekkelilere kabul ettirmede telkin sahibi olmuştur: “Size doğru (mâkul) bir teklifte bulundu, onu kabul edin” demiştir.
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), Taif kuşatmasından vazgeçip Medine´ye dönerken arkadan gelip, daha Medine´ye varmadan yolda yetişir ve müslüman olur. Kavmine dönüp İslam´ı neşretme izni ister. Ancak Aleyhissalâtu vesselâm, ona: “Kavmin seni öldürür” diyerek, kavminin İslam´ı kabulde göstereceği kibirden haber verir. Ancak Urve:
“Ey Allah´ın Resulü! Ben kavmime gözlerinden daha sevgiliyim!” der. Aslında sevilen, itaat edilen bir kimse idi. Nitekim, daha önce Muğîre İbnu Şu´be´nin İslâm´dan önce işlediği gadr sebebiyle ortaya çıkan kavgayı tam 13 kişinin diyetini ödemeyi üzerine alarak yatıştırdığını belirtmiştik.
Hülasa, kendisine muhalefet etmeyecekleri ümidiyle kavmini İslâm´a davet etmek arzusuyla döner. Onlara müslüman olduğunu söyler ve davete başlar, ama nafile. Ok yağmuruna tutarak şehid ederler.
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), Urve hakkında:
“Onun kavmindeki durumu, Sâhib-u Yâsin´in kavmindeki durumu gibidir” buyurmuştur.
Katâde, Kureyş müşriklerinden Velid İbnu´l-Muğîre´nin söylediği, “Bu Kur´ân, iki şehrin birinden bir büyük adama indirilmeli değil miydi ” (Zuhruf 31) sözüyle Mekke´de kendisini, Taif´te Urve İbnu Mes´ud´u kastettiğini belirtmiştir. İki büyük şehir, anlaşılacağı üzere Mekke ve Taifdir.
Urve´nin, fiziken Hz. İsa´ya benzediği söylenmiştir, (radıyallahu anh).[107]
Hudeybiye Sulhünün En Büyük Meyvesi:
Allah´ın Kılıcı Hâlid:
Daha önce Selef ulemâsının, Hudeybiye Sulhünü İslâm´ın en büyük zaferi olarak tavsifte ve Kur´ân-ı Kerim´de geçen Feth-i Mübin ile onun kastedildiğini söylemekte ittifak ettiklerini belirtmiştik. Bu sulhün İslâm davasına kazandırdığı faydalar çoktur. Biz, burada onun en mühim meyvelerinden biri, belki de birincisi olan Allah´ın Kılıncı Hâlid İbnu Velîd´den bahsedecek, kısaca onu tanıtmaya çalışacağız.
Hâlid İbnu´l-Velîd İbni´l-Muğîre el-Kureşî el-Mahzûmî, künyesi Ebu Süfyan´dır. Mamafih Ebu´l-Velîd de denmiştir. Annesi Lübâbetü´s-Suğrâ Bintu´l-Hâris İbni´l-Hazri´l-Hilâliyye´dir. Lübâbe, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın zevce-i pâkleri Meymune Bintu´l-Hâris (radıyallahu anhâ)´nın kız kardeşidir. Şu halde Hâlid, bir bakıma Aleyhissalâtu vesselâm´ın baldızının oğludur.
Hâlid (radıyallahu anh), cahiliye devrinde de Kureyş´in kalbur üstü eşrafından biri idi. Nitekim Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) insanları mâdenlere benzetecek, cahiliyede şerefli olanların İslam´da da -ilim öğrenmeleri şartıyla şerefli olacaklarını belirtmiş idi. İbnu´l-Esir, Hâlid´ in Cahiliye devrinde savaş hazırlığının yapıldığı çadırda, harb kurmayları arasında yer aldığını, ayrıca süvari birliğinin başı olduğunu belirtir.
Hâlid (radıyallahu anh) müslüman olmak isteyince Amr İbnu´l-As ve Osman İbnu Talha ile birlikte Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a gelirler. Aleyhissalâtu vesselâm onları görünce: “Mekke size ciğerparelerini atıyor” diyerek, hem bunların değerlerini, hem Mekke´nin, kurmaylarından kaybını hem de İslâm´ın büyük kazancını dile getirmiş oluyordu.
Davalar dayandıkları esasların hakkaniyetleri ve cihanşümul oluşlarıyla büyük ise de, o davaya sahip çıkan el ve kafaların güçleriyle yüce ve güçlü olur ve sancağını yüce kalelerde dalgalandırır. Veya İslam gibi hak davayı muzaffer kılacak güçlü ellere, çaplı kafalara da ihtiyaç vardır. Davanın hak olması yeterli değildir; ilâhî kanun böyle.
Hülasa Uhud´un müşrik kahramanı Hâlid´in İslâm´a girmesi büyük bir kazanç olmuştur.
Hz. Hâlid´in müslüman oluş vakti ile ilgili muhtelif rivayetler var ise de Hudeybiye´ye kadar ve hatta Hudeybiye seferi sırasında da müşrikler safında yer almış olduğu sahih rivayetlerde sâbittir.
Halid müslüman olduktan sonra, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) pek çok seferlere komutan olarak görevlendirmiştir. İlk defa Mûte seferinde komutaya ard arda geçen üç şahsın da şehid olması üzerine, dördüncü komutan olarak -askerlerin nasbıyla- başa geçer; ve İslâm ordusunu geri çekmek suretiyle feci bir hezimetten korur. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), buradaki başarısını takdiren Seyfullah lakabını verir. Daha önce de kaydettiğimiz gibi Resulullah, onu ilk defa Mekke Fethinde İslam ordusuna komutan tayin eder.
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) zamanında:
* Huneyn seferine katılır; Taif´teki Uzza tapınağını yıkmaya tavzîf edilir; Devmetu´l-Cendel´in şefi Ukeydir İbni Abdilmelik´e; Benî´l-Hâris İbnu´l-Ka´b´a gönderilir. Hz. Ebu Bekr zamanında Ridde savaşlarının komutanı oldu. Önce Tuleyha´yı, sonra Müseylime´yi, sonra Mâlik İbnu Nuveyra vs.´yi bertaraf ederek hepsini bastırdı. Burada işi bitince Hz. Ebu Bekr onu İran ve Bizans´la savaşmak üzere Suriye´ye gönderdi. Şam onun eliyle fethedildi.
Hz. Ömer halife olup da azledinceye kadar Suriye bölgesindeki İslâm ordularının başkomutanlığını yaptı.
Hz. Halid, girdiği her savaşta mutlaka başarı elde ettiği için, müslümanlar arasındaki haklı bir şöhrete ve takdire kavuşmuştu. Hz. Ömer´in onu azledişi müslümanlar arasında bir şok meydana getirmiş, bir kısım dedikodulara sebep olmuştu. Hz. Ömer (radıyallahu anh) “Bütün beldelere” çıkardığı bir tamimle, meseleyi tavzih etme; hem kendisi, hem de Hz. Halid aleyhinde yapılan spekülasyonları bertaraf etme ihtiyacı duyar. Halkın neler söylemiş olabileceğini bu tamimin metninden anlamak mümkün olabileceği için, Taberi Tarihi´nin kaydettiği metnin tercümesiyle yetiniyoruz:
“Ben, Hâlid´i ne [tarafımdan] bir öfke, ne de [onun tarafından] bir ihânet sebebiyle azletmedim. Lakin halk onun sebebiyle fitneye düştü. (Allah´ın verdiği zaferleri) ondan bilmeye başlamasından ve böylece belaya düşmelerinden korktum. İstedim ki, zaferleri bize verenin Allah olduğunu bilsinler de (ondan bilme) fitnesine maruz kalmasınlar.
“Allah´ın kılıcı Hâlid, Hz. Ömer´in, azlinden sonra komutan olduğu orduda er olarak hizmetine devam edecektir.
Hz. Hâlid Yermuk savaşı sırasında başında taşımakta olduğu kalansuve (takke)yi kaybeder. Israrla aratır. Bulunamaz; tekrar tekrar aratır, sonunda bulunur: Meğer arkasındaymış. Ancak basit bir kalansuvedir. Niçin bulunması için bu kadar ısrar ettiği sorulunca: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) umre yaptı, bu sırada başını tıraş etti. Herkes saçını kapmak için koşuştu, ben önce davrandım, nasiyesinden (alın) aldığım saçtan bu kalansuvenin ön kısmına koydum. Bu saç beraberimde oldukça, hangi savaşa katıldı isem mutlaka kazandım” der ve kalansuveyi hırsla arama sebebini açıklar.
Hâlid (radıyallahu anh) Hicrî 21 yılında Humus şehrinde vefat etmiştir. Medine´de öldüğü de söylenmiştir. Öleceği zaman: “Savaş meydanında ölmeyi çok taleb ettim ama muktedir olamadım, nasib yatakta ölmekmiş” diyerek bu ölümden üzüntüsünü ifade eder. Bir başka rivayette de şöyle dediği nakledilmiştir: “Yüz savaşa katıldım. Bedenimde yara almadık bir karış yer yok; mutlaka ya ok, ya kılıç, ya da mızrak darbesi değdi. Buna rağmen işte yatakta ölüyorum, tıpkı bir eşek gibi.” Hâlid İbnu Velîd´in oğlu munkarız olur ve nesli kesilir. Medine´deki evlerine Eyyup İbnu Seleme vâris olur.[108]
* UMRETU´L-KAZA
ـ4270 ـ1ـ عَنِ البَراءِ بْنِ عَازبٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قَالَ: ]اِعْتَمَرَ رَسُولُ اللّهِ # فِى ذى القعْدَةِ فأبِي أهْلُ مَكَّةَ أنْ يَدَعُوهُ يَدْخُلُ مَكَّةَ حَتّى قَاضَاهُمْ عَلى أنْ يَدْخُلَ مِنَ الْعَامِ الْمُقْبِلِ، يُقِيمُ فِيهَا ثَثاً َ يَدْخُلُ مَكَّةَ السَِّحُ إَّ السَّيْفَ فى الْقِرَابِ، وَأنْ َ يَخْرُجَ مِنْ أهْلِهَا بِأحَدٍ إنْ أرَادَ أنْ يَتْبَعَهُ، وَأنْ َ يَمْنَعَ أحداً مِنْ أصْحَابِهِ أرَادَ أنْ يُقِيمَ بِهَا. فلمَّا دَخَلَهَا وَمضى ا‘جَلُ، أتَوْا عَلِيّاً رَضِيَ اللّهُ عَنْه. فقَالُوا قُلْ لِصَاحِبِكَ اخْرُجْ عَنّاً، فقَدْ مَضى ا‘جَلُ. فَخَرَجَ # فَتَبِعَتْهُ ابْنَةُ حَمْزَةَ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما: تَنَادى يَا عَمُّ يَا عَمُّ. فَتَنَاوَلَهَا عَلِيٌّ رَضِيَ اللّهُ عَنْه فَأخَذَ بِيَدِهَا. فقَالَ لِفَاطِمَةَ رَضِيَ اللّهُ عَنْها: دُونَكِ بِنْتَ عَمِّكِ؟ فَحَمَلَتْهَا. فَاخْتَصَمَ فِيهَا عَلِىٌّ وَزَيْدٌ وَجَعْفَرٌ رَضِيَ اللّهُ عَنْهم. فَقَالَ عَلِىٌّ: هِى
ابْنَةُ عَمِّي، وَقَالَ جَعْفَرٌ: هِىَ ابْنَةُ عَمِّي، وَخَالَتُهَا تَحْتِي، وَقَالَ زَيْدٌ: بِنْتُ أُخِي. فَقَضى بِهَا # لِخَالَتِهَا؛ وَقَالَ: اَلْخَالَةُ بِمَنْزِلَةِ ا‘ُمِّ؛ وَقَالَ لِعَلِيٍّ رَضِيَ اللّهُ عَنْه: أنْتَ مِنِّي وَأنَا مِنْكَ، وقَالَ لِجَعْفَرٍ: أشْبَهْتَ خَلْقِي وَخُلُقِي. وَقَالَ لِزَيْدٍ: أنتَ أُخُونَا وَمَوْنَا[. أخرجهُ الشَّيْخَانِ.»قِرَابُ السَّيْفِ« قال ا‘زْهَرِي: هُوَ غَمْدُهُ .
1. (4270)- Bera İbnu´l-Âzib (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Zülkade ayında umreye çıkmıştı. Mekkeliler Onun Mekke´ye girmesine izin vermediler. Resulullah, gelecek yıl girmek, orada üç gün kalmak, Mekke´ye silahlar torbalarda olarak girmek, ailelerinden peşine düşmek isteyen çıksa bile kimseyi almamak, Ashabından Mekke´de kalmak isteyen çıkarsa kimseye mani olmamak şartları üzerine anlaşmıştı.
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) (Mekke´ye umre için) girip, müddet de dolunca, Mekkeliler Hz. Ali´ye gelip:
“Arkadaşına söyle! bizi terketsin, müddet doldu!” dediler. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) çıktı, ancak Hamza´nın kızı (radıyallahu anhümâ) peşine takıldı:
“Ey amcam, ey amcam!” diye bağırıyordu. Hz. Ali (radıyallahu anh) onu alıp elinden tuttu. Hz. Fatıma (radıyallahu anhâ)´ya:
“Amcanın kızını yanına al!” dedi. [Medine´ye gelince] kızı (yanına alma) hususunda Hz. Ali, Zeyd ve Câfer (radıyallahu anh) ihtilafa düştüler. Hz. Ali:
“O benim amcamın kızıdır! (Ben ehakkım)” diyordu. Ca´fer (radıyallahu anh):
“O hem amcamın kızı, hem de teyzesi nikahım altında!” diyordu. Zeyd de:
“Kardeşimin kızıdır!”(21) diyordu. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), kızın, teyzesinin yanında kalmasına hükmetti ve: “Teyze anne makamındadır!” buyurdu. Hz. Ali (radıyallahu anh)´a yönelerek: “Sen bendensin, ben de senden!” buyurdu. Cafer (radıyallahu anh)´a: “Yaratılışın ve huyun bana benzer” diyerek iltifat etti. Zeyd (radıyallahu anh)´a da: “Sen bizim hem kardeşimiz, hem de mevlamız (âzadlımız)sın!” buyurdu.” [Buhârî, Meğâzî 43, Umre 3, Cezâu´s-Sayd 17, Sulh 6, Cizye 19; Müslim, Cihâd 90, (1783).][109]
AÇIKLAMA:
Burada Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın Hudeybiye antlaşmasına konulan bir madde gereğince sulhü takip eden senede yapılan umre anlatılmaktadır. Ulemâ umumiyetle Resulullah´ın dört umre yaptığını söyler:
1- Hudeybiye senesi yapılan umre: Gerçi bunda tavaf ve sa´y yapılmamıştır ama kurban kesilmiş, tıraş olunmuş ve ihramdan çıkılmıştır. Bu sebeple ulemâ bunun da bir umre olduğunu söylemiştir.
2- umretu´lkaza: Bu, sadedinde olduğumuz umredir. Buna kaza denmesi sulh yapıldığı yıl niyet edildiği halde yapılamayan umrenin kazası olduğunu ifade etmez; antlaşma gereği yapılan umre ma´nâsını ifade eder. Çünkü kaza kelimesi, burada “antlaşma” ma´nâsına gelen mukâza´ dan gelmektedir. Antlaşma umresi demek daha muvafık olur.
3- Ci´irrâne´de yaptığı umre.
4- Veda haccı sırasında Hacc-ı kıranla yaptığı umre, (Daha fazla bilgi için (1576-1883 numaralı hadisler) görülmelidir.)[110]
* MÛTA GAZVESİ
ـ4271 ـ1ـ عَنِ ابْنِ عُمَرَ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قَالَ: ]أمَّرَ رَسُولُ اللّهِ # فِي غَزْوَةِ مُؤْتَةَ زَيْدَ بْنِ حَارِثَةَ رَضِيَ اللّهُ عَنْه. فَقَالَ رَسُولُ اللّهِ #: إنْ قُتِلَ زَيْدٌ فَجَعْفَرٌ، وَإنْ قُتِلَ جَعْفَرٌ فَعَبْدُاللّهِ بْنُ رَوَاحَةَ رَضِيَ اللّهُ عَنْهم. قَالَ عَبْدُاللّهِ: كُنْتُ فِيهِمْ فِى تِلْكَ الْغَزْوَةِ فَلْتَمَسْنَا جَعْفَرَ بْنَ أبِي طَالِبٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه فَوَجَدْنَاهُ فِي الْقَتْلَى وَوَجَدْنَا فِيمَا أقْبَلَ مِنْ جَسَدِهِ بِضْعاً وَتِسْعِينَ مَا بَيْنَ رَمْيَةِ وَطَعْنَةٍ؛ زَادَ فِي رِوَايَةٍ: لَيْسَ مِنْهَا شَىْءٌ فِى دُبُرِهِ[. أخرجه البخاري.
1. (4271)- İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Mûta gazvesinde Zeyd İbnu Hârise (radıyallahu anhümâ)´yı emir (komutan) tayin etti ve dedi ki:
“Eğer Zeyd öldürülecek olursa, komutan Ca´fer´dir. Ca´fer öldürülecek olursa Abdullah İbnu Ravâha´dır” (radıyallahu anhüm).
Abdullah der ki: “Bu gazvede aralarında ben de vardım. (Bir ara) Cafer İbnu Ebî Talib (radıyallahu anh)´ı aradık. Onu ölüler arasında bulduk. Öyleydi ki cesedinin ön cephesinde doksan küsür ok ve mızrak yarası saydık.” Bir rivayette de şu ziyadeyi ilave etmiştir: “Arka tarafında hiç yara yoktu.” [Buhârî, Meğâzî 44.][111]
ـ4272 ـ2ـ وَعَنْ أنَسٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنَّ رَسُولَ اللّهِ # نَعى زَيْداً وَجَعْفَراً وَابْنَ رَوَاحَةَ لِلنَّاسِ قَبْلَ أنْ يَأتِيهِمْ خَبرُهُمْ. فقَالَ: أخَذَ الرَّايَةَ زَيْدٌ فَأُصِيبَ. ثُمَّ أخَذَهَا جَعْفَرٌ فَأُصِيبَ. ثُمَّ أخَذَهَا عَبْدُاللّهِ بْنُ رَوَاحَةَ فَأُصِيبَ، وَإنَّ عَيْنَيْ رسولِ اللّهِ # لَتَذْرِفَانِ. ثُمَّ أخَذهَا سَيْفٌ مِنْ سُيُوفِ اللّهِ: خَالِدُ بنُ الْوَلِىدِ مِنْ غَيْرِ إِمْرَةٍ فَفَتَحَ اللّهُ تَعالى لَهُ[. أخرجه البخاري والنسائي.»ذَرِفَتِ الْعَيْنُ« إذَا سَالَ دَمْعُهَا .
2. (4272)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), Zeyd, Cafer ve İbnu Ravâha´nın öldüklerini onlardan haber gelmezden önce bildirdi. Şöyle demişti:
“Bayrağı Zeyd aldı ve isabet aldı (öldü). Bayrağı ondan sonra Ca´fer aldı o da öldü. Sonra Abdullah İbnu Ravâha aldı, o da öldü. -Böyle deyince Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın gözleri yaşla doldu.- (Resulullah sözlerine devam etti): Bayrağı,sonra Allah´ın kılıçlarından bir kılıç, tâyin edilmeksizin aldı: Halid İbnu´l-Velid… Allah Teâla Hazretleri ona zafer verdi.” [Buhârî, Cenâiz 4, Cihâd 7, 183, Menâkıb 25, Fedaili´l-Ashâb 25, 44; Nesâî, Cenâiz 27, (4, 26).] [112]
ـ4273 ـ3ـ وَعَنْ قَيْسِ بْنِ أبِي حَازِمٍ قَالَ: ]سَمِعْتُ خَالِداً يَقُولُ: لَقَدْ اِنْقَطَعَ فِي يَدِي يَوْمَ مُؤْتََةَ تِسْعَةُ أسْيَافٍ، فَمَا بَقِىَ في يَدى اَِّ صَفِيحَةٌ يَمَانِيَّةٌ[. أخرجه البخاري .
3. (4273)- Kays İbnu Ebî Hâzım (radıyallahu anh) anlatıyor: “Hâlid´in şöyle söylediğini işittim: “Mûta günü elimde dokuz kılıç kırıldı. Elimde sadece Yemen´de mamul bir safîha (geniş demirli kılıç) kaldı.” [Buhârî, Megazî 44.][113]
ـ4274 ـ4ـ وَعَنْ عَوْفِ بْنِ مَالِكٍ ا‘شْجَعِىِّ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قَالَ: ]خَرَجْتُ مَعَ زَيْدِ ابْنِ حَارِثَةَ رَضِيَ اللّهُ عَنْه في غَزْوَةِ مُؤْتَةَ وَرَافَقَنِى مَدَدِىٌّ مِنَ الْيَمَنِ لَيْسَ مَعَهُ غَيْرُ سَيْفِهِ فَنَحَرَ رَجُلٌ مِنَ الْمُسْلِمِينَ جَزُوراً. فَسَألَهُ الْمَدَدِىُّ طَائِفَةً مِنْ جِلْدِهِ. فَأعْطَاهُ إيَّاهُ فَاتَّخَذَهُ كَهَيْئَةِ الدَّرَقَةِ وَمَضَيْنَا فَلَقِينَا جُمُوعَ الرُّومِ، وَفِيهِمْ رَجُلٌ عَلى فَرسٍ أصْفَرَ عَلَيْهِ سَرْجٌ مُذََهَّبٌ. فَجَعَلَ الرُّومىُّ يَفْرِى بِالْمُسْلِمِينَ فَقَعَدَ لَهُ الْمَدَدِىُّ خَلْفَ صَخْرَةٍ فَمَرَّ بِهِ الرُّومىُّ. فَعَرْقَبَ فَرَسَهُ بِسَيْفِهِ فَخَرَّ الرُّومىُّ فَعََهُ بِسَيْفِهِ فَقَتَلَهُ وَحَازَ فَرَسَهُ وَسَِحَهُ. فَلَمَّا فَتَحَ اللّهُ عَلى الْمُسْلِمِينَ بَعَثَ إلَيْهِ خَالِدُ بْنُ الْوَليدِ فَأخَذَ مِنْهُ بَعْضَ السَّلَبِ. قَالَ عَوْفٌ: فَأتَيْتُ خالِداً، فَقُلْتُ لَهُ: أمَا عَلِمَتَ أنْ رَسُولَ اللّهِ # قَضى بِالسَّلَبِ لِلْقَاتِلِ؟ قَالَ: بَلى. وَلكِنِّى اسْتَكْثَرْتُهُ لَهُ. فَقُلْتُ: لَتَرُدَّنَّهُ إلَيْهِ أوْ ‘عَرِّفَنَّكَهَا عِنْدَ رَسُولِ اللّهِ #. فَأبى أنْ يَرُدَّ عَلَيْهِ. قَالَ عَوْفٌ: فَلَمَّا اجْتَمَعْنَا عِنْدَ رَسُولِ اللّهِ # قَصَصْتُ عَلَيْهِ قِصَّةَ الْمَدَدِىِّ وَمَا فَعَلَ خَالِدٌ. فقَالَ رسولُ اللّه #: يَا خَالِدُ مَا حَمَلَكَ عَلى مَا صَنَعْتَ؟ قَال: اِسْتَكْثَرْتُهُ. فقَالَ: رُدَّ عَلَيْهِ الَّذِِى أخَذْتَ
مِنْه. فَقُلْتُ: دُونَكَهَا يَا خَالِدُ، ألَمْ أوْفِ لَكَ. فَقَالَ رَسُولُ اللّهِ #: وَمَا ذَاكَ؟ قَالَ: فَأخْبَرْتُهُ. قَالَ: فَغَضِبَ # وَقَالَ: يَا خَالِدُ َ تَرُدَّ عَلَيْهِ، هَلْ أنْتُمْ تَارِكُونَ لِى أُمَرَائِى؟ لَكُمْ صِفْوَةُ أمْرِهِمْ وَعَلَيْهِمْ كَدَرُهُ[. أخرجه مسلم وأبو داود.»يَفْرِى بِالمُسْلِمِينَ« الفرىُ القَطْعُ، وَهوَ كِنَايَةٌ عن شِدّةٍ فَكنايتَهُ فيهم.وقولهُ »‘عْرِفَنَّكَهَا« أىْ ‘جَازِيَنَّكَ بها حتّى تعرف صنيعك هذا. وقوله »دُونكها« أى خذها كأنّه وفاءٌ له بما وعده.و»صِفْوَةُ الشَّىْءِ« بكَسر الصاد خالصَتهُ إذا اثبتّ الهاء كسرت الصاد وإذا حذفتها فتحتها، فقلت صفْو الشّىْءِ .
4. (4274)- Avf İbnu Mâlik el-Eşca´î (radıyallahu anh) anlatıyor: “Mûta gazvesine Zeyd İbnu Hârise (radıyallahu anh) ile birlikte çıktım. Bana Yemenli bir asker refâkat etti ki, üzerinde sadece bir kılıncı vardı. Müslümanlardan biri bir deve kesti. Yemenli, ondan derinin bir parçasını istedi, o da verdi. Yemenli ondan kendine bir nevi kalkan yaptı. Yolumuza devam ederken bir Rum birliğiyle karşılaştık. Onlar arasında, üzerinde müzehheb (altın işlemeli) eğer taşıyan sarı bir at üzerinde bir adam vardı. Adamın silahı da müzehheb idi. Rumî adam müslümanlara şiddetle saldırmaya başladı. Yemenli asker de bir kayanın arkasında saklanarak onu takibe başladı. Derken rumî ona uğradı. Yemenli kılıncıyla atın ayaklarını kırdı ve Rumî yere düştü. Hemen kılıcıyla üzerine atılıp adamı öldürdü. At(ta olanları) ve silahı aldı.
Allah Teâla Hazretleri müslümanlara zafer müyesser edince, Hâlid İbnu´l-Velid adama birini göndererek selebden (öldürdüğü kimsenin eşyalarından el koyduğu şeylerden) bazısını ondan aldı.
Avf der ki: “Ben Hâlid´e gelerek, kendisine:
“Bilmiyor musun, Resulullah, selebin öldürene ait olduğuna hükmetmiştir!” dedim.
“Elbette biliyorum. Fakat aldıkları gözüme çok geldi!” dedi. Ben:
“Ya bunu adama geri verirsin, ya da durumu Aleyhissalâtu vesselâm´a söylerim!” dedim. Ama Hâlid, geri vermekten imtina etti.”
Avf der ki: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın yanında toplanınca, ben Yemenlinin ve Halid´in yaptığı şeyleri hikaye ediverdim. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Ey Hâlid niye böyle yaptın ” diye sordu. Hâlid:
“Bu gözüme çok göründü!” dedi. Aleyhissalâtu vesselâm:
“Ondan ne aldı isen geri ver!” dedi. Ben:
“Ey Hâlid! Al işte, ben sana (böyle yapman gerektiğini) söylemedim miydi ” dedim. Resulullah: “Bu da ne demek ” buyurdu. Ben de anlattım. Bunun üzerine Resulullah öfkelendi ve:
“Ey Hâlid, ona geri verme! Siz benim komutanlarımı bana bırakır mısınız hiç! [Sizin ve komutanlarımın misali, deve veya koyun çobanı tutulup da onları güden, sulama vakti gelince havuza götüren çoban ve sürüsüne benzersiniz. Sürü gelir havuza girer, temiz suyu içer, çobana bulanığı kalır. Temizi size bulanığı komutanlarıma.” [Ebu Dâvud, Cihâd 148, (2719, 2720); Müslim, Cihâd 44, 45, (1753, 1754).][114]
AÇIKLAMA:
1- Mûta gazvesi hicretin sekizinci yılında Cemâdilûla ayında cereyan etmiştir. Mûta, bugünkü Kudüs´e iki merhale uzaklıkta Suriye bölgesinde bir mevkinin adıdır.
2- Bu seferin sebebi, Bizans´ın Suriye bölgesindeki yetkililerinden biri olan Şurahbil İbnu Amr el-Gassanî´nin, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın Basra sorumlusuna gönderdiği elçiyi öldürmüş olmasıdır. Resulullah elçisini öldüren Şurahbil´i cezalandırmak istiyordu.
Ordu Zeyd İbnu Hârise komutasında idi. Müslümanlar Mu´ân nam mevkiye varınca Herakliyus´ün yüzbini Rum, yüzbini de Lahm ve Cüzâm kabilelerinden olmak üzere gayr-ı Rum ikiyüzbinlik bir ordu ile üzerlerine gelmekte olduğu haberini alırlar. Burada iki gece kalıp ne yapacakları hususunda muhasebede bulunurlar. Hatta Resulullah´a yazıp ne yapılması gerektiğini sormayı düşünürler. Ancak Abdullah İbnu Ravâha: “Ey insanlar sizin şu anda hoşunuza gitmeyen şey, Medine´den yola çıkarken aradığınız şeydir: Şehîd olmak. Biz insanlarla sayıya bakarak, kuvvete bakarak savaşmıyoruz, din için savaşıyoruz. Yürüyelim. Bize mutlaka iki güzelden biri var: (Şehidlik veya zafer)” diyerek askerleri teşçî eder:
“Vallahi doğru söyledi!” derler ve yürürler. Müslümanlar, Bizanslıların Rum ve hıristiyan-Arap karışımı muazzam ordusuyla Mûta´da karşılaşırlar.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın belirttiği gibi, önce Zeyd İbnu Hârise şehid olur. Bayrağı Cafer İbnu Ebi Talib alır, o da şehid olur. Sonra bayrağı Abdullah İbnu Ravâha alır.
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu esnada (akşam), müslümanları Mescidde toplamış, an be an haber veriyor, şehid olanları ismen söylüyor, arkadan komutan olanı söylüyor, ölenler için istiğfarda bulunuyor. “Bayrağı Abdullah İbnu Ravâha aldı” deyip susar. Derken Ensâr´ın rengi değişir, Abdullah´tan hoş olmayan bir şey sâdır oldu zannederler. Bir müddet sonra Resulullah: “Düşmanla savaştı ve şehid oldu! Cennete kaldırıldılar, altın divanlar üzerindeler!”der ve üzüntü gider.
Resulullah sonra bayrağı Hâlid İbnu Velîd´in aldığını “Bayrağı Allah´ın kılıçlarından bir kılıç aldı” diyerek haber verir. Hâlid o günden sonra seyfullah lakabını alır.
Hâlid İbnu Velîd, İslam ordusunu bu pek büyük kalabalığa ezdirmemek için geri çeker.[115]
* ÜSÂME İBNU ZEYD´İN, CÜHEYNE´NİN HURUKA´YA GÖNDERİLMESİ
ـ4275 ـ1ـ عَنْ أبِي ظَبْيَانَ قَالَ: ]سَمِعْتُ أُسَامَةَ بْنَ زَيْدٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْهُما يَقُولُ: بَعثَنا رسولُ اللّهِ # إلى الحُرُقَةِ فَصَبَّحْنَا الْقَوْمَ فَهَزَمْنَاهُمْ. فَلَحِقْتُ أنَا وَرَجُلٌ مِنَ ا‘نْصَارِ رَجًُ مِنْهُمْ. فَلَمَّا غَشَيْنَاهُ قَالَ: َ إله إَّ اللّهُ. فَكَفَّ عَنْهُ ا‘نْصَارىُّ وَطَعَنْتُهُ بِرُمْحِى فَقَتَلْتُهُ. فَلَمَّا قَدِمْنَا بَلَغَ ذلِكَ النَّبِىَّ #. فقَالَ: يَا أُسَامَةُ أقَتَلْتَهُ بَعدَ مَا قَالَ َ إلهَ إَّ اللّهُ؟ قُلْتُ: إنَّمَا قَالَ مُتَعَوِّذاً. قَالَ: أقَتَلْتَهُ بَعْدَ أنْ قَالَ َ إلهَ إَّ
اللّهُ؟ فَمَا زَالَ يُكَرِّرُهَا حَتّى تَمَنَّيْتُ أنِّى لَمْ أكُنْ أسْلمْتُ قَبْلَ ذلِكَ الْيَوْمِ[. أخرجه الشيخان وأبو داود.وزاد مسلم في رواية أخرى عن جندب: ]أقَتَلْتَهُ وَقَدْ قَالَ َ إلهَ إَّ اللّهُ: كَيْفَ تَصْنَعُ بِ اللّهُ إذَا جَاءَتْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ كَرَّرَ ذلِكَ عَلَيْهِ[.»الْمُتَعَوِّذُ« الْمُلْتَجِئُ خَوْفاً مِنَ الْقَتْلِ .
1. (4275)- Ebu Zabyân anlatıyor: “Üsâme İbnu Zeyd (radıyallahu anh)´ı dinledim, diyordu ki:
“Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bizi Huruka´ya gönderdi. Sabah baskını yapıp hezimete uğrattık. Ben ve Ensar´dan biri, Hurukalı bir adama rastladık. Adama galebe çalmıştık, Lâilaheillallah dedi. Adam bunu söyler söylemez Ensâri savaşmayı bıraktı, ben devam ettim ve mızrağımı saplayıp öldürdüm.
Medine´ye geldiğimiz zaman benim yaptığım, Resulullah´ın kulağına ulaşmış. (Beni çağırttı ve.)
“Ey Usâme! Sen, lailâhe illallah dedikten sonra adam mı öldürdün ” diye sordu. Ben:
“O bunu, canını kurtarmak için söyledi!” dedim. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Sen onu Lailahe illallah dedikten sonra öldürdün mü ” dedi. Bu cümleyi o kadar çok peşpeşe tekrar etti ki, keşke bugünden daha önce müslüman olmasaydım (müslüman olarak böyle bir cinayeti işlememiş olurdum) diye temenni ettim.” [Buhârî, Diyât 2; Müslim, İman 158, (96). Ebu Dâvud, Cihâd 104, (2643).]
Müslim´in Cündeb´ten kaydettiği bir diğer rivayet şöyle: “Sen Lâilahe illallah diyeni öldürdün mü Kıyamet günü Lailahe illallah gelince ona nasıl hesap vereceksin ” Bunu ona çok tekrarladı.”[116]
AÇIKLAMA:
1- Bu seriyye, hicretin yedinci yılı Ramazan ayında cereyan etmiştir. Bu seriyyenin komutanı Gâlib İbnu Ubeydullah el-Kelbî´dir. Seriyyenin, komutandan ziyade, Üsâme´nin ismini alması, bu sefer sırasında Üsâme´ nin işlediği hatanın şüyû bulması, onun çokça konuşulması sebebiyledir.
2- Hadis ve siyer kitaplarında benzer hadiseler kaydedilmekte, bazılarında farklı hadiseler aynı şahsa nisbet edilebilmektedir. Sadedinde olduğumuz gazve, İbnu Sa´d´ın kaydına göre yüzotuz kişilik bir ekibin gazvesidir. Resulullah, seriyeyi Necid´de Batn-ı Nahl´in geri tarafındaki Meyfa´a nâm mevkide bulunan Benî Ahvâl ile Benî Abd İbni Sa´lebe üzerine göndermiştir. Burası Medine´ye sekiz konaklık bir mesafededir.
Bazı rivayetlere göre Üsâme (radıyallahu anh)´ın öldürdüğü kimse Mirdâs İbnu Nehîk´di. Kabilesi müşrik olmasına rağmen, kendisi müslüman olmuştu. Mirdâs koyun güdüyordu. Müslümanlar gelince herkes kaçmış, fakat bu müslüman olduğu için kaçmamıştı. Müslüman süvarilere esselamu aleyküm diye selam verir. Ancak Üsâme, öldürerek koyunlarını alır.
Resûlullah bu hadiseye ziyadesiyle üzülür ve bir rivayette: “Siz onun elindekini almak için öldürdünüz” buyurur.
Bazı rivayetler şu âyetin bu hadise üzerine indiğini belirtir: “Size (İslâmca) selam veren kimseye “sen mü´min değilsin” demeyin” (Nisa 94).
Hadisin bazı vecihlerinde Resulullah, Üsâme´yi: “Bâri kalbini yarsaydın da bu sözü samimiyetle mi söyledi bilseydin ya!” diyerek paylamıştır.[117]
* FETİH GAZVESİ
ـ4276 ـ1ـ عَنْ عَلِىٍّ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]بَعَثَنِى رَسُولُ اللّهِ # أنَا وَالزُّبَيْرَ وَالْمِقْدَادَ. فقَالَ: إنْطَلِقُوا حَتّى تَأتُوا رَوْضَةَ خَاخٍ فَإنَّ بِهَا ظَعِينَةً مَعَهَا كِتَابٌ فَخُذُوهُ مِنْهَا. فَانْطَلَقْنَا تَتَعَادَى بِنَا خَيْلُنَا حَتّى أتَيْنَا الرَّوْضَةَ. فَإذَا نَحْنُ بِالظَّعِينَةِ فَقُلْنَا: أخرِجِى الْكِتَابَ. فَقَالَتْ: مَامَعِى كِتَابٌ. فَقُلْنَا: لَتُخْرِجَنَّ الْكِتَابَ أوْ لَنُلْقِينَّ الثِّيَابَ. فَأخْرَجَتْهُ مِنْ عِقَاصِهَا. فَأتَيْنَا بِهِ رَسُولَ اللّهِ #، فإذَا فِيهِ: مِنْ حَاطِبِ بنِ أبِي بَلْتَعَةَ إلى نَاسٍ مِنَ الْمُشْرِكِينَ مِنْ أهْلِ مَكَّةَ يُخْبِرُهُمْ بِبَعْضِ أمْرِ رَسُولِ
اللّهِ #. فقَالَ #: يَا حَاطِبُ؛ مَا هذا؟ فَقَالَ: يَا رسولِ اللّهِ َ تَعْجَلْ عَليَّ! إنِّى كُنْتُ امْرأَ مُلْصَقاً فِى قُرَيْشٍ وَلَمْ أكُنْ مِنْ أنْفُسِهِمْ، وَكَانَ مَنْ مَعَكَ مِنَ الْمُهَاجِرِينَ لَهُمْ قَرَابَةٌ يَحْمُونَ بِهَا أمْوَالَهُمْ وَأهْلِيهِمْ بِمَكَّةَ فَأحْبَبْتُ إذْ فَاتَنِى ذلِكَ مِنَ النَّسَبِ فِيهِمْ أنْ أتخِذَ فِيهِمْ يداً يَحْمُونَ بِهَا قَرَابَتِى، وَمَا فَعَلْتُ ذلِكَ كُفْراً وََ ارْتِدَاداً عَنْ دِينِى، وََ رِضاً بِالْكُفْرِ بَعْدَ ا“سَْمِ. فقَالَ #: إنَّهُ قَدْ صَدَقَكُمْ. فقَالَ عُمَرُ رَضِيَ اللّهُ عَنْه دَعْنِى يَا رَسُولَ اللّهِ أضْرِبْ عُنُقَ هذَا الْمُنَافِقِ. فقَالَ #: إنَّهُ قَدْ شَهِدَ بَدْراً، وَمَا يُدْرِيكَ؟ لَعَلَّ اللّهَ تَعالى اطَّلَعَ عَلى اَهْلِ بَدْرٍ. فَقَالَ: اعْمَلُوا مَا شِئْتُمْ فَقَدْ غَفَرْتُ لَكُمْ. فَأنْزَلَ اللّهُ تَعالى: يَا أيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا َ تَتَّخِذُوا عَدُوِّي وَعَدُوَّكُمْ أوْلِيَاءً تُلْقُونَ إلَيْهِمْ بِالْمَوَدَّةِ وَقَدْ كَفَرُوا بِمَا جَاءَكُمْ مِنَ الْحَقِّ. إلى قَوْلِهِ: فَقَدْ ضَلَّ سَوَاءَ السَّبِيلِ[. أخرجه الخمسة إ النسائي.»رَوْضَةُ خَاخِ« بِمُعُجَمَتَيْنِ مَوْضِعٌ بَيْنَ مَكَّةَ وَالْمَدَينَةَ.»وَالظَّعِينَةُ« في ا‘صْلِ الْمَرْأةُ مَادَامَتْ فِي الْهَوْدَجِ ثُمَّ جُعِلَتِ الْمَرْأةُ الْمُسَافِرَةُ ظَعِينَةً ثُمَّ جُعِلَتْ إلى الْمَرْأةِ نَفْسِهَا سَافرََتْ أوْ أقَامَتْ.»وَالعقِاصُ« الْخَيْطُ الَّذِى تُشَدُّ بِهِ الْمَرْأةُ أطْرَافَ ذَوَائِبِهَا. وَالْمَعْنى أخرجت الكتاب من ضفائرها المعْقوصة .
1. (4276)- Hz. Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) beni, Zübeyr´i ve Mikdâd´ı gönderdi ve dedi ki:
“Gidin Ravzatu Hâh nam mevkiye varın. Orada bir kadın bulacaksınız. Onda bir mektup var, mektubu ondan alın gelin.”
Gittik. Atımız bizi çabuk götürdü. Ravza´ya geldik. Kadınla karşılaşınca:
“Mektubu çıkar!” dedik. Kadın: “Bende mektup yok!” dedi.
“Ya mektubu çıkarırsın yahut senin elbiselerini soyarız!” diye ciddî konuştuk. Saç örgülerinin arasından mektubu çıkardı. Onu Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a getirdik. İçerisinde şu vardı:
“Hâtıb İbnu Ebî Belte´a tarafından, Mekke´de olan bazı müşriklere yazılmıştı. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın (sefer hazırlığı ile ilgili) faaliyetlerini haber veriyordu. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) (Hâtıb´ı çağırarak):
“Ey Hâtıb, bu da ne ” diye sordu. Hâtıb:
“Ey Allah´ın resulü, bana kızmada acele etme. Ben Kureyş´e dışardan katılan bir adamım. Ben onlardan değilim (aramızda kan bağı yok). Senin beraberindeki muhacirlerin (Mekke´de) akrabaları var. Mekke´deki mallarını ve âilelerini himaye ederler. Bu şekilde nesebten gelen hâmilerim olmadığı için oradaki yakınlarımı himaye edecek bir el edineyim istedim. Bunu katiyyen küfrüm veya dinimden irtidadım veya İslâm´dan sonra küfre rızamdan dolayı yapmadım” dedi.
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Bu bize doğruyu söyledi!” dedi.
Hz. Ömer atılarak: “Ey Allah´ın Resulü! Bırak beni, şu münâfığın kellesini uçurayım!” dedi. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) da:
“Ama o Bedr´e katıldı. Ne biliyorsun, belki de Allah Teâlâ Hazretleri Bedir ehlinin hâline muttali oldu da: “Dilediğinizi yapın, sizleri mağfiret etmişim” buyurdu. Bunun üzerine Allah Teâlâ Hazretleri şu vahyi indirdi: “Ey iman edenler! Benim düşmanımı da kendi düşmanlarınızı da dostlar edinmeyin. (Kendileriyle aranızdaki) sevgi yüzünden onlara (peygamberin maksadını) ulaştırırsınız (değil mi ) Halbuki onlar Hak´tan size gelene küfretmişlerdir” (Mümtehine 1). [Buhârî, Megâzî 9, Cihâd 141, 195, Tefsir, Mümtehine 1, İsti´zân 23, İstitâbe 9; Müslim, Fedâilu´s-Sahâbe 161; Ebu Dâvud, Cihâd 108, (2650, 2651); Tirmizî, Tefsir, Mümtahine, (3302).][118]
ـ4277 ـ2ـ وَعَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما: ]أنَّ رَسُولَ اللّهِ # غَزَا غَزْوَةَ الْفَتْحِ فِي رَمَضَانَ[. أخرجه الشيخان.
2. (4277)- İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Feth gazvesini Ramazan ayında yaptı.” [Buhârî, Megâzî 47, Savm 34, Cihâd 106; Müslim, Sıyâm 88, (1113).][119]
ـ4278 ـ3ـ وَعَنْ عُرْوَةَ بْنِ الزُّبَيْرِ قَالَ: ]لَمَّا سَارَ رَسُولُ اللّهِ # عَامَ الْفَتْحِ بَلَغَ ذلِكَ قُرَيْشاً. فَخَرَجَ أبُو سُفْيَانَ بْنُ حَرْبٍ، وَحَكِيمُ بْنُ حِزَامٍ، وَبُدَيْلُ بْنُ وَرْقَاءَ يَلْتَمِسُونَ الْخَبَرَ. فَأقْبَلُوا يَسِيرُونَ حَتّى أتَوْا مَرَّ الظَّهْرَانِ. فإذَا هُمْ بِنِيرَانٍ كَأنَّهَا نِيرَانُ عَرَفَةَ. فَقَالَ أبُو سُفْيَانَ: مَا هذِهِ؟ لَكَأنَّهَا نِيرَانُ عَرَفَةَ؛ فقَالَ بُدَيْلُ بْنُ وَرْقَاءَ: نِيرَانُ بَنِى عَمْرٍو. فقَالَ أبُو سُفْيَانَ: بَنُو عَمْرٍو أقَلُّ مِنْ ذلِكَ. فَرَآهُمْ نَاسٌ مِنْ حَرَسِ رَسُولِ اللّهِ # فأدْرَكُوهُمْ فَأخَذُوهُمْ، فَأتَوْا بِهِمْ رَسُولَ اللّهِ # فأسْلَمَ أبُو سُفْيَانَ. فَلَمَّا سَارَ قَالَ لِلْعَبَّاسِ: اِحْبِسْ أبَا سُفْيَانَ عِنْدَ خَطْمِ الْجَبَلِ حَتّى يَنْظُرَ إلى الْمُسْلِمِينَ. فَحَبَسَهُ الْعَبَّاسُ فَجَعَلَتِ الْقَبَائِلُ تَمُرُّ مَعَ النَّبِىِّ # كَتِيبَةًً كَتِيبَةً عَلى أبِي سُفْيَانَ. فَمَرَّتْ كَتِيبَةٌ. فقَالَ: يَا عَبَّاسُ مَنْ هذِهِ؟ قَالَ: هذِهِ غِفَارٌ. فقَالَ: مَالِى وَلِغِفَارٍ. ثُمَّ مَرَّتْ جُهَيْنَةُ. فقَالَ: مِثْلَ ذلِكَ وَمَرَّتْ سُلَيْمٌ. فقَالَ: مِثْلَ ذلِكَ حَتّى أقْبَلَتْ كَتِيبَةٌ لَمْ يَرَ مِثْلَهَا. فقَالَ: يَا عَبَّاسُ مَنْ هذِهِ؟ قَالَ: هؤَُءِ ا‘نْصَارُ عَلَيْهِمْ سَعْدُ ابْنُ عُبَادَةَ مَعَهُ الرَّايَةُ. فقَالَ سَعْدٌ: يَا أبَا سُفْيَانَ الْيَوْمُ يَوْمُ الْمَلْحَمَةِ، الْيَوْمَ تُسْتَحَلُّ الْكَعْبَةُ. فقَالَ أبُو سُفْيَانَ: يَا عَبَّاسُ، حَبَّذَا يَوْمُ الذِّمَارِ. ثُمَّ جَاَءَتْ كَتِيبَةٌ وَهِىَ أقَلُّ الْكَتَائِبِ، فِيهِمْ رَسولُ اللّهِ # وَأصْحَابُهُ، وَرَايَةُ النَّبِىِّ # مَعَ الزُّبَيْرِ ابْنِ الْعَوَّامِ رَضِيَ اللّهُ عَنْه فَلَمَّا مَرَّ رَسولُ اللّهِ # بَِأبِي سُفْيَانَ قَالَ: ألَمْ تَعْلَمْ مَا قَالَ سَعْدُ بْنُ عُبَادَةَ؟ قَالَ: مَا قَالَ؟
قَالَ: كَذَا وَكَذَا. فقَالَ كَذَبَ سَعْدُ بْنُ عُبَادَةَ، وَلَكِنْ هذَا يَوْمٌ يُعَظِّمُ اللّهُ فِيهِ الْكَعْبَةَ ويَوْمٌ تُكْسَى فِيهِ الْكَعْبَةُ، وَأمَرَ رَسُولُ اللّهِ # أنْ تُرْكَزَ رَايَتُهُ بِالْحَجُونِ، وَأمَرَ خَالِدَ بْنَ الْوَلِيدِ رَضِيَ اللّهُ عَنْه أنْ يَدْخُلَ مِنْ أعْلى مَكَّةَ مِنْ كَدَى، وَدَخَلَ # مِنْ كَدَاءَ. فَقُتِلَ مِنْ خَيْلِ خَالِدٍ يَوْمَئِذٍ رَجَُنِ: حُبَيْشُ بْنُ ا‘شْعَرِ، وَكُرْزُ بْنُ جَابِرٍ الْفِهْرِىُّ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما[. أخرجه البخاري.»خَطْمُ الْجَبَلِ« بِالخاء المعجمة: أنفهُ النّادرُ منه، وحطم الخيل بالحاء المُهملة والخيل بمعجمة ثم مثفاة تحتانية هو الموضع المتضايق الذي تنحطم فيه الخيل ويحطم بعضها بعضاً. وذلك ليراها جميعها وتكنر في عينه.»والذِّمار« بكسر الذّال المعجمة: ما يلزمك حفظه مما يتعلق بك، والمراد هنا به الحرب ‘نّ ا“نسان يُقاتل على ما يلزمه حفظه.»وَالكَتيبةُ« واحدة الكتائب وهى العساكر المرتبة.و»الملحمة« الحرب والقتال الَّذى يخلص منه.»والحجون« أحد جبلى مكّة من جهة الغرب والشّمال .
3. (4278)- Urve İbnu Zübeyr rahimehullah anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Fetih senesinde (Mekke´ye müteveccihen) yürüyünce, bu haber Kureyş´e ulaştı. Ebû Süfyan İbnu Harb, Hakim İbnu Hizam, Büdeyl İbnu Verkâ haber toplamak üzere şehrin dışına çıktılar. Yürüyerek ilerleyip Merrü´z-Zehrân nâm mevkie kadar geldiler. Bir de ne görsünler; her tarafta ateşler yanıyor, tıpkı Arafat´ta hacıların yaktığı ateşler gibi. Ebû Süfyân şaşkın:
“Bu da ne Sanki Arafat´taki ateşler!” der. Budeyl İbnu Verka, “Beni Amr´ın ateşleri olmasın ” der. Ebû Süfyân:
“Ama, Beni Amr´ın ateşi bundan az olmalı! der. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) devriyelerinden bazıları bunları görür, yaklaşır ve tevkif edip, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a getirirler. Ebû Süfyan müslüman olur.
Yürüdükleri zaman Abbâs (radıyallahu anh)´a:
“Sen Ebû Süfyân´ı şu dağın burnunda durdur da müslümanları görsün! buyurur. Tenbih edildiği şekilde Hz. Abbas, Ebû Süfyân´ı (hakim bir noktada) durdurur. Kabileler, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´la birlikte bölük bölük Ebû Süfyân´ın önünden geçmeye başlarlar. Bir bölük geçer, Ebû Süfyan sorar: “Ey Abbas bunlar kim ”
“Bunlar Beni Gıfar!” der. Ebû Süfyan:
“Bana ne Gıfâr´dan!” der. Sonra Ceheyne kabilesi geçer. Ebû Süfyân aynı şekilde sorar, aldığı cevaba benzer mukabelede bulunur. Arkadan Süleym geçer. Ebû Süfyân aynı şekilde sorar, aldığı cevaba benzer mukabelede bulunur. Derken bir bölük gelir ki, bu öncekilerden çok farklıdır.Yine sorar:
“Ey Abbâs bunlar kim ”
“Bunlar, der Abbas, Ensârdır. Başlarında Sa´d İbnu Ubâde, beraberlerinde de bayrak var!” Sa´d der ki:
“Ey Ebû Süfyân, bugün savaş günüdür. Bugün Kabe´nin helal addolunacağı gündür!”
Ebû Süfyân Abbâs´a:
“Ey Abbâs! (Sen Mekkelisin) bugün muhafaza vazifeni yapacağın en iyi fırsat. Görelim seni (şehri yağmalatma)” der. Derken bir bölük daha geçer. Bu geçenlerin sayıca en küçüğü. Bunların içinde Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ve (yakın) ashabı var. Resulullah´ın sancağı da Zübeyr İbnü´l-Avvâm (radıyallahu anh)´ın elindedir. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Ebû Süfyân´ın yanından geçerken, Ebû Süfyân:
“Sa´d İbnul-Ubâde´nin söylediğini biliyor musun ” der.
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm):
“Ne demişti ” diye sorar. Ebû Süfyân:
“Şunu şunu söyledi” diyerek (yukarıda kaydedilen sözlerini) hatırlatır. Bunun üzerine Resulullah:
“Sâd ibnu Ubâde yanıldı. Bilakis, bugün Allah´ın Ka´be´nin şanını yücelttiği bir gündür; bugün Ka´be´ye örtünün giydirildiği bir gündür!” dedi. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), sancağının (Mekke´nin Batı ve Kuzey cihetinde yer alan iki dağdan biri olan) el-Hacun´a dikilmesini emretti. Hâlid İbnu Velid (radıyallahu anh)´a, şehre Mekke´nin üst kısmından, Kedâ´dan girmesini ferman buyurdu.[120]
O gün Halid İbnu Velid´in süvârilerinden iki kişi öldürülür: Hubeyş İbnu´l-Eş´ar ve Kürz İbnu Câbir el-Fihrî (radıyallahu anhümâ).” [Buhârî, Megazî, 48.][121]
ـ4279 ـ4ـ وَعَنْ ابْنِ عَبَّاسٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قالَ: ]جَاءَ الْعَبَّاسُ بِأبى سُفْيَانَ بْنِ حَرْبٍ فَأسْلَمَ بِمَرِّ الظّهْرَانِ. فقَالَ الْعَبَّاسُ: يَا رسُولَ اللّهِ! إنَّ أبَا سُفْيَانَ رَجُلٌ يُحِبُّ الْفَخْرَ فَلَوْ جَعَلْتَ لَهُ شَيْئاً. قَالَ: نَعَمْ. مَنْ دَخَلَ دَارَ أبِي سُفْيَانَ فَهُوَ آمِنُ، وَمَنْ أغْلَقَ بَابَه فَهُو آمِنٌ، وَمَنْ ألْقى سَِحَهُ فَهُوَ آمِنٌ، وَمَنْ دَخَلَ الْمَسْجِدَ فَهُوَ آمِنٌ[. أخرجه أبُو داود .
4. (4279)- İbnu Abbâs (radıyallahu anh) anlatıyor: “Abbas, Ebû Süfyan İbnu Harb´i getirmitşi, Merrü´z-Zahr´dan müslüman oldu. Abbâs (radıyallahu anh) dedi ki:
“Ey Allah´ın Resûlü, Ebû Süfyân, şereflenmeyi seven bir kimsedir. (Onun şerefleneceği) bir şey yapsanız!”
“Doğru söyledin! (şehre girerken ilan edin): “Kim Ebû Süfyân´ın evine girerse emniyettedir, kim kapısını kapar (evinden dışarı çıkmazsa) emniyettedir, kim silahını atarsa o da emniyettedir. Kim Mescide (Ka´be´ye) girerse o da emniyettedir!” [Ebû Dâvud, Harâc 25, (3021, 3022).][122]
ـ4280 ـ5ـ وَعَنْ أنَسٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قَالَ: ]دَخَلَ رسولُ اللّهِ # مَكَّةَ يَوْمَ الْفَتْحِ عَلى رَأسِهِ الْمِغْفَرُ فَلَمَّا نَزَعَهُ جَاءَ رَجُلٌ. فقَالَ: ابْنُ خَطَلٍ مُتَعَلِّقٌ بِأسْتَارِ الْكَعْبَةِ. فقَالَ: اقتُلُوهُ[. أخرجه الستة.
5. (4280)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), Fetih günü, Mekke´ye başında miğferiyle girdi. Onu çıkardığı zaman, bir adam gelerek:
“İbnu Hatal[123] Ka´benin örtüsüne sarılmış (vaziyette yakalandı), affedelim mi ” dedi.
“Onu öldürün!” emir buyurdular.” [Buhârî, Megâzî 48, Cezâu´s-Sayd 18, Cihâd 169, Libâs 17; Müslim, Hacc 450, (1357); Muvatta, Hacc 247, (1, 423); Ebû Dâvud, Cihâd 127, (2685); Tirmizî, Cihâd 18, (1693); Nesâî, Hacc 107, (5,201).][124]
ـ4281 ـ6ـ وَعَنْ سَعْدِ بْنِ أبِي وَقَّاصٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قَالَ: ]لَمَّا كَانَ يَوْمُ الْفَتْحِ أمَّنَ رسولُ اللّهِ # النَّاسَ إَّ أرْبَعَةَ نَفَرٍ وَامْرَأتَانِ. فِيهِمُ ابْنُ أبِي السَّرْحِ فَاخْتَبَأ عِنْدَ عُثْمَانَ رَضِيَ اللّهُ عَنْه. فَلَمَّا دَعَا رسولُ اللّهِ # النَّاسَ إلى الْبَيْعَةِ جَاءَ بِهِ عُثْمَانُ حَتّى وَقّفَهُ عَلى رسولِ اللّهِ #. قَالَ: يا نَبِىَّ اللّهِ بَايِعْ عَبْدَ اللّهِ؛ فَرَفَعَ رَأسَهُ فَنَظَرَ إلَيْهِ ثَثاً، كُلُّ ذلِكَ يَأبَى أنْ يُبَايِعَهُ ثُمَّ بَايَعَهُ بَعْدَ الثَّالِثَةِ. ثُمَّ أقْبَلَ عَلى أصْحَابِهِ فقَالَ: مَا كَانَ فيكُمْ رَجُلٌ رَشِيدٌ يَقُومُ إلى هذا حِينََ رَأنِى كَفَفْتُ يَدِى عَنْ بَيْعَتِهِ فَيَقْتُلُهُ. فَقَالُوا: مَا نَدْرِى مَافِى نَفْسِكَ أَ أوْمَاتَ إلَيْنَا بِعَيْنِكَ فقَالَ: إنَّهُ َ يَنْبَغِى لِنَبِىٍّ أنْ تَكُونَ لَهُ خَائِنَةُ ا‘عْيُنِ. قَالَ أبُو دَاوُدَ: وَكَان عَبْدُاللّهِ أخَا عُثْمَانَ مِنَ الرَّضَاعَةِ[. أخرجه أبو داود والنسائي.»الرَّشَيدُ« اللَّبِيبُ العاقِلُ الفطن.و»خَائِنَةُ ا‘عْيُنِ« كِنَايَةٌ عن الرَّمْز وَا“شَارة.
6. (4281)- Sa´d İbnu Ebi Vakkas (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), fetih günü dört erkek iki kadın dışında, herkese (hayatını bağışladı ve) emân tanıdı. Bu dörtler arasında İbnu Ebi Sarh da vardı. Hz. Osman´ın yanında saklandı. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) halkı, kendisine biat etmeye çağırınca, Hz. Osman (radıyallahu anh) onu da getirip Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın yanında durdurdu ve:
“Ey Allah´ın Resulü! Abdullah´tan biat al!” dedi. Aleyhissalâtu vesselâm (hiç ses çıkarmadan) üç sefer başını kaldırıp ona baktı. Her seferinde bey´at´tan imtina ediyordu.
Üç seferden sonra, onunla da biat etti. Sonra ashabına yönelip:
“İçimizde, elimi bey´at için vermekten imtina ettiğimi görünce kalkıp öldürecek aklı başında bir adam yok muydu ” buyurdular. Ashab:
“İçinizden geçeni nasıl bilelim. Keşke bize gözünüzle bir imâda bulunsaydınız!” dediler. Bunun üzerine:
“Bir peygambere hain gözlü olmak yaraşmaz!” buyurdular.” [Ebû Dâvud der ki: “Abdullah, Hz.Osmân´ın süt kardeşiydi.” [Ebû Dâvud, Cihâd 127, (2683); Nesâî, Tahrîmu´d-Dem 14, (7, 105, 106).][125]
ـ4282 ـ7ـ وَعَنِ ابْنِ مَسْعُودٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قالَ: ]دَخَلَ رَسُولُ اللّهِ # يَوْمَ الْفَتْحِ وَحَوْلَ الْبَيْتِ سِتُّونَ وَثََثُمِائَةِ نُصُبٍ فَجَعَلَ يَطْعُنُهَا بِعُودٍ فِي يَدِهِ، وَيَقُولُ: جَاءَ الْحَقُّ وَزَهَقَ الْبَاطِلُ. إنَّ الْبَاطِلَ كَانَ زَهُوقاً. جَاءَ الْحَقُّ وَمَا يُبْدِئَ الْبَاطِلُ وَمَا يُعِيدُ[. أخرجه الشيخان والترمذي.»النُّصُبُ« بِضَّمِ الصَّادِ وَسُكُونِهَا: الصَّنَمُ، وَجَمْعُهُ أنْصَابٌ .
7. (4282)- İbnu Mes´ud (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) fetih günü, (Mescid-i Haram´a) girdiği zaman Beytullah´ın etrafında üç yüz altmış tane dikili (put) vardı. Elindeki çubukla onlara dürtüyor ve:
“Hak geldi, bâtıl zeval buldu. Bâtıl zaten zeval bulucudur” (İsra 81); “Hak geldi, bâtıl hiçbir şeyi yoktan varedemez, gideni de getiremez” (Sebe´ 49) diyordu.” [Buhârî, Megâzî 48, Mezâlim 32, Tefsir, Beni İsrail 12; Müsli, Cihâd 87, (1781); Tirmizî, Tefsir, Beni İsrâil, (3137).][126]
ـ4283 ـ8ـ وَعَنْ جَابِرٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قَالَ: ]أمَرَ رَسُولُ اللّهِ # عُمَرَ بْنَ الْخَطّابِ زَمَنَ الْفَتْحِ وَهُوَ بِالْبَطْحَاءِ أنْ يَأتِىَ الْكَعْبَةَ فَيَمْحُو كُلَّ صُورَةٍ فِيَها. وَلَمْ يَدْخُلْهَا النّبىُّ # حَتّى مُحِيَتْ كُلُّ صُورَةٍ فِيهَا[. أخرجه أبو داود .
8. (4283)- Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), Fetih sırasında Ömer İbnu´l-Hattâb´a, Bathâ´da iken Kâ´be´ye gelip oradaki bütün suretleri ortadan kaldırmasını emretti. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) oradaki bütün suretler ortadan kaldırılmadıkça Ka´be´ye girmedi.” [Ebû Dâvud, Libâs 48, (4156).][127]
ـ4284 ـ9ـ وَعَنِ ابْنِ عُمَرَ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قَالَ: ]أقْبَلَ النَّبىُّ # يَوْمَ الْفَتْحِ مِنْ أعَْ مَكَّةَ عَلى رَاحِلَتِهِ، مُرْدِفاً أُسَامَةَ بْنَ زَيْدٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما. وَمَعَهُ بَِلٌ وَعُثْمَانُ بْنُ طَلْحَةَ مِنَ الْحَجَبَةِ حَتّى أنَاخَ بِالْمَسْجِدِ فَأمَرَهُ أنْ تَأتِىَ بِمِفْتَاحِ الْبَيْتِ. فَذَهَبَ عُثْمَانُ إلى أُمِّهِ فَأبَتْ أن تُعْطِيهِ الْمِفْتَاحَ. فقَالَ: وَاللّهِ لَتُعْطِينَّهُ أوْ لَيَخْرُجَنَّ هذَا السَّيْفُ مِنْ صُلْبِى. فَأعْطَتْهُ إيَّاهُ. فَجَاءَ بِهِ رَسُولَ اللّهِ #، فَدَخَلَ # وَمَعَهُ أُسَامَةُ وَبَِلٌ وَعُثْمَانُ، فَمَكَثَ فِيهِ نَهَاراً طويً ثُمَّ خَرَجَ فَاسْتَبَقَ النَّاسُ، فَكَانَ عَبْدُاللّهِ بْنُ عَُمَرَ أوَّلَ مَنْ دَخَلَ، فَوَجَدَ بًَِ وَرَاءَ الْبَابِ قَائِماً. فَسَألَهُ! أيْنَ صَلَّى النبىُّ #؟ فأشَارَ إلى الْمَكَانِ الَّذِى صَلّى فِيهِ. قَالَ عَبْدُ اللّهِ: فَنَسِيْتُ أنْ أسْألَهُ، كَمْ صَلّى من سَجْدَةٍ[. أخرجه البخاريّ.»الحَجَبَةُ« جَمع حاجبٍ، وَهُوَ سَادِنُ الْبَيْتِ.
9. (4284)- İbnu Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), Fetih günü Mekke´nin yukarı kısmından, devesinin üzerinde olarak ilerledi. Terkisinde de Üsâme İbnu Zeyd (radıyallahu anhümâ) vardı. Beraberinde Hz. Bilâl ve (Ka´be´nin) hâciblerinden olan Osman İbnu Talha da vardı. Mescid-i Haram´da devesini ıhtırdı. Osman´a Kâbe´nin anahtarını getirmesini emretti. Osman annesine gitti. Ancak kadın anahtarı vermekten imtina etti. Osman:
“Vallahi, ya anahtarı verirsin ya da şu kılıç belimden çıkacaktır!” dedi. Kadın anahtarı verdi. Osman Resulullah´a getirdi. Aleyhissalâtu vesselâm kapıyı açıp, Betyullah´a girdi. Onunla birlikte Hz. Üsâme, Bilal ve Osman da girdiler. Gündüzleyin içnde uzun müddet kaldı,sonra çıktı. Halk (içeri girmede) yarış etti. Abdullah İbnu Ömer ilk giren kimseydi. Girince, Bilâl (radıyallahu anh)´ı kapının arkasında ayakta duruyor buldu.
“Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) nerede namaz kıldı ” diye sordu. Bilal, Aleyhissalâtu vesselâm´ın namaz kıldığı yeri işaret ederek gösterdi. Abdullah der ki:
“Kaç rek´at kıldığını sormayı unuttum.”[128] [Buhârî, Cihâd 127, Salât 30, 81, 96, Teheccüd 25, Hacc 51, 52, Megâzî 77, 48; Müslim, Hacc 389, (1329).][129]
ـ4285 ـ10ـ وَعَنْ أبِي هُرَيْرَة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]لَمَّا فَتَحَ اللّهُ عَلى رَسُولِهِ # مَكَّةَ، قَامَ فِي النَّاسِ فَحَمِدَ اللّهَ وَأثْنى عَلَيْهِ، وَقَالَ: إنَّ اللّهَ تَعالى حَبَسَ عَنْ مَكَّةَ الْفِيلَ، وَسَلَّط عَلَيْهِمْ رَسُولَهُ وَالْمُؤْمِنِينَ، وَإنَّهَا لَمْ تَحِلَّ ‘حَدٍ قَبْلِى، وَإنَّهَا إنَّمَا حَلَّتْ لِي سَاعَةً مِنْ نَهَارٍ، وَإنَّهَا لَنْ تَحِلَّ ‘حَدٍ بَعْدِي. فََ يُنَفَّرُ صَيْدُهَا، وََ يُخْتَلى خََهَا، وََ يُقْطَعُ شَجَرُهَا، وََ تَحِلُّ لُقَطَتُهَا إَّ لِمُنْشِدٍ، وَمَنْ قُتِلَ لَهُ قَتِيلٌ فَهُوَ بِخَيْرٍ النَّظَرَيْنِ إمَّا أنْ يَعْقِلَ، وَإمَّا أنْ يُقَادَ أهْلُ الْقَتِيلِ. فَقَالَ الْعَبَّاسُ: إَّ ا“ذْخِرَ يَا رَسُولَ اللّهِ، فإنَّا نَجْعَلَهُ فى قُبُورِنَا وَبُيُوتِنَا. فقَالَ: إَّ ا“ذْخِرَ[. أخرجه الشيخان وأبو داود .
»الْخََ« الْعُشْبُ.و»اخْتَِؤُهُ« قَطْعُهُ.وَقوله: »َ تَحِلُّ لُقَطَتُهَا إَّ لِمُنْشِدٍ« أى لِمُعَرَّفٍ لَهَا عَلى الدَّوَامِ .
10. (4285)- Hz. Ebû Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Allah Teâla Hazretleri, Resul-i Ekrem (aleyhissalâtu vesselâm) Mekke´nin fethini nasib edince, halkın içinde kalkıp, Allah´a hamd ve sena ettikten sonra dedi ki:
“Allahu Zülcelal Hazretleri, Mekke´yi filin girmesinden korumuştur. Mekke´lilere Resûlünü ve mü´minleri musallat etti. Mekke(de savaşmak) benden önce hiç kimseye helal edilmedi. Bana da bir günün muayyen bir zamanında helal edildi. Benden sonra da kimseye helal edilmeyecek. Onun avı ürkütülmemeli, otu yolunmamalı, ağacı kesilmemeli. Buluntular da ancak sahibi aranmak kasdıyla alınabilir.
Kimin bir yakını öldürülmüşse, o kimse iki husustan birinde muhayyerdir: Ya diyet alır, ya da ölünün ailesi kısas ister (katil öldürülür).”
Abbâs (radıyallahu anh):
“Ey Allah´ın Resûlü! İzhir otu bu yasaktan hariç olsun! Zira biz onu kabirlerimizde ve evlerimizde kullanıyoruz!” dedi. Aleyhissalâtu vesselâm da:
“İzhir hâriç! buyurdu.” [Buhârî, İlim 39, Lukata 7, Diyât 8; Müslim, Hacc 447, (1355); Ebû Dâvud, Menâsik 90, (2017).][130]
ـ4286 ـ11ـ وَعَنْ وَهْبٍ قَالَ: ]سَألْتُ جَابِراً رَضِيَ اللّهُ عَنْه: هَلْ غَنِمُوا يَوْمَ الْفَتْحِ شَيْئاً؟ قَالَ: َ[. أخرجه أبو داود .
11. (4286)- Vehb (rahimehullah) anlatıyor: “Hz. Cabir (radıyallahu anh)´ a sordum: “Mekke fethedildiği gün, herhangi bir şey ganimat kılındı mı ”
“Hayır! cevabını verdi.” [Ebû Dâvud, Harâc 25, (3023).][131]
ـ4287 ـ12ـ وَعَنْ جَابِرٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قَالَ: ]دَخَلَ رَسُولُ اللّهِ # مَكَّةَ وَلِوَاؤُهُ أبْيَضُ وَعَلَيْهِ عِمَامَةٌ سَوْدَاءُ[. أخرجه أبو داود والترمذي.
12. (4287)- Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Mekke´ye girdiğinde sancağı beyaz, üzerindeki sarığı da siyahtı.” [Ebû Dâvud, Cihâd 76, (2592); Tirmizî, Cihâd 9, (1679).][132]
AÇIKLAMA:
Kitabımız Mekke´nin Fethiyle ilgili 12 ayrı rivayet kaydetmiş durumda. Rivayetlerde temas edilip de biraz açıklama gerektiren noktalara burada sırayla temas edeceğiz. Ancak, ona geçmezden önce, Fetih hâdisesini, tarihî bir hadise olarak özetlemek istiyoruz.[133]
Fetih Hazırlığı:
Mekke, sinesinde barındırdığı Ka´be sebebiyle her devirde ehemmiyetli bir merkez olagelmişti. Ka´be´ye terettüp eden değişik hizmetleri ifâ eden Mekkeliler, yani Kureyş Arapları, diğer Araplara nazaran daha itibarlı, daha şerefli kimseler addediliyordu. Arap yarımadasının her tarafında yaşayan muhtelif Arap kabilelerinin Ka´be´ye olan müşterek saygıları ve tavaf için aynı mevsimlerde yaptıkları ziyaret, Mekkelileri, onların hepsiyle tanışmaya, yakinen tanımaya, dostluklarını kazanmaya sevketmişti. Daha önce de belirttiğimiz gibi, Mekkeliler itibar ve imtiyazlık durumunda piramitin başında yer alıyordu. Bu yönüyle Mekke, sadece dini değil, siyasi ve ticarî bakımdanda mühim bir merkezdi.
Öncelikle bütün Arapları birleştirerek güçlenmeyi, bu güçle de bütün dünyaya ilahi mesajı götürmeyi planına alan bir hareket, Mekke´yi fethetmeyi, oranın sağlayacağı maddi ve bilhassa mânevi avantajlardan istifade etmeyi göz ardı edemezdi. Bu sebeple Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) Mekke´yi bir an önce fethetmeyi planlamıştı. Hudeybiye sulhü bu gayeye gitmede en iyi atlama taşı oldu, zemîni fevkalade hazırladı. Müslümanlar sayıca arttılar, Hâlid İbnu Velid, Amr İbnu´l-Âs gibi, Mekke´nin dirayetli şahsiyetleri de İslâm´a kazanıldı. Hele sulhün, bizzat Mekkelilerce ihlâl edilmesi, müslümanların Mekkelilerin üzerine gitmesine meşru bir gerekçe de hazırlamıştı.
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) bu maksatla sefer hazırlığına başlamış, Medinelilere ve Eslem, Gifâr gibi müttefiği olan diğer kabilelere de, sefer hazırlığı yapıp, yerlerinde beklemelerini emretmişti. Fakat bunun Mekke´ye müteveccih oldğunu en yakınlarına bile sezdirmiyordu. Öyle ki, bu çeşit işlerde en yakını, “iki vezirimden biri olan Hz. Ebû Bekir (radıyallahu anh) bile, hazırlığın ne tarafta olduğunu merak ediyor, öğrenemiyor, kızı ve Resulullah´ın zevcesi olan Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)´ya soruyordu. O da Resulullah´tan, istihbar etmiş olmak şöyle dursun, tahmin bile edemiyordu ki, şu cevabı vermiştir: “Bilmiyorum. Belki Benî Süleym´e, belki Taif´e, belki de Havâzin´edir.” Cevapta dikkat çekici husus Mekke ihtimalinin zikredilmemiş olması.
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), haber sızma ihtimalini asgariye düşürmek için her çeşit seyahati yasaklar. Bazı rivayetler Medine´den dışarıya kimsenin çıkamadığını belirtir.
Bu tedbirlerdeki asıl gaye, Mekke´yi ani bir baskınla ele geçirip, savaşa, kan dökmeye meydan vermemektir.
Şu halde, babın ilk hadisinde (4276) mevzubahis edilen Hâtıb İbnu Ebî Belta´a´nın mektubunu yakalatma hadisesini bu çerçevede anlayacağız ve söylenen hususa çarpıcı bir vesika nazarıyla bakacağız.
* Hazırlıklar tamamlanınca, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Hicretin sekizinci senesi, 10 Ramazanında Medine´yi terketti, ama yine Mekke istikametine değil. Hazırlanmaları için yazdığı kabilelere uğrayarak, oralardan sefere hazır olanları ordusuna katarak… Böylece hem gittikçe güçleniyor, hem de gideceği istikamet, asıl hedef hususunda tereddütleri artırıyordu.
Bu suretle Mekke önlerine geldiği zaman onbin kişilik bir orduya ulaşmıştı. Konaklama emri verdiği zaman, her bir kabilenin ayrı ayrı yerlere yerleşmesini, geceleyin her askerin ayrı bir ateş yakmasını emretti.[134]
Fetih:
Şimdiden sonra hedefi gizlemeye gerek kalmamıştı. Artık mümkün mertebe korkutucu, şoke edici, savaş kararı verme hususunda mütereddid kılıcı ve hatta felç edici bir manzaraya, psikolojik bir tesire ihtiyaç vardı. Bu sebeple geniş araziye dağılan onbin ışığın tesiri Mekke´nin şefi Ebû Süfyân ve diğer ileri gelen liderleri şaşkına çevirmiş ve teslimiyete sevketmiştir. 4278 numaralı Urve İbnu Zübeyr hadisi bu safhayı tasvir etmektedir.
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a “son muhacir” unvanıyla bu Mekke seferi sırasında katılmış olan Abbâs İbnu Adilmuttalib (radıyallahu anh), İslam ordusu Merru´z-Zahran´da konaklayınca, Resulullah´ın Mekke´ye ani bir baskınla girmesi halinde Kureyş´in ebedî bir helâke uğrayacağını düşünür. Bunu önlemek için bir oduncu veya (çoban gibi) herhangi bir adam bularak Mekke´ye gönderip, Resulullah´ın yerini haber vermek ve gelip “emân talebetmelerini sağlamak” maksadıyla Hz. Peygamber´in atına binerek araziyi araştırır. “Erak vadisinde dolaşırken kulağıma Ebû Süfyân, Hakim İbnu Hizâm ve Büdeyl İbnu Verkâ´ın sesleri geldi. Meğerse onlar da haber toplamak için çıkmışlarmış…” der, Abbâs (radıyallahu anh).
Hz. Abbâs, Ebû Süfyân´a bunun onbin kişilik İslâm ordusu olduğunu söyledikten sonra “Atıma bin Resulullah´a gidelim, sana emân taleb edeyim, değilse, seni yakaladı mı vallahi boynunu vuracak” der. Resulullah´ın bineğinde oldukları için emniyetle askerlerin arasından geçerler. Ancak Hz. Ömer, Ebû Süfyân´ı görünce, koşarak Resulullah´ın huzuruna girer, öldürme izni ister. Fakat Abbâs (radıyallahu anh): “Ben civar verdim, himayesine garanti verdim” diyerek Resulullah´ın emânını sağlar. Resûlullah: “Sabahleyin gelin” der.
Ertesi sabah Ebû Süfyân, Hakim İbnu Hizâm ve Büdeyl İbnu Verkâ üçü birden müslüman olurlar.
Bu safhadan sonrası, 4278 numaralı Urve hadîsinde nakledilmiştir.
Ebû Süfyân (radıyallahu anh) bir rivayete göre Mekke´ye Hakim İbnu Hizam ile birlikte gelir, Ka´be´de şöyle bağırır:
“Ey Kureyşliler! İşte Muhammed! Karşı koyamıyacağınız güçle geldi. Kim benim evime girerse emniyettedir. Kim Mescide girerse emniyettedir, kim kapısını kaparsa emniyettedir!”
Sonra ilave eder:
“Ey Kureyşliler! Müslüman olun selamette kalın!”
Hanımı Hind gelerek, sakalından tutup:
“Ey Âl-i Gâlib, bu ahmak ihtiyarı öldürün!” derse de, Ebû Süfyân:
“Bırak sakalımı! Yeminim olsun, sen de müslüman olmazsan boynunu uçuracağım, çabuk evine dön!”der. Hint, terkeder gider.
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ordunun bir kısmını Zübeyr´in emri altında Kedâ´dan sevkeder. Bir kısmını Sa´d İbnu Ubâde komtasında yine Kedâ cihetinde sevkeder. Sa´d´ın: “Bugün savaş günüdür. Bugün (Mekke´nin) haramlığı kalkmıştır” dediğini bir muhâcir Resulullah´a getirir. Bunun üzerine Hz. Ali´yi peşinden göndererek: “Bayrağı ondan al, şehre bayrağı sen taşı” der.
Bir kısım orduyu Hâlid İbnu Velid´in emrine verir ve Mekke´nin yukarısından şehre girmesni emreder. Eslem, Gıfar, Müzeyne, Cüheyne ve diğer Arap kabileleri hep buradadır. Hâlid, ilk defa burada Resulullah´ın emriyle İslâm askerlerine komutan olmuştur.
Fetih sırasında ciddi bir çatışma olmaz ise de, İkrima İbnu Ebi Cehl, Safvân İbnu Ümeyye ve Süheyl İbnu Amr´ın alelacele toplayabildikleri kimselerle Hz. Hâlid´in önüne çıkıp savaştıklarını, bu çatışmada 13 müşriğin öldürüldüğünü, müslümanlardan da 3 kişinin şehid olduğunu zikretmek gerekir.
Esasen, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) daha önceden, kendileriyle çatışma çıkaranlar dışında hiç kimsenin öldürülmemesi hususunda komutanlarına sıkı tenbihte bulunmuştur. Af dışı tutulanlarda bu yasaktan hariçti.[135]
Af Dışı Tutulanlar:
Mekke fethedilirken, Resulullah´ın aff-ı umumî dışında tuttuğu ve “Ka´be´nin örtüsüne sarınsa bile” yakalandığı yerde öldürülmesini emrettiği kimseler var. Bunlar 8 erkek, 4 kadındır.[136]
ERKEKLER:
1) İkrime ibnu Ebî Cehl:
Bu, Resulullah´a eza vermede babasına benzemekte idi. Hem şahsi düşmanlıkta ve hem de İslâm´a karşı savaşmada aşırı idi. Fetih gerçekleşir gerçekleşmez. Yemen´e kaçtı. Hanımı Ümmü Hakim Bintu´l-Hâris müslüman oldu. Resulullah´tan kocası için emân istedi. Yanına Rumî kölesini de alarak aramaya çıktı. Kocası tam Habeşistan´a gitmek üzere gemiye bineceği sırada yetişip: “İnsanların sıla-i rahme en çok kıymet vereni, en çok halim ve en ziyade kerim olanının yanından geliyorum, sana emân verdi” diyerek geri götürür.
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) onun dönmesinden memnun olur. O da müslüman olur ve Resulullah´tan eski günahları için Allah´tan mağfiret dilemesini taleb eder. Aleyhissalâtu vesselâm da onun adına istiğfarda bulunur, (radıyallahu anh).[137]
2) Safvân İbnu Ümeyye:
Bu da İkrime gibi başı çeken aşırılardandı. Korkusundan Cidde´ye kaçar. Resulullah´a gelen Umayr ibnu Vehb, onun için emân taleb eder. Daha önce de belirttiğimiz gibi Resulullah ona da emân verir ve alâmet olarak Mekke´ye girerken taşıdığı sarığını verir. Safvân´ı Cidde´de bulan Umayr, Resulullah´ın “İnsanların en evsal´ı, en halim´i” olduğunu söyleyerek geri gelmede ikna eder. Geri gelmede iki ay mühlet ister. Resulullah dört ay mühlet verir. Anak bu müddetler dolmadan, Taif gazvesi sırasında o da müslüman olur. Samimi bir müslüman olarak kalır ve Cemel vak´ası için Basra´ya yola çıkıldığı gün Mekke´de vefat eder (radıyallahu anh).[138]
3) Abdullah İbnu Sa´d İbni Ebî Sarh:
“Bu zât daha önceden müslüman olmuş, vahiy katipliği de yapmıştı. Resulullah, Azizun Hakîm diye imla ettirdiği halde Alimum Hakîm ve benzeri şekilde yazdığı olurdu. Sonunda irtidad edip Kureyş´e gitti. Onlara: “Ben Muhammed´e Kur´an yazdım, dilediğim şekilde tahrif ettim, sizin dininiz onunkinden hayırlıdır” demiştir. Fetih günü o da süt kardeşi olan Osman İbnu Affan (radıyallahu anh)´ın yanına kaçtı. Hz. Osman, ortalık sükûnete erinceye kadar onu sakladı. Sonra Resulullah´a götürdü ve emân taleb etti. 4281 numaralı hadiste görüldüğü üzere, Resulullah istemeye istemeye, Hz. Osman´ın hatırı için ona da emân verdi.
Abdullah da mütebaki hayatında samimi bir müslüman olmuştur. Sudan´ın fethinde bazı deniz seferlerinde cihad etmiştir. Hicrî 36 yılında Askalan´da vefat etmiştir (radıyallahu anh).[139]
4) Abdüluzzâ İbnu Hatal:
Bu da müslüman olmuştu. (aleyhissalâtu vesselâm), bunu Ensârî bir zatla yanında kölesi de oldğu halde tahsildar olarak göndermişti. Müslüman olmuş bulunan köle hizmetlerini yapıyor, yemeğini hazırlıyordu. Köleyi öldürüp irtidâd etti. Bunun şarkı söyleyen iki câriyesi vardı, Resulullah´ı hicveden şarkılar okuyorlardı.
Abdullah İbnu Hatal´ı Said ibnu Hureys ve Ebû Berze el-Eslemî öldürdüler.[140]
5) Huveyris İbnu Nukayz:
Mekke´de Resulullah aleyhine hicviyeler irşadederek (aleyhissalâtu vesselâm)´a eza veriyor idi. Fetih günü evinden kaçtı. Ali İbnu Ebî Talib yakalayıp öldürdü.[141]
6) Mikyas İbnu Sübâbe:
Bu da, kardeşi Hişâm´ı hata ile öldüren Ensarî´yi öldürmüş ve irtidâd etmişti. Halbuki kardeşinin diyeti ödenmişti, öldürmeye hakkı yoktu. Fetih günü Mekkeliler hezimete uğrayınca o, bir grupla kaçıp bir yere saklandılar. orada şarap içtilar. Nümeyle İbnu Abdillah el-Kinânî, yerini biliyordu. Gelip kılıcıyla vurup öldürdü.[142]
7) Abdullah İbnu´z-Ziba´rî es-Sehmî:
“Resulullah´a Mekke´de hicviyeler düzüyor, büyük hakâretler yapıyordu. Fetih günü o ve Hübeyre İbnu Ebî Vehb el-Mahzûmî -ki Ebû Tâlib´in kızı Ümmü Hâni´nin kocasıdır- Necran´a kaçtılar. Hübeyre orada müşrik olarak öldü. İbnu´z-Ziba´rî, dönüp (aleyhissalâtu vesselâm)´dan özür diledi. Resulullah özrünü kabul edince müslüman oldu, (radıyallahu anh).[143]
8) Vahşî İbnu Harb:
Hz. Hamza´nın katilidir. Fetih günü Taif´e kaçmıştı. Sonra ailesinin grubuyla Resulullah´a geldi, “Eşhedu en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve Resûluhu” dedi. Resulullah:
“Bu Vahşî değil mi ” buyurdu.
“Evet!” dedi. Aleyhissalâtu vesselâm: “Söyle bana amcamı nasıl öldürdün ” diye sordu. Vahşi anlattı. Resulullah ağladı ve:
“Yüzünü bana gösterme!” dedi. Vahşî, içki sebebiyle ilk celde tatbik edilen kimsedir. Kendi tabiriyle “cahiliyede insanların en hayırlısını (Hz. Hamza´yı öldüren) Vahşî, islâm´da da en şerlisini (yalancı peygamber Müseylime´yi)” aynı harbeyle öldürecek, tevhid davasında mühim bir hizmet ifa edecektir, (radıyallahu anh).
Huvaytıb İbnu Abdi´l-Uzzâ: Fetih günü kaçanlardandı. Ebû Zerr onu bir bahçede gizlenmiş görünce (aleyhissalâtu vesselâm)´a yerini haber verdi:
“Biz, öldürülmelerini emrettiklerimiz dışında herkese emân vermedik mi ” buyurdular. Ebû Zerr gidip, kendisine durumu haber verdi. Aleyhissalâtu vesselâm´a gelip o da müslüman oldu. Rivayete göre, Medine valisi Mervan İbnu´l-Hakem´le, bir gün karşılaşınca Mervan buna laf atar: “Ey müslümanlığı geciken ihtiyar!” der. İhtiyar, şu cevabı verir:
“Ben kaç sefer arzu etmiştim, ancak buna baban mani oluyordu.”[144]
KADINLAR:
Fetih günü öldürülmeleri emredilen kadınlar şunlardır:
1) Hint Bintu Utbe:
Bu kadını, Aleyhissalâtu vesselâm, Hamza (radıyallahu anh)´a yaptığı muamele ve Mekke´de Resulullah´a verdiği ezalar sebebiyle ölüme mahkum etmişti. Resulullah´a bir grup kadının içerisinde kendini gizleyerek geldi ve müslüman oldu. Evindeki bütün putları kırdı ve: “Sizin sebebinizle aldandım” dedi. Resulullah´a iki oğlak hediye etti ve koyunlarının kısırlığındandolayı özür beyanetti. Resulullah, koyunlarına bereket duasında bulundu. Bunun üzerine koyunları çoğaldı. Hind bunlardan bol bol bağışlar ve:
“Bu Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın bereketidir. Bize islam´ı nasib eden Allah´a hamd olsun!” derdi.[145]
2) Sâre Mevlâtu Amr İbni Abdilmuttalib:
Bazı alimlere göre, Hâtıb İbnu Ebî Belte´a´nın Mekkelilere yazdığı mektubu taşıyan kadın bu idi. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a müslüman olarak gelmişti. Ancak mürted olarak Mekke´ye geri gitti. Resulullah öldürülmesini emretti ve Ali İbnu Ebî Talib öldürdü. [146]
3-4) Abdullah İbnu Hatal´ın iki şarkıcı cariyesi (Kureyne ve Fertana)
Bunlar Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ı hicveden şarkılar okurlardı. Aleyhissalâtu vesselâm da öldürülmelerini emretti. Bunlardan Kureyne adını taşıyan öldürüldü. Diğeri kaçıp izini kaybettirdi. Bilahare Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a gelerek müslüman oldu. Hz. Ömer´ in hilafetinin sonuna kadar hayatta kaldı. O sıralarda bir adamın atı çiğneyerek öldürdü. Ölümünün, Hz. Osman zamanında yine bir kaza ile olduğu da söylenmiştir.
Bazı rivayetlerde Hebbâr İbnu Esved, Ka´b İbnu Züheyr (meşhur şâir) ve el-Hâris Tulâtil, Erneb Mevlatu İbnu Hatal ve Ümmü Sa´d´ın da bu listeye dahil olduğunu kaydeder.
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın ölüme mahkum ettiği bu kimselerin ekseriyetle o devrin efkar-ı umumiye yapıcıları olan şair ve şarkıcıların teşkil etmesi dikkat çekicidir. Şiirle ilgili bölümde Resulullah´ın “dil”in kılıçtan daha derin yaralar açtığını ifade eden sözlerine yer vermiştik. Dikkatimizi çeken husus şu ki, bu af dışı tutulanlardan o esnada kaçıp da sonradan af dileme fırsatını bulanların hepsi tekrar aff-ı nebeviye mazhar olmuşlardır.
Mekke Fethindeki mahkumiyet ve af hadiselerinin yakından bilinmesi gerekir.İbretler, hikmetler, dersler var.[147]
Fetihle İlgili Diger Bazı Notlar:
* Resulullah Mekke´ye başında siyah bir sarık olduğu halde girdi. Ka´be´nin kapısı önünde durarak:
“Bir olan Allah´tan başka ilah yoktur. Vaadinde sâdıktır. Kuluna yardım etmiştir. Tek başına ahzâbı dağıtmıştır” der ve halka yönelerek:
“Bütün kan davası, intikam hesabı veya hak iddia edilen mal şu iki ayağımın altındadır. Ka´beyle ilgili sadece iki hizmet devam edecektir. Sidane ve Sikâye hizmetleri… (Sidane: Ka´be´nin kapısını açma, kapatma ve onu temizleme vs. işlerini yürütme hizmeti; sikâye, hacılara su verme hizmeti… Cahiliye ve İslam´da bu hizmet Hz. Abbâs´a aiti)” der ve devam eder:
“Ey Kureyşliler size ne yapmamı istersiniz ”
“Hayır! derler. Sen kerim bir kardeşsin ve kerim bir kardeşin oğlusun.”
“Haydi gidiniz, hepiniz azadlılarsınız” buyurur, (aleyhissalâtu vesselâm).
Resulullah, Mekke halkına, diğer fethettiği belde ahalisine yaptığı muameleyi yapmamıştır. Devrin harp hukukunda fethedilen yerlerin ahalisi esir edilir, malı da ganimet kılınır idi.
Halbuki Mekkelilere: “Gidin serbestsiniz” demiş, kendisine zulmün, işkencenin, hakaretin her çeşidini yapan bir saat öncesine kadar kendisini yok etmek için bütün güçleriyle çalışmış, çalışanları desteklemiş, bu maksatla Bedir, Uhud, Hendek savaşlarını tertiplemiş olan Mekkelileri birkaç kişi hâriç toptan affetmiş, sizler tulekâ´sınız demiştir. Tulekâ, “azad edilmişler” manasına gelir. Tulekâ demesi, belirttiğimiz üzere harp hukukuna göre, savaşta ele geçirilmeleri sebebiyle esir hükmünde olmalarındandır.
* Mekkelileri azad ettikten sonra Ka´be´yi yedi kere tavaf eder. içine girer, orada namaz kılar. Ka´be´de bulunan 360 put temizlenir.
* Sonra Safa tepesine oturarak önce erkeklerden ve sonra da kadınlardan bey´at alır.
Erkeklerden: “Güçleri yettikçe Allah ve Resûlüne itaat etmek ve dinlemek” şartı üzerine bey’at alır.
Kadınlardan da: “Allah´a şirk koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina yapmamak, çocuklarını öldürmemek, göre göre iftira atmamak, ma´rufta âsi olmamak” şartları üzerine bey´at alır. Kadınlar için Allah´tan mağfiret taleb eder.Kadınlarla bey´at yaparken Resulullah, onların ellerine değmez, musafaha yapmaz. Rivayetler Resulullah´ın nikah düşen yabancı kadınlarla musafaha etmediğini belirtir.
* Öğle vakti olunca, Resulullah, Hz. Bilal´e ezan okumasını emreder, Bilal (radıyallahu anh) Ka´be´nin damına çıkar. Kureyşliler tepelerin üzerindedir, kimisi emân beklemekte, kimisine emân verilmiş.
Hz. Bilal´in ezanı, Mekkeliler´in bir kısmına ölümden beter üzüntü kaynağı olur:
* Ebû Cehl´in kızı Cüveyriye: “Bilal´in Ka´be üzerinde anırmasında hazır olmaması, babama Allah´ın ne büyük lütfu!” der.
* Halid ibnu Esed: “Allah babama lutfetti de bu günü görmedi!” der.
* Haris İbnu Hişam: “Keşke bugünden önce ölmüş olsaydım” der.
* Attâb İbnu Esîd: “Allah babam Esid´e şu söyleneni işittirmemekle ne büyük ikramda bulunmuştur!” der.
* Ebû Süfyân: “Ben bir şey söylemeyeceğim. Şâyet söylersem bunu şu çakıllar bile ona haber verecektir!” der.
Derken onlara Resulullah çıkagelir: “Söylediklerinizi biliyorum”der ve hepsini tekrarlar. Haris ve Attâb:
“Şehadet ederiz ki sen Allah´ın Resûlüsün. Bunu, bizimle olan şu kimseler ve bir de Allah biliyordu. Başka kimse bilmiyordu! derler.
İbnu´l-Esir, henüz müslüman olmayan başka bazılarının da benzer sözler sarfettiklerini, ancak sonradan hepsinin müslüman olup, müslümanlıklarında samimi kaldıklarını belirtir.
Resulullah´ın Kureyşlilere hususî muâmelesi boşa değildir. Kısa zaman sonra hepsi müslüman olacak, istikbalin zafer dolu seferlerine komutanlık edeceklerdir.
* 4282, 4283 numaralı hadislerde Ka´be´deki putlardan ve onların temizlenmesinden bahsedilmektedir. Ka´be´yi bütün Arapların müşterek mâbedi kılan hususlardan biri, her kabilenin kendine mahsus putunun orada yer alabilmesi idi. Bu sebeple Ka´be´nin etrafında çok sayıda put vardı: 360 tane. İbnu Hacer, bunların kurşunla yere tesbit edildiklerini kaydeder. Bazı rivayetlerde, Resulullah´ın önünden geçtiği her putun, ensesinin üzerine düştüğü belirtilmiştir.
Bu hadislerden, ulemâ, suretin bulunduğu yerde namaz kılmanın mekruh olduğu hükmünü çıkarmıştır. “Çünkü demişlerdir, şirk ihtimaline yer verir; eski milletlerin küfrü çoğunlukla suretten gelmiştir.”
Ka´be´nin dahili ise, Hz. Ömer tarafından temizlenerek Resulullah´ın girip namaz kılabileceği hale getirilmiştir. Bazı rivayetlerde, içeride Resulullah´ın da su ve bez getirterek bazı suretleri bizzat yıkadığı gelmiştir. İbnu Hacer, bunu Hz. Ömer´in nazarından kaçmış olabilen bazı küçük suretler olabilir diye te´vil eder.Hatta, bazı sütunlar üzerinde Hz. İsa ve Meryem tasvirlerinin, Abdullah İbnu´z-Zübeyr zamanına kadar kaldığına, o zaman yeniden inşa edilince tamamen bu kalıntılardan temizlendiğine temas eden rivayetler gelmiştir.[148]
Mekke´ye Af:
Burada ayrıca belirtilmesi gereken bir husus, 4286 numaralı hadiste belirtilen Mekke´nin ganimet kılınmamasıdır.[149] O güne kadar yapılan gazvelerde, mağlup tarafın insanı daima esir edilmiş, malı da ganimet.
Mekke, sinesinde barındırdığı mukaddes emânetin hürmetine, kandan ve yağmadan korunmuştur. Resulullah o ilahi emanetin yani Ka´be mukaddesinin hürmetine, en azılı düşmanları olan Kureyşlileri de o mukaddesi muhafaza ve ona bakımda sebkat eden hizmetleri hatırına aff-ı umumiye mazhar etmiştir.
Tabiî ki bu beklenmeyen bir şeydir.Kureyşliler, ilk vehlede, Resulullah´tan, böyle bir zafer kendilerine müyesser olması halinde, müslümanlara yapacakları muameleye paralel bir muamele beklemiş olmalılar.
Nitekim bu endişe, bu babta kaydedilen hadislerde bile görülmektedir. Hatta, rivayetlerin daha umumi bir değerlendirilmesine gidilecek olsa, bu meselede, Medine menşe´li Ensâr ile, Mekke menşe´li muhacirler arasında bile bir fark görmek; Medinelilerin, buranın fethini de diğer fetihler gibi görmeye mütemâyil; Mekke menşelilerin ise şehrin kandan ve yağmadan korunmasına mütemâyil olduklarını görmek mümkündür.
Söz gelimi, 4278 numaralı Urve hadisinde Medineli Sa´d İbnu Mu´âz, Ebû Süfyân´a:
“Ey Ebû Süfyân! Bugün, savaş günüdür, bugün Ka´be´nin helal addedileceği gündür!” der.
Bu rivayette (4278) açık değilse de, bir başka rivayette, Sa´d´ın ağzından çıkan bu cümlenin “bir muhacir tarafından” derhal Aleyhissalâtu vesselâm´a ulaştırıldığı belirtilir.
Ebû Süfyân, Sa´d´ın bu sözü üzerine Resulullah´ın amcası Abbas´a, Resulullah nezdinde iltimasta bulunarak, şehrin “istihlâl”den yani “kan ve mal” yönüyle helal addedilmekten korumasını taleb eder: يَاعَبَّاسُ حَبَّذَا يَوْمُ الذِّنَارِ “Ey Abbas, (Sen Mekkelisin, üstelik Resulullah´ın amcasısın, müslüman da oldun). Bugün muhafaza vazifesi yapacağın en iyi fırsat. Göreyim seni (şehri yağmalatma!)” der. Bir başka rivayet, Abbas´ın bu endişeyi çoktan hissettiğini, Mekke´ye zorla değil, halkına emân verilerek girilmesinin yollarını aradığını, bu maksadla şehre haber gönderecek bir oduncu bulmak üzere Resulullah´ın atına binerek gezintiye çıktığını, Erâk Vadisi´ne gelince Ebû Süfyan ve diğer iki arkadaşına rastladığını belirtir.
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) da zaten öyle düşünmektedir ve kara listeye alınan 3 erkek, 4 kadın ile, savaşmaya kalkacaklar dışında kimsenin öldürülmemesini komutanlara tenbih etmiş olmasına rağmen, “Mekkeyi istihlâl” esprisi ızhar etmiş olan Medine menşe´li Sa´d´ı, bu esprisi kulağına gelir gelmez, derhal komutanlıktan azleder ve onun yerine Mekke menşe´li Hz. Ali´yi tayin eder.[150] Diğer bir komutan Hâlid İbnu Velid (radıyallahu anh) zaten Mekkelidir.
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın kara liste ilan etmiş olmasını sonradan af dileme fırsatı bulanları bilâ istisna affetmiş bulunmasına bakarak- da Mekke´yi “kan”dan koruma tedbiri olarak görmekteyiz. Böylece hem onların düşmanlıklarından çok çeken müslümanlara bir rahatlama, hislerini tahfife imkan vermiş oldu, hem de “bunlar dışında kimse öldürülmeyecek” fikrinin zihinlerde yer etmesine vesile oldu. Değilse, şahsi kan ve intikam hesapları araya girebilirdi. Kara liste ilanından bir başka gaye de, bu kişilere “kaçın!” mesajıdır. Nitekim bir-ikisi dışında hepsi kaçmış veya bir sığınak bularak gizlenmiş, “hissiyatın yatışması ortalığın sükûnete ermesinden sonra” eman alanların veya alacakların garantisinde Huzur-u Nebeviye´ye ulaşarak affa mazhar olmuşlardır. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bunların mutlaka öldürülmesini isteseydi “tilkiye kaç” manasına dönüşen böyle bir ölüm listesi ilan etmeksizin, onları tevkif ettirebilir veya hususi vazifelilere sessiz sedasız infaz ettirebilirdi.
Bu, birinci düşman Kureyş´in, Feth´e rağmen toptan affı, hele kara listeye girenlerin de çoğunlukla birer birer affı, İslam´ın civar kabilelerde birden hüsn-ü kabul görmesine “insanların fevc fevc Allah´ın dini´ne girmesi”ne (Nasr 3) müessir olan mühim amillerden biri olmalıdır. Böylece İslam´ın bir senben kavgası, bir dünyalık edinme macerası, bir nefsi tatmin sevdası olmadığı; insanları, puta tapmak alçaklığından yükseltmek, zulüm, işkence, haksızlık, kan bataklığından kurtarmak; insanı insaniyetin mertebelerinde yükseltmek; onu iki dünya saadetine kavuşturmak davası olduğu fiilen gösterilmiş oluyordu.
Ayrıca, ileriki hadiselerde Mekke emin, sarsılmaz bir merkez olacak, Resulullah´ın ölümüyle ortaya çıkan irtidad hareketlerinde sâbit kalıp onların yatıştırılmasında, İslam´ın fetih hareketlerine geniş çapta katkıda bulunacaktır, Mekkeliler, Arabistan´ın kültürel seviyesi yüksek kişileriydi. Komşu beldelerin, kırallarıyla iyi yaşıyorlardı. Eski hissiyatlar, bunların öldürülmesi İslam´a bir şey kazandırmaz, çok şey kabettirirdi. Affın gerisinde bunların da görülmesi gerekir.[151]
Mekke´nin Tahrimi:
Resulullah´ın Mekke´yi fethettiği gün halka yaptığı hitabede yer verdiği hususlardan biri, Mekke´nin tahrimidir. Yani Mekke şehri, eskiden olduğu gibi haramdır; Orada kan dökülmez. Hayvanları öldürülemez. Otları yolunamaz. Ağaçları kesilemez. Bu, İslam´ın çevre korumasında, meskun mahallerin tahribatının önlenmesinde, tabiî dengenin muhafazasında aldığı ilk örnek tedbirlerden biridir. Resulullah, bilâhare kendi bölgelerinde benzer tadbirlere başvurmak isteyen Tâif, Tay, Cüreyş gibi kabilelere bu izni verecektir.[152] Bu tedbirin ehemmiyetini anlamak için şunu düşünebiliriz. Taşıyla toprağıyla, bitkisiyle mukaddes bilinen bu diyardan, hacılar teberrüken birer yaprak koparsalardı, o memlekette yeşillik diye bir şey kalmazdı. Haram ilan edilmesi bu tahribattan Mekke´yi korumuştur. Başka maslahatlar mevzumuza girmez.
Mekke´nin eskiden beri haram bilinen statüsü´nün aynen korunması, İslam´ın diğer Arap kabilelerine benimsenmesinde rol oynadığı gibi, Mekke´de fethi müteakip çıkabilecek hesaplaşmaları da önlemiş olmalıdır. Bu sebeple olacak ki, Aleyhissalâtu vesselâm, fetihle birlikte Ka´be önünde yaptığı ilk hitapta buna yer vermiş, kendisi için Mekke´nin “günün muayyen bir saatinde” helal kılındığını, fetihle birlikte helal hali´nin derhal son bulduğunu belirtmiştir: Hatta 4285 numarada kaydedilen Ebû Hüreyre (radıyallahu anh) hadisine göre, fetih hitabesine, Mekke´nin bu statüsünü belirleyen hükmü beyanla başlamıştır.[153]
* Hatıb İbnu Ebi Belte´a:
Mekke fethiyle ilgili olarak zikri geçen Hâtıb İbnu ebî Belte´a vak´ası ve bu hadise karşısında Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın takındığı tavır, üzerinde biraz durmamızı gerektiren bir mahiyet taşımaktadır. Ashab-ı Kiram (radıyallahu anhüm ecmâin)´a karşı İslamî ölçünün, bir çok müslüman zihinlerde -ve hatta çevrelerde- kaybolduğu günümüz şartlarında, Hâtıb vak´ası´na dikkat çekmemiz. Resulullah´ın tavrını daha yakından görmemiz, ulemâmızın değerlendirmelerini bilmemiz daha da ehemmiyet arzeder.
* Hâtıb İbnu Ebî Belte´a kimdir Lahm Kabilesinin Beni Halife koluna mensub bir zattır. Ebû Belte´a´nın oğludur. Ebû Belte´a´nın ismi ise Amr İbnu Umayr İbnu Seleme´dir. Görüldüğü üzere aslen Mekkeli değildir. Beni Esed İbnu Abdiluzza´ya halif olmuştur. Sonra da Zübeyr İbnu´l-Avvâm İbni Huveylid´e halif olmuştur. Ubeydullah İbnu Hamid ibni Züheyr´in mevlâsı olduğu da söylenmiştir. Bu rivayete göre mukâtebe yaparak hürriyetini satın almış, Mekke´nin fethinde son taksidini ödemiştir.
Bedir ve Hudeybiye gazvelerinde hazır bulunmuştur. “Ey iman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin…” (Mümtehine 1) ayetiyle Cenab-ı Hakk´ın Hâtıb´ın imanına şehadet ettiği söylenmiştir. Zira bu ayet, Hz. Ali´nin belirttiği üzere (4276, hadis) Hâtıb´ın hadisesi üzerine inmiş ve Hak Teâla hazretleri, Allah´a ve müslümanlara düşman olanların dost edinilmemesini ihtar etmiştir. Muhatab Hâtıb olduğuna göre, iman, teyid-i ilâhiye mazhardır.[154]
Mekkelilere Mektup Hadisesi:
Bu hadise 4276 numaralı hadiste geçtiği için vak´ayı burada tekrarlamayacağız, değerlendirmesi üzerinde duracağız. Burada şu kadarını belirtelim: Hâtıb mektubu, Vâkidi´nin kaydettiği üzere Süheyl İbnu Amr, Safvân İbnu Ümeyye ve İkrime´ye yazar ve şöyle der: “Resulullah, halka gazveye çıkılacağını ilan etti. Sizden başka bir yere gideceğini zannetmiyorum. Sizin nezdinizde bir elimin olmasını istedim.”
Alimler, Hâtıb´ın Mekkelilere mektup göndermesi hadisesini Hz. Ömer´in ihanetle tavsif ederek, öldürülmesini taleb etmesi karşısında Aleyhissalâtu vesselâm´ın ifâde buyurdukları cümleyi “Başka hiçbir gazveye katılanlar için vârid olmayan, sâdece Bedir gazileri hakkında vaki olan büyük bir beşar” )بِشَارَةٌُ عَظِيمَةٌ لَمْ تَقَعْ لِغَيْرِهِمْ( olarak tavsif ederler.
Bu beşaret, rivayetlerde farklı kelimelerle ifade edilmiştir.
Sadedinde olduğumuz rivayette Resulullah “Ama o Bedr´e katıldı. Ne biliyorsun, belki de[155] Allah Teâla Hazretleri Bedir ehlinin haline muttali oldu da “Dilediğinizi yapın, sizleri mağfiret etmişim” buyurdu” demiştir. İfade burada terecci (yani ümitlenme) sigasıyla gelmiştir. Ancak Ebû Hureyre rivayetinde cezm sigası kullanılmıştır: “Allah Bedir ehlinin haline muttali oldu ve dedi ki: “Dilediğinizi yapın ben sizi mağfiret ettim” (Ebû Dâvud). Ahmed İbnu Hanbel´in Hz. Cabir´den bir rivayetinde “Bedr´e katılan kimse ateşe girmeyecektir” )لَنْ يَدْخُلَ النَّارَ اَحَدٌ شَهِدَ بَدْراً( buyrulmuştur.
Alimler “Dilediğinizi yapın” ifadesi karşısında münakaşa etmiştir. Ehemmiyetine binaen kaydediyoruz.
* Bir kısmı, bunu şeriatın umumi prensibine aykırı bulmuştur. “Çünkü zâhirinde ibâhe var” demiştir.
* Bir kısım alimler de: “Bu geçmişten ihbardır, yani “Daha önceki bütün amelleriniz affedilmiştir” demektir” diyerek cevap vermişlerdir. Bunu şu durum te´yid eder: “Eğer bununla istikbale ait bir amel kastedilseydi, mâzi sigasıyla gelmezdi, yani “mağfiret ettim” denmezdi; “Sizi mağfiret edeceğim” denirdi.
* Ancak bu mülahaza da bazı alimlerce tenkid edilmiştir: “Eğer (sırf) geçmişte işlediği günahlar kastedilmiş olsaydı, Hâtıb kıssasında onunla istidlal uygun olmazdı. Çünkü, Aleyhissalâtu vesselâm, bu cümleyi Hz. Ömer´i Hâtıb mevzuunda söylediği sözde reddetme maksadıyla ona hitaben söylemiştir. Bu kıssa ise, Bedir´den tam altı yıl sonra vukua gelmiştir. Öyleyse hadisten murad, geleceğe bakar. Mazi sigasıyla gelmesi ise, mübalağa ifade etmek içindir, yani “mağfiret olunacağınız o kadar kesin ki sanki mağfiret olunmuş gibi..” demektir.
* Bazı alimler şunu söylemşitir: “Dilediğinizi yapın…” cümlesindeki emir sigası “teşrif” ve “tekrim” içindir. Murad da bundan böyle onlardan sâdır olacak şeylerden dolayı muâheze edilmeyecekleridir. Onlar böyle bir hususiyete mazhar kılınmışlardır. Zira onların o savaşta izhar ettikleri yüce hal, geçmiş günahlarının mahvını gerektirmiş, gelecek günahlarını Allah´ın affetmesine de ehil olmuşlardır. Yani bu hadiseden sonra “işlediğiniz her ne amel olursa olsun affedilmiştir” demektir.
* Şu da söylenmiştir; Murad, vâki olan günahlarıdır, vâki oldukça affedilecektir.
* Şu da denilmiştir: “Bu, onlardan günah vâki olmayacağının beşaretidir.”
İbnu Hacer, “Bu son görüş tenkit götürür” dedikten sonra, Kudâme İbnu Maz´un örneğini verir. Onun Hz. Ömer zamanında şarap içtiğini,Hz.Ömer´in ona had tatbik ettğini, bu yüzden onun Medine´den hicret ettiğini, ancak Hz. Ömer´in rü´yasına giren bir zâtın, Hz. Ömer´e onunla musâlaha etmesini söylediğini, Kudâme´nin Bedrî olduğunu kaydeder.
İbnu Hacer, hadisten muradın “Bedrîler bir kısım farzları terketmiş olsalar bile bu sebeple muâheze edilmeyecekleri, günahlarının “mağfûr olduğu”nun beyanıdır” der. Buna 4289 numarada geçen Sehl İbnu Hanzeliye hadisini de örnek gösterir. Orada geceleyin at üstünde nöbet tutan Enes İbnu Ebi Mersed el-Ganevi´ye Resulullah: “(Amelinle cenneti kendine) vacib kıldın. Bundan böyle ameli terketmenin sana bir günahı yok. (Bu amelin cennete gitmen için kâfidir)” buyurmuştur. Başka örnek de kaydeden İbnu Hacer şu neticeye gider: “Bütün bunlar şunu iş´âr eder (bize duyurur): “Bazı sâlih amelleri yapan kimse, öylesine çok sevaba mazhar olur ki bu, pek çok farzları terketmenin günahına mukabil gelir.” Büyük Tâbi´î Ebû Abdirrahman es-Sülemî´nin sadedinde olduğumuz Hâtıb kıssasından bunu anladığını belirtir, ona muhalefet eden bazı görüşleri dermeyan ederse de es-Sülemî´yi haklı gördüğünü ihsas eder.
Ashab hakkında kîl ve kâl ederken bunların bilinmesinin de gerekli olduğunu, bu maksadla mevzuun uzaması pahasına bu bilgileri kaydettiğimizi belirterek Hâtıb hakkında bazı tamamlayıcı bilgiler vermeye devam ediyoruz:
* Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Hâtıb (radıyallahu anh)´ı hicretin 6. yılında Bizans´ın Mısır valisi Mukavkıs´a elçi olarak göndermiştir. Mukavkıs onu yanına alır. Aralarında şu konuşma geçer:
“Arkadaşından bana haber ver! O gerçekten peygamber midir ”
“Evet o Allah´ın elçisidir.”
“Pekiyi, niye kendini memleketinden çıkaran kavmine o zaman beddua etmedi ”
“İsa İbnu Meryem´in Allah´ın resulü olduğuna şehadet eder misin O niye kavmi onu asmaya kalktığı zaman onlara beddua etmedi de Allah onu yükseltti ”
“Güzel cevap verdin. Hakim bir kimsenin yanından gelmiş hakim bir kimsesin.”
Hâtıb´tan memnun kalan Mukavkıs, Resulullah´a bir kısım hediyeler yollar. Kıbtî olan Mâriye ve kardeşi Sîrîn ve diğer bir cariye, bu hediyeler arasında yer alır. Resulullah Mâriye´yi kendisine câriye yapmış, oğlu ibrahim (aleyhissalâtu vesselâm) ondan dünyaya gelmiştir. Sîrîn´i Hassân İbnu Sâbit´e hibe etmiştir.
Hâtıb (radıyallahu anh) hicri 30 yılında 65 yaşında olduğu halde vefat etmiş, Hz. Osman namazını kıldırmıştır. Şu hadis onun rivayetidir: “Kim cuma günü yıkanır, en güzel elbisesini giyer, erkenden camiye gider imama yakın olursa, bu ona öbür cumaya kadar (küçük günahlar için) kefaret olur.”[156]
* HUNEYN GAZVESİ
ـ4288 ـ1ـ عَنْ أبِي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ # حِينَ أرَادَ حُنَيْناً: مَنْزِلُنَا غَداً إنْ شَاءَ اللّهُ بِخَيْفِ بَنِي كِنَانَةَ حَيْثُ تَقَاسَمُوا عَلى الْكُفْرِ[. أخرجه الشيخان.»الخَيْفُ« مَا انْحدر عن غليظ الجبل وارتفع عن مسيل الماء .
1. (4288)- Hz. Ebû Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Huneyn Gazvesine çıkmayı arzu edince:
“Yarınki konaklama yerimiz inşallah Beni Kinâne Hayfı´dır. Onlar küfür üzerine orada yeminleşmişlerdi” buyurdu.” [Buhârî, Megâzî 48, Hacc 45, Fedâilu´l-Ashâb 39, Tevhid 31; Müslim, Hacc 345, (1314).][157]
AÇIKLAMA:
1- Hayf, dağ eteği demektir, Beni Kinâne Hayfı´ndan maksad el-Muhasseb denen yerdir. Müslim´de gelen bir açıklamaya göre, “Kureyş ve Beni Kinâne, orada bir araya gelip kendilerine Resulullah´ı teslim edinceye kadar Benî Hâşim ve Benî´l-Muttalib´e karşı, kız alıp vermeme, mal alıp satmamak şeklinde boykot kararını burada vermişler, burada yeminleşmişler, ahd-ı mîsakta bulunmuşlardı.”
2- Bu hadise Habeşistan hicretinden sonra cereyan etmişti. Müslümanları Necâşî´nin korunması üzerine, onları teslim almak üzere Habeşistan´a giden Kureyş heyetinin boş çevrilmesi karşısında fazlaca öfkelenen Mekkeli müşrikler, müslümanları akrabalık gayretiyle himaye eden Hâşimoğulları ile Abdulmuttaliboğulları´nı bu himayeden vazgeçirmek için bir antlaşma yaparlar. Bu antlaşmaya göre, alışveriş, nikâh, hatta sohbet gibi her çeşit beşeri münasebetlerden bunlar tecrid edilecekti. Antlaşma metni yazılır ve Ka´be´ye asılır.
Bu boykot hadisesi üç yıl devam eder.Müslümanlar çok sıkıntı çekerler. Öyle ki, yollarda bulunan kuru deri parçalarını kaynatıp yemek mecburiyetinde kalırlar. Çocukların feryadları çok uzaklardan işitilir olur.
Bu zulüm tahammülü aşan bir raddeye varınca, Cenab-ı Hak, ahidnâmeye kitap kurtlarını musallat eder. Allah kelimelerinin geçtiği yerler hariç, yazıyı tamamen yiyip bitirirler. Durumdan vahyen Resulullah haberdar olur. O da bunu amcası Ebû Talib´e söyler. Ebû Talib, o yazıyla imza atan müşrikleri görerek “Kardeşimoğulunun bana haber verdiğine göre, Allah Teâla Hazretleri sizin ahidnamenize kurtları musallat etmiş, onlar yazıdaki zulüm ve haksızlık ifade eden yerleri tamamen yemiş, sadece Allah Teâla´nın anıldığı yerler baki kalmıştır. Yeğenim bana hiç yalan söylemez. Eğer dediği gibiyse bu kötü işten vazgeçin, şayet yalan söylüyorsa ben onu size teslim edeceğim, dilediğiniz gibi öldürün” der.
Müşrikler tekliften memnun kalırlar ve “söylediği doğru ise boykotu kaldıracağız” diye söz verirler. Bakılınca görülürki, ahidnamenin hali aynen Resulullah´ın söylediği gibidir. Birçoğu Ebû Talib´e verdikleri söze pişman olsa da, vicdan sahipleri boykotu kaldırırlar. Bu hadisenin, risaletin onuncu yılı olduğu kabul edilir.
3- Bazı alimler bu hadiseye dayanarak, Resulullah´ın el-Muhassab´a inmesini, o günleri hatırlayarak Allah´ın lütfuna karşı bir şükran izharı diye değerlendirmiştir. Bu davranışta Mekkelilere de: “Sizin burada aldığınız kararlarla yaptıklarınızı bilerek siza af ve hoşgörülü davranmada nasıl mübâlağa ettiğimizi de bilin” şeklinde bir mesajın olduğuna da dikkat çekilmiştir.
4- Burada belirtmemiz gereken mühim bir husus, hadiste geçen Huneyn´le kastedilen vakittir. Bazı alimler bununla fetih seferi´nin kastedildiğini, çünkü Huneyn seferinin Fethin akabinde olduğunu söylerler. Nitekim hadisin başka vechinde “Mekke´ye gtimek istediği zaman” denmiştir. Hatta, bu ifadenin fetih sırasında değil, hacc sırasında söylenmiş olma ihtimali -dolayısiyle iki ayrı vak´aya delalet edecek iki ayrı hadis olma ihtmali de- belirtilmiştir. Nitekim Vâkıdî´nin bir kaydı Fetih sırasında söylendiğine sarâhat kazandırır: Hz. Cabir anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) dedi ki: “Allah bize fethi nasib ederse, menzilimiz (konaklama yeri), müşriklerin ahidleştikleri Hayf´ tır: Ebû Talib şı´bı´nın, bizi muhâsara ettikleri yerin karşısı olacaktır.”[158]
ـ4289 ـ2ـ وَعَنْ سَهْلِ بْنِ الْحَنْظَلِيَّةَ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قَالَ: ]سِرْنَا مَعَ رَسولِ اللّهِ # يَوْمَ حُنَيْنِ. فَأطْنَبْنَا السَّيْرَ حَتّى كَانَتْ عَشِيَّةٌ. فَحَضَرَتْ صََةُ الظُّهْرِ وَجَاءَ فَارِسٌ. فقَالَ: يَا رَسُولَ اللّهِ! إنِّى اِنْطَلَقْتُ بَيْنَ أيْدِيكُمْ حَتّى طَلَعْتُ عَلى جَبَلِ كَذَا وَكذَا. فإذَا أنَا بِهَوَازِنَ عَنْ بَكْرَةِ أبِيهِمْ بِظُعُنِهِمْ وَنَعَمِهِمْ وَشَائِهِم، اِجْتَمِعُوا إلى حُنَيْنٍ. فَتَبَسَّمَ # وَقَالَ: تِلْكَ غَنِيمَةُ الْمُسْلِمِينَ غَداً إنْ شَاءَ اللّهُ. ثُمَّ قَالَ: مَنْ يَحْرُسُنَا اللَّيْلَةَ فقَالَ: أنَسُ بْنُ أبِي مَرْثَدٍ الْغَنَوِىُّ: أنَا يَا رَسُولَ اللّهِ. قَالَ: ارْكَبْ، فَرَكِبَ فَرَساً لَهُ وَجَاءَ إلى رَسُولِ اللّهِ #. فقَالَ لَهُ: اِسْتَقْبِلْ هذا الشِّعْبَ حَتّى تَكُونَ فِي أعَْهُ وَ نُغَرَّنَّ مِنْ قِبَلِكَ اللَّيْلَةَ. فَلَمَّا أصْبَحْنَا خَرَجَ # إلى مُصََّهُ. فَرَكَعَ رَكْعَتَيْنِ. ثُمَّ قَالَ: هَلْ أحْسَسْتُمْ فَارِسَكُمْ؟ قَالُوا: يَا رَسُولَ اللّهِ، مَا أحْسَسْنَا. فَثُوِّبَ بِالصََّةِ. فَجَعَلَ # يُصَلِّى وَهُوَ يَلْتَفِتُ إلى الشِّعْبِ، حَتّى إذَا قَضى صََتَهُ وَسَلَّم قَال: أبْشِرُوا فَقَدْ جَاءَ فَارِسُكُمْ. فَجَعَلْنَا نَنْظُرُ إلى خَِلِ الشَّجَرِ فِي الشِّعْبِ. فإذَا هُوَ قَدْ جَاءَ حَتّى وَقَفَ عَلى رسولِ اللّهِ # فقَالَ إنَّنِى انْطَلَقْتُ حَتّى كُنْتُ فِى أعَْ هذَا الشِّعْبِ، حَيْثُ أمَرَنِى رَسُولُ اللّهِ #. فَلَمَّا أصْبَحْتُ اطلَعْتُ الشِّعْبَيْنِ كِلَيْهِمَا فَنَظَرْتُ فَلَمْ أرَ أحَداً فقَالَ لَهُ رَسُولُ اللّهِ #: هَلْ نَزَلْتَ اللَّيْلَةَ؟ قَالَ: َ إَّ مُصَلِّياً أوْ قَاضِىَ حَاجَةٍ. فقَالَ لَهُ #: قَدْ أوْجَبْتَ فََ عَلَيْكَ أنْ َ تَعْمََلَ بَعْدَهَا[. أخرجه أبو داود .
»جَاءَ الْقَوْمُ عَنْ بَكْرَةِ أبِيهِمْ« إذا لَمْ يَتَخَلَّفْ مِنْهُمْ أحَدٌ.و»ثَوَّبَ بِالصََّةِ« نَادَى إلَيْهَا وَأقَامَهَا.و»أوْجَبَ فَُنٌ« إذا فَعَلَ مَا يُوجِبُ لَهُ الْجَنَّةَ أوِ النَّارَ، وَالْمُرَادُ هُنَا الْجَنَّةُ .
2. (4289)- Sehl İbnu Hanzaliyye (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´la Huneyn günü beraber yürüdük. Öğle sonrası oluncaya kadar yürümeyi uzattık. Öğle namazı(nın vakti) girdi. Derken bir atlı geldi.
“Ey Allah´ın Resulü! dedi. Ben sizin önünüzden ilerledim. Hatta falan falan dağa çıktım. Bir de ne göreyim! Havâzin kabilesi toptan karşımda. Kadınları, develeri, davarları toptan Huneyn´de toplanmışlar” dedi. Aleyhissalâtu vesselâm tebessüm buyurdu ve:
“İnşallah, yarın bunlar müslümanların ganimetidir!” dedi ve sordu:
“Bu gece bizi kim bekleyecek ”
Enes İbnu Ebî Mersed el-Ganevi atılıp:
“Ben, ey Allah´ın Resulü!” dedi. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm):
“Öyleyse bin!” buyurdular. Enes atına bindi ve Aleyhissalâtu vesselâm´ın yanına geldi. O zaman:
“Şu geçide yönel, en yüksek yerine kadar çık. [Gece boyu atından inme.] Sakın senin cihetinden geceleyin aldatılmayalım!” tenbihinde bulundu. Sabah olunca Aleyhissalâtu vesselâm namazgâhına geçti. İki rek´at namaz kıldı. Sonra:
“Atlıdan bir haberiniz var mı ” diye sordu.
“Bir haberimiz yok!” dediler. Namaza duruldu. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) namaz kılarken geçide doğru (bazan) göz atıyordu. Namazı kılıp selam verince:
“Müjde, atlınız geldi!” buyurdu. Biz de geçidin ağaçları arasına baktık, gerçekten o idi. Geldi, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın yanında durdu. (Selam verdi ve):
“Ben dedi, gittim bu geçidin en yüksek yerine, Resulullah´ın emrettiği şekilde vardım. Sabah olunca iki geçit daha tırmandım. Baktım, kimseyi görmedim!” dedi. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ona:
“Gece (attan) indin mi “diye sordu:
“Namaz veya kazâyı hacet dışında inmedim!” dedi. Aleyhissalâtu vesselâm:
“(Bu amelinle cenneti kendine) vacib kıldın. Bundan böyle ameli terketmenin sana bir günahı yok. (Bu amelin cennete girmen için kâfidir)” buyurdular.” [Ebû Dâvud, Cihâd 17, (2501).][159]
ـ4290 ـ3ـ وَعَنْ أنَسٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قَالَ: ]لَمَّا كَانَ يَوْمُ حُنَيْنٍ أقْبَلَتْ هَوَازِنُ وَغَطَفَانَ وَغَيْرُهُمْ بِذَرَارِيِّهِمْ وَنَعَمِهِمْ؛ وَمَعَ رسُول اللّهِ # يَوْمَئِذٍ عَشْرَةُ آَفٍ. وَمَعَهُ الطَّلَقَاءُ. فَأدْبَرُوا عَنْهُ حَتّى بَقِيَ وَحْدَهُ. فَنَادَى يَوْمَئِذٍ نِدَاءَيْنِ، لَمْ يَخْلِطْ بَيْنَهُمَا شَيْئاً. قَالَ: اِلْتَفَتَ عَنْ يَمينِهِ. فقَالَ: يَا مَعْشَرَ ا‘نْصَارِ. فقَالُوا لَبَّيْكَ يَا رَسُولَ اللّهِ، نَحْنُ مَعكَ، أبْشِرْ. ثُمَّ الْتَفَتَ عَنْ يَسَارِهِ. فقَالَ يَا مَعْشَرَ ا‘نْصَارِ فقَالُوا: لَبَّيْكَ يَا رَسُولَ اللّهِ، أبْشِرْ نَحْنُ مَعَكَ، وَهُوَ عَلى بَغْلَةٍ بَيْضَاءَ. فَنَزَلَ فقَالَ: أنَا عَبْدُاللّهِ وَرَسُولُهُ. فَانْهَزَمَ الْمُشْرِكُونَ، وَأصَابَ غَنَائِمَ كَثِيرَةً فَقَسَّمَهَا بَيْنَ الْمُهَاجِرِينَ وَالطُّلَقَاءِ، وَلَمْ يُعْطِ ا‘نْصَارَ مِنْهَا شَيْئاً. فَقَالُوا: إذَا كَانَتِ الشِّدَّةُ فَنَحْنُ نُدْعَى، وَيُعْطِي الْغَنَائِمَ غَيْرَنا. فَبَلَغَهُ ذلِكَ فَجَمَعَهُمْ وَقالَ: يَا مَعْشَرَ ا‘نْصَارِ، مَا شَىْءٌ بَلَغَنِي عَنْكُمْ؟ فَسَكَتُوا. فقَالَ: يَا مَعْشَرَ ا‘نْصَارِ، أمَا تَرْضَوْنَ أنْ يَذْهَبَ النَّاسُ بِالدُّنْيَا وَتَذْهَبُونَ بِمُحَمَّدٍ # تَحُوزُونَهُ إلى بُيُوتِكُمْ. قَالُوا: بَلى يَا رَسُولَ اللّهِ رَضِينَا. فَقَالَ #: لَوْ سَلَكَ النَّاسُ وَادِّياً وَسَلَكَتِ ا‘نْصَارُ شِعْباً لَسَلَكْتُ شِعْبَ ا‘نْصَارِ[. أخرجه الشيخان والترمذي.»اَلْطُّلَقَاءُ« جَمْعُ طَلِيقٍ هُوَ الَّذِى خَلّى سَبِيلَهُ، وَهُمْ أهْلُ مَكَّةَ الَّذِينَ
أسْلَمُوا بَعْدَ الْفَتْحِ قَالَ # ‘هْلِ مَكَّةَ يَوْمَئِذٍ: اِذْهَبُوا فَأنْتُمُ الطُّلَقَاءُ .
3. (4290)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Huneyn gününde, Hevâzin, Gatafân ve diğerleri çocukları ve develeriyle birlikte (savaş yerine) geldiler. O gün Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın ordusunda da 10 bin kişi vardı. Mekkeli Tulekâ[160] da Resulullah´ın safında idi. (Savaş başlar başlamaz) hepsi geri kaçtı. Aleyhissalâtu vesselâm yalnız kaldı. O gün iki defa nidâ etti. İkisi arasına bir başka söz karıştırmadı. Şöyle ki:
Sağ tarafına yönelip: “Ey Ensâr cemaati!” diye bağırdı. O taraftakiler:
“Buyurun ey Allah´ın Resûlü! Bizseninle beraberiz! Müjde” dediler. Aleyhissalâtu vesselâm sonra da soluna döndü:
“Ey Ensâr cemaati!” dye bağırdı. O taraftakiler de:
“Buyur ey Allah´ın Resûlü! Müjde, biz seninleyiz!” dediler. Aleyhissalâtu vesselam beyaz bir katırın üstünde idi. Katırdan indi ve: “Ben Allah´ın kulu ve elçisiyim!” dedi. (Müslümanlar toparlanıp mukabil hücuma geçince) müşrikler hezimete uğradı. Aleyhissalâtu vesselâm çok ganimet elde etti. Onu Muhâcirler ve Tulekâ arasında taksim etti. Ondan Ensâr´a hiçbir şey vermedi. Bunun üzerine Ensârîler (radıyallahu anhüm) (serzenişte bulunup): “Sıkıntı olunca biz çoğalıyoruz: Ama ganimeti bizden başkasına veriyor!” dediler. Bu sözleri Aleyhissalâtu vesselâm´ın kulağına ulaşmıştı, hemen Ensârı topladı.
“Ey Ensar cemaati! Herkes dünyalıkla dönerken, siz Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm)´la dönmekten, evinizde onunla beraber olmaktan razı ve memnun değil misiniz ” dedi. Ensâr:
“Elbette ey Allah´ın Resulü, razıyız, memnunuz!” dediler. Aleyhissalâtu vesselâm: “İnsanlar bir vadiye yürüseler, Ensar da bir geçide yürüse, ben Ensar´ın geçidinde giderim” buyurdular.” [Buhârî, Megâzî 56, Humus 19, Menâkıb 14, Menâkıbu´l-Ensâr 1, Ferâiz 34; Müslim, Zekât 135, (1059); Tirmizî, Menâkıb, (3897).][161]
ـ4291 ـ4ـ وَعَنْ أبِي إسْحَاقَ قَالَ: ]جَاءَ رَجُلٌ إلى الْبَرَاءِ بْنِ عَازِبٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما فقَالَ: أكُنْتُمْ وَلَّيْتُمْ يَوْمَ حُنَيْنٍ يَا أبَا عِمَارَة. فقَالَ:
أشْهَدُ عَلى نَبِيّ اللّهِ # أنَّهُ مَا وَلَّى. وَلَكِنِ انْطَلَقَ أُخَفَّاهُ مِنَ النَّاسِ وَحُسَّراً إلى هذَا الْحَىِّ مِنْ هَوَازِنَ وَهُمْ قَوْمٌ رُمَاةٌ فَرَمَوْهُمْ بِرَشْقٍ مَنْ نَبْلٍ كَأنَّهَا رِجْلٌ مِنْ جَرَادٍ فَانْكَشَفُوا. فَأقْبَلَ الْقَوْمُ إلى رسولِ اللّهِ # وَأبُو سُفْيَانَ بْنُ الْحَرِثِ بْنِ عَبْدِ الْمُطّلِبِ رَضِيَ اللّهُ عَنْه يَقُودُ بِهِ بَغْلَتَهُ فَنَزَلَ وَدَعَا وَاسْتَنْصرَ، وَهُوَ يَقُولُ:أنَا النَّبىُّ َ كَذِبْ أنَا ابْنُ عَبْدٍ الْمُطَّلِبْاللَّهُمَّ أنْزِلْ نَصَرَكَ. ثُمَّ صَفَّهُمْ قَالَ الْبَرَاءُ رَضِيَ اللّهُ عَنْه: كُنَّا وَاللّهِ إذَا اِحْمَرَّ الْبَأسُ نَتَّقِى بِرَسُولِ اللّهِ #، وَإنَّ الشُّجَاعَ مِنَّا لِلَّذِى يُحَاذِى بِهِ[. أخرجه الشيخان والترمذي.»ا‘خِفَّاءُ« جمع خفيفٍ وهو المسرع الّذى ليس له شئٌ يعوقه.و»الحُسَّرُُ« جمع حاسرٍ وهو الّذى درع عليه.و»الرَّشْقُ« الرَّمىُ.و»الرِّجْلُ من الجراد« القطعةُ الكبيرة.و»انْكَشَفُوا« أى انهزموا.و»البَأسُ« الشِّدَّةُ والخوف.ومعنى »اِحْمَرَّ البأسُ« اِشْتَدَّ الحَربُ .
4. (4291)- Ebû İshâk rahimehullah anlatıyor: “Bir adam Berâ İbnu Âzib (radıyallahu anh)´a geldi ve:
“Ey Ebû İmâre! Huneyn gününde hepiniz geri mi kaçtınız ” diye sordu. Berâ: “Ben, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın kaçmadığına şehâdet ederim! Ancak, askerlerden yükü hafif olan (aceleciler) ile zırh taşımayanlar Hevazin´in bir kanadına yürüdüler. Halbuki buradakiler okçu kimselerdi: Onları çekirge sürüsü gibi hep birden ok yağmuruna tuttular. Bunun üzerine dağılmak zorunda kaldılar. Böylece düşman, Resulullah´a yöneldi. (aleyhissalâtu vesselâm)´ın katırını Ebû Süfyân İbnu´l-Haris İbni Abdilmuttalib (radıyallahu anh) yediyordu. Aleyhissalâtu vesselâm katırından indi, dua etti, (Allah´tan) yardım taleb etti. Şöyle diyordu:
“Ben Peygamberim yalan değil!
Ben Abdulmuttalibin Oğluyum!
Allahım yardımını indir.”
Sonra askerleri düzene koydu. Berâ devamla der ki: “Vallahi, biz savaş kızıştı mı Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a sığınırdık.Bizim cesurumuz Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´la aynı hizada durabilendi.” [Buhârî, Megîzî 54, Cihâd 52, 61, 97, 167; Müslim, Cihâd 79, (1776); Tirmizî, Cihâd 15, (1688).][162]
ـ4292 ـ5ـ وَعَنْ سَلَمَةَ بْنِ ا‘كْوَعِ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قَالَ: ]أتَى النَّبِىَّ # عَيْنٌ مِنَ الْمُشْرِكِينَ وَهُوَ في سَفَرٍ فَجَلسَ عِنْدَ أصْحَابِهِ يَتَحَدَّثُ. ثُمَّ اِنْفَتَلَ. فقَال رَسُولُ اللّهِ #: اِطْلُبُوهُ فَاقْتُلُوهُ، فَقَتَلْتُهُ. فَنَفَّلَنِى رَسُولُ اللّهِ # سَلَبَهُ[. أخرجه الشيخان وأبو داود .
5. (4292)- Seleme İbnu´l-Ekva (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir seferde iken yanına bir düşman gözcüsü uğradı. Ashabla konuşmaya oturdu. Sonra birden sıvıştı:
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm):
“Onu yakalayın ve öldürün!” emir buyurdu. Ben (yakalayıp) öldürdüm. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) seleb´ini bana verdi.” [Buhârî, Cihâd 173; Müslim, Cihâd, 45, (1754); Ebû Dâvud, Cihâd 110, (2654).][163]
ـ4293 ـ6ـ وَعَنْ أنسٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قَالَ: ]اِتَّخَذَتْ أُمُّ سُلَيْمٍ خَنْجَراً أيَّامَ حُنَيْنٍ فَكَانَ مَعَهَا. فقَالَ لَهَا النَّبىُّ #: مَا هذَا يَا أُمَّ سُلَيْمٍ فقَالَتِ: اِتَّخَذْتُهُ إنْ دَنَا مِنِّى أَحَدٌ مِنَ الْمُشْرِكِينَ بَقَرْتُ بَطْنَهُ. فَجَعَلَ
# يَضْحَكُ. فَقَالَتْ يَا رَسُولَ اللّهِ أقْتُلْ مَنْ يَعُدُّنَا مِنَ الطُّلَقَاءِ الَّذِىنَ انْهَزَمُوا بِكَ. فقَالَ رَسُولُ اللّهِ #: يَا أُمَّ سُلَيْمٍ إنَّ اللّهَ قَدْ كَفى وَأحْسَنَ[. أخرجه مُسلم وأبو داود .
6. (4293)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “(Annem) Ümmü Süleym, Huneyn savaşı sırasında bir hançer temin etmişti, yanından ayırmıyordu. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) [hançeri görünce] sordu:
“Ey Ümmü Süleym, şu da ne ”
“Bunu, müşriklerden biri bana yaklaşacak olursa karnına saplamak için temin ettim!” dedi. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu söz üzerine gülmeye başladı. Ümmü Süleym:
“Ey Allah´ın Resûlü, sizinle olup da şu Tulekâ´dan hezimete uğrayan bizim dışımızdakileri öldür!” dedi. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm):
“Ey Ümmü Süleym, şurası muhakkakki Allah bize kâfi geldi ve iyi yaptı” buyurdu.” [Müslim Cihâd 134, (1809); Ebû Dâvud, Cihâd 147, (2718).][164]
AÇIKLAMA:
Huneyn Gazvesi, Mekke Fethi´nin hemen akabinde vukua geliştir. Yani sekizinci hicri yılın şevval ayının 13´ünde, Huneyn, Mekke´ye üç gece mesâfede bir vadinin adıdır.
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Mekke´yi fethedince, Hevâzin ve Sakif eşrafı birbirlerine ziyaretler yaparak, müslümanlara karşı tedbire ve ordu hazırlamaya karar verirler. Sorumluluk, otuz yaşlarındaki Havazin lideri Mâlik İbnu Avf en-Nasrî´ye tevdi edilir.
Onun emriyle bütün malları, kadınlar, çocuklar savaş meydanına getirilecektir. Böylece Evtâs´a toplanırlar. Diğer imdad kuvvetleri de gelir ve Resulullah´ın üzerine yürümeye karar verirler. Resulullah haberlerini alınca Şevval´ın yedisinde onikibin kişi Mekke´yi terkeder. Bunun onbini Medine´den gelenler, ikibini de Mekkelidir. İslam ordusunda çok sayıda müşrik de vardır.
Hz. Ebû Bekir bu büyük kitleyi görünce:
“Bugün azlıktan dolayı bize galebe çalınamaz” der.
Hüneyn savaşının ilk karşılaşmasında en önde yer alan Benî Süleym süvarileri bozguna uğrar. Onları Mekkeli Tulekâ takip eder, bunlar da dağılır. Çünkü Hevazinliler dar bir geçitte müslümanların görmeyeceği şekilde saklanıp hep birlikte ok yağmuruna tutarlar. Neye uğradığını şaşıran atlılar birden dağılır. Derken onları takiben diğer askerler de bozguna uğrarlar. Savaş meydanını terketmeyen, Uhud´da olduğu üzere, yine Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ve birkaç yakını, Huneyn´de Resulullah´ın yanından ayrılmayanları İbnu´l-Esir ismen verir: “Abbas İbnu Abdilmuttalib, Ali İbnu Ebi Talib, Fadl İbnu Abbâs, Ebû Süfyân İbnu´l-Haris İbni Abdilmuttalib, Rebi´a İbnu´l-Haris İbni Abdilmuttalib, Ebû Bekr, Ömer, Üsâme İbnu Zeyd radıyallahu anhüm.
Resulullah şöyle seslenir: “Ey Allah´ın ve Rüsûlünün yardımcıları! Ben Allah´ın kulu ve Resûlüyüm!” Ayrıca sesçe gür olan Abbâs (radıyallahu anh)´a emrederek bağırtır: “Ey Ensâr, ey (Hudeybiye´de) Semüre (ağacı altında) bey´at edenler! Ey Bakara suresi ashabı!
Bu çağrıya ashab icabet eder, yavaş yavaş (aleyhissalâtu vesselâm)´ın etrafında toparlanıp müşriklerin üzerine saldırırlar. Resulullahda Abbas´tan bir avuç çakıl ister, “Yüzleriniz sürtülsün!” diyerek müşriklerin suratına fırlatır. Hepsinin gözüne eser-i mucize olarak bir avuç toprak isabet eder. O gün Cenab-ı Hak melekten askerlerle yardım gönderir. Meleklerin başlarına, bir ucu iki omuz arasına sarkan kırmızı sarıklar koymuş olarak göründükleri rivayet edilir.
Kalplerine korku çöken müşrikleri münzehim olarak dağılırlar. Resulullah kaçanların peşini takip ettirir: “Kim birisini öldürür ve de isbatlarsa seleb´i onundur” buyurur. Sonradan on kişiyi öldürdüğünü isbatlayanlar çıkar. Kaçanlar kovalanır. Kovalıyanlardan biri Seleme İbnu´l-Ekva´dır. Onun hikayesi 4268 numaralı hadiste uzunca, kendi ağzından anlatıldı.
Bu savaşta çok miktarda mal ve esir ele geçirildi. Esir sayısı 6 bin kadardı. 24 bin deve, 40 bin koyun, 4 bin okiyye gümüş vardı.
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), bu ganimeti daha ziyade müellefe-i kulûb´a verdi. Yani, Mekke´nin fethiyle müslüman olmuş, kalplerine İslâm gerçek manada girmemiş olan Tulekâ´ya verdi. Onları tam olarak İslâm´a kazanmak istiyordu. Resulullah´ın nazarında Mekkelilerin ehemmiyeti vardı. Onların gerçek şekilde kazanılması gerekiyordu. Bizans ve diğer hârici düşmanlara karşı yapılacak savaşlarda başarı için merkezin sağlam olması gerekiyordu. Merkez de öncelikle Kureyş´e, Mekkelilere bağlı idi. Bunların ileri gelenlerine daha çok olmak üzere bol bol verdi. Gerçekten birkaç gün öncesine kadar İslam´ın en azılı düşmanları olan bu Kureyşliler, mağlub edilmiş olmalarına rağmen affedilmiş, malları ve canları bağışlanmış olmaktan başka şimdi de servete garkediliyorlardı:
Ebû Süfyân İbnu Harb´e 40 okiyye gümüş, 100 deve;
Hakîm İbnu Hizâm´a 200 deve;
Nasr İbnu Hâris İbni Kelde´ye 10 deve;
Esîd İbnu Câriye´ye 100 deve;
Alâ İbnu´l-Hârise´ye 50 deve;
Mahreme İbnu Nevfel´e 50 deve;
Hâris ibnu Hişâm´a 100 deve;
Sa´îd İbnu Yerbû´a 50 deve;
Safvân İbnu Ümeyye´ye 100 deve;
Kays İbnu Adiyy´e 100 deve;
Süheyl İbnu Amr´a 100 deve…
Bu liste uzundur. İbnu´l-Esir bu verilenin humus´tan olduğu görüşünü tercih eder. Ayrıca her askere dört deve, kırk koyun pay düşer. Atlı olanlar 12 deve, 120 koyun alır. Çünkü atları için iki hisse daha alıyorlar.
Havazin´den bir hey´et gelerek, esirlerin bağışlanmasını taleb eder. Heyette Resulullah´ın süt amcası Bürkan da var. Resulullah mal veya kadın ve çocuklardan birini tercih etmelerini söyler. Kadın ve çocuklarını tercih ettiklerini bildirirler. Aleyhissalâtu vesselâm “Bana ve Abdulmuttaliboğullarına ait olanları bağışladım” der. Diğer müslümanlardan bir kısmı Resûllerinin sünnetine ittibaen kendilerine düşen köleleri bağışlarlar. Bağışlamayanlarınkini de Resulullah, en kısa zamanda ödemek üzere borç mukabili bağışlatır. Böylece Hevazinliler de İslam´a dahil olurlar.
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın, bu bedevî ve Kureyşlilere bol bol verdiğini, kendilerni ihmal etmiş olduğunu gören Ensar duruma üzülür ve bazı hoş olmayan değerlendirmelerde bulunurlar. Bu durum kulağına gelince, Aleyhissalâtu vesselâm Ensarı toplayarak onlara dokunaklı bir hitabede bulunur. Ensar gözyaşları dökerek pişmanlık izhar ederler. Resulullah konuşmasında, bunların gönlünü alarak İslâm´a kazandırmak için “dünyalık” verdiğini, kendileri için Allah ve Resûlü´nün sevgi ve rızasının daha üstün olduğunu ifade eder. 4290 numaralı hadiste bu hadiseye temas edilir.
Huneyn savaşının bidayetindeki mağlubiyetin -Kur´an´ın teyidiyle- sayı çokluğuna güvenmek ve kesretle övünmekten ileri gelmiştir. Ayet-i Kerime şöyle buyurur. (Meâlen): “Andolsun ki, Allah size birçok yerlerde ve çokluğunuzun sizi böbürlendirdiği, fakat bir faydası da olmadığı yeryüzünün geniş olmasına rağmen size dar gelip de bozularak arkanıza döndüğünüz Huneyn gününde yardım etmişti. Bozgundan sonra Allah, Peygamberine, mü´minlere güvenlik verdi ve görmediğiniz askerler indirdi, inkar edenleri azâba uğrattı. İnkârcıların cezası budur” (Tevbe 25-26).Bu ayetle ilgili olarak yüce Tâbiî Mücahid şu açıklamayı yapmıştır: ”
Bu ayet, Allah´ın mü´minlere olan fazlını, onlara gönderdiği ihsanını, peygamberleriyle beraber yaptıkları savaşlarda birçok yerlerde tecelli eden nusretini bildiren ilk ayettir. Ayet, zaferin Allah nezdinden ve O´nun te´yidi ve takdiri ile olduğunu müslüman askerlerin sayılarıyla olmadığını belirtmekte, müslümanlara, zaferin Allah indinden geldiğini, bunun gelmesine azlığın çokluğun tesir etmediğini, nitekim Huneyn gününde çokluklarının, onların hoşuna gitmesine rağmen bir işlerine yaramadığını, Resulullah´la sebat eden az bir miktarı hâriç, hepsinin arkalarına dönüp bozguna uğradıklarını, sonra Allah´ın Resûlüne ve O´nunla sebat eden mü´ minlere gelen yardımıyla zafere ulaştıklarını ifade etmektedir.”
İbnu Kesir bir de ayet zikrederek bu meseleyi vurgular: “Evet, zafer sadece ve sadece Allah´ın katındandır ve O´nun yardımıyladır. Savaşanlar az da olsa zafer gelebilir, nice az cemaat Allah´ın izni ile çok cemaate galebe çalmıştır. Allah sabredenlerle beraberdir” (Bakara 249). Ahmed İbnu Hanbel´in bir rivayetinde Resulullah şöyle buyurmuştur: “En hayırlı arkadaş grubu dörttür, en hayırlı askeri birlik dörtyüzdür, en hayırlı ordu dörtbindir. Onikibin kişiye azlığı sebebiyle galebe çalınmayacaktır.”[165]
* EVTAS GAZVESİ
ـ4294 ـ1ـ عَنْ أبِي مُوسى رَضِيَ اللّهُ عَنْه قَال: ]لَمَّا فَرَغَ رَسُولُ اللّهِ
# مِنْ حُنَيْنٍ بَعَثَ أبَا عَامِرٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه عَلى جَيْشٍ إلى أوْطَاسٍ فَلَقِىَ دُرَيْدَ بْنَ الصَّمَّةِ فَقُتِلَ دُرَيْدٌ وَهَزَمَ اللّهُ أصْحَابَهُ. وَكُنْتُ مَعَ أبِي عَامِرٍ فَرُمِىَ فِى رُكْبَتِهِ بِسَهْمٍ. فَانْتَهَيْتُ إلَيْهِ فَقُلْتُ: يَا عَمِّ مَنْ رَمَاكَ؟ فَأشَارَ إلى شَخْصٍ فَقَصَدْتُ لَهُ فَلَحِقْتُهُ. فَلَمَّا رَآنِى وَلَّى: فَاتَّبَعْتُهُ. وَجَعَلْتُ أقُولُ: أَ تَسْتَحِى؟ أَ تَثْبُتُ؟ فَكَفَّ. فَاخْتَلَفْنَا ضَرْبَتَيْنِ بِالسَّيْفِ فَقَتَلْتُهُ. ثُمَّ قُلْتُ ‘بِي عَامِرٍ: قَتَلَ اللّهُ صَاحِبَكَ. قَالَ: فانْزِعْ هَذَا السَّهْمَ. فَنَزَعْتُهُ فَنَزَا مِنْهُ المَاء. فقَالَ: يا ابْنَ أخِى اقْرَإِ النَّبِىَّ # مِنِّى السََّمَ وَقُلْ لَهُ يَسْتَغْفِرُ لِى. وَاسْتَخْلَفَنِى أبُو عَامِرٍ عَلى النَّاسِ. فَمَكَثَ يَسِيراً ثُمَّ مَاتَ. فَلَمَّا رَجَعْتُ أخْبَرْتُ النّبِىَّ # فَدَعَا بِمَاءٍ فَتَوضّأ ثُمَّ رَفَعَ يَدَيْهِ، وَرَأيْتُ بَيَاضَ إبْطَيْهِ. ثُمَّ قَالَ: اللَّهُمَّ اغْفِرْ لِعُبَيْدٍ أبِي عَامِرٍ. اللَّهُمَّ اجْعَلْهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فَوْقَ كَثِيرٍ مِنْ خَلْقِكَ، أوْ مِنَ النَّاسِ. فَقُلْتُ: وَلِي فَاسْتَغْفِرْ. قَالَ: اللَّهُمَّ اغْفِرْ لِعَبْدِاللّهِ بْنِ قَيْسٍ ذَنْبَهُ، وَأدْخِلْهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ مَدْخًَ كَرِيماً. قَالَ أبُو بُرْدَةَ: إحْدَاهُمَا ‘بِي عَامِرٍ، وَا‘ُخْرَى ‘بِي مُوسى[. أخرجه الشيخان .
1. (4294)- Hz. Ebû Musa (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Huneyn Gazvesi´nden fâriğ olunca, Ebû Âmir (radıyallahu anh)´ı bir askeri birliğin başında Evtas´a gönderdi. Ebû Âmir, orada Dureyd İbnu´s-Sımme ile karşılaştı. Dureyd öldürüldü, Allah da adamlarını hezimete uğrattı. (O sırada) ben Ebû Amir ile beraberdim. Dizine bir ok atıldı. Yanına gelip:
“Bu oku sana kim attı ” diye sordum. Bana bir şahsı işâret ederek (ok atanı) gösterdi. Ona yönelip yanına vardım. Beni görünce kaçtı. Ben de peşine düştüm.”
Utanmıyor musun, durmuyor musun “diye peşinden bağırmaya başladım. Birden durdu. Karşılıklı olarak bir-iki kılıç salladık. Derken ben onu öldürdüm. Sonra gelip Ebû Amir´e:
“Allah seninkinin canını aldı!” dedim.
“Hele şu oku bir çek!” dedi. Ben oku çektim. (Okun yerinden) su çıktı.
“Ey kardeşimin oğlu, dedi. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a benden selam söyle, benim için Allah´tan mağfiret deyiversin.”
Ebû Amir, birliğin komutanlığını bana devretti. Bir müddet durup sonra vefat etti. Dönünce, durumdan Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a bilgi verdim. Bir miktar su getirtti, abdest alıp ellerini kaldırdı. Koltuk altlarının beyazlığını gördüm. Sonra şöyle dua etti:
“Allahım, Ubeyd Ebû Âmir´e mağfiret buyur. Allahım, Kıyamet günü onu, onun derecesini kullarının -veya insanların- birçoğunun derecesinden üstün tut!”
“(Ey Allah´ın Resûlü) benim için de istiğfar ediver!” dedim.
“Allahım, Abdullah İbnu Kays´ın günahını mağfiret et! Onu, kıyamet günü iyi bir yere koy!” dedi. Ebû Bürde der ki:
“O iki duadan biri Ebû Âmir içindi, diğeri de Ebû Musa içindi.” [Buhârî, Megâzî 55, Cihâd 69, Da´avat 49; Müslim, Fedailü´s Sahâbe 165, (2498).][166]
AÇIKLAMA:
1- Bu hâdise, Huneyn savaşı´nın devamını anlatmaktadır. Huneyn savaşını anlatırken Huneyn´de bozguna uğrayan müşriklerin kaçtığını, Resulullah´ın da kaçanları kovalattığını belirtmiştik. Şu halde sadedinde olduğumuz rivayet, Ubeyd İbnu Süleym adındaki Ebû Âmir komutasında bir birliğin, Huneyn´den kaçarak Evtas´a gelip toparlanmaya çalışanların peşinden gönderilme hikâyesini anlatmaktadır.
2- Ebû Amir, Ebû Musa el-Eş´arî´nin amcasıdır.
3- Bazı müellifler Evtâs´ın Huneyn olduğunu söylemiş ise de, tahkik bunu doğrulamamıştır. Müdakkik alimler Hevazin´den kaçanların bir kısmı Evtâs´a, bir kısmı Tâif´e, bir kısmı da Büceyle´ye gittiğini, Evtas´a, Ebû Âmir´i gönderirken, kendisinin de Tâif´e yöneldiğini belirtirler.
4- İbnu Hacer, burada öldürüldüğü belirtilen Düreyd´in meşhur câhili şâirlerinden olduğunu, öldüğünde 120, hatta 160 yaşında olduğunun söylendiğini belirtir. [167]
* TAİF GAZVESİ
ـ4295 ـ1ـ عَنِ ابْنِ عُمَرَ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قَالَ: ]لَمَّا حَاصَرَ النَّبىُّ # الطَّائِفَ فَلَمْ يَنَلْ مِنْهُمْ شَيْئاً. قَالَ: إنَّا قَافِلُونَ غَداً إنْ شَاءَ اللّهُ فَثَقُلَ عَلَيْهِمْ. فَقَالُوا: نَذْهَبُ وََ نَفْتَحُهُ، وَقَالَ مَرَّةً: نَقْفُلُ. فقَالَ: اِغْدُوا عَلى الْقِتَالِ. فَغَدَوْا فَأصَابَهُمْ جِرَاحٌ. فقَالَ: إنَّا قَافِلُونَ غَداً إنْ شَاءَ اللّهُ. فَأعْجَبَهُمْ فَضَحِكَ #[. أخرجه الشيخان .
1. (4295)- İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Tâif´i kuşatınca hiç bir netice elde edemedi. Bunun üzerine:
“İnşaallah yarın yolcuyuz (muhasarayı kaldıracağız)” dedi. Bu Ashabın pek ağrına gitti:
“Yâni Tâif´i fethetmeden gidecek miyiz -bir rivayette “dönecek miyiz” dediler. Aleyhissalâtu vesselâm da:
“Sabahleyin saldırın!” buyurdular. Sabahleyin saldırdılar ve birçokları yaralar aldı. Resulullah tekrar:
“Yarın inşaallah gideceğiz!” buyurdular. Bu sefer askerler memnun kaldılar. Aleyhissalâtu vesselâm (onların haline) güldü.” [Buhârî, Megâzî 56, Edeb 68, Tevhid 31; Müslim, Cihâd 82, (1778).][168]
ـ4296 ـ2ـ وَعَنْ عُثْمَانَ بْنِ أبِي الْعَاصِ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قَالَ: ]لَمَّا قَدِمَ وَفدُ ثَقِىفٍ نَزَلُوا عَلى رسُولِ اللّهِ # فَأنْزَلَهُم الْمَسْجِدَ لِيَكُون أرَقَّ لِقُلُوبِهِمْ: فَاشْتَرَطُوا أنْ َ يُعَشَّرُوا وََ يُحْشَرُوا وََ يُجَبُّوا. فَقَالَ # لَكُمْ أنْ َ تُعَشَّرُوا وََ تُحْشَرُوا وََ خَيْرَ فِي دِينٍ لَيْسَ فِيهِ رُكُوعٌ[. أخرجه أبو داود.و»المُرَادُ بِالْحَشْرِ« جَمْعُهُمْ إلى الْجِهَادِ وَالنَّفِيرِ إلَيْهِ .
وَبِقَوْلِهِ: »تُعَشَّرُوا« أخَذَ الْعُشُورَ مِنْ أمْوَالِهِمْ صَدَقَةً.وَبِقَوْلِهِ: وَ»َ يُجَبُّوا« بِفَتْحِ الْجِيمِ وَضَمِّ الْبَاءِ الْمُوَحَّدَةِ الْمُشَدَّدَةِ وَأصْلُ التَّجْبِيَةِ أنْ يَقُومَ ا“نْسَانُ مَقَامَ الرَّاكِعِ وَأرَادُوا أنَّهُمْ َ يُصَلّونَ قَالَ الْخَطَابِي: وَيُشْبِهُ أنْ يَكُونَ إنَّمَا سَمَحَ لَهُ بِالْجِهَادِ وَالصَّدَقَةِ ‘نَّهُمَا لَمْ يَكُونَا بَعْدَ وَاجِبِينِ فِي الْعَاجِلِ ‘نَّ الصَّدَقَةَ إنَّمَا تَجِبُ بِاَنْقِضَاءِ الْحَوْلِ، وَالْجِهَادَ إنَّمَا يَجِبُ بِحُضُورِهِ، وَأمَّا الصََّةُ فَهِىَ رَاتِبَةٌ فَلَمْ يُجْزَ أنْ يَشْتَرِطُوا تَرْكَهَا .
2. (4296)- Osman İbnu Ebi´l-As (radıyallahu anh) anlatıyor: “Sakif hey´eti geldiği zaman, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın yanına indiler. Aleyhissalâtu vesselâm onları mescidde ağırladı, tâ ki kalplerini daha bir rikkate getirip müessir olsun.
Onlar (müslüman olup bey´at yapmak için) öşür alınmamasını, cihada çağrılmamalarını ve namazın kendilerine farz kılınmamasına şart koştular. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm):
“Sizden öşür alınmasın, cihada da çağrılmayın. Ama rükusuz (namazsız) bir dinde hayır yoktur” buyurdu.” [Ebû Dâvud, Harâc 26, (3026).][169]
ـ4297 ـ3ـ وَعَنْ وَهْبِ بْنِ مُنَبِّهِ قَالَ: ]سَألتُ جَابِراً رَضِيَ اللّهُ عَنْه عَنْ شَأنِ ثَقِيفٍ إذْ بَايَعَتْ. فقَالَ: اِشْتَرَطَتْ أنْ َ صَدَقَةَ عَلَيْهَا وََ جِهَادَ، وَأنَّهُ سَمِعَ رَسُولَ اللّهِ # يَقُولُ: سَيَصَّدَّقُونَ وَيُجَاهِدُونَ إذَا أسْلَمُوا[. أخرجه أبو داود .
3. (4297)- Vehb İbnu Münebbih anlatıyor: “Bey´at yaptıkları zaman Sakif´in durumu ne idi ” diye sordum.
“Sadaka (zekat=vergi) vermemeyi, cihad etmemeyi şart koştular” dedi ve Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın: “(Onlar gerçek manada müslüman olunca, kendiliklerinden) zekat da verecekler, cihâda da katılacaklar!” dediğini işittiğini söyledi.” [Ebû Dâvud, Harâc 26, (3025).] [170]
AÇIKLAMA:
1- Taif gazvesi, Hevazin seferinin peşinden yapılan gazvelerdendir. Hevazin´de bozguna uğrayan müşriklerin bir kısmının Taif´e sığındığını belirtmiştik. Bunların peşine bizzat Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) düşerek Şevval ayı içerisinde Taif önlerine gelir. Müstahkem kaleler içinde yer alan Taifliler, bir yıllık ihtiyaçlarını tedârik etmiş olarak kapılrını kapayıp, müdafaaya geçerler. Müslümanları çekirge sürüsü gibi çok kesif ok yağmuruna tutarlar. Birçok müslümanlar oklara hedef olup yaralanırlar, oniki kişi de şehid düşer. Said İbnu´l-Âs ve Abdullah İbnu Ebî Ümeyye şehidler arasında yer alır. Bir ara ordugâhın yeri değiştirilir.
Hiçbir netice alınmadan 18 gün kuşatma sürdürülür, mancınıklarla taş atılır. Resulullah üzüm bağlarının kesilip yakılmasını emreder.
Taifliler, Allah ve aradaki rahm (akrabalık) adına yakma işini terketmelerini rica ederler. Resulullah: “Allah ve rahm adına o işi bırakıyorum” cevabını verir, ricayı kabul eder.
Müslümanlara katılacak kölelerin azad edileceği ilan edilir. Bir kısım köleler iltica ederler. Bunları müslümanların yanına vererek İslâm´a öğrenmeleri sağlanır.[171]
Taif kuşatmasının devamı veya kaldırılması için, Resulullah Ashabıyla istişare eder. Nevfel ibn Muaviye (radıyallahu anh): “Bunlar bir deliğe tıkılmış tilki gibidir. Beklersen fethedersin, beklemezsen de bir zarar yapacakları yok, (Çünkü her taraf İslam´a girdi, tek ve yalnız kaldılar, mecburen sana gelecekler)” der.
Resulullah muhasarayı kaldırmaya karar verir ve Hz. Ömer´le ilan ettirir. Ashab “Fethetmeden gidilir mi!” diye itiraz eder. Sadedinde olduğumuz birinci hadis, bu itirazı aksettirir. Bunun üzerine Resulullah, “öyleyse sabah mukatele edelim, saldıralım” der ve saldırırlar, hiç bir müsbet netice alınmaz, üstelik yaralananlar olur. Bundan sonra gitme emri Ashabı da sevindirir, böylece kuşatma kaldırılır.
Üçüncü rivayet (4297), bir müddet sonra Resulullah´la bey´at yapmak, müslüman olmak üzere kendiliklerinden gelen heyetin hikayesini aksettirir. Görüldüğü üzere bu hey´et mağlublar olarak gelmedikleri için nazlanmak, bir kısım tavizler koparmak havasındadırlar. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm),onların taleblerinden, henüz imanın yeteri ölçüde kalblerine girmediğini, daha ziyade siyasi bir itaat manasında bir antlaşma, bir İslamlaşma peşinde olduklarını anlar. Gerçek imanın girmesiyle kendiliğinden ortadan kalkacak imtiyazlar tanır: Cihada katılmamak, Öşür vermemek gibi. Halbuki cihad bir mü´min çin en çok arzu edilen şeydir. Öşür de öyle. Bunlar başka suretle telafi edilemeyicek kıymetli ibadetlerdir. Ancak Resulullah “namaz kılmamak”, “zina etmek” gibi talebleri reddeder.
Şunu da belirtelim ki, Taiflilerin taleb ettikleri tavizlerin hepsini sadedinde olduğumuz rivayet aksettirmiyor. Başka rivayetlerde onların şu şartları ileri sürdükleri belirtilir:
1- Namazdan muaf olmalıdırlar.
2- Zekattan muaf olmalılar.
3- Tâif şehri haram olmalı.
4- Cihada katılmamalılar.
5- Putları yıkılmamalı.
6- Zina yasak olmamalı.
7- Faizli alışveriş serbest olmalı.
8- Alkollü içkiler yasak olmamalı.
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu tekliflerle gelen bir heyeti mescidde misafir eder. Hatta bir kısım müslümanlar, “Bunlar müşriktir, necistir, mescide nasıl sokulur ” gibi itirazlarda bulunurlar. Aleyhissalâtu vesselâm “Allah´ın arzını hiç bir şey kirletmez” cevabında bulunur. Taiflileri mescidde ağırlamasının sebebi, sadedinde olduğumuz hadiste “kalplerine daha müessir olmak için” denmiştir. Yani, orada okunan Kur´ân´ı dinleyecekler, Resûlullah´ın vaazlarını dinleyecekler, müslümanların konuşmalarına ve davranışlarına şahid olup bir şeyler öğrenecekler. Böylece İslâm´ı daha yakından, daha mükemmel öğrenme fırsatı bulacaklar. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselam)´ın onları mescidde ağırlamaktan maksadı budur. Resûlullah onları bir müddet Medine´de tutar. Bu esnada her akşam, hiç aksatmadan belli bir saatte gelir, onlarla meşgul olur onlara İslâm´ı öğretirdi.
Sonunda, “Putu siz yıkmayın, biz yıktırırız; zina insanın şerefine yakışmaz; namazsız dinde hayır yoktur” diyerek tekliflerin bir kısmını hemen reddetmiş, cihada katılma ve zekat verme mecburiyetini kaldırmış, Tâif şehrini haram ilan edebileceklerini söylemiştir. İçki hususunda cevabı ne idi kaynaklarımız temas etmez. Faiz hususunda geçici müddet için ruhsat tanıdığı yapılan yirmiiki maddelik antlaşmadan anlaşılmaktadır.[172]
Ashab, cihad ve zekat gibi iki mühim esastan nasıl muaf tutulabilecekleri hususunda hayrete düşmüş ise de, hadiste görüldüğü üzere, Resûlullah tarafından “…kendiliklerinden.” bu vecibe ifa edilecektir diye açıklanır. Gerçekten de bir müddet sonra isteyerek zekatlarını ödediler, cihâda katılmak için müracaatta bulundular: Hz. Ebû Bekir´in mürdetlere karşı çıkardığı orduda Taifli bir gönüllüler birliği mevcut idi.[173]
* HÂLİD İBNU VELİD RADIYALLAHU ANH´IN BENİ CEZİME´YE GÖNDERİLMESİ
ـ4298 ـ1ـ عَنْ ابْنِ عُمَرَ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قَالَ: ]بَعثَ رَسُولُ اللّهِ # خَالِداً إلى بَنِى جَذِيمَةَ فَدَعَاهُمْ إلى ا“سَْمِ. فَلَمْ يُحْسِنُوا أنْ يَقُولُوا أسْلَمْنَا. فَجَعَلُوا يَقُولُونَ: صَبَأنَا صَبَأنَا، وَجَعَلَ خَالِدٌ يَقْتُلُ مِنْهُمْ وَيَأسِرُ، وَدَفَعَ إلى كُلِّ رَجُلٍ مِنَّا أسِيرَهُ حَتّى إذَا كَانَ يَوْمٌ أمَرَ خَالِدٌ أنْ يَقْتُلَ كُلُّ رَجُلٍ مِنَّا أسِيرَهُ. فَقُلْتُ: وَاللّهِ َ أقْتُلُ أسِيرِى، وََ يَقْتُلُ رَجُلٌ مِنْ أصْحَابِى أسِيرَهُ. حَتّى قَدِمْنَا عَلى رَسُولِ اللّهِ # فَذَكَرْنَاهُ لَهُ فَرَفَعَ يَدَيْهِ وَقَالَ: اللَّهُمَّ إنِّى أبْرَأُ إلَيْكَ مِمَّا صَنَعَ خَالِدٌ مَرَّتَيْنِ[. أخرجه البخاري والنسائي.»صَبَأ« إذَا خَرَجَ مِنْ دِينٍ إلى غَيْرِهِ .
1. (4298)- İbnu Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), Hâlid radıyallahu anh´ı Benî Cezîme´ye gönderdi. (Yurdlarına varınca Hâlid) onları önce İslâm´a dâvet etti. Onlar “müslüman olduk!” demeyi güzel söyleyemediler, “Sâbî olduk, Sâbiî olduk!” dediler. Hâlid de onları öldürmeye, esir etmeye başladı. Bizden her bir askere esîrini verdi. Sonra bir gün geçince, herkese esirini öldürmeyi emretti. Ben:
“Vallahi ben esîrimi öldürmem! Arkadaşlarımdan da kimse esîrini öldürmez!” dedim. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a gelince, durumu haber verdik. Ellerini kaldırıp:
“Allah´ım, Hâlid´in yaptığından beriyim!” dedi ve bunu iki sefer tekrar etti.” [Buhârî, Megâzî 58, Ahkâm 35; Nesâî, Âdabı´l-Kudât 16, (8, 237).][174]
AÇIKLAMA:
1- Bu seriyye, Mekke Fethi´nin hemen akabinde, Huneyn´e çıkmazdan önce şevval ayında vukûa geldi. Hâlid´in emrinde 350 asker vardı. Gidiş gayeleri İslâm´a davet idi, savaş değil.
2- “Sâbiî oldu” ifadesi, İslâm´ın başından beri müslüman oldu mânasında kullanılmış idi. Bu tabirin yaygınlaşmış olmasına binaen Benî Cezîmeliler, İbnu Ömer´in ifadesiyle “müslüman olduk” demeyi güzel telaffuz edemedikleri için -ve sâbiî olduk demek daha kolay geldiği için-, sâbiî olduk diyerek imanlarını ilan ederler. Ancak Hâlid radıyallahu anh onların kasdını anlayamadığı için taarruza geçer, öldürmeye ve esir etmeye başlar.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın “Allah´ım, Hâlid´in yaptığından berîyim” sözü, Hâlid´in, iyi tahkik etmeden, alelacele muhataplarının küfrüne hükmetmesi sebebiyledir Hâlid (radıyallahu anh)´ı aldatan husus, kelimenin zâhîri mânasıdır. صَبَأْنَا “Bir dinden çıktık diğer bir dine geçtik” demektir.
Hadisin başka kaynaklarda gelen devamına göre, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Hz. Ali´yi gönderip, yanlışlıkla öldürülen bu müslümanların her biri için fidye ödetmiştir.[175]
* ABDULLAH İBNU HUZAFE ES-SEHMİ VE ALKAME İBNU MÜCEZZİZ ELMÜDLİCİ SERİYYESİ[176]
ـ4299 ـ1ـ عَنْ عَلِىِّ بْنِ أبِي طَالِبٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قَالَ: ]بَعَثَ رَسُولُ اللّهِ # سِرِيَّةً وَاسْتَعْمَلَ عَلَيْهِمْ رَجًُ مِنَ ا‘نْصَارِ وأَمَرهُمْ أنْ
يُطِيعُوهُ. فَغَضِبَ فَقَالَ: ألَيْسَ أمَرَكُمْ النَّبِىُّ # أنْ تُطِيعُونِى؟ قَالُوا: بَلى. قَالَ: فَاجْمَعُوا لِى حَطَباً. فَجَمَعُوا فَقَالَ: أوْقِدُوا نَاراً. فَأوْقَدُوهَا. فقَالَ: ادْخُلُوهَا. فَهَمُّوا وَجَعلَ بَعْضُهُمْ يُمْسِكُ بَعْضاً وَيَقُولُونَ إنَّمَا فَرَرْنَا إلى النَّبىِّ # مِنَ النَّارِ فَمَا زَالُوا حَتّى خَمَدَتِ النَّارُ، فَسَكَنَ غَضَبُهُ. فَبَلَغَ النَّبِىَّ #. فقَالَ: لَوْ دَخَلُوهَا مَا خَرَجُوا مِنْهَا إلى يَوْمِ الْقِيَامَةِ. َ طَاعَةَ فِى مَعْصِيَةِ اللّهِ، إنَّمَا الطَّاعَةُ فِى الْمَعْرُوفِ[. أخرجه الخمسة إ الترمذي .
1. (4299)- Ali İbnu Ebî Tâlib (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir seriyye gönderdi ve birliğin başına Ensâr´ dan bir zat koydu ve askerlere komutanlarına itaat etmelerini emretti. (Sefer esnasında komutan, bir meseleden) öfkelenip:
“Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bana itaat etmenizi emretmedi mi “dedi. Hepsi de: “Evet emretti!” dediler.
“Öyleyse, dedi, derhal bana odun toplayın!” Hemen odun toplanmıştı. Bu sefer:
“Ateş atın!” emretti. Ashab (odun yığınına) ateş attı. Komutan:
“İçine girin!” emretti. Girmek üzere ilerlediler. Ancak birbirlerinden tutup:
“Biz, ateşten kaçarak Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a geldik (şimdi ateşe girmemiz olur mu )” diyerek girmediler. Öyle durdular. Ateş söndü. Komutanın da öfkesi geçti. Bu vak´a Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a intikal edince:
“Eğer girselerdi, Kıyamet gününe kadar bir daha ondan çıkamazlardı! Allah´a isyanda (kula) itaat yok! Taat ma´ruftadır!” buyurdular! [Buhârî, Megâzi, 59, Ahkâm, 4, Haberu´l-Vâhid 1; Müslim, İmâret 40, (1840); Ebû Dâvud, Cihâd 96, (2625); Nesai, Bey´at 34, (7, 159).][177]
AÇIKLAMA:
1- Rivayette, komutanın kim olduğu ve hangi seriyyeye gönderildiği belli değildir. Hadisin Buhârî´deki veçhi böyledir Ancak, başka vecihlerinde, komutan(lar)ın ve serriyyenin mahiyeti ortaya çıkar. Fakat, bazı ihtilaflardan hâlî değildir. İbnu Sâd´ın kaydına göre bu hâdise dokuzuncu hicrî senenin Rebuülahir ayında cereyan eder. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a, Cidde yakınlarında bir grup Habeşlilerin görüldükleri haberi ulaşır Bunun üzerine derhal 300 kişilik bir askeri birliği Alkame İbnu Mücezziz komutasında yola çıkarır. Birlik deniz kenarına kadar iner. Habeşliler onları görünce kaçarlar. Seriyyeden dönüşte, askerler evlerine dönme hususunda istîcâl gösterirler. Buna kızan Abdullah İbnu Huzâfe, acele edenlere ateş yaktırıp içine girmelerini emreder.
İbnu İshâk´a göre ise, bu kıssanın sebebi, Zû-Karad gazvesinde, Vakkas İbn Mücezziz´in öldürülmüş olması seebiyle, Alkame İbnu Mücezziz´in intikam almak istemesi, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın da onu bu seriyyeye göndermesidir.
Görüldüğü üzere, iki rivayet arasında te´lifi kolay olmayacak ihtilaf mevzubahis. İbnu Hacer, “İki ayrı seriyye olabilir” diyerek ihtilafı gidermeye çalışır. Nitekim bu ihtimali güçlendiren husus seriyye komutanlarının da farklı olmasıdır. Ayrıca “Ey iman edenler, Allah´a itaat edin, Resûle ve sizden olan emir sahiplerine de itaat edin) (Nisa 59) ayetinin Adullah İbnu Huzâfe hakkında indiğini ifade eden bir Buhârî hadisi de vak´aların farklı olduğuna delil kabul edilmiştir.[178]
* HZ. EBU MUSÂ VE MUÂZ´IN YEMEN´E GÖNDERİLMESİ[179]
ـ4300 ـ1ـ عَنْ أبِي مُوسى رَضِيَ اللّهُ عَنْه قَالَ: ]بَعَثَنِى رَسُولُ اللّهِ # وَمُعَاذاً رَضِيَ اللّهُ عَنْه إلى الْيَمَنِ. فقَالَ: ادْعُوا النَّاسَ، وَبَشِّرَا وََ تُنَفِّرَا، وَيَسِّرَا وََ تُعَسِّرَا، وَتَطَاوَعَا وََ تَخْتَلِفَا. فَقَدِمْنَا الْيَمَن، فَكَانَ لِكُلِّ وَاحِدٍ مِنَّا قُبَّةٌ يَنْزِلُهَا عَلى حِدَةٍ، وَكَانَ يَتَزاوَرَانِ. فَأتى مُعَاذٌ أبَا مُوسى رَضِيَ اللّهُ عَنْهما فإذَا هُوَ جَالِسٌ فِي فِنَاءِ قُبَّتِهِ وَإذَا يَهُودِىٌّ قَائِمٌ عِنْدَهُ يُرِيدُ قَتْلَهُ. فَقَالَ: يَا أبَا مُوسى! مَا هَذَا؟ فقَالَ: كَانَ يَهُودياً فَأسْلَمَ، ثُمَّ رَجَعَ إلى يَهُودِيَّتِهِ. فقَالَ: مَا أنَا بِجَالِسٍ حَتّى تَقْتُُلَهُ، فَقَتَلَهُ
ثُمَّ جَلَسَا يَتَحَدَّثَانِ فقَالَ: مُعَاذٌ: يَا أبَا مُوسى كَيْفَ تَقْرَأُ الْقُرآنَ؟ قَالَ: أتَفَوَّقُهُ تَفَوُّقاً عَلى فِرَاشِى، وَفِى صََتِى، وَعلى رَاحِلَتِى ثُمَّ قَالَ أبُو مُوسى لِمُعَاذٍ: كَيْفَ تَقْرَأُ أنْتَ؟ فقَالَ: سَأُنَبِّئُكَ بِذلِكَ، أمَّا أنَا فَأنَامُ ثُمَّ أقُومُ فَأقْرَأُ، وَأحْتَسِبُ فِى نُوْمَتِى مَا أحْتَسِبُ في قَوْمَتِى[. أخرجه الخمسة إ الترمذي.قَوْلُهُ: »أتَفَوَّقُهُ تَفَوُّقاً« أىْ أقْرَؤُهُ شيْئاً بَعْدَ شَىْءٍ وَوَقْتاً بَعْدَ وَقْتٍ، مَنْ فَوَاقَ النَّاقَةَ وَهُوَ أنْ تَحْلَبَ ثُمَّ تَترَكَ سَاعَةً حَتّى تَدَرَّ ثُمَّ تَحَلّب .
1. (4300)- Ebû Musâ (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), Beni ve Muaz (radıyallahu anh)´ı Yemen´e gönderdi ve şu tenbihte bulundu: “İnsanların dine (tatlılıkla) davet edin. Müjdeleyin, nefret ettirmeyin.Kolaylaştırın, zorlaştırmayın. Uyumlu olun geçimsiz olmayın.
“Biz Yemen´e vardık. Her ikimizin ayrı birer çadırı vardı, çadırlarımızı müstakilen kullanıyorduk. Birbirimize ziyaretlerimiz olur, (birleşirdik. Bir seferinde) Mu´âz, Ebû Musâ (radıyallahu anh)´a geldi. Ebû Musâ, çadırının önünde oturuyordu. Yanında [zincire vurulmuş], öldürmek istediği bir yahudi duruyordu.
“Ey Ebû Musâ, nedir bu manzara (ne oluyor )” dedim.
“Bu bir yahudidir, müslüman olmuştu, tekrar yahudiliğe döndü” dedi.
“Sen onu öldürmeyince oturmayacağım!” dedim.Kalkıp öldürdü. Sonra oturup konuşmaya başladılar. Muâz (radıyallahu anh):
“Ey Ebû Musâ, Kur´an´ı nasıl okuyorsun “diye sordu.
“Yatağımın üzerinde, namazımda, bineğimde zaman zaman (fırsat buldukça) parça parça okuyorum!” dedi. Sonra Ebû Musâ, Muâz´a:
“Ya sen nasıl okuyorsun ” diye sordu.
“Bunu sana bildireceğim: Ben uyurum, sonra kalkar Kur´an´dan okurum. Böylece uyanıkken ümid ettiğim sevabı uykumda da kazanacağımı ümid ederim” diye cevap verdi.” [Buhârî, Megâzî 60, İcâre 8, İstitâbe 2, Ahkâm 7, 12; Müslim, Cihâd 7, (1733), Eşribe 71; Ebû Dâvud, Hudud 1, (4354, 4355, 4356, 4357); Nesâî, Tahâret 4, (1, 10).][180]
AÇIKLAMA:
1- Kitabımızın birinci cildinde (s. 452-453) Resulullah´ın Hz. Muâz´ı Yemen´e 9. hicrî senede hem muallim ve hem de müfettiş olarak gönderdiğine temas etmiş, bazı açıklamalar sunmuştuk. Sadedinde olduğumuz rivayet, Hz. Muâz´ın oradaki bir macerasını ve Kur´an okumada takip ettiği usulü aksettirmektedir.
2- Bu hadis, daha hicretin 9. yılında Yemen gibi merkeze uzak bir yerde, hadd tatbiki gibi, tamamen devlet otoritesinin ifadesi olan icraata şehadet etmesi yönüyle çok mânidardır. Bu oraların tam manasıyla merkeze bağlandığını, devlet teşkilatının ve devlet hakimiyetinin eksiksiz kurulduğunu gösterir.
3- Hz. Muâz şunu demek istiyor: “Ben geceyi cüzlere böldüm, bir cüzünde okuyup yoruluyorum, bir cüz´ünde de yatıp uyuyorum. İstirahat için uyumam, kuvvet toplayıp yeniden okuyabilmem içindir. Bu sebeple istirahatle geçen zamanımda da, okuyarak geçirdiğim zamanın sevabını aynen rahmet-i ilahiye´den bekliyorum.”
4- İbnu Hacer, Ebû Musa el-Eş´arî´ye Sıffın hadisesindeki hakemliği sebebiyle dil uzatan bir kısım Hâricî ve Rafizilere bu hadis vesilesi ile bir cevap verir. Faidesine inanarak kısmen alıyoruz:”
TENBİH: Ebû Musa (radıyallahu anh)´ın Yemen´e gönderilmesi Tebük gazvesinden sonra idi. Çünkü, (radıyallahu anh)´ın Tebük seferinde Resulullah´la birlikte oldğu bilinmektedir. Bu hadisle, Ebû Musâ´nın alim ve fetânet sahibi, hâzık bir kimse olduğuna istidlal edilmiştir. Eğer böyle olmasaydı Aleyhissalâtu vesselâm onu emir olarak tayin etmezdi.” Resullah´tan sonra Ebû Musa´ya Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali´nin itimad edip vazife verdiklerini belirten İbnu Hacer şöyle devam eder: “Hariciler ve Rafizilere gelince, onlar Ebû Musâ (radıyallahu anh)´a ta´n ederler ve gaflet isnad ederler, fetânet sahibi olmadığını söylerler. Sebep de Sıffîn´de Hakem hadisesinde ondan sâdır olan durumdur. İbnu´l-Arabî ve başkaları der ki: “Gerçek şu ki, böyle bir vasfın ona nisbet edilmesini haklı çıkaracak birşey ondan sâdır olmamıştır. Ondan vaki olan hükmün özü şu idi: Sıffînde iki taraf arasında çok şiddetli bir ihtilaf gördüğü için, meselenin çözümünü, hayatta kalan Bedir ve benzeri gazvelere katılmış büyük sahâbelerden müteşekkil bir heyetin istişare ile çözmesine havale etmenin uygun olacağına içtihad etmişti. Ancak iş, bilinen şekle döküldü.” [181]
* ALİ İBNU EBÎ TALİB VE HÂLİD İBNU VELİD´İN YEMEN´E GÖNDERİLMESİ[182]
ـ4301 ـ1ـ عَنْ بُرَيْدَةَ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قَالَ: ]بََعَثَ رَسُولُ اللّهِ # عَلِيّاً إلى خَالِدٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما لِيَقْبِضَ مِنْهُ الْخُمُسَ فَأعْطَاهُ فَاصْطَفَى عَليٌّ مِنْهَا سَبِيئَةً. فأصْبَحَ وَقَدِ اغْتَسَلَ لَيًْ وَكُنْتُ أبْغَضُ عَلِيّاً. فَقُلْتُ لِخَالِدٍ: أَ تَرَى إلى هَذَا؟ فَلَمَّا قَدِمْنَا عَلى رَسُولِ اللّهِ # ذَكَرْتُ لَهُ ذلِكَ فَقَالَ: يَا بُرَيْدَةُ اَتَبْغَضُ عَلِيّاً؟ قُلْتُ: نَعَمْ قَالَ: َ تُبْغِضْهُ، فَإنَّ لَهُ فِى الْخُمُسِ أكْثَرَ مِنْ ذلِكَ[. أخَرجه البخاري.»ا‘صْطِفَاءُ« اختيارُ، وهو افتعالٌ من صفوة الشّىْءٍ: أى خياره وخالصه.»والسَّبِيئةُ« ا‘مة التي سُبِّيَتْ، وإنَّمَا أبْغضَ بُريدةُ عليّاً ‘نَّهُ ظَنَّ أنَّهُ أخَذ مَاليس له، فلمّا أعلمه رسولُ اللّهِ # أن الَّذِى أخَذَهُ دون حقّه أحبّه .
1. (4301)- Hz. Büyerde (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), Hz. Ali (radıyallahu anh)´ı, humusu (ganimetin beşte birini) almak üzere Hâlid´e gönderdi. Hâlid (radıyallahu anh), humsu ona verdi. Ali, ondan (kendine) bir cariye seçti. Ali, geceleyin gusül yapmış olarak sabaha erdi. Ali´ye kızmıştım. Hâlid (radıyallahu anh)´a:
“Şunu görmüyor musun ” diye söylendim. Sonra da Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a gelince durumu anlattım.
“Ey Büyerde! buyurdular, sen Ali´ye kızıyor musun ”
“Evet!” dedim.
“Kızma! buyurdular, zira onun humustaki hissesi aldığından fazladır.” [Ondan sonra Ali en çok sevdiğim insan oldu.]” [Buhârî, Megâzi, 61.] [183]
AÇIKLAMA:
1- Bu rivayette, Hz. Hâlid´in savaşta elde ettiği ganimetin taksimi için Hz. Ali´nin vazifelendirildiği görülmektedir. Veda Haccı´ndan önce gerçekleştirilen bu seferden Hz. Ali hacc esnasında dönüp bir kısım develer getirecek ve Veda Haccına iştirak edecektir. Haccla ilgili bölümde bunu anlatmıştık. İşte bu taksim sırasında ganimetler arasında yer alan -ve hadisin başka vecihlerinde cariyelerin en güzeli olduğu belirtilen- bir cariyeyi kendine seçen Hz. Ali´nin şikayet edildiğini, Resulullah´ın böyle bir seçimi normal karşıladığını görmekteyiz. Üstelik Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) “Ali´nin humustaki hakkı bundan da fazla” buyurur. Humus ganimetin beşte birlik kısmıdır. Devlet hissesidir. Âl-i Beyt, humustan pay alır. Hz. Ali, Âl-i Beyt´ten olduğu için, o da hisse sahibidir.
2- Hadisin ortaya koyduğu bir problem var; Hz.Ali, cariyeyi kendisi için seçtiğinin gecesinde temasta bulunuyor. Halbuki istibrası (rahmin hamilelikten hâlî oluşunun sübûtu) aranmalı idi. Bu da bir hayız dönemi temas etmemeyi beklemeyi gerektirir. Bu soruya şu açıklama getirilmiştir: Cariye bâkire olabilir. Nitekim daha önce geçtiği üzere bâkire için istibra aranmaz. Veya Hz. Ali´nin câriyesi hayızdan yeni çıkmış olabilir. Çünkü cariyelerin istibrası, bir hayız müddetidir.
3- Hadiste dikkat çeken bir husus: Ashabın Resulullah´a bağlılığı; nefret, muhabbet gibi tamamen his dünyasına, iç âlemine müteallik hususlarda bile Aleyhissalâtu vesselâm´ın yönlendirici rolü.. Hadiste, Büreyde Hz.Ali´ye nefret etmekte olduğu halde, Resulullah´ın “Hz.Ali´ye kızma, sen onu sev” manasındaki ifadelerinden sonra, Ali, nazarında insanların en sevgilisine dönüyor.
4- İbnu Hacer: “Hadiste, Hz. Peygamberin kızı üzerine cariye almanın caiz olduğunun delili var!” der. Çünkü Aleyhissalâtu vesselâm, Hz. Ali´nin Hz. Fâtıma (radıyallahu anhümâ) üzerine evlenmesini yasaklamıştı.[184]
* ZÜ´L-HALASA GAZVESİ
ـ4302 ـ1ـ عَنْ جَرِيرِ بْنِ عَبْدِاللّهِ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قَالَ: ]قَالَ لى رَسُولُ اللّهِ # أَ تَرِيحُنِى مِنْ ذِى الْخَلصَةِ، وَكَانَ بَيْتاً فِى حَثْعَمٍ يُسَمَّى الْكَعْبَةَ الْيَمَانِيَّةَ. فَانْطَلَعْتُ فِى خَمْسِينَ وَمِائَةِ فَارِسٍ مِنْ أحْمَسَ، وَكَانُوا
أصْحَابَ خَيْلٍ، وَكُنْتُ َ أثْبُتُ عَلى الْخَيْلِ، فَضَرَبَ عَلى صَدْرِى حَتّى رَأيْتُ أثَرَ أصَابِعِهِ فِى صَدْرِى، وَقَالَ: اللَّهُمَّ ثَبِّتْهُ وَاجْعَلْهُ هَادِياً مَهْدِيّاً. فَانْطَلِقَ إلَيْهَا فَكَسَّرَهَا وَحَرَّقَهَا[. أخرجه الشيخان وأبو داود.»ذو الْخَلْصَةِ« قِيلَ كَانَ اِسْمُ صَنَمٍ لِدَوْسٍ، وكَانَ فِي ذلِكَ الْبَيْتِ، وَقِيلَ ذُو الْخَلْصَةِ هُوَ الْبَيْتُ الَّذى كَانَ لِخَثْعَمٍ بِالْيَمَنِ يَحُجُّونَ إلَيْهِ تَشْبِيهاً بَيْتَ اللّه الْحَرَامَ .
1. (4302)- Cerîr İbnu Abdillah (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), bana: “Beni, Zü´l-Halasa´dan kurtarmaz mısın ” buyurdu. Bu, Has´amda bir bina idi. el-Kabetu´l-Yemâniyye denmekte idi. Ahmes kabilesinden yüzelli atlı ile oraya vardım. Ahmesliler at besleyen insanlardı. Ben ise at üzerinde duramıyordum. [Durumu Resulullah´a söyledim.] Aleyhissalâtu vesselâm göğsüme vurdu; öyle ki, parmaklarının izni göğsümün üzerinde gördüm. Sonra:
“Allah´ım, Cerir´i (atının üstünde) sabit kıl, onu hidayete ermiş ve hidayet edici kıl!” buyurdu. Ben gittim, onu kırdım ve yaktım.” [Buhârî, Megazî 62, Cihâd 154, 162, Menâkibu´l-Ensâr 21, Edeb 68, Da´avâd, 19; Müslim, Fedâilu´s-Sahâbe 137; Ebû Dâvud, Cihâd 172, (2772).][185]
AÇIKLAMA:
1- Bizzat rivayette açıklandığı üzere Zü´l-Halasa, içerisinde put bulunan bir binanın adıdır. Yani dahilinde cahiliye putlarından biri yer alan bir tapınak, Halasa, üzüm asması gibi başka ağaçlara sarılıp çıkan bir bitkidir. Akik gibi kırmızı meyveleri vardır, hoş kokuludur. Müberred, bu tapınağın yerine, müslümanların, civar ahâlinin ihtiyacı için büyük bir câmi yapıldığını kaydetmiştir.
Has´am ise, Yemen´de bir kabile adıdır. Kendilerini Has´am İbnu Enmâr´a nisbet ederler. Bu binânın Ka´be´yi takliden onun yerini almak düşüncesiyle inşa edildiğini belirtir. Esasen el-Ka´betu´l-Yemaniye diye isimlendirilmiş olması da yapılış gayesini gösterir. Sahiheyn´in Kitâbu´l-Fiten´de, Ebû Hüreyre (radıyallahu anh)´tan kaydettikleri bir hadiste geçen Zü´l-Halasa´nın başka birput olduğu, sadedinde olduğumuz hadiste geçen Zü´l-Halasa ile ilgili olmadığı belirtilir. Bu ikinci rivayet şöyle: “Devs kabilesinin kadınlarının popoları Zü´l-Halasa etrafında titremedikçe kıyamet kopmaz.”
2- Bu düzmece Ka´beyi yıktırmak için Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bölge halkından ve eşraftan olan Cerir (radıyallahu anh)´ı seçmiştir. “Bizi kurtar” şeklindeki tercümemizin aslı “Bize kalb rahatı kazandır” şeklindedir.
3- Hâkim´in el-İklil´de kaydına göre, Cerir İbnu Abdillah (radıyallahu anh), Benî Becile ve Beni Kuyeşr kabilelerinden 100 kadar adamla Resulullah´a gelirler. Aleyhissalâtu vesselâm Beni Has´am´dan sorar. Cerir, İslâmî davete icabet etmediklerini söyler. Aleyhissalâtu vesselâm, 300 kadar da Ensar vererek beraber geldiği kimselerin başına Cerir´i komutan yaparak oraya gönderir. “İslâm´a davet edip üç gün bu daveti tekrarlayacaksınız. Girerlerse müslümanlıklarını kabul edeceksiniz ve Zü´l-Halasa putunu yıkacaksınız; kabul etmezlerse kılıçtan geçireceksiniz” buyurur.
4- Bu sefere katılanların miktarı, rivayetlerde farklı rakamlarla ifade edilmiştir.
5- At üzerinde duramadığını söyleyen Cerir´e, Resulullah dua eder ve -bir başka rivayette- eliyle tepeden kalçaya kadar hem ön (yüz) ve hem de arka (sırt) cihetineden sıvazlar.[186]
* ZATÜ´S-SELASİL GAZVESİ
ـ4303 ـ1ـ عَنْ أبِي عُثْمَانَ النَّهْدِى قَالَ: ]بَعَثَ رَسُولُ اللّهِ # عَمْرُو بْنَ الْعَاصِ عَلى جَيْشِ ذَاتِ السََّسِلِ. قَالَ: فأتَيْتُهُ فَقُلْتُ: أىُّ النَّاسِ أحَبُّ إلَيْكَ؟ قَالَ: عَائِشَةُ. قُلْتُ: وَمِنَ الرِّجَالِ؟ قَالَ: أبُوهَا. قُلْتُ: ثُمَّ مَنْ؟ قَالَ: عُمَرُ. فَعَدَّ رِجَاً. فَسَكَتُّ مَخَافَةَ أنْ يَجْعَلَنِى فِى آخِرِهِمْ[. أخرجه الشيخان .
1. (4303)- Ebû Osmân en-Nehdî (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Amr İbnu´l-Âs (radıyallahu anh)´ı Zâtu´s-Selasil ordusunun başında göndermişti.
Amr İbnu´l-As der ki: “(Ya Resûlulah) sana en sevgili insan kimdir ” dedim. “Aişe´dir!” buyurdular. Ben tekrar sordum:
“Erkeklerden kim ”
“Onun babasıdır!” buyurdular. Ben bir kere daha sorayım dedim:
“Sonra kim ”
“Ömer” buyurdular ve bazı erkek (adları) saydılar. Beni en sona atacak korkusuyla sükût edip başka sormadım.” [Buhârî, Megazî 63, Fedâilu´l-Ashab 5; Müslim, Fedâilu´l-Ashâb 8, (2384).][187]
AÇIKLAMA:
1- Bu, hicretin 8. yılında Cemâziyelâhir ayında cereyan etmiş bir gazvedir. 7. yılda olduğu, Muta seferinden sonra cereyan ettiği de söylenmiştir. İbnu Sa´d´ın kaydına göre, Resulullah, Kudâ´a kabilesinden bir büyük grubun, Medine´yi basmak üzere toplanmakta olduklarını istihbar eder. Bunun üzerine derhal Amr İbnu´l-As´ı çağırıp beyaz bir sancakla Ensar ve Muhâcir´den 300 kişiyle yola çıkarır. Arkadan da Ebû Übeyde ile 200 kişilik takviye gönderir.
2- Bu gazveye Zâtu´sselasil (zincirliler) denmesinin sebebi, müşriklerin savaştan kaçmalarını önlemek için, birbirlerni zincirlerle bağlamalarından dolayıdır. Başka tahmin de söylenmiştir. Burası Vâdi´l-Kura´nın gerisinde Medine´ye 10 günlük mesafede bir yerdir. Bu sefer, “Lahm ve Cüzâm azvesi” diye de adlandırılmıştır. Lahm ve Cüz´âm iki büyük kabilenin ismidir.
3- Hadis, muhtelif vecihlerden, farklı ziyadelerle geliştir. Amr İbnu´l-As (radıyallahu anh)´ı bu soruya sevkeden husus, emrine verilen askeri birlikte Hz. Ebû Bekr, Hz. Ömer gibi büyüklük ve Resulullah´a yakınlıkları herkesçe bilinen kimselerinde yer alması. Kendisi şöyle anlatır: “İçimden kendi kendime dedim: “Benim Resulullah nezdinde müstesna bir mevkim olmasaydı Hz. Ebû Bekr ve Hz. Ömer (radıyallahu anh)´nın da bulundğu bir ordunun başına beni koymazdı.” Gidip önüne oturdum ve: “Ey Allah´ın Resûlü! Sana insanların en sevgilisi kimdir ” diye sordum…”
Yani Amr İbnu´l-As (radıyallahu anh) zanneder ki, kendisini Hz. Ebû Bekr ve Hz. Ömer´e komutan yapması, Resulullah nezdinde onlardan daha sevgili olduğnun delilidir. Ancak sorunca anlar ki, en başlarda yok.
Hadis bize şu mesajı vermektedir. Resulullah, kişilere bir kısım kritik vazife verirken, onların kendisine yakınlığına, muhabbetinin derecesine değil, öncelikle liyâkata bakıyordu. Nitekim, aynı gazve sırasında Amr´la Hz. Ömer arasında çıkan ihtilaflar, sefer dönüşü Resulullah´a intikal ettirilince, Amr´ı, her meseledeki tavrı sebebiyle takdir etmiştir. Şöyle ki:
* Arkadan yetişen Ebû Ubeyde bir kısım gerekçeler ileri sürerek imamlığa layık olduğunu söyler. Amr “Sen değil, ben komutanım, sen bana yardımcısın” der, imamlığı vermez. Hatta gece soğuktur, ihtilam olur, yıkanamaz, teyemmümle namaz kıldırır.
* Amr, bu gazve sırasında ateş yaktırmaz. Hz. Ömer bu yasağı uygun bulmaz, ihtilafa düşerler. Hz. Ebû Bekr: “Amr´ı bırak. Zira, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) onu başımıza harp sanatını öğretmeden koymaz” der. Bir başka rivayette Amr bu yasağa itiraz edenlere sert çıkar: “Kim ateş yakacak olursa içine atacağım!” der.
* Düşmanla karşılaşılır, Amr, hezimete uğratır. Askerlerden bir kısmı “peşlerine düşelim!” der. Amr kabuletmez.
Sefer dönüşü bu ihtilaflar Resulullah´a söylenir. Aleyhissalâtu vesselâm Amr´a niye öyle yaptığını sorar: Amr: “Ateş yakarak düşmana yerimizi haber vermeyi, sayımızın azlığı hususunda bilgi vermeyi hoş bulmadım. Takip etmeyi de “onların imdad kuvvetleri bulunabilir” endişesiyle terkettim” der. Resulullah her davranışını takdirle karşılar.
3- Bu rivayette Hz. Ebû Bekr, Hz. Ömer ve Hz. Aişe (radıyallahu anhum)´un faziletleri, diğer sahabelere nazaran faziletçe akdem oluşları açık şekilde gözükmektedir. Hadis, bu yönüyle Hz. Ali´nin akdem olduğunu iddia eden Şiilerin aleyhine, Ehl-i sünnet´in lehine şâhid olmaktadır.[188]
* TEBÜK GAZVESİ
ـ4304 ـ1ـ عَنْ أبِي مُوسى رَضِيَ اللّهُ عَنْه قَالَ: ]أرْسَلَنِى أصْحَابِى إلى رَسُولِ اللّهِ # أسْألُهُ الْحُمَْنَ لَهُمْ فى جَيْشِ الْعُسْرَةِ وَهِىَ غَزْوَةُ تَبُوكَ. فَوَافَقْتُهُ وَهُوَ غَضْبَانُ وََ أشْعُرُ. فَقُلْتُ: يَا رَسُولَ اللّهِ أصْحَابِى أرْسَلُونِى إلَيْكَ لِتَحْمِلَهُمْ. فَقَالَ: واللّهِ َ أحْمِلُهُمْ عَلى شَىْءٍ فَرَجَعْتُ حَزِيناً مِنْ مَنْعِ رَسُولِ اللّهِ # وَمِنْ مَخَافَةِ أنْ يَكُونَ قَدْ وَجَدَ فِى نَفْسِهِ
عَلَيَّ، فرَجَعْتُ إلى أصْحَابِى فَأخْبَرْتُهُمْ بِالَّذِى قَالَ؛ ثُمَّ أرْسَلَ إلى َّ فقَالَ: خُذْ هَذَيْنِ الْقَرِينَيْنِ، وَهذَيْنِ الْقَرِينَيْنِ، هذَيْنِ الْقَرِينَيْنِ لِسِتَّةِ أبْعِرَةٍ ابْتَاعَهُنَّ مِنْ سَعْدٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه حِينَئِذٍ فَانْطَلِقْ بِهِنَّ إلى أصْحَابِكَ. فَقُلْ: إنَّ اللّه تَعالى، أوْ إنَّ رَسُولَ اللّهِ # يَحْمِلُكُمْ عَلى هؤَُءِ فَارْكَبُوهُنَّ. فَانْطَلَقْتُ إلى أصْحَابِى بِهِنَّ. فَقُلْتُ: إنَّ رَسُولَ اللّهِ # يَحْمِلُكُمْ عَلى هؤَُءِ، وَلكِنْ واللّهِ َ أدْعُكُمْ حَتَّى يَنْطَلِقَ مَعِى بَعْضُكُمْ إلى مَنْ سَمِعَ مَقَالَةَ رَسُول اللّهِ # حِينَ سَألْتُهُ لَكُمْ وَمَنْعَهُ إيَّاىَ أوَّلَ أمْرِهِ. ثُمَّ إعْطَاؤُهُ إيَّاىَ بَعْدَ ذلِكَ َ تَظُنُّوا أنِّى حَدَّثْتُكُمْ شَيْئاً لَمْ يَقُلْهُ. فقَالُوا: واللّهِ إنَّكَ عِنْدَنا لَمُصَدَّقٌ، وَلْنَفْعَلَنَّ مَا أحْبَبْتَ فَانْطَلَقَ أبُو مُوسى بِنَفَرٍ مِنْهُمْ حَتّى أتُوا الَّذِىنَ سَمِعُوا قَوْلَ النَّبِىِّ # فَحَدَّثُوهُمْ بِمَا حَدَّثَهُمْ بِهِ أبُو مُوسى[. أخرجه الشيخان .
1. (4304)- Ebû Musa (radıyallahu anh) anlatıyor: “Ashabım, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a usre (darlık) ordusu, yani Tebük Gazvesi sırasında yüklerini koyacakları deve hakkında sormam için beni gönderdiler.
Yanına vardığımda meğer öfkeliymiş de ben hissedememişim.
“Ey Allah´ın Resûlü, dedim, arkadaşlarım size, beni gönderdiler, kendilerine yük devesi vermenizi istiyorlar.”
“Vallahi ben onlara hiçbir yük devesi veremem!” buyurdular. Ayrıldım, ama üzgündüm, hem yük devesi verilmeyişine, hem de bana kızmış olabileceği korkusuyla üzgündüm. Arkadaşlarımın yanına varıp Aleyhissalâtu vesselâm´ın söylediğini kendilerine haber verdim.
Sonra Resulullah bana birini [Bilâl´i] göndererek beni çağırdı ve:
“Şu çifti, şu çifti, şu çifti al! Bunları arkadaşlarına götür. Ve dedi ki: “Allah -veya Resulullah- sizi bunlarla taşıyacak, bunlara binin” dedi. Ben onları arkadaşlarıma götürdüm ve:
“Resulullah sizleri bunlarla taşıyacak. Lakin, vallahi sizden biri, sizin için ilk istediğim zaman, Resulullah´ın söylediğini ve vermem dediğini duyan birine gitmedikçe yakanızı bırakmam” dedim. Arkadaşlarım:
“Vallahi sen yanımızda (müttehem değilsin), doğru söylediğine inanıyoruz. Ama sen yine de dilediğini yap!” dediler. Ebû Musa, onlardan bir grupla gitti. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın önce söylemiş olduğu sözü işitenlere, vardılar. Bunlar Ebû Musa´nın kendilerine söylediği şeyleri aynen söylediler.” [Buhârî, Megâzî 78, 74, Humus 15, Zebâih 26, Eymân 1, 4, 18, Kefâret 9, 10, Tevhid 56; Müslim, Eymân 8, (1649).][189]
ـ4305 ـ2ـ وَعَنْ وَاثِلَةَ بْنِ ا‘سْقَعِ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قَالَ: ]نَادَى رسُولُ اللّهِ # فِى غَزْوَةِ تَبُوكَ فَخَرَجْتُ إلى أهْلى وَقَدْ خَرَجَ أوَّلُ صَحَابَةِ رَسُولِ اللّهِ # فَطَفَقْتُ فِي الْمَدِينَةِ أُنَادِى: أَ مَنْ يَحْمِلُ رَجًُ لَهُ سَهْمُهُ؟ فَنَادَى شَيْخٌ مِنَ ا‘نْصَارِ فقَالَ: لَنَا سَهْمُهُ عَلى أنْ نَحْمِلَهُ عُقْبَةً وَطَعَامُهُ مَعَنَا. فَقُلْتُ: نَعَمْ قَالَ: فسِرْ عَلى بَرَكَةِ اللّهِ تَعالى قَالَ: فَخَرَجْتُ مَعَ خَيْرِ صَاحِبٍ حَتّى أفَاءَ اللّهُ عَلَيْنَا فأصابَنِى قََئِصُ فَسُقْتُهُنَّ حَتّى أتَيْتُهُ فَخَرَجَ. فَقَعَدَ عَلى حَقِيبَةٍ مِنْ حَقَائِبِ إبِلِهِ. ثُمَّ قَالَ: سُقْهُنَّ مُدْبِرَاتٍ ثُمَّ قَالَ: سُقْهُنَّ مُقْبَِتٍ. فَقَالَ: مَا أرَى قََئِصَكَ إَّ كَرَاماً قُلْتُ: إنَّمَا هِىَ غَنِيمَتُكَ الَّتِى شَرَطْتُ لَكَ قَالَ: خُذْ قََئِصَكَ يَا ابْنَ أخِى، فَغَيْرَ سَهْمِكَ أرَدْنَا[. أخرجه أبو داود.يُقَال »حَمَلْتُ فَُناً عُقْبَةً« إذَا أرْكَبْتُه وَقْتاً وَأنْزَلْتُهُ وَقْتاً فَهُوَ يعقب غَيْرَهُ فِي الرُّكُوبِ: أىْ يُجِىءُ بَعْدَهُ .
2. (4305)- Vâsile İbnu´l-Eska´ (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Tebük Gazvesine katılmak için çağrıda bulundu. Ben hemen ehlime gittim. Gazveye gitmeye yöneldim. Resulullah´ın ashâbının ilk kısmı yola çıkmıştı bile, Medine´de seslenmeye başladım:
“(Ganimetten gelecek) hissesi taşıyana olacak bir kimseyi (devesiyle) taşıyacak bir kimse yok mu ” diyordum. Ensâr´dan yaşlı bir zât:
“Kendisini münâvebe ile bindirmem ve yiyeceğini de vermem karşılığında (savaştan elde edeceği) hissesi bize olmak kaydıyla götürürüm!” dedi. Ben:
“Anlaştık!” dedim. Ensârî:
“Öyleyse Allah´ın bereketi üzere yürü!” dedi. Böylece en hayırlı bir arkadaşla yola çıktım. Allah ganimetde nasib etti, hisseme bir miktar deve isabet etti. Bunları sürüp, (beni devesine olan Ensariye) getirdim. Adam çıkıp devesinin havıdındaki çullardan biri üzerine oturdu, ve:
“Bu develeri sen geri sür!”dedi. Sonra tekrar:
“Sen bu develeri ileri sür, (bana getirme)!” dedi ve ilave etti: “Ben senin bu develerini değerli görüyorum” dedi. Vesile de:
“Bu başlangıçta anlaştığımız şarta göre senin ganimetin!” dedim. Ama Ensârî:
“Ey kardeşimin oğlu, ganimetini al. Ben senin bu maddi payını istememiştim (sevaba, manevi kazanca iştirak etmeyi düşünmüştüm)” dedi.” [Ebû Dâvud, Cihad 123, (2676).][190]
AÇIKLAMA:
1- Tebük savaşını anlatmazdan önce, son hadisle ilgili bir noktayı açıklayalım:
Bu hadiste bir antlaşma mevzubahis: Cihada giden kimse emânet binek alacak mukabilinde, ganimetten terettüp edecek kimseyi binek sahibine verecek. Binek veren´in niyeti bu değilmişse de, anlaşılan bu dur. Bu esasa göre anlaşma yapılmıştır. Alimler böyle bir akit caiz mi değil mi diye ihtilaf etmiştir. Ahmed İbnu Hanbel, atını ganimetin yarısı karşılığında veren kimse hakkında: “Bunda bir beis olmamasını ümid ederim” demiştir. Evzâî: “Ben bunu câiz görürüm” der. İmam Mâlik mekruh addeder. Şafiî mezhebine göre, atı ganimetteki pay karşılığı vermek caiz değildir. Böyle bir şey yaparsa, ona binme parası ne tutarsa o ödenir.
2- Tebük Gazvesi, hicretin dokuzuncu yılında, Receb ayında ve Veda Haccı´ndan önce yapılmıştır. Tebük, Medine-Şam şehri arasındaki mesafenin yarı yolunda yer alır. Medine´den ondört merhale uzaklıktadır.
3- Bu gazveye Gazvetü´l-Usre de denmiştir. Usre, sıkıntı, darlık manasına gelir. Bu isim ayet-i kerimeden alınmıştır. Zira, Tebük seferine temas eden âyette “Andolsun ki, Allah, sıkıntılı bir zamanda bir kısmının kalpleri kaymak üzere iken Peygambere uyan Muhacirlerle Ensârın ve Peygamberin tevbelerini kabul etti” (Tevbe 117).
Seferin bu vasıf alışı, son derece sıcak bir mevsimde yola çıkılmış olmasından, bineklerin azlığından kaynaklanıyordu. Ayrıca meyve mevsimi olduğundan, kimse sefere çıkmak istemiyor, meyveleriyle beraber olmak istiyordu. Seferin sıkıntılı olmasının bir sebebi de bu idi. Nitekim Ka´b İbnu Mâlik bu yüzden sefere katılamamıştı. Ordu kalabalıktı, ihtiyaç miktarı suyu ve yiyeceği taşımak müşkil idi. Çok kere susuzluk çekilmiş, develerin kesilip hörgüçlerindeki su sıkılıp içilmiştir. Binme, yiyecek gibi başka sıkıntılar da olmuş, netice itibariyle “sıkıntılı” manasına Gazvetu´l-Usre denilmiştir. Resulullah´ın gerek suyun ve gerekse yiyeceğin bereket kazanmasıyla ilgili mucizeleri bu sefer sırasında fazlaca görülmüştür.
Tebük isminin bir göze ismi olduğu kabul edilir. Ancak suyu pek azdır. Aleyhissalâtu vesselâm abdest alır, suyunu gözeye boşaltır. Göze zengin bir çeşme haline gelir ve bütün ordu su ihtyacını oradan görür.
4- Bu gazveye çıkış sebebi, Medine´ye gelen bir haberdir. Şam´dan Medine´ye zeytinyağı getiren Nebâtiler “Rumların müslümanlara karşı büyük bir ordu hazırladığı, bunlara Lahm, Cüzzâm, Gasân gibi henüz İslâm´a girmeyen diğer Arapların da katıldığı, öncü birliklerin Belkâ´ya kadar geldiği haberini getirirler.”
Aleyhissalâtu vesselâm derhal sefer kararı verir ve halka hazırlanmalarını ilan eder. Başta Mekke olmak üzere bütün taşradaki müslümanlara, kabilelere, sefer hazırlığı yapmalarını bildirir. Nereye gidileceğini, düşmanın azametini açıkca belirtir. Tâ ki ona göre hazırlansınlar. Bazı rivayetlerde, Tebük seferine kadar bütün seferlerde asıl hedefin söylenmediği, hep başka yerler söylenerek gizlendiği kaydedilmiştir. Fakat Tebük seferinde “Düşmanın kuvveti, sıcaklığın şiddeti, mesafenin uzaklığı sebebiyle hedef gizlenmedi.
Seferin sebebini anlamada Taberânî´nin şu rivayetini kadetmede fayda var.
“Hristiyan Araplar Herakliyus´a şöyle yazarlar: “Peygamberlik iddia ederek çıkan şu adam var ya! Helâk oldu. Kıtlığa maruz kaldılar, malları da helâk oldu.” Bunun üzerine Herakliyus, Kıbâd adında bir şefin komutasında 40 bin kişilik bir ordu hazırladı.Haber Resulullah´a ulaşınca, harekete geçti.”
O sıralarda gerçekten İslâm devleti henüz güçlü değildi. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm), herkesi imkanı nisbetinde sadaka vermeye, bağışa davet etti. Herkes bir şeyler veriyordu. Zenginler daha çok veriyordu. Hz. Osman Şam´a kervan göndermiş idi. “Ya Resulullah bu ikiyüz deve semeriyle, çuluyla bağışımdır. İkiyüz okiyye de (para veriyorum” dedi. Bir başka riayette onun bağışı 300 deve, 1000 dinar altın idi. Hz. Ebû Bekr mevcut malının hepsini, Hz. Ömer yarısını bağışladı.
Resulullah bu sefere imkan nisbetinde çok kimsenin katılmasını istiyor, mazereti olmadıkça kimsenin geride kalmamasını emrediyordu. 80 küsür münafık özür beyan etti, onlara izin verdi. Bedevilerden de bir o kadarı özür beyan ettilerse de onlara izin vermedi. Ciddi bir mazereti olmayan birkaç müslüman da katılmadı. Anak sefer dönüşü bu dört kişiyi Resulullah cezalandırdı, Allah´tan af âyeti gelinceye kadar cemiyetten tecrid etti. Elli gün kadar hayat burunlarından geldi.[191] Bu seferde yedi kişi de bekkâun (ağlayanlar) diye şöhret kazandılar. Bunlar pek fakir kimselerdi. Resulullah´a müracaatla, katılabilmek için binek istediler. Aleyhissalâtu vesselâm “Yok, veremem” deyince ağlayarak ayrıldılar. Müslümanları, o devrin süperine ezdirmek ümidiyle yahudiler de şamataya, halkın moralini bozmaya başlarlar. Rivayete göre: “Ey Muhammed, derler. Eğer sâdık bir peygambersen, haydi Suriye´ye git! Orası mahşer (kurulacak) yerdir. Peygamberler diyarıdır.” Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bunun üzerine Şam´a (Suriye´ye) gitmek düşüncesiyle sefer açar, Tebük´e gelir. Tebük´e vâsıl olunca şu ayet nazil olur: “Memleketinden çıkarmak için seni neredeyse zorlayacaklardı. O takdirde senin ardından onlar da pek az kalabilirlerdi…”(İsra 76)
5- Resulullah´ın ordusu be seferde 30 bin kişiye ulaşır. Atlıların sayısı da 10 bini bulur.
Resulullah Tebük´te 20 gün kalır, Rumları bekler. Herakliyus o sırada Humus´tadır.
Eyle´nin şefi Yuhanna İbnu Rü´be gelerek Hz. Peygamber´le sulh antlaşması yapar, cizyeye bağlanır. Verecekleri cizye 300 dinardır. Ezruh şefi ile 100 dinara sulh yapılır. Cerbe, Makma halkı ile, mahsullerinin yarısı karşlığında sulh yapılır.
Resulullah burada iken Hâlid ibnu Velid´i 420 atlı ile Dûmetu´l-Cende şefi Ukaydir İbnu Abdilmelik´e gönderir. Bu, Kinde hıristiyanlarındandır. Hâlid, Resulullah´ın önceden söylediği gibi, Ukeydir´i öküz avlarken yakalar. Resulullah´a getirir. Onun da hayatı bağışlanır. 2800 deve, 400 mızrak cizye olarak alınır. Resulullah humus aldıktan sonra gerisi askerlere dağıtılır.
Burada yirmi gün kadar beklendiği halde ne Herakliyus, ne de Hıristiyan Araplardan kimse savaşa cesaret edip gelemez. Resulullah Medine´ye döner.
Dönüş sırasında Vâdi´l-Müşakkak´ta, duası bereketine, sızıntı halinde akan bir su, orduya yetecek berekete ulaşır.
Medine´ye yaklaşınca Mescid-i Dırâr´ın haberini alır. Mâlik İbnu´d-Duhşum´u göndererek yaktırır.
6- Tebük seferi, çok kârlı bir sefer olmuştur.
* Sıkça müslümanlara endişe kaynağı olan, Bizans heyulasının korkulacak bir şey olmadığı ortaya çıkmıştır. “Geldik, geliyoruz!” diye hava sıkan veya münâfık ve yahudilerce “Geldiler! Gelecekler, müslümanları ezecekler!” gibi moral bozucu tesirler hasıl eden propagandalara kaynak olan Bizans´ın ne olduğu anlaşılmış oldu; Bizans süperi, meğerse, artık pençeleri dökülmüş, dişleri sökülmüş, adaleleri çözülüp güçsüz kalmış ve hatta mefluç hale düşmüş bir arslan; arslan postuyla yapılmış bir korkuluk haline gelmiş de bilinmiyormuş. Böylece anlaşılmış oldu. Resulullah´ın Tebük seferiyle meydanlardan kaçtığı görülen Rum´un üzerine müslümanlar cesaretle gidecek, o da çekile çekile İstanbul´un surlarına kadar gerileyecek; Suriye, Irak, Mısır, Anadolu birer birer İslam´ın yed-i beyzâsına teslim olacaktır. Son kalıntılarını da Fatih İstanbul´dan atacaktır.
* Bizans´a karşı yapılan bu seferin ruhlarda nasıl bir rahatlama hâsıl ettiği şuradan da anlaşılmalıdır: Sefer dönüşü müslümanlar İbnu Sa´d´ın kaydına göre, “Artık cihad bitti!” diye silahlarını satmaya başlarlar. Bu durum Resulullah´a ulaşınca: “Deccal çıkıncaya kadar ümmetimden bir grup Allah yolunda cihâda devam edecektir” buyurarak silahı bırakmayı yasaklar.
Müslümanları bu havaya getiren husus, kanaatimizce şu idi: Hicaz ve çevresi yani Arap yarımadası şirkten temizlenmiş müşrik korkusu kalmamıştı. Müslümanları yukarıda temas ettiğimiz üzere, Rum korkutuyordu. Tebük seferi´yle Rum´un ne olduğu anlaşılıp, Bizans´ın müslümanlara komşu vilayetleri de cizyeye bağlanınca sanki korkacak bir şey kalmamıştı, İslâm hedefine ulaşmıştı. Ama Resulullah´ın misyonu, insanlığın tamamına mesaj götürmekti. Müslümanlar yeni hedeflere, yeni fetihlere hazırlanmalıydı. Resulullah rahavete düşülmemesi, cihad mevzuunda gevşekliğe sapılmaması için gerekli tedbirleri alacak, yeni hedefler gösterecektir.
* Tebük Seferi, İslam cemiyetinde münafıkların hâla varolmaya devam ettiğini ortaya koydu. Bir kısım ayetler onların bu vesile ile ortaya koydukları haller üzerine inmiştir. Şöyle ki:
** Münafık şeflerden biri sefere katılmamak için, bahane olarak, Resulullah´a: “Gittiğim takdirde Bizans kadınlarına dayanamam. Beni fitneye atma” manasına gerekçeler ileri sürmüştü. Hakkında şu ayet indi (meâlen): “Onlardan, “bana izin ver, beni fitneye düşürme”diyen vardır. Bilin ki onlar zaten fitneye düşmüşlerdi…” (Tevbe 49)
** Bazıları halka, “sıcakta sefere mi çıkılır!” diye mâni olmaya çalışmıştı. Haklarında şu âyet indi: “Allah´ın peygamberinin hilafına (sefere çıkmayıp, Medine´de geri kalanlar, oturup kalmalarına sevindiler. Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad hoşlarına gitmedi. “Sıcakta savaşa çıkmayın” dediler. De ki: “Cehennem ateşi daha sıcaktır.” Keşke bilseydiler” (Tevbe 81).
** Sefer sırasında da bir kısım fitnelere tevessül ettiler. Birisi şu: “Resulullah´ın devesi kaybolmuştu. Münâfıklardan biri: “Muhammed size semadan haber getirdiğini iddia eder, ama devesinin nerede olduğunu bilmez!” der, teşviş çıkarmaya çalışır. Resulullah işitince: “Vallahi ben gaybı bilmem, Allah´ın bana bildirdiğini bilirim. Devem falanca vadide, yuları bir ağaca takılmıştır, gidin getirin” der. Aynen dediği gibi çıkar.
** Medine´de kalan münafıklar, müslümanlardan ayrı olarak bir araya gelebilmek için kendilerine mahsus, hususi bir mescid yaparlar. Kur´an-ı Kerim ifadesiyle bu, Mescid-i Dırar´dır. Bu hususta şu âyet nazil olur: “Zarar vermek, inkâr etmek, müminlerin arasını ayırmak, Allah ve peygamberine karşı savaşanlara daha önceden gözcülük (casusluk) yapmak üzere bir mescid kurup, “Biz sadece iyilik yapmak istedik” diye yemin edenlerin yalancı olduklarına şüphesiz ki Allah şâhiddir. Ey Muhammed o mescide hiç girme. İlk gününden beri Allah´a karşı gelmekten sakınmak için kurulan mescidde bulunman daha uygundur..” (Tevbe 107).
** Tebük´le ilgili mühim hadiselerden biri savaşa izinsiz, mazeretsiz katılmayan üç müslümanla ilgili olarak gelen ayettir. Resulullah bu üç kişiyi insanlarla konuşmaktan, insanların herhangi bir hizmetine mazhar olmaktan yasaklamıştı. Bir nevi içtimâî boykota mahkum edilmişlerdi. Bütün genişliğine rağmen yeryüzünü pek daraltan, çok sıkıntılı bir elli günden sonra onların affını ilan eden ayet gelir: “Bütün genişliğine rağmen yer onlara dar gelerek, nefisleri kendilerini sıkıştırıp, Allah´tan başka sığınacak kimse olmadığını anlayan savaştan geri kalmış üç kişinin tevbesini de kabul etti…” (Tevbe 118) [192]
——————————————————————————–
[1] Bu hususu, Hicretle ilgili bölümün sonunda, daha derin bir tahlile tabi tutarak, sabır, hicret ve savaşın şartlara göre hedefe götüren farklı -fakat aynı müessiriyette- vasıtalar olduğunu göstereceğiz.
[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/83-85.
[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/85.
[4] Burada Bedr gazvesine kadar olanları çok kısa olarak tanıtacağız. İleride bunlar hakkında daha geniş bilgi gelecek.
[5] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/85-86.
[6] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/86.
[7] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/86.
[8] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/87.
[9] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/87.
[10] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/87.
[11] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/88-89.
[12] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/89-91.
[13] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/92.
[14] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/92-93.
[15] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/93.
[16] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/93.
[17] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/94.
[18] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/94.
[19] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/95.
[20] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/95-96.
[21] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/96.
[22] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/97.
[23] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/97-98.
[24] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/98-99.
[25] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/99.
[26] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/100.
[27] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/100-101.
[28] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/101-102.
[29] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/102.
[30] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/103.
[31] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/103-105.
[32] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/105-106.
[33] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/106.
[34] Bu antlaşma metnini Hicret´le ilgili bölümün Umumî Açıklama kısmında kaydedeceğiz.
[35] Az ileride Hendek savaşı anlatılacak (4259-4268. hadisler).
[36] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/106-108.
[37] Humus, ganimetten alınan beşte bir devlet payıdır. Daha önce genişçe açıklandı.
[38] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/108-110.
[39] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/111-112.
[40] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/112-114.
[41] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/115.
[42] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/116-117.
[43] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/118.
[44] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/118-119.
[45] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/119.
[46] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/119-120.
[47] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/121-123.
[48] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/123-124.
[49] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/124.
[50] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/125.
[51] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/125.
[52] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/126.
[53] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/126.
[54] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/126.
[55] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/127.
[56] Rebaiyye, iki öndişle köpek dişi arasındaki dişe denmektedir. Dilimizde onun ayrı bir ismi yoktur.
[57] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/127-128.
[58] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/128-133.
[59] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/133-134.
[60] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/134.
[61] Bir rivayette şöyle denir: “Ve aleykesselâm ya Hubeyb. Onu Kureyş katletti” der.
[62] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/136-138.
[63] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/138-140.
[64] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/140.
[65] Bu sözü, malından hayırda bulunması teklif edildiği zaman, Kârun söyler.
[66] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/141-142.
[67] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/143.
[68] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/144-145.
[69] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/146.
[70] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/146-147.
[71] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/147.
[72] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/148.
[73] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/149-150.
[74] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/150-151.
[75] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/151.
[76] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/151-154.
[77] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/154-157.
[78] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/158.
[79] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/158-159.
[80] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/159.
[81] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/159.
[82] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/159-161.
[83] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/162.
[84] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/162.
[85] (Zû-Karad ve Hayber Gazveleri de burada zikredilir.)
[86] Bahsin sonunda bu zât hakkında bilgi verilecek.
[87] Lât, Kureyş ve Sakîf´in tapındığı belli başlı putlardan biri idi. “Annenin bezrini yala” şeklinde sebbetmek, Cahiliye Araplarında bir küfür çeşidi idi.
[88] Vakidînin bir kıssasına göre, Mugîre İbnu Şu´be müslüman olmazdan önce, Sakîf´in Benî Mâk kabilesinden 13 kişiye Mısır Melikî Mukavkıs´ı ziyaret ederler. Mukavkıs, Mugîre dışında hepsine iltifatta bulunur, ikramlar yapar. Kendisine ayırım yapılmasına kızan Mugîre, dönüşte yol esnasında içip sarhoş olup uyuyan arkadaşlarını öldürür, mallarını gasbeder. Bu hâdise, Benî Mâlik´le Mugîre´nin kabilesi olan el-Ahlâf´ın arasını açar. Amcası Urve İbnu Mes´ud, Mugîre´nin cinayetinin gerektirdiği 13 kişilik diyet ödeme cezasını üzerine alarak hâdiseyi yatıştırır ve onu ödemeye çalışır. Urve bu hâdiseye âtıf yapmaktadır.
[89] Bu rivayete göre, mezkur âyetler, Ebu Basîr hâdisesiyle ilgili olarak nâzil olmuş gözükmektedir. Halbuki 798 numaralı hadiste açıklandığı üzere (3.cilt s. 247), Resûlullah´a ani baskın yapmak için gelen 80 kişilik bir müşrik grubunun yakalanması üzerine inmiştir.
[90] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/172-181.
[91] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/181-182.
[92] “Sa´, ile sendere kilesi ölçelim.” Sa´ küçük bir ölçektir. Sendere ise büyük ölçek demektir. Çabuk mânasına da gelir. Az bir güçle çok iş yaparım veya az zamanda çok iş yaparım gibi mânalara gelir.
[93] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/191-197.
[94] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/198.
[95] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/198.
[96] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/198-201.
[97] Süheyl, kolay mânasına gelen sehl kökünden gelen bir isimdir. Resûlullah´ın güzel isimle tefe´ülde bulunduğuna kaç sefer temas ettik.
[98] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/201-202.
[99] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/202-203.
[100] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/203.
[101] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/203-205.
[102] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/205-206.
[103] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/206-207.
[104] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/207-208.
[105] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/208-209.
[106] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/209-210.
[107] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/210-211.
[108] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/211-213.
[109] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/214-215.
[110] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/215.
[111] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/216.
[112] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/216.
[113] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/217.
[114] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/218-219.
[115] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/219-220.
[116] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/221.
[117] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/221-222.
[118] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/223-224.
[119] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/225.
[120] Bu ifadeyi, İbnu Hacer, başka sahih rivayetlere muhalif bulur. O, rivayetlere göre, “Halid radıyallahu anh Mekke´nin aşağı kısmından, Resûlullah yukarı kısmından şehre girmiştir. Muhacirlerin başında olan Zübeyr de yukarı kısmından, Kedâ´dan girmiştir…”
[121] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/226-228.
[122] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/228.
[123] İbnu Hatal, af dışı ilan edilenlerden biri idi. Az ileride fethi anlatırken temas edeceğiz.
[124] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/229.
[125] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/230.
[126] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/230-231.
[127] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/231.
[128] Bu bahisle ilgili geniş açıklama daha önce yapıldı (1408.hadis, 5.cilt, s. 513-521).
[129] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/232.
[130] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/233.
[131] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/233.
[132] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/234.
[133] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/234.
[134] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/234-235.
[135] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/235-237.
[136] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/237.
[137] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/237.
[138] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/237.
[139] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/237-238.
[140] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/238.
[141] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/238.
[142] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/238.
[143] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/238.
[144] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/238-239.
[145] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/239.
[146] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/239.
[147] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/240.
[148] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/240-242.
[149] Mekke sulh yoluyla mı, savaşla mı fethedildi, ihtilaflıdır. Ganimet kılınmaması sulh yoluyla fethedildi diyenlere delil olmuştur. Ancak ulemânın ekseriyeti savaş yolu ile fethedildiği, ancak, affedilerek ganimet kılınmadığı, fethedilen her beldenin ganimet kılınmasının vecîbe olmadığı, bunun başka beldelerde de uygulandığını söylemişlerdir. Teferruata girmeyeceğiz. mağlup tarafın insanı daima esir edilmiş, malı da ganimet.Mekke, sinesinde barındırdığı mukaddes emânetin hürmetine, kandan ve yağmadan korunmuştur. Resulullah o ilahi emanetin yani Ka´be mukaddesinin hürmetine, en azılı düşmanları olan Kureyşlileri de o mukaddesi muhafaza ve ona bakımda sebkat eden hizmetleri hatırına aff-ı umumiye mazhar etmiştir.Tabiî ki bu beklenmeyen bir şeydir.Kureyşliler, ilk vehlede, Resulullah´tan, böyle bir zafer kendilerine müyesser olması halinde, müslümanlara yapacakları muameleye paralel bir muamele beklemiş olmalılar.Nitekim bu endişe, bu babta kaydedilen hadislerde bile görülmektedir. Hatta, rivayetlerin daha umumi bir değerlendirilmesine gidilecek olsa, bu meselede, Medine menşe´li Ensâr ile, Mekke menşe´li muhacirler arasında bile bir fark görmek; Medinelilerin, buranın fethini de diğer fetihler gibi görmeye mütemâyil; Mekke menşelilerin ise şehrin kandan ve yağmadan korunmasına mütemâyil olduklarını görmek mümkündür.Söz gelimi, 4278 numaralı Urve hadisinde Medineli Sa´d İbnu Mu´âz, Ebû Süfyân´a:”Ey Ebû Süfyân! Bugün, savaş günüdür, bugün Ka´be´nin helal addedileceği gündür!” der.Bu rivayette (4278) açık değilse de, bir başka rivayette, Sa´d´ın ağzından çıkan bu cümlenin “bir muhacir tarafından” derhal Aleyhissalâtu vesselâm´a ulaştırıldığı belirtilir.Ebû Süfyân, Sa´d´ın bu sözü üzerine Resulullah´ın amcası Abbas´a, Resulullah nezdinde iltimasta bulunarak, şehrin “istihlâl”den yani “kan ve mal” yönüyle helal addedilmekten korumasını taleb eder: “Ey Abbas, (Sen Mekkelisin, üstelik Resulullah´ın amcasısın, müslüman da oldun). Bugün muhafaza vazifesi yapacağın en iyi fırsat. Göreyim seni (şehri yağmalatma!)” der. Bir başka rivayet, Abbas´ın bu endişeyi çoktan hissettiğini, Mekke´ye zorla değil, halkına emân verilerek girilmesinin yollarını aradığını, bu maksadla şehre haber gönderecek bir oduncu bulmak üzere Resulullah´ın atına binerek gezintiye çıktığını, Erâk Vadisi´ne gelince Ebû Süfyan ve diğer iki arkadaşına rastladığını belirtir.
[150] Bu husus kaynaklarımızda ihtilaflıdır. Resûlullah, Sa´d´dan alınan bayrağı oğlu kAys´a veya Zübeyr´e vermiş olmalıdır. İbnu Hacer şöyle te´lif eder: “Ali, Sa´d´dan alınca, Aleyhissalâtu vesselâm Sa´d´ın gücenmiş olabileceğini düşünerek, Sa´d´ın oğlu Kays´a vermiştir. Sonra da Sa´d, oğlu Kays´ında Resûlullah´ın hoşuna gitmeyecek bir davranışı olabilir endişesiyle Resûullah´a müracaat ederek, sancağı ondan almasını taleb etmiştir. Bunun üzerine sonunda Aleyhissalâtu vesselâm Zübeyr´e vermiştir.” Zübeyr´in de Mekkeli olduğu mâlum.”Kavmi” ne kötülük yapmaması için başta Ebu Süfyan olmak üzere, Mekkelilerin Resûlullah´a muhtelif müracaatları olmuştur. Bunu şiir okuyarak yapan “kadın” da vardır. Resûlullah, Ebu Süfyan´a, Sa´d´ın “Bugün harb günüdür…” sözüne bedel: “Bugün rahmet, merhamet günüdür. Ey Ebu Süfyan Allah Kureyş´i aziz kılacaktır” diyerek teselli verdiğini görüyoruz.
[151] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/242-245.
[152] Bu hususta geniş açıklama ve kaynaklar için İslâm´da Çevre sağlığı adlı kitabımız görülebilir.
[153] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/245.
[154] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/245-246.
[155] Belki de diye ifade edebildiğimiz tereccî´nin Allah ve Resûlü´nün kelamında, ihtimalî değil, kesin vukû´u ifade ettiği usul kaidasidir (İbnu Hacer).
[156] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/246-249.
[157] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/249.
[158] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/249-251.
[159] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/252-253.
[160] Tulekâ: Talîk´in cem´idir. Mekke fethedilince esir durumuna düştüğü halde Hz. Peygamber´in esir muamelesi yapmayıp, azad ettiği Mekke halkı. İçinde müslüman olmayanlar da vardı.
[161] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/254.
[162] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/255-256.
[163] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/256.
[164] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/257.
[165] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/257-260.
[166] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/261-262.
[167] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/262.
[168] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/263.
[169] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/264.
[170] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/264.
[171] Bu meselede geniş bilgi 1. ciltte geçti: S. 456-457.
[172] Bunların hikayesi Ka´b İbnu Mâlik´in uzun bir rivayeti olarak daha önce kaydedildi. 654. Hadis (4,14).
[173] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/265-267.
[174] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/267-268.
[175] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/268.
[176] Buna Serriyyetü´l Ensâri de denmiştir.
[177] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/269.
[178] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/269-270.
[179] Veda Haccından önce.
[180] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/271-272.
[181] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/272.
[182] Veda Haccından önce.
[183] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/273.
[184] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/274.
[185] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/275.
[186] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/275-276.
[187] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/276-277.
[188] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/277-278.
[189] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/279-280.
[190] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/280-281.
[191] Bunların hikayesi Ka´b İbnu Malik´in uzun bir rivayeti olarak daha önce kaydedildi. 654. Hadis (4/14).
[192] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/281-286. –