* BİLAL İBNU RABAH (RADIYALLAHU ANH)
ـ4456 ـ1ـ عن أبى هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: يَا بَِلُ حَدِّثَنِى بَأرْجَى عَمَلٍ عَمِلْتَهُ في ا“سَْمِ مَنْفَعَةً عِنْدَكَ فإنِّى سَمِعْتُ اللَّيْلَةَ خَشْفَ نَعْلَيْكَ بَيْنَ يَدَيَّ في الْجَنَّةِ. فقَالَ: مَا عَمِلْتُ في ا“سْمِ عَمًَ أرْجى عِنْدِى مَنْفَعَةً مِنْ أنِّي َ أتَطََهَّرُ طُهُوراً تَاماً في سَاعَةٍ مِنْ لَيْلٍ أوْ نَهَارٍ إَّ صَلَّيْتُ بذلِكَ الطُّهُورِ مَا كُتِبَ لِي أنْ أُصَلِّي[. أخرجه الشيخان .
1. (4456)- Hz. Ebu Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Ey Bilal! İslâm olalıdan beri işlediğin ve sen çok menfaat ümid ettiğin ameli bana söyler misin Çünkü ben, bu gece (rüyamda), cenette ön tarafımda senin ayakkabılarının sesini işittim!”
Bilal şu cevabı verdi:
“Ben İslam´da, nazarımda, daha çok menfaat umduğum şu amelden başkasını işlemedim: Gece olsun gündüz olsun tam bir temizlik yaptığım (abdest aldığım) zaman, mutlaka bana kılmam yazılan bir namaz kılarım.” [Buharî, Teheccüd 17; Müslim Fezailu´s-Sahabe 108, (2458).][219]
ـ4457 ـ2ـ وفي رواية للبخاري عن جابرٍ قال: ]كَانَ عُمَرُ رَضِيَ اللّهُ عَنْه يَقُولُ: أبُو بَكْرٍ سَيِّدُنَا وَأعْتَقَ سَيِّدَنَا، يَعْنِى بًَِ رَضِيَ اللّهُ
عَنْهما[.»حَشْفَ نَعْلَيْكَ« أىْ تَحْرِيكَهُمَا .
2. (4457)- Buhari´nin bir rivayetinde Hz. Cabir (radıyallahu anh)´tan şu rivayet kaydedilmiştir: “Hz. Ömer (radıyallahu anh) derdi ki: “Ebu Bekir, efendimizdir, seyyidimizi azad etmiştir.” Bundan, Bilal (radıyallahu anh)´ı kastederdi.” [Buharî, Fezâilu´l-Ashab´ın-Nebi 23.][220]
AÇIKLAMA:
1- Bilal İbnu Rabah, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın, Bilal-i Habeşi olarak bilinen meşhur müezzinidir. İlk müslümanlardandır ve inancı için Habbab İbnu´l-Eret, Ammar İbnu Yasir gibi en çok işkence çekenler arasında yer alır. Resulullah´ın hususi sevgi, iltifat ve takdirine mazhar olmuş bahtiyarlardandır.
2- Birinci hadisteki, Hz. Bilal, “kılması yazılan namaz” tabiriyle, farz ve nafile, hepsine şamil olacak bir ifadeye yer vermiş olmaktadır. İbnu´t-Tin der ki: “Bilal böyle itikad etmektedir, çünkü Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´dan namazın en efdal amel olduğunu, sırrî yapılan amelin cehrî olandan efdal olduğunu öğrenmişti. Bu açıklama ile, zikredilenin dışında salih amel zikredecek olanın zikri ortadan kalkar. Zahir olan şu ki, Bilal´den sorulmuş olan en ümid verici amellerden murad, nafile amellerdir. Çünük farz olanların efdal olacağı açıktır.”[221]
3- Bazı Fevaid:
* Hadis, ibadet için vakit tayini hususunda içtihadın caiz olduğunu gösteriyor. Çünkü Hz. Bilal, zikredilen ibadeti şahsi istinbatı ile yapmış, Resulullah da bunu tasvib etmiştir.
* İbnu´l-Cevzî: “Hadiste, abdestin arkasınadan namaz kılmaya teşvik var ta ki abdest, maksaddan hali kalmasın” der.
* Salihlere, Allah´ın kendilerine hangi salih amelle hidayet nasib ettiği sorulabilir. Böylece, bu amellere başkalarının da uyması sağlanmış olur.
* Şeyh, başkasını da teşvik maksadıyla tilmizine, güzel olan amelinden sorabilir. Güzel olmayan amelinden sormaz, ondan nehyeder.
* Bu namazın mekruh vakitlerde de kılınabileceğine istidlal edilmiştir. Çünkü hadiste mutlak bir üslubla: “Her vakitte…” denilmiştir. Nitekim, rivayetin başka vecihleri bu hususta daha sarihtir: “Bana bir hades ârız oldu mu hemen anında abdest alırım” veya “Abdestim bozulunca mutlaka abdest alır iki rek´at namaz kılarım.” Bu ifadeler, hadesi abdestin, abdesti de iki rek´at namazın takip ettiğini ifade eder, vakit ne olursa olsun.
* Devamlı abdestli olmak müstehabtir. Bunun mükafaatı cennete girmektir. Çünkü bir hadise göre, kişi yatıncaya kadar abdestli olur. Böylece geceye girerse ruhu yükselir ve Arş´ın altında secde eder. Şu halde bu sevap, zikredilen amel sebebiyle olmaktadır. Bu hadis “Kimse ameliyle cennete giremez” hadisine muhalif değildi. Çünkü bu sonuncu hadisle “Yaptığınız ameller sebebiyle cennete girin” (Nahl 32) âyeti arasını te´lifte şu meşhur mülahaza söylenmiştir: “Cennete giriş Allah´ın rahmetiyledir, fakat orada elde edilecek derece amele tabidir.”
Hâdise rüyada cereyan etmiş olmalıdır. Çünkü, cennete dünyada iken girmek kimseye nasip olmaz. Rüya da olsa, rivayet Hz. Bilal´in faziletine delildir. Çünkü peygamberlerin rüyası vahiydir.
Bilâl´in Resûlullah´tan önde yürümesi yakaza halindeki adetinden ileri gelir. Çünkü Hz. Bilâl, yolda Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın önünde yürürdü. Şu halde aynı hali rü´yada da görmüş oldu. Bundan Bilâl´ in cennete Aleyhissâlatu vesselâm´dan önce gireceği istidlal edilemez. Çünkü daima tâbi olma makamındadır. Resûlullah, bu hadisleriyle Bilâl´ in hayatı boyunca bu hal üzere devam edeceğini müjdelemiş olmaktadır ki, bu, Bilâl (radıyallahu anh) için büyük bir menkîbe, fevkalâde bir şereftir.
* Hadis, Mutezile´nin iddiası hilafına cennetin halen mahluk ve mevcut olduğuna delildir.
4- Hz. Bilâl´in hayatıyla ilgili bir kısım teferruata daha önce yer verdiğimiz için burada tekrar etmeyeceğiz (8. cilt, 351-354).
5- İkinci hadiste Hz. Ömer´in, Hz. Bilâl için “efendimiz” demesi, onun Hz. Ömer´den efdal olduğunu ifade etmez. Alimler, Hz. Ömer´in bunu tevazû gereği söylemiş olabileceğini belirtirler. Bilâl, seyyidlerden olsa da seyyidliğin efdaliyet gerektirmediği söylenmiştir. [222]
* UBEY İBNU KA´B (RADIYALLAHU ANH)
ـ4458 ـ1ـ عن أنسٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ # ‘ُبَىّ بْنِ كَعْبٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه: إنَّ اللّهَ أمَرَنِى أنْ أقْرَأَ عَلَيْكَ لَمْ يَكُنِ الَّذِينَ كَفَرُوا مِنْ أهْلِ الْكِتَابِ. قَالَ: وَسَمَّانِى اللّهُ تَعالى لَكَ؟ قَالَ: نَعَمْ. فَبَكىَ أُبَيُّ رَضِيَ اللّهُ عَنْه[. أخرجه الشيخان والترمذي .
1. (4458)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Übey İbnu Ka´b (radıyallahu anh)´a: “Allah bana, Lemyekünillezine keferû´yu sana okumamı emretti!” demişti. Ka´b:
“Yani Allah Teâla Hazretleri benim ismimi size zikir mi etti ” diye sual etti. Aleyhissalâtu vesselam:
“Evet!” buyurdular. Bunun üzerine Ubey (radıyallahu anh) ağladı”. [Buhârî, Menâkubu´l-Ensar 16, Tefsir, Lem-Yekun 1; Müslim, Fezailu´s-Sahabe 122, (799); Tirmizî, Menâkıb, (3894).][223]
AÇIKLAMA:
1- Übey İbnu Ka´b İbnu Kays el-Hazreci en-Neccârî el-Ensârî: Ensar´ın ilk müslümanlarındandır. Akabe biatına katılmıştır. Bedir ve diğer gazvelerin hepsine Resulullah ile birlikte iştirak etmiştir. Übey kaza yönüyle de öndedir. Mesrûk der ki: “Resûlullah´ın Ashabı içerisinde kaza ehli altı idi: Ömer, Ali, Abdullah, Ubey, Zeyd ve Ebu Musa.” Ubey, Resûlullah Medine´ye geldiği zaman kâtiplik yapan ilk kimse olmuştur. Mektupların sonuna: “Bunu falan oğlu falan yazdı” diye not düşme işini de ilk o başlatmıştır.
Sadedinde olduğumuz hadiste Ubey İbnu Ka´b, Resûlullah´a Allah ismimi zikretti mi, yoksa “Ashabından birine oku” dedi de sen mi beni tercih ettin mânasıda Resûlullah´a sual tevcih etmiştir. Resûlullah, Cenab-ı Hakk´ın onu ismen zikrettiğini ifade edince, bu mazhariyete şükretmede kusur mu işlerim diye endişesinden veya böyle mazhariyetin verdiği ferah ve sürurdan ağlamış olmalıdır. İnsan bazı kere de neşesinden, sevincinden ağlar. Übey İbnu Ka´b´a Resûlullah´ın arzı, Übey´in Aleyhissalâtu vesselâm´dan kıraatı öğrenmesi ve o hususta hazâkat kazanması içindi. Ayrıca hadiste, Kur´ân´ı arzetmenin sünnet kılınması, Übey İbnu Ka´b´ın faziletini ilan, Kur´ân´ın hıfzında ve kıraatında üstünlüğünü ve otoritesini beyan gibi başka maksadlar da var.
Hadisten ayrıca, ehlinden ilim alırken kendi dûnunda bile olsa, talibin tevazû göstermesinin meşruiyeti anlaşılmıştır.
Kurtubî, Lemyekunillezine keferû suresinin zikredilmede imtiyazlı kılınmasını, onun muhtevasıyla açıklar: “Çünkü der, o sûre tevhid, risalet, ihlas ve peygamberlere inen suhuf ve kitaplara da şamildir, namaz, zekât, meâd (ahiret), cennet ve cehennem ehlinin kısaca zikirleri var.”
Ubey İbnu Ka´b Hicrî 30 yılında vefat etmiştir. 32´de vefat ettiği de söylenmiştir. Başka rakamlar da ileri sürülmüştür, (radıyallahu anh).[224]
* EBU TALHA EL-ENSARÎ (RADIYALLAHU ANH)
ـ4459 ـ1ـ عن أبى هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]جَاءَ رَجُلٌ الى رَسُولِ اللّهِ #. فقَالَ: إنِّى مَجْهُودٌ. فأرْسَلَ الى بَعْضِ نِسَائِهِ. فقَالَتْ: والَّذى بَعَثَكَ بِالْحَقِّ مَا عِنْدَنَا إَّ مَاءٌ. ثُمَّ أرْسَلَ إلى أُخْرَى؛ فقَالَتْ مِثْلَ ذلِكَ. فقَالَ #: مَنْ يُضَيِّفُهُ يَرْحَمُهُ اللّهُ. فَقَامَ رَجُلٌ مِنَ ا‘نْصَارِ يُقَالُ لَهُ أبُو طَلْحَةَ رَضِيَ اللّهُ عَنْه فَقَالَ: أنَا يَا رَسُولَ اللّهِ، فَانْطَلَقَ بِهِ الى رَحْلِهِ. فقَالَ “مْرَأتِهِ: هَلْ عِنْدَكِ شَىْءٌ؟ فقَالَتْ: َ إَّ قُوتَ صِبْيَانِى. قَالَ: فَعَلِّلِيهِمْ بِشَىْءٍ ثُمَّ نَوِّمِيهِمْ فإذَا دَخَلَ ضَيْفُنَا فَأرِيهِ أنَا نَأكُلُ فإذَا أهْوَى بِيَدِهِ لِيَأكُلَ فَقُومِي إلى السَّرَاجِ كَيْ تُصْلِحِيهِ فَأطْفِيهِ. فَفَعَلْتَ، وَقَعْدُوا وَأكَلَ الضَّيْفُ وَبَاتَا طَاوِيَيْنِ. فَلَمَّا أصْبَحَ غَدَا عَلى رَسُولِ اللّهِ #. فقَالَ لَهُ # لَقَدْ عَجِبَ اللّهُ الْبَارِحَةَ مِنْ صِنِيعكُمَا بَضَيْفِكُمَا. فَنَزَلَ قَوْلُهُ تعالى: وَيُؤثِرُونَ عَلى أنْفُسِهِمْ وَلَوْ كَانَ بِهِمْ خَصَاصَةٌ[. أخرجه الشيخان.»المجهودُ« الْمَهْزُولُ الجَائعُ.
و»تَعليلُ الطَّفْلِ« وَعْدُهُ وَتَسْوِيفُهُ وَتَمْنِيَتُهُ وَصَرْفُهُ عَمَّا يُرَادُ صَرْفُهُ عَنْهُ، وَإذَا نَامَ الصَّائِمُ وَلَمْ يُفْطِرْ فَهُوَ طَاوٍ.و»الخَصَاصَةُ« الحَاجَةُ والفاقَةُ .
1. (4459)- Hz. Ebu Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Bir adam Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a gelerek:
“Ben açlıktan bitkinim!” dedi. Aleyhissalâtu vesselâm derhal hanımlarından birine (adam) (gönderip yiyecek istedi. Ama kadın):
“Seni hak ile gönderen Zâüt-ı Zülcelâl´e yemin olsun yanımızda sudan başka bir şey yok” diye cevap verdi. Aleyhissalâtu vesselâm bunun üzerine diğer bir kadına gönderdi. O da aynı şeyi söyledi. Aleyhissalâtu vesselâm sonunda:
“Bu (bitkin) açı kim misafir edip (doyurursa) Allah ona rahmet edecektir!” buyurdu. Ensardan Ebu Talha (radıyallahu anh) denen birisi kalkıp:
“Ey Allah´ın Resûlü! Ben misafir edeceğim!” buyurdu ve onu evine götürdü. Evde hanımına:
“Yanında yiyecek bir şey var mı.” diye sordu. Hanım:
“Hayır, sadece çocukların yiyeceği var!” dedi. Bunun üzerine hanımına:
“Sen onları bir şeylerle avut, sonra da uyut. Misafirimiz girince, ona sanki yiyormuşuz gibi görünelim. Yemek için elini tabağa uzatınca lambayı düzeltmek üzere kalk ve onu söndür!” diye tenbihatta bulundu. Kadın söylenenleri yaptı. Beraberce oturdular. Misafir yedi. Karıkoca geceyi aç geçirdiler.
Saban olunca Aleyhissalâtu vesselâm´a geldiler. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), Ebu Talha´ya:
“Dün gece misafirinize olan davranışınız sebebiyle Allah Teâla Hazretleri taaccüp etti (ve güldü)!” buyurdu ve şu âyet-i kerime nazil oldu. (Meâlen): “…Ve kendileri ihtiyaç içinde olsalar bile, onları kendi nefislerine tercih ederler” (Haşr 9). [Buhârî, Menâkıbu´l-Ensâr 10, Tefsir, Haşr 6; Müslim Eşribe 172, (2054).][225]
AÇIKLAMA:
1- Bu hâdise, fetihlerin başlamadığı ilk yıllarda cereyan etmiş olabilir. Çünkü İslâm´ın ilk yıllarında fukaralık fazla idi. Başta Resûllah (aleyhissalâtu vesselâm) olmak üzere, Ashâb´tan birçoğunun yiyecek ve hatta giyecek yönüyle darlık çektiklerini ve hatta karınlarına taş bağladıklarını biliyoruz.
2- Buradaki Ebu Talha´nın şahsiyeti hususunda şârihler ihtilâf etmiştir. Bazıları, bunun Sâbit İbnu Kays İbnu Şemmâs (radıyallahu anh) olduğunu ileri sürmüştür. Çünkü benzer bir hâdisede ismi geçmektedir. ancak İbnu Hacer bunu hâdisenin taaddüdüne hamleder.
Bazıları bunun, Ebu Talha Zeyd İbnu Sehl olduğunu söylemiştir. Hatibu´l-Bağdâdî, bunun meşhur olduğunu, dolayısıyla hakkında “Ebu Talha denen bir Ensarînin…” tabirini kullanılmasının makul olmayacağını, bir de Zeyd İbnu Sehl´in, en çok malı olanlar arasında yer alması sebebiyle böyle bir vak´anın başından geçmesinin düşünülemeyeceği mülahazasıyla, hadisteki Ebu Talha´nın Zeyd İbnu Sehl olmaması gereğine hükmetmiş olmalıdır. Fakat İbnu Hacer bu gerekçeleri zayıf bulur. Keza İbnu Beşkevâl de herhangi bir rivayete dayanmaksızın bunun İbnu Abdullah İbnu Ravâha olduğunu söylemiştir. Hadisi rivayet eden Ebu Hüreyre´nin kendisi olduğunu söyleyen de olmuştur. İbnu Hacer buradaki Ebu Talha´nın kim olduğu hususunda açık bir beyanda bulunmaz ise de, Zeyd İbnu Sehl olduğu kanaatını ihsas eder.
3- Hadiste ifade edilen “Allah´ın taacüb etmesi ve gülmesi” mecâzidir. Allah´a nisbet edilen bu iki bereşrî hal ile kastedilen şey, karıkocanın yaptığından Allah´ın râzı olduğunu belirtmektir.
4- Âyet-i kerimenin nüzûlüne sebep olan hâdisenin zikredilen vak´a olduğu umumiyetle kabul edilmiş olmakla beraber, İbnu Merduye bir başka hâdise daha kaydeder: İbnu Ömer´in anlattığına göre, bir adama bir koyun başı hediye edilir. Adam bunu, kardeşim falanca, buna benden daha muhtaç diye bir başkasına hediye eder. O da aynı düşünce ile bir başkasına hediye eder. Böylece kelle tam yedi el değiştirdikten sonra birinci adama geri gelir. Bunun üzerine âyet nâzil olur. İbnu Hacer, âyetin bu sebeplerin hepsi için nâzil olmuş olabileceğini belirtir.
5- Ebu Talha´ya gelince: Bu zât Zeyd İbnu Sehl İbni´l-Esved İbni Harâm el-Ensârî el-Hazrecî´dir. Akabe ve Bedr´e iştirak etmiştir. Nakib´ dir. Annesi Ubâde Bintu Mâliktir. Künyesi ile meşhurdur. Hz. Enes´in annesi Ümmü Süleym´in ikinci kocasıdır.
Hicretten sonra, Resûlullah Ebu Talha´yı Ebu Ubeyde İbnu´l-Cerrah (radıyallahu anhüma) ile kardeşlemiştir. Ebu Talha, Resûlullah´ın bütün gazvelerine katılmış, bilhassa Uhud´da Resûlullah´ı himaye hususunda büyük kahramanlık göstermiştir: Resûlullah´ın önüne geçmiş, önden gelecek her çeşit darbeye karşı kendi sinesini siper etmiştir. Ashab arasında atıcılık ve şecâatiyle ün alanlardandır. Huneyn savaşında yirmi müşrik öldürüp seleb´lerini aldığı rivayet edilir. Uhud´da Resûlullah´ın önünde ok attıkça, Resûlullah doğrulup, hedefe ulaşıp ulaşmadığına bakmıştır. Aleyhissalâtu vesselâm: “Ebu Ubeyde´nin ordu içerisinde sesi yüz kişiye bedeldir” buyurmuştur.
Ümmü Süleym´e evlenme teklifi yapınca şu cevabı alır:
“Ey Ebu Talha, senin gibi birisinin telifi reddedilmez. Ancak sen kâfirsin ben ise müslüman. İslâm´a gir, bu senin mehrin olsun, bensenden mehir olarak başka bir şey istemiyeyim.” der. Kabul eder, müslüman olur.
Resûlullah´ın kabrini kazan ve defneden Ebu Talha olmuştur.
Ebu Talha, Resûlullah hayatta iken, hayatı hep gazvelerle geçtiği için oruç tutamaz. Resûlullah vefat ettikten sonra kırk yıl ara vermeden oruç tutar, sadece bayramlarda oruç tutmaz.
Hicrî 51 yılında yetmiş yaşında olduğu halde vefat etmiştir. Başka tarihler de söylenmiştir. Rivayete göre, Beraet sûresini okuyup انفِرُوا خفَافً وَثَقَاً âyetine gelince: “Görüyorum ki Rabbim beni gençken de yaşlı iken de cihada çağırıyor” der ve oğullarına, “Teçhizatımı hazırlayın!” emreder. Çocukları: “Siz Resûlullah´la birlikte, o ölünceye kadar savaştınız. Sonra Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer´le de savaştınız. Artık senin yerine biz savaşalım (sen istirahat et, ibadet et)” derler. Ebu Talha ısrar eder, hazırlık yapar, gemi ile cihada çıkar. Deniz seferi sırasında ölür. Onu gömebilecekleri bir karaya, bir hafta boyu rastalayamazlar. Yedi gün sonra gömerler, cesedinde hiçbir değişme ve kokuşmanın olmadığı görülür. Medine´de vefat ettiği de söylenmiştir.[226]
* SELMÂNU´L-FÂRİSÎ (RADIYALLAHU ANH)
ـ4460 ـ1ـ عن أبِي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]تََ رَسُولُ اللّهِ # هذِهِ اŒيةَ: وَإنْ تَتَوَلَّوْا يَسْتَبْدِلْ قَوْماً غَيْرَكُمْ. فَقَالُوا: مَنْ يُسْتَبْدَلُ بِنَا؟ فَضَرَبَ # عَلى مَنْكِبِ سَلْمَانَ رَضِيَ اللّهُ عَنْه. ثُمَّ قَالَ: هذَا وَقَوْمُهُ، وَالَّذِى نَفْسِى بِيَدِهِ لَوْ كَانَ ا“يمَانُ مَنُوطاً بِالثُّرَيّا لَنَالَهُ رِجَالٌ مِنْ
فَارِسَ[. أخرجه الترمذي.»المَنُوطُ« الْمُعَلَّقُ بالشَّىْءِ .
1. (4460)- Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şu âyeti okumuştu. (Meâlen): “Siz Allah yolunda bağışta bulunmaya çağırılan kimselersiniz. Fakat içinizden bazıları cimrilik eder. Cimrilik eden ise, kendi zararına cimrilik etmiş olur. Allah ganîdir; muhtaç olan sizsiniz. Eğer yüz çevirirseniz,) O, sizin yerinize başka bir topluluk getirir ki, onlar sizin gibi Allah´a itaatsizlik etmezler” (Muhammed 38).
(Orada bulunanlar):
“Bizim yerimize kimleri getirebilir ” dediler. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), Selmân-ı Farisî´nin omuzuna vurdu, sonra da:
“Bu ve bunun kavmi!” deyip sözüne devam etti:
“Ruhum elinde olan Rab Teâla´ya yemin olsun! Eğer ilim, Süreyya yıldızına asılmış olsa Fâris´ten (yetişecek bir kısım) kimseler ona yine de ulaşırlar.” [Tirmizî, Tefsir, Muhammed, (3256, 3257).][227]
AÇIKLAMA:
1- Selmân-ı Fârisî (radıyallahu anh), İran asıllı bir sahabidir. Ramâhürmüz´dendir. Isfahan´ın Cey şehrinden olduğu da söylenmiştir. Künyesi Ebu Abdillah´tır. Selmânu´l-Hayr diye bilinir. Resûlullah´ın mevlası (azadlısı)dır. Nesebi sorulduğu zaman Selman İbnu İslâm diye cevap vermiş; İslâm´da, imanda, peygamber sevgisinde fani olmuş bir bahtiyardır.
Müslüman olmazdan önce, İran´da iken mecusî idi ve ateş tapınağında hadimlik yapıyordu. Hıristiyanlarla karşılaşınca mecusiliği bırakıp hıristiyan olur ve hıristiyanlığın aslını Şam´da aramak üzere yola çıkar. Orada manastırda bir müddet kalır, arayışına devam ederek Musul´a gelir. Bir müddet de orada ruhbanların yanında kalır. Tavsiye üzerine Ammuriye´ye gelir. Orada yaşar, mal besler, servet edinir. Hep Hakk´ın arayıcısıdır. Yanında kaldığı rahip alim, ölümüne yakınca, “Hz. İbrahim´in dini Haniflik üzerine, hurmalıklı bir yerden yeni bir peygamber çıkacağını, onu bulmasını” tavsiye eder. Bu çıkacak şahsın bazı alametlerini, peygamberlik mührü taşıdığını vs. haber verir, hediye alıp sadaka kabul etmeyeceğini de söyler.
Alim kişi ölünce, bu tavsiye ile, Araplardan müteşekkil bir kafileye katılarak Vâdi´l-Kura´ya gelir. Maalesef yanındakiler onu orada “köle” diye bir yahudiye satarlar. Hurma ağaçlarını görünce aradığı memleketin orası olduğuna hükmeder. Orada bir müddet ikamet eder. Benî Kureyza´dan bir yahudi gelir ve onu satın alır. Medine´ye getirilir. Medine´yi görünce Ammuriyeli âlimin tavsifinden tanır, aradığı şahsın oradan çıkacağına hükmeder. Bu esnada Hz. Peygamber zuhûr eder, ama Selmân, Hicrete kadar ondan gafil kalır. Medine´ye Mekke´den gelen birisinin peygamberlik iddiasında olduğunu işitince, derhal ilgi kurar. Bir miktar hurma alarak Kuba köyüne gider, hurmayı sadaka olarak bu yeni gelen misafire vermek ister ama O, getirdiği sadakayı ashabına verir ve kendisi yemez. Selman kendi kendine: “Bu, birinci alamet!” der ve ayrılır. Tekrar bir miktar hurma ile gelir ve “Bu hediyemdir” diyerek takdim eder. Aleyhissalâtu vesselâm hurmadan yer ve ashabına da yemelerini emreder. Selmân: “Bu ikinci delil” der, kendi kendine. Sonra bir cenaze merasimi sırasında sırtındaki peygamberlik mührünü de görür, üzerine kapanıp öper ve ağlar. Aleyhissalâtu vesselâm yanına oturtur, konuşurlar. Selmân hayat hikâyesini anlatıverir.
Müslüman olan Selmân kölelik sebebiyle Bedir ve Uhud´a katılamaz. Resûlullah, efendisiyle mukâtebe yapmasını söyler. 300 hurma fidanı dikmek ve 40 okiyye altın vermek üzere mukâtebe yapar. Ashab ona hurma fidanı temininde yardımcı olur. Resulullah da dikimde yardımcı olur. İstenen altın da temin edilir.
Hürriyetine kavuşan Selmân, Hendek savaşına Reshulullah´la katılır. Sadece katılmakla kalmaz, Hendek yoluyla şehri koruma fikrini o telkin ve tavsiye eder. Hendek´ten sonra yapılan bütün gazvelere katılır. Aleyhissalâtu vesselâm da muvafık bulur. Resûlullah, Selmân´ı, Ebu´d-Derdâ ile kardeşler.
Selmân İslâm´ın tebliğinde, neşrinde elinden gelen gayreti geri bırakmamıştır. İran´ın fethinde ırkdaşlarına karşı seferlere katılmış hatta kamutanlık yapmıştır. Resûlullah onun ihlasını takdir eder ve onu severdi. Bir hadislerinde: “Cennet üç kişiye iştiyak duymaktadır: Ali, Ammâr ve Selmân” buyurmuştur, ayrıca onun Ehl-i Beyt´ten olduğunu söylemiştir.
Selmân Ashab´ın en zahid, en faziletli en hayırlılarındandır. Resûlullah´a yakınlığı vardır. Resûlullah´la geceleyin günlük hususî görüşme saati vardır.
Hz. Ali´ye Selmân´dan sorulunca: “Evvelki ve ahirki ilmi bilir, tükenmez bir denizdir, Ehl-i Beyt´tendir” diye cevap vermiştir.
Selman, Resûlullah´tan sona Irak´a yerleşir. Kardeşi Ebu´d-Derdâ da-Şam´a. Ebu´d-Derdâ Selman´a yazdığı mektupta: “Senden sonra Allah bana mal ve evlad nasib etti. Mukaddes beldeye yerleştim” der. Selman verdiği cevapta: “Bana, Allah´ın mal ve evlad verdiğini yazıyorsun. Bil ki esas olan hayırdır, hayır ise ne mal ne de evlat çokuğundadır. Hayır, ilmin artmasıda, amelinin sana fayda vermesindedir. Bana Mukaddes Belde´ye yerleştiğini yazıyorsun. Bilki belde, kimse için amelde bulunmaz. Ahireti görüyormuşsun gibi çalış ve nefsini ölülerden addet” buyurur. Kendisine bağlanan beşbin dirhemlik tahsisatı alır almaz fakirler arasında dağıtır, kendi eliyle kazandığından yerdi. Hurma dalından eşya dokuma sanatını biliyordu
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), Selmân´ın teklifini kabul ederek hendek kazımını emrettiği zaman Ashab, Selmân´ı daha iyi takdir eder ve Ensâr´la Muhacirûn “Selmân bizdendir” diye aralarında paylaşamazlar. Resûlullah araya girip: “Selman bizden, Ehl-i Beytt´tendir!” buyurur ve ihtilafı halleder.
Selmân´ın İslâm´daki yüce yerini anlamaya, bu yeterli bir menkîbedir.
Selmân (radıyallahu anh)´ın da vefat tarihi ihtilaflıdır. Hz. Osman (radıyallahu anh)´ın hilafetinin sonunda, Hicrî 35´te vefat etmiştir. Hz. Ömer devrinde öldüğü de söylenmiştir. Bazı rivayetler 250 ve hatta 350 yıl yaşadığını belirtir, (radıyallahu anh).[228]
SAHABİLERİN FAZİLETLERİ BÖLÜMÜ
* EBU MUSA EL-EŞ´ARÎ (RADIYALLAHU ANH)
ـ4461 ـ1ـ عَنْ أبى مُوسى رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: لَوْ رَأيْتَنِى الْبَارِحَةَ وَأنَا اَسْتَمِعُ لِقِرَاءَتِكَ؟ لَقَدْ اُعْطِيتَ مِزْمَاراً مِنٌْ مَزَامِيرِ آلِ دَاوُدَ[. أخرجه الشيخان والترمذي.وزاد في رواية البَرْقَانِى عن مسلم: »لَوْ عَلِمْتُ واللّهِ يَا رَسُولَ اللّهِ أنَّكَ تَسْتَمِعُ لِقِرَاءاتِى لَحَبَّرْتُهُ لَكَ تَحْبِيراً«.قَوْلَه: »التَّحْبِيرُ« التَّحْسِينُ .
1. (4461)- Ebû Musa (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdularki: “Keşke dün akşam senin kıraatini dinlerken beni bir görseydin! Gerçekten sana, Hz. Dâvud´un mizmarlarından bir mizmâr verilmiş.” [Buhârî, Fezâilu´l-Kur´ân 31;
Müslim, Müsâfirin 236, (793); Tirmizî, Menâkıb, (3854).]Müslim´in Berkânî´den kaydettiği bir rivayetteki ziyadede Ebû Musa demiştir ki: “Ey Allah´ın Resûlü! Bilseydim ki sen beni dinliyorsun, kıraatimi senin için daha da güzelleştirirdim.”[229]
AÇIKLAMA:
1- Bir başka rivayet, hadisin vürud sebebini belirtir: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), Hz. Aişe ile Ebû Musa´ya uğramışlardı. O ise evinde Kur´an okuyordu. Durup onun kıraatını dinlediler. Sonra da yollarına devam ettiler. Ertesi gün Ebû Musa, Resûlullah´la karşılaştı. O zaman Aleyhissalâtu vesselâm yukarıda rivayet edildiği gibi buyurdu.”
Hadis muhtelif vecihlerden gelmiştir. Bir kısmında Ebû Musa´nın sesinin güzel olduğu teyid edilir.
2- Hadiste Âl-i Dâvud tabiri geçer. Biz bunu Hz. Dâvud diye tercüme ettik. Çünkü şârihler, burada Âl-i Dâvud tabiri ile Hz. Dâvud aleyhisselâm´ın kendisinin kastedildiğini, Hz. Dâvud´un aile efradının veya diğer yakınlarının da seslerinin güzel olduğuna dair hiçbir rivayet bulunmadığını belirtmektedirler.
3- Hadiste geçen mizmar´dan maksad güzel sestir. Gerçi mizmâr, çalgı aleti manasına gelir. Ancak çalgı aletinin verdiği ses güzel olduğu için, insanlardaki güzel sese de aradaki benzerlik sebebiyle mizmâr ıtlak olunmuştur ve burada o mânada kullanılmıştır.
4- Ebû Musa el-Eş´arî´nin adı Abdullah İbnu Kays el-Eş´arî´dir. Kavminden bir grupla Mekke´ye gelmiş, orada Saîd İbnu´l-As ile müttefik (halif) olmuş, İslâm´a da girerek tekrar memleketine dönmüştür. Dolayısıyla müslümanlığı eskidir. Bazı rivayetler müslüman olup Habeşistan´a hicret ettiğini kaydeder. Ancak İbnu Abdilberr´e göre, o, elli kişilik bir grup Eş´arî ile gemiye biner. Fırtınaya tutulan gemileri bunları Habeşistan´a götürür. İşte bu geminin Habeşistan´dan dönüşü ile, Habeşistan´ daki müslümanların Ca´fer İbnu Ebî Tâlib başkanlığında dönüşleri birbirine tevafuk eder. Bunlar beraberce Hayber´in fethi sırasında dönerler. Bunlara Ashâb-ı Sefineteyn denmiştir: Eş´arilerin sefînesi, Caferin sefînesi, (Sefîne, gemi demektir.) İbnu İshak´ın Ebû Musa´yı Habeşistan muhacirleri arasında zikretmesi, bu Eş´arî grubunun Habeşistan´da bir müddet ikametten sonra müslümanlarla beraber dönmelerinden ileri gelmiştir. Resûlullah, Ashâb-ı Sefîneteyn´e Hayber ganimetinden pay ayırmıştır.
Ebû Musa el-Eş´arî (radıyallâhu anh), Hicrî 17 yılında Basra´ya, Muğîre´nin yerine vali olmuştur. Hz. Ömer´in (radıyallahu anh) emri ile Ahvâz, İsfahân gibi bellibaşlı merkezleri fethetmiştir. Hz. Ömer´den sonra Hz. Osman (radıyallahu anh) da onun Basra vâliliğini teyid etmiş, ancak bir müddet sonra oraya İbnu Ömer´i tayin ederek Ebû Musa´yı azletmiş, Ebû Musa da Kûfe´ye gidip yerleşmiştir. Halkın ısrarlı talebi üzerine Hz. Osman, Said İbnu´l-As´ın yerine O´nu Kûfe´ye vali yapmıştır. Hz. Osman (radıyallahu anha) şehid edilinceye kadar Kufe valisi olmuştur. Hz. Ali halife olunca, azledecektir
Ebû Musa el-Eşarî, Hakemeyn hadisesinde Hz. Ali´nin hakemi olmuştur. İbnu Abbâs (radıyallahu anhüma), hakem olarak Hz. Muaviye´ nin hakemi Amr İbnu´l-Âs´a denk birinin ve meselâ Ahnef´in olmasını teklif eder. Ancak Hz. Ali Yemenlilerin ısrarlı istekleri üzerine Ebû Musayı hakem tayin eder. Amr ve Ebû Musa´ya Hz. Ali: “Sizi Allah´ın kitabına muvafık olarak hüküm vermeniz şartıyla hakem tayin ediyorum. Allah´ın Kitabı ise tamamiyle benimle beraberdir. Allah´ın kitabıyla hükmetmezseniz hüküm yetkiniz yoktur” der.
Bilindiği üzere Amr İbnu´l-Âs (radıyallâhu anh), Hz. Ali ve Hz. Muâviye´yi her ikisini de hilafetten uzaklaştırıp şura yoluyla halife seçme işini müslümanlara bırakma”yı teklif eder. Ebû Musa da kabul eder. Varılan mutabakat üzerine yaşça büyük olan Ebû Musa (radıyallahu anh) önce söz alır ve Amr İbnu´l-As´ın telkini ile: “Ey insanlar biz bu ümmetin meselesini görüştük, en uygun çözümde fikirlerimiz birleşti. Ali ve Muâviye´yi azledip, halife seçme işini halka bırakmaya karar verdik. Ben Ali ve Muâviye´yi azlediyorum. Siz dilediğinizi seçin!” der ve huzurdan ayrılır.
Huzura gelen Amr: “Bu zâtın söylediklerini işittiniz, müvekkilini azletti. Onun müvekkilini ben de tıpkı onun gibi azlediyorum, kendi müvekkilim olan Muâviye´yi yerinde sabit tutuyorum. Çünkü Hz. Osman´ın yerini alan kimsedir ve Hz. Osman´ın kanının peşindedir. Bu makama da insanların en ziyade hak sahibi olanıdır” der.
Ebû Musa (radıyallahu anh) oyuna getirildiğini anlar ama iş işten geçmiştir. İbnu Abbas: “Burada senin kabahatin yok! Kabahat bu işi sana verende! der.
Biz burada, İslam alemini, müteakip bir kısım ızdıraplara atacak olan hadisenin teferruatına girmeyeceğiz. Ashab hakkındaki hürmet ve hüsn-i zannımıza halel verecek bazı münakaşalara da yer vermeyeceğiz. Kader-i ilâhînin bir cilvesi olarak, katıldıkları siyasi ihtilafta her biri İslam´ın menfaatini kendi nokta-i nazarının galebesinde görerek ihlasla, ısrarla, samimiyetle üzerine düşeni yapmıştır. Arkadan gelen ümmet de: “Hz. Ali haklı ve reyinde isabetli idi” demekte itttifak etmiştir.
Bu ciğersuz hadiselere Hakemeyn (veya Tahkim de denir) hadisesi sebebiyle, ismi karışmış olan Ebû Musa (radıyallahu anh), Kur´ân-ı Kerîm´i güzel okuyuşu ile tanınmıştı. Sesi güzeldi. Sadedinde olduğumuz hadis, o yönünü aksettirmektedir.
Ebû Musa 63 yaşında olduğu halde Kufe´de vefat etmiştir. Hicrî 42 yılında Mekke´de öldüğü de söylenmiştir. Ölüm tarihi ihtilaflıdır. Hicri 44, 49, 50, 52, 53 seneleri de söylenmiştir.[230]
* ABDULLAH İBNU SELAM (RADIYALLAHU ANH)
ـ4462 ـ1ـ عن سعيد بن أبى وقّاصٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]مَا سَمِعْتُ رَسُولَ اللّهِ # يَقُولُ ‘حَدٍ يَمْشِى عَلى ا‘رْضِ، إنَّهُ أهْلُ
الْجَنَّةِ إَّ لِعَبْدِ اللّهِ بْنِ سََمٍ؛ وَفيهِ نَزَلَتِ اŒيَةُ: وَشَهِدَ شَاهِدٌ مِنْ بَنِى إسْرَائِيلَ عَلى مِثْلِهِ[. أخرجه الشيخان .
1. (4462)- Sad İbnu Ebî Vakkâs (radıyallahu anh) anlatıyor: “Yeryüzünde yürüyen hiç kimseye Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın “Cennetliktir” dediğini duymadım. Ancak Abdullah İbnu Selam müstesna. Onun hakkında şu âyet indi. (Meâlen): “(De ki: Söyleyin bana, eğer bu Kur´ân Allah tarafından gönderildiği halde onu inkar ettiyseniz ve) İsrailoğullarından bir şahit de, Tevrat´a dayanarak onu hak kitap olduğuna şahidlik edip iman ettiği halde, siz iman etmeyi büyüklüğünüze yediremezseniz, zalim olmaz mısınız Muhakkak ki Allah zalimler gürûhuna yol göstermez” (Ahkaf 10). [Buharî, Menâkibu´l-Ensâr 19; Müslim, Fezâilu´s-Sahabe 147, (2483).][231]
AÇIKLAMA:
1- Abdullah İbnu Selâm´ın cahiliye devrindeki adı Husayn´dı. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onu Abdullah diye tesmiye buyurmuştur.
Kendisi Hazreç ile halif (müttefik) olmuştu. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Medine´ye gelir gelmez müslüman olmuştur. Abdullah İbnu Selam, yahudi âlimi idi. Resûlullah´ın simasını görünce: “Bu simada yalan olmaz” diyerek İslam´a girmiştir. Der ki: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Medine´ye geldiği zaman onu görmek için ben de çıktım. Yüzünü görür görmez hemen bu yüzün, yalancı yüzü olmadığını anladım. Aleyhissalâtu vesselâm´dan ilk işittiğim şu: “Selamı yayın, yemek yedirin, sıla-i rahim yapın, insanlar uyurken gece namaz kılın, selametle cennete girin” demesi olmuştu.”
2- Sadedinde olduğumuz rivayete göre, Resûlullah, Abdullah İbnu Selam´dan başkasına “cennetlik” olduğunu söylememiş olmalı. Halbuki başta Aşere-i Mübeşşere olmak üzere nicelerine cennetlik olduğunu tebşir buyurmuştur. Sa´d´ın da bunu duymamış olması mümkün değil denilerek tenakuza dikkat çekilmiş ise de, “Kendi nefsini tezkiyeyi hoş bulmadı, nitekim kendisi de Aşere-i Mübeşşere´dendir” diye açıklık getirilmiştir. Ancak bu izah tatminkar bulunmayıp: “Kendi hakkındaki tevazusu, aynı meselede başkası hakkında işittiğini de inkâr etmeyi gerektirmemeli” diye itiraz edilmiştir. İbnu Hacer şöyle bir izah teklif eder: “Sa´d, bunu, Aşere-i Mübeşşere´nin vefatından sonra söylemiş olmalı. Çünkü Abdullah İbnu Selam, onların vefatından sonra da yaşadı. Zira Abdullah´la birlikte Aşere-i Mübeşşere´den müteahhiren yaşayan sadece Sa´d ve Saîd var. Bu manayı “yeryüzünde yürüyen” ifadesi de te´yid eder.”
3- Abdullah İbnu Selam (radıyallahu anh) şu ayetin de kendi hakkında indiğini söylemiştir. (Mealen): “İnkâr edenler: “Sen Allah tarafından gönderilmiş bir peygamber değilsin” diyorlar. De ki: “Sizinle benim aramızda şahid olarak, Allah ile O´nun kitapları hakkında bilgi sahibi olanlar yeter” (Ra´d 43).
Abdullah İbnu Selam, Hicrî 43 yılında vefat etmiştir, (radıyallâhu anh).[232]
* CERÎR İBNU ABDİLLAH EL-BECELÎ (RADIYALLAHU ANH)
ـ4463 ـ1ـ عَنْ جريرٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]مَا حَجَبَنِى رَسُولُ اللّهِ # مُنذُ أسْلَمْتُ وََ رَآنِى إَّ تَبَسَّمَ في وَجْهِى وَلَقَدْ شَكَوْتُ إلَيْهِ أنِّى َ أثْبُتُ عَلى الْخَيْلِ، فَضَرَبَ في صَدْرِى وَقَالَ: اللَّهُمَّ ثَبِّتْهُ وَاجْعَلْهُ هَادِياً مَهْدِيّاً[. أخرجه الشيخان واللفظ لهما، والترمذي .
1. (4463)- Cerîr (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) müslüman olduğum günden beri beni yanına girmekten men etmedi. Beni görüp de yüzüme karşı tebessüm etmediği de olmadı. Ona at üzerinde duramamaktan dert yandım. Bunun üzerine eliyle göğsüme vurdu ve:
“Allahım, bunu (atın üzerinde) sabit kıl, onu hidayete eren ve hidayete erdiren kıl!” buyurdu.” [Buharî, Menâkıbu´l-Ensâr 21; Müslim, Fezâilu´s-Sahâbe 35, (2475); Tirmizî, Menâkıb, (3822).][233]
AÇIKLAMA:
Cerîr İbnu Abdillah İbni Câbir el-Becelî: Müslüman olduğu yıl ihtilaflıdır. İbnu Hacer: “Sahih olanı, Vüfûd senesi olan dokuzuncu senedir” der. İbnu´l-Esîr´in: “Resûlullah´ın vefatından kırk gün önce vefat etti” hükmünü vehim olarak değerlendirir. Delil olarak Resûlullah´ın ona Veda Haccında “İnsanları sustur” demesine dair Buhârî´de gelen rivayeti gösterir. Veda Haccı ise Resûlullah´ın vefatından seksen günden fazla önce vukua gelmiştir.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Cerîr´e, Zü´l-Halasa denen ve içinde put bulunan bir evin yakılması vazifesini verir. Bu maksadla emrine verilen yüzelli atlı ile sefere çıkar. Vazifeyi yapar gelir. Dönüşte Resûlullah kendilerine dua buyurur.
Cerîr, Resûlullah´ın huzuruna girince ona ikram etmiş ve “Size bir kavmin kerîmi (kıymetlisi), büyüğü gelince ona ikram edin (değer verin)” buyurmuştur.
Rivayetler, Resûlullah´ın Cerire iltifatta bulunduğunu, ayrı bir alaka gösterdiğini ifade eder. Cerîr daha huzuruna gelmezden önce onun geleceğini medihkâr sözlerle Ashab´a haber verir: “Yanınıza uğurlu, hayırlı bir zât gelecek, yüzünde melek meshinin izi vardır” buyurur. Bu sebeple Medine´ye yaklaşınca halkın etrafını sarıp dikkatle kendisine nazar ettiklerini müşahede eder ve “Yoksa Resûlullah benim geleceğimden mi bahsetti ” diye sormak zorunda kalır. Hakim´in bir rivayetinde, Ashabıyla oturmakta olan Resûlullah´a gelen Cerîr, her tarafı dolu bularak kapının eşiğine oturur. Aleyhissalâtu vesselâm, üzerinden ridasını çıkararak üzerine oturması için Cerîr´e atar. Ridayı alıp öpen Cerir (radıyallahu anh) duygulanıp ağlar ve: “Ridanıza oturmak bana yaraşmaz” diyerek geri atar. Resûlullah ona bir yer verilmesini iş´âren, sağa sola nazar edip: “Size bir kavmin büyüğü gelince ona hürmet edin” buyurur.
Cerir (radıyallahu anh) Irak´ta cereyan eden savaşlarda müessir roller oynamıştır. Kadisiye ve diğer fetihlerde büyük hizmeti geçmiştir. Dağınık halde bulunan Becîle kabilesini Hz. Ömer derleyip toparlar ve başlarına Cerîr´i koyar.
Cerîr Hicrî 50 yılında vefat etmiştir. 51 ve hatta 54 yılında vefat ettiği de söylenmiştir.[234]
* CÂBİR İBNU ABDİLLAH İBNU HARÂM (RADIYALLAHU ANHÜMA)
ـ4464 ـ1ـ عن جابرٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]لَقَدْ اسْتَغْفَرَ لِى رَسُولُ اللّهِ # لَيْلَةَ الْبَعِيرِ خَمْساً وَعِشْرِينَ مَرَّةً[. أخرجه الترمذي وصححه .
1. (4464)- Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) (kendisine devemi sattığım) Leyletu´l-Baîr´de yirmibeş kere benim için istiğfar ediverdi.” [Tirmizî, Menâkıb, (3851).] [235]
ـ4465 ـ2ـ وعنه رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]لَقِىَنِى رَسُولُ اللّهِ # مَرَّةً وَأنَا مُهْتَمٌّ فقَالَ: مَالِى أرَاكَ مُنْكَسِراً. فَقُلْتُ: اسْتُشْهِدَ أبِى يَوْمَ أُحُدٍ وَتَرَكَ عِياً وَدَيْنَا: فقَالَ: أَ اُبَشِّرُكَ بِمَا لَقِىَ اللّهُ بِهِ أبَاكَ؟ قُلْتُ: بَلَى قَالَ: مَا كَلَّمَ اللّهُ أحَداً قَطُّ إَّ مِنْ وَرَاءِ حِجَابٍ، وَإنَّهُ أحْيَا أبَاكَ فَكَلَّمُهُ كِفَاحاً. فقَالَ: يَا عَبْدِى! تَمَنَّ عَليَّ أُعْطِكَ. قَالَ: يَا رَبَّ تُحْييِنِي فَأقْتَلُ ثَانِيَةَ. فقَالَ سُبْحَانَهُ وَتَعالى: إنَّهُ قَدْ سَبَقَ مِنِّى أنَّهُمْ َ يَرْجِعُونَ، فَنَزَلَتْ: وََ تَحْسَبَنَّ الَّذِينَ قُتِلُوا في سَبِيلِ اللّهِ أمْواتاً اŒية[. أخرجه الترمذي.»كَلَّمَهُ كِفَاحاً« أي مُوَاجَهَةً َ مِنْ وَرَاءِ حِجَابٍ .
2. (4465)- Yine Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Bir defasında ben üzgün bir halde iken Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´la karşılaşmıştık. Bana:
“Seni niye böyle üzgün görüyorum.” buyurdu.
“Babam Uhud´da şehid düştü. Geriye bakıma muhtaç horanta ve bir de borç bıraktı” dedim. Bunun üzerine:
“Allah´ın babana hazırladığı nimeti sana müjde edeyim mi ” dedi. Ben: “Evet!” deyince:
“Allah, hiç kimse ile yüz yüze konuşmuş değildir, daima perde gerisinde konuşur. Ancak, babanı ihya etti ve perdesiz konuştu:
“Ey kulum, dedi. Ne dilersen benden iste vereyim!”
“Ey Rabbim dedi baban, beni dirilt, senin yolunda ikinci sefer bir daha öldürüleyim!” Allah Teâla hazretleri:
“Ama ben daha önce şu hükmü koymuşum: “Ölenler artık geri dönmeyecekler!” buyurdu. Bunun üzerine şu âyet nazil oldu. (Meâlen): “Allah yolunda şehid edilenleri ölü sanma. Onlar, Rabblerinin katında hayat sahibidirler ve O´nun nimetleriyle rızıklanırlar” (Âl-i İmrân 169). [Tirmizî, Tefsir Al-i İmran, (3013).] [236]
AÇIKLAMA:
1- Birinci hadiste temas edilen Leyletü´l-Baîr (= deve gecesi) tabiri ile, Hz. Câbir´in bir sefer sırasında devesini Resûlullah´a satma hadisesine işaret edilmektedir. Mezkur hadise 276-280 numaralı rivayetlerde teferruatlı olarak geçtiği için burada tekrar etmeyeceğiz. Özeti şu: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), bir gazve dönüşü, Hz. Cabir´in devesini, sırtı, yol boyu Câbir´e ait olmak üzere satın alır. Cabir deveye sefer ve antlaşma gereği Medine´ye gelinceye kadar biner. Medine´de Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) devenin parasını verir, deveyi de Câbir´e iade eder.
İkinci rivayetten anlaşılacağı üzere Aleyhissalâtu vesselâm, Hz. Câbir´e, ihtiyacına binaen bu yolla maddi bir yardımda bulunmuş olmaktadır.
2- Hz. Cabir İbnu Abdillah İbni Harâm, Medinelidir, Ensardandır. Babasıyla birlikte ikinci Akabe Biatı´na katıldığı zaman henüz çocuktu. Bedir ve Uhud gazvelerine katıldığı söylenmiştir. Aksi de iddia edilmiştir. Bir rivayette kendisi, Aleyhissalâtu vesselâm´la birlikte 17 gazveye katıldığını söyler; Bedir ve Uhud´a katılmadığını, buna da babasının mâni olduğunu, Uhud´da babası şehid düşünce hiçbir gazveden geri kalmadığını belirtir. Sıffin´e, Hz. Ali´nin yanında yer alarak iştirak etmiştir. Ömrünün sonlarında gözleri görmez olmuştur. Akabe´ye katılanlardan Medine´de vefat edenlerin sonuncusu olmuştur.
Hz. Câbir, hadiste müksirun grubundandır. Sünneti iyi bilenlerdendir. 94 yaşında olduğu halde Hicrî 74 yılında vefat etmiştir, (radıyallahu anh).
Hz. Câbir hakkında daha önce (1. cilt, sayfa 88) genişçe bilgi verdiğimiz için ortaya ediyoruz.[237]
* HZ. ENES İBNU MÂLİK (RADIYALLAHU ANH)
ـ4466 ـ1ـ عن أنسٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَتْ أُمُّ سُلَيْمٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْها: يَا رَسُولَ اللّهِ خَادِمُكَ أنسُ ادْعُ اللّهَ تَعالى لَهُ. فقَالَ: اللَّهُمَّ أكْثِرْ مَالَهُ وَوَلَدَهُ، وَبَارِكْ لَهُ فِيمَا أعْطَيْتَهُ[. أخرجه الشيخان والترمذي .
1. (4466)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Ümmü Süleym (radıyallahu anhâ) dedi ki:
“Ey Allah´ın Resûlü! Hadimin Enes için Allah Teâla Hazretlerine dua ediver!”
Bunun üzerine şu duayı yapıverdi:
“Allahım, onun malını, çocuklarını çoğalt ve ona verdiklerini hakkında mübarek kıl!” [Buhârî, Da´avât 19, 26, 47, Savm 61; Müslim, Mesâcid 268, (660), Fezâilu´s-Sahâbe 141, 142, (2480, 2481); Tirmizî, Menakıb, (3827, 3828).][238]
ـ4467 ـ2ـ وعن أبى خَلْدَةٍ خَالِدِ بْنِ دِينَارٍ قَالَ: ]قُلْتُ ‘بِى الْعَالِيََةَ: سَمِعَ أنَسٌ مِنْ رَسُولِ اللّهِ #؟ قَالَ خَدَمَهُ عَشْرَ سِنِينَ، وَدَعَا لَهُ، وَكَانَ لَهُ بُسْتَانٌ يَحْمِلُ في السَّنَةِ الفَاكِهَةِ مَرَّتَيْنِ، وَكَانَ فِيهِ رَيْحَانٌ يَجِئُ مِنْهُ رَيحُ الْمِسْكِ[. أخرجه الترمذي .
2. (4467)- Ebû Halde Hâlid İbnu Dinâr anlatıyor: “Ebû´l-Aliye´ye: “Enes, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´dan hadis işitti mi ” diye sordum. Ebû´l-Âliye:
“(Bu nasıl soru ) Hz. Enes on yıl Resûlullah´a hizmet etti, Resûlullah onun için duada bulundu. Enes´in bir bahçesi vardı, yılda iki sefer meyve verirdi. Bahçede bir reyhanı vardı, ondan misk kokusu gelirdi” diye cevap verdi.” [Tirmizî, Menakıb, 3832).][239]
AÇIKLAMA:
Enes İbnu Mâlik (radıyallahu anh), Ümmü Süleym´in oğludur. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´la hususiyeti olan bir aileye mensuptur. Okuma yazma da bilen Enes, Resûlullah´ın hizmetçiliği gibi şerefli bir hizmeti on yıl yürütme bahtiyarlığına ermiştir. Hadisleri yazmış, çokça rivayet edip müksirûn arasında yer almıştır.
Birinci ciltte (sayfa, 75) yeterince tanıttığımız için burada kısa kesiyoruz.[240]
* BERÂ İBNU MALİK (RADIYALLAHU ANH)
ـ4468 ـ1ـ عن أنسِ بن مالكٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: كَمْ مِنْ أشْعَثَ أغبَرَ ذِى طِمْرَيْنِ َ يُؤْبُهُ لَهُ؛ لَوْ أقْسَمَ عَلى اللّهِ ‘بَرَّهُ، مِنْهُمُ الْبَرَاءُ ابْنُ مَالِكٍ[. أخرجه الترمذي .
»ا‘شْعَثُ« الْبَعِيدُ الْعَهْدُ بِالدُّهْنِ وَالتَّسْرِيحِ وَالْغَسْلِ.»الطِّمْرُ« الثَّوْبُ الْخَلِقُ.وَ»َ يُؤْبَهُ لَهُ« أىْ َ يُعْرَفُ وََ يَعْلَمُ بِهِ لِحَقَارَتِهِ.وقوله »‘بَرَّهُ« أي أبَّر قَسَمَهُ: أيْ صَدَّقَهُ وَجَعَلَهُ بَارّاً َ يَحْنِثُ .
1. (4468)- Hz. Enes İbnu Mâlik (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Saçı sakalı birbirine karışmış, eski püskü elbiseler içinde, kimsenin itibar etmediği niceleri vardır ki, Allah´a kasemde bulunsa, Allah onun yeminini boşa çıkarmaz. İşte Berâ İbnu Mâlik öylelerindendir.” [Tirmizî, Menâkıb, (3853).][241]
AÇIKLAMA:
1- Bera İbnu´n-Nadr el-Ensârî, Hz. Enes´in anababa bir kardeşidir, (radıyallahu anhümâ). Bedr hariç, bütün gazvelere Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´la birlikte katılmıştır. Son derece şecaatli ve gözü kara idi. Hz. Ömer (radıyallahu anh) onun müslüman askerlere komutan yapılmamasını ilgililere yazmış, komutan olması halinde tehlikeli olacağına dikkat çekmiştir. Yemâme savaşında, Müseylime´nin bulunduğu bahçe çerçevesinde çarpışmaların fevkalâde kızıştığı bir anda:
“Ey müslümanlar! Beni bahçenin içine, onların üzerine atın!” demiş, duvarın üzerine kadar taşınmış ve duvardan içeriye atlamıştır. İçeride bahçe kapısı önünde mürtedlerle çarpışmış ve kapıyı açmaya da muvaffak olmuştur. Açılan kapıdan içeri dalan müslümanlar Müseylime´yi öldürerek nihai sonucu almışlardır. O gün Bera (radıyallahu anh) 80 küsur yara almıştır. Halid İbnu Velid (radıyallahu anh) bir ay kadar tedaviye tabi tutmuş ve yaraları iyileşmiştir.
2- Sadedinde olduğumuz hadis, Berâ´nın bir başka yönünü nazara vermektedir: Duasının makbuliyeti, yani Cenâb-ı Hakk´ın onun kasemini boş çevirmemesi. İran şehirlerinden Tüster´in fethi sırasında askerler arasında bir dağılma olur. Müslümanlar Berâ´ya:
“Ey Berâ! Rabbine kasemde bulun!” derler. O da, düşmanın hezimeti ve Resûlullah´a kavuşma hususunda Allah´a kasemde bulunur ve düşmana atılır. Askerler de onunla birlikte saldırıya geçerler. Fars büyüklerinden Merzûbanu´z-Za´re´yi öldürür ve onun selebini alır. Fars askerleri bozguna uğrar. Ancak, Hürmüzan da onu öldürür. Tüster´in fethi sırasında Bera´nın teke tek çarpışma ile yüz kişi öldürdüğü, onun iştirakiyle öldürülenlerin bu sayının dışında olduğu belirtilir.
Berâ güzel sesli idi. Resûlullah sefer sırasında develerin yürüyüş ritmini onun nâmeleriyle ayarlatıyordu. Bazı rivayetler seferde erkekler için Bera´nın, kadınlar kafilesi için de Enceşe´nin nâme okuduğunu belirtir.
Berâ´nın ölüm yılı Hicrî 20´dir. Hicrî 19, 23 olduğu da söylenmiştir.[242]
* SABİT İBNU KAYS İBNU ŞEMMÂS (RADIYALLÂHU ANH)
ـ4469 ـ1ـ عن أنس بنِ مالكٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]افْتَقَدْ رَسُولُ اللّهِ # ثَابتَ بْنَ قَيْسَ فقَالَ رَجُلٌ يَا رَسُولَ اللّهِ: أنَا أعْلَمُ لَكَ عِلْمَهُ. فَأتَاهُ فَوَجَدَهُ جَالِساً في بَيْتِهِ مُنَكِّساً رَأسَهُ يَبْكِى. فقَالَ: مَا شَأنُكَ؟ قَالَ: شَرٌّ، كَانَ يَرْفَعُ صَوْتُهُ فَوْقَ صَوْتِ النَّبِىَّ #، فقَدْ حَبِطَ عَمَلُهُ وَهُوَ مِنْ أهْلِ النَّارِ. فَأتَى الرَّجُلُ النَّبِىَّ # فأخْبَرَهُ. فقَالَ: اذْهَبْ إلَيْهِ فَقُلْ لَهُ إنَّكَ لَسْتَ مِنْ أهْلِ النَّارِ. وَلكِنَّكَ مِنْ أهْلِ الْجَنَّةِ[. أخرجه الشيخان .
1. (4469)- Hz. Enes İbnu Mâlik (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), Sabit İbnu Kays´ı sormuştu. Bir adam:
“Ey Allah´ın Resûlü! Ben onun yerini biliyorum!” dedi ve gidip evinde oturmuş, başı önde ağlıyor vaziyette buldu.
“Neyin var, (niye ağlıyorsun) ” dedi.
“(Sorma), Şerr var! Sesim, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın sesinin üstüne çıkıyordu, bütün amelim gitti, cehennemliğim” dedi. Adam, Sâbit´in bu sözlerini işitince doğru Aleyhissalâtu vesselâm´a geldi ve durumu haber verdi.
“Ona git ve söyle buyurdular, sen cehennemlik değilsin, bilakis sen cennetliksin!” [Buhârî, Menâkıb 25, Tefsir , Hucurat 1; Müslim, İmân 187, (119).] [243]
ـ4470 ـ2ـ وفي رواية لمسلم: ]لَمَّا نَزَلَ قَوْلُهُ تَعالى: يَا أيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا َ تَرْفَعُوا أصْوَاتَكُمْ فَوقَ صَوْتِ النَّبىِّ اŒية: جَلَسَ ثَابِتٌ رَضِيَ اللّهُ عَنْه يَبْكِى في بَيْتِهِ فَالْتَمَسَهُ النّبىُّ #، وَذَكَرَ الْحَدِيثَ[ .
2. (4470)- Müslim´in bir rivayetinde: “Allah Teâla´nın şu ayeti indiği zaman (meâlen): “Ey iman edenler! Seslerinizi, Peygamberin sesinden fazla yükseltmeyin!…” (Hucurat 2), Sabit (radıyallahu anh) evinde oturup ağlamaya başladı. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onu aradı…” şeklindedir.” [Müslim, İman 187, (119).][244]
AÇIKLAMA:
1- Sabit İbni Kays İbnu Şemmâs, Ensâr´ın ve Resûlullah´ın hatibi idi, tıpkı Hassan İbnu Sâbit´in Resûlullah´ın şairi olduğu gibi. Uhud´a ve diğer bütün gazvelere iştirak etti. Yemame savaşında şehid düştü.
2- Sadedinde olduğumuz rivayetler, Hucurât suresinde mü´minlere hitab edilerek, seslerini Hz. Peygamberin sesinden daha fazla yükseltmemelerini, aksi takdirde amellerinin heba olacağı bildirilince, Sabit´in üzüldüğünü ve ağladığını göstermektedir. Çünkü Sâbit gür seslidir ve onun sesi Resûlullah´ın sesini bastıracak kadar güçlü çıkmaktadır”. Onun bu üzüntüsüne muttali olan Hz. Peygamber, âyette bunun kastedilmediğini, bilakis ehl-i cennet olduğunu müjdeler. Burada kastedilen, haddini bilmemek, sünnette beyan edilen ölçülere uymayan ölçüler, değerler ortaya koymak, bid´ayı seyyieye girmektir.[245]
* ADİYY İBNU HÂTİM (RADIYALLÂHU ANH)
ـ4471 ـ1ـ عن عَدِىٍّ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قَالَ: ]أتَيْتُ عُمَرَ بْنَ الْخَطَّابِ في نَفَرٍ مِنْ قَوْمِى فَجَعَلَ يَفْرِضُ لِلرَّجُلِ مِنْ طَيِّىءٍ في ألْفَيْنِ وَيُعْرِضُ عَنِّى فَاسْتَقْبَلْتُهُ فَأعْرَضَ عَنِّى. ثُمَّ أتَيْتُهُ مِنْ حِيَالِ وَجْهِهِ فَأعْرَضَ عَنِّى فَقُلْتُ يَا أمِيرَ الْمُؤْمِنِينَ: أتَعْرِفُنِى؟ فَضَحِكَ، وَقَالَ: نَعَمْ؛ واللّهِ إنِّى ‘عْرِفُكَ. آمَنْتَ إذْ كَفَرُوا، وَأقْبَلْتَ إذْ أدْبَرُوا، وَوَفَيْتَ إذْ غَدَرُوا، وَاِنَّ أوَّلَ صَدَقَةٍ بَيَّضَتْ
وَجْهَ رَسُولِ اللّهِ # وَوُجُوهَ أصْحَابِهِ صَدَقَهُ طَيِّىءٍ جِئْتَ بِهَا إلى رَسُولِ اللّهِ #، ثُمَّ أخَذَ يَعْتَذِرُ. ثُمَّ قَالَ: إنَّمَا فَرَضْتُ لِقَوْمٍ أجْحَفَتْ بِهِمُ الْفَاقَةُ وَهُمْ سَادَةُ عَشَائِرِهِمْ لِمَا يَنُوبُهُمْ مِنَ الْحُقُوقِ. قُلْتُ: فََ أُبَالِى إذاً[. أخرجه الشيخان.»يَفْرِضُ« أي يُوجِبُ لَهُ هَذَا الْمَقْدَارُ في الْعَطَاءِ.و»حِيَالُ الشَّىْءِ« تلقاؤه وما يواجهه.و»أجحْفَتْ بِهِ الفَاقَةُ« إذَا أفقرته وأذهبت ماله وجعلته محتاجاً إلى عشيرته.و»الفَاقَةُ« الْفَقْرُ والْحَاجَةُ.وَأرَادَ بِقُوْلِهِ: »لِمَا يَنُوبُهُمْ« مَا يَتَجَدَّدُ لَهُمْ مِنَ الْحَوَادِثِ الَّتِى يَحْتَاجُونَ الى ا“فْقِ فِيهَا .
1. (4471)- Hz. Adiyy (radıyallahu anh) anlatıyor: “Kavmimden bir grupla Ömer İbnu´l-Hattab (radıyallahu anh)´ın yanına geldim. Tayy kabilesine mensup her bir adam için ikibin (dirhem) tahsisat ayırdı, benden ise yüz çevirdi. Ben karşısına geçtim, yine benden yüz çevirdi. Ben tekrar karşı tarafına geçtim. O yine bana tersini döndü. Bu durumda, ben:
“Ey mü´minlerin emiri! Beni tanıyor musun ” dedim. Güldü ve:
“Evet! Vallahi seni tanıyorum!” dedi ve ilave etti:
“Onlar kâfirken sen iman etmiştin. Onlar yüz çevirirken sen gelmiş (teslim olmuş)tun. Onlar ahdinden cayarken sen ahdinde sadık kalmıştın. Ayrıca, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın yüzünü ve Ashab´ının yüzlerini ağartan ilk zekat parası da, senin Tayy kabilesinden Resûlullah´a getirdiğin zekât parası olmuştu.”
(Hz. Ömer bu sözlerinden) sonra, (bana vermeyişinin) özrünü beyana geçti ve dedi ki:
“Ben, fakirlik sebebiyle yoksul duruma düşenlere tahsisat ayırdım. Onlar aşiretlerinin seyyidleridir. Temsil ettikleri adamlarının (arız olacak kıtlık hallerinde onlara infak gibi) hukuklarını üzerlerinde taşımaktadırlar. (Bu sebeple, geride kalan adamları adına onlara tahsisat verdim.)
Bu açıklama üzerine Adiyy, Hz. Ömer´e:
“Öyleyse tamam, bana vermemeni normal karşılarım” dedi.”
[Bu rivayeti müellif, Buhârî ve Müslim´e nisbet etmektedir. Buhârî´de mevcut değildir. Müslim´de muhtasar olarak gelmiştir (Fezailu´s-Sahabe 196, (2523), Rivayet, Ahmed İbnu Hanbel´in Müsned´inde yer almaktadır. (1, 45).][246]
AÇIKLAMA:
1- Adiyy İbnu Hâtim İbni Abdillah et-Tâî, Sehâveti ile meşhur olmuş Hâtim-i Tâî´nin oğludur. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın Tayy kabilesine yaptığı seferde, Suriye´ye kaçmış idi. Yakalanan esirler arasında Adiyy´in yaşlı kızkardeşi Seffâne de vardı. Resûlullah bütün esirlere iyi muamele yapmış, hususen Adiyy´in kızkadeşine, -babasının şöhreti ve kavminin ona olan sevgi ve saygısı sebebiyle- çok daha farklı bir muamele yapmıştı: Deriden mamul müstakil bir çadırda ağırlamak, bütün ihtiyaçlarını görmek, dilediği zaman en iyi şartlarda memleketine göndermek gibi. Şan ve şereflerine muvafık bu muamelelerden memnun kalan Seffane müslüman olmuş, kardeşi Adiyy´i, Resûlullah´la anlaşması için Medine´ye göndermiş idi. O da, ilk mülakatta hıristiyanlığı bırakıp müslüman olmuştur. Bu hadise hicretin dokuzuncu senesinde cereyan eder. Mamafih onuncu yılda olduğu da söylenmiştir. Adiyy, bu gelişini ve Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´la mülakatını, aralarında geçen konuşmaları ve müslüman oluşunu anlatır. Bazı mühim tesbitleri şöyle:
* Medine´ye gelince müslümanlar kendisini ilgiyle karşılayıp: “Adiyy geldi! Adiyy geldi!” diye sevinç izhar ederler, halbuki henüz hıristiyandır.
* Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) da Adiyy´i ilgiyle karşılar. Evine götürür. Tek minderini Adiyy´e verir, kendisi yerde oturur. Bu davranışlar Adiyy üzerinde fethedici tesirler hasıl eder.
* Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) müslüman olmasını teklif eder. Adiyy: “Benim dinim var, hıristiyanım” der ise de, Aleyhissalâtu vesselâm: “Ben senin dinini senden iyi bilirim” der ve hıristiyanlıkta yasak olan bazı şeyleri sayar ve bunları Adiyy´in yaptığını söyler. Sonra: “Ey Adiyy İslam´a gir, selameti bul!” diye İslâm teklifini tekrarlar. Adiyy´in tereddüdü üzerine Aleyhissalâtu vesselâm: “İslam´ı benimsemene mâni olan, etrafımdakilerin zayıflığı ise, şunu bil ki az bir müddet sonra bütün insanların tek bir cemaat olduğunu… Hir´den devesine binen bir kadının hiçbir himayeye muhtaç olmadan korkusuzca tek başına Beytullah´ı tavaf edeceğini göreceksin… Yine göreceksin ki yakında Kisra´ nın hazineleri bize açılacak! Kisra´nın hazineleri bize açılacak! Kisrâ´nın hazineleri bize açılacak! Öyle ki kişi, “kime zekatımı vereyim ” diye sıkıntıda kalacak…” buyurur. Aleyhissalâtu vesselâm´ın bu sözlerini anlatan Adiyy: “Resûlullah´ın ihbarlarından ikisini gördüm: Kadın, korkusuzca seyahat edip Beytullah´ı ziyaret edebilmektedir. Kisra´nın hazinelerine sefere çıkan ilk gazveye bizzat katıldım. Resûlullah´ın söylediği üçüncü şeyin de gerçekleşeceğine yemin ederim” diyecektir.
* Adiyy, bu konuşmaların akabinde müslüman olur.
2- Adiyy, Resûlullah´ın vefatından sonra bir kısım bedevilerin irtidadı zamanında hiç sarsılmamış, Hz. Ebû Bekr´e kavminin zekatını getirip vermiştir. Kavmi de kendisi gibi İslam´da samimi ve sabit kalmıştır. Resûlullah´tan çok sayıda hadis rivayet etmiş olan Adiyy, babası gibi cömert ve şerefli bir insandı. Kavmi ve başkaları nezdinde daima hürmet görmüş, sayılmış ve büyüklenmiştir. Yanına girdiği zaman Aleyhissalâtu vesselâm´da ona ikram etmiş, değer vermiştir. Hazır cevaplılığı da onun menkîbeleri arasında yer alır.
3- Adiyy (radıyallahu anh) Irak´ın fethine iştirak eder. Kadisiye, Mihran, Yevm-i Cisr vs. mühim savaşlarda Ebû Ubeyde ile birlikte olur. Suriye´nin fethinde de Halid İbnu´l-Velid ile birlikte olur, bir kısım savaşlara katılır. Hâlid (radıyallahu anh), alınan ganimetlerin humus´ larını Hz. Ebû Bekr´e onunla gönderir.
4- Adiyy, Kûfe´ye yerleşir. Şa´bi der ki: “Eş´as İbnu Kays, Adiyy İbnu Hâtim´e adam göndererek, baba Hatim´i Tâî´nin tencerelerini iareten ister. Adiyy tencereleri doldurup adamlarla gönderir. Eş´as geri çevirip: “Biz bunları boş istiyorduk!” der. Adiyy tencereleri tekrar dolu yollayıp:
“Biz bunları hiç boş olarak iare etmeyiz!” der. Adiyy karıncalara ekmek parçalayıp atar:
“Bunlar komşularımızdır, bunların, üzerimizde hakları var!” derdi. Adiyy Sıffin´de Hz. Ali´nin yanında yer almıştır.
Adiyy (radıyallahu anh) Hicrî 67 yılında Kufe´de vefat etmiştir. Hicrî 68, 69 da denmiştir. Öldüğü zaman 120 yaşındaydı. [247]
* HZ. EBÛ HUREYRE (RADIYALLAHU ANH)
ـ4472 ـ1ـ عَنْ أبى هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قُلْتُ يَا رَسُولَ اللّهِ، أسْمَعُ مِنْكَ أشْيَاءَ فََ أحْفَظُهَا. فقَالَ: ابْسُطْ رِدَاءَكَ. فَبَسَطْتُهُ. فَحَدَّثَنِى حَدِيثاً كَثيراً فَمَا نَسِيتُ شَيْئاً حَدَّثَنِى بِهِ[. أخرجه الشيخان والترمذي، وهذا لفظه .
1. (4472)- Hz. Ebû Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Ey Allah´ın Resûlu! dedim, senden çok güzel şeyler işitiyorum, fakat ezberimde tutamıyorum!”
“Ridanı aç!” emrettiler. Ben de açtım [Dua buyurdu, sonra topladım]. Bundan sonra bana çok hadis söyledi. Ben söylediklerinden hiçbirini unutmadım.” [Buhârî, İlim 42; Müslim, Fezâilu´s-Sahâbe 159, (2492); Tirmizî, Menâkıb, (3833, 3834).][248]
AÇIKLAMA:
Bu rivayet, Ebû Hureyre´nin, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´ın dualarına nasıl mazhar olduğunu ve mazhariyetin bereketine, hâfızasına güç geldiğini, öyle ki, bundan böyle Resûlullah´tan dinlediği hiçbir hadisi unutmadığını göstermektedir.
Esasen Ebu Hüreyre hakkında birinci ciltte (s. 62-71) geniş bilgi verdiğimiz için burada tekrar etmeyeceğiz.[249]
* CÜLEYBİB (RADIYALLAHU ANH)
ـ4473 ـ1ـ عن أبى برزةَ ا‘سْلَمىّ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]كَانَ رَسُولُ اللّهِ # في مَغْزىً لَهُ فَأفَاءَ اللّهُ عَلَيْهِ. فقَالَ ‘صْحَابِهِ: هَلْ تَفْقِدُونَ مِنْ أحَدٍ؟ قَالُوا: نَعَمْ؛ فُناً وَفَُناً وَفَُناً. ثُمَّ قَالَ: هَلْ تَفْقِدُونَ مِنْ أحَدٍ؟ قَالُوا: نَعمْ؛ فَُناً وَفُناً وَفَُناً. ثُمَّ قَالَ: هَلْ تَفْقِدُونَ مِنْ أحَدٍ؟ فَقَالُوا: َ. قَالَ: لَكِنِّى أفْقِدُ جُلَيْبِيباً. فَطَلَبُوهُ فَوَجَدُوهُ الى جَنْبِ سَبْعَةٍ قَدْ
قَتَلَهُمْ ثُمَّ قَتَلُوهُ. فَأتَى النَّبِىُّ # فَوقَفَ عَلَيْهِ. ثُمَّ قَالَ: قَتَلَ سَبْعَةً ثُمَّ قَتَلُوهُ، هَذَا مِنِّى وَأنَا مَنْهُ، هذَا مِنِّى وَأنَا مِنْهُ. ثُمَّ وَضَعَهُ عَلى سَاعِدَيْهِ لَيْسَ لَهُ سَريرٌ إَّ سَاعِدَ النبىِّ #. قَالَ: فَحُفِرَ لَهُ وَوُضِعَ في قَبْرِهِ وَلَمْ يَذْكُرْ غُسًْ[. أخرجه مسلم.قوله: »فَأفَاءَ اللّهُ عَلَيْهِ« اَلْفَىْءُ: مَا يَحْصِلُ لِلْمُسْلِمِينَ مِنْ أمْوَالِ الْكُفَّارِ وَأهْلِهِمْ وَدِيَارِهِمْ بِغَيْرِ قِتَالٍ وََ حَرْبٍ .
1. (4473)- Ebû Berze el-Eslemî (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) gazvelerinden birinde idi. Allah Teâla Hazretleri ganimet nasib etti. Ashab´ına: “Arkadaşlarınızdan herhangi bir kayıp verdiniz mi ” diye sordu.
“Evet! dediler. Falanca, falanca ve falanca!” Resûlullah yine sordu:
“Başka bir kaybınız var mı ” Ashab:
“Evet! Falanca, falanca, falanca! dediler. Aleyhissalâtu vesselâm yine sordu:
“Başka bir kaybınız yok mu ”
“Hayır! Yok! dediler.
“Ama ben Cüleybib´i kaybettim [Onu arayın!]” emretti. Ashab onu aradı ve öldürmüş olduğu yedi kişinin yanında bulundu. Düşmanlar da onu öldürmüşlerdi. Aleyhissalâtu vesselâm gidip başucunda durdu ve:
“O, yedi kişiyi öldürmüş, onlar da onu öldürmüşler! Bu bendendir, ben de ondanım. Bu bendendir, ben de ondanım!” buyurdu. Sonra Cüleybib´i kolları arasına aldı. Ona, Resûlullah´ın kollarından başka yatak olmamıştı.
“Ravi devamla der ki: “Ona bir mezar kazıldı. Kabrinin içine konuldu.” Gusledildiğini zikretmedi.” [Müslim, Fezâilu´s-Sahâbe 131, (2472).][250]
AÇIKLAMA:
1- Cüleybib (radıyallahu anh) Ensârî´dir. Kısa boylu çirkince bir zattı. Resûlullah´ın, Ensar´dan bir zâtın kızıyla bunu evlendirmesi hikayesi kitaplarageçmiştir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Cüleybib´i dilediği bir kızla evlendirmek üzere araya girdiği vakit, kızın annesi ve babası bu evlendirmeye razı olmak istemezler. Ancak kız, Aleyhissalâtu vesselâm arzusunu işitir işitmez şu ayeti okur: “Allah ve Resulü bir meselede hükmünü verdiği zaman, bir mü´min erkeğin yahut bir mü´min kadının, artık işlerinde bir başka yolu seçme hakkı yoktur. Kim Allah´a ve Resûlüne isyan ederse, apaçık bir sapıklığa düşmüştür” (Ahzâb 36) ve ilave eder: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın benim için münasip görüp razı olduğuna ben de razıyım ve kabul ediyorum” der.
Bu davranıştan memnun kalan Aleyhissalâtu vesselâm, bu bahtiyar kıza dua buyurur:
“Allahım, ona hayrı bol bol ver, geçimini de dar kılma!”
Bu duay-ı nebevî bereketine, kızın, Ensar kadınları arasında mal ve nafakaca en zengini olduğu belirtilir.
2- Sadedinde olduğumuz rivayet, Cüleybib´in bir başka menkîbesine yer vermekte, şehid oluşunu anlatmaktadır. 7 kişiyi öldürdükten sonra şehid edilir. Resûlullah´ın kolları arasında defnedilmek gibi bir bahtiyarlığa erer, (radıyallahu anh).
3- Rivayetin sonunda yer alan: “Gusledildiğini zikretmedi” sözü, Cüleybib´e şehid muamelesi yapıldığını ifade eder. Çünkü şehidler kabirlerine yıkanmadan konulurlar.[251]
* HÂRİSE İBNU SÜRAKA (RADIYALLAHU ANH)
ـ4474 ـ1ـ عن أنسٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]أتَتْ أُمُّ حَارِثَةَ النبيَّ #؛ فقَالَتْ: يَا نَبِىَّ اللّهِ حَدِّثْنِى عَنْ حَارِثَةَ، وكَانَ قُتِلَ يَوْمَ بَدْرٍ أصَابَهُ سَهْمُ غَرْبٍ، فَإنْ كَانَ في الْجَنَّةِ صَبَرْتُ، وَإنْ كَانَ غَيْرَ ذلِكَ اجْتَهَدْتُ عَلَيْهِ في الْبُكَاءِ. فقَالَ: يَا أُمِّ حَارِثَةَ إنَّهَا جِنَانٌ في الْجَنَّةِ، وَإنَّ ابْنَكِ أصَابَ الْفِرْدَوْسَ ا‘عْلى[. أخرجه البخاري والترمذي .
يَقَالُ »أصَابَهُ سَهْمُ غَرْبٍ« بِا“ضَافَةِ وَتَرْكِهَا وَتَحَرُّكِ الرَّاءِ وَتُسْكَنُ: إذَا لَمْ يَدْرِ مِنْ أيْنَ أتَاهُ .
1. (4474)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Ümmü Hârise (radıyallahu anhâ), Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a geldi ve:
“Ey Allah´ın Resulü! Bana Hârise´den haber ver!” dedi. -Harise, Bedir günü isabet eden serseri bir ok sebebiyle ölmüştü.- (Kadın devamla): “Eğer cennetteyse sabredeceğim, değilse (dünya evinde olduğum müddetçe) ağlamaya devam edeceğim” dedi. Aleyhissalâtu vesselâm:
“Ey Ümmü Hârise! [Cennetin tek bir bahçe olduğunu mu sanırsın ] Cennette bahçeler var. Senin oğlun ise, Firdevs-i a´lâ´ya kondu” buyurdular. [Bunun üzerine kadın gülerek geri döndü.]” [Buhârî, Cihad 14, Megâzî 9, Rikâk 51; Tirmizî, Tefsir, Mü´minun, (3173).][252]
AÇIKLAMA:
1- Hadisin bir başka veçhinde şu ziyade gelmiştir: “Oğlun Firdevs-i A´lâ cennetindedir. Onun tavanı Arş-ı Rahmân´dır. Cennetteki nehirler buradan kaynar. Allah yolunda -Sabah veya öğleden sonra- atılan bir adım, dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır. Sizden birinin yay veya okunun dünyada işgal ettiği yer kadar cennetteki bir yeri, dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır.[253] Cennet ehlinin kadınlarından biri dünyada görünecek olsa, nuruyla yeryüzünü ve onda bulunan her şeyi aydınlatırdı. Kadının başörtüsü, dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır.”
2- Hadiste, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın, ölenin arkasından matem tutmaya cevaz verdiği hükmü çıkmaktadır. Zira matem tutacağını söyleyen kadını tevbih etmemiş, bu sözü sebebiyle onu tenkid etmemiş, zecrde bulunmamıştır. Bu bir nevi takrir olmaktadır. Alimler, bu davranışın mensuh olduğunu, matem yasağının konmasından önceye ait olduğunu belirtirler. Nitekim hâdise Bedir gazvesinin akabinde vukûa gelmiştir. Halbuki matem yasağı Uhud savaşından sonra teşrî edilmiştir.
3- Hadiste cennetin çeşitli dereceleri olduğu belirtildiği gibi, Firdevs cennetinin en üst tabakayı teşkil ettiği belirtilmektedir. Başka hadislerde cennetin yüz derecesi olduğu, iki derece arasında arzla sema arasındaki mesafe kadar seviye farkı bulunduğu belirtilmiştir.
4- Hârise İbnu Süraka Medinelidir ve Hazrecîdir. Annesi, Rebî Bintu´n-Nadr´dır. Hz. Enes´in halasıdır. Annesine karşı son derece saygılı ve hayırhah idi, hukukunu elinden geldikçe yerine getiriyordu. Bu sebeple annesi onu çok seviyordu. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Ben cennete girdim, Hârise´yi gördüm…” demiştir. Resûlullah´tan, şehid olması için dua talep etmiştir. Bedir savaşının bidayetlerinde, havuzdan su içerken atılan bir ok isabet eder ve şehid olur. Ensar´dan ilk şehidin o olduğu söylenmiştir, (radıyallahu anh).[254]
* HALİD İBNU´L-VELİD (RADIYALLAHU ANH)
ـ4475 ـ1ـ عن أبى هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]نَزَلْنَا مَعَ رَسُولِ اللّهِ # مَنْزًِ فَجَعَلَ النَّاسُ يَمُرُّونَ. فَيَقُولُ رَسُولُ اللّهِ #: مَنْ هذَا يَا أبَا هُرَيْرَةَ؟ فَأقُولُ: فَُنٌ. فَيَقُولُ: نِعْمَ عَبْدُاللّهِ هذَا؛ وَيَقُولُ مَنْ هذَا؟ فَأقُولُ: فَُنٌ. فَيَقُولُ: بِئْسَ عَبْدُاللّهِ هذَا. حَتّى مَرَّ خَالِدُ بْنُ الْوَلِيدِ رَضِيَ اللّهُ عَنْه. فقَالَ: مَنْ هذَا؟ فَقُلْتُ: خَالِدُ بْنُ الْوَلِيدِ. قَالَ: نِعْمَ عَبْدُ اللّهِ، هذَا سَيْفٌ مِنْ سُيُوفِ اللّهِ تَعالى[. أخرجه الترمذي .
1. (4475)- Ebû Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile birlikte bir yere indik. Halk geçmeye başladı. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
“Ey Ebû Hureyre bu kim ” diye soruyordu. Ben de:
“Falanca!” diyordum.
“Bu, Allah´ın ne iyi kulu!” diyordu. Sonra tekrar soruyordu:
“Peki şu kim ”
“Falanca” diyordum.
“Bu Allah´ın ne kötü kulu!” diyordu. Bu hal, Halid İbnu´l-Velid (radıyallahu anh) geçinceye kadar devam etti. O zaman:
“Bu kim ” diye yine sordu. Ben:
“Hâlid İbnu´l-Velîd!” dedim.
“Bu Allah´ın ne iyi kulu! Bu Allah´ın kılınçlarından bir kılınç!” buyurdu.” [Tirmizî, Menakıb, (3845).][255]
AÇIKLAMA:
1- Konuşma, hangi gazvede olduğu belirtilmeyen bir sefer sırasında cereyan eder. Bazı şarihlere göre Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) çadırda olmalıdır. Zira, aksi halde Halid İbnu Velîd gibi birisini tanıması gerekirdi.
2- Resûlullah burada, takdir edilecekleri “Ne iyi kul!” diye takdir ederken, kötülere de “Ne kötü kul” diyerek takbih etmiştir. Alimler bunu, yasak olan gıybet addetmezler. Çünkü insanlara gelecek zararından onları korumak için, fıskının, kötülüğünün beyan edilmesi tecviz edilmiştir. Buradaki takbih bu nevdendir.
3- Hz. Hâlid İbnu Velid (radıyallahu anh) üzerine gerekli açıklamayı, Hudeybiye Sulhü vesilesiyle 4269 numaralı hadisin akabinde yaptık. Burada tekrara hacet görmüyoruz.[256]
* AMR İBNU´L-AS (RADIYALLAHU ANH)
ـ4476 ـ1ـ عن عقبة بن عامر رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: أسْلَمَ النَّاسُ، وَآمَنَ عَمْرُو بْنُ الْعَاصِ[. أخرجه الترمذي .
1. (4476)- Ukbe İbnu Âmir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “İnsanlar teslim oldu, Amr İbnu´l Âs ise iman etti.” [Tirmizî, Menâkıb, (3843).][257]
AÇIKLAMA:
1- Burada Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), Mekke fethinde müslüman olan Mekkelilerin durumunu belirtmektedir. en-Nâs´dan murad, fetih sırasındaki Mekkelilerdir. Resûlullah hadiste: “Mekkeliler, gücümüz karşısında teslim oldular, Amr ise, kalbinden gelen bir tasdikle kendiliğinden gelip müslüman oldu. Onun İslam´a girişinde kuvvetin, maddenin bir rolü olmadı” demektedir. Böylece Amr´ın imanındaki ihlası övmektedir. Nitekim Amr, Mekke fethinden bir veya iki yıl önce kendi arzusuyla Medine´ye hicret ederek İslam´a girmiştir. Onun İslam´a girmesinde herhangi bir şahsın teşviki veya daveti müessir olmamıştır. Habeşistan´da Necâşî´nin Hz. Peygamber´in nübüvvetini te´yid etmesi ile kalbine iman zuhur etmiş, oradan dosdoğru Resûlullah´a gelerek müslüman olmuştur. Resûlullah da onu, aralarında Hz. Ebû Bekr, Hz. Ömer gibi büyüklerin de bulunduğu bir cemaate komutan yapmıştır. Bunun sebebi şöyle izah edilir: “O, müslüman olmadan önce Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a adavette ve Ashab´a zarar vermede aşırı idi. İman edince, Resûlullah, onu kalbindeki kadim hasmane duyguların eserini izale etmeyi, eski yaptıklarından dolayı içinde yeredebilecek her çeşit korku ve endişeleri tamamen yok etmeyi arzulamış olmalıdır.” Bu davranışta, Amr´ın Rahmet-i İlahiyeden ye´se düşmesini önlemek endişesini gören şârih de mevcuttur.
2- Amr İbnu´l-Âs İbni Vâil el-Kureşî: Annesi Nâbiğa Bintu Harmele´ dir. Habeşistan´a sığınan müslümanları kendilerine teslim etmesi için Kureyşliler, Necâşî´ye elçi olarak Amr´ı göndermişlerdi. Necâşî, talebi reddetmekle kalmamış, Hz. Muhammed´in hak peygamber olduğunu söylemiş, Amr´a da müslüman olmasını tavsiye etmişti. Oradan ayrılan Amr, doğru Medine´ye gelir ve müslüman olur. Bu hadise Hayber´in fethedildiği senede cereyan eder. Bir başka rivayete göre de fetihden altı ay kadar önce, Halid İbnu´l-Velîd, Osman İbnu Talha el-Abderî üçü birlikte gelip müslüman olurlar. Hâlid, bey´at yaparken “Daha önceki fiillerinin affı” şartını koşar. Resûlullah:
“Müslüman olmak ve hicret etmek, daha önceki günahların hepsini örter” der.
Resûlullah, Amr İbnu´l-Âs (radıyallahu anh)´ı babasının dayıları tarafına İslam´a davet etmek ve asker toplamak üzere gönderir. Bu sefere Zât-ı Selâsil seriyyesi denmiştir. Üçyüz kişilik seriyye hedefe varınca, Amr, Resûlullah´tan yardım kuvveti ister. Ebû Ubeyde İbnu´l-Cerrâh komutasında ilk muhacirlerden Hz. Ebû Bekr, Hz. Ömer gibi büyüklerin de bulunduğu bir birlik daha gönderir.Resûlullah, Amr´ı Umman´a vali yapar ve Aleyhissalâtu vesselâm´ın vefatına kadar orada kalır. Sonra Hz. Ebû Bekr, onu Şam´a gönderir. Hz. Ömer önce Filistin´e, daha sonra ordu komutanı olarak Mısır´a gönderir. Mısır´ı fetheder ve Hz. Ömer´in hilafeti sırasında Mısır valisi olarak kalır. Hz. Osman da dört yıl kadar orada emir olarak bırakır, sona onu azlederek, yerine Abdullah İbnu Sa´d İbni Ebî Sarh´ı tayin eder. Amr Filistin´e çekilir. Hz. Osman´ın vefatından sonra Hz. Muaviye´ye gider ve destekcisi olur. Sıffin´de yardımcı olur. Hakemeyn hadisesinde Hz. Muâviye´nin temsilcisi olarak oynadığı rolü, Hz. Ebû Musa el-Eş´arî´yi anlatırken açıkladık, burada tekrar etmeyeceğiz.
Hz. Muâviye, Tahkîm hadisesinden sonra onu Mısır´a gönderir. Mısır´ da Hz. Ali´nin valisi olan Muhammed İbnu Ebî Bekr´den valiliği alır. Hz. Muâviye onu oraya vali tayin eder ve Hicrî 43 yılında ölünceye kadar valiliğini sürdürür. Ölüm tarihi olarak Hicrî 47, 48, 51 rakamları da zikredilmiştir. Vefatı ramazan bayramı gecesine rastlar. Cenaze namazını, bayram namazı için gelen kalabalık cemaat bayramdan önce kılar.
Amr (radıyallahu anh), Arab´ın dahi, şecî, kahraman olanları arasında zikredilir. Sadedinde olduğumuz hadiste Aleyhissalâtu vesselâm onun imanını takdir etmiştir.
Amr, ölüm yaklaşınca ağlar. Oğlu Abdullah:
“Niye ağlıyorsun, ölümden ürktüğün için mi ” der.
“Hayır! der, ölümden sonrasından korkarak ağlıyorum!”
Oğlu teselli etmek için: “Sen hayır üzere yaşadın” der ve hayırlarını sayar. Resûlullah´la sohbetini, Şam ve Mısır´ı fethini vs. zikreder. Amr:
“Bunlardan daha hayırlı olanı terkettim: Allah´tan başka ilah olmadığına şehâdetim!”
Amr, en değerli amelinin kelime-i tevhidi ikrar olduğunu belirttikten sonra sözlerine şöyle devam eder:
“Ben üç hal yaşadım: Önce kâfirdim ve Resûlullah´ın en azılı düşmanı idim. O zaman ölüverseydim ateş bana vacib olmuştu. Resûlullah´a biat edince, (eski yaptıklarım sebebiyle) insanların ondan en çok haya edeni oldum. O zaman ölseydim, insanlar: “Amr´a ne mutlu, müslüman oldu, hayır üzere de yaşadı ve öldü, onun için cennet umulabilir” derlerdi. Sonra idarecilik ve başka şeylerle iştigal ettim. Bunlar lehime mi oldu aleyhime mi bilemiyorum. Bu halde ölsem kimse üzerime ağlamaz, matem tutmaz….”[258]
* EBÛ SÜFYAN İBNU HARB (RADIYALLAHU ANH)
ـ4477 ـ1ـ عن ابن عبّاس رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]مَا سَألَ أبُو سُفْيَانَ رَسُولَ اللّهِ # شَيْئاً إَّ قَالَ نَعَمْ[. أخرجه مسلم .
1. (4478)- İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a Ebû Süfyan, her ne taleb etti ise, mutlaka “Tamam!” diye müsbet cevap almıştır.” [Müslim, Fezailu´s-Sahabe 168, (2501).] [259]
AÇIKLAMA:
1- Bu hadisin Müslim´deki aslı uzuncadır. Müellifimiz buraya ihtisar ederek almış. Aslını aynen kaydediyoruz:
“Müslümanlar Ebû Süfyân´a bakmıyor, onunla oturmuyorlardı. Bunun üzerine Ebû Süfyan, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a:
“Ey Allah´ın Resûlü! Üç şey var, onları bana ver (de şerefleneyim)!” dedi. Aleyhissalâtu vesselâm da: “Pekâla!” buyurdu. Ebû Süfyan (radıyallahu anh):
“Bende Arab´ın en iyi ve de en güzeli olan Ümmü Habibe Bintu Ebi Süfyan var, onu sana nikahlıyorum!” dedi. Aleyhissalâtu vesselâm: “Pekâla (aldım!) buyurdu. Ebû Süfyan devamla:
“Bir de (oğlum) Muâviye var. Onu kendine katip yap!” dedi. Aleyhissalâtu vesselâm buna da “Pekâla! buyurdu. Ebû Süfyan:
“Bir de beni emîr yap da vaktiyle müslümanlarla çarpıştığım gibi, kâfirlerle çarpışayım!” dedi. Aleyhissalâtu vesselâm buna da: “Pekâla!” buyurdu.”
Ravi Ebî Zümeyl der ki: “Eğer bunu, Ebû Süfyan, Resûlullah´tan taleb etmeseydi ona vermezdi. Çünkü Aleyhissalâtu vesselâm, kendisinden bir şey istenilecek olsa mutlaka “Pekâla!” derdi.
2- Bu hadis, tarihî vakalara zıt düştüğü için “müşkil” kabul edilmiştir. Şöyle ki:
1) Resûlullah Ümmü Habîbe ile evlendiği zaman Ebû Süfyân kâfirdi. Ümmü Habibe, Habeşistan´da muhacir hayatı yaşarken Hicrî altıncıveya yedinci- yılda Resûlullah´a nikâhlanmıştır. Bu husus daha önce geçti. Halbuki Ebû Süfyan´ın müslüman oluşu Fetih esnasında meydana gelmiştir hatta müellefe-i kulubtandır.
Hadisteki bu zıtlık sebebiyle bazı alimler, hadisin mevzu olduğuna hükmetmiş, senedde yer alan İkrime İbnu Ammâr´a vaz´la itham etmiştir. Ancak bu zâtın sika birisi olduğu belirtilmiştir. Hadisi te´vil sadedinde bazı açıklamalar yapılmış ise de hiçbiri tam bir itminân vermiyor. Biz de müşkil deyip bırakacağız.
3- Ebû Süfyan Sahr İbnu Harb İbni Ümeyye: Hz. Muâviye (radıyallahu anh)´ın ve Yezid´in babasıdır. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın zevce-i pâkleri Ümmü Habîbe de Ebû Süfyan´ın kızıdır. Fil yılından on yıl kadar önce doğmuştur. Kureyş´in eşrafındandı ve tüccardı. Kureyş´in ticaret kervanını Suriye, İran vs. yerlere götürür getirirdi. Sırf kendisi için de gittiği olurdu. el-Ukâb denilen bayrak onda idi, reisleri temsil ederdi. Savaş çıkınca Kureyş toplanır bu bayrağı reise teslim ederlerdi. Cahiliye devrinde Kureyş´in reyce en güzel olan üç kişisinden birinin Ebû Süfyan olduğu söylenmiştir. Diğer ikisi Ebû Cehl ve Utbe´dir. İslâm gelince reyleri tersine dönmüştür. Uhud savaşında Kureyş´in tamamını o sevketmiştir.
Ebû Süfyan Hz. Abbas´ın dostu idi. Huneyn seferine katıldı. Aleyhissalâtu vesselâm, ganimetten ona 100 deve ve 40 okiyye verdi. Oğulları Muâviye ve Yezid´e, her birine bir mislini verdi. Ebû Süfyan, Resûlullah´ ın bol miktardaki bağışını görünce: “Vallahi sen kerimsin, anem babam sana feda olun, vallahi seninle savaştım, sen ne iyi hasım idin; seninle sulh da yaptım, en iyi sulh yapılan kimse idin; Allah sana hayırlı mükâafât versin” der. Taif seferine Resûlullah´la katılan Ebû Süfyân´ın bir gözü isabet aldı. Yermük savaşında da diğer gözü isabet aldı. Yermük seferinde İslâm ordusunun kâss´ı (teşvikci) olduğu ve askerleri şu sözleriyle teşcî ettiği belirtilir: “ey Allah´ın nusret ve yardımı, yaklaş! “Allah! Allah! Sizler Arab´ın hâmileri ve İslâm´ın yardımcılarısınız, karşınızdakiler ise Rumun hamileri ve müşriklerin yardımcılarıdır. Allahım, bu gün senin günlerinden biridir. Allahım kullarına yardım ve nusretini indir.” Her iki gözünü de kaybedince, onu bir azadlısı yedmiştir.
Resûlullah onu Necrân´a vali tayin etti. Aleyhissalâtu vesselâm vefat ettiğinde o burada vali idi. Bilahare Mekke´ye dönmüş, oradan Medine´ye geçerek orada ölmüştür. Bazı tarihçiler, Resûlullah´ın vefatı sırasında Ebû Süfyan´ın Mekke´de olduğunu, Necran´da vali olarak Amr İbnu Haym´ın bulunduğunu söylemiştir.
Ebû Süfyan hicrî 31 yılında 88 yaşında olduğu halde vefat etmiştir. Hicrî 32, hatta 34 yılında vefat ettiği, yaşının 93 olduğu da söylenmiştir.
Boyunun kısa, başının iri olduğu söylenir. Cenaze namazını Hz. Osman kıldırmıştır. İslam´a sonradan da girmiş olsa, müellefe-i kulûb arasında da yer alsa, müslümanlığı samimi olmuş, İslâm için ciddi çalışmıştır. Yermük´te gözünden isabet alması, bizzat savaştığına delil kabul edilmiştir, (radıyallahu anh).[260]
* HZ. MUÂVİYE (RADIYALLAHU ANH)
ـ4478 ـ1ـ عن أبى إدْرِيسِ الْخَوَْنِى قَالَ: ]لَمَّا عَزَلَ عُمَرُ
بْنُ الْخَطَّابِ رَضِيَ اللّهُ عَنْه عُمَيْرَ بْنَ سَعْدٍ عَنْ حِمْصَ وَلَّى مُعَاوِيَةَ. فقَالَ النَّاسُ: عَزَلَ عُمَيْراً وَوَلّى مُعَاوِيَةَ؟ فقَالَ عُمَيْرٌ رَضِيَ اللّهُ عَنْه: َ تَذْكُرُوا مُعَاوِيَةَ إَّ بِخَيْرٍ، فَإنِّى سَمِعْتُ رَسُولَ اللّهِ # يَقُولُ: اللَّهُمَّ اهْدِ بِهِ[. أخرجه الترمذي .
1. (4478)- Ebû İdris el-Havlânî anlatıyor: “Ömer İbnu´l-Hattâb (radıyallahu anh), Umeyr İbnu Sa´d´ı Humus valiliğinden azledince yerine Hz. Muâviye (radıyallahu anh)´ı tayin etti. Halk:
“Umeyr´i azledip Muâviye´yi mi tayin etti ” diye mırıldandı. Umeyr (radıyallahu anh):
“Muâviye´yi hayırla yâdedin. Zira ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın: “Allahım, onunla (insanlara) hidayetini ulaştır!” dediğini duydum!” dedi. [Tirmizî, Menâkıb, (3842).][261]
AÇIKLAMA:
1- Tirmizî´de gelen ve müteakiben 4480 numarada kaydedilen bir başka rivayette Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Hz. Muâviye´ye şöyle dua etmiştir: “Allahım, onu (İnsanlara) hidayet edici ve kendisini de hidayete ermiş kıl, onunla (insanları) doğru yola sevket.”
Hz. Muâviye radıyallahu anh’ı tafdil eden bu hadislerin sıhhati hususunda bazı şârihler şekke düşmüştür.
2- Hz. Muâviye (radıyallahu anh) Ebû Süfyân´ın oğludur. Annesi Hind Bintu Utbe´dir. Hz. Muâviye, babası, kardeşi Yezid ve annesi, Mekke Fethi´nde müslüman olmuşlardır. Kendisi, Umretu´l-Kaza yılında müslüman olduğunu, annesinden ve babasından müslümanlığını gizlediğini, dolayısıyla Fetih senesinde Resûlullah´la müslüman olarak karşılaştığını söylemiştir.
Hz. Muâviye, Huneyn gazvesine Resûlullah´la birlikte katılmıştır. O da müellefe-i kulubtan sayılmış, babası gibi 100 deve ve 40 okiyye almıştır. İslam´a daima sadık kalmış ve Hz. Peygamber´e katiplik de yapmıştır.
Hz. Ebû Bekr (radıyallahu anh) Suriye cihetine ordu sevkedince Hz. Muâviye de kardeşi Yezid´le orduya katıldı. Yezid vefat edeceği zaman üzerindeki Dimeşk valiliğini kardeşi Muâviye´ye bıraktı, Hz. Ömer de bunu teyid etti. Hz. Osman halife olunca, Şam valiliğine ilaveten bütün Suriye bölgesinin valiliğini aldı. Hz. Osman´ın vefatından sonra Hz. Ali´ye biat etmedi ve Suriye bölgesinin müstakil hakimi durumuna geçti. Hz. Osman´ın kanını taleb etti. Böylece taraftar topladı. Sıffîn savaşı Hz. Ali ile Hz. Muâviye arasında cereyan etmiştir. Hz. Ali şehid edilip yerine oğlu Hasan halife olunca Hz. Muâviye Irak´a yürüdü. Hasan da onun üzerine yürüdü. Ancak Hz. Hasan fitne çıkıp kan döküleceğini görünce hilafeti Hz. Muâviye´ye terketti ve Medine´ye döndü. Hz. Muâviye Kufe´ye geldi. Halktan biat aldı. O seneye Âmu´l-Cemaat (cemaat yılı) dendi.
Hz. Muâviye 20 yıl vali, 20 yıl da halife olarak idarecilik yapmıştır.
Hz. Muaviye (radıyallahu anh), hastalandığı zaman, Resûlullah´ın kendine giydirdiği bir gömleği kefeninin altına giydirilmesini, Resûlullah´ ın kesilmiş tırnaklarından muhafaza ettiklerini, iyice öğütülerek gözlerine ve ağzına konmasını vasiyet eder. Ölüm gelince: “Keşke Mekke´nin Zû-Tuva semtinde yaşayan sıradan bir Kureyşli olsaydım da, hiçbir idarecilik almasaydım” der.
Hz. Muâviye Hicrî 60 yılında 78 yaşında olduğu halde vefat etmiştir. Hicrî 59 yılında öldüğü, 86 yaşında olduğu da söylenmiştir.
3- Hz. Muâviye´nin Resûlullah´tan sonra en sehâvetli kimse olduğu söylenmiştir. Debdebeye de yer verdiğinden olacak, zühde ehemmiyet veren Hz. Ebû Zerr (radıyallahu anh) ile araları açılacak ve hatta, Hz. Ömer Şam´a geldiği zaman Hz. Muâviye´yi görünce “Bu, Arapların Kisrası olmuş” diyecektir.
Müteakip rivayette görüleceği üzere Aleyhissalâtu vesselâm çocuk olan İbnu Abbâs´ı göndererek Hz. Muâviye´yi çağırtır. İbnu Abbâs gider, onu yemekte bulur, dönüp: “Yemek yiyor” der. Aleyhissalâtu vesselâm İbnu Abbâs´ı ikinci, üçüncü sefer gönderir, dönüşte yine yemek yediğini söyler. Bunun üzerine: “Allah onun karnını doyurmasın” der. İmam Müslim, bu rivayeti, Resûlullah´ın, haketmeyen bir kimseye bedduasının o kimse hakkında rahmet olacağını belirten bir babta kaydeder. Bu babta Resûlullah´ın bazı “haksız beddua”larına örnekler kaydeder. Şu halde Müslim´e göre, Hz. Muâviye hakkındaki bu beddua da aynı mahiyettedir. Hz. Peygamber der ki: “Ben Rabbime şart koşup dedim ki: “Ben bir insanım; insan razı olduğu gibi ben de razı olurum, insanın kızması gibi, kızarım da. Ümmetimden kime haksız bedduada bulunursam, bunu, onun hakkında bir temizlik vesilesi, bir paklanma ve Kıyamet günü Allah´a yakınlığa bir vasıta kıl.”
4- Hz. Muâviye (radıyallahu anh), İslâm´ın seçime dayalı hilafet sistemini babadan oğula geçen saltanata çevirmekle tenkid edilmiştir. Günümüzde, bu tenkidde ifrata kaçıp, Sahâbe hakkında caiz olmayan suizan ve ithamlara kadar ileri gidenler var. Biz ifrat görüşlere katılmıyoruz. Geçmiş hadiseleri değerlendirirken kader´in payını da ihmal etmemek gerekir. Hele Ashab´la, Resûlullah´la ilgili meselelerdeki değerlendirmelerde, çeşitli vesilelerle belirttiğimiz[262] temel prensipleri daima gözönüne almalıyız. Unutmayalım ki, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) hiçbir ayırıma yer vermeden bütün Ashab´ı tebrie etmiş, hangisi olursa olsun herhangi birine dil uzatanı tel´in etmiştir. Bütün Ehl-i Sünnet ulemâsı, bunu mühim bir esas olarak kabul etmiştir.
Bu meselede teferruâta girmeden, Hz. Muâviye vefat ettiği zaman Dahhâk İbnu Kays´ın, minbere çıkarak yaptığı bir konuşmayı kaydedeceğiz. Bu konuşmada Hz. Muâviye´nin hizmetleri belirtilmektedir:
“Emîru´l-Mü´minîn Hz. Muâviye (radıyallahu anh) Arab´ın gücü ve Arab´ın dahisi idi. Allah onunla fitneyi önledi ve onu kulları üzerine hakim kıldı. Ordularını karada ve denizde ilerletti. Allah´ın ibadete düşkün kullarındandı. O dua etti, Allah da duasına icabette bulundu. Artık vefat etmiştir. İşte kefenleri. Biz kefenini sarıp, kabrine koyacağız. Allah´la kendi arasında ameli var. Dilerse rahmet eder, dilerse azab eder.
“Hz. Muâviye devri İslâmî fetihlerin devam ettiği bir devirdir.[263]
ـ4479 ـ2ـ وعن ابن عبّاس رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]كُنْتُ ألْعَبُ مَعَ الصِّبْيَانِ فَجَاءَ رَسُولُ اللّهِ #، فَتَوَارَيْتُ خَلْفَ بَابٍ فَجَاءَ فَحَطَأنِى حَطْأةً وَقَالَ: اِذْهَبْ الى مُعَاوِيَةَ فَادْعُهُ لِى قَالَ: فَجِئْتُ فَقُلْتُ: هُوَ يَأكُلُ. ثُمَّ قَالَ: اِذْهَبْ فَادْعُ لِى مُعَاوِيَةَ. قَالَ: فَجِئْتُ فَقُلْتُ هُوَ يَأكُلُ. ثُمَّ قَالَ: اِذْهَبْ فَادْعُ لِى مُعَاوِيَةَ، قَالَ: فَجِئْتُ فَقُلْتُ هُوَ يَأكُلُ. فَقَالَ: َ أشْبَعَ اللّهُ بَطْنَهُ[. أخرجه مسلم.»حَطَأنِ« بالحاء المهملة جاء مفسراً في الحديث. قلت: ما خطأنى. قال : قفدنِى، والقفد: صفع الرأس ببسط الكف من قبل القفا.
2. (4479)- İbnu Abbâs (radıyallahu anh) anlatıyor: “Ben çocuklarla birlikte oynuyordum. Derken Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) geldi. Ben hemen bir kapının arkasına saklandım. (Beni orada bulup) enseme dokundu.
“Muâviye´ye git! Onu bana çağır!” dedi. (Ben derhal gittim ve) geldim:
“O yemek yiyor! dedim. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), tekrar:
“Git Muâviye´yi bana çağır!” emrettiler. Ben (yine gidip) döndüm ve:
“O yemek yiyor!” dedim. Resûlullah tekrar:
“Git! Muâviye´yi bana çağır!” emrettiler. Ben yine gidip geldim ve:
“O yemek yiyor!” dedim. Bunun üzerine: “Allah onun karnını doyurmasın!” buyurdular.” [Müslim, Birr 96, (2604).][264]
ـ4480 ـ3ـ وعن عبدالرَّحْمن بنِ أبى عُمَيْرَةَ رَضِيَ اللّهُ عَنْه، وَكَانَ مِنْ أصحاب النّبِىّ # عَنِ النّبِىّ # أنَّهُ قَالَ لِمُعَاوِيَةَ: ]اللَّهُمَّ اجْعَلْهُ هَادِياً مَهْدِيّاً واهْدِ بِهِ[. أخرجه الترمذي .
3. (4480)- Abdurrahman İbnu Ebî Umeyre (radıyallahu anh) -ki Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın Ashabından idi- Resûlullah´ın Muâviye için şöyle dua ettiğini rivayet etmektedir: “Allahım, onu hidayet edici ve hidayeti bulmuş kıl ve onunla (insanlara) hidayet ver.” [Tirmizî, Menâkıb, (3841).][265]
AÇIKLAMA:
Son iki hadisle ilgili açıklamaya, babın birinci hadisini (4478) açıklarken yer verdik.[266]
KADIN SAHABİLERİN FAZİLETLERİ
* HATİCE BİNTU HUVEYLİD (RADIYALLAHU ANHÂ)
ـ4481 ـ1ـ عن أبى هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]أتَى جِبْرِيلُ عَلَيْهِ السََّمُ النَّبِىُّ # فقَالَ: يَا رَسُولَ اللّهُ، هذِهِ خَدِيجَةُ قَدْ أتَتْ وَمَعَهَا إنَاءٌ فِيهِ إدَامٌ أوْ طَعَامٌ أوْ شَرَابٌ. فَاِذَا هِىَ أتَتْكَ فَاقْرَأ عَلَيْهَا السََّمَ
مِنْ رَبِّهَا وَبَشِّرْهَا بِبَيْتٍ في الْجَنَّةِ مِنْ قَصَبٍ َ صَخَبَ فِيهِ وََ نَصَبَ[. أخرجه الشيخان.»الْقَصَبُ« هاهنا اللؤلؤ المجوف.و»الصَّخَبُ« الضجة والجلبة. و»النَّصَبُ« التعب .
1. (4481)- Hz. Ebû Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Hz. Cebrâil aleyhisselâm Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a gelerek:
“Ey Allah´ın Resûlü, dedi. İşte Hatice geliyor. Beraberinde bir kap var, içerisinde katık -veya yiyecek, veya içecek- mevcut. O yanınıza ulaştığı vakit, ona Rabbinden [ve benden] selam söyleyin ve onu gürültü ve yorgunluk bulunmayan cennette, içerisi oyulmuş inciden mamul bir evle müjdeleyin!” [Buhârî, Menâkıbu´l-Ensâr 20, Tevhîd 35; Müslim, Fezâilu´s-Sahâbe 71, (2432).][267]
AÇIKLAMA:
1- Bu rivayette Hz. Hatice´nin fazileti beyan edilmektedir. Allah Teâla Hazretleri´nin Cebrail´le gönderilen hususî selâmına mazhar olmak, bir kul için şereflerin, menkibelerin en yücesine ermek olmalıdır. Hatta Ebû Bekr İbnu Dâvud gibi bazı âlimler, bu hadise dayanarak, Hz. Hatice´nin, Hz. Aişe´den faziletce üstün olduğuna hükmetmiştir. “Çünkü derler, Hz. Aişe, Hz. Cibril´in selamına mazhar olmuşsa da Allah´ın selamına olmamıştır.” Hatice validemiz (radıyallahu anhâ)´nın Allah´ın hususi selamına mazhar olmakla ulaştığı şeref, yaratılıştan beri acaba kaç kula nasib oluştur Onu hakiki bir valide bilip sevenlerin bu şereften nasibedar olacaklarını rahmet-i ilahiyeden umarız.
2- Rivayetin buradaki üslûbu, Hz. Hatice´nin, vak´a sırasında Resûlullah´ın zevceleri değilmiş gibi bir mübhemlik taşımaktadır. Ama gerçek öyle değil. Bu sebeple dilimize aktarırken şârihlerin dikkat çektikleri manayı aksettirecek bir üsluba yer verdik.
3- Hadis muhtelif vecihlerde bazı farklı ziyadelerle gelmiştir. Bir ziyadeye göre Hz. Hatice (radıyallahu anhâ) bu ilahi selâma şöyle mukabele eder: “O (şanı yüce Rab Teâla) Selâm´ın kendisidir, selâm ondandır, Cebrâil´e (de bizden) selam olsun.”
Bir başka vecihte buna ilaveten “…Ey Allah´ın Resûlü, sana da selam ve Allah´ın rahmet ve bereketi olsun.” Birbaşka veçhinde ise: “Şeytan hariç selamı işitenlere de (selam olsun)” demiştir.
Alimler bu cevaptan hareketle Hz. Hatice´nin derin ve vüs´atli bir anlayış sahibi olduğunu belirtirler. Çünkü, Allah´tan gelen selama mukabele ederken “Selam Allah´a olsun” dememiş, aksine “Allah selamın kendisidir” demiştir. Nitekim, teşehhüdde Ashab´tan bazıları esselâmu alallâhi demiş, Resûlullah bunu yasaklamış ve: “Allah´ın kendisi selamdır, öyleyse “ettahiyyatu lillahi (tahiyyât Allah) içindir” deyin” emretmiştir. Şu halde Hz. Hatice anlayışlı olması haysiyetiyle, Cenab-ı Hakk´a selam verilmeyeceğini, selamın mahlukata verileceğini anlamış olmaktadır. “Selam” Allah´ın isimlerinden bir isimdir. Ayrıca bir selamet duasıdır. Öyleyse her iki noktadan da Allah´a selam söylenmesi muvafık değildir.
* Şu halde, hadis Allah´a senânın muvafık düşeceğini göstermektedir. Hz. Hatice, selam makamında Allah´a senada bulunmuş, Rab´la mahluk arasını tefrik ederek Hz. Cebrail´e ve Resûlullah´a selam etmiştir.
* Hadisten çıkarılan diğer bir faide şudur: Selam gönderene selamla mukabele edildiği gibi, selamı getirene de selamla mukabele edilir.
* Hz. Hatice´nin Cebrâil´e iki sefer selam verdiği görülmektedir: Birinciyi ismen zikrederek hususî surette, ikinciyi de “işitenler” diyerek umumî bir üslubla söylemiştir. Umumî selamdan şeytanı hariç tutmuştur. Çünkü şeytan selamet duasına müstehak değildir.[268]
ـ4482 ـ2ـ وعن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]مَا غِرْتُ عَلى أحَدٍ مِنْ نِسَاءِ النَّبىِّ # مَا غِرْتُ على خَدِيجَةَ رَضِيَ اللّهُ عَنْها، وَمَا رَأيْتُهَا قَطُّ، وَلكِنْ كَانَ يُكْثِرُ ذِكْرَهَا وَرُبَّمَا ذَبحَ الشَّاةَ ثُمَّ يَقطِّعُهَا أعْضَاءً ثُمَّ يَبْعَثُهَا في صَدَائِقِ خَدِيجَةَ؛ وَرُبَّمَا قُلْتُ لَهُ: كَأنَّهُ لَمْ يَكُنْ في الدُّيْنَا اِمْرَأةٌ إَّ خَدِيجَةَ؟ فَيَقُولُ: إنَّهَا كَانَتْ وَكَانَتْ، وَكَانَ لى مِنْهَا وَلَدٌ. قَالَتْ: وَتَزوَّجْنِى بَعْدَهَا بِثََثِ سِنِينَ[. أخرجه الشيخان والترمذي .
2. (4482)- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın hanımlarından hiçbirine, Hz. Hatice (radıyallahu anhâ)´ya karşı duyduğum kıskançlığı hiç duymadım. Halbuki onu hiç görmüşlüğüm de yok. Ancak, aleyhissalâtu vesselâm) onun yâdını çok yapardı. Ne zaman bir koyun kesip parçalara ayırsa Hatice´nin dostlarına da gönderirdi. Bazan ona: “Sanki dünyada Hatice´den başka kadın yok!” derdim de bana: “(Onun gibisi var mıydı!) o şöyleydi, o böyleydi…! [Öbür kadınlar beni çocuktan mahrum ederken] benim çocuklarım ondan oldu” diye karşılık verirdi. [Hz. Aişe der ki: İçimden “Bir daha Hatice hakkında kötü söz söylemeyeceğim” dedim.].
Hz. Aişe devamla der ki: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), Hatice´den üç yıl sonra benimle evledi.” [Buhârî, Menâkıbu´l-Ensâr 20, Nikâh 108, Edeb 73, Tevhîd 32; Müslim, Fezâilu´s-Sahâbe 73, 74, 77, 78, (2434, 2435, 2436, 2437); Tirmizî, Menâkıb, (3885, 3886).][269]
AÇIKLAMA:
1- Bu rivayette Hz. Aişe, Hz. Hatice (radıyallahu anhümâ)´yı kıskanış sebebini anlatıyor: “Buna göre, Resûlullah´ın onu çok zikretmesiyle ortaya çıkan fazla sevgisi.. Tirmizî´nin rivayetinde bir başka sebep daha kaydeder: “Hz. Hatice´nin, cennette inciden mamul bir evle müjdelenmiş olması.”
2- Hz. Aişe, Hz. Hatice´yi görmediğini söyler. Aslında Hatice (radıyallahu anhâ) vefat ettiği zaman Hz. Aişe altı yaşında idi. Görmemesi söylenemez. Ancak “görmedim” sözüyle, “idrak haline ulaşmış yaşta görmedim” demeyi kastetmiş olacağı gibi, “Resûlullah´ın nikâhında beraber olmadık” manasını kastetmiş olması da mümkündür. Gerçekten de Resûlullah Hz. Hatice hayatta olduğu müddetçe başka bir kadınla evlenmemiştir. Nitekim hadisin bir vechinde Hz. Aişe “Hatice, Resûlullah benimle evlenmezden önce vefat etti” der.
3- Hz. Hatice´nin Resûlullah tarafından yâdedilmesiyle ilgili bir rivayette şu ziyade yer alır: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Haticeyi anınca artık ne onu sena etmekten, ne de ona istiğfarda bulunmaktan usanırdı.” Nitekim “Onun gibi var mıydı “diye tercüme ettiğimiz اِنَّهَا كَانَتْ وَكَانَتْ ibaresi “O şöyleydi, o böyleydi… diye faziletlerini sayardı” şeklinde anlaşılmalıdır. Ahmed İbnu Hanbel´in bir rivayeti bu hususu tavzih eder. Ona göre Aleyhissalâtu vesselâm bir seferinde: “İnsanlar beni inkâr ederken, o inandı, herkes beni tekzib ederken o tasdik etti. Herkes bana haram ederken, o malıyla benim için harcadı. Allah onun vesilesiyle bana çocuk nasib etti, diğer kadınlardan çocuğum olmadı” buyurmuştur. Şurası muhakkak ki Resûlullah, Hz. Hatice hakkında daha nice faziletler saymıştır: “O akıllı idi, o faziletli idi, o ferasetli idi…” gibi.
Nevevî, bu çeşit hadislerin, zevce olsun, arkadaş olsun kişinin sevdiklerine karşı ahdini, muhabbetini ve hürmetini, dostu hayatta da olsa ölmüş de olsa devam ettirmesi gereğini ifade ettiğini belirtir.[270]
ـ4483 ـ3ـ وعن علي رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: خَيْرُ نِسَائِهَا مَرْيَمُ بِنْتُ عُمْرَانَ، وَخَيْرُ نِسَائِهَا خَدِيجَةُ بِنْتُ خُوَيْلِدٍ، وَأشَارَ الرَّاوى الى السَّمَاءِ وَا‘رْضِ[. أخرجه الشيخان والترمذي.وزاد رزين في رواية ]قَالَ #: كَمُلَ مِنَ الرِّجَالِ كَثِيرٌ وَلَمْ يَكْمُلْ مِنَ النِّسَاءِ إَّ مَرْيَمُ ابْنَةُ عِمْرَانَ، وَآسِيَةُ امْرَأةُ فِرْعَوْنَ، وَخَدِيجَةُ بِنْتُ خُوَيْلِدٍ، وَفَاطِمَةُ بِنْتُ مُحَمَّدٍ، وَفَضْلُ عَائِشَةَ عَلى النِّسَاءِ كَفَضْلِ الثَّرِيدِ عَلى سَائِرِ الطَّعَامِ[. قُلْتُ: وَمَا زَادَهُ رَزين أخرجه البخاري بدون ذكر خديجة وفاطمة رَضِيَ اللّهُ عَنْهما. واللّه أعلم .
3. (4483)- Hz. Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“(Ahiretin) en hayırlı kadını Meryem Bintu İmrân´dır. (Dünyanın) en hayırlı kadını Hatice Bintu Huveylid´dir.” Ravi bunu söylerken, eliyle semaya ve arza işaret etti. [Buhârî, Menâkıbu´l-Ensâr 20, Enbiya 45; Müslim, Fezâilu´s-Sahâbe 69, (2430); Tirmizî, Menâkıb, (3887).]
Rezîn bir rivayette şu ziyadeyi kaydetmiştir: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Erkeklerden pek çokları kemâle ermiştir. Kadınlardan ise İmrân´ın kızı Meryem, Firavun´un karısı Asiye, Huveylid´in kızı Hatice ve Muhammed´in kızı Fâtıma´dan başka kimse kemâle ermemiştir. Hz. Aişe´nin kadınlara üstünlüğü, tiridin diğer yiyeceklere üstünlüğü gibidir.” Bu rivayet Buhârî´de Ebû Musa hadisi olarak gelmiştir (Enbiya 45). [Müslim, Fezâuilu´s-Sahabe 70, (2431); Tirmizî, Et´ime 31, (1835).][271]
AÇIKLAMA:
1- Bu hadiste ساءها tabirindeki zamir nereye râci, ihtilaf edilmiştir. Hadisin, Hz. Hatice´nin sağlığında vürud etmiş olması halinde birinci zamirin “semâ”ya, ikinci zamirin “dünya”ya ait olması muhtemeldir. Tevili şöyle olur: “Ölüp ruhu semaya yükselen kadınların en hayırlısı Meryem´dir. Yeryüzünde yaşamakta olan kadınların en hayırlısı da Hatice´dir.” “Eliyle işaret etti” ziyadesi bu te´vili te´yid eder. Ancak Buhârî´nin rivayetinde bu ziyade mevcut değilir. Biz bu te´vili esas alarak (semâ) ve (dünya) kelimelerini parantez arasında kaydettik. Ancak bazı âlimler o zamirleri zamanlarıyla tevil ederek: “Meryem zamanının en hayırlı kadını Hz. Meryem´dir”, “Hatice de kendi devrinin en hayırlı kadınıdır” şeklinde manayı tevcih etmişlerdir. İbnu Hacer, şârihlerin çoğunlukla bu ikinci te´vilde cezmettiklerini belirtir.
2- Rezin ilavesi olarak kaydedilen rivayette kadınlardan sadece dört tanesinin kemale erdiği belirtilmektedir. Hadisin Buharî ve Müslim´deki veçhinde ise kemâle erenler olarak sadece Hz. Asiye ile Hz. Meryem zikredilir, diğer ikisi zikredilmez. İslâm âlimleri bu hadisteki “kemâl”den murad nedir münakaşa etmiştir. Bazıları bunu “nübüvvet” olarak yorumlayarak, kadınlardan da peygamber geldiğini ileri sürmüştür. “Çünkü derler, insan nevinin en kâmilleri peygamberlerdir; sonra veliler, sıddikler ve şehidler gelir. Asiye ile Meryem, peygamber olmasalar, kadınlar içerisinde hiçbir velî, sıddîk ve şehid bulunmamak lazım gelir. Hakikatte ise bu sıfatlar birçok kadınlarda bulunmaktadır. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu hadislerinde Asiye ile Meryem´den başka peygamber olan yoktur buyurmuşa benziyor.”
Bu istinbatın oldukça su götüreceği açıktır. Peygamber bir tebliğ getiren insandır. Ne âyetlerde ve ne de hadislerde bunların tebliğ sahibi oldukları ifade edilmemiştir. Onların peygamber olma delili, yorumdan öte bir dayanağa sahip değildir. Nitekim bazı alimler de: “Kemâl sözünden onların peygamber olması lazım gelmez. Çünkü bu söz, birşeyin tamamını ve kendi nev´inde son dereceye ulaştığını ifade eder. Öyle ise burada murad, Asiye ile Meryem´in, kadınlar arasında faziletlerde, en üstün mertebeye ulaştıklarını anlatmaktır” demiştir. Kirmanî: “Kadınlardan peygamber gelmediğine icma naklolunmuştur” der. Ancak Eş´arî hazretleri kadınlardan altı peygamber gelmiştir der ve sayar: “Havva, Sâre, Hz. Musa´nın annesi, Hacer, Asiye ve Meryem.”
Kurtubî: “Sahih kavle göre Hz. Meryem, Peygamberdir. Çünkü ona melek vasıtasıyla vahiy gelmiştir. Asiye´ye gelince onun peygamberliğine delalet eden bir rivayet yoktur” diyor.
Asiye Bintu Müzahim, Firavun´un karısıdır. Rivayete göre, Hz. Musa, Firavun´un sihirbazlarına galebe çalınca Asiye iman etmiştir. Firavun bunu anlayınca onun el ve ayaklarını kazıklarla yere çaktırarak güneşe karşı üzerine büyükbir kaya konmasını emretmiştir. Kaya getirildiği vakit Asiye: “Ya Rabbi, benim için cennetinde bir ev yap” (Tahrim 11) diye niyazda bulunmuş, o anda cennette inciden mamul evi kendisine gösterilmiş ve ruhu kabzedilmişti. Böylece getirilen kaya ruhsuz cesedinin üzerine konmuştu.
Hz. Meryem, İmran´ın kızıdır ve Hz. İsa´nın annesidir. Kur´ân bir çok defa ondan bahseder. Herhangi bir erkek kendisine temas etmeden mucize olarak Hz. İsa´yı dünyaya getirmiştir. Yahudiler onu bakire olduğu halde çocuk doğurduğu için iffetsizlikle itham etmişlerse de, beşikteki çocuk bir mucize eseri olarak konuşup annesini tebrie etmiştir.[272]
3- HZ. HATİCE´NİN EFDALİYETİ´NE GELİNCE: İlgili hadislerin şerhi sırasında alimler birkaç mesele üzerinde dururlar. Çünkü ilgili hadisler bir kaç probleme birden temas eder:
1- Fazilette Hz. Hatice, Hz. Fatıma veya Hz. Aişe´den (radıyallahu anhünne) hangisi mukaddemdir
2- Kadınlardan peygamber gelmiş midir
3- Hangi kadınlar peygamberdir gibi. Şu halde nasların tabiatından çıkan bu meselelere burada yer vereceğiz.
Bezzâr´ın Ammâr İbnu Yasir´den kaydettiği bir rivayette: “Hatice, ümmetinin kadınlarının hepsinden üstündür, tıpkı Meryem´in cihan kadınlarına üstün olduğu gibi” buyrulmuştur. Âlimler bu rivayete dayanarak Hz. Hatice´nin Hz. Aişe´den üstün olduğunu söylemişlerdir. Ancak İbnu´t-Tîn der ki: “Hz. Aişe´nin bu hadise dahil olmama ihtimali var, çünkü o, Hatice (radıyallahu anhâ) vefat ettiği zaman üç yaşlarında idi. Hadiste büluğa ermiş kadınların kastedilmiş olmaları muhtemeldir.” İbnu Hacer bu yorumu zayıf bulur: “Çünkü der, nisâ kelimesi büluğa eren-ermeyen bütün kadınlara şâmildir. Ayrıca hadis, mevcut olan kadınları da, sonradan gelecekleri de içine almaktadır.” İbnu Hacer devamla: Nesâî ve başka kaynaklarda İbnu Abbâs´tan gelen şu merfu rivayeti kaydeder: “Cennet kadınlarının en hayırlıları Hatice, Fatıma, Meryem ve Asiye´dir” ve der ki: “Bu hadis sarih bir nasstır, tevile de ihtimali yoktur.” Kurtubî, bu dört kadından Meryem hariç hiçbiri hakkında peygamber olduğuna dair sabit bir delil mevcut olmadığını, hadisin bir başka vechinin bu mevzudaki işkâli bertaraf edecek bir açıklıkta geldiğini belirtir: “Cihan kadınlarının efendisi Meryem´dir, sonra Fatıma, sonra Hatice, sonra Asiye gelir.” Arkadan şu neticeye varır: “Kim Meryem, peygamber değildir” derse bu hadisi ve başkasını hadiste mevcut olmadığı halde baziyyet ifade eden “min” var diye yoruma tabi tutmak zorunda kalır. Bu durumda mana: “Cihan kadınlarının efendilerinden biri Meryem´dir…” olur.”
Görüldüğü üzere Kurtubî, efdaliyet meselesinde hep Hz. Meryem´i öne çıkarma, onun peygamber olduğuna dair kanaatini ispatlama cihetine gitmektedir. Kadın peygamberin varlığına meylettiği sezilen İbnu Hacer, Kurtubî´nin dayandığı delili kabul etmese de vardığı neticeye başka delillerle ulaşmaya çalışır. Şöyle ki: O önce Kurtubî´nin “işkali bertaraf edecek bir üslubta” olmamakla değerlendirdiği ikinci hadisin sabit olmadığını, hadisin Ebû Davud ve Hâkim´deki aslının tertib sigası ile gelmediğini belirtir. Sonra der ki: “Hz. Meryem´in, sadedinde olduğumuz babta Hz. Hatice ile fazilet yönüyle eşit olduklarını ifade eden bir üslubla zikredilmiş olmasını esas alarak: “Hz. Meryem peygamber değildir, çünkü Hz. Hatice ulemânın ittifakıyla peygamber değildir” diyenlere şu cevap verilir: “İkisinin hayırlılıkta eşitlikleri bütün sıfatlarda eşit olmalarını gerektirmez. Nitekim Ehâdisu´l-Enbiya bölümündeki tercüme-i halinde bu babta söylenenlere yer verdik.” İbnu Hacer´in atıf yaptığı bahsi yukarıda kısmen vermiş isek de burada aynen alıyoruz: “Âyet-i kerîmede Hz. Meryem´le ilgili olarak geçen “Hani melekler Meryem´e şöyle demişlerdi: “Ey meryem, muhakkak ki Allah seni seçkin kıldı, tertemiz yaptı ve dünya kadınlarına üstün tuttu…” (Âl-i İmran 42) ayetine dayanarak Hz. Meryem´in peygamber olduğuna hükmettiler. Ancak, ayet bu hükmü vermede çok sarih değil. Fakat Meryem Sûresinde onun peygamberlerle zikredilmiş olması bu hükmü te´yid eder. Onun sıddîka olarak tavsif edilmesi de peygamber olmasına mani değildir. Nitekim Hz. Yûsuf da sıddîk olmakla da mevsuftur. Eş´ârî´den nakledildiğine göre, birçok kadın peygamber mevcuttur. İbnu Hazm onları altıya münhasır kılmıştır: Havva, Sâre, Hacer, Musa´ nın annesi, Asiye ve Meryem. Kurtubî, Sâre ve Hacer´i iskât eder. İbnu Abdilberr bunu el-Tenkîd´de fukahanın çoğunun görüşü olarak nakleder. Kurtubî der ki: “Sahih olan şu ki Hz. Meryem, peygamberdir.” Kadı İyaz der ki: “Cumhur, bu görüşün hilafını söylemiştir.” Nevevî, el-Ezkâr´da der ki: “el-İmam, Hz. Meryem´in peygamber olmadığı hususunda icma nakleder. Hasan Basrî´den nakle göre: “Ne kadınlardan ne de cinlerden peygamber gelmemiştir.” es-Sübki el-Kebir der ki: “Benim nezdimde bu mesele ile ilgili hiçbir sabit rivayet yoktur.” Bu görüşü Süheylî Ravzu´l-Unf´un sonunda fakihlerin çoğundan nakleder.” [273]
* HZ. HATİCE (RADIYALLAHU ANHÂ)
Babası Hüveylid İbnu Esed´dir. Meşhur Kusay´da Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´la nesebi birleşir. Hanımları arasında nesebce Aleyhissalâtu vesselâm´a en yakın olan Haticedir. Resûlullah, Kusay´ın zürriyetinden Hatice dışında bir Ümm-i Habîbe ile evlenmiştir.
Cumhura göre, Resûlullah, Hz. Hatice ile yirmibeş yaşında iken evlenmiştir. Hz. Peygamber´den önce Ebû Hâle İbnu´n-Nebas´ın nikâhında idi. Cahiliye devrinde kendisine Tahire deniyordu. Ebû Hale´den önce de Atik İbnu Abid´in nikâhında idi.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), evlilikten önce Hz. Hatice adına mudarib olarak Suriye cihetine ticarete gitmiş idi. Bu vesile ile Hz. Hatice, Aleyhissalâtu vesselâm´ı daha yakından tanıma fırsatı bulmuş ve bu, evlenmelerine zemin hazırlamıştı.
Resûlullah Hz. Hatice ile evlendiğinde yirmibeş yaşında idi. Yirmibeş yıl süren beraberlikleri sırasında (aleyhissalâtu vesselâm) başka bir kadınla evlenmemiştir. İbnu Hacer: “Bu, Hatice´nin Resulullah nezdinde ne kadar kıymetli olduğunu ve faziletçe üstünlüğünü gösterir” der ve ilave eder: “Çünkü, o Resûlullah´ı başka kadınlardan müstağni kıldı.” Resûlullah´ın 38 yıl süren evlilik hayatının üçte ikisi Hz. Hatice ile geçmiştir. Bu uzun süre içinde, Hz. Hatice´nin gönlünü kıskançlık ızdırabından korumuştur. Bu fazilete öbür hanımları iştirak edemezler.
Hz. Hatice, Resûlullah´ın peygamberliğine ilk iman eden kimsedir. Bu hadiseyi Hz. Hatice´nin yetişilemeyecek bir fazileti gören İbnu Hacer der ki: “Böylece kendisinden sonra İslam´a girecek bu tür kadınlar için çığır açmış oldu ve bu yolla Kıyamete kadar imana girenlerin sevabına iştirak etti. Bu hususta onun benzeri, erkeklere nisbetle de Ebû Bekir´dir. Bu sebeple o ikisinin kazanacağı sevabın miktarını Allah´tan başka kimse bilemez.”
Hz. Hatice Resûlullah´ın hayatında cereyan eden hadiselerde hiçbir zaman sarsılmayarak büyük bir sebat, azim ve imanda yakîn örneği vermiştir. Sıkıntılı anlarda Resûlullah´a sağladığı teselli, ondaki akıl ve ferasetin derecesini göstermeye yeterlidir. İbnu İshak: “Resûlullah, kendisini üzen bir söz işitince Hz. Hatice´ye döndümü, o mutlaka teselli verir, takviye eder, kederini unuttururdu” der.
Kadınların efdali hususunda ihtilaf edilmiş ise de, râcih görüşe göre Ümmühâtu´lmü´minîn arasında en efdali Hz. Hatice´dir. Hz. Peygamber´in Mısırlı cariyesi olan Mariye´den doğan İbrahim dışındaki bütün çocukları Hz. Hatice´dendir. Bu çocuklar: Kasım, Zeyneb, Rukiyye, Ümmü Külsüm, Fatıma, Abdullah -buna Tâhir ve Tayyib de denmiştir. Bunların Abdullah´ın kardeşleri olduğu da söylenmiştir- Erkekler küçükken ölmüşlerdir.
Hz. Hatice, Ebû Talib´ten üç gün sonra, Hicretten üç yıl önce Ramazan ayında vefat etmiştir. Ebû Tâlib ve Hatice´nin vefatından sonra Resûlullah´ın musibetleri artmıştır. Hz. Aişe: “Hatice namaz farz kılınmazdan önce vefat etti” der. Öldüğü zaman 65 yaşında idi, radıyallahu anhâ.[274]
* HZ. FATIMA (RADIYALLAHU ANHÂ)
ـ4484 ـ1ـ عن جميع بْنِ عُمَيْرَ التَّيْمِىِّ قَالَ: ]دَخَلْتُ مَعَ عَمَّتِى عَلى عَائِشَةَ رَضِيَ اللّهُ عَنْها فَسُئِلَتْ: أىُّ النِّسَاءِ كَانَ أحَبَّ الى رَسُولِ اللّهِ #؟ قَالَتْ: فَاطِمَةَ. فَقِيلَ مِنَ الرِّجَالِ؟ قَالَتْ زَوْجُهَا، إنْ كَانَ مَا عَلِمْتُ صَوّاماً وَقَوّاماً[. أخرجه الترمذي .
1. (4484)- Cemî´ İbnu Umeyr et-Teymî anlatıyor: “Halamla birlikte Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)´nın yanına gittim. Hz. Aişe´ye:
“Hangi kadın Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a daha sevgili idi ” diye soruldu.
“Fâtıma!” dedi.
“Ya erkeklerden ” dendi.
“Fâtıma´nın kocası! Zîra bildiğim kadarıyla Ali (radıyallahu anh) çok oruç tutar, çok namaz kılardı.” [Tirmizî, Menâkıb, (3873).][275]
ـ4485 ـ2ـ وعن أُمِّ سَلَمَةَ رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالَتْ: ]دَعَا رَسُولُ اللّهِ # فَاطِمَةَ عَامَ الْفَتْحِ فَنَاجَاهَا، فَبَكَتْ. ثُمَّ نَاجَاهَا فَضَحِكَتْ قَالَتْ: فَلَمَّا تُوُفِّى رَسُولُ اللّهِ # سَألْتُهَا عَنْ بُكَائِهَا وَضَحِكَهَا. قَالَتْ أخْبَرَنِِى رَسُولُ اللّهِ # أنَّهُ يَمُوتُ، فَبَكَيْتُ. ثُمَّ أخْبَرَنِى أنِّى سَيِّدَةُ نِسَاءِ أهْلِ الْجَنَّةِ إَّ مَرْيَمَ بِنْتَ عِمْرَانَ، فَضَحِكْتُ[. أخرجه الترمذي.
2. (4485)- Ümmü Seleme (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Fetih senesinde Fatıma´yı çağırarak hususi konuştular. Fatıma ağladı. Sonra tekrar hususî olarak konuştular. Fatıma bu sefer güldü. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) vefat edince, Fatıma´dan o ağlama ve gülmesi hususunda sordum. Dedi ki:
“Önce, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bana öleceğini haber verdi, ben de ağladım. İkinci konuşmamızda benim, İmrân kızı Meryem hariç diğer kadınların cennette efendisi olacağımı müjdeledi, bunun üzerine güldüm.” [Tirmizî, Menâkıb, (3872).][276]
AÇIKLAMA:
1- Hz. Fâtıma (radıyallahu anhâ), Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın kızıdır. Annesi Hz. Hatice (radıyallahu anhâ)´dır. Hz. Fatıma İslam´dan sonra doğmuştur, ancak “Bi´setten önce doğdu” diyen de olmuştur. Bedir savaşından sonra Hicretin ikinci yılında Hz. Ali (radıyallahu anh) ile evlenmiştir. Evlendiği zaman 15 yaşında idi.
Hz. Fâtıma´nın gerek muasırların ve gerekse kendinden sonra gelecek kadınların hepsinden faziletce üstün olduğu kabul edilir. Bu hususa en kavi delil şu hadistir: “Fâtıma, Meryem hariç cihan kadınlarının efendisidir.” Resûlullah´ın diğer kızları, Aleyhissalâtu vesselâm daha hayatta iken vefat ettikleri halde; Fatıma Resûlullah´tan sonra vefat etmiştir ve Resûlullah´ın nesli Hz. Fâtıma´nın evlatları yoluyla devam etmiştir. Diğer kızlarından Rukiyye (radıyallahu anhâ)´dan doğan Abdullah küçükken ölmüş, Ümmü Külsüm´den doğum olmamış, Zeyneb (radıyallahu anhâ)´dan doğan Ali küçükken ölmüştür. Zeynep´ten doğan Ümâme´den de çocuk olmamıştır. Resûlullah´ın en ziyade sevdiği kimse Fatıma idi. Resûlullah´ın kızlarına olan sevgisi, onları kuma üzerine nikahlamaktan alıkoymuş, hatta, kızlarına kuma gelmesine de izin vermemiştir. Hz. Ali´ye kız vermek isteyenler olmuş, izin için başvurdukları vakit onlara izin vermemiş, hatta minberde alenen şöyle ilan etmiştir:
“Benî Hişâm İbnu´l-Muğîre, kızlarını Ali´ye vermek için benden izin taleb ettiler. İzin vermiyorum! İzin vermiyorum! İzin vermiyorum! Eğer Ali arzulu ise kızımı boşar, ondan sonra onların kızlarını nikahlar. Çünkü Fâtıma benden bir parçadır. Onu ikrah ettiren şey beni de ikrah ettirir, ona eza veren şey bana da eza verir.”
Resûlullah Fatıma´ya: “Senin gadab ettiğin şeye Allah da gadab eder, razı olduğun şeyden Allah da razı olur” demiştir.
Resûlullah seferden dönüşte kızı Fâtıma´yı öperdi.
Fâtıma (radıyallahu anhâ) tesettüre son derece ehemmiyet verirdi. Vefat ettiği zaman cenazesinin yıkanmasında iki kişinin bulunmasını (Esmâ Bintu Umeys ve Hz. Ali) ve küçük bir çadır içinde yıkanmasını, cenazesinin kimse tarafından görülmemesi için geceleyin defnedilmesini vasiyet etmiş ve öyle yapılmıştır. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onun bu hassasiyetine muvafık olarak: “Kıyamet günü olunca, perde gerisinden bir münâdi şöyle seslenecek; “Ey mahşer halkı, gözlerinizi kapayın Fâtıma Bintu Muhammed geçecek.”
Namazını Hz. Ali kıldırmıştır. Vefatı Hicrî 11. yılda Ramazan´ın üçündedir. Resûlullah´ın vefatından 6 ay sonradır. 8, 2, 1 ay sonra da denmiştir. Öldüğü zaman 24 yaşında idi. 25, 29, 30 ve hatta 35 yaşında olduğu da söylenmiştir.[277]
* HZ. AİŞE (RADIYALLAHU ANHÂ)
ـ4486 ـ1ـ عن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]قَالَ لِى رَسُولُ اللّهِ # يَا عَائِشَةُ هذَا جِبْرِيلُ يُقْرِئُكِ السََّمَ. فَقُلْتُ وَعَلَيْهِ السََّمُ وَرَحْمَةُ اللّهِ وبَرَكَاتُهُ. قَالَتْ: وَهُوَ يَرَى مَاَ أرَى[. أخرجه الخمسة .
1. (4486)- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bana:
“Ey Aişe! İşte Cebrail! Sana selam ediyor” dedi. Ben de:
“Ve aleyhisselâmu ve rahmetullâhi ve berakâtuhu!” dedim. Resûlullah benim görmediğimi görürdü.” [Buhârî, Fezâilu´l-Ashab 30, Bed´ül-Halk 6, Edeb 11, İsti´zân 16, 19; Müslim, Fezâilu´s-Sahâbe 91, (2447); Ebû Dâvud, Edeb 166, (5232); Tirmizî, Menâkıb, (3876); Nesâî, İşretu´n-Nisa 3, (7, 69).][278]
AÇIKLAMA:
Önceki hadiste de belirttiğimiz üzere, alimler, bu rivayette de Hz. Hatice´nin Hz. Aişe´ye nisbetle efdal olduğu hususunda delil bulurlar. Zîra hadiste Hz. Aişe´ye Cebrail´in selamı mevzubahistir. Halbuki Hz. Hatice ile ilgili rivayette, hem Cebrail´in ve hem de Hak Teâla´nın Hz. Hatice´ye selamı mevzubahistir. 4483 numarada Rezîn´in ziyadesi olarak kaydedilen ve esasen Buharî´de dahi yer alan Ebû Musa rivayetinde geçen “Âişe´nin kadınlara karşı fazileti, tiridin diğer yemeklere karşı fazileti (üstünlüğü) gibidir” ibaresini alimler kayıtlayarak anlarlar. Derler ki: “Bu ve benzeri hadisler “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın hanımları” diye kayıtlıdır. Öyle ki bunlara Hz. Fatıma dahi girmez.”[279]
ـ4487 ـ2ـ وَعَنْ أبِى مُوسى رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]مَا أشْكَلَ عَلَيْنَا أصْحَابَ رَسُولِ اللّهِ # حَدِيثٌ قَطُّ فَسَألْنَا عَائِشَةَ عَنْهُ إَّ وَجَدْنَا عندها مِنْهُ عِلْماً[. أخرجه الترمذي وصححه .
2. (4487)- Hz. Ebû Musa (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın Ashabı olan bizlere her ne zaman bir hadis müşkilat arzedecek olsa, hemen Hz. Aişe´ye sorardık, o bize bu hususta mutlaka bir bilgi sunardı.” [Tirmizî, Menâkıb, (3877).][280]
AÇIKLAMA:
Hadisin müşkilat arzetmesinden maksad, onu anlamakta karşılaşılan zorluk veya düşülen tereddüt gibi hususlardır. Karşılaşılan mühim bir meseleye açıklık getirecek bir hadisin bulunmayışı da buradaki müşkil zımnında kabul edilmiştir. Hadiste geçen: “Nezdinde bir ilim bulurduk” ifadesini: “O hususta bize bir bilgi sunardı” diye daha açık bir ifadeye döktük. Hz. Aişe´nin nezdinde bulunan “ilim”den maksad, sorulan hadisi açıklayan “bir başka hadis” veya, tarafından yapılan “bir te´vil”, yahut da “meseleyle ilgili bir hadis”dir.
Bu ifade Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)´nın hadis sahasındaki gücünü ve malumatının vüs´atini gösterir.[281]
ـ4488 ـ3ـ وعن أبِى وائِلْ قَالَ: ]لَمَّا بَعَثَ عَلَيٌّ عَمَّارَ بْنِ يَاسِرٍ وَالْحَسَنَ بْنَ عَلَيٍّ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما الى الْكُوفَةِ لِيَسْتَنْفِرَهُمْ، خَطَبَ عَمَّارٌ فقَالَ: إنِّى ‘عْلَمُ أنَّهَا زَوْجَةُ نَبِيِّكُمْ # في الدُّنْيَا وَاŒخِرَةِ، وَلَكِنَّ اللّهَ ابْتََكُمْ لَتَتَّبِعُوهُ أوْ إيَّاهَا[. أخرجه البخاري .
3. (4488)- Ebû Vâil anlatıyor: “Hz. Ali (radıyallahu anh), asker toplamak için Ammâr İbnu Yâsir ve Hasan İbnu Ali (radıyallahu anhüm)´yi Kufe´ye gönderince, Ammâr halka şöyle hitab etti: “Ben de biliyorum. O (Hz. Aişe), dünyada da âhirette de Peygamberimiz (aleyhissalâtu vesselâm)´ın zevcesidir. Velâkin Allah sizleri imtihan ediyor. Kendisine mi, yoksa, Aişe´ye mi tabi olacaksınız ” [Buhârî, Fezâilu´l-Ashâb 30, Fiten 17.][282]
AÇIKLAMA:
1- Bu rivayet, Cemel vak´ası arefesinde cereyan eden bir hadiseyi aksettirmektedir: Hz. Ali için asker toplamaya Kûfe´ye gelen Ammâr´ın halka hitabını görmekteyiz. Konuşmasında Ammâr, Hz. Aişe´nin Resûlullah´a dünyada da âhirette de zevce olmak gibi yüce makamını, erişilmez faziletini dile getirmekle birlikte, halife olan ve itaat edilmesi farz olan Hz. Ali´ye karşı isyan etmesini de tasvib etmemekte bunu da Allah´a karşı gelmek olarak değerlendirmektedir. Yani burada, Allah´a uymaktan murad, şeriatın “İmâma itaat etmek, isyan etmemek” hükmüne itaattir. Şârihler, bu sözle Ammâr´ın “Evlerinizde oturun” (Ahzâb 33) âyet-i kerîmesine işaret etmiş olabileceğini de söylerler. Zira ayette Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın zevcelerine müteveccih gerçek bir emir mevcuttur. Nitekim, Ümmü Seleme (radıyallahu anh) öyle anlamış ve “Ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a kavuşuncaya kadar, beni devenin sırtı kımıldatamaz” (Ahzab, 33) diyerek evini terketmemiştir. Hz. Aişe, Hz. Talha ve Zübeyr âyeti te´vil etmişlerdir. Fakat yaptıkları te´vilde nefsânî hareket etmemişlerdi, İslâm´ın menfaatini güttükleri inancıyla ortaya çıkmışlardı. İbnu Hacer´in deyimiyle: “Muradları, insanlar arasına düzeltme (ıslah) getirmek, Hz. Osman´ı şehid edenleri kısasla cezalandırmaktı. Hz. Ali (radıyallahu anh)´ın görüşü ise itaat ederek birliği tesis ve Hz. Osman´ın yakınlarının, katledilmeleri kesinlik kazananlardan usulünce kısas taleb etmeleri” istikametindeydi.
2- Ammâr (radıyallahu anh)´ı, Hz. Aişe hakkında “Dünyada da ahirette de Peygamberimizin zevcesidir” demeye sevkeden husus, Aleyhissalâtu vesselâm´ın İbnu Hibbân´da gelen: اَمَا تَرْضِينَ أنْ تَكُونَ زَوْجَتِى في الدُّنْيَا وَاŒخِرَةَ
“(Ey Aişe) sen, dünyada da âhirette de zevcem olmaya razı değil misin ” sözü olabilir. “Ammâr (radıyallahu anh)´ın, bu hadisi Resûlullah´ tan işitmiş olması muhtemeldir” denmiştir.
3- Hz. Aişe ile ilgili geniş bilgiyi birinci ciltte kaydettik, ona havale ederek kısa kesiyoruz. (1. cilt, sayfa 76-80) [283]
* SAFİYYE BİNTU HUYEY İBNU AHTAB (RADIYALLAHU ANHÂ)
ـ4489 ـ1ـ عن أنس رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]بَلَغَ صَفِيَّةَ أنَّ حَفْصَةَ قالَتْ: إنَّهَا بِنْتُ يَهُودِىٍّ، فَبَكَتْ. فَدَخَلَ عَلَيْهَا النَّبِىُّ # وَهِىَ تَبْكِى. فقَالَ: مَا يُبْكِيكِ؟ قَالَتْ لِى حَفْصَةُ: أنْتِ ابْنَةُ يَهُودِىَّ. فقَالَ النَّبِىُّ #: اِنَّكِ َبْنَةُ نَبِىٍّ، وَإنَّ عَمِّكِ لَنَبِىٌّ، وَإنَّكِ لَتَحْتَ نَبِىٍّ، فَبِمَ تَفْخَرُ عَلَيْكِ؟ ثُمَّ قَالَ: اتَّقِى اللّهَ يَا حَفْصَةُ[. أخرجه الترمذي وصححه، والنسائي .
1. (4489)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Hz. Safiyye´ye, Hz. Hafsa (radıyallahu anhümâ)´nın “Yahudi kızı” deyip (istiskâl ettiği) ulaşıyor. Bu sözü işiten Safiyye ağlıyor. Tam o ağlarken Aleyhissalâtu vesselâm yanına giriyor ve: “Niye ağlıyorsun ” diye soruyor. Safiyye:
“Hafsa bana “Sen Yahudi kızısın!” dedi”der. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
“Sen bir peygamber kızısın. Senin amcan da bir peygamberdir, ayrıca bir peygamerin de nikâhı altındasın. Öyleyse o sana karşı neyi ile iftihar ediyor ki ” diyerek onu teselli etti. Sonra da öbürüne: “Ey Hafsa! Allah´tan kork!” dedi.” [Tirmizî, Menâkıb, (3891); Nesâî´de bulunamamıştır. Belki de Nesâî´nin es-Sünenü´l-Kübrâ´sında mevcuttur. Hadise Tirmizî “sahih” demiştir.[284]
AÇIKLAMA:
1- Ümmühâtu´l-Mü´min´în arasında zaman zaman kıskançlığın sevki ile, kumalar arasında her yerde görülen tatsızlıklar olmuştur. Sadedinde olduğumuz rivayet bunlardan biridir. İnsan fıtratını çok iyi bilen Aleyhissalâtu vesselâm bu çeşitten yaratılış ve kadınlık gereği haller ve hadiseleri fazla büyütmemiş ise de müdahalede bulunmuştur. Rivayette de görüldüğü üzere hem bed muameleye uğrayan mazlum tarafa gönül alıcı sözler söyleyerek onu takviye ve teselli etmiştir, hem de o muameleyi yapanı bundan zecretmiştir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın aile hayatına temas eden siyer bahislerinde bunun farklı örnekleri mevcuttur. Aleyhissalâtu vesselâm hemen her gün ikindi namazından sonra, zevcelerini teker teker ziyaret eder, bu ziyaret sırasında onların bu çeşit mesele ve şikayetlerini de dinler ve ilgilenirdi.
Bu hadise farklı şekillerde rivayet edilmiştir. Bir vechine göre, Hz. Safiyye (radıyallahu anhâ)´ya böyle söyleyeceklere şu cevapta bulunmasını tavsiye etmiştir: “Babam Hârun, Amcam Musa de!” Bir başka rivayette, Safiyye, Hz. Aişe ve Hafsa her ikisinden şikayet eder. Aleyhissalâtu vesselâm da şöyle teselli eder: “Sen onlara: “Siz nasıl benden daha hayırlı olabilirsiniz Kocam Muhammed, babam Hârun, amcam Musâ!” demedin mi ” der. Bir sefer sırasında Zeyneb Bintu Cahş´ın da Safiyye´ye “Yahudi!” diyerek istiskaline şâhid olan Resûlullah kızar ve sefer boyu onunla konuşmaz. Hac sırasında, Mekke´den, Medine´ye dönüşte konuşmayan Resûlullah, küslüğü Muharrem ve Safer aylarında da devam ettirir.
2- Safiyye Bintu Huyey İbnu Ahtab, Hayber yahudilerinden Sellâm İbnu Mişkem´in karısı idi. Sonradan Kinâne İbnu Ebi´l-Hukayk´a zevce oldu. Hayber´in fethi sırasında Kinâne öldürüldü.
Hz. Enes, Resûlullah´ın Safiyye (radıyallahu anhâ) ile evlenmesini şöyle anlatır: “Hayber fethedilip esirler toplanınca, Dıhye İbnu Halife (radıyallahu anh), Resûlullah´a gelerek esirlerden kendisine bir cariye verilmesini taleb etti. Aleyhissalâtu vesselâm´ın “Git bir cariye seç!” demesi üzerine, o da gidip Safiyye´yi seçti. Derken Aleyhissalâtu vesselâm´a:
“Ey Allah´ın Resulü! O, Kureyza ve Nadir yahudilerinin seyyidesi (efendisi)dir! O size münasibtir! dediler. Bunun üzerine Aleyhissalâtu vesselâm Safiyye´yi kendisi aldı, tesettüre soktu, azad etti, kendine nikâhladı ve ona da bir gece ayırdı. Hz. Safiyye, akıllı kadınlardan biriydi.
“Resûlullah´ın Safiyye´yi tesettüre sokması, onu kendine zevce seçmesinin alâmeti idi. Safiyye´nin hicab´a girip örtündüğünü gören müslümanlar onun ümmühât´a dahil edildiğini anladılar.
Safiyye, bu hadiseden bir müddet önce rüyasında, ayın kucağına düştüğünü görür ve bunu babasına anlatır. Babası: “Sen Arap melikine eş olacaksın!” diyerek yüzünü yaralayıp iz bırakan şiddetli bir tokat atar. Bu izi gören Resûlullah sebebini sorar. Safiyye vak´ayı anlatır.
Resûlullah, Safiyye´nin yahudilerle ilgili ricalarını yerine getirmiştir. Yahudi cemaatle Aleyhissalâtu vesselâm arasında râbıta rolü oynamıştır.
Hicrî 36 yılında vefat etmiştir. Vefat yılının 50 olduğu da söylenmiştir, radıyallahu anhâ.[285]
* SEVDE BİNTU ZEME´A (RADIYALLAHU ANHÂ)
ـ4490 ـ1ـ عن عِكْرَمَةَ قَالَ: ] قِيلَ بْنِ عَبَّاسٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما بَعْدَ صََةِ الصُّبْحِ: مَاتَتْ سَوْدَةُ رَضِيَ اللّهُ عَنْها. فَسَجَدَ فَقيلَ لَهُ في ذلِكَ. فقَالَ رَسُولُ اللّهِ #: إذَا رَأيْتُمْ آيَةً فَاسْجُدُوا، وَأىُّ آيَةٍ أعْظَمُ مِنْ ذَهَابِ أزْوَاجِ رَسُولِ اللّهِ #؟[ أخرجه أبو داود والترمذي ولم يسمياها؛ وذكر رزين رواية وسماها .
1. (4490)- İkrime anlatıyor: “(Bir gün) Sabah namazından sonra, İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ)´ya, Hz. Sevde´nin vefat ettiği söylenmişti, hemen secdeye kapandı. Niye böyle davrandığı sorulunca şu cevabı verdi: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): “(Allah´ın âyetlerinden) bir âyet gördüğünüz vakit secde edin!” buyurmuştu. İmdi Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın zevcelerinin gitmesinden daha büyük bir âyet var mıdır ” [Ebû Dâvud, Salât 269, (1197); Tirmizî, Menâkıb, (3889).]
“Ebû Dâvud ve Tirmizî, hadisi kaydederler, ancak Resûlullah´ın zevcelerinden hangisinin vefat haberinin geldiğini zikretmezler. Sevde diye tesmiye, Rezin´in ilavesinde gelmiştir.[286]
AÇIKLAMA:
1- Hadise, Mizzî´nin Tehzibu´l-Kemâl adlı eserinde İkrime tarafından şöyle anlatılır: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın zevcelerinden biri Medine´de vefat etmişti. -İshâk İbnu Rahûye der ki: “Zannedersem onu Safiyye Bintu Huyey diye tesmiye etmişti- ben hemen gidip İbnu Abbas´a haber verdim. O, haberi duyunca secdeye kapandı. Kendisine: “Güneş daha doğmadan secde mi ediyorsun ” dedim. İbnu Abbâs: “Anasız kalasıca! Sen Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın: “Bir ayet gördüğünüz zaman hemen secdeye kapanın!” dediğini bilmiyor musun” dedi.
2- Hadisteki “ayet”ten murad, korkutan bir alâmettir. Tîbî der ki: “Alimlere göre, bundan murad, bela ve sıkıntıların inişini haber veren inzar edici alametlerdir ki, Allah bunlarla kullarını korkutur. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın zevcelerinin vefatı da bu çeşit ayetlerden sayılmıştır. Çünkü onlar zevcelik şerefine, sahabelik şerefini de eklediler. Aleyhissalâtu vesselâm: “Ben ashabıma garantiyim, ben gittim mi, ashabıma vaadedilen (musibet ve fitneler) gelecektir; ashabım da arz ehline garantidir, onlar da gitti mi ümmetime vaadedilen gelecektir” buyurmuştur.”[287] Resûlullah´ın zevceleri bu manaya, diğerlerine nazaran daha çok hak sahibidirler, öyleyse onların vefatları mezkur garantiyi ortadan kaldırıcıdırlar, garantinin kalkması ise korkuyu gerektiren bir durumdur.
Resûlullah´ın zevcelerinin gitmesi en büyük âyet telakki edilmiştir. Çünkü onlar bereket sahipleri idiler. Hayatlarıyla halktan azabın define sebep oluyorlardı. Şu halde onların gitmesiyle azabın gelmesinden korkulmuş ve bereketlerinin kesilmesiyle Allah´ın zikrine iltica edip secde etmek gerekmiştir. Ta ki zikir ve namaz bereketine gelecek azab defedilmiş olsun” (Aliyyü´l-Kârî).
3- “Hadisteki secde emrine gelince, “Burada secde mutlaktır. “Ayet”le ay ve güneş tutulması murad edilmişse, secdeden maksad küsuf namazıdır. “Ayet” bir başka şeyse -söz gelimi şiddetli bir fırtınanın kopması, zelzelenin olması gibi- murad bilinen secdedir, ancak, korku veren bir hadise ile karşılaşıldığı zaman namaza yönelmeyi irşad eden rivayet sebebiyle namaza hamli de caizdir” (Tîbî).
4- Sevde Bintu Zeme´a İbnu Kays: Ümmühâtu´lmü´minîndendir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onunla, Hz. Hatice´nin vefatından sonra Mekke´de evlenmiştir. Bu evlilik Hz. Aişe ile olan evliliğe tekaddüm eder. Hz. Aişe´den sonra diyen de olmuştur. Sevde, daha önce amcasının oğlu Sekrân İbnu Amr´ın nikahında idi. Sekrân (radıyallahu anh) Habeşistan muhacirlerinden olup, orada vefat etmişti. Aleyhissalâtu vesselâm onu, İslâm´a bağlılığına mükâfaaten yalnızlıktan kurtarmak gayesiyle nikahlamış idi.
Sevde yaşlı bir kadın idi. Bir ara Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın kendisini boşayacağı endişesine kapılarak, müracaat edip: “Beni boşama, nikahın altında tut, ben kendi günümü Aişe´ye vereyim” talebinde bulundu. Aleyhissalâtu vesselâm da kabul etti. Bunun üzerine şu meâldeki âyet nazil oldu: “Eğer bir kadın, kocasının geçimsizliğinden veya kendisinden yüz çevirmesinden korkarsa, bazı fedakârlıklarla sulh olup aralarını düzeltmelerinde onlar için bir günah yoktur. Sulh ise daha hayırlıdır.” (Nisa 128).
Hz. Sevde, nöbetindeki gününü Hz. Aişe´ye vermiş olarak ümmühâtu´lmü´minîn arasındaki yerini muhafaza etmiş, Hz. Ömer´in hilafetinin sonuna kadar yaşamıştır, (radıyallahu anhâ).[288]
* ÜMMÜ EYMEN (RADIYALLAHU ANHÂ)
ـ4491 ـ1ـ عن أنس رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ أبُو بَكْرٍ لِعُمَرَ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما، بَعْدَ وَفَاةِ رَسُولِ اللّهِ #: انْطَلِقَ بِنَا الى أُمِّ أيْمَنَ رَضِيَ اللّهُ عَنْها نَزُورُهَا كَمَا كَانَ رَسُولُ اللّهِ # يَزُورُهَا. فَلَمَّا أتَيَا إلَيْهَا بَكَتْ. فقَاَ لَهَا: مَا يُبْكِيكِ؟ أمَا تَعْلَمِينَ أنَّ مَا عِنْدَ اللّهِ خَيْرٌ لِرَسُولِ اللّهِ، قَالَتْ: بَلى إنِّى ‘عْلَمُ أنَّ مَا عِنْدَ اللّهِ خَيْرٌ لِرَسُولِ اللّهِ، وَلكِنْ أبْكِى أنَّ الْوَحْىَ قَدْ اِنْقَطَعَ مِنَ السَّمَاءِ، فَهَيَّجَتْهُمَا عَلى الْبُكَاءِ، فَجَعََ يَبْكِيَانِ مَعَهَا[. أخرجه مسلم .
1. (4491)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Hz. Ömer, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın vefatından sonra, Hz. Ebû Bekr (radıyallahu anh)´a:
“Gel beraber Ümmü Eymen (radıyallahu anhâ)´ya gidip ziyaret edelim, tıpkı Aleyhissalâtu vesselâm´ın onu ziyaret ettiği gibi” dedi ve gittiler. Ümmü Eymen onları görünce ağladı.
“Niye ağlıyorsun Resûlullah´ın Allah nezdinde bulacağı (mükâfaatlar)ın daha hayırlı olduğunu bilmiyor musun ” dediler. Ümmü Eymen:
“Evet bilmez olur muyum Allah indinde olan, Resûlullah için elbette daha hayırlıdır. Velâkin beni ağlatan, semadan gelen vahyin kesilmiş olmasıdır” dedi. Bu sözleri onları da hüzünlendirdi. Ümmü Eymen´le birlikte onlar da ağladılar.” [Müslim, Fezâilu´s-Sahâbe 103, (2453).[289]
AÇIKLAMA:
Ümmü Eymen (radıyallahu anhâ) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın hem azatlısı hem de hadine´sidir, yani Resûlullah çocukken onun himayesinde büyümüştür. Onun bu hizmetine telmihen, Aleyhissalâtu vesselâm “Ümmü Eymen annemden sonra annemdir” diyecek, sıkça ziyaretine gidecektir. İslâm´ın başında ilk müslüman olanlar arasında yer alır. Habeşistan´a da, Medine´ye de hicret etmiştir.
Bir rivayete göre, Hz. Hatice´nin kızkardeşine ait bir köle idi. Resûlullah´a hibe etmiştir. Diğer bir rivayete göre ise, Resûlullah´ın annesine aitti. Amine hâtun Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ı dünyaya getirinceye, büyüyünceye kadar yetişmesi ile ilgilenmiştir. Bilahare Aleyhissalâtu vesselâm onu azad etmiş ve Zeyd İbnu Hârise ile evlendirmiştir. Bu mutlu evlilikten Üsâme İbnu Zeyd doğacaktır. Üsâme, Resûlullah´ın en ziyade sevdiği kimselerden ve ordu komutanlarından biri olması haysiyetiyle Ümmü Eymen, Üsâme (radıyallahu anhümâ)´nın annesi olmaktan da şereflenmiştir.
Ümmü Eymen, Aleyhissalâtu vesselâm´ın vefatından beş ay kadar sonra vefat etmiştir, (radıyallahu anhâ).[290]
EHL-İ BEYT´İN FAZİLETİ
ـ4492 ـ1ـ عن ابْنِ عبَّاسٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قالَ: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: أحِبُّوا اللّهَ لِمَا يَغْذُوكُمْ بِهِ مِنْ نِعَمِهِ، وَأحِبُّونِى لِحُبِّ اللّهِ. وَأحِبُّوا أهْلَ بَيْتِى لِحُبِّى[. أخرجه الترمذي .
1. (4492)- İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Nimetleriyle sizi beslediği için Allah´ı sevin. Beni de Allah sevgisi için sevin. Ehl-i Beytimi de benim sevgim için sevin.” [Tirmizî, Menâkıb, (3792).][291]
AÇIKLAMA:
Bu hadiste, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), fıtrî ve tabiî bir sevgiden hareketle, Ehl-i Beyti´nin sevilmesi gereğini ifade ediyor. Şöyle ki İslâm ulemâsı, insan fıtratındaki “sevgi”nin üç şey sebebiyle hasıl olacağını belirtirler:
1- Kemâl,
2- İhsan,
3- Menfaat (4356. hadise bak).
Bu hadiste Resûlullah, hayatımızın devamını sağlayan gıdamızı Allah´ın verdiğini hatırlatarak, ihtiyaçlarımızı gören Rabbimizi sevmenin fıtrî ve tabiî birşey olduğunu bildiriyor. Allah´ı sevdik mi ister istemez kendisini yani Hz. Peygamber´i seveceğiz, çünkü O, Habîbullah´tır. Dostun dostu sevilir. Ayrıca Kur´an´da Allah´ı sevenlere, Resûlullah´a ittiba ve onu sevmek emredilmiştir. (Bu hususlar da 4356. hadiste açıklandı). Resûlullah´ı sevince, onun sevdikleri ve sevilmesini emrettikleri de sevilecektir. Âl-i Beyt bunlardandır: Resûlullah hem sevmiştir, hem de sevmemizi emretmiştir. Âl-i Beyt Aleyhissalâtu vesselâm´ın bu alâkası, akrabalık gayretinin bir sonucu olmayıp, risalet vazifesinin icabı olduğunu, ileride sayıca çok artacak ümmetinin, yeryüzünün her tarafına dağılarak İslâm´a fıtrî bağlarla bağlı ve ciddi taraftar bir cemaat teşkil edeceğini; ilim, maneviyat, cihad gibi cemiyetlerin dinamiği olan, milletlerin ayakta kalmasını sağlayan ve devamları için şart olan hususlarda onların daima önde olacakları ve onların sevilmesi ve sayılmasının ümmetî birliğe temel teşkil edeceği hikmetine dayandığını Bediüzzaman merhumdan kaydettiğimiz bir pasajda göstermiştik, burada tekrar etmeyeceğiz (4434. hadis).[292]
ـ4493 ـ2ـ وعن سعد بْنِ أبى وقّاص رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]لَمَّا نَزَلَتْ هذِهِ اŒيَةُ: تَعَالُوا نَدْعُ أبْنَاءَنَا وَأبْنَاءَكُمْ وَنِسَاءَنَا وَنِسَاءَكُم اŒية؛ دَعَا رَسُولُ اللّهِ # عَلِيّاً وَفَاطِمَةَ وَحَسناً وَحُسَيْناً وقَالَ: اللَّهُمَّ هؤَُءِ أهلِى[. أخرجه الترمذي وصححه .
2. (4493)- Sa´d İbnu Ebî Vakkas (radıyallahu anh) anlatıyor: “Şu âyet indiği zaman, (meâlen): “Sana bu ilim geldikten sonra, kim seninle bu hususta mücadele edecek olursa de ki: “Gelin, çocuklarımızı ve çocukarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendinizi ve kendimizi çağırıp toplanalım, sonra niyaz edelim ki, Allah´ın laneti yalancılar üzerine olsun!” (Âl-i İmrân 61), Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Aliyi, Fatıma´yı, Hasan ve Hüseyin (radıyallahu anhüm ecmaîn)´i çağırdı ve:
“Allah´ım, bunlar da benim ehlim (âilem)” buyurdu.” [Tirmizî, Tefsir, Âl-i İmrân, (3002).][293]
AÇIKLAMA:
Bu rivayetle ilgili açıklama daha önce geçtiği için burada tekrar etmeyeceğiz (4407. hadis).[294]
ـ4494 ـ3ـ وعن أُمِّ سلَمَةَ رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالتْ: ]نَزَلَتْ هذِهِ اŒيةُ وَأنَا جَالِسَةٌ عَلى بَابِ بَيْتِ النَّبِىِّ #: إنَّمَا يُرِيدُ اللّهُ لِيُذْهِبَ عَنْكُمُ
الرِّجْسَ أهْلَ الْبَيْتِ وَيُطَهِّرَكُمْ تَطْهِيراً؛ وفي الْبَيْتِ رَسُولُ اللّهِ # وَعلَيٌّ وَفَاطِمَةُ وَالْحَسَنُ وَالْحُسَيْنُ فَجَلَّلَهُمْ بِكِسَاءٍ وقَالَ: اللَّهُمَّ إنَّ هؤَُءِ أهْلُ بَيْتِى، فَأذْهِبْ عَنْهُمُ الرِّجْسَ وَطَهِّرْهُمْ تَطْهِيراً. فَقُلْتُ: يَا رَسُولَ اللّهِ ألَسْتُ مِنْ أهْلِ الْبَيْتِ؟ فقَالَ: إنَّكِ الى خَيْرٍ. أنْتِ مِنْ أزْوَاجِ النَّبِىِّ #[. أخرجه الترمذي.»الرِّجْسُ« النجس، وكل مستقذر، وقيل ا‘ثم .
3. (4494)- Ümmü Seleme (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın evinin kapısında iken şu âyet nazil oldu: “…Ey peygamber ailesi! Allah günahlarınızı giderip sizi tertemiz yapmak istiyor” (Ahzab 33). Evde Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), Ali, Fâtıma, Hasan ve Hüseyin vardı. Onlara bir örtü bürüdü ve:
“Allahım, işte bunlar benim ehl-i beytimdir, bunlardan günahı gider ve bunları kirlerden tertemiz kıl!” buyurdu. Ben atılıp:
“Ey Allah´ın Resûlü! Ben ehl-i beytten değil miyim ” dedim. Bana:
“Sen (yerinde dur, sen zaten) hayırdasın, sen Resûlullah´ın zevcesisin!” diye cevap verdi.” [Tirmizî, Menâkıb, (3870).][295]
AÇIKLAMA:
1- Bu hadis, ehl-i beyt´in, ümmet arasındaki mümtaz yerini tesbit etmektedir. Ancak, Kur´an´da teşrif edilen bu “Ehl-i Beyt”e kimler dahildir hususu âlimler arasında ihtilaflıdır.
* İbnu Abbâs, İkrime, Atâ ve Kelbî, Mukâtil, Sa´îd İbnu Cübeyr (radıyallahu anhüm)´e göre ayette mezkur olan Ehl-i Beyte, hassâten Aleyhissalâtu vesselâm´ın zevceleri dahildir. Derler ki: “Beyt´ten murad, beytu´n-Nebî ve zevcelerinin meskenleridir. Zira ayette: “Evlerinizde okunan Allah´ın ayetlerini, ilim ve hikmeti tefekkür edin” (Ahzab 34) buyurulmaktadır. Keza Kur´an´da Resûlullah´ın zevceleri ile ilgili gelen şu kısımdaki âyetlerin siyakı da zevcât-ı tâhîrât´ın ehl-i beyte dahil olduğunu gösterir: “Ey Peygamber! Hanımlarına de ki…” den… “Şüphesiz ki Allah´ın lütfu geniştir, O herşeyden haberdar” (Ahzâb 28-34. âyetler) âyetine kadar.”
* Ebû Sâidi´l-Hudrî, Mücâhid, Katâde ise Kur´ân´da mezkur olan Ehl-i Beyt´i hassâten Hz. Ali, Hz. Fâtıma, Hz. Hasan ve Hüseyin (radıyallahu anhüm)´ün teşkil ettiğini söylemişlerdir. Onların bu hükme varmada delillerinden biri, ayetteki hitabın kadınlara değil, erkeklere yapılması sahih olacak şekilde gelmiş olmasıdır. Zira ayette erkekleri ifade eden عَنْكُمْ ve وَلِيطْهِرَكُمْ denmiştir. Bu hitap sadece kadınlara olsaydı عَنْكُنَّ وَيُطَهِّرَكُنَّ denmesi gerekirdi. Ancak önceki görüşte olanlar, bu iddiaya: “İfadenin müzekker muhataba göre gelmesi ehl kelimesini esas almaktan dolayıdır. Nitekim âyet-i kerîmede Cenab-ı Hak اَتَعْجَبِينَ مِنْ أمْرِ اللّهِ رَحْمَتُ اللّهِ وَبَرَكَاتُهُ عَلَيْكُمْ اَهْلَ الْبَيْتِ buyurmuştur. Arapçada kişi arkadaşına, zevcesine veya zevcelerini kastederek كَيْفَ اَهْلُكَ der, o da هُمْ بِخَيْرِ der, kastedilenler kadın olduğu halde erkek zamiri kullanılır” diye karşılık vermişlerdir.
Bu iki görüş sahiplerinin getirdikleri delilleri burada serdetmeye gerek görmüyor, bunlar arasında üçüncü mutavassıt bir görüş daha var, onu kaydediyoruz:
* Kurtubî, İbnu Kesîr gibi bir kısım muhakkik ulemâya göre, âyette mezkur olan Ehl-i Beyt´e Resûlullah´ın zevceleri, Hz. Ali, Fâtıma, Hasan ve Hüseyin dahildirler. Bunlara göre, zevcât-ı tâhirat dahildir, çünkü işaret edilen ayetlerle kastedilenler onlardır, onlar Resûlullah´ın evlerinde sakindirler. Bu hususu te´yid eden bir kısım rivayetler İbnu Abbas ve başkaları tarafından rivayet edilmiştir. Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin hazerâtının da dahil olması ise, neseb yönüyle yakınlıklarından ve ailesine dahil olmalarındandır. Keza âyetin onlar sebebiyle indiğini te´yid eden rivayetlerde bu görüşe delil kabul edilmiştir. Bu durumda ayet-i kerîmenin bu iki zümreden sadece birini kasdetmiş olduğunu iddia edenler, yapılması gereken bir şeyi yaparken, ihmali câiz olmayan bir hususu da ihmal etmiş olmaktadırlar.
2- Resûlullah´ın Ümmü Seleme (radıyallahu anhâ)´ya söylediği: “Sen yerinde (dur, sen zâten) hayırdasın…” sözü hususunda iki te´vil yapılmıştır.
* Birine göre mana şudur: “Sen (zaten) hayırlısın. Benim ehl-i beytimden olman sebebiyle, bir de örtümün altına girmeye ihtiyacın yok.” Onu girmekten men edişinin sebebi Hz. Ali´nin oradaki varlığıdır.
* Diğer te´vile göre, mana şöyledir: “Sen ehl-i beytimden olmasan da sen hayırlısın.” Mübârekfûrî, önceki görüşün râcih ve hatta muteber görüş olduğunu belirtir. [296]
ـ4495 ـ4ـ وعن أنسْ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]كَانَ رَسُولُ اللّهِ # حِينَ نَزَلَتْ هذِهِ اŒيةُ: إنَّمَا يُرِيدُ اللّهُ لِيُذْهِبَ عَنْكُمْ الرِّجْسَ أهْلَ الْبَيْتِ يَمُرُّ بِبَابِ فَاطِمَةَ رَضِيَ اللّهُ عَنْها إذَا خَرَجَ الى الصََّةِ قَرِيباً مِنْ سِتَّةِ أشْهُرٍ. فَيَقُولُ: الصََّةَ أهْلَ الْبَيْتِ، إنَّمَا يُرِيدُ اللّهُ لِيُذْهِبَ عِنْكُمُ الرِّجْسَ أهْلَ الْبَيْتِ وَيُطَهِّرَكُمْ تَطْهِيراً[. أخرجه الترمذي .
4. (4495)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Şu âyet indiği zaman (meâlen): “…Ey peygamber ailesi! Allah günahlarınızı giderip sizi tertemiz yapmak istiyor” (Ahzâb 33), Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sabah namazına giderken, altı aya yakın bir müddette, Hz. Fâtıma (radıyallahu anhâ)´nın kapısına uğrayıp:
“Namaz(a kalkın) ey Ehl-i Beyt “Allah günahlarınızı giderip sizi tertemiz yapmak istiyor!” buyurdu.” [Tirmizî, Tefsîr, Ahzâb (3204).][297]
ـ4496 ـ5ـ وعن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالتْ: ]خَرَجَ رَسُولُ اللّهِ # وَعَلَيْهِ مَرْطٌ مُرَحَّلٌ أسْوَدٌ، فَجَاءَ الْحَسَنُ فَأدْخَلَهُ، ثُمَّ جَاءَ الْحُسَيْنُ فَأدْخَلَهُ، ثُمَّ جَاءَتْ فَاطِمَةُ فَأدْخَلَهَا، ثُمَّ جَاءَ عَليٌّ فَأدْخَلَهُ. ثُمَّ قَالَ: إنَّمَا يُرِيدُ اللّهُ لِيُذْهِبَ عَنْكُمُ الرِّجْسَ أهْلَ الْبَيْتِ وَيُطَهِّرَكُمْ تَطْهِيراً[. أخرجه مسلم.»المِرْطُ« كساء من خز أو صوف يتغطى به.و»المُرَحَّلُ« الموشى المنقوش الذي فيه صور الرجال، وقال الجوهري: هو إزار خز فيه أعم .
5. (4496)- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), üzerinde siyah (yünden) nakışlı bir kumaş olduğu halde sabahleyin (evden) çıktı. O sırada Hasan geldi, onu örtünün altına soktu. Sonra Hüseyin geldi onu da soktu. sonra Fatıma geldi, onu da soktu. Sonra Ali geldi onu da örtünün altına soktu. Sonra da:
“Ey Ehl-i Beyt Allah günahlarınızı giderip sizi tertemiz yapmak istiyor” (Ahzâb 33) buyurdu” [Müslim, Fezâilu´s-Sahâbe 61, (2424).][298]
ـ4497 ـ6ـ وعن يزيد بن حيّان عن زيد بن أرقَمٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: أَ وَإنِّى تَارَكٌ فِيكُمْ ثِقْلَيْنِ، أحَدَهُمَا كِتَابُ اللّهِ تَعالى، هُوَ حَبْلُ اللّه الَّذِى مَنِ اتَّبِعَهُ كَانَ عَلى الْهُدى وَمَنْ تَرَكَهُ كَانَ عَلى الضََّلَةِ، وَعِتْرَتِى: أهْلُ بَيْتِى. قُلْنَا: مِنْ أهْلِ بَيْتِهِ نِسَاؤُهُ؟ قَالَ َ أيْمُ اللّهِ إنَّ الْمَرْأةَ تَكُونُ مَعَ الرَّجُل الْعَصْرَ مِنَ الدَّهْرِ فَيُطَلِّقُهَا فَتَرْجِعُ الى أبِيهَا وَقَوْمِهَا. أهْلُ بَيْتِهِ: أصْلُهُ وَعَصَبَتُهُ الَّذِينَ حُرِمُوا الصَّدَقَةَ بَعْدَهُ[. أخرجه مسلم.سمى النبى # القرآن العزيز وأهل بيته ثقلين ‘ن ا‘خذ بهما والعمل بما يجب لهما ثقيل. وقيل العرب تقول لكل نفيس خطير ثقل، فجعلهما ثقلين إعظاماً لقدرهما وتفخيما لشأنهما.و»العَصبةُ« أهل الرجل من قبل اŒباء وا‘جداد .
6. (4497)- Yezid İbnu Hayyân, Zeyd İbnu Erkâm (radıyallahu anh)´tan naklen anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Haberiniz olsun! Ben size iki ağırlık bırakıyorum. Bunlardan biri Allah Teâlâ´nın Kitabı´dır. O, Allah´ın (sema-arz arasına uzanmış) ipi olup, kim ona tutunursa hidayet üzere olur, kim de onu terkederse dalâlete düşer. İkincisi itretim, Ehl-i Beytim´dir.” Biz, Zeyd İbnu Erkam´a sorduk:
“Kadınları da Ehl-i Beyt´inden midir ”
“Hayır! dedi, Allah´a yemin olsun, kadın bir müddet erkekle beraber olur. Sonra (kocası) onu boşar, o da babasına ve kavmine döner. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın Ehl-i Beyt´i aslı ve kendinden sonra sadaka haram olan asabesi´dir.” [Müslim, Fezâilu´s-Sahâbe 37, (2408).][299]
AÇIKLAMA:
1- Kur´an ve Âl-i Beyt için sakaleyn (ağırlık) denmesi, onun kıymetce, şerefceüstünlüğündendir. Bazı rivayetlerde iki ağır halife خَلِيفَتَيْنِ ثَقَلَيْنِ diye gelmiştir.
2- Münâvî, Âl-i Beyt´le Ashâb-ı Kisâ´nın kastedildiğini belirtir. Zekat haram edilenlere ehl-i beyt diyenlerin zayıf görüşte olduklarına işaret eder. Hanefilere ve Şâfiîlere göre, bu hadiste zikri geçen Âl´den murad, Benî Hâşim´dir. Yani, Hz. Ali, Akîl, Ca´fer ve Abbas hazerâtının sülaleleri ve onların azatlılarıdır; bunlara zekât verilmez. İmam Mâlik yalnız Benî Hâşim´e zekat verilmeyeceği görüşündedir. Bütün Kureyş´e zekat verilmeyeceğini söyleyenler de olmuştur. Bu rivayette, Hz. Zeyd´in, Ezvâc-ı Tâhirât´ı Al-i Beyt´ten saymaması bütün Kureyş kabilesini Ehl-i beyt kabul edenlerin sözünü reddetmeye müteveccihtir. Gerçi onlardan Hz. Aişe, Hafsa, Ümmü Habîbe, Ümmü Seleme, Sevde, Zeyneb Bintu Cahş gibi bir kısımları Kureyş´e mensup idiler.
3- Kurtubî, hadiste Kur´ân´ın emirlerine uyup yasaklarından kaçınmak, itreti´nin sîretine uymak, hayatı onların istikametine göre yönlendirmekle hidayete erilebileceğinin belirtildiğine dikkat çeker. Sonra der ki: “Bu vasiyet ve bu büyük te´kid, Resûlullah´ın ehline ihtiram, onları tebrie, tâzime ve sevginin vacib olduğuna, müekked farzların da vacib olduğuna, bunları terke hiçbir kimseye bir özür tanımadığına delalet eder.”
4- Bu hadisin Zey İbnu Sabit (radıyallahu anh)´tan gelen bir başka vechi şöyle devam eder: “Bu iki şey (Ehl-i Beyt ve Kur´ân), (Kıyamet günü, Kevser) havuzunun başında toplanıncaya kadar birbirlerinden ayrılmayacaklar.”
Bir kısım alimler, bu ve benzeri ifadelere dayanarak, Kıyamete kadar, dünyanın her tarafında Kur´ân´la amel etmeyi terketmeyecek Ehl-i Beyt´e mensup kimselerin bulanacağına hükmetmişlerdir. Böylece onlar Arz ehline bir garanti teşkil etmişlerdir. Onların tamamen tükenmesi, Arz ehlinin sonu demektir.
5- Asabe, kişinin baba cihetinden gelen akrabalarına denir.[300]
ـ4498 ـ7ـ وعن ابن عُمَر رَضِيَ اللّهُ عَنْهما: ]أنَّ أبَا بَكْرٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قَالَ: اِرْقُبُوا مُحَمَّداً # في أهْلِ بَيْتِهِ[. أخرجه البخاري .
7. (4498)- İbnu Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: “Ebû Bekr (radıyallahu anh) buyurdular ki: “Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm)´ı Ehl-i beytinde gözetin.” [Buhârî, Fezâilu´l-Ashâb, 12, 22.] [301]
AÇIKLAMA:
Hz. Ebû Bekr, bu sözüyle halka hitabederek, Resûlullah´ın hatırını akrabalarında gözetmeleri, Aleyhissalâtu vesselâm´ın gönüllerde yüce olan hatırı ve sevgisi sebebiyle, O´na neseben yakın olanlara hürmet etmeyi, onları incitip üzecek, gücendirecek söz ve davranışlardan kaçınmayı tavsiye etmektedir. “Gözetin” diye ifade ettiğimiz murâkabe “korumak ve kollamak” manalarına gelmektedir. Buhârî, Hz. Ebû Bekr´in bu tavsiyesinin peşinden, bunu açıklar ve tamamlar mahiyetteki şu hadisi kaydeder.
“Fâtıma benden bir parçadır, onu öfkelendiren beni öfkelendirmiş olur.” [302]
DÖRDÜNCÜ FASIL
ENSAR´IN FAZİLETİ
ـ4499 ـ1ـ عن أبى هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: لَوْ أنَّ ا‘نْصَارَ سَلَكُوا وَادِياً أوْ شِعْباً لَسَلَكْتُ وَادِىَ ا‘نْصَارِ وَشِعْبَهُمْ، وَلَوَْ الْهِجْرَةُ لَكُنْتُ امْرؤاً مِنَ ا‘نْصَارِ. قَالَ أبُو هُرَيْرَةَ: بِأبِى هُوَ وَأُمِّى مَا ظَلَمَ: آوَوْهُ وَنَصَرُوهُ، أوْ كَلِمَةً أخرَى[. أخرجه البخاري .
1. (4499)- Hz. Ebû Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Şayet Ensar vadiye veya geçide sülûk etse ben de mutlaka Ensar´ın gittiği vadiye ve geçide sülûk ederim. [Eğer hicret olmasaydı ben Ensâr´ dan biri olurdum.]”
Ebû Hureyre der ki: “Ona annem ve babam feda olsun. (Bu sözüyle haddi aşmış, Ensarın hakkından fazlasını onlara vererek) zulmetmiş değildir. (Zira) onlar O´nu barındırdılar ve O´na yardım ettiler veya bir başka kelime (ile ifade edilecek) yardımlar yaptılar. Mallarıyla kendisine ve Ashabına muâvenette bulundular.” [Buhârî, Menâkıbu´l-Ensâr 2, Temennî 9.][303]
ـ4500 ـ2ـ وعن أبى سعيدٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قالَ: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: أَ إنَّ عَيْبَتِي الَّتِى آوِي إلَيْهَا: أهْلُ بَيْتِى وَإنَّ كَرِشِى ا‘نْصَارُ، فَاعْفُوا عَنْ مُسِيئِهِمْ وَاقْبَلُوا مِنْ مُحْسِنِهِمْ[. أخرجه الترمذي .
2. (4500)- Ebû Saîd (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Benim kendisine sığındığım sırdaşım ehl-i Beyt´imdir, dayanağım da Ensâr´dır. Öyleyse onların (Ehl-i Beyt ve Ensâr´ın) kusurlularını affedin, faziletli olanlarına da sarılın.” [Tirmizî, Menâkıb, (3900).][304]
ـ4501 ـ3ـ وعن ابن عبّاسٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قَالَ: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: َ يُبْغِضُ ا‘نْصَارَ أحَدٌ يُؤْمِنُ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ اŒخِرِ[. أخرجه الترمذي وصححه .
3. (4501)- İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Allah´a ve ahirete iman eden kimse Ensâr´a buğzetmesin.” [Tirmizî, Menâkıb, (3903).][305]
ـ4502 ـ4ـ وعن أنس رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: ا‘نْصَارُ كَرِشِى وَعَيْبَتِي، وَإنَّ النَّاسَ سَيكْثُرُونَ وَيَقِلُّونَ، فَاقْبَلُوا مِنْ مُحْسِنِهِمْ وَتَجَاوَزُوا عَنْ مُسَيئِهِمْ[. أخرجه الشيخان والترمذي.زاد البخاري في أخرى، عن ابن عباس بعد قوله: »وَيَقِلُّونَ حَتّى يَكُونُوا كَالْمِلْحِ في الطَّعَامِ«.قوله »كَرِشِى وَعَيْبَتِى« أي موضع سرّي وأمانتي، فاستعارهما ‘ن المجترّ يجمع علفه في كرشه، والرجل يضع ثيابه في عيبته.وقال أبو عُبَيْدَ: يقال للجماعة من الناس: كرش، كأنه أراد جماعتي وصحابتي الذين بهم أثق، وعليهم أعتمد .
4. (4502)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Ensâr dayanağımdır, sırdaşımdır. İnsanlar sayıca artarken onlar azalacaklar. Öyleyse onların iyilerine yapışın, kusurlularını da affedin.” [Buhârî, Menâkıbu´l-Ensâr 11; Müslim, Fezâilu´s-Sahâbe 176, (2510); Tirmizî, Menâkıb, (3901).]
Buharî, İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ)´dan kaydettiği bir diğer rivayette: “Onlar azalacaklar” lafzının peşinde şu ziyadeye yer verir: “…Öyle ki yemekteki tuz gibi olacaklar.” [306]
BEŞİNCİ FASIL
BEDİR, AKABE ve BEY´ATU´R-RIDVAN´A KATILANLARIN FAZİLETİ
ـ4503 ـ1ـ عن رِفاَعة بْنِ رَافع الزرقى رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]جَاءَ جِبْرِيلُ عَلَيْهِ السََّمُ الى النَّبىِّ #: فقَالَ: مَا تَعُدُّونَ أهْلَ بَدْرٍ فِيكُمْ؟ قَالَ: مِنْ أفْضَلِ الْمُسْلِمِينَ. قَالَ: وَكَذلِكَ مَنْ شَهِدَ بَدْراً مِنَ المََئِكَةِ عَلَيْهِمُ السََّمُ. وَكَانَ رِفَاعَةُ مِنْ أهْلِ بَدْرٍ، وَكَانَ رَافِعٌ مِنْ أهْلِ الْعَقَبَةِ، فَكَانَ يَقُولُ بْنِهِ مَا يَسُرُّنِى أنِّى شَهِدْتُ بَدْراً بِالْعََقَبَةِ[. أخرجه البخاري .
1. (4503)- Rifâ´a İbnu Râfi´ ez-Zürakî (radıyallahu anh) anlatıyor: “Cibril aleyhisselâm, Resûlullah Aleyhissalâtu vesselâm´a gelerek:
“İçinizdeki Bedir ehlini ne addediyorsunuz ” diye sordu. Aleyhissalâtu vesselâm: “Müslümanların en faziletlisi!” buyurdu. Cebrail:
“Biz de Bedir´e katılan melekleri öyle (en faziletlimiz) biliyoruz!” dedi. Rifâ´a (radıyallahu anh) da Bedir ehlindendi. Râfi´ ise Akabe ehlindendi ve oğluna:
“Akabe bey´atlerinde hazır bulunmam yerine Bedirde hazır bulunmuş olmam beni sevindirmez!” derdi.” [Buharî, Meğâzî 11.][307]
ـ4504 ـ2ـ وعن أبى هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: اِطَّلَعَ اللّهُ عَلى أهْلِ بَدْرٍ. فقَالَ: اِعْمَلُوا مَا شِئْتُمْ فَقَدْ غَفَرْتُ لَكُمْ[. أخرجه أبو داود .
2. (4504)- Hz. Ebû Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Allah Teâlâ Hazretleri, Bedir Ehli(nin yaptığı fedakârlık ve ihlâsları)na muttali oldu da:
“Artık ne isterseniz yapın. Ben sizi affetmişim!” buyurdu.” [Ebû Dâvud, Sünnet 9, (4654).][308]
ـ4505 ـ3ـ وعن جابر رَضِيَ اللّهُ عَنْه قَالَ: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: َ يَدْخُلُ النَّارَ أحَدٌ مِمَّنْ بَايَعَ تَحْتَ الشَّجَرَةِ[. أخرجه مسلم وأبو داود والترمذي .
3. (4505)- Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “(Hudeybiyede) ağaç altında Bey´at edenlerden hiç kimse ateşe girmeyecektir.” [Müslim, Fezâilu´s-Sahâbe 163, (2496); Ebû Dâvud, Sünnet 9, (4653); Tirmizî, Menâkıb, (3859).][309]
AÇIKLAMA:
1- Daha önce birkaç fırsatta temas edip açıkladığımız üzere, bazı vakitlerde yapılan ameller Allah nezdinde fevkalâde kıymetli olmakta ve amel sahibine tecelli ettirdiği feyiz ve bereket, o kimsenin geçmiş ömründe işlediği günahların affına yettiği gibi, gelecek hayatında işleyeceği günahların affına da yetebilmektedir. Ulemâmız meseleyi öyle değerlendirmiştir. İşte bu babta zikredilen gazveler, İslam tarihinin dönüm noktalarını teşkil edecek ehemmiyette olduğu için o gazvelere katılanların böylesi bir mağfiret ve berekete mazhar oldukları âyet ve hadislerde belirtilmiştir. Akabe Bey´atı: Ensar´ın Resûlullah´a ve müslümanlara himaye verdikleri bir akittir. Medine´ye hicret hadisesi bunun meyvesidir. İslâmî inkişafa hicretin katkısı, bu Akabe bey´atinin bir semeresidir. Bedir gazvesi neşvünema halinde olan İslâm filizinin koparılıp yok edilmesini önlemiştir. Bey´atu´r-Rıdvan, Feth-i Mübîn olan ve insanların fevc fevc İslâm´a girişini sağlamada zemin hazırlayan Hudeybiye Sulhü´ne sebep olmuştur. Bunlar Resûlullah´ın hayatında mühim dönüm noktalarıdır. Cenab-ı Hakk´ın rahmeti, bu gazvelere katılanları -ne yaparlarsa yapsınlar- bağışlayıp, ateşe girmeden cennetine koyacak vüs´attedir. Madem ki, Allah adına konuşan, hizb ve mücâzefe hakkında muhal olan Resûl-i Ekrem (aleyhissalâtu vesselâm) öyle haber vermiştir, dediği gibi, olacaktır. Nitekim Hâtıb İbnu Ebî Beltea ve başka bazı vak´alarda Resûlullah bu espriye uygun olarak onların hatalarını değerlendirme örneği de vermiştir.”[310]
2- Bu husus, sadedinde olduğumuz son hadisin Müslim´deki veçhinde daha açık görülmekte ve daha iyi anlaşılmaktadır. Rivayet şöyle: Ümmü Mübeşşir (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın birgün Hz. Hafsa´nın yanında: “Ashab-ı şecereden hiç kimse inşaallah ateşe girmeyecektir” buyurduğunu işittim. Hz. Hafsa bu söze itiraz etmek isteyerek:
“Hayır, olamaz! Ey Allah´ın Resûlü! dedi. Resûlullah (bu çıkışı sebebiyle) onu azarladı. Ama Hafsa (kanaatinde ısrarlı idi. Kendisine delil olarak şu ayeti okudu): “Sizden herkes mutlaka cehenneme gelecek” (Meryem 71).]
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) da Hz. Hafsa´ya ayetle cevap verdi:
“Allah Teâla Hazretleri şöyle buyurmuştur: “Allah: “Sonra Allah´tan korkan muttakileri kurtaracağız ve zâlimleri orada diz çökmüş halde bırakacağız” (Meryem 72)” buyurdu.”
Alimler burada Hz. Hafsa´nın istirşâd yani o babtaki hükmün Resûlullah tarafından açıklanmasını taleb maksadıyla itiraz ettiğini; gerçekte itiraz etmediğini belirtirler. Bu meselede gerçek bir itiraz haddi aşmak olur. Zira uhrevî gaybî meselelerde Resûlullah´tan başka hiç kimsenin söz hakkı ve yetkisi yoktur. Ashabın hele Hz. Hafsa gibi bir büyük şahsiyetin bunu bilmemesi düşünülemez. Ayetteki “cehenneme gelmek”ten murad Sırat´a gelmek denmiştir. Zira üstünden geçmek üzere herkes Sırat köprüsüne gelecektir. O ise cehennemin üzerindedir. [311]
DÖRDÜNCÜ BAB
İSLÂM ÜMMETİNİN FAZİLETİ
ـ4506 ـ1ـ عن أبى مُوسى رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: مَثَلُ الْمُسْلِمِينَ وَالْيَهُودِ وَالنَّصَارَى كَمَثَلِ رَجُلٍ اسْتَأجَرَ قَوْماً يَعْمَلُونَ لَهُ عَمًَ الى اللَّيْلِ عَلى أجْرٍ مَعْلُومٍ. فَعَمِلُوا لَهُ الى نِصْفِ النَّهَارِ. فقَالُوا: َ حَاجَةَ لَنَا الى أجْرِكَ الَّذِى شَرَطْتَ لَنَا، وَمَا عَمِلْنَا بِاطِلٌ. فقَالَ لَهُمْ: َ تَفْعَلُوا، أكْمِلُوا بَقِيَّةَ عَمَلِكُمْ وَخَذُوا أجْرَكُمْ كَامًِ. فَأبُوْا وَتَركُوا وَاسْتَأجَرَ آخَرِينَ بَعْدَهُمْ، فقَالَ: أكْمِلُوا بَقِيَّةَ يَوْمَكُمْ هذَا وَلكُمُ الَّذِى شَرَطْتُ لَهُمْ مِنَ ا‘جْرِ. فَعَمِلُوا حَتّى إذَا كَانَ حِينَ صََةِ الْعَصْرِ، قَالُوا: لَكَ مَا عَمِلْنَا بِاطِلٌ، وَلَكَ ا‘جْرُ الَّذِى جَعَلْتَ لَنَا فِيهِ فقَالَ لَهُمْ: أكْمِلُوا بَقِيَّةَ عَمَلِكُمْ، فإنَّمَا بَقِىَ مِنَ النَّهَارِ شَىْءٌ يَسِيرٌ، فأبُوا فَاسْتَأجَرَ قَوْماً يَعْمَلُونَ بَقِيَّةَ يَوْمِهِمْ فَعَمِلُوا بَقِيَّةَ يَوْمِهِمْ حَتّى غَابَتِ الشَّمْسُ فَاسْتَكْمَلُوا أجْرَ الْفَرِيقَيْنِ كِلَيْهِمَا. فذلِكَ مثَلُهُمْ وَمَثَلُ مَا قَبِلُوا مِنَ هذا النُّورِ[. أخرجه البخاري .
1. (4506)- Hz. Ebû Musa (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Müslüman, yahudi ve hıristiyanların meseli şuna benzer: Bir adam var, bir grup kimseyi ücretli olarak tutmuş; kendisi için belli bir ücret mukabilinde, geceye kadar çalıştırıyor. Bunlar gündüzün yarısına kadar çalışıp:
“Bize şart koştuğun ücrete ihtiyacımız yok. (Biz gideceğiz) Şu ana kadar yaptığmız iş için de para istemiyoruz” derler. Adam onlara:
“Böyle yapmayın, işin geri kalan kısmını da tamamlayın ve ücretinizi tam olarak alın!” diye rica eder. Ancak onlar buna yanaşmazlar ve terkedip giderler.
Adam onlardan sonra işi için başkalarını ücretle tutar. Onlara:
“Şu gününüzü tamamlayın, öncekilere vaadettiğim ücreti size tam olarak vereyim!” der. Bunlar ikindi vaktine kadar çalışırlar. O zaman:
“İşin senin olsun, yaptığımız çalışmanın ücretini de istemiyoruz. (Çalışmayı terkediyoruz)!” derler. Adam onlara da:
“İşinizin geri kısmını tamamlayın, şurada az bir zamanınız kaldı” diye rica eder, ancak onlar dinlemeyip giderler. Adam geri kalan zamanda çalışmaları için yeni işçiler tutar. Bunlar da geri kalan zamanda güneş batıncaya kadar çalışırlar ve önceki iki grubun ücretini de alırlar. İşte bu, onların ve bu nurdan kabul ettikleri miktarın meselidir.” [Buharî, İcâre 11, Mevâkitu´s-Salât 17.][312]
ـ4507 ـ2ـ وعن ابْنِ عُمَرْ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قالَ: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ # إنَّمَا بَقَاؤُكُمْ فِيمَا سَلَفَ قَبْلَكُمْ مِنَ اُمَمِ كَمَا بَيْنَ صََةِ الْعَصْرِ الى غُرُوبِ الشَّمْسِ، أُوتِىَ أهْلُ التَّوْرَاةِ التَّوْرَاةَ فَعَمِلُوا بِهَا حَتّى اِنْتَصَفَ النَّهَارُ. فَعَجِزُوا فَأُعْطُوا قِيرَاطاً قِيرَاطاً، ثُمَّ أُوتِىَ أهْلُ ا“نْجِيلِ ا“نْجِيلَ فَعَمِلُوا الى صََةِ الْعصْرِ فَجَزُوا فَأُعْطُوا قِيراطاً قِيراطاً، ثُمَّ أُتِينَا الْقُرآنَ فَعَمِلْنَا الى غُرُوبِ الشَّمْسِ فَأُعْطَيْنَا قِيرَاطَيْنِ قِيرَاطِينِ. فقَالَ أهْلُ الْكِتَابَيْنِ: أىْ رَبِّ، أعْطَيْتَ هؤَُءِ قِيرَاطَيْنِ قِيرَاطَيْنِ، وَأَعْطَيْتَنَا قِيرَاطاً قِيراطاً، وَنَحْنُ كُنَّا أكْثَرَ عَمًَ مِنْهُمْ؟ قَالَ اللّهُ عَزَّ وَجَلَّ: هَلْ ظَلَمْتُكُمْ مِنْ أجْرِكُمْ شَيْئاً؟ قَالُوا: َ قَالَ: فَهُوَ فَضْلِِى أُوتِيهِ مَنْ أشَاءُ[. أخرجه البخاري والترمذي.
2. (4507)- İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Sizden önce geçen ümmetlere nazaran sizin bekânız, ikindi vakti ile güneşin batması arasındaki müddet gibidir. Tevrat ehline Tevrat verildi, onlar gün ortasına kadar onunla amel ettiler. Daha fazla devam etmekten aciz kaldılar. Onlara kîrat kîrat ücretleri verildi. Sonra Ehl-i incil´e incil verildi. Onlar da ikindi namazına kadar çalıştılar. O zaman onlar da âciz kaldılar, kîrat kîrat onlara da ücretleri verildi. Sonra bize Kur´ân verildi. Biz güneşin batmasına kadar çalışacağız. Bize ücretimiz ikişer kîrat, ikişer kîrat verildi. İki kitap mensupları:
“Ey Rabbimiz, sen bunlara ikişer kîrat, ikişer kîrat olarak verdin. Halbuki bize birer kîrat, birer kîrat vermiştin. Halbuki biz, amel yönüyle onlardan ileriyiz!” dediler. Allah Teâla Hazretleri:
“Ben ücretlerinizde bir haksızlık yaptım mı ” buyurdu. Onlar “Hayır!” dediler.
“Öyleyse, bu benim lütfumdur, onu ben dilediğime veririm” buyurdu.” [Buhârî, İcâre 8, 9, Mevâkitu´s-Salât 17, Enbiya 50, Fezâilu´l-Kur´ân 17, Tevhîd 31, 47; Tirmizî, Emsâl 7, (2875).][313]
ـ4508 ـ3ـ وعن أنس رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]مُرَّ عَلى رَسُولِ اللّهِ #: بِجَنَازَةٍ فَأثْنَوْا عَلَيْهَا خَيْراً. فقَالَ: وَجَبَتْ. ثُمَّ مُرَّ بِأُخْرَى، فَأثْنَوْا عَلَيْهَا شَرّاً. فقَالَ: وَجَبَتْ. فقَالَ عُمَرُ رَضِيَ اللّهُ عَنْه: مَا وَجَبَتْ يَا رَسُولَ اللّهِ؟ قَالَ: هذَا أثْنَيْتُمْ عَلَيْهِ خَيْراً فَوَجَبَتْ لَهُ الْجَنَّةُ، وهذَا أثْنَيْتُمْ عَلَيْهِ شَرّاً فَوَجَبَتْ لَهُ النَّارُ. أنْتُمْ شُهَدَاءُ اللّهِ في اَرْضِ[. أخرجه الخمسة إَّ أبَا داود .
3. (4508)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın yanından bir cenaze geçti. Oradakiler, cenaze hakkında hayırlı senada bulundular. Aleyhissalâtu vesselâm:
“Vacib oldu! [Vâcib oldu! Vacib oldu!]” buyurdular. Sonra bir cenaze daha geçti. Bunu kötü sözlerle yâdettiler. Resûlullah yine: “Vâcib oldu!” buyurdular. Hz. Ömer (radıyallahu anh):
“Ey Allah´ın Resûlü! Vâcib olan nedir ” diye sordu.
“Öncekini hayırla yâdettiniz ona cennet vacib oldu. İkincisini kötülükle yadettiniz ona da cehennem vâcib oldu. Sizler Allah´ın yeryüzündeki şâhidlerisiniz!” buyurdu. [Buhârî, Cenâiz 86, Şehâdet 6; Müslim, Cenâiz 60, (949); Tirmizî, Cenâiz 63, (1058); Nesâî, Cenâiz 50, (4, 49, 50); Ebû Dâvud, Cenâiz 80, (3233).][314]
AÇIKLAMA:
1- Bu hadis muhtelif vecihlerde rivayet edilmiştir. Hayatta olanların aksine ölmüş olanların senâ edilmesinin caiz olduğunu ifade etmektedir. Hadisin bazı vecihlerinde, yapılan sena da gelmiştir: “Ne iyi adamdı”; “İffetliydi, müslüman kişiydi”; “Annem, babam sana fedâ olsun” gibi. Şu halde hadis, bu çeşit sözlerin söylenmesini tecviz etmektedir.
2- Hadiste geçen vâcib oldu sözü, kesinlik ifade eder; değilse Allah hakkında hiçbir şey vacib değildir. Gerçek şu ki sevaplar O´nun fazlı, ikablar da adaletidir. Rab Teâla yaptığından kimseye hesap verecek değildir, kimse de O´na niçin yaptın diye sual soracak değildir.
3- “Sizler Allah´ın yeryüzündeki şahidlerisiniz” sözüne muhatap olanlar Sahabiler ve imanda onlarla aynı evsafı paylaşan kimselerdir. Hadis insanların verdiği hükme, bir kıymet atfediyorsa da âlimler bu insanların mü´min olması kaydını getirmiştir. Şârih Dâvudî der ki: “Bu meselede muteber olan, ehl-i fazl ve sıdk´ın şehadetidir, fâsıkların değil. Çünkü onlar kendileri gibi olanlara senada bulunurlar. Keza, ölenle arasında düşmanlık olan kimsenin sözlerine de itibar edilmez, çünkü düşmanın şehadeti makbul değildir.” Nevevî bazılarının “cenaze arkasından yapılan övgünün müessir olması için söylenenin ölünün haline mutabık olmalıdır, o takdirde cennete girer, değilse giremez” dediğini nakleder. Ancak kendisi hükmün âmm olmasının daha muvafık olduğunu söyler.
Bazı alimler ise, buradaki hitabın sadece Sahabe´ye has olduğunu söylemiştir. “Çünkü, derler, onlar daha sonra gelenlerin aksine, hep hikmetle konuşurlardı.” Ancak çoğunluk, burada kadın ve erkek bütün müttakilerin kastedildiğini kabul etmiştir. Nitekim bir başka Buhârî rivayetinde Mü´minler Allah´ın yeryüzündeki şâhidleridir” denmiştir. Keza Ahmed, Hâkim ve İbnu Hibbân´ın bir rivayetinde: “Bir müslüman ölünce, yakın komşularından dört tanesi, ondan hayırdan başka bir şey görmediklerini söyleyerek lehinde şehadette bulunurlarsa Allah Teâla´nın da: “Sözlerinizi kabul ettim, sizin bilmediğiniz günahlarını da ben affettim” diyeceği belirtilmiştir.
4- Nevevî, aleyhinde kötü vasıfları zikredilen cenazenin münafık olduğunu belirtir. Bunu te´yid eden bu husus, Ahmed İbnu Hanbel´in bir rivayetidir: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) medh u sena edilenin cenazesine namaz kıldırmış, öbürüne kıldırmamıştır.
5- Hadis, bu ümmetin faziletini ifade etmekte ve zâhire göre amel etmek gerektiğini vurgulamaktadır.
6- Hadis, ihtiyaç halinde, kişinin lehine ve aleyhine olan her iki halinden de bahsedilebileceğini, bunun gıybet olmayacağını ifade eder.[315]
ـ4509 ـ4ـ وعن حذيفة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: أضَلَّ اللّهُ تَعالى عَنِ الْجُمُعَةِ مَنْ كَانَ قَبْلَنَا، فَكانَ لِلْيَهُودِ يَوْمُ السَّبْتِ، وَكَانَ لِلنَّصَارَى يَوْمُ ا‘حَدِ فَجَاءَ اللّهُ تَعالى بِنَا فَهَدَانَا لِيَوْمِ الْجُمُعَةِ، فَجَعَلَ الْجُمُعَةَ وَالسَّبْتَ وا‘حَدَ، وَكذلِكَ هُمْ تَبَعٌ لَنَا يَوْمَ الْقِيَامَةِ. نَحْنُ اŒخِرُونَ مِنْ أهْلِ الدُّنْيَا، ا‘وَّلُونَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ، الْمَقْضِيُّ لَهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ قَبلَ الْخََئِقِ[. أخرجه مسلم والنسائي .
4. (4509)- Huzeyfe (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Allah Teâlâ hazretleri, bizden öncekileri cum´ayı bulma işinde şaşırttı. Bu sebeple cumartesi yahudilerin, pazar günü de hıristiyanların oldu. Allah Teâlâ hazretleri bizi yarattı ve bizlere cuma gününü bulma hususunda hidayet nasib etti: Cumayı da, cumartesiyi de, pazarıda (ibadet günleri) kıldı. Onlar Kıyamet günü de bize tabidirler. Biz, dünya ehli arasında sonuncuyuz, fakat Kıyamet günü birinciler olacağız ve bütün mahlukattan önce hesapları görülüp bitirilecekler olacağız.” [Müslim, Cum´a 22, (856).][316]
AÇIKLAMA:
Ulemâ hadisi farklı şekillerde yorumlamıştır. İbnu Battâl ve Kadı İyaz gibi bir kısmı, hadisten maksadın, cuma belirlendiği halde, bizden öncekilerin o günü benimsemeyip başka bir günü seçtikleri manasına gelmez derler. Onlara göre, “Böyle bir tayinden sonra bir başka günün seçilmesi isyan olur. Ama, Allah, onları bu günü bulmada muhayyer bırakmıştır da onlar cum´aya isabet edemeyip, yahudiler cumartesine, hıristiyanlar da pazara isabet ettiler. Allah cum´ayı bulma hususunda bize yardımcı oldu, biz isabetle cum´ayı bulduk ve o günü ibadet günü yaptık…” Nitekim Abdurrezzak´ın Musannaf´ında gelen bir rivayet isabetli içtihadı gösterir. İbnu Sîrîn anlatıyor: “Medineliler, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) daha Medine´ye gelmeden ve Cum´a ayeti de inmeden önce, bir yerde toplandılar. Ensâr: “Yahudilerin haftada bir kere toplandıkları hususi bir günleri (cumartesi) var, hıristiyanların da öyle, (pazarları var); o halde biz de toplanıp Allah´ı zikredeceğimiz, ona şükürde bulunacağımız bir gün tayinedelim!” derler ve sonunda Arûbe gününü toplanma günü tayin ederler ve o gün Es´ad İbnu Zürâre´nin yanında toplanırlar. O gün ilk defa, onlara namazı Es´ad kıldırır (ve o güne cum´a derler). Sonra Cum´a suresi inerek, o günde eda edilen namazı farz kılar”[317].[318]
ـ4510 ـ5ـ وعن أبى سعيدٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: يَقُولُ اللّهُ عَزَّ وَجَلَّ يَوْمَ الْقِيَامَةِ يَا آدَمُ. فَيَقُولُ: لَبَّيْكَ وَسَعْدَيْكَ وَالْخَيْرُ في يَدَيْكَ. فَيُنَادَى بِصَوْتٍ: إنَّ اللّهَ يَأمُرُكَ أنْ تُخْرِجَ بَعَثاً الى النَّارِ. قَال: يَا رَبِّ، وَمَا بَعْثَ النَّارِ؟ قَالَ: مِنْ كُلِّ ألْفٍ تِسْعُمِائَةٍ وتِسْعَةٌ وَتِسْعُونَ. فَحِينَئِذٍ تَضَعُ الْحَامِلُ حَمْلَهَا، وَيَشِيبُ الْوَلِيدُ، وَتَرَى النَّاسَ سُكَارَى وَمَاهُمْ بِسُكَارى وَلَكِنَّ عَذَابَ اللّهِ شَدِيدٌ. فَشَقَّ ذلِكَ عَلى النَّاسِ حَتّى تَغَيَّرَتْ وُجُوهُهُمْ. فَقَالُوا: يَا رَسُولَ اللّهِ. وَأيُّنَا ذلِكَ؟ فقَالَ # مِنْ يَأْجُوجَ وَمَأجُوجَ تِسْعُمَائَةٍ وَتِسْعَةَ وَتِسْعُونَ وَمِنْكُمْ وَاحِدٌ. ثُمَّ أنْتُمْ في النَّاسِ كَالشَّعْرَةِ السَّوْدَاءِ في الثَّوْرِ ا‘بْيَضِ، أوْ كَالشَّعْرَةِ الْبَيْضَاءِ في الثَّوْرِ ا‘سْوَدِ[. أخرجه الشيخان .
5. (4510)- Ebû Saîd (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Kıyamet günü Azîz ve Celîl olan Allah: “Ey Adem!”diye seslenir. Adem:
“Ey Rabbim buyur, emrindeyim, bütün hayırlar senin elindedir!” der. Şöyle bir nidada bulunulur:
“Allah sana, cehennem hey´etini çıkarmanı emrediyor!” Adem sorar:
“Ey Rabbim, cehennem hey´eti ne kadardır ”
“Her binden dokuzyüzdoksandokuzu!”
İşte “hamilelerin çocuğunu düşürdüğü, çocukların ihtiyarladığı, insanların sarhoş olmadıkları halde, azabın şiddetinden sarhoşa döneceklerini göreceğin zaman bu zamandır.”[319] Bu haber Ashab´a çok ağır geldi. Öyle ki yüzlerinin rengi değişti.
“Ey Allah´ın Resûlü! dediler, bu binde bir içine hangimiz gireceğiz ”
“Ye´cuc ve Me´cuc´dan binde dokuzyüzdoksandokuz, sizden ise bir olacak. Şunu da bilin: Siz insanlar arasında, beyaz bir öküzde siyah bir kıl veya siyah bir öküzde beyaz bir kıl durumundasınız.” [Buhârî, Tefsîr, Hac 1, Enbiya 7, Rikak 46, Tevhid 32; Müslim, İman 379, (222).][320]
AÇIKLAMA:
1- Bu hadiste cennete girecek mü´minlerin binde bir olacağını, cehennemliklerin de binde dokuzyüzdoksandokuz olacağını görmekteyiz. Cennete gideceklerin bu azlığı Ashâb´ı fevkalâde korkutmuş ve renklerinin uçmasına sebep olmuştur. Ancak Kirmanî, rivayette geçen rakama itibar edilmemesi gerektiğini, verilen sayının ziyadeye mâni olmadığını belirtir ve “Burada zikredilen iki sayıdan birincisi, yani “bir” ile azlık, ikincsi yani “dokuzyüzdoksandokuz” ile çokluk kasdedilmiştir” der. İbnu Hacer de, “Bütün Âdem evlatları nazarı itibara alındıkta mü´minlerin sayısı o kadar az olabilir” der. İkinci bir te´ville: “Cehennem hey´eti”nden muradın kâfirler ve ateşe girecek âsiler olabileceğini, bunların da binde dokuzyüzdoksandokuza ulaşabileceğini” belirtir.
2- Hadiste bir ifade müşkil bulunmuştur. Kıyamette çocukların ihtiyarlayacağı, hamile kadınların çocuk düşüreceği meselesi. Kıyamet günü kadınların hamile olmayacakları, çocukların ihtiyarlamayacağı gözönüne alınırsa ifadenin nasıl bir müşkil ortaya çıkardığı anlaşılır. Hatta bu müşkil sebebiyle bazı müfessirler, bu hadisenin Kıyametten önce olacağını söylemiştir. Fakat Kirmanî bu mütalaaya şu cevabı verir: “Hadisin ifadesi bir korkutma ve temsilden ibarettir.” Kirmânî´den önce Nevevî de şunu söylemiştir: “Hadiste ulemâ için iki vecih var:
Birine göre şöyle takdir etmek gerekir: Kıyametin hali öyle bir dehşette olacak ki, o esnada eğer kadınlar hâmile olsalardı çocuklarını düşürürlerdi. Netekim Araplar: “Bize öyle bir musibet vurdu ki, coğu ihtiyarlandıracak derecedeydi.”
İkinciye göre: Hadîs, lafzın zahirine göre de anlaşılabilir. Şöyle ki herkes, Kıyamette, nasıl öldü ise öyle diriltilecektir. Bu durumda hamilelik üzere ölenler hamile olarak diriltilecek demektir, çocukken ölenler de çocuk olarak, süt emdirenler süt emdirici olarak diriltilecek demektir. Kıyametin zelzelesi vâki olup, hadiste belirtilen sözün Hz. Adem´e söylendiğini insanlar işitince, onlara hamilenin düşük yapmasına, çocuğun ihtiyarlamasına sebep olan korku çökecek. Bu hâl birinci nefhadan sonra ikinci nefhadan önce olacaktır.”[321]
ـ4511 ـ6ـ وعن أبى أُمَامَةَ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قَالَ: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: وَعَدَنِى رَبِّى أنْ يُدْخِلَ مِنْ أُمَّتِى الْجَنَّةَ سَبْعِينَ ألْفاً َ حِسَابَ عَلَيْهِمْ وََ عِقَابَ، وَمَعَ كُلِّ ألْفِ سَبْعُونَ ألفاً وَثََثَ حَثَيَاتٍ مِنْ حَثَيَاتِ رَبِّى[. أخرجه الترمذي.و»الحثيةُ« الغرفة بالكف .
6. (4511)- Ebû Ümâme (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Rabim bana, ümmetimden yetmişbin kişiyi hesab ve ceza olmaksızın cennete koymayı vaadetti. Her bin ile birlikte yetmişbin ve Rabbimin avucuyla üç avuç daha.” [Tirmizî, Sıfatu´l-Kıyâme 13, (2439); İbnu Mâce, Zühd 34, (4286).][322]
AÇIKLAMA:
Aliyyu´l-Kârî burada verilen sayının hakikat olabileceği gibi, kesretten kinaye de olabileceğini söyler. Zerkeşî´ye göre, “üç avuç” ibaresi yetmişe atıf olursa, bir defa olmak üzere üç avuç miktarını ifade etmektedir. Her bin ile birlikte yetmiş bin´e atıf olursa, yetmiş kere üç avuç manasına gelmektedir.[323]
ـ4512 ـ7ـ وعن ابْنِ عُمَرَ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قالَ: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: بَابُ أُمَّتِى الَّذِى يَدْخُلُونَ مِنْهُ الْجَنَّةَ عَرْضُهُ يَسِيرُ
الرَّاكِبُ الْمُجِدُّ الْمُسْرِعُ الْمُجَوِّدُ ثَثاً، ثُمَّ إنَّهُمْ يَتَضَاغَطُونَ عَلَيْهِ حَتّى تَكَادَ مَنَاكِبَهُمْ تُزُولُ، وَهُمْ شُرَكَاءُ النَّاسِ في سَائِرِ ا‘بْوَابِ[. أخرجه الترمذي سوى قوله: وهم شُركاءُ النّاس… إلخ، فهُوَ مِنْ زيادة رزين .
7. (4512)- İbnu Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Ümmetimin cennete gireceği kapının genişliği, iyi bir atlının üç gün (veya yıl) yürüme mesafesidir. Onlar (cennet ehli) kapıdan girerken sıkışırlar da omuzları ezilecek hale gelir. Mü´minler diğer kapılarda insanlarla ortakdırlar.” [Tirmizî, Cennet 14, (2551).][324]
AÇIKLAMA:
Alimler, burada geçen “üç” sayısını da mübalağaya hamletmenin daha muvafık olacağını belirtmişlerdir. Dolayısıyla “gün” yerine “yıl”la kayıtlamak da caizdir. Çünkü bir başka rivayette, “Cennetin kapı kanatlarının genişliği kırk yıl yürüme mesafesi” olarak ifade edilmiştir.[325]
ـ4513 ـ8ـ ولِلترمذي في أُخْرى عَنْ بُرَيْدَةَ رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أهْلُ الْجَنَّةِ عِشْرُونَ وَمِائَةُ صَفٍّ، ثَمَانُونَ مِنْ هذِهِ اُمَّةِ، وَأرْبَعُونَ مِنْ سَائِرِ اُمَمِ[.»التضاغط« ازدحام .
8. (4513)- Tirmizî´nin bir diğer rivayetine Büreyde (radıyallahu anh) (Resûlullah Aleyhissalâtu vesselâm´ın şu sözünü) nakleder: “Cennet ehli yüz yirmi saftır. Bunlardan seksen safı bu ümmetten, kırk safı da diğer ümmetlerdendir.” [Tirmizî, Cennet 13, (2549).][326]
AÇIKLAMA:
Bu hadis, Muhammed ümmetinin çokluğunu ifade etmektedir ki, verilen rakamlara göre cennet ehlinin üçte ikisine tekabül etmektedir. Tîbî der ki: “Bu hadisle Resûlullah´tan varid olan: “Ruhumu kabza-i tasarrufunda tutan Zât-ı Zülcelal´e yemin olsun, cennet ehlinin dörtte biri olmanızı ümid ederim” demişti. (Biz az bularak) tekbir getirdik. Aleyhissalâtu vesselâm: “Ehl-i Cennetin üçte biri olmanızı ümid ederim” dedi. Biz yine tekbir getirdik. Aleyhissalâtu vesselâm: “Cennet ehlinin yarısı olmanızı ümid ederim” dedi” hadisi arasındaki ihtilaf nasıl giderilir dersen şunu söyleriz: “Resûlullah´a ikramen sayı yönüyle kırk safa eşit olan seksen saf olması ve dörtte bir ve üçte bire galebe çalması gibi yarıya da galebe çalması muhtemeldir.” Şeyh Abdullah merhum Lemeât´da demiştir ki: “Bu hadis, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın: “Cennet ehlinin yarısı olmanızı ümid ederim” hadisine münafi değildir. Zira Aleyhissalâtu vesselâm´ın ümit şeklinde ifade ettiği temennisini Cenab-ı Hakk´ın kabul edip, ümmetin sayısını artırıp neticeyi Resûlullah´a müjdelemiş olması muhtemeldir.” Tîbî´nin “Kırk safa eşit seksen saf olması muhtemeldir” sözü uzak bir te´vildir. Çünkü Aleyhissalâtu vesselâm´ın: “Cennet ehli yüzyirmi saftır” hadisinin zahirine göre bu safların aralarında tesâvî (eşitlik) olması gereğini ifade eder.[327]
ـ4514 ـ9ـ وعن أبى مُوسى رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: َ يَمُوتُ رَجُلٌ مُسْلِمٌ إَّ ادْخَلَ اللّهُ مَكَانَهُ النَّارَ يَهُودِيّاً أوْ نَصْرَانِيّاً[. أخرجه مسلم .
9. (4514)- Ebû Musa (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Müslüman bir kimse öldü mü, Allah ona bedel bir yahudi veya hıristiyanı cehenneme koyar.” [Müslim, Tevbe 50, (2767).][328]
AÇIKLAMA:
Bu hadis ilk nazarda “Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez” (En´âm 164) ayetine muhalif gözükmektedir. Rivayetin uzun olan aslında Ömer İbnu Abdilaziz´in bu hadisi işitince, kendisine rivayet eden Ebû Bürde´ye, onu babasının Resûlullah´tan işittiğine dair üç sefer yemin ettirmiş olduğunun tasrih edilmesi mânidardır.
Şarihler, buradaki yüklemenin mecaz olduğunu söylemişlerdir. Yahudi ve hıristiyanların üzerlerine yüklenecek günah müslümanlarınki değil, kendilerininkidir. Bu günah da küfür ve zulümlerinden gelmektedir. Bu hususu anlamada, hadisin yine Müslim´de gelen bir başka veçhine bakalım: “Kıyamet gününde müslümanlardan birtakım kimseler dağlar kadar günahlarla gelecekler. Fakat Allah onların bu günahlarını bağışlayacak ve -zannıma göre- yahudilerle hıristiyanların üzerine yükleyecektir.”
Burada yahudi ve hıristiyan milletlerinin çeşitli entrikalarla müslümanları idlâl edip günahların her çeşidine attırdıklarını düşünmek gerek. İslâm âlemi asırlardır, onların tasallutu altındadır. Dâhildeki bir kısım fitne ve fesad komitelerinin gerilerinde onların destekleri, teşvik ve tahrikleri, teşkilatları ve sermayeleri vardır. Onların doğrudan veya dolaylı olarak bizzat kendilerinin veya satın aldıkları uşakları olan uzantılarının içki, kumar, müstehcen neşriyat ant-i İslam propagandalarla hazırladıkları bozuk ve mütefessih zeminde iman ve İslamına rağmen nice müslümanlar had ve hesaba gelmeyen günahlara, masiyetlere, gayr-i İslamî yaşayışa itiliyorlar. اَلسَّبَبُ كَالْفَاعِلِ sırrınca, مَنْ سَنَّ سُنَّةً سَيِّئَةً fehvasınca, bu mü´minlerin günahları bir mislince onlara gitmektedir. Resûl-i Ekrem (aleyhissalâtu vesselâm), mü´min olarak kabre girenlere, Cenâb-ı Hakk´ın mağfiretini pek çok hadisleriyle müjdeler. Âyet-i kerîmelerde de Allah´ın mü´minlere karşı rahim olduğu belirtilir. Şu halde sadedinde olduğumuz hadisten, yahudi ve hıristiyanların hile ve iğfalatıyla günaha itilen müslümanların çoklukla affedileceği, günahlarının bir misli, sebep olanların sırtında kalacağı ifade edilmiş olmaktadır. Hadisi böyle anlamadığımız takdirde, haklı olarak وََتَرِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ أُخْرَى ayetiyle müteârız bularak hakikatını görmekte zorluk çekebiliriz.[329]
ـ4515 ـ10ـ وعن أبى هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: كُلَّ أُمَّتِى يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ إَّ مَنْ أبَى. فقَالُوا: مَنْ يَأبَى؟ قَالَ: مَنْ أطَاعَنِى دَخَلَ الْجَنَّةَ، وَمَنْ عَصَانِى فَقَدْ أبَى[. أخرجه البخاري .
10. (4515)- Hz. Ebû Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
“İmtina edenler hariç, bütün ümmetim cennete girecektir!” buyurmuşlardı.
“İmtina edenler de kim ” dediler.
“Kim bana itaat ederse cennete girer, kim asi olur (itaat etmezse) o imtina etmiş demektir!” buyurdular.” [Buharî, İ´tisam 2.][330]
AÇIKLAMA:
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), cennete girecekleri, “bütün ümmet” dedikten sonra, “imtina edenler hariç” diye kayıt koyuyor. Ancak, ister istemez cennete girmeyi kim istemez, kim bundan imtina eder, kaçınır sorusu akla gelir. Bu sebeple ashab sormuştur:
“Kim bu imtina edenler ”
Resûlullah´ın verdiği cevaptan, cennete girmekten imtinanın mecaz olduğunu, asıl maksadın, sünnete uymaktan imtina olduğunu anlamaktayız. Nitekim Resûlullah “Bana itaat eden Allah´a itaat etmiş olur, bana isyan eden de Allah´a isyan etmiş olur” buyurarak, sünnetine isyan etmenin nereye varacağını, ne manaya geleceğini daha açık bir üslubla beyan etmiştir. Ahmed İbnu Hanbel ve Hakim´in bir tahricinde Aleyhissalâtu vesselâm: “Develer gibi kaçıp imtina edenler dışında, herkes mutlaka cennete girecektir” buyurarak, sünnete uymamakta ısrar edenlerin cennete giremeyeceklerini vurgulamıştır.
Bu hadiste kâfirler mevzubahis değildir, zira kafir asla cennete girmeyecektir. Müslüman mevzubahis ise, murad, ilk girenlerle girmeyecek demektir, günahların cezasını çekerek temizlendikten sonra girecektir. Allah dilediği mü´mini günahına rağmen bağışlar ve ilk girenlerle cennetine koyar.[331]
ـ4516 ـ11ـ وَعَنْ أبى مَالِكٍ ا‘شْعَرِى رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولَ اللّهِ #: قَدْ أجَارَكُمُ اللّهُ مِنْ ثََثِ خَِلٍ: أنْ َ يَدْعُوَ عَلَيْكُمْ نَبِيُّكُمْ فَتُهْلِكُوا جَمِيعاً، وَأنْ َ يُظْهِرَ اللّهُ تَعالى أهْلَ الْبَاطِلِ عَلى أهْلِ الْحَقِّ، وأنْ َ تَجْتَمِعُوا عَلى ضََلَةٍ[. أخرجه أبو داود .
11. (4516)- Ebû Malik el-Eş´arî (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Allah sizi üç hasletten himaye etti: “Hepinizi helak edecek olan peygamberinizin bedduasından, batıl ehlinin hak ehline (nurunu söndürecek kesin) bir galebesinden, dalalet üzerine birleşmenizden.” [Ebû Davud, Fiten 1, (4253).][332]
ـ4517 ـ12ـ وعن أبِى مُوسى رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: أُمَّتِى أُمَّةٌ مَرْحُومَةٌ لَيْسَ عَلَيْهَا عَذَابٌ في اŒخِرَةِ؛ عَذَابُهَا في الدُّنْيَا الْفِتَنُ وَالزََّزِلُ وَالْقَتْلُ[. أخرجه أبو داود.
12. (4517)- Ebû Musa (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Şu ümmetim rahmete mazhar olmuş bir ümmettir. Ahirette azaba maruz kalmayacaktır. Onun azabı dünyadadır: Fitneler, zelzeleler ve katl.” [Ebû Davud, Fiten, (4277).][333]
AÇIKLAMA:
1- “Şu ümmetim” diye kayıtlaması kendi devrindeki ümmetin yani sahabelerin kastedilmiş olması esastır. Ancak, hükmün bütün ümmete teşmili de muhtemeldir.
2- Ümmet-i merhum, rahmet mazhar olan ümmet demektir. Muhammed ümmetinin ümmet-i merhume oluşu birkaç noktadan tezahür eder:
* Ziyade bir rahmet mazhardır.
* Nimet onda tamamlanmıştır.
* Daha önceki ümmetlere yükletilmiş olan ağır teklifler hafifletilmiştir. Tevbede nefsin katli yoktur, zekat olarak malın dörtte biri değil kırkta biri verilmektedir. Temizlik için necaset bulaşan yer kesilip atılmaz yıkanması yeterlidir.
3- Ahirette azabın olmaması, kafirlerin maruz kalacağı şekilde bir azabın olmaması ile ifade edilmiştir. Sözgelimi ebedi azab yoktur, vücudun tamamına azab yoktur, nitekim abdest uzuvlarının azab görmeyeceği hadislerde gelmiştir.” Aliyyü´l-Kari, Mirkatta: “Ümmetin çoğu, günahlarından dünyada temizlenir, sıkıntılar, hastalıklar, çeşitli bela ve musibetler onların günahlarını temizler. Nitekim bu husus ayetle sabittir.” “…Kim bir kötülük işlerse onun cezasını görür…” (Nisa 123) der.
4- Günahlarından dolayı dünyada ceza da bir rahmettir, çünkü, dünyevi ceza ahirettekine nazaran pek hafif kalır. Üstelik bu cezalar çeşitli şekilde tezahür eden musibetlerdir. Hastalıklar, maddi sıkıntılar, belalar, birbirleriyle olan kavgalar. Münavî: “Daha önceki ümmetlerin cezalandırılmasında esas adalet ve rububiyet olmuştur. Bu ümmette ise fazl ve cûd-u ilahidir” der. Aliyyu´l-Kari bu hadisin büyük günah işlememiş olanlara has olma ihtimalinden de bahseder ve hatta daha has bir cemaate işaret edilmiş olabileceğini, bu cemaatin de Ashab´tan cennetlik olmakla haklarında şehadet vaki olanlar cemaati, yahut da “Allah´a şirk koşanlar dışında, dilediklerini affeder” (Nisa 48) ayetinde belirtilen meşîet-i ilahiyeye mazhar olanlar cemaatinin kastedilmiş olabileceğini söyler. Bazı alimler, Resûlullah´ın büyük ve hatta küçük günah işleyenlerin ceza göreceğini beyan eden hadisleri nazar-ı dikkate alarak bu hadisin mutlak bir üslubla kimsenin azab görmeyeceğini ifade etmesini müşkil olarak değerlendirmiştir. Bu görüş: “Ümmetten murad Resûlullah´ın emirlerini tam olarak yapıp yasaklarından tam olarak kaçan” diye tevil yapılarak cevaplandırılmıştır. Tîbî merhum da: “Bu hadisin, Muhammed ümmetinin medhini ve bu ümmetin diğer ümmetler arasında Allah´ın inayet ve rahmetine mazhar olmadaki hususiyetini, dünyada bir diken batmasına kadar maruz kaldığı her musibetin günahlarına kefaret olduğunu, Allah´ın bunlarla ahirete intikal eden bir günahını affettiğini, bu hususiyetlerin diğer ümmetlerde bulunmadığını, ümmetin merhume olarak tavsifinin bu söylenenleri teyid ettiğini” söyler ve islam ümmetinin mazhar olduğu bu hususi fazlın “Rahmetim her şeyi kuşatmıştır, onu, emir ve yasaklarımıza karşı gelmekten sakınan, zekatlarını veren ve ayetlerimize iman edenlere nasib edeceğim. O kimseler ki, yanlarındaki Tevrat ve İncil´de vasıflarını yazılı buldukları ümmi peygamber olan Resûlullah´a uyarlar…” (Araf 156-157) ayetinde dile getirildiğini belirtir.
Aliyyu´l-Kari, bu nakilleri yaptıktan sonra bütün bu açıklamalara rağmen hadisteki “İşkal”in kalkmadığını söyler ve hadiste asıl söylenmek istenen şeyin bu ümmetten de bir grubun ahirette ceza çekeceğini, ancak cezadan sonra gerek şefaat ve gerekse afv-ı ilahi ile cehennemden çıkacaklarını belirtmek olduğuna dikkat çeker.
Hadis üzerinde başkaca mütalaalar da yapılmıştır, kısa kesiyoruz.[334]
ـ4518 ـ13ـ وعنه رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: أنْزَلَ اللّهُ عَليَّ أمَانَيْنِ ُمَّتِى؛ وَمَا كَانَ اللّهُ لِيُعَذِّبَهُمْ وأنْتَ فِيهِمْ، وَمَا كَانَ اللّهُ مُعَذِّبَهُمْ وَهُمْ يَسْتَغْفِرونَ. فإذَا مَضَيْتُ تَرَكْتُ فِيهمْ، ا“سْتِغْفَارَ الى يَوْمِ الْقِيَامَةِ[. أخرجه الترمذي .
13. (4518)- Yine Ebû Musa (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Allah Teala Hazretleri (şu ayetle) ümmetim için bana iki eman indirdi:
1) Sen aralarında olduğun müddetçe Allah onlara (umumi bir) azab vermeyecektir.
2) Onlar istiğfarda bulundukları müddetçe, Allah onlara azab vermeyecektir” (Enfal 33).
Ben aralarından ayrıldım mı, (Allah´ın azabını önleyecek ikinci eman olan) istiğfarı Kıyamete kadar aralarında bırakıyorum.” [Tirmizî, Tefsir, Enfal (3082).][335]
AÇIKLAMA:
Bu rivayette Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir ayeti açıklıyor. Bir önceki ayet nazar-ı dikkate alınınca, muhatabın Mekkeli müşrikler olduğu görülür. Çünkü sadedinde olduğumuz ayet, onların önceki ayette belirtilen bir taleplerine cevap vermektedir. Taleb şu: “Ey Allahımız, eğer bu Kur´an senin katından gelmiş olan hak bir kitap ise, üzerimize gökten taş yağdır veya bize acı bir azap getir” (32. ayet) Resûlullah, Mekke müşriklerine verilen cevabın, ümmeti için Kıyamete kadar muteber olduğunu, ümmeti, günahlarına tevbe ettiği müddetçe Allah´ın azab göndermeyeceğini müjdeliyor.[336]
ـ4519 ـ14ـ وعن عامر بْنِ سعد عن أبيهِ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]دَخَلَ رَسُولُ اللّهِ # مَسْجِدَ بَنِى مُعَاوِيَةَ فَرَكَعَ فِيهِ رَكْعتَيْنِ وَصَلَّيْنَا مَعَهُ وَدَعَا رَبَّهُ طَوِيً، ثُمَّ انْصَرَفَ إلَيْنَا. فقَالَ: سَألْتُ رَبِّى ثَثاً، فَأعْطَانِى اثْنَيْنِ وَمَنَعَنِى وَاحِدَةً. سَألْتُهُ أنْ َ يُهْلِكَ أُمَّتِى بِسَنَةٍ عَاَمَةٍ فَأعْطَانِيهَا. وَسَألْتُهُ أنْ َ يُهْلِكَ أُمَّتِى بِالْغَرَقِ فَأعْطَانِيهَا وَسَألْتُهُ أنْ َ يَجْعَلَ بَأسَهُمْ بَيْنَهُمْ فَمَنْعِنِيهَا[. أخرجه مسلم.»السَّنَةُ« الجدب والقحط .
14. (4519)- Amir İbnu Sa´d babası (radıyallahu anh)´tan naklen anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Beni Muaviye Mescidine girdi. Orada iki rek´at namaz kıldı, biz de onunla berber kıldık. Sonra Rabbine uzun uzun dua etti. Sonra yanımıza döndü. Dedi ki:
“Rabbimden üç şey taleb ettim. İkisini verdi, birini geri çevirdi: Rabbimden ümmetimi umumi bir kıtlıkla helak etmemesini talep ettim, bunu bana verdi. Ümemtimi suda boğulma suretiyle helak etmemesini diledim, bana bunu da verdi. Ümmetimin kendi aralardında savaşmamalarını da talep etmiştim, bu geri çevrildi.” [Müslim, Fiten 20, (2890).][337]
ـ4520 ـ15ـ وعن أبى سعيد رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: إنَّ مِنْ أُمَّتِى مَنْ يَشْفَعُ في الْفِئَامِ مِنَ النَّاسِ، وَمِنْهُمْ مَنْ يَشْفَعُ في الْقَبِيلَةِ، وَمِنْهُمْ مَنْ يَشْفَعُ في الْعُصْبَةِ، وَمِنْهُمْ مَنْ يَشْفَعُ في الْوَاحِدِ حَتّى يَدْخُلُوا الْجَنَّةَ[. أخرجه الترمذي .
15. (4520)- Ebû Said (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Ümmetimden (alim, şehid, salih) bazıları var; bir(çok kabilelere şamil bir) cemaate şefaat eder, bazıları var bir kabileye şefaat eder; bazıları var bir bölüğe şefaat eder; bazıları da tek bir ferde şefaat eder ve cennete girmelerini sağlar.” [Tirmizî, Kıyâmet 11, (2442).][338]
AÇIKLAMA:
1- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), bu hadisleriyle, şefaatin hak olduğunu ifade buyurmaktan başka, bunun peygamerlere has bir hususiyet olmayıp, bu ümmetten herkese böyle bir imtiyaz verildiğine dikkat çekiyor.
2- Ümmete verilen şefaat yetkisi, kişinin manevi ağırlığıyla paralellik taşımaktadır.Şefaati birçok kabilenin kurtuluşunu vesile olan yüce şahıslar olduğu gibi, ancak bir kişiyi kurtarabilen şahıslar da vardır. Hadiste bu tedrice en yüceden başlamak suretiyle yer verilmektedir.
3- Cenette girecekler hususunda iki tevil yapılmıştır.
1) Şefaate mazhar olanlar cennete girinceye kadar şefaat ederler.
2) Bütün ümmet cennete girinceye kadar şefaat ederler.[339]
ـ4521 ـ16ـ وزاد رزين: ]وَإنَّمَا شَفَاعَتِى في أهْلِ الْكَبَائِرِ مِنْ أُمَّتِى، وَإنَّهُ لَيُؤْمَرُ بِرَجُلٍ الى النَّارِ فَيَمُرُّ بِرَجُلٍ قَدْ سَقَاهُ شَرْبَةَ مَاءٍ عَلى ظَمَإٍ فَيَعْرِفُهُ
فَيَقُولُ: أَ تَشْفَعُ لى؟ فَيَقُولُ: مَنْ أنْتَ؟ ألَسْتُ أنَا سَقَيْتُكَ الْمَاءَ يَوْمَ كَذَا وَكَذَا؟ فَيَعْرِفُهُ. فَيْشَفَعَ لَهُ فَيُرَدَّ مِنَ النَّارِ الى الْجَنَّةِ[. أخرجه الترمذي .
16. (4521)- Rezin şunu ilave etmiştir: “Şefaatim, ümmetimden büyük günah işleyenler içindir. Bir adamın ateşe atılması için emir verilir. Giderken, (dünyada) susadığı zaman su vermiş olduğu adama rastlar, onu tanır ve ona:
“Benim için şefaat etmeyecek misin ” der. Adam:
“Sen de kimsin ” diye sorunca:
“Ben sana falan gün su içirmedim mi ” der. Öbürü bunu tanır ve (Allah nezdinde) onun lehinde şefaatte bulunur. Adam da böylece geri çevrilir ve cennete gider.” [Tirmizî, Kıyamet 11, (2437).][340]
AÇIKLAMA:
1- Rivayetin ilk cümlesi yani: “Şefatim, ümmetimden büyük günahlar işleyenler içindir” kısmı Tirmizî´de ve ayrıca Ebû Dâvud´da da [Sünnet, 23, (4739)] gelmiştir. Hadisin geri kısmı bu kaynaklarda mevcut değildir.
2- Bu hadiste, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın: “Şefaatim, ümmetimden büyük günah işleyenler içindir” buyurmuş olması, izah gerektiren bir durum ortaya koymaktadır. Zira başka rivayetlerde gelen bazı beyanlara teâruz arzetmektedir. Münavi merhumdan bazı açıklamalar kaydediyoruz:
* Hadiste geçen “şefaat”ten murad: Allah´ın Resûlullah´a verdiği ve vaadettiği şefaat olup, Kıyamet günü kullanmak üzere saklamaktadır.
* “Büyük günah sahibi” ile, işlediği kebireler sebebiyle cehennem kendisine vacib ve kesin hâle gelmiş büyük günah sahipleri kastedilmektedir.
* Hadiste büyük günah işleyenlere şefaatin vaadedimesi “Allah, mü´min kimseyi katleden hakkındaki şefaatimi kabul etmedi” şeklinde gelen hadîse münafi değildir. Çünkü burada mü´minin öldürülmesini helal addeden kastedilmiştir veya bu hadisten asıl maksad o fiilden zecr ve tenfîr etmektir. Hakîmu´t-Tirmizî müttaki ve verâ sahiplerine, istikametleri doğru olanlara, kurtuluşları için hayatta iken gönderdikleri hayırlı amellerin kafi geleceğini, ahirette onlara kavuşacaklarını söyler. Ancak, onlar da derecelerinin yükselmesi suretinde şefaatten istifade edeceklerdir.[341]
3- ŞEFAAT HAKTIR:
Eskiden beri şefaat mevzuu münakaşa edilmiştir. Bazı sapık fırkalar herhangi bir şer´î delile dayanmadan, şahsî te´villerle şefaati inkar cihetine gitmişlerdir. Ehl-i Sünnet ülemâsı şefaatın hak olduğunda ittifak eder. Bu polemik mevzuu üzerine Nevevî, Kâdı İyaz´dan şu açıklamayı kaydeder: “Ehl-i Sünnet´e göre şefaat aklen câizdir. Nakli deliller açısından da vacibtir, çünkü “O gün Rahmân´ın izin verip sözünden razı olduğu kimseden başkasının şefaati fayda vermez” (Tâhâ 109) âyeti ile “Allah´ın razı olduğu kimseden başkasına şefaat edemezler..” (Enbiya 28) âyeti ve emsali âyetler açık bir surette şefaatten bahsetmektedir. Ayrıca Resûlullah da pek çok hadiste şefaatten bahsetmiş, haber vermiştir. Ahirette günahkâr müslümanlar hakkında şefaatin sıhhati hususunda gelen rivayetlerin toplamı tevatür derecesine ulaşır. Selef-i Salih ve ondan sonra gelen ehl-i sünnet ülemâsı bu hususta icma etmiştir. Ancak Mutezile´den bazıları ile Hâricîler şefaati inkar etmiştir. Onlar günahkârların cehennemde ebedî kalacakları görüşündedirler. Bu hükme giderken “Onlara şefaat edicilerin şefaati fayda vermez” (Müdderissir 48) “Artık zalimler için ne bir candan dost vardır, ne de sözü dinlenir bir şefaatçi” (Mü´min 18) gibi âyetlerle ihticac etmişlerdir. Halbuki bu âyetler kâfirler hakkındadır. Onların, şefaat hadislerini derecelerin ziyadeleşmesi ile te´vil etmeleri bâtıldır. Hadislerin elfazı, onların görüşlerinin bâtıl olduğu ve kendilerine ateş vacib olanların şefaatte ateşten çıkarılacağı hususunda pek sarihtir.”
Kâdı İyaz bu açıklamadan sonra şefaatin beş kısım olduğunu belirtir:
1) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a has olan şefaat: Bu, Kıyamet günü Mevkif denen hesap bekleme yerinin korkusuna karşı rahatlama ve hesabın te´ciline müessir olan şefaat.
2) Birkısım mü´minlerin hesap görmeden cennete girmelerinde müessir olan şefaat. Bu da Resûlullah´a verilen bir şefaat yetkisidir.
3) Ateşe girmeleri vacib olanlara karşı şefaat. Bu şefaatı Peygamberimiz (aleyhissalâtu vesselâm) ve bir de Cenab-ı Hakk´ın dilediği kimseler yapacaktır.
4) Günahkârlardan cehenneme girenler hakkındaki şefaat. Bunların, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın meleklerin, mü´min kardeşlerinin şefaatiyleateşten çıkacaklarına dair hadisler gelmiştir. Sonra Allah, Lâilahe illallah diyen herkesi cehennemden çıkaracaktır, bu hususta da hadis gelmiş, “Cehennemde sadece kâfirler kalır” diye haber vermiştir.
5) Cennete gidenlerin cennetteki dereclerinin yükselmesi için şefaat.
4- Şefaatle ilgili birkaç hadis:
“Ebû´d-Derdâ´ya rağmen, ümmetimden günâhkarlara şefaatim olacaktır. Onlar zâni de olsa, hırsız da olsa.”
“Ümmetimden Ehl-i Beytimi sevenlere şefaatim vardır.”
“Ashabıma kötü söz sarfedenler dışında, herkese şefaatim mübahtır.”
“Kıyâmet günü şefaatim haktır. Kim şefaatime inanmazsa ona layık olmaz.”[342]
ـ4522 ـ17ـ وَعَنْ أنس رَضِيَ اللّهُ عَنْه قالَ: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: أُمَّتِى مِثْلُ الْمَطَرِ َ يُدْرَى آخِرُهُ خَيْرٌ أمْ أوَّلُهُ[. أخرجه الترمذي وصححه .
17. (4522)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Ümmetim yağmur gibidir, evveli mi, ahiri mi daha hayırlıdır bilinemez.” [Tirmizî, Emsâl 6, (2873).][343]
AÇIKLAMA:
Bu hadis, ümmeti yağmura benzeterek, ilk asır müslamanları mı, yoksa Kıyamete yakın gelecek olanlar mı daha hayırlı bilinemez buyurmaktadır. Yani arkadan gelenlerin de hayırlı olacağını belirtmektedir. Türbüştî der ki: “Bu hadis, ilk asırda gelenlerin, sonradan gelenlere efdaliyeti hususunda tereddüde hamledilmemelidir. Zira, ilk asrın sonradan gelenlere efdal olduğu hususu hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak şekilde beyan edilmiştir. Sonra takib eden iki nesil daha tafdil edilmiştir. Dördüncü nesilde râvi şüpheye düşmüştür. Övülen evvelkilerden murad da İslâm´ın yayılması ve hakikatın küfre karşı korunmasında hizmeti geçenlerdir.”
Bu hususta el-Kâdi de şu izahı yapar: “Hayırlı oluşta, ümmetin hangi neslinin öne geçtiği hususunun bilinmediği söylemedeki asıl maksad, nesiller arasında farklılığın olmadığını söylemektir, tıpkı şu âyette olduğu gibi:
“…Sen de ki: “Göklerde ve yerde Allah´ın bilmediği bir şeyi mi O´na bildiriyorsunuz ” Allah onların ortak koştuğu şeylerden münezzeh ve yücedir” (Yunus 18). Yani ârz ve semavatta olmayan bir şeyi mi Allah´a bildiriyorsunuz demektir. Sanki: “Eğer olsaydı bilirdi, çünkü olan bir şey ondan gizli kalmaz” demektedir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), ümmetinden her tabaka, hayırlı olmayı gerektiren ayrı bir hususiyete sahip oduğu için bu hususî fazilette hangisinin önde olduğunu bilemediğini söylüyor. Tıpkı yağmurda olduğu gibi: Her yağmur nöbeti, bitkilerin neşv-ü nemâsında faydalıdır. Bunu inkar edip faydasızlığını söylemek mümkün değildir. Bunun gibi ümmetin evvelkileri, gördükleri mucizelerle iman ettiler ve Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın davetini imanla icabetle kabul ettiler. Sondakiler ise kendilerine gelen mütevâtir âyetlerle gaybî olarak (görmeden) iman ettiler ve kendiliklerinden iyilikle ittiba ettiler. Keza öncekiler şeriatı tesis ve genişletmek için çalıştılar, sonrakiler ise, imkânlarını, şeriatın telhis ve tecrîdi yolunda harcadılar, ömürlerini takrîr ve te´kidi için tükettiler. Hepsinin (evvelkiler ve âhirkiler) günahları mağfurdur, gayretleri meşkûrdur, ecirleri boldur.” (el-Kâdî´nin açıklaması bitti.)
Tîbî der ki: “Ümmetin yağmurla temsili, hidayet ve ilimle olur. Tıpkı yağmurun hidayet ve ilimle temsil edilmesi gibidir. Böylece, yağmura teşbih edilen bu ümmet, bazısı mükemmel, kâmil alimlerle kendi dışındakilere karşı hususiyet arzeder. Bu açıklama, hadiste geçen “hayır´dan muradın “faydalı”lık olduğunu gösterir. Bundan fazilette eşitlik olduğu mânası çıkmaz. (Yani her nesil faydalı olmuştur, bu yönden hangisi daha faydalı oldu denemiyebilir.) Eğer “hayırlılık” meselesinin kastedildiğine hükmedilecek olsa, asıl muradın şu olduğu söylenir: Bu ümmetin tamamı, -geçenleriyle, gelecekleriyle, evvelkileriyle, sondakileriyle- hayırlıdır, her nesli birbiriyle kaynaşıp bir bütün ortaya koymuştur, tıpkı başı neresi olduğu bilinemeyen dökme bir halka halini, örülmüş bir bina vaziyetini almıştır. Bu sözün üslubuna uygun olarak Enmâriye der ki: “Onlar mükemmel olan”, ucu bilinemeyen dökme bir halka gibidirler. Şairin şu sözü de bu mânaya telmihte bulunur:
“Kabilelerden hayırlı olanı bir tanedir,
Benî Hanîfe´den herkes hayırlıdır.”
Hülasa: Ümmet hayırlılıkta birbiriyle yekvücut haldedir. Öyle ki, hangisinin daha hayırlı olduğu mübhemdir, aralarında bir tefrik mümkün değildir. Nefsülemirde biri diğerinden şayet efdal ise, bu, çok kapalı bir üslubla beyan edilmiştir ve hangisinin efdal olduğunu bilmek zordur.”[344]
ـ4523 ـ18ـ وعن الْمُغِيرَةَ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: َ يَزَالُ نَاسٌ مِنْ أمَّتِى ظَاهِرِينَ حَتّى يَأتِيَهُمْ أمْرُ اللّهِ وَهُمْ ظَاهِرُونَ[. أخرجه الشيخان.قالَ البخاري: وهُمْ أهْلَ الْعِلْمِ .
18. (4523)- Hz. Muğire (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Ümmetimden bir grup, (hak üzerine) gâlip olmaktan hiç geri kalmaz. Allah´ın emri (Kıyamet) gelince de onlar galibtir.” [Buhârî, İ´tisâm 10, Menâkıb 27, Tevhid 29; Müslim, İmâret 171, (1921).]
Buhârî: “Bu grup, âlimlerdir” demiştir.[345]
AÇIKLAMA:
1- Bu hadis, müslaman ümmetin, Kıyamete kadar düşmanın kesin bir zaferiyle mağlup düşmeyeceği müjdesini vermektedir. Kısmen mağlub duruma düşse bile, en azından diğer bir kısmın, bir zümrenin (bir bölgenin) daima İslâm üzere, galib olarak varlığını Kıyamete kadar devam ettireceğini müjdelemektedir. Bu paralelde gelen hadisler bazı farklı ziyadeler ihtiva eder:
“…Onlara yardım kesenler onlara zarar veremezler, onlar bu halde iken Allah´ın emri (kıyamet) gelir.”
“…Onlar hak için, galibâne kıyamete kadar savaşırlar.”
“Bu din ilelebet ayakta kalacaktır. Bir grup müslüman, onun için Kıyamet kopuncaya kadar savaşmaya devam edecektir.”
“Ümmetimden bir grup Allah´ın emri üzerine savaşmaya devam eder. Bunlar düşmanlarına galiptirler. Muhalifleri onlara zarar veremez, bu hal Kıyamete kadar devam eder.”Bu hadisler
“Kıyamet insanların şerîrleri üzerine kopacaktır.” hadisi ile zıdlık arzederse de alimler: “Allah´ın emrinin gelmesi´nden muradın: Mü´minlerden bâki kalanların ruhlarının Şam cihetinden esecek bir rüzgârla kabzedilmesi, geriye sadece kâfirlerin kalması, onların tepesine de Kıyametin kopması” diye te´vil yaparlar. Bu hadise ise, güneşin batıdan doğmasından, Dabbetu´l-arz ve diğer büyük âlemetlerin zuhurundan sonra vukua gelecektir.[346] Hemen kaydedelim ki Kıyametle ilgili büyük alametler, bir rivayete göre altı, diğer bir rivayete göre sekiz ay içerisinde olup bitecektir.[347]
ـ4524 ـ19ـ وَعَنْ سعد بن أبِى وقّاصٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: َ يَزَالُ أهْلُ الْغَرْبِ ظَاهِرينَ عَلى الْحَقِّ حَتّى تَقُومَ السَّاعَةُ[. أخرجه مسلم .
19. (4524)- Sa´d İbnu Ebî Vakkas (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Ehl-i garb hak üzere galib olmaya, kıyamet kopuncaya kadar devam ederler.” [Müslim, İmâret 177, (1925).][348]
AÇIKLAMA:
Bu hadiste geçen Ehl-i garb´ın kimler olduğu hususunda âlimler farklı tahminler ileri sürmüşlerdi:
* Ali İbnu´l-Medinî´ye göre bunlar Araplardır. Garb´tan maksad iri kova´dır. Araplar çoğunlukla bunu kullandıkları için onlar, hadiste ehl-i garb olarak tesmiye edilmiştir.
* Hz. Mu´az: “Şam´da yaşayanlar” der.
* el-Kâdî: Ehl-i Garbtan murad´ın şiddet ve sertlik ehli olduğunu söyleyenler oldu” der.
* Bazıları: “Bu tabirle, arzın batısı kastedilmiştir” demiştir.
* Bazıları: “Şam´da ve hatta Beytu´l-Makdis´te yaşayanlar” demiştir.
* “Onlar Şam ve gerisinde yaşayanlardır” diyen de olmuştur.[349]
ـ4525 ـ20ـ وعن معاوية بن قُرة عن أبيه رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ # إذَا فَسَدَ أهْلُ الشَّامِ فََ خَيْرَ فِيكُمْ. وََ يَزَالُ طَائِفَةٌ مِنْ أُمَّتِى مَنْصُورِينَ َ يَضُرُّهُمْ مَنْ خَذَلُهُمْ حَتّى تَقُومَ السَّاعَةُ[. قالَ علي بن المدني رحمه اللّه: هم أصحاب الحديث، أخرجه الترمذي .
20. (4525)- Muâviye İbnu Kurre, babası (radıyallahu anh)´tan naklen anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Şam (Suriye) halkı fesada uğradımı artık (orada) sizin için hayır yoktur. Ümmetimden bir grup, Kıyamet kopuncaya kadar mansur (Allah´ın yardımına mazhar) olmaya devam edecek, onları mahrum bırakanlar onlara zarar veremeyecekler.”
Ali İbnu´l-Medinî: “Bunlar hadis ashabıdır” demiştir. [Tirmizî, Fiten 27, (2193).][350]
AÇIKLAMA:
1- Şam´da hayrın olmayışı “Orada ikamet etmenizde” veya “oraya teveccüh etmenizde hayır yoktur” şeklinde tevil edilmiştir.
2- Hadiste geçen mansurin kelimesi “din düşmanlarına galibler olarak” şeklinde anlaşılmıştır.
3- Buradaki Kıyamet kopması, Kıyametin yaklaşması, bu da mü´ minlerin ruhunu kabzedecek olan hoş kokulu bir rüzgarın çıkması olarak izah edilmiştir.
4- Hadisin sonunda Ali İbnu´l-Medinî´nin, Kıyamete kadar kafirlerle muzafferane mücadeleye devam edecek olan cemaatın hadisçiler olduğuna dair yorumu kaydedilmiştir. Bu sözün sahibi Ali İbnu´l-Medinî, hakkında Nesai´nin: “Allah onu hadis için yaratmıştı” dediği, ilel ve hadisi çok iyi bilen meşhur bir muhaddistir. Buhari´nin hocalarındandır. Hocası Süfyan İbnu Uyeyne: “Onun benden öğrendiğinden çok ben ondan öğrendim” demiştir.
O Allah´ın yardımına uğrayacak mansur cemaat hakkında, Buhârî “Ehl-i ilim´dir” diye yorumda bulunmuştur. O devirde ehl-i ilim tabiri umumiyetle ehl-i hadis manasında kullanıldığı için Buhârî ile Ali İbnu´l-Medinî´nin aynı şeyi dedikleri de söylenebilir.Ahmed İbnu Hanbel´in de “Bu cemaat ehl-i hadis değilse, başka hangi cemaat olabilir bilemiyorum” dediği rivayet edilir. Kadı İyaz: ”
Ahmed İbnu Hanbel, Ehl-i Sünnet ve´l-Cemaa´at ile ehl-i hadisin mezhebine itikad edenleri kastetmiştir” der.
Bu cemaat hakkında, Nevevî de şöyle der: “Bu taifenin mü´min gruplar arasında dağılmış olmaları da muhtemeldir. Şecaatle savaşanlar, fukaha, muhaddisler, zahidler, emr-i bi´lma´ruf yapanlar, münkerden nehyedenler ve diğer hayır grupları. Bunların bir arada toplanmaları da gerekmez. Yeryüzünün bütün kıt´alarına dağılmışlardır.”
Bazı tamamlayıcı açıklamalar önceki hadiste geçti.[351]
ـ4526 ـ21ـ وعن عِمْرانِ بْنِ حُصَيْن رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: َ تَزَالُ طَائِفَةٌ مِنْ أُمَّتِى يُقَاتِلُونَ عَلى الْحَقِّ ظَاهِرينَ عَلى مَنْ نَاوَأهُمْ حَتّى يُقَاتِلَ آخِرُهُمْ الْمَسِيحَ الْدَّجَّالَ[. أخرجه أبو داود.»المناوَأةُ« المعاداة .
21. (4526)- İmran İbnu Husayn (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Ümmetimden bir grup (taife), hak üzerine savaşmaya devam edeceklerdir. Onlar kendilerine meydan okuyanlara karşı muzafferdirler. Öyle ki, bunların sonuncuları Mesih-Deccal´le de savaşırlar.” [Ebû Davud, Cihad 4, (2484).][352]
AÇIKLAMA:
Hattabî der ki: “Bu hadiste, cihadın ebediyyen kesilmeyeceğinin beyanı vardır. Bütün imamların adalet ve diyanet sahibi olmayacakları makul ise, demektir ki, küffara karşı zalim imamla da savaşmak vacibtir, tıpkı adalet sahibi imamlarla olduğu gibi. Onların zulmü, cihadda onlara itaati ortadan kaldırmaz, keza diğer maruf olan işlerle ilgili emirlerine de itaat gerekir.”[353]
ـ4527 ـ22ـ وعن أبى هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: إنَّ مِنْ أشَدِّ أُمَّتِى لِى حُبّاً نَاسٌ يَكُونُونَ بَعْدِى، يَوَدُّ أحَدُهُمْ لَوْ رَآنِى بِأهْلِهِ وَمَالِهِ[. أخرجه مسلم .
22. (4527)- Hz. Ebû Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Ümmetim içinde beni en çok sevenlerden bir kısmı benden sonra gelenler arasından olacak: Mallarını ve ailelerini feda pahasına, beni görmeyi arzu edecekler.” [Müslim, Cennet (2832).][354]
ـ4528 ـ23ـ وعن عبداللّهِ بن بُسر رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: أُمَّتِى يَوْمَ الْقِيَامَةِ غُرٌّ مِنَ السُّجُودِ مُحَجَّلُونَ مِنَ الْوُضُوءِ[. أخرجه الترمذي .
23. (4528)- Abdullah İbnu Büşr (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Kıyamet gününde, ümmetimin (iki alameti olacak: Biri) secde sebebiyle alnındaki parlaklık, (diğeri de) abdest sebebiyle kollarındaki parlaklıktır.” [Tirmizî, Salat 427, (607).][355]
ـ4529 ـ24ـ وعن أبى مُوسى رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: إنَّ اللّهَ إذَا أرَادَ رَحْمَةَ أُمَّةٍ قَبَضَ نَبِيَّهَا قَبْلَهَا فَجَعَلَهُ فَرطاً وَسَلَفاً بَيْنَ يَدَيْهَا، وَإذَا أرَادَ هََكَ أُمَّةٍ عَذَّبَهَا وَنَبِيَّهَا حَيٌّ فَأهْلَكَهَا وَهُوَ حَيٌّ يَنْظُرُ، فَأقَرَّ عَيْنَهُ بِهََكِهَا حِينَ كَذَّبُوهُ[. أخرجه مسلم .
24. (4529)- Ebû Musa (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Allah bir ümmete rahmet diledi mi, peygamberlerini kendilerinden önce kabzeder ve onu ümmete bir öncü ve hazırlayıcı yapar. Bir ümmetin helakini de diledi mi, onları peygamberleri hayatta iken cezalandırır da onun gözünün önünde onları helak eder. Böylece, o ümmetin, inkâr ve tekzibleri sebebiyle- helakleriyle peygamberin içi rahatlar.” [Müslim, Fezail 24, (2288).][356]
AÇIKLAMA:
İbnu´l-Kemal, hadiste temas edilen, “peygamberin önceden kabzedilmesi” hadisesinin rahmet olarak tavsifini, o ümmet hakkında cezanın ihmali (geriye bırakılması) ve tehiri olarak açıklar. Bu tehir onlara tevbe, istiğfar için imkan hazırlar. Bu ümmet, peygamberin davetine icabet eden ümmettir. Öbürü ise, peygamberi dinlemediği için cezalandırılan ümmettir. Nuh ve Lut kavmi bu ikinci gruba girer.
Bu hadiste Ümmet-i Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm)´ın şerefine dikkat çekilmiş olmaktadır. Çünkü peygamberlerinin sağlığında herhangi bir ceza gelmemiştir. Ayrıca ümmetin ömrü uzundur, tevbe ve istiğfar imkânı mevcuttur. [357]
BEŞİNCİ BAB
FARKLI CEMAATLERİN FAZİLETLERİ
(Bu babta beş fasıl var)
*
BİRİNCİ FASIL
KUREYŞ´İN FAZİLETİ
*
İKİNCİ FASIL
BAZI ARAP KABİLELERİNİN FAZİLETLERİ
*
ÜÇÜNCÜ FASIL
ARAPLARIN FAZİLETİ
*
DÖRDÜNCÜ FASIL
ACEM VE RUMLARIN FAZİLETİ
*
BEŞİNCİ FASIL
SAHABE DIŞINDA BİR GRUBUN FAZİLETİ
BİRİNCİ FASIL
KUREYŞ´İN FAZİLETİ
ـ4530 ـ1ـ عن جابرٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: النَّاسُ تَبعٌ لِقُرَيْشٍ في الْخَيْرِ وَالشَّرِّ[. أخرجه مسلم .
1. (4530)- Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “İnsanlar hayırda da şerde de Kuryeş´e tabidir.” [Müslim, İmâret 3, (1819).][358]
AÇIKLAMA:
1- Hadisin yine Müslim´de gelen bir başka veçhi şöyledir: “İnsanlar bu (emirlik) işinde Kuryeş´e tabidir. Müslümanları onların müslümanlarına, kafirleri de onların kafirlerine tabidirler.”
Şarihler, bu hadislerde Resûlullah´ın, Kureyşin İslam öncesi durumu ile İslam sonrası durumunu da zikrettiğine dikkat çekerler. Araplar cahiliye devrinde, Kureyş´in Ka´be´ye olan hizmetleri ve Mekke´nin merkezi oluşu gibi sebeplerle hep Kureyş´e tabi ola gelmişlerdi. İslam´da da bu durum değişmemiştir. Resûlullah bir Kureyşîdir. Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Muaviye vs. hep Kureyş asıllıdır.
İslam daveti başladığı zaman bütün taşra kabileleri hemen icabet etmemiş, Kureyş´in tavrını beklemiştir. Mekke´nin fethiyle Kureyş´in İslam´a tesliminden sonra bütün Araplar, Kur´an´ın tabiriyle fevç fevç gelip İslam´a dehalet etmiştir.
Hadiste geçen şer´den murad cahiliye devri, hayırdan murad da islam devresidir. İslam´dan önce olduğu gibi İslam´dan sonra da Kureyşlilerin hilafette kalmaları Resûlullah´ı fiilen tasdik etmiştir.
Nevevî der ki: “Bu hadiste, hilafetin Kureyş´e ait olduğunda delil vardır. Onu Kureyş´ten başkalarına vermek caiz değildir. Bunun üzerine sahabe ve onlardan sonra gelenler zamanında icma mün´akid olmuştur. Ehl-i Bid´a´dan Hariciler gibi bazıları buna itiraz etmişse de icma karşısında mağlub olmuştur. Nitekim Resûlullah bir başka hadiste insanlardan iki kişi kaldığı müdetçe bu hilafet işinin Kureyş´te olacağını beyan etmiştir. Bu hadis hilafetin Kıyamete kadar Kureş´te kalması gerektiğine parmak basar. Söyledikleri, zamanımıza kadar zuhur etmiştir. Her ne kadar Kureyş´ten olmayanlar mütegallibe bir kısım beldelere hakim olmuş ve kulları kahretmişlerse de, yine hilafetin Kureyş´te olduğunu itiraf etmişlerdir. Hadisten murad müstakillen hükmetmek değil, sadece hilafet ismidir.”
Kâdı İyaz: “Halife´nin Kureyş´ten olmasının şart kılınması, bütün ulemanın mezhebidir” demiştir.
İbnu Hacer, hilafete liyakat için Kureyşî olmanın yegane şart olmadığını, halifede aranacak şartlardan biri olduğunu, dolayısıyla adaletle hükmetmeyen, müttaki olmayan Kureyşî´nin hilafete de layık olmayacağını söyler.[359]
ـ4531 ـ2ـ وعن ابن عبّاس رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: اللَّهُمَّ اَذَقْتَ أوَّلَ قُرَيْشٍ نَكَاً فَأذَقْ آخِرُهَا نَوَاً[. أخرجه الترمذي وصححه.»النَّكَالُ« اَلْعَذَابُ وَالْمُشَقَّةُ. »النَّوَالُ« العطاء .
2. (4531)- İbnu Abbas (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Ey Allahım, Kureyş´in ilkine azab tattırdın, hiç olsun, ahirine ihsanı tattır.” [Tirmizî, Menakıb, (3904).][360]
AÇIKLAMA:
Bazı alimler hadisteki nekal (azab) ile İslam´ın bidayetinde, kafirlerin muhalefeti sebebiyle ilk müslümanların çektiği sıkıntıların ve öldürülmelerin vs. kastedildiğini, neval ile de, sonradan gelenlerin izzet, mülk, hilafet, imamet (komutanlık, başkanlık, amirlik) gibi dünyevi nimetlerin kastedilmiş olabileceğini belirtirler.[361]
ـ4532 ـ3ـ وعن أبى هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: نِسَاءُ قُرَيْشٍ خَيْرُ نِسَاءِ رَكِبْنَ ا“بِلَ، أحْنَاهُ على طِفْلٍ فِي صِغَرِهِ،
وَأرْعَاهُ عَلى زَوْجٍ فِي ذَاتِ يَدِهِ، وَكَانَ أبُو هُرَيْرَةَ يَقُولُ: وَلَمْ تَرْكَبْ مَرْيَمُ بِنْتُ عِمْرَانَ بَعِيراً قَطُّ[. أخرجه الشيخان.»أحْنَاهُ« مِنَ الْحُنَوِّ، وَهُوَ العَطْفُ وَالشَّفَقَةُ.و»أرْعَاهُ« مِنَ الْمُرَاعَاةِ وَالْحفْظِ وَاِحْتِيَاطِ وَالرِّفْقِ بِهِ وَتَخْفِيفُ الْكلف وا‘ثقال عنه.و»ذَاتُ يَدِهِ« مَا يَمْلكُ مِنْ مَالٍ وَغَيْرُهُ .
3. (4532)- Hz. Ebû Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Kureyş kadınları, deveye binen kadınların en hayırlılarıdır: Onlar küçük çocuklara karşı daha şefkatli, kocalarının mallarına karşı daha muhafızlardır.”
Ebû Hureyre (radıyallahu anh): “Meryem Bintu İmran hiçbir zaman deveye binmedi” derdi.” [Buharz, Nikah 12, Enbiya 46,l Nefahat 10; Müslim, Fezailu´s-Sahabe 10, (2529.)][362]
AÇIKLAMA:
1- Resûlullah bu hadisi, evlenme teklif ettiği zaman “çocuklarım olmasaydı sizinle evlenmekten pek memnun olurdum” diye, ölen kocasından kalan beş altı tane çocuğu sebebiyle bu mutlu teklife müsbet cevap veremeyen Sevde [veya Ümmü Hânî Bintu Ebi Talib] adında bir kadının sözü üzerine takdiren irad etmiştir.
2- Hadiste deveye binenlerle “Araplar” kastedilmiştir. Çünkü , o devirde deveye çoklukla Araplar binmekte idiler. Şu halde hadis: “Arap kadınlarının en hayırlıları Kureyş´e mensup olanlardır” demiş olmaktadır.
3- Daha şefkatli diye tercüme ettiğimiz ahna kelimesi, haniye´nin ism-i tafdilidir. Bunu, Nevevî, “Yetimlik halinde, çocuğu büyüyünceye kadar evlenmeyen kadın” olarak açıklar ve bu durumda evlenene anha denmeyeceğini belirtir. Kocası ölen bir kadının, küçük çocuğu olduğu halde evlenmesi, çocuk için bir felakettir. Çünkü, annenin üzerinden hidane hakkı düştüğü gibi, yeni koca, kadının eski kocasından yetim kalan çocuğun, ailesine girmesini kabul etmeyebilir. Böylece anne himayesinden de olan çocuk, yabancı ellerde kalır ve terbiyesi ciddi şekilde aksar. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), yetim çocuğu varken evlenmemeyi ananeleştirmiş olan Kureyşli kadınları takdir ve tafdil etmekle, bu adeti teşvik etmiş olmaktadır.
Kureyşli kadınların vasfı olarak takdir ve tebcil edilen kadınlara mahsus ikinci bir vasıf, kocanın malını tasarrufta dikkatli olmak, israftan, saçıp savurmaktan kaçınmaktır.
Bu hadiste eşraf olanlarla ve bahusus Kureyşli olan kadınlarla evlenmeye teşvik mevcuttur. Bundan hareketle, evlenmelerde nesebce yüksek olanı aramanın müstehab olduğu söylenmiştir. Hadisten, nikahta itibar edilmesi gereken denklik´i (küfüv olmayı), öncelikle nesebte aramak gerektiği, diğer kadınların bu hususta Kureyşî olanlara yetişemeyecekleri hükmü de çıkarılmıştır.
Rivayet, çocuklara karşı şefkatli ve merhametli olmayı, onlara yakın ilgi gösterip bizzat anne tarafından terbiye edilmelerini, kocanın malının korunup idareli ve ölçülü harcanmasını tafdil etmektedir.[363]
ـ4533 ـ4ـ وعن عبداللّهِ بن مُطِيعٍ عن أبيه رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ # يَوْمَ فَتْحِ مَكَّةَ: َ يُقْتَلْ قُرَشِىٌّ صَبْراً بَعْدَ هذَا الْيَوْمِ الى يَوْمِ الْقِيَامَةِ. وَلَمْ يَكُنْ أسْلَمَ أحَدٌ مِنْ عُصَاةٍ قُرَيْشٍ غَيْرَ مُطِيعٍ وَكَانَ اسْمُهُ الْعَاصِيَ، فَسَمَّاهُ رَسُولُ اللّهِ # مُطِيعاً[. أخرجه مسلم.قَوله »َ يَقْتُلْ« بجَزْمِ الَّمِ، وَرُوِىَ بِضَمِهَا، وَوَجهَ الْجَزْمَ أنَّهُ # نَهى أنْ يَقْتُلَ قُرَشى صبراً الى يَوْمِ الْقِيَامَةِ، وَوَجَّه الحميدى الضمّ بأن معناه يقتل قرشى بعد هذا اليوم صبراً الى يوم القيامة وهو مرتد على الكفر .
4. (4533)- Abdullah İbnu Mûtî, babası (radıyallahu anh)´tan naklen anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Mekke´nin fethedildiği gün buyurdular ki:
“Bugünden sonra hiçbir Kureyşli, Kıyamete kadar sabren öldürülemez.”
[Ravi der ki:] “Kureyş´in Âsi (isim)lerinden Mûti´den başka kimse müslüman olmadı. Mûti´nin ismi de Âsi idi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ona Mûti ismini taktı.” [Müslim, Cihad 88-89, (1782).][364]
AÇIKLAMA:
1- Sabren öldürmek, kişiyi esir aldıktan sonra öldürmektir. Savaş sırasında öldürülene sabren öldürüldü denmez. Esir edildikten sonra boynunu vurmak sabren öldürmektir. Günümüzdeki, kurşuna dizmek, kılıçtan geçirmek, boynunu vurmak gibi, esir durumdaki kimseye tatbik edilen öldürme usulüdür. Sabr, lügat olarak habs manasına gelir ise de, sabren öldürmek, öldürülünceye kadar hapsetmek manasına gelmez.
2- Bu hadis Kureyşlilerin tamamen müslüman olacağını, Aleyhissalâtu vesselâm´dan sonra müslümanlara karşı savaş cephesi açmaları gibi bir durum olmayacağını ilan etmektedir. Zulüm veya ceza olarak sabren öldürülmeleri bu ihbarın dışında kalır. Nitekim, Resulullah´ın vefatıyla, bir kısım Araplar irtidad etmiş, fakat Kureyşlilerde isyan ve irtidad olmamıştır. İnşaallah olmayacaktır da.
3- Kadı İyaz, hadiste geçen “Âsî”lerin sıfat olmayıp isim olduğunu belirtir. Yani hadis demek ister ki: “İslam´dan önce Kureyş kabilesinden Âsi ismini taşıyanlardan sadece biri müslüman olmuştur, diğerleri İslam´a girmemiştir. Müslüman olan As İbnu Esved´in ismini, Resûlullah, Mûtî diye değiştirmiştir. İslam´a girmeden ölen diğer Âsi ismini taşıyanlardan As İbnu Hişam, As İbnu Saîd vs. var. [365]
İKİNCİ FASIL
BAZI ARAP KABİLELERİNİN FAZİLETİ
ـ4534 ـ1ـ عن أبى هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: أسْلَمُ سَالَمَهَا اللّهُ، وَغِفَارٌ: غَفَرَ اللّهُ لَهَا[. أخرجه الشيخان .
1. (4534)- Hz. Ebû Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Eslem kabilesini Allah selametli kılsın, Gıfar kabilesine de mağfiret buyursun!” [Buharî, Menakıb 6; Müslim, Fezailu´s-Sahabe 183, (2515, 2516).][366]
AÇIKLAMA:
1- Hadiste Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Gıfar kabilesine mağfiret duasında bulunmaktadır. İbnu´t-Tin bunu, Gıfar´ın cahiliye devrindeki haline bağlar: Onlar, hacıların yolunu kesip soygunlar icra ederlerdi. Müslüman olduktan sonra, eski günahlarının arından kurtulmaları için mağfiretle dua etmiştir.
2- İbnu Hacer´in açıklamasına göre, duayı nebeviye´ye mazhariyetleri, onların İslam´a girişteki önceliklerinden ileri gelmektedir. Eslem, Gıfar, Müzeyne, Cüheyne ve Eşca kabileleri cahiliye devrinde, kuvvet ve itibar yönüyle Beni Amir İbnu Sa´sa´a ve Beni Temim gibi diğer bir kısım kabilelerden daha geri planda idiler. İslamiyet gelince, bunlar, belki de mezkur zaaflarının sevkiyle İslam´ı daha önce benimsediler ve böylece şeref onlara geçti.[367]
ـ4535 ـ2ـ وعنه رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: قُرَيْشٌ وَا‘نْصَارُ وَجُهَيْنَةُ وَمُزَيْنَةُ وَأسْلَمُ وَأشْجَعُ وَغَفَارٌ مَوالِيَّ. لَيْسَ لَهُمْ مَوْلى دُونَ اللّهِ وَرَسُولِهِ #[. أخرجه الشيخان والترمذي.
2. (4535)- Yine Ebû Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Kureyş, Ensar, Cüheyne, Müzeyne, Eslem, Eşca´ ve Gıfar benim dostlarımdır. Onların da Allah ve Resulünden başka dostları yoktur.” [Buharî, Menakıb 6; Müslim, Fezailu´s-Sahabe 189, 190, (2520-2521); Tirmizî, Menakıb, (3945).][368]
AÇIKLAMA:
Resûlullah burada öncelikle Kureyş ve Ensar´ı tafdil etmektedir. Zira İslam´ın ilk nüvesi Kureyş içerisinde atılmıştır: Öncelikle kendisi, Hz. Ebû Bekr Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali gibi, sonradan halifeliği de deruhte edecek olan ilk büyükler ve ilk müslümanlar Kureyşî´dir. Ayrıca Mekke´nin fethinden sonra da İslam´a hizmette önde gidenler, küfür diyarlarını fetihte baş çekenler hep Kureyşli olmuşlardır. Bu sebeple takdir-i nebeviye´ye hakkıyla layıktırlar. Gerçi Resûlullah´ı en ziyade uğraştıranlar da Kureyş kafirleri olmuştur. Ancak o devre fetihle kapanmıştır.
Ensariler ise, Mekke müşriklerine karşı Resûlullah´a ve İslam´a himaye veren insanlık tarihinin bir daha görülmesi mümkün olmayan alicenab, fedakar bir neslidir. Rabbülalemin onları kendileri ihtiyaç içinde olsalar bile muhacir kardeşlerini nefislerine tercih eden kimseler olarak tavsif ve takdir etmektedir. Ensar (radıyallahu anhüm), Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın “İnsanlar bir vadiye, Ensar bir vadiye gitse, ben Ensar´ın gittiği vadiye giderim” diyerek tafdil ettiği, takdir ettiği insanlardır.
Diğer kabileler hakkındaki övgünün, onların İslam´a girişteki acele ve çabukluklarından ileri geldiği belirtilmiştir. Onların savaşmadan, mağlup olmadan, esaret altına girmeden, kendiliklerinden gelip müslüman olmaları sebeiyle “Allah´ın dostu olmak” gibi bir şerefe erdikleri de söylenmiştir.
Bazı alimler, “Bu hadisten murad, onların esir edilmelerini nehyetmektir” demiş ise de, bu görüş zayıf bulunmuştur.[369]
ـ4536 ـ3ـ وعن أبِى مُوسى رَضِيَ اللّهُ عَنْه قَالَ: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: إنِّى ‘عْرِفُ أصْوَاتَ رُفْقَةِ ا‘شْعَرِيِّينَ بِالْقُرآنِ حِينَ يَدْخُلُونَ بِاللَّيْلِ، وَأعْرِفُ مَنَازِلَهُمْ مِنْ أصْوَاتِهِمْ بِاللَّيْلِ بِالْقُرآنِ، وَإنْ كُنْتُ لَمْ أرَ مَنَازِلَهُمْ بِالنَّهَارِ[. أخرجه الشيخان.
3. (4536)- Ebû Musa (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Ben Eş´arî cemaatinin geceleyin evlerine girerkenki Kur´an okuyuşlarını seslerinden tanırım. Gündüzleyin girerlerken evlerini görmemiş de olsam, geceleyin Kur´an okuyuşları sebebiyle seslerinden evlerini tanırım. Onlardan biri Hakim´dir. Atlılara -yahut düşmana dedi- rastlayınca, onlara:
“Arkadaşlarım, kendilerini beklemenizi söylediler!” dedi.” [Buharî, Megazî 38; Humus 15, Menakıbu´l-Ensar 37; Müslim, Fezailu´s-Sahabe 166, (2499).][370]
AÇIKLAMA:
1- Bu rivayet, Eşarilerin mescid veya iş için geceleyin çıktıkları zaman eve dönüşte yüksek sesle Kur´an okuduklarını belirtmektedir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın bunu takdir makamında söylemesi, bunun caiz olduğunu ifade eder. İbnu Hacer: “Riyadan emin olmak” ve “Kimseyi rahatsız etmemek” kaydıyla bunun müstahsen olacağını belirtir.
2- Hadiste geçen Hakim´in Eş´arilerden birinin ismi olduğu söylenmiştir, ancak bir zatın sıfatı olabileceği de söylenmiştir. Bu zat, düşmanla karşılaşınca, aşırı cesareti sebebiyle kaçmayıp onlara: “Askerlerimiz geliyor, bekleyin de boyunuzun ölçüsünü alın!..” manasında onlara tek başına morallerini bozucu hitapta bulunmuştur. Bu yorum, şekk´li olan ifadenin ikinci şıkkına yani düşmanla karşılaşmış olma haline uygundur. Şayet birinci şık sahih ise, yani karşılaşanlar atlılar ise mana şöyle olur: “Ey atlılar, bekleyin de geride kalan yayalar da gelsin, düşmanın karşısına beraber çıkın.” Bu takdirde Hakim´in karşılaştığı atlılar müslümandır. İbnu Hacer bu yorumun daha doğru gözüktüğünü belirtir. İbnu´t-Tin: “Hakîm´in sözünün manası şudur: Onun arkadaşları Allah yolunda savaşmayı severler, bu uğurda kendilerine gelecek musibete kıymet vermezler, aldırmazlar.”[371]
ـ4537 ـ4ـ وَلَهُمَا في رِوايَةٍ عنهُ: ]قَالَ #: إنَّ ا‘شْعَرِيِّينَ إذَا أرْمَلُوا في الْغَزْوِ وَقَلَّ طِعَامُ عِيَالِهِمْ بِالْمَدِينَةِ جَمَعُوا مَا كَانَ عِنْدَهُمْ في ثَوْبٍ وَاحِدٍ، ثُمَّ اقْتَسَمُوهُ بَيْنَهُمْ بِإنَاءٍ وَاحِدٍ بِالسَّوِيَّةِ. فَهُمْ مِنِّى وَأنَا مِنْهُمْ[ .
»أرْمُلُوا« يعنى نفد زادهم .
4. (4537)- Yine Buhari ve Müslim Ebû Musa´dan şu hadisi kaydetmişlerdir. “Resulllah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Eş´ariler, gazve sırasında azıkları tükenir, Medine´de de ailelerinin yiyecekleri azalırsa, yanlarında bulunanları bir yaygının üzerinde toplarlar sonra onu tek bir kabla eşit olarak paylaşırlar. Onlar bendendir, ben de onlardanım.” [Buharî, Şirket 1; Müslim, Fezailu´s-Sahabe 167, (2500).][372]
AÇIKLAMA:
1- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) burada Eş´arilerin, memduh bir hasletlerini zikrederek övmektedir. Darlık zamanlarında seferde ve hatta hazerde yiyeceklerin birleştirilmesi, Resûlullah: “Onlar benden, ben de onlardanım” demekle onlardaki dayanışmayı övmüş, aynen benimsemiş ve dolayısıyle ümmetine de tavsiye etmiş olmaktadır. Nevevî: “Birbirinden olmanın manası “Yollarında birlikte ve Allah yolunda harcamadaki benzerlikte” mübalağadır” der.
2- Alimler bu rivayetten, kişinin kendi menkibesini zikretmesinin caiz olduğu, hibe-i meçhulun cevazı, dayanışma ve başkasını tercihin fazileti gibi başka faideler de çıkarmışlardır.[373]
ـ4538 ـ5ـ وعن أبى هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]َ أزَالُ أُحِبُّ بَنِى تَمِىمٍ بَعْدَ ثََثٍ سَمِعْتُهَا مِنْ رَسُولِ اللّهِ # يَقُولُهَا فِيهِمْ، سَمِعْتُهُ يَقُولُ: هُمُ أشَدُّ أُمَّتِى عَلى الدَّجَّالِ. وَجَاءَتْ صَدَقَاتُهُمْ، فَقَالَ #: هذِهِ صَدَقَاتُ قَوْمِنَا، وَكَانَتْ سَبيَّةٌ مِنْهُمْ عِنْدَ عَائِشَةَ رَضِيَ اللّهُ عَنْها. فقَالَ # اعْتَقِيهَا فإنَّهَا مِنْ وَلَدِ إسْمَاعِيلَ[. أخرجه الشيخان .
5. (4538)- Hz. Ebû Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Benî Temim´i, haklarında Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Ôdan işittiğim üç şeyden sonra hep sever oldum. Demişti ki: “Onlar Deccal´e karşı ümmetimin en şiddetlisidirler.” Onların zekatları gelmişti. Aleyhissalâtu vesselâm:
“Bu, kavmimizin zekatlarıdır!” buyurdular. Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)´nın yanında onlardan bir esire kadın vardı.
“Onu azad et, çünkü o, Hz. İsmail evlatlarından!” buyurdular. ” [Buharî, Itk 13, Megâzî 67; Müslim, Fezailu´s-Sahabe 198, (2525).] [374]
AÇIKLAMA:
Rivayette, Arapların büyük kabilelerinden olan Benî Temim onlarda bulunan üç güzel hasletle övülmüş olmaktadır. Bu üç hasletle onların Aleyhissalâtu vesselâm tarafından övüldüğünü işiten Ebû Hüreyre, Temîmlileri sevmeye başlar. Hadisin Ahmed ibnu Hanbel´de gelen vechindeki ziyade “Kabilelerden hiçbir kavme onlar kadar nefret duymuyordum, böylece onları sevmiş oldum.”Bu nefretin Cahiliye devrinde aralarında cereyan eden düşmanlıktan ileri geldiği belirtilir. Şu halde, bu rivayet Resulullah´ın bir kelamıyla eski kinlerin nasıl süngerlendiğine, Aleyhissalâtu vesselâm´ın gönüllerde sevilen ve nefret edilen şeyleri bile nasıl yönlendirdiğine güzel bir örnek olabilmektedir.Mezkur üç hasletten biri onların Deccal´e karşı şiddetle mücadele edeceğidir. Bu vasıf bir başka rivayette “Onların savaşta insanların en şiddetlisi olduğu” şeklinde gelmiştir. Bu iki rivayet te´vil edilerek: “Deccal´e karşı yapılacak savaşta en şidetli savaşçılar olacaklar” denmiştir.İkinci hasletleri, zekatlarının gelmesi vesilesiyle Resûlullah´ın nesebini onlarla birleştirip onlara “kavmimiz” demesidir. Şarihler Benî Temimle, Kureyş´in İlyas İbnu Mudar´da birleştiklerini belirtirler. Resûlullah, Benî Temim´in bir kolu olan, Beni Sa´d´ın zekatı geldiği zaman da “İşte kavminin zekatı” buyurmuştur.Üçüncü faziletleri de Temimlilerin nesebce Hz. İsmail´e dayanmış olmasıdır. Bu hususla ilgili muhtelif rivayetler var. Şarihler bu rivayetlere dayanarak Hz. İsmail ahfadının azad edilmesinin efdal olacağına hükmetmişlerdir.[375]
ـ4539 ـ6ـ وعنه رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]إنَّ رَجًُ مِنْ قَيْسٍ قَالَ يَا رَسُولَ اللّهِ # الْعَنْ حِمْيَراً فأعْرَضَ عَنْهُ. فأعَادَ عَلَيْهِ. فقَالَ #: رَحِمَ اللّهُ حِمْيَراً أفْوَاهُهُمْ سََمٌ، وَأيْدِيهِمْ طَعَامٌ، وَهُمْ أهْلُ أمْنٍ وَإيمَانٍ[. أخرجه الترمذي .
6. (4539)- Yine Ebû Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Kays´tan bir adam:”Ey Allah´ın Resulü! Hımyer´e lanet et!” dedi. Aleyhissalâtu vesselâm ondan yüzünü çevirdi. Adam aynı talebi tekrar edince, Aleyhissalâtu vesselâm:
“Allah Hımyer´e rahmet kılsın. Onların ağızları selam, elleri yiyecek, kendileri de emniyet ve iman ehli kimseler!” buyurdu.” [Tirmizî,Menâkıb, (3985).][376]
AÇIKLAMA:
1- Resûlullah burda Hımyer halkını bazı mümtaz taraflarıyla tafdil ediyor:
* Rastladıkları herkese selam veriyorlar, bunu terketmiyorlar.
* Muhtaç, yolcu, misafir herkese yemek veriyorlar:
* Onlardan kötülük beklenmez, güvenilen emniyetli kimselerdir:
* Kalpleri de nur-u imanla doludur.
2- Hımyer, Yemen´deki kabilelerden birisidir.[377]
ـ4540 ـ7ـ وعن أنسٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قَال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ # ا‘زْدُ أزْدُ اللّهِ في اَرْضِ، يُرِيدُ النَّاسُ أنْ يَضَعُوهُمْ وَيَأبَى اللّهُ إَّ أنْ يَرْفَعَهُمْ وَلَيَأتِيَنَّ عَلى النَّاسِ زَمَانٌ يَقُولُ الرَّجُلُ فِيهِ: يَالَيْتَ أبِى كَانَ أزْدِيّاً، وَيَا لَيْتَ أُمِّي كَانَتْ أزْدِيَّةِ[. أخرجه الترمذي.وقال: قَدْ رُوِىَ مَوْقُوفاً على أنَسٍ، وَهُوَ عَندنا أصح .
7. (4540)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Ezd kabilesi, Allah´ın yeryüzündeki ordusu (ve dininin yardımcıları)dır. Halk onları alçaltmak ister, Allah ise onları yüceltir. İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki, o zaman kişi:
“Keşke babam Ezdi olsaydı! Keşke anem de Ezdi olsaydı!” diye temennide bulunacak.” [Tirmizî, Menâkıb, (3933).][378]
AÇIKLAMA:
1- Ezd, Yemen´de bir kabile adıdır. Ezd-i Şenue denir. Bir başka rivayette (4544. hadis) Ezd kelimesinden sonra “yani Yemen” ibaresine yer verilerek, hadiste geçen Ezd kelimesiyle Aleyhissalâtu vesselâm´ın Yemen´i kasdettiğine işaret edilir. Ezd´le ilgili olarak el-Kadi şu açıklamayı sunar: “Ezd´le Aleyhissalâtu vesselâm Ezd-i Şenu´e´yi murad eder. Bu, Yemen´de bir kabiledir.Ezd İbnu´l-Gavs, İbnu Leys, ibni Malik, İbni Kehlan, İbni Sebe´nin evladlarıdır. Onları Allah´a nisbet edişi , onların Hizbullah´tan ve Resulüne yardım edenlerden olmaları sebebiyledir.” Tibi de şu açıklamayı sunar: “Ezdullah tabiri birkaç manaya muhtemeldir. Şöyle ki:
* Bu isimle iştihar etmiş olanları. Çünkü onlar savaşta sebatkâr kimselerdir, asla kaçmazlar.
* Onların Allah´a nisbeti, husisiyetlerini ortaya koyarak teşrif etmek içindir; Beytullah (Allah´ın evi), Nâkatullah (Allah´ın devesi) tabirlerinde olduğu gibi. Nitekim hadisin devamında halkın onları alçaltma arzuları ifade edilmiştir. Öyleyse buna karşı, onların teşrifi (şereflendirilmeleri) için Allah´a nisbet etmişlerdir.
* Ezd kelimesi ile şecaat ifade edilmek istenmiştir. Bu durumda kelam teşbih olarak kullanılmıştır. Yani el-Esed (aslan), esedullah demektir. Bu durumda “Esed”în Ezd olarak gelmesi ya şekil benzerliğindendir veya sin harfinin ze harfine kalbolmasındandır.” Aliyyu´l-Karî, Tîbî´ nin bu açıklamasını kaydettikten sonra der ki: “Bu yoruma, el-Mesabih şarihlerinden Sahibu´l-Ezhar da tabi oldu. Ne var ki bu yorumun sağlam olması için, el-Ezd kelimesinin lügat itibariyle el-Esed´den gelmesi gereklidir. Ancak, Kamus´tan anlaşıldığına göre mesele böyle değil.”[379]
ـ4541 ـ8ـ وعن أبى هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]جَاءَ الطُّفَيْلُ بْنُ عَمْرٍو الدَّوْسِىُّ الى رَسُولِ اللّهِ #: فقَالَ: إنَّ دَوْساً قَدْ هَلَكَتْ، عَصَتْ وَأبَتْ، فَادْعُ اللّهُ عَلَيْهِمْ فَظَنَّ النَّاسُ أنَّهُ يَدْعُو عَلَيْهِمْ. فقالَ: اللّهُمَّ اهْدِ دَوْساً وَأْتِ بِهِمْ[. أخرجه الشيخان .
8. (4541)- Hz. Ebû Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Tufeyl İbnu Amr ed-Devsî, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Ôa gelerek:
“Devs kabilesi helak oldu. (Allah´a) asi oldu (ve İslam´a girmekten) imtina etti. Onlara bir bedduada bulunun!” dedi. Orada bulunanlar, Aleyhissalâtu vesselam´ın beddua yapacağını zannetti. Ama O:
“Allah´ım, Devs´e hidayet ver, onları imana getir!” buyurdu.” [Buharî, Megazî 75, Cihad 100, Da´avat 59; Müslim, Fezâilu´s-Sahabe 197, (2524).] [380]
AÇIKLAMA:
1- Devs, Hz. Ebû Hüreyre´nin mensup olduğu kabiledir. Yemen´dedir.
2- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a müracaatta bulunan Tufeyl İbnu Amr (radıyallahu anh) da Devslidir. Mekke´de müslüman olmuş, memleketine dönerek Medine´ye hicret edinceye kadar, kabilesini İslam´a sokmaya çalışmıştır. Ancak yeterince dinleyen olmamış, bunun üzerine Resûlullah´a müracaat ederek onların faiz yediklerini, zina ettiklerini söylemiş ve beddua taleb etmiştir. Fakat Aleyhissalâtu vesselâm insanlara beddua ederek helaklerini değil, niyaz ve tazarru ile hidayetlerini taleb etmek için peygamberdi, Rahmeten li´l-alemin idi. Her seferinde olduğu üzere bu seferde onların hidayeti için Allah´a duada bulunmuştur.
Dua kabul edilecek ve Devs İslam´a girecektir.[381]
ـ4542 ـ9ـ وعن جابرٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنَّ الصَّحَابَة رَضِيَ اللّهُ عَنْهم قَالُوا يَا رَسُولَ اللّهِ: أحْرَقَتْنَا نِبَالُ ثَقِيفٍ، فادْعُ اللّهَ عَلَيْهِمْ. فقَالَ: اللّهُمَّ اهْدِ ثَقِيفاً[. أخرجه الترمذي .
9. (4542)- Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Sahabeler (radıyallahu anhüm), Aleyhissalâtu vesselâm´a mürâcat ederek:
“Ey Allah´ın Resulü! Taiflilerin okları bizleri yaralayıp parçaladı. Aleyhlerine Allah´a bir bedduada bulunuverseniz! ” dediler. Aleyhissalâtu vesselâm:
“Allahım, Taiflilere hidayet ver!” buyurdular!” [Tirmizî, Menakıb, (3937).][382]
AÇIKLAMA:
1- Taif şehrinde yaşayan halkın ismi, Benî Sakif veya kısaca Sakif´dir. Daha önce (4295. hadis) Taif Gazvesi bahsinde geçtiği üzere Taif´in kuşatılması sırasında müstahkem kalelerden atılan oklar şehrin müdâfasında müessir olmuş, müslümanlardan bazılarının ölümüne, birçoğunun da yaralanmasına sebep olmuştu. İşte bu başarısızlık üzerine, askerlerden bazıları Resûlullah´a mürâcatla beddua taleb ederlerse de Aleyhissalâtu vesselâm, sadedinde olduğumuz hadiste görüldüğü üzere, beddua yerine Allah´tan hidayet talebinde bulunur.[383]
ـ4543 ـ10ـ وعن أبِى بَرْزة ا‘سْلمىّ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]بَعَثَ
رَسُولُ اللّهِ # الى حَىٍّ مِنْ أحْيَاءِ الْعَربِ رَجًُ فَسَبُّوهُ وَضَرَبُوهُ. فَجَاءَ الى رَسُولِ اللّهِ # فَأخْبَرَهُ. فقَالَ #: لَوْ أنَّ أهْلَ عُمَانَ أتَيْتَ مَا سَبُّوكَ وََ ضَرَبُوكَ[. أخرجه مسلم .
10. (4543)- Ebu Berze el-Eslemî (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), bir sahabiyi Arap kabilelerinden birine irşad vazifesiyle gönderdi. Ancak kabile halkı ona hakaretler edip bir güzel dövdüler. Sahabi, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a gelerek durumu haber verdi. Aleyhissalâtu vesselâm:
“Eğer Umman ahalisine gitmiş olsaydın onlar ne söverler ne de seni döverlerdi” buyurdu.” [Müslim, Fezâilu´s-Sahabe 228, (2544).][384]
AÇIKLAMA:
Bazı şarihler, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın bu sözleriyle, Umman halkının tahkik ehli ve araştırıcı kimseler olduğunu, Yemenliler gibi ince kalpli ve nazik kimseler olduğun söylemek istediğini belirtirler.
Hadiste Umman halkının fazileti ifade edilmiştir.[385]
ـ4544 ـ11ـ وعن أبِى هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: المُلْكُ في قُرَيْشٍ، وَالْقَضَاءُ في ا‘نْصَارِ، وَا‘ذَانُ في الْحَبَشَةِ، وَا‘مَانَةُ في ا‘زْدِ، يَعْنِى الْيَمَنَ[. أخرجه الترمذي .
11. (4544)- Hz. Ebû Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Mülk (saltanat, idare) Kureyş´tedir. Keza (davaları hükme bağlama) Ensar´dadır. Ezan Habeşlilerdedir, emanet (güven) Ezd´dedir, yani Yemen´dedir.” [Tirmizî, Menâkıb, (3932).][386]
AÇIKLAMA:
1- Hadiste mülk yani hilafet, yani saltanatın Kureyş´e ait olduğu ifade edilmiştir. Bu bahis daha önce geçtiği için tekrar etmeyeceğiz (4530-4533).
2- Resûlullah Ensar´ın gönlünü hoş etmek için kaza işlerinin onlar vasıtasıyla yürüyeceğini ifade etmiştir. Ensar bu çeşit teşriflere fazlasıyla layık idi. Zira, İslam direğini kuranlar onlardı. Onların himaye ve fedakarlıkları olmasaydı, zahir hale göre, sayıca az ve zayıf olan ilk müslümanlar, ceberrut, zalim ve insafsız Kureyş müşrikleri karşısında yok olmaya mahkum idiler. Ensar (radıyallahu anhüm) himayesi İslam meşalesinin yanıp güçlenmesine gönülleri aydınlatıp, insanlığa ilahi hidayetin ulaşmasına vesile oldu.
3- Kaza´dan murad nedir Bu hususta farklı görüşler ileri sürülmüştür.
* Hüküm-ü cüz´idir. Nitekim Resûlullah “Helal ve haram en iyi bileniniz Muaz´dır” buyurmuştur. Muaz ise Ensar´dandır.
* Nikâbettir, çünkü nâkibler onlardandı. Nâkib, bir cemaatin işlerinde, ahvaline nezaret eden mümessilleridir. Akabe bey´atında Resûlullah, kendisiyle hayatta bulunan müslüman gruplar için hepsi Ensar´dan olmak üzere birer nakib seçmişti. Bunların sayısı 12 idi. Şu halde bazı alimler, sadedinde olduğumuz hadiste “Kaza Ensar´dadır” buyrulmakla nikabet (nâkiblik işleri) Ensar´ın elindedir” dendiğini kabul etmiştir.
Kaza ile, mahkemelerde dava halletme işinin kastedildiğini söyleyenler de olmuştur. Nitekim Hz. Muaz kadı olarak Yemen´e gönderilmiştir.
Aliyyu´l-Kari bu son görüşün daha uygun olduğunu söyler.
4- Ezanın Habeşlilere ait olması, Resûlullah´ın baş müezzininin Bilal-i Habeşi olmasından ileri gelen bir keyfiyettir.
5- Emanetin Ezd´de olması, Ezd´le Yemen´in kastedilmiş olduğunu ifade eder. Çünkü Aleyhissalâtu vesselâm, insanlığın ilk medeniyetinin beşiklerinden biri olması kuvvetle muhtemel olan bu belde ahalisini, muhtelif hadislerinde övmüş, ilmin, irfanın, yumuşak kalplilik ve sükunetin Yemenlilerde bulunduğunu ve hatta ilmin ve hikmetin Yemenli olduğunu söylemiştir. Bir rivayet şöyle:
“Size Yemenliler geldi. Onlar kalpçe en zayıf, gönülce en hassas kimselerdir. İman Yemenlidir, hikmet de Yemenlidir.” Bir müslim hadisinde “…Fıkıh da Yemenlidir” ziyadesi gelmiştir.
İmanın Yemen´e nisbeti bazı farklı yorumlara sebep olmuştur. İbnu Hacer´in açıklamasına göre, İman Yemen´e nisbet edilmiştir. Zira, mebdei orasıdır. Mekke, Medine´ye nisbeten Yemenlidir.. “Murad-ı İmanı Mekke ve Medine´ye nisbettir”, zîra bu iki yer Şam´a nisbetle Yemenlidir. Zîra, Resûlullah bu hadisi Tebük´te sarfetmiştir. Bu durumda Suriye´ye nisbetle Hicaz, Yemen´den sayılır. Nitekim bu tevili teyid eden bir rivayet Müslim´de gelmiştir:
“İman Hicaz ahalisindedir.”
“Bir başka açıklamaya göre, bundan Ensar maksuddur, çünkü Ensar aslen Yemen´den gelmedir ve Yemenli sayılırlar. İman´ın onlara nisbeti pek muvafıktır, çünkü onlar, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın getirdiği şeriata yardımda asıl ve temel oldular.”
İbnu Salah Ebû Ubeyde´nin Garibu´l-Hadis´te yer verdiği bu açıklamaya katılmaz ve: “Kelamı zahiri üzere anlamaya bir mani yok! Hadisten murad Yemenlileri, Meşrik ehlinden olanlara tafdildir. Bunun da sebebi imana olan iz´an (ve yakinleridir). Çünkü onlar İsam´a girerken müslümanlara büyük bir müşkilat çıkarmadılar. Halbuki meşrik ahalisi ve başkaları böyle yapmadılar. Kim bir şeyle muttasıf olur ve o şeyin izharında ciddi davranırsa, o şeydeki kemalini göstermek için o kimsenin ona nisbet edilmesi adettendir. Öyleyse, imanın Yemenlilere nisbeti, başkalarından onu nefyetmemizi gerektirmez. Ayrıca, hadisin elfazında, bu hadisle muayyen şahısları kasdettiğini gösteren karineler de var. Aleyhissalâtu vesselâm bu sözüyle beldenin tamamını kasdetmemiş, onlardan kendisine gelenlere işaret buyurmuştur. Bunu söylerken hadisin bazı tariklerinde gelen: “Size Yemenliler geldi. Onlar kalpçe en yumuşak, gönülce en hassas kimselerdir. İman Yemenlidir. Hikmet de Yemenlidir. Küfrün başı da şark cihetindedir.” Kelamı zahirine göre anlamaya ve ehl-i Yemen tabirini hakikatına hamletmeye bir mani yok. Şurası da var: Bu sözle murad edilen, o zaman Yemenlilerden mevcut olanlardır. Heramanda yaşayacak olan bütün Yemen halkı değil, zira lafız böyle bir tamimi gerektirmiyor. “Fıkıh”dan kastedilen şey de dinde anlayıştır, “hikmet”ten murad da Allah´ın marifetine götüren ilimdir.”
Böylece, İbnu Salâh hadisin anlaşılmasına daha pratik bir yorum kazandırmış olmaktadır.[387]
ـ4545 ـ12ـ وعن أبى سكِينَةَ )رَجُلٍ مِنَ الْمُحَرَّرِينَ( عَنْ رَجُلٍ مِنْ أصْحَابِ النَّبِىِّ # قَالَ: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: دَعُوا الْحَبَشَةَ مَا وَدَعُوكُمْ، وَاترُكُوا التُّرْكَ مَا تَرَكُوكُمْ[. أخرجه أبو داود
12. (4545)- Ebû Sekîne (ki Muharrerler´den bir kimsedir.) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın bir sahabesinden naklen anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Sizi bıraktıkları müddetçe siz de Habeşîleri bırakın. Sizi terkettikleri müddetçe Türkleri terkedin.” [Ebû Dâvud, Melâhim 8, (4302).][388]
AÇIKLAMA:
1- Şârihler, “Habeşiler sizi bıraktığı müddetçe onları bırakın” ifadesini: “onlar size saldırmadıkça siz de onlara karşı savaşı ilk başlatan olmayın” şeklinde anlamışlardır. Keza Türklerle ilgili cümleyi de: “Türkler sizi terkettiği, size savaş açmadığı müddetçe siz de onlara taarruz etmeyin, Türkler size taarruz etmede önce davranırsa siz o zaman onlara mukabele edin” şeklinde anlamışlardır. Hattabî (radıyallahu anh) der ki: “Bu hadisin “Müşriklerle topyekün savaşın…” (Tebve 36) âyetiyle te´lifi şöyledir: Âyet mutlaktır, hadis ise mukayyeddir, mutlak mukayyede hamlonulur ve hadisle âyetin âmm olan hükmü tahsis edilir. Nitekim mecusiler hakkında da böyle yapılmıştır. Zira onlar da kâfir oldukları halde “Mecusilere Ehl-i Kitap muamelesi uygulayın” hadisi esas alınarak onlara ehl-i kitap muamelesi tatbik edilerek cizye alınmıştır.” Tîbî merhum; nesh ihtimaline yer vererek: “Hadis İslâm´ın zayıflığı sebebiyle varid olmuştur da âyet onu nesh etmiş olabilir” der.
2- Habeşlilerin ve Türklerin terkedilmeleri ve savaş dışı bıkakılmalarının sebebini âlimler şöyle açıklamıştır: “Müslümanlarla Habeşliler arasında korkunç çöller, susuz sahralar var. Onlara ulaşmak yorucu, zor ve pek meşakkatli olduğu için, müslümanları bununla mükellef tutmadı. Türklere gelince; onların gücü şiddetlidir, memleketleri soğuktur. İslâm´ın ordusu olan Araplar ise sıcak iklimin insanlarıdır, bu sebeple onları buralara gitmekle mükellef tutmadı. Bu iki sır sebebiyle onları diğer milletlerden ayrı mütâla etti. Ancak onlar zorla İslâm memleketlerine girerlerse, el-iyâzubillah hiçkimseye (hadis yasaklıyor diye) kıtali terketmek câiz olmaz. Zira böyle bir durumda cihâd farz-ı ayn olur. Önceki durumda ise farz-ı kifayedir.” Âlimlerin bu görüşünü kaydeden Aliyyu´l-Kâri der ki: “Aleyhissalatû vesselâm, bu mânaya “Onlar sizi terkettikçe…” cümlesiyle işaret buyurmuştur.[389]
ـ4546 ـ13ـ وعن عِمْرَانِ بْنِ حَصينَ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قَالَ: ]مَاتَ رَسُولُ اللّهِ # وَهُوَ يَكْرَهُ ثَثَةَ أحْيَاءٍ: ثَقِيفاً، وَبَنِى حَنِيفَةَ، وَبَنِى أُمَيَّةَ[. أخرجه الترمذي.
13. (4546)- İmran İbnu Husayn (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) üç kabileye ikrah eder halde vefat etti: Sakif, Beni Hanife, Beni Ümeyye.” [Tirmizî, Menâkıb, (3938).][390]
AÇIKLAMA:
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), bu rivayete göre, üç kabileden hoşnutsuz olarak vefat etmiştir. Bunlardan Benî Ümeyye hânedanı Kureyş´e bağlı bir koldur. Şârihler, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın Benî Ümeyye´ye duyduğu nefretin Ubeydullah İbnu Ziyâd sebebiyle olduğunu belirtir. Daha önce de açıkladığımız üzere Fahr-i Âlem efendimizin reyhanesi olan Hz. Hüseyin (radıyallahu anh)´ın kesik başını bir leğen içerisine koyarak elindeki çubukla dürterek hakaret etmişti (4433, 4434. hadisler). Öldürülüp kellesi getirilince ilahî bir ceza olarak zuhûr eden ince bir yılan, herkesin göreceği şekilde İbnu Ziyâd´ın ağzına burnuna girmiş, çıkmıştı (4433, 4434. hadisler).
Resûlullah´ın Sâkif´ten nefreti, oradan zuhur eden Haccâc-ı Zâlim sebebiyledir. Bu herif de nice masumların kanına girmiş, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın Ashab-ı güzîne, İslâm´ın o mübarek bânilerine etmedik hakaret ve işkence bırakmamıştı. Daha da ileri giderek mancınıklarla attığı taşlarla Kâ´be´yi yıkmaktan çekinmemişti.
Efendimiz Aleyhissalâtu vesselâm´ın Benî Hanîfe´ye iğbirarı da, oradan çıkan Müseylime adındaki yalancı sebebiyledir. Resûlullah´ın hayatının son demlerinde peygamberliğini ilan ederek irtidad etmiş, Hz. Ebû Bekir zamanında onun bertaraf edilmesi için müslümanlar epeyce bir uğraşmışlardır.
Aleyhissalâtu vesselâm bu sonuncuya sağlığında fiilen müşâede etti ise de, önceki ikisini Allah´ın bildirmesi ile keşfen görmüştür. [391]
ÜÇÜNCÜ FASIL
ARAPLARIN FAZİLETİ
ـ4547 ـ1ـ عن سلْمَانِ الفَارِسِىُّ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قالَ: ]قَالَ لِى رَسُولُ اللّهِ #: َ تُبْغِضُنِى فَتُفَارِقَ دِينَكَ. قُلْتُ: وَكَيْفَ أُبْغِضُكَ يَا رَسُولَ اللّهِ؟ وَبِكَ هَدَانِى اللّهُ؟ قَالَ: تُبْغِضُ الْعَرََبَ فَتُبْغِضُنِى[. أخرجه الترمذي .
1. (4547)- Selman´ı Farisî (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bana:
“Bana buğzetme, dinini terketmiş olursun!” buyurdular. Ben:
“Ey Allah´ın Resulü, ben size nasıl buğzederim Allah hidayeti bana sizin elinizden ulaştırdı” dedim,
“Araba buğzedersin, böylece bana buğzetmiş olursun” buyurdular.” [Tirmizî, Menâkıb, (3923).][392]
ـ4548 ـ2ـ وعن عثمان بن عفّان رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: منْ غَشَّ العَرَبَ لَمْ يَدْخُلْ في شَفَاعَتِى وَلَمْ تَنْلَهُ مُوَدَّتِى[. أخرجه الترمذي .
2. (4548)- Osman İbnu Affân (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Kim Arab´ı aldatırsa şefaatime giremez ve sevgim de ona ulaşmaz.” [Tirmizî, Menâkıb, (3924).][393]
AÇIKLAMA:
Bu iki hadis, Arap milletine karşı kötü his beslemenin tehlikesine dikkat çekmektedir. Müslümanlar kerdeştirler, birbirlerini sevecekler, aralarında buğz ve adavete yer vermeyecekler, birbirlerini aldatmayacaklar. Müslümanlar arasında bunlar haram olmakla birlikte, Araplara karşı yapılması daha büyük bir günahı gerektirmektedir. Zîra Resûlullah da Arap´tır. Şu halde meşru bir sebep olmadan Arab´a karşı alınan tavır İslâm´a karşı alınmış bir tavırdır. İkinci hadis böyle bir durumda kişinin kalbinde Resûl sevgisinin hasıl olmayacağını, dolayısıyla da Resûlullah´ın kendisini sevmeyeceğini haber vermektedir. Bunlar bir mü´min için büyük kayıptır. Allah korusun! [394]
DÖRDÜNCÜ FASIL
ACEM VE RUM´UN FAZİLETİ
ـ4549 ـ1ـ عن أبى هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]تََ رَسُولُ اللّهِ # سُورَةَ الْجُمُعَةِ، فَلَمَّا بَلَغَ: وَآخَرِينَ مِنْهُمْ لَمَّا يَلْحَقُوا بِهِمْ. قَالَ لَهُ رَجُلٌ: يَا رَسُولَ اللّهِ، مَنْ هؤَُءِ الَّذِىنَ لَمْ يَلْحَقُوا بِنَا؟ فَوضَعَ # يَدَهُ عَلى سَلْمَانَ رَضِيَ اللّهُ عَنْه وَقالَ: وَالَّذِى نَفْسِى بِيَدِهِ لَوْ كَانَ ا“يمانُ بِالثُّرَيّا لَتَنَاوَلَهُ رجَالٌ مِنْ هُؤَءِ، وفي أُخْرَى: رَجُلٌ مِنْ فَارِسَ[. أخرجه الشيخان والترمذي .
1. (4549)- Hz. Ebû Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Cum´a sûresini tilavet buyurdu: “Onlardan diğer bir grup gönderdi ki (faziletçe) birincilere yetişememişlerdir” (Cum´a 3) âyetine gelince, bir sahabe:
“Ey Allah´ın Resûlü! Bize kavuşamayacak olan bunlar kimlerdir ” diye sordu. Aleyhissalâtu vesselâm elini Selman (radıyallahu anh)´ın üzerine koyarak:
“Ruhumu kudret elinde tutan Zat-ı Zülcelâl´e yemin olsun, eğer iman Süreyya yıldızında olsaydı, ona, bunun kavminden bazı kimseler yine de ulaşacaklardı.” -Bir diğer rivayette: “Fars´tan bazı kimseler”- buyurdu. [Buharî, Tefsir, Cum´a 1; Müslim, Fezâilu´s-Sahâbe (2546); Tirmizî, Menâkıb, (3229).][395]
AÇIKLAMA:
Acem kelimesi Arapçada, Arap olmayanlar için kullanılır ise de, sadedinde olduğumuz hadiste Farslar kastedilmektedir. Resûlullah eski bir imparatorluğa dolayısıyla köklü bir kültüre ve ilim an´anesine sahip bulunan İran milletini o yönüyle takdir etmektedir. Bu hadisin mefhumuna ilk mazhar olan zât Selmân-ı Fârisi´dir. Resûlullah´ın en güzide Ashabındandır. Hatta Efendimiz: “Selman bizden, Ehl-i Beyt´tendir” buyurmuştur. Ancak bir kısım şârihler, bu hadiste İmâm-ı Âzam´a da işaret edildiğini söylemiştir. İslâm´ın gelişmesinde ilmî katkıları olan daha nice İran asıllıların hadisin şümûlüne girdiğini söyleyebiliriz. Nevevî: “Hadiste Acemlerin faziletlerine ve yerine göre mecazla mübalağanın kulanılmalarının câiz olduğuna açık delil vardır” demiştir.[396]
ـ4550 ـ2ـ وعنه رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]ذُكِرَتِ ا‘عَاجِمُ عِنْدَ رَسُولِ اللّهِ # فَقَالَ #: ‘نَابِهِمْ، أوْ بِبَعْضِهِمْ أوْثَقُ مِنِّى بِكُمْ أوْ بِبَعْضِكُمْ[. أخرجه الترمذي .
2. (4550)- Yine Ebû Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın yanında Acemler zikredilmişti, şöyle buyurdular:
“Ben onlara -veya bazılarına- sizden -veya bazınızdan- daha çok güven duyuyorum!” [Tirmizî, Menâkıb, (3928).][397]
AÇIKLAMA:
Hadiste Resûlullah´ın “siz” diye hitap ettiği muhataplarının muayyen belli kimseler olduğuna dikkat çekilmiştir. Bunlar, Allah yolunda infak etmeye çağrıldıkları halde bundan geri durmuşlar, bunun üzerine Aleyhissalâtu vesselâm onlara: “Ben Acemlere sizden daha çok güveniyorum….” demiştir. Bu sözle: muhataplarına bir te´dib ve ta´yib (ayıplama) mevcuttur. Buna delalet eden şu âyti de kaydedebiliriz: “İşte siz Allah yolunda harcamanıza davet edilmekte olanlarsınız. İçzinizde cimrilik edenler var… Eğer yüz çevirirseniz Allah sizin yerinize bir başka kavim getirir” (Muhammed 8). Zira bu âyet şu âyetin akabinde gelmişti.
“Eğer sizden onları(n tamamını) ister, bu suretle (talebte) ileri giderse cimri bulursunuz…” (Muhammed 37). Yani: “Siz, çeşitli hallere bunca mümârese yaptınız ve Allah yolunda harcamanın kendiniz için daha hayırlı olduğunu bilen kimseler olduğunuz halde infaka çağırılınca ağır davranan, kaçınan kimselersiniz. Bu kaçkınlığınız devam ederse Allah sizin yerinize bir başka kavim getirir. Onlar Allah yolunda mallarıyla canlarıyla fedakârlıklarda bulunurlar, bol bol harcarlar, onlar aşırı cimrilikte sizin gibi olmazlar.” Bu ifade onları infak etmeye teşvik ve tahrîk gayesini güder, bundan bir tafdil manası çıkmaz.
Aliyyu´l-Kârî de şunu söyler: “Bu hadisten murad, mutlak sürette tafdilin olmayacağını söylemek olsa, hadisin vürûdunun hususî sebebi değil, lafzın umûmiliği dikkate alındıkta, kitap ve sünnete aykırılık çıkar. Eğer murad, mutlak tafdilin gerekmediğini söylemek ise bu mâna sahihtir. Zira hadis, onların (Acemlerin), bazı vasıflarda Araplardan efdal olduklarına delalet ede. Nitekim mefdulde (faziletçe düşük olanda), fâzıldaki bazı faziletlere nisbet edilince üstünlük bulunmasında şaşılacak bir husus yoktur. Öyleyse Arap cinsinin Acem cinsinden efdal olduğunda şüphe yoksa da, hadise göre, bazı münferid faziletlerde Acem´in Arab´a üstünlüğü vardır.”
Bu meselede ercah olan Kur´an´ın üstünlükte takvayı esas alan nassıdır. [398]
ـ4551 ـ3ـ وعن المستورد القرشى رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]سَمِعْتُ رَسُولَ اللّهِ #: يَقُولُ تَقُومُ السَّاعَةُ وَالرُّومُ أكْثَرُ النَّاسِ. فَقَالَ عَمْرُو بْنُ الْعَاصِ: أبْصِرْ مَا تَقُولُ. قَالَ: أقُولُ مَا سَمِعْتُ مِنْ رَسُولِ اللّهِ #: قَالَ: إنْ قُلْتُ ذلِكَ إنَّ فِيهِمْ لَخِصَاً أرْبَعَةً، إنَّهُمْ ‘ُحْلَمُ النَّاسِ عِنْدَ فِتْنَةٍ، وَأسْرَعُهُمْ إفَاقَةً عِنْدَ مُصِيبَةٍ، وَأوْشَكُهُمْ كَرَّةً بَعْدَ فَرَّةٍ، وَأجْبَرُهُمْ لِمِسْكِينٍ وَيَتِيمٍ وَضَعِيفٍ، وَخَامِسَةً حَسَنَةً جَمِيلَةً، وَأمْنَعُهُمْ مِنْ ظُلْمِ الْمُلُوكِ[. أخرجه مسلم .
3. (4551)- Müstevrid el-Kureyşî (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ı işittim, diyordu ki:
“Rumlar insanların ekserisi olduğu bir sırada Kıyamet kopar.” (Bunu işiten) Amr İbnu´l-Âs (radıyallahu anh) atılarak:
“Söylediğine dikkat et!” dedi. Müstevrid:
“Ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´dan işittiğimi söylüyorum! diye te´yid etti. Amr:
“Sen bunu söylersen (bil ki) onlarda dört haslet vardı: Fitne sırasında, insanların en halîmidirler. Musibete uğrayınca da onu en çabuk atlatanıdırlar. Kaçtıktan sonra geri dönmede insanların en çabuğudurlar. Miskin, yetim ve zayıflara en hayırlı olanlarıdır. Beşinci olarak hoş ve güzel bir hasletleri de kralların zulümlerine en fazla karşı koyan kimseler olmalarıdır.” [Müslim, Fiten 35, (2898).] [399]
AÇIKLAMA:
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu hadislerinde Kıyamet sırasında Rumların insanların eksiriyetini teşkil edeceğini haber vermektedir. Bu hadiste Rum kelimesini, dilimizdeki “Yunanlı” manasında anlamamız isabetli bir te´vil olmaz. O zaman için Rum, Roma devletini, bir başka ifade ile hıristiyan âlemini ifade ediyordu. Bu mânadan hareketle hadisteki “Rum´dan Batı âlemini, hıritiyan dünyayı anlayabiliriz. Amr İbnu´l-Âs´ın Rum´a nisbet etitiği bir kısım hasletleri Batı âleminde bugün bile görmek mümkündür.
Bu hadis, bizi islâm düşmanlarını yakından tanımaya, iyi taraflarını, kendilerine has hususî yönleriyle birlikte araştırmaya, öğrenmeye tevşvik etmektedir. Hatta güzel hasletleri sebebiyle onları takdir etmeye de, rivayet örnek teşkil etmektedir. [400]
BEŞİNCİ FASIL
SAHABE DIŞINDA BAZI KİMSELERİN FAZİLETİ
* ÜVEYS EL-KARANÎ
ـ4552 ـ1ـ عن أسير بْنِ جَابِرْ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]كَانَ عمر رَضِيَ اللّهُ عَنْه إذَا أتَى عَلَيْهِ أمْدَادُ أهْلِ الْيَمَنِ سَألَهُمْ، أفِيكُمْ أُوَيْسُ بْنُ عَامِرٍ؟ حَتّى أتى عَلى أُوَيْسِ بْنِ عَامِرٍ. فقَالَ: أنْتَ أُوَيْسُ بْنُ عَامِرٍ؟ قَالَ: نَعَمْ، قَالَ مِنْ مُرَادٍ، ثُمَّ مِنْ قَرَنٍ. قَالَ: نَعَمْ. قَالَ: فَكَانَ بِكَ بَرصٌ فَبَرَأْتَ مِنْهُ إَّ مَوْضِعَ دَرْهَمٍ. قَالَ: نَعَمْ. قَالَ: لَكَ وَالِدَةٌ؟ قَال: نَعَمْ. قَالَ: سَمِعْتُ رَسُولَ اللّهِ # يَقُولُ: يَأتِى عَلَيْكُمْ أُوَيْسُ بْنُ عَامِرٍ مَعَ أمْدَادِ الْيَمَنِ مِنْ مُرَادٍ ثُمَّ مِنْ قَرَنٍ، كَانَ بِهِ بَرَصٌ فَبَرأَ مِنْهُ إَّ مَوْضِعَ دِرْهَمِ، لَهُ وَالِدَةٌ، هُوَ بِهَا بَرٌّ. لَوْ أقْسَمَ عَلى اللّهِ ‘بَرَّهُ. فَإنِ اسْتَطَعْتَ أنْ يَسْتَغْفِرَ لَكَ فَافْعَلْ، فَاسْتَغْفِرْ لِى. فَاسْتَغْفَرَ لَهُ فَقَالَ لَهُ عُمَرُ: أيْنَ تُرِيدُ؟ قَالَ: الْكُوفَةَ. قَالَ: أَ أكْتُبُ لَكَ الى عَامِلِهَا؟ قَالَ: أكُونُ في غَبْرَاءِ النَّاسِ أحَبُّ اليَّ قَالَ: فَلَمَّا كَانَ مِنْ الْعَامِ الْمُقْبِلِ حَجَّ رَجُلٌ مِنْ أشْرَافِهِمْ فَوفَقَ عُمَرَ، فَسَألَهُ عَنْ أُوَيْسِ رَحِمَهُ اللّهُ. قَالَ: تَرَكْتُهُ رَثَّ الْبَيْتِ قَلِيلَ الْمَتَاعِ. فَأخْبَرَهُ عُمَرُ بِمَا سَمِعَ مِنْ رَسُولِ اللّهِ # فَلَمَّا رَجَعَ الرَّجُلُ أتَى أُوَيْساً. فقَالَ: اسْتَغْفِرْ لى. فقَالَ: أنْتَ أحْدَثُ عَهْداً بِسَفَرٍ صَالِحٍ. فقَالَ: اسْتَغْفِرْ لِى. فقَالَ: لَقِيْتَ عُمَرَ؟ قَالَ: نَعَمْ.
فَاسْتَغْفَرَ لَهُ. فَفَطَنَ لَهُ النَّاسُ. فَانْطَلَقَ عَلى وَجْهِهِ رَحِمَهُ اللّهُ[. أخرجه مسلم.»ا‘مدَادُ« جمع مدَد، وهم ا‘عوانَ الَّذين كانوا يجيئُونَ لنصر ا“سم.و»غَبَراءُ النَّاسِ« بقاياهم؛ وأراد أن يكون مع المتأخرين، من المتقدمين المشهورين .
1. (4552)- Üseyr İbnu Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Hz. Ömer (radıyallahu anh)´a Yemenlilerin takviye kuvveti geldikçe her defasında onlara:
“Aranızda Üveys İbnu Âmir var mı ” diye sorardı. Nihayet Üveys İbnu Âmir´e rastladı. Aralarında şu konuşma geçti:
“Sen Üveys İbnu Âmir misin ”
“Evet!”
“Murad´dan, sonra da Karan´dan ”
“Evet!”
“Sende alaca hastalığı vardı, bir dirhem kadar bir yer hariç tamamını atlattın, deği mi ”
“Evet!”
“Senin bir annen olacak ”
“Evet!”
“Ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´dan işittim. Şöyle diyordu: “Size, önce Muradî sonra da Karanî olan Üveys İbnu Âmir, Yemen imdat kuvvetiyle gelecek. Onun alaca hastalığı vardı, dirhem kadar yer hariç atlattı. Onun bir annesi var. O annesine karşı saygılıdır. O, (bir şey için) yemin edecek olsa Allah (dilediğini yerine getirmek suretiyle) onun yeminden halâs eder. Eğer ondan kendin için istiğfar talep edebilirsen et.”
Benim için istiğfar ediver” dedi. O da istiğfar ediverdi. Bunun üzerine Hz. Ömer ona:
“Nereye gidiyorsun ” diye sordu.
“Kûfe´ye!”
“Senin için vâlisine mektup yazayım mı ”
“Ben (hususî muamele istemem, herkesle bir olmayı), avamdan biri olmayı tercih ederim.”
Ravi der ki: “Müteakip sene Kûfe´nin eşrafından biri hacc yaptı ve Ömer´le karşılaştı. Ona Üveys rahimehullah´ı sordu.
“Ben onu, dedi, evi perişan, eşyası az bir halde bıraktım!”
Hz. Ömer, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´dan işittiğini ona da söyledi. Adam hacc´dan dönünce Üveys´e geldi ve:
“Benim için istiğfar ediver!” dedi.
“Sen hayırlı bir seferden yeni döndün, sen benim için istiğfar et” dedi ve:
“Ömer´e mi rastladın ” diye sordu.
“Evet!” dedi. Bunun üzerine Üveys ona da istiğfarda bulundu. Böylece halk onun ne olduğunu anladı. Bir müddet sonra da (Kûfe´yi terkedip) geri gitti, (rahimehullah).” [Müslim, Fezâilu´s-Sahâbe 225, (2542).][401]
AÇIKLAMA:
1- Üveys İbnu Âmir el-Karanî, halkımız tarafından Veysel Karanî olarak bilinen zâttır. İsmi, zaman içerisinde biraz değişikliğe uğramış.
2- Tâbiîn´in büyüklerindendir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın sağlığında müslüman olmuştur. Annesine olan saygısı Resûlullah´la karşılaşmasına mâni olmuştur. Bu hususta menkîbeleri var. Resûlullah onu önceden haber vermiş, “Tabiîn´in en hayırlısıdır, duası makbuldür, gören, ondan istiğfar edivermesini talep etsin” şeklinde takdirlerini ifade etmiştir. Zühdü ile şöhret bulmuştur. Üstü başı öylesine perişan haldedir ki, arzettiği garâbet sebebiyle dikkatleri üzerine çekmiş, birçoklarının istihzasına sebep olmuştur. Hacc sırasında Hz. Ömer´in karşılaşıp Üveys hakkında bilgi sorduğu kimsenin de onunla alay edenlerden olduğu, Üsdü´l-Gâbe´nin rivayetinde belirtilir. Hatta o zât, Hz. Ömer´den Resûlullah´ın Üveys hakkındaki söylediklerini işitince, Kûfe´ye dönüşte, kendi evine uğramadan Üveys´e uğrar ve kendisi için istiğfar talep edivermesi ricasında bulunur. Üveys, bir daha alay etmeyeceği ve Hz. Ömer´den işittiğini kimseye söylemeyeceği hususlarında söz alarak, istiğfar ediverir.
Yine Üsdü´l-Gâbe´nin bazı rivayetlerinde görüldüğü üzere, sonradan kedisine bir bürde giydirildiği halde, onunla alay etmekten vazgeçilmez. Görenler “Üveys kim, bu bürdeyi giymek kim!” diye alay ederler. Resulullah´tan merfu bir rivayete göre: “Ümmetimde öyleleri var ki, mescide ve musallaya elbise bulamadığı için gelemezler. Hayaları sebebiyle halktan da isteyemezler. İşte böylelerinden biri de Üveys el-Karanî´dir” buyurmuştur.
Üveys, Sıffin savaşında Hz. Ali´nin cephesinde savaşmış ve bu savaşta şehid olmuştur, (rahimehullah).
Sadedinde olduğumuz hadis, Üveys´in Allah´a yakınlığı ermiş hal sahibi bir zât olduğunu, ancak halini halktan gizlemeye itina gösterdiğini ifade etmektedir. Salih kimselerden istiğfar taleb etmek müstehaptır; talep eden, Hz. Ömer gibi mertebece öbüründen üstün bile olsa. Hadis ayrıca anne ve babaya itaatin, iyi muamelenin kişiye kazandıracağı yüce mertebeye de delil olmaktadır.[402]
* NECAŞİ (REHİMEHULLAH)
ـ4553 ـ1ـ عن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]لَمَّا مَاتَ النَّجَاشِىُّ رَحِمَهُ اللّهُ كُنَّا نَتَحَدَّثُ أنَّهُ َ يَزَالُ يُرَى عَلى قَبْرِهِ نُورٌ[. أخرجه أبو داود .
1. ( 4553)- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Necaşi (rehimehullah) öldüğü zaman biz onun kabrinin üzerinde uzun müddet bir nur görüldüğünü konuşurduk.” [Ebû Dâvud, Cihâd 29, (2523).][403]
AÇIKLAMA:
Necaşi, kelime olarak Habeşce´de kral demektir. Tıpkı, dilimizde hâkan, sultan, padişah, devlet reisi kelimeleri gibi. Ancak İslâmî kaynaklarda, Resulullah devrindeki Habeş kralı kastedilir. Asıl adı Ashame´ dir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın sağlığında müslüman olmuş, kendisine iltica eden müslümanları himaye etmiştir. Mekkeli müşriklerin, mültecileri iade taleplerini reddetmiştir.
Mekke fethinden önce vefat etmiş, Aleyhissalâtu vesselâm, o öldüğü gün, “Bugün sâlih bir kul vefat etti. Adı Ashame´dir, kalkın Asham´e üzerine namaz kılın!” buyurur ve gıyabında, Medine´de dört tekbir getirerek cenaze namazı kıldırır. Bilahere gelen haber, onun namazı kılındığı günde vefat ettiğini te´yid etmiş, bu vesile ile Efendimizin bir mucizesi zâhir olmuştur.
Bazı rivayetler şu âyetin Necaşi hakkında nâzil olduğunu belirtir. “Şüphesiz ehl-i kitaptan öyleleri var ki, Allah´a da, size indirilmiş olana da, kendilerine indirilmiş olana da iman ederler. Onlar Allah huzuruda tevazu ve teslimiyet içindedirler. Allah´ın âyetlerini az bir menfaatle değiştirmezler. İşte onların Rableri katıda mükâfaatları vardır. Muhakkak ki Allah pek çabuk hesap görür” (Âl-i İmran 199).[404]
* ZEYD İBNU AMR İBNU NÜFEYL
ـ4554 ـ1ـ عن ابن عُمَرَ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما: ]أنَّهُ كَانَ يُحَدِّثُ عَن رسولِ اللّهِ #: أنَّهُ لَقِىَ زَيْدَ بْنَ عَمْرِ بْنِ نُفَيْلٍ بِأسْفَلِ بَلْدَحَ، وَذلِكَ قَبْلَ أنْ يَنْزِلَ الْوَحْىُ عَلى النَّبِىِّ #. فَقُدِّمَ الى رَسُولِ اللّهِ # سُفْرَةٌ فِيهَا لَحْمٌ فأبى أنْ يَأكُلَ مِنْهَا فَقَدَّمَهَا الى زَيْدٍ فَأبى. ثُمَّ قَالَ زَيْدٌ: إنّى َ آكُلُ مِمَّا تَذْبَحُونَ عَلى أنْصَابِكُمْ. وََ آكُلُ إَّ مِمَّا ذُكِرَ اسْمُ اللّهِ عَلَيْهِ، وَكَانَ يَعِيبُ عَلى قُرَيْشٍ ذَبَائِحَهُمْ وَيَقُولُ: الشَّاةُ خَلَقَهَا اللّهُ، وَأنْزَلَ لَهَا مِنَ السَّمَاءِ الْمَاءَ، وَأنْبَتَ لَهَا مِنَ ا‘رْضِ، وَأنْتُمْ تَذْبَحُونَهَا عَلى غَيْرِ اسْمِ اللّهِ. إنْكَاراً لذلِكَ[ .
1. (4554)- İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´dan anlatarak der ki: “Aleyhissalâtu vesselâm, Zeyd İbnu Amr İbnu Nüfeyl´e, Beldah´ın aşağı kısmında rastladı. Bu karşılaşma, Aleyhissalâtu vesselâm´a hünez vahiy gelmeye başlamazdan önce idi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a bir sofra ikram edildi, sofrada et de vardı. Aleyhissalâtu vesselâm sofradan yemekten kaçındı ve onu Zeyd´e sundu. O da yemekten kaçındı. Sonra Zeyd şunları söyledi:
“Ben sizin putlarınıza kestiğiniz etten yemem. Ben sadece Allah´ın ismi zikredilerek kesilenden yerim.”
Zeyd, Kureyş´i kestikleri sebebiyle ayıplar ve şöyle derdi:
“Koyunu Allah yarattı. Onun için gökten yağmur indirdi, yerden de bitki çıkardı. Ama siz onu Allah´ın ismini zikretmeden kesiyorsunuz.”
Böylece, Zeyd onların bu davranışlarının münker olduğunu ortaya koyuyordu.”[405]
ـ4555 ـ2ـ وفي روايةٍ: ]أنَّ زَيْدَ بْنَ عَمْرِو بْنِ نُفَيْلٍ خَرَجَ الى الشَّامِ يَسْألُ عَنِ الدِّينِ وَيَتْبَعُهُ. فَلَقِىَ عَالِماً مِنَ الْيَهُودِ فَسَألَهُ عَنْ دِينِهِمْ؛ وَقَالَ: لَعَلِّي أنْ أدِينَ دِينَكُمْ. فقَالَ: َ تَكُونُ عَلى دِينِنَا حَتّى تَأخُذَ بِنَصِيبِكَ مِنْ غَضَبِ اللّهِ. قَالَ زَيْدٌ: مَا أفِرُّ إَّ مِنْ غَضَبِ اللّهِ، وََ أحْمِلُ مِنْ غَضَبِ اللّهِ شَيْئاً أبَداً، وَأنَا أسْتَطِيعُهُ، فَهَلْ تَدُلُّنِى عَلى غَيْرِهِ؟ فقَالَ: مَا أْعَلَمُهُ إَّ أنْ يَكُونَ حَنِيفاً. قَالَ زَيْدٌ: وَمَا الْحَنِيفُ؟ قَالَ دِينُ إبْرَاهِيمَ عَلَيْهِ السََّمُ، لَمْ يكُنْ يَهُودِيّاً وََ نَصْرَانِيّاً وََ يَعْبُدُ إَّ اللّهَ. فَخَرَجَ زَيْدٌ فَلَقِيَ عَالِماً مِنْ عُلَمَاءِ النَّصَارَى، فَذَكَرَ لَهُ مِثْلَ ذلِكَ. فقَالَ: لَنْ تَكُونَ عَلى دِينِنَا حَتّى تَأخُذَ بِنَصِيبِكَ مِنْ لَعْنَةِ اللّهِ. قَالَ: مَا اَفِرُّ اَِّ مِنْ لَعْنَةِ اللّهِ، وََ اَحْمِلُ مِنْ لَعْنَةِ اللّهِ شَيْئاً أبَداً وَأنَا أسْتَطيعُ فَهَلْ تَدُلُّنِى على غَيْرِهِ؟ فقَالَ: َ اعْلَمُهُ إَّ أنْ يَكُونَ حَنِيفاً. قَالَ: وَمَا الْحَنِيفُ؟ قَالَ: دِينُ إبْرَاهِيمَ، لَمْ يَكُنْ يَهُودِيّاً وََ نَصْرَانِيّاً وََ يَعْبُدُ إَّ اللّهَ. فَلَمَّا رَأى زَيْدٌ قَوْلَهُمْ في إبْراهِيمَ خَرَجَ. فَلمَّا بَرَزَ رَفعَ يَدَيْهِ. فقَالَ: اللّهُمَّ إنِّى أُشْهِدُكَ أنِّى عَلى دِينِ إبْراهِيمَ عَلَيْهِ السََّمُ[. أخرجه البخاري.»اَلْحَنِيفُ« اَلْمَائِلُ، وَهُوَ في الْوَضَعِ الشَّرْعِى: اَلْمَائِلُ عِنَ ا‘دْيَانِ كُلَّهَا الى دِينِ ا“سَْمِ.
3. (4555)- Bir başka rivayette ise şöyle gelmiştir: “Zeyd İbnu Amr İbnu Nüfeyl hakiki dini sorup, ona tabi olmak üzere [Varaka İbnu Nevfel ile birlikte] Şam´a gitti. Orada bir yahudi âlimine rastladı. Ona dinleri hakkında sordu ve:
“Belki de dininize gireceğim, (bana onu tanıtın)!” dedi. Yahudi:
“Sen, Allah´ın gadabından nasibini almadıkça bizim dine giremezsin!” diye cevap verdi. Zeyd:
“Ben Allah´ın gadabından kaçarak buralara geldim, (gadap değil, rıza ve rahmet arıyorum), elimden geldiğince, Allah´ın gadabından herhangi bir pay almaya asla niyetim yok. Sen bana bir başkasını göster (de ona gideyim)!” der. Yahudi âlim:
“Ben haniflikten başka bir şeyi tanımıyorum!” cevabını verir. Zeyd:
“Haniflik nedir ” der. Yahudi âlim açıklar:
“Hz. İbrahim aleyhisselam´ın dinidir. O, ne yahudi ne de hıristiyandı, Allah´tan başka bir şeye tapmıyordu.”
Zeyd onun yanından çıkınca hıristiyan âlimlerden biriyle karşılaşır. Ona da aynı şeyleri söyler. O da:
“Sen Allah´ın lânetinden nasibini almadıkça bizim dinimize giremezsin!” der. Zeyd ona da:
“Ben zaten Allah´ın lanetinden kaçarak bu diyarlara geldim. Elimden geldiğince, ebediyyen Allah´ın lanetinden bir şey yüklenmeyeceğim. Sen bana bir başkasını gösterebilir misin ” der. O âlim de:
“Hayır ben haniflikten başka bir şey bilmem!” cevabını verir. Zeyd ona da: “Haniflik nedir ” diye sorar. Âlim:
“Hz. İbrahim aleyhisselâm´ın dinidir. O ne yahudi ne de hıristiyandı, o sadece Allah´a tapardı” cevabını verir. Zeyd onların Hz. İbrahim hakkındaki sözlerini işitince, oradan ayrılır. Dışarı çıkınca ellerini kaldırıp:
“Allahım, seni şahid kılıyorum: Ben İbrahim aleyhisselâm´ın dini üzereyim!” der.” [Buhari, Menâkıbu´l-Ensâr 24, Zebâih 16.][406]
ـ4556 ـ3ـ وعن أسْمَاءَ بِنْتُ بكْرٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قَالَتْ: ]رَأيْتُ زَيْدَ بْنَ عَمْرِو ابْنِ نُفَيْلٍ قَائِماً مُسْنِداً ظَهْرَهُ الى الْكَعْبَةِ يَقُولُ:
يَا مَعْشَرَ قُرَيْشٍ، واللّهِ مَا مِنْكُمْ عَلى دِينِ ابْرَاهِيمَ غَيْرِى، وَكَانَ يُحْيِى الْمَوْؤُدَةَ. يَقُولُ لِلرَّجُلِ إذَا أرَادَ أنْ يَقْتُلَ ابْنَتَهُ: َ تَقْتُلْهَا، أنَا أكْفِىكَ مُؤْنَتَهَا، فَيَأخُذُهَا فإذَا تَرَعْرَعَتْ قَالَ ‘بِيهَا: إنْ شِئْتَ دَفَعْتُهَا إلَيْكَ وَإنْ شِئْتَ كَفَيْتُكَ مُؤْنَتَهَا[. أخرجه البخاري.»اَلْمَوْؤُدَةُ« الطُّفْلَةِ، كَانُوا إذَا وَلَدَ ‘حَدِهِمْ بِنْت حَفِرَ لَهَا حُفْرَةً وَدَفَنَهَا وَهِىَ حِيَّةٌ غَيْرَةَ وَأنْفَةً، فَحَرَّمَ اللّهُ ذلِكَ .
3. (4556)- Esma Bintu Ebi Bekr (radıyallahu anhumâ) anlatıyor: “Zeyd İbnu Amr İbnu Nüfeyl´in ayakta dikilip sırtını Ka´be´ye dayayarak şöyle söylediğini işittim:
“Ey Kureyş topluluğu! Vallahi ben hariç hiçbiriniz Hz. İbrahim aleyhisselâm´ın dini üzere değilsiniz!”
Zeyd diri diri toprağa gömülecek kızları (kurtarıp) hayatını bağışlardı. Kızını öldürmek isteyen adama:
“Onu öldürme, onun külfetini ben üzerime alıyorum” der ve kızı alırdı. Kız büyüyüp serpilince, babasına:
“Dilersen sana teslim edeyim, dilersen külfetini ben çekeyim” der, (bakımına devam eder)di”. [Buhârî, Menâkıbu´l-Ensâr 24.][407]
AÇIKLAMA:
1- Zeyd İbnu Amr İbnu Nüfeyl, Aşere-i Mübeşşere´den Saîd İbnu Zeyd´in babası, Ömer İbnu´l-Hattâb (radıyallahu anh)´ın da amcasının oğlu idi. Nüfeyl, Hz. Ömer ve Amr her ikisinin de ceddi olması hasebiyle onda birleşirler. Kaydedilen rivayetlerden de anlalışacağı üzere, Zeyd Resûlullah´la Mekke´nin Beldah denen vadisinde karşılaşmış, ancak peygamberlik gelmezden önce vefat etmiştir. Bazı rivayetlerde Şam´da iken Hz. Peygamber´in nübüvvetini işitmiştir. Ona iman etmek niyetiyle yola çıkar, fakat yol sırasında öldürülür. Diğer bazı rivayetlere göre henüz peygamberlik gelmezden beş yıl önce, Kureyş´in Ka´be´yi inşaası sırasında vefat eder.
Zeyd, cahiliye devrinde Haniflik denen Hz. İbrahim aleyhisselâm´ dan intikal eden bir din üzere yaşıyordu. Onun gibi aynı ananeyi devam ettirmeye çalışan başkaları da vardı. Zeyd cahiliye devrinde Allah´ı bir bilir, ona ibadet eder, putlara kesilen hayvanların etini yemez, faizi de yasaklardı. “Faizden kaçının, fakra sebeptir” der; sonra “Benim ilahım, Hz. İbrahim´in ilahı, dinim Hz. İbrahim´in dini”derdi. Resûlullah onun hak dini arayışını, elinden geldikçe tevhid ve taabbüd izharını bilahere takdir edecek ve onun “Kıyamet günü Hz. İsa ile kendi arasında tek başına bir ümmet olarak diriltileceğini” söyleyecektir.
2- Yukarıda kaydedilen birinci hadis (4555), Buhârî´deki aslına tıpa tıp uymuyor. Ancak İbnu Hacer´in şerhte kaydettiği başka vecihlere daha muvafık. Rivayetlerde: Resûlullah mı ona sofra sundu, yoksa Resûlullah´a mı sofra sunuldu İfadeler ihtilaf eder. Sadedinde olduğumuz rivayette Zeyd´e, Resûlullah´ın etde bulunan bir sofra sunduğu, Zeyd´in bu sofrayı kabul etmediği ve: “Ben sizin putlarınıza kestiğiniz etten yemem” dediği görülmektedir.
Bu ifadeden Resûlullah´ın, peygamberlikten önce putlara kesilen hayvanlardan yediği hükmü çıkar. Bu mâna da peygamberlerin ismetine ters düşmekle müşkilata sebep olmaktadır. Hattâbi der ki: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Kâ´be´nin etrafına yerleştirilen ve ensab denen taşlar üzerinde putlar için kesilen etlerden yemezdi, ama bunlar dışındaki etlerden, Allah´ın adını zikretmeksizin kesseler de yerdi. Zira şeriat henüz gelmemişti, dahası, üzerine Allah´ın ismi anılmaksızın kesilen şeylerden yeme yasağı Resûlulah´a peygamberlik geldikten uzun müddet sonra teşrî edilecektir.”
İbnu Hacer, Hattâbî´nin bu açıklamasını, “O sofrayı Resûlullah´a Kureyş hediye etmişti, Resûlullah yemekten imtina edip Zeyd İbn-i Amr´a hediye etti, o da imtina edip Kureyşlilere hitaben: “….” dedi” şeklindeki yoruma nazaran da makul ve muvafık bulur. Öbürünü de “Rivayetlerde, böyle kesin bir üslub kullanmaya imkân verecek karine yok” diyerek reddeder. Ancak kendi yorumu biraz daha farklı: “Resûlullah´ın sofrasındaki eti, Aleyhissalât vesselâm´ın hizmetçisi Zeyd İbnu Harise (radıyallahu anh)´ın Ka´be´nin etrafındaki taş (ensab) üzerinde kesmiş olduğu takdirine göre, bu hali, onun putlar için kesilmediğine hamlederiz. Ayet-i kerime´de gelen: “… dikili taşlar üzerinde kesilen hayvanların etinden yemek de… size haram kılındı” (Maide 3) âyetindeki yasaktan murad “bu taşlar üzerinde putlar adına kesilenlerdir.” Hattâbî devamla, bazı âlimlerin: “Bu taşlar üzerinde putlar adına kesilmeyen hayvanlar hakkında hiçbir vahiy inmemiştir” dediklerini kaydeder.
Mevzu üzerine gelen başka hadisleri kaydederek tahlili derinleştiren İbnu Hacer, Dâvudî´nin sadedinde olduğumuz müşkille ilgili şu yorumunu da kaydeder: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bisetten önce, müşriklerin adetlerinden kaçınırdı. Ancak kesim meselesiyle ilgili olan hükmü bilmiyordu. Zeyd İbnu Amr ise, bunu karşılaştığı Ehl-i Kitap´tan öğrenmişti.” Süheylî der ki: “Eğer “Resululah (aleyhissalâtu vesselâm) bu fazilete sahip olmaya Zeyd´den evladır” denecek olsa cevabımız şudur: “Hadiste Resûlullah´ın bu etten yediğine dair bir sarahat yok. Yemiş olma takdirinde: “Bunu, kendine ulaşan bir şeriatla değil, şahsî re´yi ile yapmıştır” diye açıklarız” der ve devam eder: “Cahiliye halkı nezdinde Hz. İbrahim´in dininden bazı bekaya vardı. Hz. İbrahim´in şeriatında meyte´ nin (yani leş´in) yenmesi haramdı, ama üzerine Allah´ın ismi zikredilmeden kesilen hayvanın etini yeme haramı yoktu. Bunun tahrimi İslam´da indi. Gerçek şu ki, her ne kadar, kesilenlerin helal olduğuna dair (eski) şeriatta bir aslın bulunmasına ve bunun Kur´an´ın nüzulune kadar devam etmesine rağmen, şeriat gelmezden önce bir şey helal veya haram diye tavsif edilemez. Bi´setten sonra, ayet ininceye kadar herhangi bir kimsenin, kesilenleri yemekten vazgeçtiğine dair rivayet gelmemiştir.” İbnu Hacer bu noktada: “Davudi´nin, “Zeyd bunu Ehl-i Kitap´tan öğrendi” iddiasını ileri sürünceye kadar “Zeyd bunu şahsî re´yi ile yaptı” demek evladır” der. Buradan, Hz. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın henüz peygamber değilken, kendisinden önce gelen herhangi bir şeriata tabi olmamış bulunmasına atıf yapılarak “(kesilenlerle ilgili) yasaklar henüz yok olduğuna göre bu, onun hakkında muteber demektir” neticesine varır.
İbnu Hacer, Zeyd İbnu Harise (radıyallahu anh)´tan kaydettiği “Ensabtan biri üzerinde bir koyun kestik” ifadesini de şöyle tevil eder: “Burada ensab taş demektir. Bu taş put değildir, ona ibadet de yapılmaz. Bu, (kesimde kulanılan) kasap aletlerinden biridir. Üzerinde kesim yapılır. Zira nusub, aslında büyük taş demektir. Bir kısmı vardır, müşriklerin tapındığı putlardır, onun için ve onun adına kurban kesilir. Bir kısmı var onlara ibadet edilmez, kesim aleti olarak kullanılır: Kurban kesecek kimse putu adına bunun üzerinde kurbanını keser. Zeyd İbnu Amr da meseleyi kökten kesmek için bu meselede imtina göstermiş olabilir.”
3- Zeyd İbnu Amr´ın fazileti meyanında babası tarafından diri diri toprağa gömülecek kız çocuklarını (mev´ude) kurtarması zikredilmektedir. Bu Arapların eski bir geleneği idi. İki maksadla yapılıyordu:
* Kızlara karşı duyulan kıskançlık. Araplar birbirlerine yaptıkları baskında kızları kaçırıp köleleştirerek istifraşda bulunurlardı. Kızın babası fidye-i necatla kızını kurtarmak istediği vakit, kız muhayer bırakılırdı. Babasını veya kendini kaçırmış olan efendiyi tercih. Kız çoğu kere efendiyi tercih ederek babaya büyük bir ar getirirdi. İşte babalar, bu duruma düşmek korkusuyla kızlarını diri diri gömmeyi adet haline getirmişlerdir.
* İkinci sebep de geçim korkusuydu. Kızların aile bütçesine yük olacağı korkusu, onların diri diri gömülmesine sebep oluyordu. Sadedinde olduğumuz hadiste Zeyd´in, bu maksadla gömülecek kızları kurtardığını görmekteyiz. Hatta hadiste, tenbihli bir üslubla “Zeyd mev´udeleri (toprağa diri gömülen kızları) diriltirdi” denmşitir. Bundan maksad, onların gömülmesine mani olmasıdır.
Kur´an-ı Kerim, Arapların bu çocuk öldürme adetlerine birçok ayette temas eder ve yasaklar: (Tekvir 8-9, En´am 151, İsra 31).
4- Zeyd İbnu Amr´ın, Hak dini aramasıyla ilgili menkibeler kitaplarda gelmiştir. Varaka İbnu Nevfel ile birlikte bu maksadla Suriye´ye yaptıkları bir seyahatta Varaka hıristiyan olur ise de, Zeyd olmaz. O´nun bir peygamber beklediği, bazı yakınlarına “Ömrünüz kalırsa siz göreceksiniz” dediği belirtilir. Bir rivayette Zeyd´in “Allahım, sana en iyi ibadet tarzını bilsem öyle ibadet ederdim, ancak bilmiyorum” deyip avuçlarını yere koyarak içine secde ettiği belirtilir.[408]
* EBU TALİB
ـ4557 ـ1ـ عن المسيبِ بْنِ حَزنٍ قَالَ: ]لَمَّا حَضَرَتْ أبَا طَالِبٍ الْوَفَاةُ جَاءَهُ رَسُولُ اللّهِ # فَوَجَدَ عِنْدَهُ أبَا جَهْلٍ وَعَبْدُاللّهِ بْنَ أبِى أُمَيَّةَ بْنِ الْمُغِيرَةِ. فقَالَ: أىْ عَمِّ، قُلْ َ إلهَ إَّ اللّهُ كَلِمَةَ أُحَاجُّ لَكَ بِهَا عِنْدَ اللّهِ. فقَالَ أبُو جَهْلٍ وَعَبْدُاللّهِ: أتَرْغَبُ عَنْ مِلَّةِ عَبْدِ الْمُطَّلِبِ؟ فَلَمْ يَزَلْ رَسُولُ اللّهِ # يَعْرِضُهَا عَلَيْهِ، وَيَعُودَانِ لِتِلْكَ الْمَقَالَةِ، حَتّى قَالَ أبُو طَالِبٍ آخِرَ مَا كَلَّمَهُمْ: أنَا عَلى مِلَّةِ عَبْدِ الْمُطَّلِبِ، وَأبى أنْ يَقُولَ: َ إلَهَ إَّ اللّهُ. فقَالَ #: وَاللّهُ ‘سْتَغْفِرَنَّ لَكَ مَالَمْ أُنْهَ عَنْكَ؛ فأنْزَلَ اللّهُ عَزَّ وَجَلَّ: مَا كَانَ لِلنَّبِىِّ وَالَّذِينَ آمَنُوا أنْ يَسْتَغْفِرُوا لِلْمُشْرِكِينَ وَلَوْ كَانُوا أُولِى قُرْبَى. اŒية؛ وَأنْزَلَ في أبِى طَالِبٍ: إنَّكَ
َ تَهْدِى مَنْ أحْبَبْتَ ولكِنَّ اللّهَ يَهْدِى مَنْ يَشَاءُ اŒية[. أخرجه الشيخان والنسائي .
1. (4557)- Müseyyeb İbnu´l-Hazn anlatıyor: “Ebû Talib´in ölüm anı gelince, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) yanına geldi. Başucunda Ebû Cehil ile Abdullah İbnu Ebi Umeyye İbni´l-Muğîre´yi buldu.
“Ey Amcacığım! bir kelimelik Lailahe illallah de! Onunla Allah indinde senin lehine şehadette bulunayım!” dedi. Ebû Cehil ve Abdullah atılarak (Ebû Talib´e):
“Sen Abdulmuttalib´in dininden yüz mü çevireceksin ” diye müdahale ettiler. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), (kelime-i şehadeti) ona arzetmeye devam etti. Onlar da kendi sözlerini aynen tekrara devam ettiler. Öyle ki bu hal Ebû Talib´in son söz olarak, onlara:
“Ben Abdulmuttalib´in dini üzereyim!” demesine kadar devam etti. Ebû Talib Lâilahe illallah demekten kaçınmıştı. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
“Yasaklanmadığı müddetçe senin için istiğfar edeceğim!” dedi. Bunun üzerine aziz ve celil olan Allah şu vahyi indirdi. (Mealen): “Akraba bile olsalar, onların cehennemlik oldukları ortaya çıktıktan sonra müşrikler hakkında Allah´tan af dilemek ne Peygmaber´e ve ne de iman edenlere uygun düşmez” (Tevbe 113).
Cenab-ı Hak şu ayeti de Ebû Talib hakkında indirmiştir. (Mealen): “Sen, sevdiğin kimseyi hidayete erdiremezsin. Ancak Allah dilediğine hidayet verir. Doğru yolda olanları en iyi bilen de O´dur” (Kasas 56 ). [Buharî, Menâkıbu´l-Ensar 40, Cenaiz 81, Tefsir, Beraet 16, Kasas 1, Eyman 19; Müslim, İman 39, (34); Nesâî, Cenaiz 102, (4, 90, 91).][409]
ـ4558 ـ2ـ وعن أبى سعيدٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]ذُكِرَ أبُو طَالِبٍ عِنْدَ رَسُولِ اللّهِ # فقَالَ: لَعَلّهُ تَنْفَعَهُ شَفَاعَتِى يَوْمَ الْقِيَامَةِ بِأنْ يُجْعَلَ في ضَحْضاحٍ مِنْ نَارٍ يَبْلُغُ كَعْبَيْهِ يَغْلِى مِنْهُ دِمَاغَهُ[. أخرجه الشيخان.»الضَّحْضَاحٍ« الماء القليل، استعارة للنار وشبه به في القلة ما يكون فيه أبو طالب من النار القليلة.
2. (4558)- Ebû Sa´id (radıyallahu anh) anlatıyor: “Ebû Talib Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın yanında zikredilmişti.
“Umulur ki, Kıyamet günü şefaatim ona fayda eder de, böylece ateşten, topuklarına kadar yükselen sığ bir yere konur, yine de beyni kaynar.” [Buharî, Menakıbu´l-Ensar 40, Rikak 51; Müslim, İman 360, (210).][410]
ـ4559 ـ3ـ وعن الْعَبَّاسٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قَالَ: ]قُلْتُ يَا رَسُولَ اللّهِ. هَلْ أغْنَيْتَ عَنْ عَمِّكَ؟ فإنَّهُ كَانَ يَحُوطُكَ وَيغْضَبُ لَكَ. قَالَ: نَعَمْ هُوَ في ضَحْضَاحٍ مِنْ نَارٍ، وَلَوَْ أنَا لَكَانَ في الدَّرْكِ ا‘سْفَلِ مِنَ النَّارِ[. أخرجه الشيخان.»يَحُوطُكَ« يَحْفُكَ وَيَصُونَكَ وَيَذُبّ عَنْكَ وَيَتفرع على مصالحك .
3. (4559)- Hz. Abbas (radıyallahu anh) anlatıyor: “Ey Allah´ın Resulü dedim, amcana (istiğfarla yardım)dan seni alıkoyan nedir O seni koruyor, senin için kafirlere kızıyordu.”
“Evet! dedi, olacak. O ateşin sığ bir yerindedir. Eğer ben olmasaydım cehenemin en derin yerinde olacaktı.” [Buhârî, Menakıbu´l-Ensar 40, Edeb 115, Rikak 51; Müslim, İman 357, (209).][411]
AÇIKLAMA:
1- Ebû Talib, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın cedd-i emcedleridir. Künyesi ile meşhur olmuştur. Adı Abdu Menaf´tır. Rafizilerden bazıları اِنَّ اللّهَ اصْطَفَى آدَمَ وَنُوحاً وَآلَ اِبْرَاهِيمَ رَآلَ عِمْرَانَ ayetindeki Âl-i imran tabiriyle Âl-i Ebi Talib´in kastedildiğini iddia edebilmek için pek fahiş bir teville Ebû Talib´in adının İmran olduğunu iddia etmiştir. Halbuki ulema onun Abdu Menaf olduğunda hiç ihtilaf etmemiştir.
Ebû Talib, (aleyhissalâtu vesselâm)´ın muhterem pederleri Abdullah´ın annebaba bir kardeşi idi. Bu sebeple babaları Abdulmuttalib ölürken yetim Muhammed´in himayesini Ebû Talib´e vasiyet etmiş idi.
Ebû Talib bu himayeyi, o büyüyünceye kadar en iyi şekilde yapmıştır. Peygamberlik geldikten sonra da yardım ve desteğini devam ettirmiş, ölene kadar elinden gelen himayeyi vermiş, bu uğurda nice sıkıntılara katlanmıştır. Bu meyanda en büyük sıkıntıyı, Kureyş´in Beni Haşim´e üç yıl boyu uyguladıkları boykot sırasında çekmiş idi. Resûlullah´ı kendilerine teslim edinceye kadar sürdürmek kararıyla başlatılan bu boykotu bir yazıya da dökerek Ka´be´ye asarlar. Beni Haşim her çeşit beşeri münasebetlerden tecrid edilir: Alışveriş, evlenme, konuşma vs. hepsi durur. Onların çekildikleri Şı´b´tan sıkıntı büyük olur. Fevkalede kıtlık yaşanır. Ebû Talib, müslüman olmadığı halde, aile kaygusuyla Resûlullah´ı sonuna kadar himaye eder. Boykotun kaldırılmasından birkaç gün sonra Ebû Talib, arkasından da Hz. Hatice vefat ederler. Aleyhissalâtu vesselâm´ın üzüntüsü büyük olur. O yıla Resûlullah, hüzün yılı manasında amu´lhüzn der. Bu yıl bi´set´in onuncu senesine müsadiftir.
İbni Hacer, Ebû Talib´in Resûlullah´a himayesini belirtme sadedinde şu rivayeti kaydeder: “…Ebû Talib vefat edince, Kureyş, Ebû Talib´in sağlığında yapamadıkları kötülükleri yaptı. Öyle ki, Kureyş´in sefih takımını Resûlullah´ın üzerine saldılar. İstihkar etmek için başına toprak saçtılar.” Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) (bir seferinde): “Kureyş, Ebû Talib vefat edinceye kadar hoşlanmadığım bir şeyi bana yapamamıştı, (onun vefatından sonra yaptı)” demiştir.
Resûlullah´a ve dolayısıyla İslam´ın kuruluşuna böylesine hizmeti sebkat eden bir zatın ömrünün küfür üzerine kapanması bütün mü´min gönülleri üzen bir hadisedir. Resûlullah da üzülmüştür. Hatta bir kısım alimler bu meselenin fazla medar-ı bahs edilmemesini temenni etmiştir. Resûlullah´ın sevgisine mazhar olması gibi hususi durumları sebebiyle ”
Cenab-ı Hakk´ın, rahmetinden ona, cehenem içinde bir cenneti yaratabileceği umulur” şeklinde Resûlullah´ı ve onun sevdiğini seven gönülleri rahatlatıcı yorumlar yapmıştır.Cenab-ı Hak, Ebû Talib kıssası ile insanlığa mühim bir hakikatı ders vermektedir: Allah rızası için yapılmayan hiçbir amelin, insanlığa fevkalade fayda sağlayacak çeşitten bile olsa, Allah nazarında hiçbir değeri yoktur. İlahi ölçüler açısından, iman ve rıza yolunda bir zerrecik amel, nefis ve heva yolunda yapılan dünyalar dolusu hayırlı amelden daha üstündür. Kurtuluş için peygambere kan yakınlığının da insana bir faydası olmayacağını bu hadis açık olarak göstermektedir.[412]
* MALİK İBNU ENES (RAHİMEHULLAH TEALA)
ـ4560 ـ1ـ عن أبى هُريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: يُوشِكُ أنْ يَضْرِبَ النَّاسُ أكْبَادَ ا“بِلِ في طَلَبِ الْعِلْمِ فَمَا يَجِدُونَ أعْلَمَ مِنْ عَالِمِ الْمَدِينَةِ[ .
قَالَ عَبدالرّزاق في حَديثه: هو مالك بْنُ أنَسٍ أخرجه الترمذي .
1. (4560)- Ebû Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“İnsanların ilim taleb etmek üzere seferlere çıkacakları zaman yakındır. (O zaman) Medine aliminden daha bilginini bulamazlar.”
Abdurrezzak, rivayetinde: “Bu (hadiste haber verilen alim) Malik İbnu Enes´dir” demiştir. [Tirmizî, İlim 18, (2682).][413]
AÇIKLAMA:
İmam Malik hakkında geniş bilgi, birinci cilltte geçti (s. 150-154). [414]
ALTINCI BAB
BAZI ZAMANLARIN ve MEKANLARIN FAZİLETİ
(Bu babta iki fasıl var)
BİRİNCİ FASIL
ZAMANLARIN FAZİLETİ
* BAYRAM
ـ4561 ـ1ـ عن عبداللّه بْنِ قرط قَالَ: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: إنَّ أعْظَمَ ا‘يَّامِ عِنْدَ اللّهِ يَوْمُ النَّحْرِ ثُمَّ يَوْمُ النَّفْرِ[. أخرجه أبو داود.»يَوْمُ« النَّفْرِ« هو اليوم الثاني من أيام التشريق .
1. (4561)- Abdullah İbnu Kurt anlatıyor: “Resululah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Allah indinde günlerin en büyüğü Kurban bayramı günüdür, bunu, fazilette Nefr günü (teşrik günlerinin ikinci günü) takib eder.” [(Ebû Davud, Menâsik 19, (1765).][415]
ـ4562 ـ2ـ وعن أنسٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَدِمَ رَسُولُ اللّهِ # وَلَهُمْ يَوْمَانِ يَلْعَبُونَ فِيهِمَا فَقَالَ: مَا هذَانِ الْيَوْمانِ؟ قَالُوا: كُنَّا نَلْعَبُ فِيهِمَا في الْجَاهِلِيَّةِ. فقَالَ #: قَدْ أبْدَلَكُمُ اللّهُ خَيْراً مِنْهُمَا: يَومَ ا‘ضْحى وَيَوْمَ الْفِطْرِ[. أخرجه أبو داود والنسائي .
2. (4562)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Medine´ye geldiğinde Medinelilerin iki (bayram) günleri vardı. O günlerde oynayıp eğlenirlerdi.
“Bu iki gün(ün mana ve mahiyeti) nedir ” diye sordu.
“Biz cahiliye devrinde bu günlerde eğlenirdik!” dediler. Aleyhissalâtu vesselâm:
“Allah, bu iki bayramınızı onlardan daha hayırlı diğer iki günle değiştirdi: Kurban bayramı, Fıtır bayramı” buyurdu.” [Ebû Davud, Salât 245, (1134); Nesâî, Iydeyn 1, (3, 179).] [416]
AÇIKLAMA:
Hadiste temas edilen “Medine´ye geliş”ten murad Hicrettir. Medinelilerin kutlayıp eğlendikleri iki bayram da Nevruz ve Mihrican bayramlarıdır. Nevruz, Farsça olup, yeni gün demektir. Güneş o gün, Haml burcuna girer. Eski şemsî takvimde yılbaşıdır.
Mihrican ise, nevruzun mukabilidir, son bahara tekabül eder. Güneş mizan burcuna o gün girer. Gece ile gündüz bu günlerde eşittir. Bu günler hava yönüyle de mutedildir, ne fazla soğuk ne de sıcak. Eski astronomların bu iki günü bayram seçmiş oldukları, müneccimlerin halk üzerindeki itibarları sebebiyle diğer insanlara da taklid edilip benimsendikleri, böylece o iki günün bayram olarak kutlanmasının umumi bir gelenek haline geldiği tahmin edilmiştir.
İslam dini, her bir medeni müessesesinde istiklâliyeti, orijinaliteyi esas alması haysiyetiyle bu cahiliye adetini de kaldırıp, bütün mü´minlerin ilahi menşeli iki bayram getirmiştir. Bayramların daha hayırlı olanlarla değiştirilmesi ayrı bir ehemmiyet taşır. Böylece o günlerin kutlanış ve o günlerdeki eğlence tarzı kökten değiştirilmiş oluyor. Resûlullah, eski kutlamalardan ayrı olarak İslamî bir kutlama teşrî etmiştir. Böylece mü´minlerin eğlencesi de bayramı da İslamca olmuştur. Mü´minlerin bayramı ibadetle başlar. Zira hakiki sürur ibadettedir. Ayet-i kerimede Cenab-ı Hak mü´minlere lütf-i ilahi ile ferahlanmalarını emreder: “Onlara söyle ki, ancak Allah´ın lütfuyla ve rahmetiyle ferahlansınlar…” (Yunus 58). Bazı alimler: “Ayette, Nevruz, Mihrican ve diğer kâfir bayramlarının kutlanmasının yasak kılındığına delil vardır” demiştir. Hanefi fukahadan Ebû Hafsı´l-Kebir: “Bir mü´min nevruz bayramında, o günü tazimen bir müşriğe bir yumurta hediye etse Allah´a küfretmiş olur, bütün amelleri düşer” görüşündedir. Yine Hanefi fukahadan el-Kadı Ebû´l-Mehasin el-Hasan İbnu Mansur der ki: “O günde kim, başka vakit satın almadığı bir şeyi satın alır veya kafirlerin yaptığı gibi o günü ta´zimen bir başkasına bir şey hediye ederse küfretmiş olur. Eğer kendisi yemek veya tenezzüh etmek için satın almış ise bu mekruhtur. Keza adet olduğu için gönül almak maksadıyla hediye olarak bir şey satın alsa o da mekruhtur. Çünkü bu davranışta kefereye benzeme vardır.”[417]
* ZİLHİCCEDE ON GÜN
ـ4563 ـ1ـ عن ابن عبّاسٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ # مَا مِنْ أيَّامِ الْعَمَلُ الصَّالِحُ فِيهِنَّ أحَبَّ الى اللّهِ مِنْ هذِهِ ا‘يّامِ
الْعَشْرِ. قَالُوا: وََ الْجِهَادُ في سَبِيلِ اللّهِ؟ قَالَ: وََ الْجِهَادُ؛ إَّ رَجُلٌ خَرَجَ يُخَاطِرُ بِنَفْسِهِ وَمَالِهِ فَلَمْ يَرْجِعْ بِشَىْءٍ[. أخرجه البخاري وأبو داود والترمذي .
1. (4563)- İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
“Salih amellerin Allah´a en ziyade sevgili olduğu günler bu on gündür!” buyurmuştu. Cemaatten:
“Allah yolundaki cihaddan da mı ” diye soran oldu.
“Cihaddan da! buyurdu. Ancak bir kimse, canını, malını muhataraya atarak çıkar, hiçbir şeyle dönmezse (yani cihad arasında ölürse) o kimse hariç.” [Buharî,l Iydeyn 11; Ebû Davud, Savm 61, (2438); Tirmizî, Savm 52,l (7577.][418]
ـ4564 ـ2ـ زاد الترمذي في أخرى، عن أبى هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]يَعْدِلُ صِيَامُ كُلِّ يَوْمِ مِنْهَا بِصِيَامِ سَنَةٍ، وَقِيَامُ كُلِّ لَيْلَةٍ مِنْهَا بِقِيَامِ لَيْلَةِ الْقَدْرِ[ .
2. (4564)- Tirmizî, bir diğer rivayette Ebû Hureyre (radıyallahu anh)´ tan şu ziyadeyi kaydetmiştir: “Ondaki her bir günün orucu bir yıllık oruca (sevabca) eşittir. Ondaki bir gece kıyamı (ibadetle ihya edilmesi) Kadir gecesinin kıyamına (ihyasına) eşittir.” [Tirmizî, Savm 52, (758).][419]
AÇIKLAMA:
1- Hadiste bahsi geçen on gün, Zilhicce ayının ilk on günüdür. Bu on günün efadliyeti belirtilmektedir. Ulema hadisle ilgili olarak birkaç noktada ihtilaf etmiştir:
1) Zilhicce´nin on günü mü efdal, yoksa Ramazan´ın son on günü mü Zira, Ramazan´ın son on gününü tafdil eden hadisler de var. Bazı alimler bu hadise dayanarak Zilhicce´nin on günü daha hayırlı derken, diğer bazıları: “Ramazan´ın on günü, -içinde Kadir gecesi ve oruç da bulunması sebebiyle, daha hayırlıdır” demiştir. Bu ihtilaf şöyle bir telife kavuşturulmuştur: “Zilhicce´nin on günü içerisinde arafe günü sebebiyle, Ramazan´ın son on günü de oruç ve Kadir gecesi sebebiyle efdaldir.” Bu makul te´life göre, mü´mine düşen bu on günlere kavuştukça, onlarda vadedilen sevab ve mağfiret nevinden feyiz ve bereketlere ermek için onları ibadetlerle, istiğfarlarla ihya etme gayretine girmesidir. İman ve ihtisabla yapılan ameller makbuldür, zira Cenab-ı Hak, bir kudsî hadiste: “Kulum hakkımda nasıl bir zanla hareket ederse ona öyle muamele ederim” vâdetmiştrir.
2) Zilhicce´nin on günü ile ilgili bir ihtilaf, eyyam-ı teşrik´in ve hatta yevm-i îd denen bayram gününün buna dahil olup olmadığıdır. Burada teferruata girmeden şu kadarına dikkat çekelim: “Alimler Kur´an´da ziyade zikrullah´ın teşvik edildiği, eyyamu´lma´dudat (Bakara 203) ile eyyamu´t-Teşrik´in eyyamu´lma´lumat (Hacc 38) ile de eyyamu´l-aşr´ın kastedilip kastedilmediği hususunda farklı yorumlar yapmışlardır.
İbnu Abbas´tan gelen bir açıklamaya göre: Eyyamu´l-Malumat terviye gününden önceki günle başlayıp terviye gününü ve arafe gününü de içine alan günlerdir. Eyyamu´lma´dudat ise eyyamu teşrik´dir, bu durumda bayram günü teşrik günlerine dahil olmaktadır.
İbnu Abbas´tan gelen bir başka veche göre “Eyyamu´l ma´lumat Kurban günü ve bunu takib eden üç gün”dür. Kur´an´da eyyamu´lma´lumat´ ta ziyade zikir talep edildiğine göre, bu zikir teşrik tedbirleri olmaktadır.
İbnu Ebi Cemre, sadedinde olduğumuz hadisin teşrik günlerinde yapılacak amelin, başka günlerde yapılacak olanlardan üstün olduğunun beyan ediliğine dikkat çekerek, bu hususu kabulde zorluk çekenlere karşı şu açıklamayı yapar: “Hadis, teşrik günlerindeki amelin başka günlerde yapılan amellerden efdal olduğuna delalet eder. Teşrik günlerinin bayram günleri olması ve bayram günlerinin de “yeme ve içme günleri” olarak tarif edilmiş bulunması bu söylenene aykırı düşmez. Çünkü, bayramın öyle tarif edilmesi, o günlerde hayırlı amel yapmaya mani değildir. Bilakis, o günlerde ibadetlerin en alası teşrî edilmiştir, bu da Allah´ın zikridir. Bayramda sadece oruç yasaklanmıştır. Bayram gününde ibadetin diğer günlerdekinden efdal oluşunun sırrı şuradan ileri gelir: “Gaflet vakitlerinde ibadet, diğerlerinden üstündür. Teşrik günleri ise umumiyetle gaflet günleridir. Bu sebeple o günlerde ibadet yapana, diğer günlerde yapana nazaran ziyade bir sevap vardır. Bu tıpkı, insanların çoğunluğu uykuda iken geceleyin kalkıp ibadet yapan kimse gibidir. Teşrik günlerinin efdaliyeti meselesinde bir başka nükte var: O da şudur: “Hz. İbrahim´e oğlu sebebiyle imtihan bu günlerde vaki oldu ve sonunda Rab Teala oğluna bedel bir kurbanlık gönderdi. Bu sebeple o günler faziletli kılındı.”
2- Zilhicce´nin on gününde tutulacak bir günlük orucun bir yıllık oruca bedel olması meselesinde alimler iki hususa dikkat çekerler: “Bu “bir yıl”a “Zilhicce´nin on günü” dahil olmadığı gibi “Ramazan ayı” da dahil değildir. Aksi takdirde hesap yönüyle tezad çıktığı gibi farzla nafile karıştırılmış olur. Halbuki farzın yerini hiçbir nafile -ne kadar çok, ne kadar faziletli olursa olsun- tutamaz.”[420]
* ARAFE GÜNÜ
ـ4565 ـ1ـ عن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: مَا مِنْ يَوْمٍ أكْثَرَ أنْ يَعْتِقَ اللّهُ فِيهِ عَبْداً مِنَ النَّارِ مِنْ يَوْمِ عَرَفَةَ، وَإنَّ اللّهَ لَيَدْنُو، ثُمَّ يُبَاهِى بِهِمُ الْمََئِكََةَ. فَيَقُولُ: مَا أرَادَ هؤَُءِ[. أخرجه مسلم والنسائي .
1. (4565)- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Allah, hiçbir günde, arafe günündeki kadar bir kulu ateşten çok azad etmez. Allah (mahlukata rahmetiyle) yaklaşır ve onlarla meleklere karşı iftihar eder ve:
“Bunlar ne istiyorlar ” der.” [Müslim, Hacc 436, (1348); Nesâî, Hacc 194,l (5, 251, 252).][421]
ـ4566 ـ2ـ وعن طلحة بن عبيداللّه بن كُرُيْزٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ # أفْضَلُ ا‘يَّامِ يَوْمُ عَرَفَةَ وَافقَ يَوْمَ جُمْعَةٍ. وَهُوَ أفْضَلُ مِنْ سَبْعِينَ حَجَّةً في غَيْرِ يَوْمِ جُمْعَةٍ، وَأفْضَلُ الدُّعَاءِ دُعَاءُ يَوْمِ عَرَفَةَ، وَأفْضَلُ مَا قُلْتُ أنَا وَالنَّبِيُّونَ مِنْ قَبْلى: َ إلَهَ إَّ اللّهُ وَحْدَهُ َ شَرِيكَ لَهُ[. أخرجه مالك من قوله: أفضَلُ الدُّعَاءِ الى آخِرِهِ. وأخرجه بطوله رزين.
2. (4566)- Talha İbnu Ubeydillah İbni Keiz (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Günlerin en efdali arafe günüdür. (Faziletçe) cuma´ya muvafakat eder. O, cum´a günü dışında yapılan yetmiş haccdan efdaldir. Duaların en efdali de arefe günü yapılan duadır. Benim ve benden önceki peygamberlerin söylediği en efdal söz de: “Lailahe illallah vahdehu lâşerikelehu” (Allah birdir, ondan başka ilah yoktur, O´nun ortağı da yoktur) sözüdür.”
İmam Malik “Duaların en efdali…” ibaresinden sonraki kısmını Muvatta´da tahric etmiştir. Rezin ise rivayeti baştan sona kadar tam olarak tahric etmiştir. [Muvatta, Hacc 246, (1, 422.][422]
AÇIKLAMA:
1- Önceki hadis Müslim´de muhtasar olarak kaydedilmiştir. Abdurrezzak, bu hadisi İbnu Ömer´den daha mufassal olarak kaydeder: “Şüphesiz ki Allah(ın rahmeti) alt semaya iner de Allah hacılarla meleklere iftihar eder ve “Bunlar benim kullarımdır. Bunlar hakir bir kıyafetle toz toprağa bulanmış olarak geldiler, rahmetimi umuyorlar, azabımdan da korkuyorlar. Halbuki onlar beni görmüş de değiller. Acaba görseler ne yaparlardı!” der.
Âlimler bu hadisin arefe gününün faziletine delil teşkil ettiğini belirtirler. Hatta Nevevî merhum: “Bir adam “en faziletli günde karım boş olsun” diye talak verse, Şâfiî ulemasının bir kavline göre, hanımı arefe günü boş olur. Diğer bir kavline göre cum´a günü boş olur” der.
2- İkinci hadis, arafe gününü cum´a ile kıyaslar. Cum´a´nın da fazileti teyid edilir. 4568 numaralı hadiste de görüleceği üzere, bir kısım hadislerde cum´a gününün fazileti de hadislerde teyiden, tekiden beyan edilmiştir. Bazı alimler haftanın en efdal günü cum´adır diye “hafta” ile kayıtlamak suretiyle bu iki hadis arasını telif etmiştir.
Cum´a günü le ilgili bir kısım açıklamayı, az ileride yer verilecek olan cum´a günü ile ilgili bahse bırakıyoruz.[423]
* NISF-U ŞA´BAN
ـ4567 ـ1ـ عن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ # يَنْزِلُ اللّهُ تَعالى لَيْلَةَ النِّصْفِ مِنْ شَعْبَانَ الى سَمَاءِ الدُّنْيَا فَيَغْفِرُ ‘كْثَرَ مِنْ
عَدَدِ شَعْرِ غَنَمِ كَلْبٍ[. أخرجه الترمذي؛ وزاد رزين: »مِمَّنِ اسْتَحَقّ النَّارَ« .
1. (4567)- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Allah Teâla Hazretleri, Nısf-u Şa´ban gecesinde dünya semasına iner ve Kelb Kabîlesinin koyunlarının tüyünün adedinden daha çok sayıda günahı affeder.” [Tirmizî, Savm 39, (739); Rezin bu rivayete “Ateşe müstehak olanlardan” ziyadesini kaydetmiştir.][424]
AÇIKLAMA:
1- Bu hadis nısf-ı Şaban gecesinin faziletini beyan etmektedir. Nısf, “yarı” demek olduğuna göre, nısf-u Şa´ban, Şa´ban ayının ortasındaki günün gecesi demek olur. Bu gece Şaban´ın onbeşinci gecesidir, Bereat gecesi de denir.
2- Hadis metin olarak: “…Kelb kabilesinin koyunlarının tüyünden daha çok sayıda insana mağfiret eder” şeklinde anlaşılmaya elverişlidir. Hatta Rezin´in ibaresi de bu manayı teyid eder. Ancak alimler o miktarda Ashabın bulunmayışını gözönüne alarak tercümede kaydettiğimiz üzere “Kelb kabilesinin koyunlarının tüyünün adedinden daha çok sayıda günahı affeder” şeklinde anlamayı tercih etmişlerdir. Kelb kabilesinin koyunlarının zikri, “Onlar, koyun beslemede diğer kabilelerden ileri oldukları içindir” denmiştir. Böylece Allah´ın rahmet ve mağfiretinin çokluğu daha iyi ifade edilmiş olmaktadır.[425]
* CUMA GÜNÜ
ـ4568 ـ1ـ عن أوس بن أوس رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: إنَّ مِنْ أفْضَلِ أيَّامِكُمْ يَوْمَ الْجُمُعَةِ، فِيهِ خُلِقَ آدَمُ عَلَيْهِ السََّمُ، وَفِيهِ قُبِضَ، وَفِيهِ النَّفْحَةُ، وَفِيهِ الصَّعْقَةُ، فأكْثِرُوا عَليّ مِنَ الصََّةِ فيهِ، فإنَّ صََتَكُمْ مَعْرُوضَةٌ عَليّ. قَالُوا: وَكَيْفَ تُعْرَضُ عَلَيْكَ صََتُنَا؟ وَقَدْ أرِمْتَ ]أىْ بَلِيتَ[ فقَالَ: إنَّ اللّهَ تعالى حَرَّمَ عَلى ا‘رْضِ أنْ تَأكُلَ أجْسَادَ ا‘نْبِيَاءِ[. أخرجه أبو داود والنسائي.
1. (4568)- Evs İbnu Evs (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Cum´a, en hayırlı günlerinizden biridir. Hz. Adem aleyhisselam(ın toprağı) o gün yaratıldı, o gün kabzedildi. (Kıyamette Sur´a) o gün üflenecek, sayha da o günde olacak. Öyleyse o gün bana salavatı çok okuyun. Zira salavatlarınız bana arzedilir.”
Orada bulunanlar:
“Salavatlarımız size nasıl arzedilir Siz çürümüş olacaksınız!” dediler. Aleyhissalâtu vesselâm:
“Allah Teala Hazretleri, Arz´a peygamberlerin cesetlerini yemeyi haram kıldı!” buyurdular.” [Ebû Davud, Salat 207, (1047); Nesaî, Cum´a 5, (3, 91, 92).][426]
AÇIKLAMA:
1- Bu hadiste, cum´a gününün, en hayırlı günlerden biri olduğu ifade edilir, “en hayırlı gündür” denmez. Aliyyu´l-Karî, bu ifadeye dayanarak: “Hadiste, arafe gününün en efdal veya cum´a´ya müsavi olduğuna bir işaret vardır” der.
2- Bazı alimler, hadiste geçen nefha (üfleme)dan muradın ikinci nefha, yani iyileri ebedi cennete ulaştıracak olan nefha olduğunu söylemiştir. Bazıları da “Birinci nefhadır, çünkü o, Kıyametin başlangıcı, ikinci yaratılışın bidayetidir” denmiştir.
3- Sayha´dan maksad, insanları korkudan öldürecek bir çığlıktır. Bu çığlık birinci nefhanın adıdır. Bir bakıma az önce “nefha” diye söylenen hadise sa´ka (sayha) diye tekrar edilmiş olmaktadır. Önceki, ikinci nefha kabul edilince sa´ka ile birinci nefhayı anlamak muvafık olur. Resûlullah cum´a gününün faziletli oluşunun sebebini açıklama sadedinde, o gün cereyan etmiş ve edecek başka durumlar da zikreder: “Onda duaların mutlaka kabul gördüğü bir saat var. Cum´a Resûlullah´ın vakfe yaptığı gündür. O gün dünyanın her tarafında insanlar hutbe ve namaz için toplanırlar, bu haccdaki toplanmaya ve Kıyamet günündeki hesap vermek üzere vukua gelecek toplanmaya da muvafık düştüğünden cum´a günü bayram günüdür. Bu sebeple cuma günü toplanmak, hutbe okumak teşri edilmiştir. Ta ki, o vesile ile mebde´ ve meâd, cennet ve cehennem hatırlanmış olsun. Bu sebeple, cum´a sabahı Secde ve Hel etaâ (insan) surelerinin okunması sünnettir. Çünkü bu surelerde bu günde olmuş ve olacak olan şeylerinzikri var: Hz. Adem´in yaratılışı, mebde ve mead gibi. Bu sebeple cum´a´da yapılan ibadetler diğer günlerde yapılanlardan efdaldir. Hatta, facir kimseler bile cum´a gününe ve gecesine hürmet ederler. Ayrıca cum´a günü, cennetteki Yevmü´l-Mezid´e dahi muvafakat etmektedir. [Bu gün cennet ehlinin misk tepeleri üzerinde toplanacakları müstesna bir gündür.] Bu sebeplerle cum´a vakfesi diğer vakfelere üstündür. Ne var ki “cum´a´ya rastlayan vakfenin 72 hacca bedel olduğu” şeklinde şüyû bulan haber batıldır, hadiste bir dayanağı yoktur. “Allah indinde ünlerin en hayırlısı cum´a günüdür” hadisi haftanın en hayırlı gününü tesbit eder. Yılın en efdal günü arafe ve kurban günüdür. Şâfiî´ye göre bunlardan en efdali arafe´dir. Zira o gün tutulan oruç iki yıllık günaha kefaret olur. Ayrıca Allah o gün en fazla azadda bulunmakta ve vakfede duranlarla melâikeye iftihar etmektedir. Bazıları da: “Kurban günü efdaldir, o gün tazarru ve tevbe edilir, ziyaretler, gidipgelmeler icra edilir” demiştir.” [Münavî]
4- Salâvatın Resulullaha´a arzı, onun cum´a günü makbul olarak arzedilmesi demektir. Cum´a günü ve gecesi salavat okumanın faziletli ile igili rivayetler çoktur. Aslında salavat her zaman için makbul bir duadır, melekler vasıtasıyla Aleyhissalâtu vesselâm´a ulaşmaktadır. Cum´a günü bu amel daha çok fazilet kazanmaktadır.
5- Hadisin sonunda Resûlullah peygamberlerin kabirlerinde çürümediğini ifade etmektedir. Alimler bu mesele üzerinde tahkike dayalı olarak: Peygamberlerin, tıpkı melekler gibi yiyip içmeye muhtaç olmaksızın kabirlerinde diri olduğunu, ibadet ve namazla meşgul bulunduklarını kabul ederler. Bu cümleden olarak resulullah da kabrinde sağdır ve ümmetinin taatiyle sürur duymaktadır. Alimler, diğer ölülerin de kabirlerinde ilim ve işitme gibi mutlak bir idrak sahibi olduklarını söylerler. Nitekim İbnu Abbâs, Resûlullah´ın şu sözünü rivayet etmiştir. “Bir kimse, dünyada iken tanıdığı mü´min bir kardeşinin kabrine uğrayıp selam verse kabirdeki onu mutlaka tanır ve selamına mukabele eder.” Resûlullah´ın, Baki mezarlığına sıkça uğrayıp ölülere selam verdiği bilinmektedir. Kur´an-ı Kerim şehidlerin bile diri olduklarını, rızıklandırıldıklarını söylemektedir. Bu durumda peygamberlerin kabirdeki hayatlarını istib´ad etmek abes olur. Resûlullah “Peygamberler kabirlerinde diridirler” hadisi sabit rivayetlerdendir. [427]
ـ4569 ـ2ـ وعن ابْنِ عُمَرَ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قَالَ: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ # مَا مِنْ مُسْلِمٍ يَمُوتُ لََيْلَةَ الْجُمُعَةِ أوْ يَوْمَ الْجُمُعَةِ إَّ وَقَاهُ اللّهُ فِتْنَةَ الْقَبْرِ[. أخرجه الترمذي .
2. (4569)- İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Cum´a gecesi veya cum´a günü vefat eden hiçbir müslüman yoktur ki, Allah onu kabir fitnesinden korumamış olsun.” [Tirmizî, Cenaiz 72, (1074).][428]
AÇIKLAMA:
1- Fitne kelimesi ayet ve hadislerde pekçok manada kullanılmıştır: Kargaşa, fesad, azab, sual ve imtihan, cünun gibi. Sadedinde olduğumuz hadiste azab ve sual manası daha muvafık gözükmektedir.
2- Hadis, Tirmizî´nin diğer Kütüb-i Sitte imamlarına teferrüd ettiği bir rivayet ise de bu manayı te´yid eden şevahid dediğimiz başka rivayetler diğer kaynaklarda gelmiştir. Aliyyu´l-Karî, Mirkat´da hadisi açıklarken ulemanın bazı yorumlarına yer verir. Kurtubî´den kaydedilen bir açıklama şöyle: “Bu (ve bunu te´yid eden) ve kabir sualini nefyeden hadisler, kabir suali üzerine daha önce kaydettiğimiz hadislere muaraza etmez. Yani bunlar onlara zıtlık arzetmezler, belki tahsis ederler ve kabrinde kimlerin hesaba çekilmeyeceğini ve azab görmeyeceğini, kimlere sual icra edilip sıkıntılı hallere maruz kalacağını açıklar. Bu meselelerin hiçbiri kıyasa girmez, içtihadla, ferdi mülahaza ile hükme medar edilemez, (sadece vahiyle söz söylenebilir). Öyleyse o hususlarda Sadıku´l-Masduk olan Resul-i Ekrem (aleyhissalâtu vesselâm)´ın söylediğini aynen kabul ve tasdik etmek gerekir.” Hakimu´t-Tirmizî de şöyle demiştir: “Kim cum´a günü vefat ederse, onun Allah indinde mevcut olan (esrarındaki) kapak açılır. Çünkü cum´a günü cehennem yakılmaz, kapıları kapatılır, o gün ateşin sultanı, diğer günlerde yaptığını yapmaz. Öyleyse Allah bir kulunun ruhunu Cum´a gününde kabzederse bu onun saadetine ve iyi bir âkibete erdiğine delil olur. Zira Allah Teala Hazretleri bu günde, yanında ehl-i saadet diye yazdığı kimselerin ruhunu kabzeder. Bu sebepledir ki onu kabir fitnesinden korur. Bunun da sebebi, münafığı mü´minden ayırdetmektedir.” Suyutî buna ilaveten der ki: “Cum´a günü ölene şehid ecri verilecektir. Şehidlerle ilgili kaideye göre onlara sual yoktur, nitekim hadiste:
“Kim cuma günü veya gecesi ölecek olsa kabir azabından korunur, kıyamet günü de, üzerinde şehid mühürü olduğu halde gelir” buyrulmuştur.”
Cum´a günü ölenin şehid sayılacağı, kabir fitnesinden korunacağı hususunda başka rivayetler de var. Bu kadarı ile yetiniyoruz.[429]
ـ4570 ـ3ـ وعن أبى هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]ذَكَرَ النَّبِىُّ # يَوْمَ الْجُمُعَةِ فقَالَ: فيهِ سَاعَةٌ َ يُوَافِقُهَا عَبْدٌ مُسْلِمٌ وَهُوَ قَائِمٌ يُصَلِّى يَسْألُ اللّهَ تَعالى شَيْئاً إَّ أعْطَاهُ إيّاهُ وَأشَارَ بِيَدِهِ، يُقَلِّلُهَا[. أخرجه الثثة والنسائي .
3. (4570)- Hz. Ebû Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) cum´a gününden bahis açıp dedi ki:
“Onda bir saat vardır; müslüman bir kul namaz kılar olduğu halde, o saate erse, Allah´tan her ne istemişse onu Allah kendisine mutlaka verir.” Bunu söylerken [Resûlullah] eliyle o vaktin azlığını işaretliyordu.” [Buharî, Cum´a 37, Talak 24, Da´avat 61; Müslim, Cum´a 13, (852); Muvatta, CUm´a 15, (1, 108); Nesaî, Cum´a 45, (3, 115, 116).][430]
AÇIKLAMA:
1- Bu hadis cum´a gününün en mümtaz yönlerinden birini nazara vermektedir: Duaların kabul edildiği bir saat. O saat yakalandığı takdirde kişi, “hayır nevinden” veya “Allah´tan talep edilmesi meşru olan”, “günaha, harama girmeyen” her ne isterse Allah o duayı yerine getirecektir.
Bu kıymeti ve bereketi büyük vaktin kısalığına hadiste dikkat çekilmiştir. Esasen hadis metninde geçen saat kelimesi, bugün anladığımız gibi altmış dakikalık bir zaman dilimini ifade etmez. “Müddet, “kısa bir zaman” manasına gelir. Kısalığına ayrıca dikkat çekilmesi, o anı yakalamak için son derece dikkatli ve uyanık olması gereğini tebarüz ettirir.
2- Diğer bir husus, bu vaktin yirmidört saatlik günün hangi vakitlerine rastlamaktadır. O da belli değil; gecede mi, gündüzde mi, bunların hangi vakitlerinde Seherde mi, kuşluk, öğle, ikindi, akşam veya yatsıda mı Belli değil.
İbnu Hacer, bu hususta -bir kısmı merdud olan- tam 42 ayrı görüşü kaydeder ve münakaşasını yapar. Gece ve gündüzün nerdeyse belli başlı bütün vakitlerine yer veren bu görüşlere burada yer vermeyeceğiz. Umumiyetle kabul gören iki rivayetten birine göre bu saat hatibin minbere oturması ile namazdan çıkması arasında geçen müddettir; diğerine göre ise, ikindi vaktinden sonra güneşin batmasına kadar geçen zamandır. Bu ikinci görüşte olan Ebû Hureyre, Abdullah İbnu Selam´ın: “O saat namaz vakti değildir. Halbuki “namaz halinde olan mü´minin duası makbuldür” şeklinde yaptığı itiraza bir başka nassla cevap vermiş, “namaz bekleyen kişinin, namaz kılan (musalli) hükmünde olacağı”nı hatırlatmıştır.
Hutbe esnasında “namazda olunmadığı” ileri sürülerek, birinci görüşe de itiraz yapılmıştır. Ancak bu itiraza da “namaz” manasına kullanılmış olan salat kelimesinin dua manasına da geldiği belirtilerek cevap verilmiştir. Keza metinde geçen kıyam (namaza durmuş olma hali) tabiri de devam´a hamledilmiştir. Böyle olunca “kaim”le “musalli”nin ifade edilme hadisesi bir parça ile onun bütününün (cüz ile küllü) ifade edilmesi nevinden bir hadise olmaktadır. Çünkü kıyam hali de namazın bir parçasıdır; tıpkı, rükü, sücud ve teşehhüdün de namazın diğer halleri olması gibi.
Kayda değer bir görüşe göre, bu saat cum´a gününün tamamına gizlenmiştir, tıpkı, Kadir Gecesi´nin son onda gizlenmesi, İsm-i A´zam´ın esmau´l-Hüsna´da gizlenmesi gibi, İbnu Ömer: “Bir hacetin bir gün içinde talebi kolay bir iştir” der ve ilave eder: “Bunun manası, cum´a gününün tamamında duaya devam gereğidir; duanın kabul edildiği ana rastlamak için bütün gün dua edilmiş olur.” Ka´b İbnu Malik, “bir grup, anlaşarak cum´a gününü dua etmek üzere taksim etseler, bu saate daha kolay erişirler der. Birçok alim de hadisi: “Cum´a günü, icabet saatine tesadüf etme ümidiyle çok dua etmek müstehabtır” diye yorumlamıştır.
3- İbnu Hacer, yapılabilecek bir itirazı kaydeder ve cevaplandırır: “Şayet: “Hadisin zahiri, her duaya, zikri geçen şartlar tahtında icabet edileceğini ifade ediyor. Halbuki, vakit, beldeden beldeye değişmektedir. Bu durumda namaz kılanların bir kısmı diğerine nazaran erken davranacaktır. Dualara icabet saati ise vakte bağlıdır. Öyleyse bu zaman ihtilafı ile farklı beldelerdeki duaların makbuliyeti nasıl tahakkuk eder ” denirse cevabımız şudur: “İcabet saatini her musallinin kendi fiiline bağlı olması muhtemeldir. Nitekim benzer hüküm mekruh vakitler için de söylenir.” [431]
ـ4571 ـ4ـ وعن أبى بُرْدَةَ عن أبيه أبى مُوسى ا‘شْعَرى رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]سَمِعْتُ رَسُولَ اللّهِ # يَقُولُ: هِىَ مَا بَيْنَ أنْ يَجْلِسَ ا“مَامُ الى أنْ تَنْقَضِى الصََّةُ[. أخرجه مسلم وأبو داود .
4. (4571)- Ebû Bürde, babası Ebû Musa el-Eş´arî (radıyallahu anh)´ tan naklediyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın: “Cum´adaki icabet saati imamın minbere oturduğu anla, namazdan çıkması anına kadar geçen vakittir” dediğini işittim.” [Müslim, Cum´a 16, (853); Ebû davud, Salat 208, (1049).][432]
ـ4572 ـ5ـ وعن أنس رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]اَلْتَمِسُوا السَّاعَةَ الَّتِى تُرجى يَوْمَ الْجُمْعَةِ بَعْدَ الْعَصْرِ الى غَيْبُوبَةِ الشَّفَقِ[. أخرجه الترمذي .
5. (4572)- Hz. Enes (radıyallahu anh) demiştir ki: “Cuma günü, (duaların kabul edileceği) ümit edilen saati, ikindi namazından sonra güneşin ufuktan kaybolması anına kadar arayın.” [Tirmizî, Salat 354, (489).][433]
AÇIKLAMA:
Cuma günündeki saat-i icabenin hangi vakitte olduğu hususunda ileri sürülen kırkı mütecaviz görüş içerisinde iki tanesinin en meşhur ve en makbul addedildiğini yukarıda kaydetmiş idik. Yukarıda kaydedilen iki hadis mezkur iki görüşün delillerini teşkil ederler. İbnu Hacer bu iki görüş haricinde kalanların ya bunlara muvafık olduğunu, yahut da isnadının zayıf olduğunu, yahut da görüş sahibinin, onu merfu hadise dayandırmadan şahsî içtihadına nisbet ettiğini belirtir. Ebû Said (radıyallahu anh)´ın bir rivayetinde, Aleyhissalâtu vesselâm, soru üzerine bu saat-i icabenin kendisine öğretildikten sonra unutturulduğunu söylemiştir. Şarihler sadedinde olduğumuz bu iki hadisle Ebû Said hadisi arasında tearuzdan bahsedilemeyeceğini belirtirler. “Çünkü der Beyhakî, bu iki hadisin ravileri, o vakti, Aleyhissalâtu vesselâm´dan unutturulmazdan önce öğrenmiş olmaları mümkündür.”
Selef ulamâsı, ayrıca bu iki vakitten hangisinin müreccah olduğu hususunu da araştırmıştır. İmam Müslim: “Ebû Musa hadisi, bu babtaki rivayetlerin en sahihidir” demiştir. Bayhakî, İbnu´l-Arabî, Kurtubî, Nevevî vs. pek çok alim bu görüşü tercih etmiştir.
Bir kısım alimler de Abdullah İbnu Selam´ın tercihini kabul etmiştir. Ahmed İbnu Hanbel, İbnu Abdi´l-Berr, Said İbnu Mansur, İshak İbnu Rahuye bunlardandır. İbnu Abdilberr, bu saat-ı icabeyi yakalama şansını kuvvetlendirmek için mezkur iki vaktin her ikisinde de dua hususunda gayret göstermek gerekir kanaatini beyan etmiştir. Buna muvafık olarak bazı alimler: “Saat-i icabet bu iki vakitten birindedir. Bunlar birbirlerine muarız da değiller. Zîra Aleyhissalâtu vesselâm´ın, o iki sahabiden her birine, ayrı ayrı vakitlerde, mezkur irşadda bulunmuş olması ihtimalden uzak değildir” demiştir.[434]
* MUHARREM
ـ4573 ـ1ـ عن أبى هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: أفْضَلُ الصِّيَامِ بَعْدَ رَمَضَانَ شَهْرُ اللّهِ الْمُحَرَّمُ، وَأفْضَلُ الصََّةِ بَعْدَ الْمُكْتُوبَةِ صََةُ اللَّيْلِ[. أخرجه الخمسة إ البخاري .
1. (4573)- Ebû Hüreyre (radıyallahu anh) enlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Ramazan ayından sonra en faziletli oruç (ayı) şehrullah olan Muharrem ayıdır. Farz namazdan sonra en efdal namaz da gece namazıdır.” [Müslim, Sıyam 202, (1163); Ebû Davud, Savm 55, (2429); Tirmizî, Salat 324, (438); Nesâî, Kıyamu´l-Leyl 7, (3, 207, 208).][435]
AÇIKLAMA:
1- Muharrem ayına, Şehrullah yani Allah´ın ayı denmesi, onun şanını yüceltmek ve tazim içindir. Tîbî, şehrullah orucu ile kastedilen şeyin, Aşura orucu olduğunu söyler. Ancak Aliyyu´l-Karî, bununla Muharrem ayının tamamının kastedildiğini ileri sürer. Hadisin ıtlâkı Aliyyu´l-Kari´nin haklı olduğunu göstermektedir.
2- Bu hadis, ayrıca geceleyin kılınan teheccüd namazının diğer nafilelerden ve hatta farz namazlarla birlikte kılınan revatib nafilelerden daha faziletli olduğunu ifade etmektedir. Şafiî alimlerinden Ebû İshak el-Mervezî ve ona tabi olan bir grup alim, sadedinde olduğumuz hadisin zahirini esas alarak bu görüşü benimsemişlerdir. Ancak çoğunluk “Revatib nafileleri efdaldir” demiştir. Nevevî, bu hadisin hükmüne göre önceki görüşün akva ve evfak olduğunu söyler.Tîbî de Nevevî´yi teyid eden bir değerlendirme ile der ki: “Hayatıma yemin olsun, teheccüt namazının hiçbir fazileti olmasa bile, ona fazilet olarak şu ayetlerdeki ifade kâfidir. (Meâlen): “Gece vakti de uyanıp, sadece sana mahsus fazladan bir ibadet olarak teheccüd namazını kıl. Umulur ki, Rabin, seni övülmüş bir makam olan en büyük şefaat makamına kavuşturur” İsra 79). “Onlar ibadet etmek için gece vakti yataklarından kalkar. Rablerinin azabından korkarak ve rahmetini ümid ederek O´na dua ederler…” (Secde 16).
Teheccüd namazına daha önce temas ettik (3002-3015. hadisler. En sonda genişçe açıklama yapıldı).[436]
ـ4574 ـ2ـ وعن علي رَضِيَ اللّهُ عَنْه، وَسَألَهُ رَجُلٌ ]أىُّ شَهْرِ تَأمُرُنِى أنْ أصُومَ بَعْدَ رَمََضَانَ؟ فقَالَ: مَا سَمِعْتُ أحَداً يَسْألُ عَنْ هذَا إَّ رَجًُ سَألَ رَسُولَ اللّهِ # وَأنَا عِنْدَهُ. فقَالَ يَا رَسُولَ اللّهِ: أىُّ شَهْرٍ تَأمُرُنِى أنْ أصُومَ بَعْدَ رَمضَانَ. فقَالَ: إنْ كُنْتَ صَائِماً بَعْدَ رَمضَانَ فَصُمِ الْمُحَرَّمَ فإنَّهُ شَهْرُ اللّهِ، فيهِ يَوْمٌ تَابَ اللّهُ فيهِ عَلى قَوْمٍ، وَيَتُوبُ اللّهُ فيهِ عَلى قَوْمٍ آخَرِينَ[. أخرجه الترمذي .
2. (4574)- Hz. Ali (radıyallahu anh)´ın anlattığına göre bir adam ona sorar:
“Ramazandan sonra hangi ayda oruç tutmamı tavsiye edersiniz ”
Ali (radıyallahu anh) şu cevabı verir:
“Ben bu soruyu Resûlullah´a soran kimseye rastlamamıştım. Nihayet bir adam sordu. O zaman ben de yanlarında idim. Dedi ki: “Ey Alah´ ın Resulü! Ramazandan sonra hangi ayda oruç tutmamı tavsiye edersiniz ” Şu cevabı lutfettiler:
“Ramazan dışında da oruç tutmak istersen Muharrem ayında tut. Çünkü o Şehrullah (Allah´ın ayı)dır. O ayda bir gün vardır ki, Allah onda bir kavmin günahlarını affetti, bir başka kavmin günahını da affedecek.” [Tirmizî, Savm 40, (741).][437]
AÇIKLAMA:
Burada, Allah´ın mağfiret ettiği belirtilen kavim, Hz. Musa (aleyhissalâtu vesselâm)´ın kavmidir. Beni İsrail´in Firavun´dan kurtarılışı, Firavun ve ordusunun denizde boğulması maksuddur.[438]
* GECE
ـ4575 ـ1ـ عن جابرٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]سَمِعْتُ رَسُولَ اللّهِ # يَقُولُ: إنَّ في اللَّيْلِ سَاعَةً َ يُوَافِقُهَا رَجُلٌ مُسْلمٌ يَسْألُ اللّهَ خَيْراً مِنْ أمْرِ الدُّنْيَا أوِ اŒخِرَةِ إَّ أعْطَاهُ إيَّاهُ، وذلِكَ كُلَّ لَيْلَةٍ[. أخرجه مسلم .
1. (4576)- Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Gecede bir saat vardır ki, müslüman bir kimsenin Allah´tan, dünya veya ahirete müteallik bir hayır talebi, o saate rastlarsa, Allah dilediğini ona mutlaka verir. Bu saat her gecede vardır.” [Müslim, Müsafirin 166, (757).][439]
AÇIKLAMA:
Bu hadis, her gecede bir saat-ı icabe olduğunu ifade etmektedir. Bir saatin vakti belli değildir. Ancak bazı rivayetlerde, bu saatin gecenin yarısından sonra veya son üçte birinde olduğuna karine teşkil eder. Zira Aleyhissalâtu vesselâm bu zamanlarda gece ibadeti yapmıştır. Kimin duası bu saate rastlarsa mutlaka kabul edileceğini hadis garanti etmekte ve gece ibadetine teşvik buyurmaktadır. Gecenin gündüzden efdal olduğunu söyleyen alimlerin delillerinden biri de bu hadistir. Müzzemmil sûresi de mü´minleri gece ibadetine teşvik etmekte, değişik şartlara göre gece ibadetinin zamanını, miktarını belirtmektedir. Gündüzde saat-ı icabe sadece cum´a günü mevzubahis olduğuna göre, ibadet açısından gecenin efdaliyeti inkar edilemez. [440]
İKİNCİ FASIL
FAZİLETLİ MEKANLAR
(Bu fasılda üç fer´ vardır.)
BİRİNCİ FER´
MEKKE´NİN FAZİLETİ
*
İKİNCİ FER´
MEDİNE-İ MÜNEVVERE´NİN FAZİLETİ
*
KUBA MESCİDİ
*
UHUD DAGI
*
AKİK VE ZÜ´L-HULEYFE
*
ÜÇÜNCÜ FER´
YERYÜZÜNDE FAZİLETLİ YERLER
*
HİCAZ
*
ARAP YARIMADASI
*
YEMEN-ŞAM
*
BEYTU´L-MAKDİS (KUDÜS)
*
VECC (TAİF)
*
MESCİDÜ´L-İŞÂR
*
BAZI NEHİRLER
BİRİNCİ FER´
MEKKE´NİN FAZİLETİ
ـ4576 ـ1ـ عن أبى ذرٍّ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: إنَّ أوَّلَ بَيْتٍ وُضِعَ لِلنَّاسِ لِلَّذى بِبَكَّةَ مُبَارَكاً يُصَلّى فيهِ الْكَعْبَةُ. قُلْتُ: ثُمَّ أىٌّ؟. قَالَ: الْمَسْجِدُ ا‘قْصى. قُلْتُ: كَمْ كَانَ بَيْنَهُمَا؟. قَالَ أرْبَعُونَ عَاماً[. أخرجه الشيخان والنسائي .
1. (4576)- Hz. Ebû Zerr (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Şurası muhakkak ki, (yeryüzündeki) ilk ev, mübarek olsun ve içinde namaz kılınsın diye Mekke´de inşâ edilen Kâ´be´ dir” buyurdular.
Ben: “Sonra hangisi ” diye sordum. “Mescid-i Aksa” buyurdular. Ben: “İkisi arasında ne kadar fark var ” dedim. “Kırk yıl!” buyurdular.” [Buharî, Enbiyâ 8, 40; Müslim, Mesâcid 2, (520); Nesâî, Mesâcid 3, (2, 32).][441]
AÇIKLAMA:
1- Bu hadis, Kâ´be´nin, yeryüzünde inşâ edilen ilk mâbed olma hususiyetini taşıdığını belirtmektedir. Bu mânâ hadisin sadedinde olduğumuz veçhinde sarîh olarak görülmez ise de, İshak İbnu Râhuye ve İbnu Ebî Hâtim´in rivayetlerinde sarahatle ifade edilmişti: “Kâ´be´den önce evler vardı. Ancak Kâ´be, ibadet için yapılan ilk ev idi.”
2- Mescid-i Aksa, Beyt-ü Makadîs´in adıdır. Aksâ, uzak mânâsına gelir. Kâ´be´ye uzaklığı sebebiyle ona bu isim verilmiştir. “Ondan sonra ibadet mahalli olmadığı için de böyle tesmiye edildiğini” söyleyen de olmuştur. Kezâ: “Kazurât ve pisliklerden uzak olduğu için de bu adı aldığı” söylenmiştir. Nitekim, makdis “pislikten arınmış” mânasına da gelir.
3- Kâ´be´nin inşaatı ile Beytu´l-Makdis´in inşaatı arasnıda kırk yıl olmasını İbnu´l-Cevzî müşkil bulur. “Zira der, Kâ´be´yi Hz. İbrahim, öbürünü Hz. Süleyman inşâ etmiştir. İkisi arasında ise bin yıllık zaman farkı vardır.” Âlimler, başka rivayetlerdeki sarahatleri de değerlendirerek, Kâ´be´nin Hz. Âdem aleyhisselâm, Mescid-i Aksa´nın da Adem´in oğuilları tarafından yapıldığını ve ikisi arasında kırk yıl bulunduğunu söylemişlerdir. Öyleyse Hz. İbrahim ve Hz. Süleyman´ın inşaatları muahhardır ve önceki temel üzerine bir imar veya bir genişletme ameliyesidir, seferden başlama ameliyesi değildir. Bu yoruma ihtimal verdikçe Hz. İbrahim´le Hz. Süleyman arasında varlığı söylenen bin yıllık fark, ehemmiyetini kaybeder.
Kâ´be´nin inşaatı meselesine daha önce genişçe yer verdik.[442]
ـ4577 ـ2ـ وعن ابْنِ عبّاسٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: نَزَلَ الْحَجَرُ ا‘سْوَدُ مِنَ الْجَنَّةِ، وَهُوَ أشَدُّ بَيَاضاً مِنَ اللّبَنِ، وَإنَّمَا سَوَّدَتْهُ خَطَايَا بَنِى آدَمَ[. أخرجه الترمذي وصححه والنسائي، وهذا لفظُ الترمذي. ولفظُ النسائي »الحَجَرُ ا‘سْوَدُ مِنَ الْجَنَّةِ« .
2. (4577)- İbnu Abbâs (radıyallahu anümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Haceru´l-Esved, cennetten indi. İndiği vakit sütten beyazdı. Onu insanların günahları kararttı.” [Tirmizî, Hacc, 40, (877).][443]
AÇIKLAMA:
Aliyyu´l-Kârî, hadisin zahirine hamledilmesi gerektiğini belirterek, “Hacerü´l-Esved´in, kendisine değen insanların günahları sebebiyle siyahlaştığını” söyler ve “Buna ne aklî ne de naklî yönden bir engel yok” der. Ancak bazı Hanefî âlimleri de şöyle demiştir: “Bu hadisle, Hacerü´l-Esved´in şânını yüceltme, hata ve günahları da kötülemede mübalağa murad edilmiş olması muhtemeldir. Öyleyse mana şöyledir: “Hacerü´l-Esved, kendisinde bulunan şeref, keramet, uğur ve bereketle cennetin cevâhirine iştirak etmiş olmaktadır. Sanki o, cennetten bu hal üzere indi. İnsanoğlunun günahları cansızlara tesir ederek, beyazı siyaha çevirecek durumdadır. Durum böyle olunca insanların kalplerine ne yapmaz ” Veya: “Madem ki o taş hataları örtücü, günahları mahvedicidir, öyleyse sanki cennettendir. Keza insanoğlunun günahlarını çokça yüklenmesi sebebiyle, sanki aslen şiddetli beyaz olduğu halde, hatalar onu karattı. Bu söylenen durumu teyid eden hususlardan biri şudur: Onda beyaz noktalar vardı. Siyahlar birikerek galebe çaldı. Hadiste gelmiştir ki: “Kul günah işleyince kalbinde siyah bir leke hasıl olur. Günah işledikçe başka siyah noktalar meydana gelir. Bu hal böyle devam eder ve kalbi tamamen siyahlaşır ve o kimse şu âyetin haber verdiği takımdan olur: “Asla! Doğrusu onların kazandıkları günahlar, birike birike kalplerini kaplayıp karartmıştır” (Mutaffifin 14). Velhasıl, Hacerü´l-Esved, son derece saf, beyaz ayna menzilesindedir. Eşyadan münasib olmayanların temasıyla hemen değişikliğe uğrayıp bütün cüzlerini siyahlaştırmaktadır. Akıl sahiplerini icmaı ile sohbet bile Hacerü´l-Esved´e tesir etmektedir.”
İbnu Hacer der ki: “Bazı mülhidler bu hadise itiraz ederek: “Nasıl olur da müşriklerin hatası bu taşı siyahlandırırken, ehl-i tevhidin taatı beyazlatmıyor ” Bu itiraza İbnu Kuteybe´nin sözüyle cevap verilir:” Allah dileseydi bu da olurdu. Allah âdetini şöyle icra ediyor: “Siyah, boyuyor, beyazla bilakis boyanıp beyazlaşmıyor ” Muhibbu´t-Taberî de şöyle demiştir: “Onun siyah olarak kalmasında basiret sahiplerine ibret var. Zira, eğer hatalar sert taş üzerinde tesir halkederse, kalp üzerindeki tesiri daha şiddetli olur. İbnu Abbâs´tan rivayet edilir ki, o siyaha çevrilmiştir; ta ki, dünyada ehl-i cennet zinetine bakmasınlar. Eğer bu rivayet sâbit (sahîh) ise gerçek cevap budur.”[444]
ـ4578 ـ3ـ وعن ابْنِ عمرِو بْنِ الْعَاصِ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: إنَّ الرُّكْنَ وَالْمَقَامَ يُاقُوتَتَانِ مِنْ يَواقِيتِ الْجَنَّةِ طَمَسَ اللّهُ نُورَهُمَا، وَلَوْ لَمْ يَطْمِسْ نُورَهُمَا ‘ضَاءَتَا مَا بَيْنَ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ[. أخرجه الترمذي .
3. (4578)- İbnu Amr İbnu´l-Âs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Rükn ve makam iki cennet yakutu idiler. Allah onların nurlarını aldı. Eğer onların nurlarını almamış olsaydı, o ikisi mağrible maşrık arasını aydınlatırdı.” [Tirmizî, Hacc 49, (878).][445]
AÇIKLAMA:
1- Rüknden maksad Hacer-i Esved´dir. Makamdan maksad da Makam-ı İbrahîmdir. Hadis bu iki mukaddesin cennet yakutlarından olduğunu ifade etmektedir.
Bunların nurunun alınmasını, Aliyyu´l-Kârî “Müşriklerin onlara temasları sebebiyle” diye izah eder ve “Buradaki hikmet de imanın aynî değil, gaybî olması için” der.[446]
ـ4579 ـ4ـ وعن الخُدْري رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: لَيُحَجَّنَّ هذَا الْبَيْتُ وَلَيُعْتَمَرنَّ بَعْدَ يَأجُوجَ وَمَأجُوجَ[. أخرجه البخاري .
4. (4579)- el-Hudrî (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Bu Beyt´e Ye´cüc ve Me´cüc´den sonra da hacc yapılacak umre icra edilecek.” [Buharî, Hacc 47).][447]
AÇIKLAMA:
Bu hadis, Kıyamet alametlerinden olan Ye´cüc ve Me´cüc´ün zuhurundan sonra da Kâ´be´ye hacc ve umre ziyaretlerinin devam edeceğini, Kâ´be´nin Kıyamete kadar ziyaret edilmekten mahrum kalmayacağını belirtmektedir. Ancak “Kıyamet, Beyt´e haccın terkine kadar kopmaz” hadisi ile bu hadis tearuz eder. Bunu İbnu Hacer: “Halkın, Ye´cüc ve Me´cüc´den sonra da haccetmesi, kıyametin kopmasına yakın haccın terkedilmesine mâni değil” diyerek açıklığa kavuşturur.[448]
ـ4580 ـ5ـ وعن أبى هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولَ اللّهِ #: لَيُهِلَّنَّ ابْنُ مَرْيَمَ مِنْ فَجِّ الرَّوْحَاءِ حَاجّاً أوْ مُعْتَمِراً أوْ لَيُثَنِّيَنَّهُمَا مَعاً[. أخرجه مسلم .
5. (4580)- Hz. Ebû Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Vallahi Meryem oğlu (Hz. İsa aleyhisselâm), Feccu´r-Ravhâ nam mevkide, hacc yapmak veya umre yapmak yahut da her ikisini de yapmak için telbiye getirecektir.” [Müslim, Hacc 216, (1252).][449]
AÇIKLAMA:
İslâmî nasslara göre, Hz. İsa aleyhisselâm hayattadır, cism-i dünyevîsi semadadır. Ahir zamanda Deccal´i öldürmek üzere yeryüzüne inecek ve adaleti tesis edecektir Onun getireceği adaletle bolluk artacak, insanlığa refah ve sul-ü umumî gelecektir. Öyle ki zekât alacak fakir kalmayacaktır.
Şu halde, Hz. İsa o zaman hacc yapacaktır. Onun telbiye getireceği Feccu´r-Ravha Mekke-Medine yolu üzerinde, Mekke´ye altı mil kadar uzaklıkta bir yerin adıdır. Resûl-i Ekrem (aleyhissalâtu vesselâm), Bedir gazvesi, Fetih gazvesi ve Veda haccına giderken buradan geçmiştir.[450]
ـ4581 ـ6ـ وعن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: يَغْزُو جَيْشٌ الْكَعْبَةَ فإذَا كَانوا بِبَيْدَاءَ مِنَ ا‘رْضِ يُخْسِفُ بأوَّلِهِمْ وَآخِرِهمْ. قُلْتُ: يَا رَسُولَ اللّهِ كَيْفَ يُخْسَفُ بأوَّلِهِمْ وَآخِرِهِمْ وَفِيهِمْ أسْوَاقُهُمْ وَمَنْ لَيْسَ مِنْهُمْ. قَالَ: يُخْسَفُ بِأوَّلِهِمْ وَآخِرِهِمْ ثُمَّ يُبْعَثُونَ عَلى نِيَّاتِهِمْ[. أخرجه الشيخان. واللّفظ للبخاري.»الَبَيْدَاءُ« ا‘رض الواسعة القفر، وقد جاء أنَّ الْمُراد به الْبَيْدَاءُ الَّتِى بالقرب من المدينة، وهى معروفة بقرب ذى الحليفة .
6. (4581)- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Kâ´be´ye karşı bir ordu, saldırı tertipleyecek. Yerin bir çölüne geldikleri vakit en öndekileri de en sondakileri de (tamamiyle) yere batıracak!” Ben söze girip: “Ey Allah´ın Resûlü, onların içerisinde çarşıpazar (ehli) olanlar, onlardan olma(dığı halde katılan)lar da var. Nasıl olur da hepsi birden yere batırılıp (cezalandırılır) ” dedim. Aleyhisselâtu vesselâm:
“Öndekileri de, arkadakileri de batırılır. Ancak, herbiri niyetlerine göre diriltilir” buyurdular.” [Buharî, Büyu 49; Müslim, Fiten 8, (2884).][451]
AÇIKLAMA:
1- Beydâ çorak, geniş arazi demektir. Ayrıca Beydâ, Medine civarında bir yerin adıdır ve Zü´l-Huzeyfe´ye yakındır. Müslim´in bir rivayetinde, Ebû Ca´fer el-Bâkır hadiste geçen beydâ kelimesiyle Medine yakınlarındaki el-Beydâ´nın kastedildiğini söyler. Müslim´in Hz. Ümmü Seleme (radıyallahu anhâ)´dan kaydettiği bi rivayet, bu hadisin Abdullah İbnu Zübeyr (radıyallahu anhümâ) hadisesineişaret eder. Muhteva da anlaşılmaya muvafık olduğunu göstermektedir. Üstelik o hâdise sırasında Ümmü Seleme´den hadis sorulmuştur. Ümmü Seleme, Resûlullah´ın şöyle söylediğini anlatır: “Kâ´be´ye biri sığınacak ve ona karşı bir ordu gönderilecek. Bu ordu (bütün efradıyla), yerin bir çölüne gelince, yere batırılacaktır.” Yine Müslim´de Hz. Hafsa´nın rivayetinde farklı bir ziyade yer alır: “…Yerin bir çölüne geldikleri zaman, ortada olanlar batırılacaklar, öndekiler sondakilere bağıracaklar bilahare onlar da batırılacaklar ve onlardan haber veren serseriden başka kimse sağ kalmayacak…” Yine Müslim´in aynı babta zikrettiği bir başka rivayetten, birkısım insanların İbnu Zübeyr´in üzerine yürüyen Şam ordusunun, hadiste haber verilen ordu olduğunu ileri sürdüğü anlaşılmaktadır. Çünkü rivayette şu ziyade var: “…Yusuf İbnu Mâhhek dedi ki: “Şamlılar o gün Mekke´ye yürüyorlardı. Bunun üzerine Abdullah İbnu Safvân: “Vallahi o, bu ordu değildi” dedi.” İbnu´t-Tîn der ki: “Yere batırılacak olan bu ordunun, Kâbe´ yi yıkacak olanların olması muhtemeldir. Onlardan intikam alarak yere batırılır.” Ancak bu görüşe itiraz edilerek: “Kâ´be´yi yıkacak olanların Habeşliler olduğu hadislerde gelmiştir. Halbuki bu hadisin Müslim´deki bir veçhinde yere batırılacak olanlar hakkında: “Ümmetimden bir grup…” demiştir. Ayrıca, İbnu´t-Tîn´in sözünden yere batırma hadisesinin, Kâ´be´yi yıkıp döndükten sonra vukua geleceği anlaşılmaktadır. Halbuki haberin zahiri, daha yıkmadan yolda giderken batırılacaklarını ifade etmektedir.”[452]
2- Hadisten Çıkarılan Bazı Fevaid:
* Ameller niyetlere göre değerlendirilir.
* Zulüm ehli ile beraberlikten, onlarla düşüp kalkmaktan ve onların sayısını artırmaktan yasaklama var. Ancak buna mecbur olanlar hariç.
* Günah işleyen bi kavme iradî olarak katılıp onların sayısını artıran kimse -o günahı bizzat işlemese bile- onlarla birlikte cezaya hak kazanır.
* Tüccarın fitne ehline katılması, yaptıkları zulümde onlara bir yardım mıdır, yoksa beşerî bur zaruret midir Bu hususta tereddüt hasıl olmuştur.[453]
ـ4582 ـ7ـ وعن شقيقٍ أن شيبة بن عثمان قال: ]دَخَلَ عُمَرُ رَضِيَ اللّهُ عَنْه الْكَعْبَةَ فَرَأى مَا فيهَا مِنَ الْمَالِ. فقَالَ: َ أخْرُجُُ حَتّى أقْسِمَ مَالَ الْكَعْبَةِ. قُلْتُ: مَا أنْتَ بِفَاعِلٍ. قَالَ: بلَى. قُلْتُ: مَا أنْتَ بِفَاعِلٍ.
قَالَ: لِمَ؟ قُلْتُ: بأنَّ رَسُولَ اللّهِ # قَدْ رَأى مَكَانَهُ وَأبُو بَكْرٍ، وَهُمَا أحْوَجُ مِنْكَ الى الْمَالِ وَلَمْ يُخْرِجَاهُ. فقَامَ فَخَرجَ[. أخرجه البخاري وأبو داود، وهذا لفظ أبى داود .
7. (4582)- Şakîk´in bir riayetine göre Şeybe İbnu Osman şöyle anlatmıştır: “Hz. Ömer (radıyallahu anh) Kâ´be´ye girdi. Orada bulunan emvali görünce:
“Kâ´be´nin malını taksim etmedikçe çıkmayacağım” dedi. Ben de: “Sen bunu yapamazsın” dedim. O: “Hayır, yaparım!” dedi. Ben tekrar: “Sen onu yapamazsın!” dedim. O: “Niye ” diye sordu. Ben de: “Çünkü onun yerini Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) da, Hz. Ebû Bekir de gördü. Onlar mala senden daha fazla muhtaç idiler. Buna rağmen o malı çıkarmadılar” dedim. Bunun üzerine kalkıp çıkıp gitti.” [Buhârî, İ´tisam 2, Hacc 48; Ebû Dâvud, Menâsik 96, (2031).][454]
AÇIKLAMA:
1- Hz. Ömer (radıyallahu anh)´ın taksim etmeyi düşündüğü Kâ´be´ deki mal hususu biraz münakaşalıdır:
* Bazıları: “Bundan murad, Kâ´be´deki ziynet eşyalarıdır” demiştir.
* Bazıları: “Onun içindeki hazine kastedilmiştir. Bu, oraya bağışlanan maldan, ihtiyaçlar için harcandıktan sonra artanlardan hasıl olan meblağdır” der.”
* İbnu´l-Cevzî der ki: “Kâ´be´ye tazimen Cahiliye devrinde bağışlarda bulunulurdu. Bunlar orada birikip büyük bir yekün tutuyordu.”
İşte, Hz. Ömer bu malı (fakir) müslümanlara dağıtmayı düşünür. Kendisine, Resûlullah ve Hz. Ebû Bekr gibi seleflerinin bunu yapmadıkları, binaenaleyh onun yapmasının da muvafık olmayacağı hatırlatılır. O da bundan vazgeçer.
2- Bazı âlimler, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´ın, Kâ´be´de biriken emvali vakıf sayarak, vakfın başka maksatla kullanılmasının câiz olmayacağı gerekçesiyle harcamadığını ileri sürmüştür. Ancak İbnu Hace bunu mâkul bulmaz ve “hadisin zahirinde böyle bir mâna mevcut değildir” der ve Müslim´de gelen bir rivayete dayanak Resûlullah´ın Kureyşlilerin düşünce ve aksülamellerini gözönüne alarak bu hazîneye dokunmamış olacağını belirtir. Nitekim Hz. Aişe´den gelen bir rivayette, kavminin, tamir sırasında Ka´be´yi Hz. İbrahim´in attığı temellerin üzerine inşa etmediğini, şirkten yeni çıkmış olmaları sebebiyle, (onlarla cedelleşmeye düşmek endişesiyle) eski temelleri üzerine yeniden inşaata teşebbüs etmediğini belirtir. Bu hadisin bir veçhinde: “Eğer kavmin küfürden yeni kurtulmuş olmasaydı, Ka´be´nin hazinesini Allah yolunda harcardım ve kapısını da yer seviyesine indirirdim” denmiştir.
İbnu Hacer bu açıklamanın mutemed (güvenilebilir) olduğunu belirtir.[455]
ـ4583 ـ8ـ وعن أبى سعيدٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ # َ تَشُدُّ الرِّحَالُ إَّ الى ثَثَةِ مَسَاجِدَ: الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ، وَمَسْجِدِ الرَّسُولِ #، وَالْمَسْجِدِ ا‘قْصى[. أخرجه الشيخان والترمذي.والْمُرَادُ: يقصدُ موضع من المواضع بنية العبادة والتقرّب الى اللّهِ إّ هذه ا‘ماكن الثثة تعظيماً لشأنها وتشريفاً .
9. (4583)- Ebû Said (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“(Ziyaret için) sadece üç mescide seyahat edilebilir: Mescid-i Haram, Mescid-i Resûlullah, Mescid-i Aksa.” [Buharî, Fezâilu´s-Salât 6, Hacc 26, Savm 67; Müslim, Hacc 288, (827); Tirmizî, Salat 243, (326).][456]
AÇIKLAMA:
1- Bu hadiste Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sadece üç mescid için seyahat yapılabileceğini ifade buyurmakta ve bu üç mescide seyahat yapmayı teşvik etmektedir. Alimler, bu hadisten başka mescidlere seyahat etme yasağı bulunduğunu belirtirler. Hatta Tîbî: “Bu tarz yasaklamanın sarih olarak “Başka mescidler için seyahat etmek yoktur” şeklindeki bir yasaklamadan daha baliğ olduğunu” belirtir.
2- Hadiste seyahat, “şeddü´rrihâl” tabiriyle ifade edilmiştir. Bu, deve semeri bağlamak manasına gelir. Zira rihal “rahl”ın cem´idir ve binek devesine vurulan semere ıtlak olunur. O devirde Araplar seyahati çoğunlukla deve ile yaptıklarından, ekseriyet gözönüne alınarak deve semerlemek denmiştir. Değilse at, katır, merkeb vs. yol vasıtalarıyla da ifade edilebilirdi veya günümüzde olduğu gibi uçak, otomobil vs. her çeşit vasıtalar aynı değerdedir.
3- Hadis, üç mescidin mübarek, mukaddes ve kıymetli yerler olduğunu ifade etmektedir.
* Mescid-i Haram: Bununla Harem bölgesinin tamamının kastedildiği kabul edilmiştir. Ancak, bazı alimler: “Harem içerisindeki namaz kılınabilen yerler maksuddur. Harem´de yer alan evler vesair, ibadet dışı yerler hariçtir” demiştir. Bazı alimler de: “Mescid-i Haram´dan maksad Ka´be´dir” demiştir ve delil olarak, hadisin Nesai´deki veçhinde إَّ الْكَعْبَة denmiş olması gösterilmiştir. Hatta İbnu Huzeyme der ki: “Allah Teala´nın “…Yerli yahut taşradan gelen bütün insanlar için müsavi kıldığımız Mescid-i Haram´ı ziyaretten alıkoyanlara…” (Hacc 25) kavlinde Harem bölgesinin tamamı kastedilmiş olsa ve Mescid-i Haram ismi Harem´in bütününe denmiş olsa, orada ne bir kuyu ne de bir kabir kazmak, ne bir büyük ve küçük abdest bozmak, ne de bir pislik atmak caiz olmazdı.” Devamla: “Bu söylediklerimizi yasaklayan bir tek alim bilmiyoruz. Keza, Mekke´ye hayızlı kadın veya cünüb erkeğin girmesini, orada münasebet-i cinsiyenin yasak olduğunu söyleyen bir fakih de bilmiyoruz. Böyle olsaydı, Mekke evlerinin hepsinde itikaf caiz olurdu. Bunu da iddia edene rastlamadık.” İbnu Hacer, İbnu Huzeyme´nin bu mütalaasını kaydettikten sonra: “el-Mescidü´l-Haram´la, Harem bölgesinin tamamının kastedildiği görüşünün İbnu Abbâs, Ata ve Mücahid´den varid olduğunu” belirtir. Ancak, Harem´in tamamı mescid olması haysiyetiyle, kaydettiğimiz ilk görüş esas kabul edilmiştir.
* Mescid-i Resûlullah: Bu, Medine´de Resûlullah Muhammed Mustafa tarafından inşa edilen mesciddir. Hadisin bazı vecihlerinde “benim mescidim” şeklinde de ifade edilmiştir.
Yeri gelmişken şu hususu belirtmede fayda var: “Mescidim” tabiri sadece, Resûlullah zamanında namaz kılınan makamı ifade etmez. Alimler, delile dayanarak, genişletmelerle sonradan mescide dahil edilen kısımların da aynen mescid olduğunu belirtirler. Ebu Hureyre´nin bir rivayetinde Aleyhissalâtu vesselâm: “Bu mescide sonradan ilave yapılacak olsa, o da mescidim olur” buyurmuştur. Bir başka rivayette “Bu mescid San´a´ ya kadar uzatılsa da benim mescidim olur” buyrulmuştur.
* Mescidü´l-Aksa: Bu Kudüs´teki mesciddir. Aksâ diye sıfatlanmıştır. Aksa uzak demektir. Niye uzak (aksa) dendiği hususunda farklı yorumlar yapılmıştır:
* Mescid-i Haram´dan mesafe itibaryle uzak olması sebebiyledir.
* Mescid-i Haram´dan inşaatındaki zaman itibariyle uzak olması sebebiyledir. Bu görüşe itiraz edilmiş ve: “Salih haberler ikisi arasında kırk yıl fark olduğunu söylemiştir. Bu ise, fazla sayılmaz” denmiştir.
* Zemahşerî: “Aksâ denmesi, o vakit onun geri tarafından başka mescidin olmamasından ileri gelmiştir” demiştir.
* Her çeşit kir ve pisliklerden uzaklığı sebebiyle Aksâ denmiştir.
* Medine mescidine nisbetle, Mescid-i Haram’a daha uzak olduğu için Aksâ denmiştir.
Beytu´l-Makdis´in başka isimleri de var. Bunlar yirmiye ulaşır: İlya, Beytu´l-Mukaddes, Beytu´l-Kuds, Şellem, Şelam, Selim Evri, Kure, Beytâil gibi.
5- Alimler, belirtilen bu üç yer dışında, başka mukaddes yerlere, ölü veya sağ salihlere namaz ve teberrük maksadıyla ziyarette bulunmak üzere seyahata çıkılıpçıkılamayacağı hususunda ihtilaf etmiştir.
* Eş-Şeyh Muhammed el-Cüveyni: “Bu hadisin zahiriyle amel edince, bu üç mescid dışına seyahat etmek haramdır” der. el-Kadı Hüseyn bu görüşü tercih ettiğine işarette bulunmuştur. İyaz ve başka bir grup alim de bunu benimsemiştir. Bazı alimler hadisteki yasağın, sadece mescidlerle ilgili hükmü tesbit ettiğini, ilim talebi, ticaret, tenezzüh, salihleri ve meşhedleri (şehitlikler) ziyaret, arkadaşarı ziyaret gibi maksadlarla yapılan seyahatleri ilgilendirmediğini belirtirler.
Nevevî, cumhurdan naklen bu hadise göre, zikri geçen üç mescid dışındaki mescidlere seyahat etmede hiçbir fazilet olmadığını söylemiştir.
* İbnu Battal´a göre bu hadis, ülema nazarında nezirle ilgili olarak varid olmuştur. Yani, bir kimse, bu üç mescidin dışında kalan herhangi bir mescidde namaz kılmak üzere nezretse, bu nezre uymak gerekir mi İşte bu meseleyi sadedinde olduğumuz hadis halletmektedir:
** İmam Malik der ki: “Bir kimse ancak seyahatle ulaşabileceği bir mescidde namaz kılmak üzere nezretse, gitmesine gerek yok, bulunduğu yerin mescidinde kılar. Ancak, adı geçen üç mescidden birinde namaz kılmak üzere nezretmişse, onlara gitmesi vacip olur.”
** İbnu Battal der ki: “Kim salihlerin mescidinde namaz kılıp onlarla tatavvu olarak teberrükte bulunmak arzu ederse bu mübahtır.” İbnu Battal ilave eder: “Dendi ki: “Bu üç mescidden başka bir mescide namaz veya bir başka şey (İtikaf) yapmak için gitmeyi nezretse, bu nezre uymak gerekmez. Çünkü, diğer mescidlerin birbirine üstünlüğü yoktur. Herhangi bir mescidde kılacağı namaz ona kafi gelir. “Nevevî: “Bu hususta ihtilaf yok” demişse de, Leys´den: “Nezre uymak vacip olur” dediği rivayet edilmiştir. Hanbelilerden bir rivayete göre, “Bu kimseye kefaret-i yemin gerekir, nezri mün´akid olmaz.”
** Bir kimse mezkur üç mescidden birinde namaz kılmaya nezretse, oraya gitmek İmam Malik, Şafii ve Ahmed´e göre vaciptir. Ebû Hanife´ye göre vacip değildir. Şafiî, el-Ümm´de “sadece Mescid-i Haram´la ilgili nezir vacip olur. Çünkü, hacc menâsiki onunla ilgilidir” demiştir. İbnu´l-Münzir: “Harameyn´le ilgili nezirler vacib olur, Mescid-i Aksa ile ilgili olanlar vacib olmaz” demiştir. Bu meseleyle ilgili bir hadisi Hz. Cabir rivayet etmiştir: “Bir adam Resûlullah´a: “Allah size Mekke´nin fethini müyesser ederse, Beytu´l-Makdis´te namaz kılmayı nezrettim” demişti. Aleyhissalâtu vesselâm: “Burada kıl!” buyurdular.”
** İmam Şafii, Mescid-i Hayf´ta namaz kılmayı nezredene de oraya gitmenin vacip olacağını söyler. Çünkü, orası da Harem´e dahildir. Ancak Mekke´ye diyerek nezretse vacip olmaz. Haccı kasdetmişse vacip olur. Bazı alimler Harem´e dahil olan her tarafı bir bütün kabul ederek, böyle bir ayırımı uygun görmezler. er-Rafii: “Bir kimsenin “Harem´e gideceğim veya Mescid-i Haram´a gideceğim veya “Mekke´ye” veya “Harem içinde bir yer olan “Safa”, “Merve”, “Mescid-i Hayf” gibi herhangi bir noktaya gideceğim” demesi arasında fark yoktur. Tıpkı “Beytullahı´l-Haram´a gideceğim” demesi gibidir. Hatta “Ebû Cehil´in evine gideceğim” dese de hüküm aynıdır” der. Ebû Hanife bu meselede: “Beytullah´a veya “Mekke”ye veya “Ka´be”ye veya “Makam-ı İbrahim´e diye açıkça menasike dahil yerleri zikretmedikçe, oralara gitmek vacip olmaz” demiştir.
6- Bu mescidlerin diğer mescidlere üstünlük nisbeti, müteakip hadiste rakamla belirtilecektir. [457]
ـ4584 ـ9ـ وعن أبى هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولَ اللّهِ # صََةٌ في مَسْجِدِى هذَا أفْضَلُ، وفي رواية: خَيْرٌ مِنْ ألْفِ صََةٍ فِيمَا سَوَاهُ مِنَ الْمَسَاجِدِ إَّ الْمَسْجِدَ الْحَرَامَ[. أخرجه السّتة إَّ أبا داود .
9. (4584)- Hz. Ebû Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Şu mescidimdeki namaz efdaldir.” -Bir başka rivayette- “Bu mescidimdeki bir namaz), Mescid-i Haram hariç bütün mescidlerde kılınan bin namazdan daha hayırlıdır.” [Buharî, Fazlu´s-Salât 1; Müslim, Hacc 505, (1394); Muvatta, Kıble 9, (1, 196); Tirmizî, Salât 243, (325); Nesâî, Mesâcid 7, (2, 35).][458]
AÇIKLAMA:
İbnu Hacer´in şerhte kaydettiği başka hadislerde Mescid-i Haram ve hatta Mescid-i Aksa´da kılınan namazların üstünlük miktarları da rakamlarla ifade edilmiştir. Müsned´de gelen bir rivayete göre: “Bu mescidimdeki bir namaz, Mescid-i Haram hariç diğer bir mescidde kılınan bin namazdan hayırlıdır. Mescid-i Haram´da kılınan bir namaz bu mescidde kılınan yüz namazdan hayırlıdır” buyrulmuştur. Bezzar´ın bir rivayetinde: “Mescid-i Haram´da kılınan bir namaz, yüzbin namaza bedeldir. Mescidimde kılınan bir namaz bin namaza bedeldir. Beytü´l-Makdis´te kılınan bir namaz beşyüz namaza bedeldir.”[459]
ـ4585 ـ10ـ وعن أبى شريح العدوى رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قُلْتُ لِعَمْرِو بْنِ سَعِيدٍ وَهُوَ يَبْعَثُ الْبُعُوثَ الى مَكَّةَ: ائذَنْ لِى أيُّهَا ا‘مِيرُ أُحَدِّثْكَ قَوًْ قَامَ بِهِ رَسُولُ اللّهِ # الْغَدَ مِنْ يَوْمِ الْفَتْحِ، سَمِعْتُهُ يقُولُ بَعْدَ حَمْدِاللّهِ وَالثَّنَاءِ عَلَيْهِ: إنَّ مَكَّةَ حَرَّمَهَا اللّهُ تَعالى وَلَمْ يُحَرِّمُهَا النَّاسُ. فََ يَحِلُّ ُمْرِىءٍ يُؤْمِنُ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ اŒخِرِ أنْ يَسْفِكَ بِهَا دَماً، أو يَعْضِدَ بِهَا شَجَرَةً. فإنْ أحَدٌ تَرَخَّصَ لِقِتَالِ رَسُولِ اللّهِ# فِيهَا، فَقُولُوا: إنَّ اللّهَ قَدْ أذِنَ لِرَسُولِهِ وَلَمْ يَأذَنْ لَكُمْ، وَإنَّمَا أذَنَ لِى فِيهَا سَاَعَةً مِنْ نَهَارٍ، ثُمَّ عَادَتْ حُرْمَتَهَا الْيَوْمَ كَحُرْمَتِهَا بِا‘مْسِ وَلْيُبَلِّغِ الشَّاهِدُ مِنْكُمُ الْغَائِبَ. فَقيلَ ‘بِى شُرَيْحٍ: مَاذَا قَالَ لَكَ عَمْرٌو؟ قَالَ: قَالَ أنَا أعْلَمُ بذلِكَ مِنْكَ يَا أبَا شُرَيْحٍ، إنَّ الْحَرَمَ َ يُعِيذُ عَاصِياً وََ فَارّاً بِدَمٍ، وََ فَارّاً بِخَرْبَةٍ[. أخرجه الخمسة إّ أبا داود.»الْعَضْدُ« الْقطع بالحديدة.و»الفارُّ« الهارب.و»الخربة« العيب، والمراد بها هاهنا التفرّد بالشئ والتغلب عليه مما تجيزه الشريعة، وقد جاء في سياق الحديث عن البخاري أن الخربة: الجناية والبلية .
10. (4585)- Ebû Şüreyh el-Adevî (radıyallahu anh) anlatıyor: “Mekke´ ye asker sevkeden Amr İbnu Sa´id´e dedim ki:
“Ey emir, bana müsaade et. Fethin ferdası gününde Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın söylemiş bulunduğu bir hadisi hatırlatayım: Allah´a hamd ve senadan sonra şöyle buyurmuştu: “Mekke´yi insanlar değil, Allah haram kılmıştır. Allah´a ve ahirete inanan hiçbir mü´mine orada kan dökmek helal olmaz. Ağaç sökmek de helal olmaz. Eğer biri çıkıp da Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın oradaki savaşını göstererek kan dökmeye ruhsat vermeye kalkarsa kendisine şunu söyleyin: “Allah, Resulüne izin vermişti, ama size izin vermiyor!” Mekke´de bana bir gündüzün bir müddetinde [gün doğumundan ikindiye kadar] izin verildi. Sonra bugün tekrar eski hürmeti (haramlığı) ona geri döndü. Bu hususu, sizden burada hazır olanlar, hazır olmayanlara ulaştırsın.”
Ebû Şüreyh´e: “Amr sana ne dedi ” diye soruldu.
“Ey Ebû Şureyh bunu ben, senden daha iyi biliyorum. “Harem”, asi olana, kan döküp kaçana, cinayet işleyip kaçana sığınma tanımaz!” diye cevap verdi” dedi. [Buharî, İlm 37, Cezau´s-Sayd 8, Megazî 50; Müslim, Hacc 446, (1354); Tirmizî, Hacc 1, (809), Diyat 13, (1406); Nesâî, Menâsik 11, (5, 205, 206).][460]
AÇIKLAMA:
1- Amr İbnu Said, İbnu´l-Âsî İbnu Said İbni´l-Âsî İbni Ümeyye´nin oğludur. Sahabi değildir. Sahabeye “ihsan”la tabi olanlardan da değildir. Yezid´in Medine valisi idi. Mekke´de halifeliğini ilan edip, Şam´da hilafete geçen Yezid İbnu Muaviye´ye beyat etmeyi reddeden Abdullah İbnu Zübeyr´e karşı Mekke´ye askeri birlikler göndermekte idi. Meşhur hadisenin özeti şudur: “Hz. Muaviye (radıyallahu anh) vefat ederken, yerine oğlu Yezid´i halife ilan etmişti. Hz. Hüseyin İbnu Ali ile Abdullah İbnu Zübeyr dışında pekçokları Yezid´e biat ettiler. Ashabın büyüklerinden Abdullah İbnu Ömer de Yezid´e biat etmişti. Kûfe halkı, kendisine biat etmek üzerez. Hz. Hüseyin´i çağırınca, o , Kûfe´ye gitti. İşte bu gidiş onun katledilmesine sebep olacaktır.[461] İbnu´z-Zübeyr ise Mekke´nin hurmetine sığındı ve ona Âizu´l-Beyt (Beytullah´ın mültecisi) denildi. Mekke´de duruma hakim oldu. Yezid İbnu Muaviye Medine´deki yetkililerine haber göndererek Abdullah İbnu´z-Zübeyr´e karşı asker göndermelerini emretti.[462] Bunun sonucu olarak Medineliler Yezid´in hilafetten azli hususunda görüş birliğine vardılar.
2- Amr, Ebû Şureyh´e verdiği cevapta “Mekke haramdır ama hadd suçu işleyeni hadd tatbik etmeye karşı korumaz. Abdullah İbnu Zübeyr kan döküp oraya sığınmış, kısastan kurtulmak istemiştir. Onun cezalandırılması gerekir” demek istemiştir. Aslında Amr´ın sarfettiği sözün zahiri haktır. Ama o, hak sözle batıl bir gayeye delil getirmiştir. Şöyle ki: Sahabî, onun Mekke´ye harp açmasını uygun bulmamış ona “Mekke´nin haram olması orada kısas uygulanmasını önlemez” demiştir, bu doğrudur. Ancak Abdullah İbnu Zübeyr, kısası gerektiren bir fiilde bulunmamıştır. O sahabi olmanın ötesinde ilim ve takva gibi mümtaz sıfatları nefsinde cem ettiği için Ehl-i Sünnet üleması hilafete Yezid´den elyak ve ehak olduğunu söylemiştir. Üstelik ona ötekilerden önce bey´at edilmişti. Dolayısıyla hilafete o layık idi.
3- Harem´de savaş meselesi münakaşa edilmiştir. Orada savaşın haram olduğunu söyleyenlerin delillerinden biri de bu hadistir. Bunu teyid eden başka rivayetler de var. Birkısım fukaha Mekke´de yaşayanların adil hükümdara isyan etmeleri halinde bu asilere silahla mukabele ederek, Mekke´de savaş yapmanın haram olduğuna hükmetmiştir. Onlara yapılacak meşru muamele, taate dönünceye kadar tazyiktir; abluka edip sıkıntıya düşürüp taate mecbur bırakmak gibi; Ancak fukahanın cumhuru, harpsiz taate dönmemeleri halinde savaşın caiz olacağına hükmetmiştir. “Çünkü derler, asilerle savaşmak, terki caiz olmayan Allah haklarındandır. Bu hakkı Harem-i Şerif´te de olsa müdafaa etmek, terkinden evladır.” Nevevî bu hükme iştirak eder.
4- Harem´e iltica ayrı bir konudur. İdamını gerektiren bir suç işleyerek Mekke´ye iltica eden kimse orada öldürülmez. İmam A´zam, sadedinde olduğumuz hadisle istidlal ederek, Harem´e iltica eden kimsenin orada öldürülmemesi gereğine hükmetmiştir. İbun Abbas, Ata, Şa´bi gibi bir kısım ulema aynı kanaattedirler. Bunlar ayet-i kerimede geçen “..O´na giren (her türlü tecavüzden) emniyette olur” (Al-i İmran 97) ibaresine dayanarak, “Mekke´ye girene Cenab-ı Hakk´ın emniyet vaadettiğini” söyleyerek, bir had suçu işleyen kimse Mekke´ye iltica ettiği takdirde, had vurulamaycağına hükmederler. Bunlar mezkur imtiyazın, “sadece oraya girenlere” tanındığını belirterek, Mekke´de had işleyenlere ceza verileceğini belirtirler.
* Bazı alimler, “Mekke dışında hadd işleyip oraya iltica edenler, dışarı çıkarılarak cezalandırılır” diye hüketmişlerdir. Abdullah İbnu´z-Zübeyr, Hasan Basrî, Mücahid bu görüştedir.
* İbnu´l-Cevzînin kaydına göre, Harem dışında cinayet işleyen bir kimseye hadd tatbik edileceğinde icma mevcuttur. Dışarıda cinayet işledikten sonra Harem´e sığınan kimseye Ebû Hanife ve Ahmed İbnu Hanbel´e göre hadd tatbik edilemez. Malik ve Şafii´ye göre ise, böylelerine hadd tatbik edilir. İbn Hazm, sahabeden bir cemaatin böylelerine had tatbik edilmeyeceğine hükmettiğini, diğer sahabelerin de bunlara muhalefet etmediğini, Tabiin´den bir cemaatin de aynı hükme katıldığını belirttikten sonra, aksi hükümde bulunan Şafii ve Malik hazretlerine müteşeddid üslubuyla hücumda bulunmuş, onları ashaba, kitaba ve sünnete muhalefet etmekle itham etmiştir.
Bazı alimler, İmam Şafii ile İmam Malik´in görüşlerini, hadiste birkısım tatbikatı göstererek müdafaa etmek istemişlerdir. Bunlara göre Aleyhissalâtu vesselâm, Fetih günü herkesi affederken, bazılarını af dışı tutarak Ka´be´nin örtüsü arsında bile olsa nerede yakalanırsa öldürülmelerini emretmiştir. Nitekim İbnu Hatal, Harem dahilinde yakalanmış ve öldürülmüştür. Öyle ise canilere harem dahilinde hadd tatbik edilebilir.
Bu iddiaya şu cevaplar verilmiştir:
* İbnu Hatal hem mürted ve hem de katildi. Ayrıca, Resûlullah´ı hicvediyordu.
* Bu herif, eman dışında tutulmuş, bizzat Şari tarafından Ka´be örtüsü arasında yakalansa da öldürülmesi emredilmişti.
* İbnu Hatal muhariblerdendi.[463]
ـ4586 ـ11ـ عن ابن عبّاس رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]قَالَ رَسُولَ اللّهِ # يَوْمَ الْفَتْحِ: َ هِجْرَةَ بَعْدَ الْفَتْحِ، ولكِنْ جِهَادٌ وَنِيَّةٌ، وإذَا اسْتُنْفِرْتُمْ فَانْفِرُوا. ثُمَّ قَالَ: إنَّ هذَا الْبَلَدَ حَرَّمَهُ اللّهُ يَوْمَ خَلَقَ السَّمَواتِ وَاَرْضِ، وَهُوَ حَرَامٌ بِحُرْمَةِ اللّهِ الى يَوْمِ الْقِيَامَةِ، وإنَّهُ لَمْ يَحِلَّ الْقِتَالُ فيهِ ‘حَدٍ قَبْلِى، وَلَمْ يَحِلَّ لِى إَّ سَاعَةً منْ نَهَارٍ. فَهُوَ حَرَامٌ بِحُرْمَةِ اللّهِ تَعالى الى يَوْمِ الْقِيَامَةِ، َ يُعْضَدُ شَوْكُهُ، وََ يُنَفَّرُو صَيْدُهُ، وََ يُلْتَقَطُ لُقَطَتُهُ إَّ مَنْ عَرَّفَهَا وََ يُخْتَلى خَهُ. قَالَ الْعَبّاسُ يَا رَسُولَ اللّهِ إَّ ا“ذْخِرَ. فقالَ #: إَّ ا“ذْخِرَ[. أخرجه الخمسة إّ الترمذي.قوله: »وََ تَحِلُّ لُقَطَتُهَا إَّ لِمُعَرَّفٍ« أىْ عَلى الدوامِ بِخَِفِ غَيْرِهَا فإنَّهُ محدود بِسَنَةٍ وَاحِدَةٍ .
11. (4586)- İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Fetih günü buyurdular ki:
“Fetihten sonra artık hicret yoktur. Ancak cihad ve niyet vardır. Öyleyse askere çağrıldığınız zaman hemen asker olun!”
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sözlerine şöyle devam etti: “Allah, bu beldeyi semavat ve arzı yarattığı zaman haram kıldı. Burası, Kıyamete kadar Allah´ın haramıyla haramdır (onu insanlar haram kılmamıştır). Benden önce kimseye orada kıtal helal olmadı. Bana da günün bir müddetinde helal kılındı. Burası Kıyamete kadar Allah´ın haramıyla haramdır. [Allah´a ve ahirete inanan hiçkimseye, orada kan dökmesi helal değildir]. Ayrıca onun dikeni koparılmaz, av (hayvan)ı ürkütülmez, buluntusu da alınmaz (yerinde bırakılır). Ancak ilan edip sahibini arayacak olanlar alabilir. Mekke´nin otu da biçilmez!”
Abbas (radıyallahu anh) atılarak: “Ey Allah´ın Resûlü! İzhir otu hariç olsun” dedi. Aleyhissalâtu vesselâm: “İzhir hariç!” buyurdu.” [Buharî, Cezau´s-Sayd 9, Hacc 43, Cenâiz 77, Büyû 28, Megazî 52; Müslim, Hacc 445, (1353); Nesâî, Hacc 110, (5, 203, 204); Ebû Davud, Menâsik 90, (2017, 2018).][464]
AÇIKLAMA:
1- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Mekke´yi fethettiği gün bazı temel prensipleri vazetmiştir. Sadedinde olduğumuz hadis, Mekke fethinden sonra hicretin sona erdiğini ilan etmektedir. Yani, burada yasaklanan hicret Medine´ye hicrettir. Zira bu hicret her müslümana farz idi. Müslüman olduğu halde hicret etmeyenlerin imanı makbul değildi. Bu husus ayet-i kerime ile ilan edilmişti (Enfal 72, Nisa 89).
Şu halde sadedinde olduğumuz hadis, bu manadaki hicretin kaldırıldığını ilan etmekte, hicret üzerine en son biatı Hz. Abbas İbnu Abdilmuttalib ile yapmış olmakta idi. Fetih gününden sonra “hcret üzere biat etmek üzere yapılan müracaatlar” kabul edilmemiştir.[465]
Öyleyse, bazı hadislerde de ifade edildiği üzere, düşmanla cihad edildiği müddetçe Kıyamete kadar diyar-ı küfürden daru´l-İslam´a muhaceret devam edecektir ve meşrudur.
2- Mekke´nin haram kılınması, muhtelif rivayetlerde ifade edilmiştir. Sadedinde olduğumuz rivayet, bunun semavat ve arzın yaratıldığı an, ilahi irade ile kesinleştiğini ifade etmektedir. Bazı hadislerde ise Mekke´yi ilk defa haram ilan eden kimsenin Hz. İbrahim olduğu tasrih edilir. Bu rivayetler arasında tearuz olmadığını belirten İbnu Hacer der ki: “Bunun manası, “Hz. İbrahim Mekke´yi şahsî içtihadıyla değil, Allah´ın emriyle haram etti” demektir. Veya: “Allah semavat ve arzı yarattığı gün, Hz. İbrahim´in onu haram edeceğine hükmetti” demektir. Veya mana: “Hz. İbrahim, Mekke´nin haram kılındığı insanlara ilan eden kimsedir. Bundan önce Allah nezdinde haramdı” demektir. Veya “Tufandan sonra bunu ilk ilan eden Hz. İbrahim´dir” demektir.”
Kurtubî ise şöyle bir açıklama dermeyan etmiştir: “Hadisin manası: “Allah Teala Hazretleri, Mekke´yi bidayette herhangi bir sebebe dayanmaksızın herhangi bir kimsenin bunda bir medhali, bir rolü olmaksızın haram kılmıştır.” Kurtubî devamla der ki: “Bu sebeple, bu manayı tekiden Resûlullah: “Onu insanlar haram kılmadı” demiştir.” İbnu Hacer´e göre, “Onu insanlar haram kılmadı” ibaresinden murad: “Mekke´nin tahrimi şeriatle sabittir. Aklın bunda bir rolü yoktur” veya “Bu, Allah´ın haramlarındandır. Bu yasağa riayet gereklidir; bu Cahiliye devrinde insanlar tarafından hevaya uyarak vazedilen haramlardan değildir; öyleyse mezkur yasağın terki istikametinde içtihad yapmak caiz değildir” demektir.” İbnu Hacer bu hususta şöyle denmiş olduğunu da kaydeder: “Bunun manası, onun haramlığı ilk yaratılıştan itibaren devam etmektedir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın şeriatına mahsus bir yasak değildir.”
3- Fakihler, kesilmesi yasak olan ağaçları “hüday-ı nabit olanlar” veya Allah tarafından bitirilenler diye kayıtlamışlardır. Yani insan emeğiyle yetiştirilenlerin kesileceğinde ihtilaf edilmiş, cumhur cevazına kail olmuştur.
* İmam Şafii Harem bölgesinden kesilen bütün ağaçlar için ceza terettüp ettiğini söylemiştir. İbnu Kudame de bu görüşü tercih etmiştir. Hüdayı nabit olanı kesenin cezası nedir, bu da ihtilaflıdır.
** İmam Malik “cezası yoktur, ama günah işlemiş olur” demiştir.
** Atâ: “İstiğfar etmesi gerekir” demiştir.
** Ebû Hanife: “Kesilen şeyin kıymeti alınır” demiştir.
** Şâfiî: “Büyük ağaçlar için sığır keser, küçükler için davar” demiştir.
** İbnu´l-Arabî: “Harem bölgesinin ağacını kesmenin haram olduğu hususunda ülemâ ittifak etmiştir. Ancak Şafii, misvak kesmenin caiz olacağını söylemiştir. Keza, Şâfiî, ağaca zarar vermemesi halinde yaprak ve meyvesinin koparılmasını caiz görmüştür. Atâ, Mücahid ve başkaları da bu görüştedir” der.
** Bazıları zarar verdiği için dikenin koparılabileceğine hükmetmiştir. Cumhur bunu reddeder.
** İbnu Kudâme, “kendiliğinden kopup dökülen dallardan veya yapraklardan istifade etmede bir beis yok” demiştir.
** İmam Şâfiî ve ona uyanlar, Harem´de hayvan otlatmada mahzur görmezlerse de, İmam A´zam Ebû Hanife ve İmam Muhammed caiz bulmazlar. Üstelik bunlar nazarında ot yaş da olsa kuru da olsa hüküm aynıdır.
4- Resûlullah´a Mekke´nin helal kılınması Fetih gününde olmuştur: “Güneşin doğuşu ile ikindi namazına kadar. Amr İbnu Şuayb an ebini an ceddihi tarikinden gelen bir rivayette denir ki: “Mekke fethedilince Aleyhissalâtu vesselâm şöyle buyurdu: “Benî Bekr´e karşı Huza´a hariç, silahları durdurun.” Huza´alılara ikindi namazını kılıncaya kadar izin verdi. Sonra onlara da: “Silahları durdurun!” emretti. Ertesi gün Huzâ´a´dan bir kişi, Benî Bekr´den birine Müzdelife´de rastladı ve onu öldürdü. Hadise Resûlullah´a ulaşınca kalkıp şu hitabede bulundu: “Allah´a karşı adavette en ileri giden kimse, Harem bölgesinde düşmanlık yapan kimsedir..”
Huzâ´alılara verilen, 4269 numaralı hadiste Hudeybiye Sulhü´nün Bozulması ile alakalı açıklamada geçtiği üzere, Benî Bekr´in, Hudeybiye Sulhü´nü bozarak Huzâ´alılara saldırmış olmaları idi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), müttefiki olan Huzâ´alıların, bu fırsatta Benî Bekr´den intikam almasına müsaade etmiştir.
5- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın amcası Hz. Abbas´ın yasaktan istisna kılınmasını istediği izhir otu, Mekke´de yetişen bir bitkidir. Geniş yapraklı ve güzel kokulu bir ot olup, hayvanlara yem olarak verildiği gibi, evlerde ve kabirlerde günlük olarak kullanılmaktadır.[466]
ـ4587 ـ12ـ وعن جابرٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: َ يَحِلُّ ‘حَدٍ أنْ يَحْمِلَ السَِّحَ بِمَكَّةَ[. أخرجه مسلم .
12. (4587)- Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Mekke´de silah taşımak hiç kimseye helal değildir.” [Müslim, Hacc 449, (1356).][467]
AÇIKLAMA:
Hadisin zahiri, mutlak olarak Mekke´de silah taşımayı yasaklamakta ise de, Nevevî´nin açıklamasına göre, cumhur ihtiyaç halinde orada silah taşınabileceğine hükmetmiştir. Hiçbir ihtiyaç yokken silah taşımak caiz değildir. Hasan Basrî, hadisin zahirini esas alarak “mutlak kerahet”e kail olmuştur.[468]
ـ4588 ـ13ـ وعن ابْنِ عبّاسٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ # لِمَكَّةَ: مَا أطْيَبَكِ مِنْ بَلَدٍ وَأحَبَّكِ الىَّ، وَلَوَْ أنَّ قَوْمِى أخْرَجُونِى
مِنْكِ مَا سَكَنْتُ غَيْرَكِ[. أخرجه الترمذي .
13. (4588)- İbnu Abbas (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlulah (aleyhissalâtu vesselâm) Mekke´ye hitaben şöyle buyurdular:
“Sen ne hoş beldesin. Seni ne kadar seviyorum! Eğer kavmim beni buradan çıkmaya mecbur etmeseydi, senden başka bir yerde ikamet etmezdim.” [Tirmizî, Menakıb, (3922).[469]
ـ4589 ـ14ـ وعن يَعْلَى بْنِ أُمَيَّةَ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: احْتِكَارُ الطَّعَامِ في الْحَرَمِ إلْحَادُ فيهِ[. أخرجه أبو داود.»احْتِكَارُ« ادخار الطعام وا‘قوات لتغلو أسعارها وتباع على المسلمين.و»ا“لحادُ« الظلم، وأصله: الميل والعدول عن الشئ .
14. (4589)- Ya´la İbnu Ümeyye (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Harem´de mal ihtikarı orada işlenen bir zulümdür.” [Ebû Davud, Menâsik 90, (2020).][470]
AÇIKLAMA:
İhtikar, dilimize girmiş bir kelimedir; fiyatını artırmak üzere mal toplamaktır. Bir bakıma, ucuzken malı alıp satışa sürmemek, fiyatlanmasını bekleyip, piyasada hasıl olan kıtlık sebebiyle fiyatlar yükselince satışa arzetmek diye de tarif edilebilir. Bu davranış, bi´l-icma haramdır. Hadis, bunu ilhâd olarak tavsif etmektedir. İlhâd ise, haktan ayrılıp, bâtıla sapmaktır, zulümdür. Ayet-i kerimede: “..ve orada haktan saparak zulme yeltenen kimseye pek acı bir azabı taddırırız” (Hacc 25) buyrulmuştur.
Aslında ihtikar, sadece Mekke´de değil, her tarafta aynı şekilde haramdır. Hadi, aynı fiilin Mekke´de daha şiddetli bir haram olduğunu ifade etmektedir. Orası, ekime elverişli olmayan bir yer olması sebebiyle, ihtikarın hasıl edeceği zarardan daha çok etkileneceği zahirdir.[471]
ـ4590 ـ15ـ وعن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]قَالَ لِي النَّبِىُّ # ألَمْ تَرى أنَّ قَوْمَكِ حِينَ بَنُوا الْكَعْبَةَ اقْتَصَرُوا عَنْ قَواعِدِ إبْرَاهِيمَ. فَقُلْتُ
يَا رَسُولَ اللّهِ أَ تَرُدُّهَا عَلى قَوَاعدِ إبْراهِيمَ. فقَالَ: لَوَْ حَدَثَانُ قَوْمِكِ بِالْكُفْرِ لَفَعَلْتُ. فقَالَ اِبْنَ عُمَرَ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما لَئِنْ كَانَتْ عَائِشةُ سَمِعَتْ هذَا مِنْ رَسُولِ اللّهِ # مَا أرى أنَّ رَسُولَ اللّهِ # تَرَكَ اسْتَِمَ الرُّكْنَيْنِ اللَّذَيْنِ يَلِيَانِ الْحِجْرَ إَّ أنّ الْبَيْتَ لَمْ يُتَمَّمْ عَلى قَواعِدِ إبْرَاهِيمَ[. أخرجه الستّة إّ أبا داود.»حَدَثَانُ الشّىْءَ« أوّله، والمراد به قرب عهدهم بالجاهلية وأن ا“سم لم يتمكن بعد، فكأنهم كانوا ينفرون لو هدمت الكعبة وغيرت هيئتها .
15. (4590)- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Biliyor musun, senin kavmin Ka´be´yi yeniden inşa ederken Hz. İbrahim´in atmış bulunduğu temellere (tam riayet etmeyip) inşaatı kısa tuttu.”
Ben: “Ey Allah´ın Resulü dedim, inşaatı Hz. İbrahim´in temellerine oturtmayacak mısın ” dedim.
“Kavmin küfre yakın olmasa mutlak yapardım!” buyurdu.
İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) dedi ki: “Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)´nın, bunu Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´dan işitmesine göre, ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın, Hıcr´ı takip eden iki rüknün istilâmını terketmesini Ka´be´nin inşaatının Hz. İbrahim (aleyhissalâtu vesselâm)´ın temelleri üzerine tamamlanmamış olmasıyla izah ederim.” [Buharî, İlm 48, Hacc 42, Enbiya 8, Tefsir, Bakara 10, Temenni 9; Müslim, Hacc 399, (1333); Muvatta, Hacc 104, (1, 363, 364); Nesaî, Hacc 125, (5, 214-216); Tirmizî, Hacc 47, (875).][472]
AÇIKLAMA:
1- Bu hadiste Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), Ka´be´nin Cahiliye devrindeki tamiri sırasında, Hz. İbrahim´in temelleri üzerine oturtulmayıp, biraz kısa tutulduğunu ifade etmektedir. Hatta, yine Müslim´de gelen bir başka rivayette Aleyhissalâtu vesselâm: “Ey Aişe, eğer kavmin şirkten yeni çıkmış (yani henüz İslam kalplerine yeterince yerleşmemiş) olmasaydı, Ka´be´yi yıkar, yere yakın (alçak) olarak inşa eder, biri doğu biri de batı tarafında olmak üzere iki kapı koyardım. Ayrıca Hıcr tarafından da altı arşın genişliği ona katardım. Çünkü Kureyş, Ka´be´yi (tamir sırasında yeniden) inşa ederken onu küçültmüştür” buyurmuşlardır.
Bu rivayet, Abdullah İbnu Zübeyr´e, Şam ordusunun attığı taşlarla harab olan Ka´be´nin tamiri sırasında yön vermiştir. Çünkü o, “yıkılan yerleri tamir” ederek önceki şekline getirmekle, tamamen yıkıp yeni baştan inşa etme hususlarında tereddüt etmiş, hatta İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) “yıkılan yerlerin tamiri”ni tavsiye etmişir. Ancak İbnu Zübeyr, üç gün istihare yaptıktan sonra tamamen yıkıp yeni baştan, Resûlullah´ın tavsifine uygun şekilde inşa etmeye karar verir ve öyle yapar. Abdullah´ı bu karara sevkeden başka nebevi irşadlar da mevcuttur. Bunlardan Müslim´in kaydettiği bir rivayette Aleyhissalâtu vesselâm Hz. Aişe´ye şunu da söyler: “…Şayet benden sonra kavmin Ka´be´yi yeniden inşa etmeyi düşünürlerse, gel onların bıraktığı yeri sana göstereyim.” Sonra Hz. Aişe´ye yedi arşına yakın bir kısmı gösterir. Resûlullah, Ka´be´ nin kapısının yüksekte bırakılışının sebebini de şöyle açıklar: “O´na istediklerinden başka kimseyi sokmamak için. Bir kimse Ka´be´ye girmek istese, onun kapıya kadar çıkmasına müsaade ederler, (girmesi istenmiyorsa) tam gireceği sırada adamı iterek düşürürlerdi.”
Abdullah İbnu´z-Zübeyr, bu rivayetleri nazar-ı dikkate alarak Ka´be´ yi Resûlullah´ın tavsifine uygun olarak inşa eder. Zemin seviyesindeki iki kapı açar: Biri giriş, diğeri çıkış kapısı olur ve içeride izdiham olmaz. Hıcr´ı Ka´be´ye dahil eder, boyunu da uzatır. Bu inşaata geçmeden önce hafriyat yaptırır. Hz. İbrahim´in temellerine kadar inilir. Temelde devenin arka kısmını andıran birbirine merbut taşlar görülür. İbnu Zübeyr hafriyatı ziyarete açar. Halk günlerce gelip o taşları seyredip giderler. Ata´nın rivayetinde bu temelin onsekiz zirâ olduğu görülür. İbnu´z-Zübeyr uzunluğa on arşın daha ilave eder.
İbnu´z-Zübeyr, Ka´be´nin harabesinden artan enkazı Kabe´nin iç kısmına açtırdığı çukura gömer.
Şunu da kaydedelim: İbnu´z-Zübeyr, hacıların vaziyeti görerek Emevilere karşı nefret ve gayrete gelmeleri için, Ka´benin inşaatını hemen ele almaz. Hacc mevsimi boyunca harab halde bırakır. Mevsim´den sonra Hicri 64 tarihinde inşaat başlar, 65´te tamamlanır.
Abdullah İbnu´z-Zübeyr´in şehadetiyle neticelenen savaşı Emeviler kazanıp Mekke´ye hakim olunca, Haccâc, Ka´be´nin durumunu Halife Abdülmelik´e rapor eder. Abdulmelik: “İbnu´z-Zübeyr´in kirletmesine razı olamayız” mealinde tamim göndererek Ka´be´nin yıkılıp eski haline göre yeniden inşâ edilmesini emreder. Bunun üzerine Haccâc, Ka´beyi yıkar. Kapının birini iptal eder, diğerini eskiden olduğu gibi yükseltir. Hıcr´ı tekrar duvarın dışına alır, İbnu´z-Zübeyr´in ilavesini iptal eder.
Müslim´in bir rivayetine göre, İbnu´z-Zübeyr´in Ka´be ile ilgili icraatının gerçek bir rivayete dayandığı hususunda ikna olan Halife Abdülmelik, Ka´be´yi yıktırdığına pişman olur. Rivayet aynen şöyle:
Ebû Kaza´a anlatıyor: “Abdulmelik İbnu Mervan, bir gün Beytullah´ı tavaf ederken birden şöyle dedi:
“Allah İbnu´z-Zübeyr´in belasını versin! Hz. Aişe´yi yalanına alet ediyor ve: “Ben Aişe´nin şöyle söylediğini işittim” deyip şu yalanı söylüyor: “Aişe dedi ki: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Ey Aişe buyurdular. Eğer kavmin küfürden yeni çıkmış olmasaydı Ka´be´yi yıkar, ona Hıcr´ı dahil ederdim. Zira kavmin, onu inşa sırasında kısalttı.” Abdülmelik´e (yanında bulunan) el-Haris İbnu Abdillah İbni Ebi Rebia müdahale edip: “Ey mü´minlerin emiri, bunu söyleme! (Bu söz yalan değildir.) Ben de aynı şeyleri Hz. Aişe´den işittim” dedi. Bunun üzerine Abdülmelik:
“Keşke bunu Ka´beyi yıktırmadan önce işitseydim; onu İbnu´z-Zübeyr´in yaptırdığı şekilde bırakırdım” der.”[473]
2- HADİSTEN ÇIKARILAN FEVAİD
* Bu hadis, fitne ve fesad ve daha büyük zararı önlemek için maslahattan vazgeçmeye örnektir. Zira, Aleyhissalâtu vesselâm, Ka´be´nin inşaatında bazı eksiklikler bulunmasına rağmen, onunla ilgili bir tadilatın, Cahiliye devrinden intikal eden Ka´be´ye karşı aşırı hürmet sebebiyle Kureyşlilerde hasıl edeceği menfi aksülamelleri düşünerek durumunu düzeltme cihetine gitmiyor.
* İdareciler, halkın durumlarını gözönüne alarak icraatlarında tezaddan kaçınmalıdır. Yapılan işin doğruluğu kafi değildir. Halk da onun doğruluğuna ikna edilmelidir.
* Halkın memnun edilmesi esastır. Onun zıddına, rağmen icraat akilâne değildir.
* İmam halkın salahı için haram olmadıkça mefdûlü (az iyiyi), efdale (çok iyiye) tercih edebilir.
* Daha kötüye düşme korkusuyla, kötünün varlığı sineye çekilebilir.[474]
ـ4591 ـ16ـ وعن عمرو بْنُ دِينارٍ قال: ]سَمِعْتُ جَابِرَ بْنَ عَبْدِ اللّهِ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما يَقُولُ لَمَّا بُنِيَتِ الْكَعْبَةُ ذَهبَ رَسُولُ اللّهِ وَالْعَبَّاسُ يَنْقَُنِ الْحِجَارَةَ. فقَالَ الْعَبَّاسُ لِلنَّبِىِّ #: اجْعَلْ إزَارَكَ عَلى رَقَبَتِكَ يَقيكَ الْحِجَارَةَ. فَفَعَلَ، وكان ذلِكَ قَبْلَ أنْ يُبْعَثَ، فَخَرَّ الى ا‘رْضِ، فَطَمَحَتْ عَيْنَاهُ الى السَّمَاءِ. فقَالَ: اِزَارى إزَارى فَشَدَّهُ عَلَيْهِ[. أخرجه الشيخان.وفي رواية: »فَسَقَطَ مَغْشِيّاً عَلَيْهِ، فَمَا رُؤِىَ بَعْدُ عُرْيَاناً« .
16. (4591)- Amr İbnu Dinar anlatıyor: “Cabir İbnu Abdillah (radıyallahu anh)´ı işittim. Demişti ki: “Ka´be inşâ edilirken Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ve (amcası) Abbas taş taşımakta idiler. Bir ara Abbas (radıyallahu anh), Aleyhissalâtu vesselâm´a: “İzarını omuzuna koy da taşın incitmesine mani olsun” dedi. O da öyle yapmıştı. Bu hadise peygamberlik gelmezden önce idi. Birden yere yığıldı. Gözleri semaya dikilmiş kalmıştı.
“İzarım! İzarım! dedi ve derhal onu üzerine bağladı.”
Bir rivayette şu ziyade var: “…Bayılıp düştü. Bundan sonra hiç üryan görülmedi.” [Buharî, Hacc 42, Salât 8, Menakıbu´l-Ensar 25; Müslim, Hayz 76, (340).][475]
AÇIKLAMA:
1- Hz. Cabir hadisenin müşahidi gibi vak´ayı anlatmaktadır. Halbuki o vakte erişememiştir. Bu çeşit rivayetlere sahabe mürseli denir. Bu vak´ayı kimden işittiğini belirtmemektedir. Resûlullah´tan işitmiş olması kuvvetli ihtimaldir. Mamafih Ka´be´nin inşa hadisesine şahid olan ashabtan birini de dinlemiş olabilir.
2- Hadiste, bi´setten bazı rivayetlere göre 5, bazılarına göre de 15 yıl önce, Ka´be´nin tamiri sırasında cereyan eden bir hadise anlatılmaktadır. Bir rivayete göre Ka´be´nin yakınlarında ateş yakan bir kadından sıçrayan kıvılcım Ka´be´nin örtüsünü tutuşturur. Bina bundan ziyade zarar görür. Kureyş Ka´be´yi yıkıp yeniden yapmaya karar verir. O sıralarda Cidde yakınlarında karaya vuran bir geminin enkazı bu maksadla taşınır. Rumi bir de usta temin edilir. Herkes, bu arada Resûlullah da Ecyad mevkiinden omuzlarında taş taşır. İşte sadedinde olduğumuz rivayette Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın, omuz üzerine konan taşların omuzlarını incitmemesi için, vücudun göbekten aşağısını örten ve izar denen peştemalini belden çıkartarak katlayıp, omuzu üzerine koyması mevzubahistir. Bu sıralarda henüz peygamberlik gelmemiş olsa da ilahi murakabe altında olan genç Muhammed´in avretinin açılmasına müsade edilmez ve aniden üzerine çöken bir baygınlıkla yere düşer ve derhal izarını isteyerek avret yerlerini örter. Bazı rivayetlerde gaybtan bir tokat yediği, üzerini örtmesi emredildiği vs. ifade edilmiştir.
Bu vak´a Hz. İbnu Abbas´ın ve Resûlullah´ın ağzından da değişik şekillerde rivayet edilir.[476]
ـ4592 ـ17ـ وعن عمرو بْنِ دِينارٍ وَعُبَيْدِ اللّهِ بْنِ أبِى يَزِيدَ قَاَ: ]لَمْ يَكُنْ لِلْمَسْجِدِ عَلى عَهْدِ رَسُولِ اللّهِ # حَائِطٌ، كَانُوا يُصَلُّونَ حَوْلَ الْبَيْتِ حَتّى كَانَ عُمَرُ رَضِيَ اللّهُ عَنْه فَبَنَى حَوْلَهُ حَائِطاً جَدْرَهُ قَصِيرٌ فَعَّهُ ابْنُ الزُّبَيْرِ[. أخرجه البخاري .
17. (4592)- Amr İbnu Dinar ve Ubeydullah İbnu Ebi Yezid dediler ki: “Resûlullah zamanında Ka´be´nin (etrafında ihata) duvarı yoktu. İnsanlar Beytullah´ın etrafında namaz kılıyorlardı. Bu hal, Hz. Ömer zamanına kadar devam etti. Ömer (radıyallahu anh) etrafına duvar çektirdi. Bu davarın boyu alçaktı. İbnu´z-Zübeyr yükseltti.” [Buharî, Menakıbu´l-Ensar 25.][477]
ـ4593 ـ18ـ وعن أبى هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: يُخَرِّبُ الْكَعْبَةَ ذُو السُّوَيْقَتَيْنِ مِنَ الْحَبَشَةِ[. أخرجه الشيخان والنسائِى .
18. (4593)- Hz. Ebû Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Ka´be´yi, Habeşlilerden bacakları ince bir adam tahrip edecektir.” [Buhari, Hacc 49 Müslim, Fiten 57, (2909); Nesaî, Hacc 125, (5, 216).][478]
AÇIKLAMA:
1- Hadiste geçen suveykateyn iki bacakcık demektir; zü´ssuveykateyn, bacakları ince olan kimseye denir. Bundan murad, zayıf bir Habeşlidir. Yani zayıf bir Habeşlinin Ka´beyi yıkacağını ifade eder.Bu hususa temas eden başka hadisler de var. Bunlara göre, Ka´be´yi, Kıyamete yakın, yani Hz. İsa da indikten sonra, başlarında ince bacaklı şiş karınlı bir kimsenin yer aldığı Habeşliler gelip yıkacaklar, müteakip hadiste de görüleceği üzere taş taş sökecekler, taşlarını da denize atacaklardır.[479]
ـ4594 ـ19ـ وفي أخرى للبخاري عن ابنِ عبّاس: ]كأنِّى بِهِ أسْوَدَ أفْحَجَ يَقْلَعُهَا حَجَراً حَجَراً[.ويعنى الكعبة. إنما صغر السويقتين ‘نه أراد ضعفهما ودقتهما، وذلك غالب في سوق الحبشة.و»الفحجُ« بعد ما بين الساقين .
19. (4594)- Buhâri´nin İbnu Abbas´tan kaydettiği diğer bir rivayete göre, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurmuştur: “Kâ´be´yi yıkacak olan o ayrık iri ayaklı, güdük kafalı (koyu siyah) Habeşli´yi Kâ´be´ nin taşlarını birer birer söker halde görür gibiyim!” [Buharî, Hacc 49.][480]
ـ4595 ـ20ـ وعن ابن عمرو بن العاص رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: اَتْرُكُوا الْحَبَشَ مَا تَرَكُوكُمْ فإنَّهُ َ يَسْتَخْرِجُ كَنْزَ الْكَعْبَةِ إَّ ذُو السُّوَيْقَتَيْنِ[. أخرجه أبو داود.»الكنزُ« المال المخبوء، والمراد به مال الكعبة الذي كان معدّا لها من النذور القديمة وغيرها .
20. (4595)- İbnu Amr İbni´l-As (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Habeşliler sizi terkettikçe onları terkedin. Zira, Kâ´be´nin hazinesini sadece zü´ssüvaykateyn (ince bacaklı olan kimse) çıkaracaktır.” [Ebû Dâvud, Melâhim 11, (4309).][481]
AÇIKLAMA:
Burada, Habeşliler müslümanlara dokunmadıkça onlara dokunulmaması tavsiye edilmektedir. Onlara dokunmamak, şerlerinden azâde kalmak içindir. Zira hadisin devamı onlardan gelecek şerre dikkat çekiyor: “Kâ´be´de gömülü olan hazineyi Habeş asıllı ve Zü´s-Suveykateyn lakabında biri çıkaracaktır.” Süveyka´nın “ince bacaklı” demek olduğunu yukarıda kaydettik.
Suyutî der ki: “Halîmî ve başka bazı âlimlerin zikrine göre, Süvaykateyn´in zuhuru, İsa aleyhisselâm´ın zamanında, Ye´cüc ve Me´cüc´ün helâkinden sonradır. Hz. İsa ona bir öncü kuvvet gönderir. Bu birlik yedisekizyüz kişiliktir. Birlik ona doğru yürürken Allah Teâla Hazretleri Yemânî olan güzel kokulu bir rüzgâr gönderir. Bu rüzgârla bütün mü´minlerin ruhu kabzedilir.” [482] –