UMUMİ AÇIKLAMA
Kasâme kelimesi yemin manasına gelir. Dilimizdeki kasem kelimesi de aynı manada olmak üzere bu kötken gelir. Fıkıh ıstılahı olarak, daha hususi bir yeminin adıdır.
Istılahat-ı Fıkhiye´deki tarifi şöyledir: “Kâtili meçhul olan ve üzerinde katil eseri bulunan bir ölünün bulunduğu mahal ahalisinden elli kimsenin veçh-i mahsus üzere yemin etmelerine kasâme denir.
Bir mahallede veya bir karyede (köyde) veya bir şahsın mülkünde veya meskeninde yahud bir karye veya beldeye ses işitilecek derece yakın olup, kimsenin mülkünde bulunmayan hâli bir yerde bir katil (ölü) bulunduğu ve kendisinde -dövülme gibi, gözlerinden kan fışkırması gibi- katledildiğine delalet eden bir eser görüldüğü halde, kâtili bilinmese; katilin velileri ise o mahal sahibinin veya ahalisinin inkarlarına rağmen onların katletmiş olduklarını bila beyyine (delil olmaksızın) dava ve yemin etmelerini talep eylese, bunlardan evliya-i katilin (ölenin velilerinin) intihab edecekleri elli erkeğe hakim tarafından yemin tevcih edilir. Onlardan her biri de “billahi onu ben öldürmedim ve öldüreni de bilmiyorum” diye nam-ı akdes-i İlahiye kasem eder.
Şayet kendisine böyle yemin tevcih edilenlerden biri, kâtilin kim olduğunu biliyorsa, o halde “billahi onu ben öldürmedim ve filandan başka öldüreni de bilmiyorum” diye yemin eder.
Kasâme suretiyle yemin edeceklerin adedi elliye baliğ olmadığı takdirde, kendilerine elliye kadar yemin tekrar tevcih edilir.”
Yine Istılahat-ı Fıkhiye´de açıklandığı üzere, kasâme müessesesi, maktul tarafın mağduriyetini azaltıp yarasını sardığı gibi, ferdleri ve cemiyetleri, kendi mülkleri dahilinde cereyan eden faili meçhul cinayetlerden sorumlu tutarak teyakkuza ve tedbire sevketmektedir. Ammeye, devlete ait bir arazide cereyan eden böylesi bir cinayetin fidyesini devlet ödemekle, devlet ve amme sorumluları teyakkuza zorlanmış olmaktadır. Böylece hiçbir kimsenin kanı, faili meçhul diye heder olmamakta, mağdurları fidyesiz kalmamaktadır. Diğer taraftan cinayetin işlendiği arazi sahipleri yemin suretiyle kısastan kurtulmakta, ceza hafiflemektedir.
Müteakiben görüleceği üzere, kasâme cahiliye devrinde mevcuttur. İslam bunu ibka etmiştir.[1]
ـ4985 ـ1ـ عن ابن عباس رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]إنَّ أوَّلَ قَسَاَمَةٍ كَانَتْ في الْجَاهِلِيّةِ لِفِينَا بَنِى هَاشِمٍ كَانَ رَجُلٌ مِنْ بَنِى هَاشِمٍ اسْتَأجَرَهُ رَجُلٌ مِنْ قُرَيْشٍ مِنْ فَخِذٍ أُخْرَى، فَانْطَلَقَ مَعَهُ في إبلِهِ. فَمَرَّ بهِ رَجُلٌ مِنْ بَنِى هَاشِمٍ، وَقَدِ انْقَطَعَتْ عُرْوَةُ جَوَالِقِهِ. فقَالَ: أغِثْنِى بِعِقَالٍ أشَدُّ بِهِ عُرْوَةَ جَوَالِقِي، تَنْفُرُ ا“بِلُ. فَأعْطَاهُ عِقَاً فَشَدَّ بِهِ. فَلمَّا نَزَلُوا عُقِلَتْ ا“بِلُ إَّ بَعِيراً وَاحِداً فقَالَ الّذِى اسْتَأجَرَهُ: مَا بَالُ هذَا الْبَعِيرِ لَمْ يُعْقَلْ. فقَالَ: لَيْسَ لَهُ عِقَالٌ. فقَالَ: أيْنَ عَقَالُهُ؟ وَحَذَفَهُ بِعَصَا كَانَ فيهَا أجَلُهُ فَمَرّ بِهِ رَجُلٌ مِنْ أهْلِ الْيَمَنِ. فقَالَ: أتَشْهَدُ الْمَوْسِمَ؟ فقَالَ: مَا أشْهَدُ، وَرُبَّمَا شَهِدْتُهُ. قَالَ: فَهَلْ أنْتَ مُبَلِّغٌ عَنِّي رِسالةً مَرَّةً مِنَ الدَّهْرِ؟ قَالَ: نَعَمْ. قَالَ: إذَا شَهِدْتَ الْمَوْسِمَ فَنَادِ: يَا لَقُرَيْشٍ؟ فإذَا أجَابُوكَ؛ فَنَادِ: يَا لَبَنِي هَاشِمٍ، فإذَا أجَابُوكَ. فاسألْ عَنْ أبِي طَالِبٍ، فأخْبِرهُ أنَّ فَُناً قَتَلَنِي في عِقَالٍ، وَمَاتَ الْمُسْتَأجَرُ. فَلَمَّا قَدِمَ الّذِى أسْتَأجَرَهُ أتَاهُ أبُو طَالِبٍ. فقَالَ: مَا فَعَلَ صَاحِبُنَا؟ قَالَ: مَرِضَ فأحْسَنْتُ الْقِيَامَ عَلَيْهِ، وَوَلِيتُ دَفْنهُ. قَالَ: قَدْ كَانَ أهْلَ ذلِكَ مِنْكَ فَمَكَثَ حِيناً ثُمَّ إنَّ الرَّجُلَ الّذِى أوْصَى إلَيْهِ وَافَى الْمَوْسِمَ. فقَالَ يَا لَقُرَيْشٍ. قَالُوا: هذِهِ قُرَيْشٌ. يَالَبَنِي هَاشِمٍ. قَالُوا: هذِهِ بَنُو هَاشِمٍ.
قَالَ أيْنَ أبُو طَالِبٍ؟ قَالُوا: هذَا أبُو طَالبٍ. قَالَ: أمَرَنِي فَُنٌ أنْ أُبَلِّغَكَ رِسَالَةً أنَّ فَُناً قَتَلَهُ في عِقَالٍ فَأتَاهُ أبُو طَالِبٍ. فقَالَ: أخْتَرْ مِنَّا إحدَى ثَثٍ. إنْ شِئْتَ أن تُؤَدِّيَ مِائَةَ مِنَ ا“بْلِ فإنَّكَ قَتَلْتَ صَاحِبَنَا وَإنْ شِئْتَ حُلِّفَ خَمْسُونَ مِنْ قَوْمِكَ أنَّك لَمْ تَقْتُلْهُ. فإنْ أبَيْتَ قَتَلْنَاكَ بِهِ. فأتَى قَوْمَهُ فأخْبَرَهُمْ. فقَالُوا نَحْلِفُ فَأتَتِ اِمْرَأةٌ مِنْ بَنِى هَاشِمٍ كَانَتْ تَحْتَ رَجُلٍ مِنْهُمْ، قَدْ وَلَدَتْ مِنْهُ. قَالَتْ: يَا أبَا طَالِبٍ أُحِبُّ أنْ تُجِيزَ ابْنِي هذَا بِرَجُلٍ مِنَ الْخَمْسِينَ وََ تُصْبَرُ يَمِينَهُ حَيْثُ تُصْبَرُ ا‘يْمَانُ فَفَعَلَ فَأتَاهُ رَجُلٌ مِنْهُمْ. فقَالَ: يَا أبَا طَالِبٍ أرَدْتَ خَمْسِينَ رَجًُ أنْ يَحْلُفُوا مَكَانَ مِائَةٍ مِنَ ا“بِلِ يُصِيبُ كُلُّ وَاحِدٍ مِنْهُمْ بَعِيرَانِ، هذَانِ بَعِيرَانِ، فاقْبَلْهُمَا مِنّي وََ تُصْبَرُ يَمِينِي حَيْثُ تُصْبَرُ ا‘يْمَانُ فَقَبِلَهُمَا. فَجَاءَ ثََمَانِيَةٌ وَأرْبَعُونَ فَحَلَفُوا. قَالَ ابْنُ عَبّاسٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما: فَوَ الَّذِى نَفْسِى بِيَدِهِ مَا حَالَ الْحَوْلُ وَمِنَ الثَّمَانِيَةِ وَا‘رْبَعِينَ عَيْنٌ تَطْرُفُ[. أخرجه البخاري والنسائي.»القسامةُ« ا“يمان يقسم بها المتهمون على إستحقاقهم دم صاحبهم أو يقسم المتهمون على نفي القتل عنهم، وهو مصدر يقال: أقسم ـ يقسم قسماً ـ وقسامة: إذا حلف.و»الفخذُ« دون القبيلة.و»تُجِيزُ ابْنِى« روى بالراء وبالزاى، ومعناه بالراء تؤمنه منها، وبالزاى تأذن له في ترك اليمين.و»المجيزُ« هو الذي يقوم بأمر اليتيم.و»يمينُ الصبر« هي التي يُلْزَمُهَا المأمور بها ويكره عليه ويُحكم عليه بها.
1. (4985)- İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Cahiliye devrinde görülen ilk kasâme hadisesi, biz Benî Haşim içinde cereyan etmişti. Benî Haşim´den (Amr İbnu Alkame İbni´l-Muttalib İbni Abdi Menaf adında) bir erkeği, Kureyş´in bir başka koluna mensup (Hıdaş İbnu Abdillah İbni Ebî Kays el-Amiri adında) bir adam ücretle tutmuştu. (Amr) develerle birlikte (Hıdaş´la) yola çıktı. Benî Haşim´den bir kimse ona uğradı. Bu adamın deri çuvallarının ipi kopmuştu.
“Bana yardım et, ip ver de şu çuvallarıma bağlayayım, develer ürkmesin!” dedi, o da ona bir ip verdi ve onunla çuvalları bağladı. Konakladıkları vakit bir tanesi hariç bütün develer bağlandı. Onu ücretle tutan patron:
“Bu deve niye bağlanmadı ” diye sordu. Öbürü: “Bunu bağlayacak ip yok!” dedi. “Pekiyi onun bağı nerede ” diye soru ve efendi hizmetçiye bir sopa fırlattı. Meğerse onun eceli bu değnekte imiş. (Adam yaralanır, fakat daha ölmeden) Yemenli bir zat kendisine uğrar. Yemenliye sorar:
“Sen hacc mevsiminde Mekke´de hazır bulunur musun ”
Adam: “Bazan bulunurum, bazan bulunmam” der. Yaralı ona:
“Benim için bir elçilik yapar mısın ” diye ilave eder. Adam:
“Evet yapar (istediğinizi duyururum)” der. Yaralı:
“Sen hacc mevsiminde hazır bulunduğun zaman: “Ey Kureyşliler!” diye bağır. Sana “Buyur!” ettikleri vakit: “Ey Haşimoğulları!” de!.. Onlar: “Buyur!” edince Ebu Talib´i sor. Ona: Beni falancanın bir ip sebebiyle öldürdüğünü haber ver!” der.
Bunu söyledikten sonra o işçi vefat eder
Onu ücretle tutan patron, (Mekke´ye) dönünce Ebu Talib yanına gelerek (öleni) sorup: “Arkadaşımıza ne oldu ” der. O da:
“Hastalandı, (tedavisi için) elimizden geleni yaptık. (Ama maalesef) öldü, defin işini de ben üzerime aldım!” diye cevap verir. Ebu Talib:
“O, senin bu alâkanı hak etmişti” der. Aradan bir müddet geçer. Sonra ölen ücretlinin vasiyette bulunduğu Yemenli zat hacc mevsiminde gelir ve:
“Ey Kureyşliler!” diye selenir. (Kureyşliler toplanıp):
“İşte biz Kureyşlileriz!” derler. Bu sefer adam:
“Ey Haşimoğulları!” der. Onlar:
“İşte biz Benî Haşimiz!” derler. Adam bu sefer de:
“Ey Ebu Talib!” der. Kendisine: “İşte şu Ebu Talib´tir!” derler. Adam:
“Bana falan kimse, size bir elçilik (yapmamı, bir haber) tebliğ etmemi söylemişti. O da şu: Onu falan kimse bir ip yüzünden öldürmüş” der. Bunun üzerine Ebu Talib ona gidip:
“Bizden üç şeyden birini seç: İstersen yüz deve öde, zîra sen bizim adamımızı öldürdün. (Bu iddiamızı inkar edecek olursan), dilersen, kavminden elli kişi senin öldürmediğine dair yemin etsinler. Bunlara itiraz edecek olursan, biz de seni onun sebebiyle öldüreceğiz!” der. Adam kavmine gelip durumu haber verir.
“Yemin edelim!” derler. Onlardan bir erkeğe nikahlı olup, doğum da yapmış olan Benî Haşimli bir kadın gelip:
“Ey Ebu Talib! Benim şu oğlumu o elli kişiden bir adam yerine tutmanı, fakat ona (yeminlerinin yaptırıldığı Ka´be rüknü ile Makam-ı İbrahim arasında) yemin ettirilmemesini talep ediyorum!” der. Ebu Talib bu kadının dilediği şekilde hareket eder. Derken onlardan bir başka adam gelir ve:
“Ey Ebu Talib! Sen yüz deveye bedel elli kişinin yemin etmesini diledin. Bu durumda her adama iki deve düşüyor. Al şu iki deveyi benim hesabıma kabul et, yeminlerin yapıldığı yerde bana yemin ettirme!” der. Ebu Talib bu iki deveyi kabul eder. Kırk sekiz kişi de gelip yemin ederler.
İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) der ki:
“Nefsimi kudret eliyle tutan Zat-ı Zülcelal´e yemin olsun, yeminleri üzerinden bir yıl geçmeden o kırk sekiz kişiden hiçbir kımıldayan göz kalmadı (hepsi helak oldu).” [Buhârî, Menakıbu´l-Ensar 26; Nesâî, Kasame 1, (8, 2,4).][2]
AÇIKLAMA:
1- Hadis, cahiliye devrinde cereyan eden kasâmeye bir örnek vermektedir. Kasâmenin, katl ithamı halinde, delil yokluğunda, iddiayı nefiy veya isbat maksadıyla başvurulan hususi bir yemin olduğunu umumi açıklama kısmında belirtmiş idik.
2- Sadedinde olduğumuz yemin, Ka´be´nin Haceru´l-Esved Rüknü ile Makam-ı İbrahim arasında cereyan etmiştir. Hadis orada yapılan yalan yeminin süratli şekilde felaket getirdiğini ifade etmektedir.
Bu durumu te´yid eden örneklerden İbnu Hacer´in kaydettiği bir diğer rivayete göre: “Bir grup insan Beyt´in yanında yalan yere yemin etmişti. Sonra oradan çıkıp bir kayanın altına oturdular. Kaya üzerlerine çöktü.”
Bir diğer rivayet şöyle: “Cahiliye halkı, Harem bölgesinde bir cürüm işlerlerse cezaları pek çabuk gelirdi.”
Bir diğer örnek de şöyle: “Cahiliye devrinde bir cariye Ka´be´ye sığındı. Kadının efendisi gelip onu çekti çıkardı. Kadının eli çolak oldu.”
Cahiliye devrinde, Harem´de mazlumun zalim hakkında yaptığı bedduaya süratle icabet hasıl olması meselesiyle ilgili olarak, Hz. Ömer´in şu sözü kaydedilmiştir: “Cahiliye devrinde insanlar ba´si (ahirette dirilmeyi) bilmedikleri için, zulümden kaçınmaları için (Cenab-ı Hak) onlara böyle muamelede bulunuyordu. Ama İslam geldikten sonra, kısas kıyamet gününe te´hir edildi.”
Tavus´tan gelen bir rivayete göre: “Harem´de işlenen bir kötülüğün cezasının hemen verileceği zamanın gelmesi yakındır.” Bu rivayet kıyamete yakın, ilmin yeryüzünden kabzedilmesiyle, insanların şer´î meseleleri unutmaları sonucu, eski halin döneceğine bir işaret kabul edilmiştir.”[3]
ـ4986 ـ2ـ وعن أبي سلمة بن عبدالرحمن، وسليمان بن يسار عن رجل من أصحاب رسول اللّه #: ]أنَّ النَّبِيَّ # أقَرَّ الْقَسَامَةَ عَلى مَا كَانَتْ عَلَيْهِ في الْجَاهِلِيّةِ وَقَضى بِهَا بَيْنَ نَاسٍ مِنَ ا‘نْصَارِ في قَتِيلٍ اِدَّعُوهُ عَلى يَهُودِ خَيْبَرَ[. أخرجه مسلم والنسائ
2. (4986)- Ebu Seleme İbnu Abdirrahman ve Süleyman İbnu Yesar, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın bir sahabisinden naklen anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), kasâmeyi cahiliye devrindeki şekliyle takrir edip kabul etti. Hatta, Hayber Yahudileri aleyhine dava ettikleri bir ölü için Ensar´dan bir kısım insanlar arasında kasâmeye hükmetti.” [Müslim, Kasame 8, (1670); Nesâî, Kasame 2, (8, 5).][4]
AÇIKLAMA:
Hadis, kasâme ile ilgili adabın cahiliye devrinde cereyan eden şekliyle İslam´a dahil edildiğini, tadilat yapılmadığını ifade etmekte, ayrıca Resulullah´ın bir katl hadisesinin hallini kasâme usulüyle yaptığını göstermektedir. Ensardan bir zat, Cübbi´l-Yehud´da ölü olarak bulunur. Ensar, bunun Yahudiler tarafından öldürüldüğünü iddia ederek diyet talep ederler. Yahudiler iddiayı reddedince Resulullah kasâmeye hükmeder.[5]
ـ4987 ـ3ـ وعن سهل بن أبي حثمة قال: ]انْطَلَقَ عَبْدُاللّهِ بنُ سَهْلٍ وَمُحَيِّصَةُ ابْنُ مَسْعُودٍ الى خَيْبَرَ، وَهِيَ يَوْمَئِذٍ صُلْحٌ فَتَفَرَّقَا، فأتَى مُحَيِّصَةُ الى عبدِاللّهِ ابنِ سَهْلٍ وَهُوَ يَتشَحَّطُ في دَمِهِ قَتِيً فَدَفَنَهُ. ثُمَّ قَدِمَ الْمَدِينَةَ. فَانْطَلقَ عَبْدُ الرّحْمنِ بْنُ سَهْلٍ وَمُحَيِّصَةُ وَحُوَيِّصَةُ ابْنَا مَسْعُودٍ الى رَسُولِ اللّهِ #. فَذَهَبَ عَبْدُالرَّحْمنِ يتَكَلَّمُ. فقَالَ #: كَبِّرْ كَبِّرْ، وَهُوَ أحْدَثُ الْقَوْمِ فَسَكَتَ فَتَكَلّمُوا. فقَالَ رَسُولَ اللّهِ #: أتَحْلِفُونَ خَمْسِينَ يَمِيناً وَتَسْتَحِقُّونَ دَمَ صَاحِبِكُمْ؟ قَالُوا: كَيْفَ نَحْلِفُ، وَلَمْ نَشْهَدْ وَلَمْ نَرَ؟ قَالَ: فَتُبْرِئُكُمْ يَهُودُ بِخَمْسِينَ يَمِيناً. قَالُوا: كَيْفَ نَأخُذُ أيْمَانَ قَوْمٍ كُفَّارٍ؟ فَعقَلَهُ رَسُول اللّهِ # مِنْ عِنْدِهِ[. أخرجه الستة.قوله: »يتشحط« أي يضطرب.وقوله: »كبّر« أمر بتقديم اكبر في الكم .
3. (4987)- Sehl İbnu Ebi Hasme anlatıyor: “Abdullah İbnu Sehl ve Muhayyısa İbnu Mes´ud Hayber´e gittiler. O günlerde Hayber´le sulh yapılmıştı. Onlar (hususi işleri için) birbirlerinden ayrıldılar.
Muhayyısa, Abdullah İbnu Sehl´e rastladı; kan revan içindeydi, son nefeslerini verdi. Muhayyısa, arkadaşını orada defnetti ve Medine´ye döndü. Mes´ud´un iki oğlu Muhayyısa ve Huvayyısa, Abdurrahman İbnu Sehl ile birlikte (durumu haber vermek üzere) Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın yanına gittiler. Yaşça hepsinin küçüğü olan Abdurrahman konuşmaya başladı. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm):
“Büyüğü büyükle, büyüğü büyükle!” diyerek müdahele etti. Bunun üzerine o sustu, öbürleri anlattılar. Aleyhissalâtu vesselâm:
“Elli yemin yapıp arkadaşınızın diyetini hak etmek ister misiniz ” buyurdular. Onlar;
“Nasıl yemin ederiz, ne şahid olduk, ne de gördük!” dediler. Aleyhissalâtu vesselâm:
“Yahudiler elli yeminle sizi tebrie etsinler mi ” buyurdular. Onlar:
“Biz kâfir insanların yeminine nasıl itibar ederiz ” dediler. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) onların bu halleri üzerine, adamın diyetini kendi nezdinden ödedi.” [Buharî, Diyat 22, Sulh 7, Cizye 12, Edeb 89, Ahkam 38; Müslim, Kasame 1, (1669); Muvatta, Kasame 1, (2, 877, 878); Ebu Davud, Diyat 8, 9, (4520, 4521, 4532); Tirmizî, Diyat 23, (1422); Nesâî, Kasame 3, (8, 5-12).][6]
ـ4988 ـ4ـ وعن عمرو بن شعيب عن أبيه عن جده: ]أنَّ ابْنَ مُحَيِّصَةَ ا‘صْغَرَ أصْبحَ قَتِيً علَى أبْوَابِ خَيْبَرَ. فقَالَ رَسُول اللّهِ #: أقِمْ شَاهِدَيْنِ عَلى مَنْ قَتَلَهُ أدْفَعْهُ إلَيْكَ بِرُمَّتِهِ. قَالَ: يَا رَسُولَ اللّهِ؛ مِنْ أيْنَ نُصِيبُ شَاهِدَيْنِ؟ فإنَّمَا أصْبَحَ قَتِيً عَلى أبْوَابِهِمْ. قَالَ: فَتَحْلِفُ خَمْسِينَ قَسَامَةً. فقَالَ: يَا رَسُولَ اللّهِ وَكَيْفَ أحْلِفُ عَلى مَا َ أعْلَمُ؟ فقَالَ #: فَتَسْتَحْلِفُ مِنْهُمْ خَمْسِينَ قسامَةً. فقَالَ: يَا رَسُولَ اللّهِ فَكَيْفَ نَسْتَحْلِفُهُمْ وَهُمُ الْيَهُودَ فقَسّمَ رَسُولُ اللّهِ # دِيَتَهُ عَلَيْهِمْ وَأعَانَهُمْ بِنصْفِهَا[. أخرجه النسائي .
4. (4988)- Amr İbnu Şuayb an ebihi an ceddihi (radıyallahu anh) anlatıyor: “Muhayyisa´nın küçük oğlu Hayber´in kapısı önünde maktul bulundu. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm):
“Öldüren hakkında iki şahid bul, kâtili sana ipiyle teslim edeyim!” buyurdu. Muhayyısa:
“Ey Allah´ın Resulü! Biz nereden iki şahid bulalım Zîra onların kapıları önünde katledildi” dediler. Aleyhissalâtu vesselâm:
“Öyleyse elli kere kasâme yemini ederim” buyurdular. Muhayyısa:
“Ey Allah´ın Resulü dedi, ben bilmediğim bir kimse hakkında nasıl yemin ederim ” Aleyhissalâtu vesselâm:
“Onlardan elli kasâme yemini talep edersin” buyurdular. Muhayyısa:
“Ey Allah´ın Resulü! Onlar Yahudidir, biz onlara nasıl yemin teklif ederiz ” dedi. Bunun üzerine ölenin diyetini Aleyhissalâtu vesselâm onlara (Yahudilere) hükmetti ve yarısıyla onlara yardımda bulundu.” [Nesâî, Kasame 4, (8, 12).][7]
AÇIKLAMA:
1- Kaydedilen hadislerin ikisi de birbiri içine giren aynı meseleye temas ettikleri için açıklamasını müşterek yapacağız ve izaha muhtaç birkaç noktaya temas edeceğiz:
* Rümme, ip demektir. Hadiste, kısas yapılmak veya öldürülmek üzere götürülen kimseye bağlanan ip ifade edilmiştir. Bu ipin mücrimin kaçmaması için bağlandığı açıktır. Cahiliye devrinde, bir adam devesini satmış, boynunda ipi de varmış. Müşteri: “Deveyi ipiyle ver!” demiş. O da “ipiyle verdim!” demiş, böylece ipiyle demek olan بِرُمَّتِهِ tabiri tamamiyle, hepsi manasına gelen bir deyim olmuş.
* Hadis, kasâmenin olması için mağdur tarafın kasâme talep etmesini ifade etmektedir. Ulema diğer şartlar meyanında: Faili meçhul ölünün insan olmasını şart koşar, hayvan vs. hakkında kasâme olmayacağını belirtirler. İnsan olunca zımmî, Müslüman, hür, köle, çocuk, kadın ayırımı yapmazlar, herkes için kasâmenin gereğine hükmederler. Ayrıca kasâmeye, itham edilenlerin suçu inkar etmeleri halinde başvurulur.
* Ölü, belli bir şahsa veya belli bir köye, mahalleye ait değil de ammeye ait ise, kasâme olmazsa da diyet olur ve mağdur tarafa ödeme beytü´lmal (devlet hazinesi)´nden yapılır.
* Kasâmenin meşruluğunda ihtilaf yoktur. Fakat onunla nasıl amel edileceği hususunda bazı ihtilaflar vardır. Fıkıh kitaplarında bu hususlar görülebilir.
Kaydedilen hadislerde görülen bir ihtilaf, kasâmede kime yemin ettirileceği hususudur. Cumhur -ki İmam Şafiî ve Malik de burada yer alır- yeminin mirasçılara verdirileceğini söylerler. Onlara göre mirasçılar, elli yemin verirlerse hak sahibi olurlar.
Kasâmede kısası meşru addetmeyip “diyetle iktifa edilir” diyenlere göre, yemin önce davalı tarafa teklif edilir. Davalı yemin etmezse, davacı tarafa yemin ettirilir.
* İmam Âzam, Kûfe ulemasının çoğu ve Süfyan-ı Sevrî´ye göre, maktulün bir mahalle veya köyde bulunması ve bir de üzerinde öldürülme izi görülmesi, kasâme gerektirir. İmam Malik, İmam Şafiî, İmam Ahmed, Davud-u Zahirî, Leys ve bir kısım başka alimlere göre, maktulün sırf bir kavmin mahalle, kabile veya mescidinde bulunması ile kasâme sabit olmaz bu katl heder sayılır. Bu, bir kimse tarafından işlenmiş, mahallenin suçlanması için buraya atılmış bir cinayet de olabilir.[8]
2- HADİSTEN ÇIKARILAN BAZI FEVAİD
* Kasâme ile sadece diyet icabeder, kısas gerekmez diyenlere bu hadis delildir.
* Faziletçe eşitlik halinde, yaşlı olana öncelik tanınır.
* Kasâme hak bir metoddur.
* Kâfir ve fasığın yeminine itibar edilir.
* Gaib aleyhine hüküm verilebilir. Kan davasında hasmın huzuru şart değildir.
* Müslümanla kâfir arasındaki davalar İslam kanunlarına göre çözüme bağlanır.
* Zann-ı galibe dayanarak yemin edilebilir.
* Kasâmenin cari olmadığı durumda, beytü´lmalden diyet ödenir.[9]
ـ4989 ـ5ـ وعنه أيضاً عن ابيه عن جده قال: ]قَتَلَ رَسُولُ اللّهِ # بِالْقَسَامَةِ رَجًُ مِنْ بَنِي نَضْرِ بْنِ مَالِكٍ بِبَحْرَةِ الرُّغَاءِ عَلى شَطٍّ لِيّةِ الْبَحْرَةِ، فقَالَ الْقَاتِلُ وَالْمَقْتُولُ مِنْهُمْ[. أخرجه أبو داود. »الْبَحْرَةُ« البلدة .
5. (4989)- Yine Amr İbnu Şuayb an ebihi an ceddihi tarikinden anlatıldığına göre, “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), Liyyetü´l-Bahre nam mevkiin kenarında yer alan Bahretu´r-Ruğâ´da meskun Benî Nadr İbni Malik kabilesinden bir adamı kasâme yoluyla öldür(t)dü ve:
“Katil de maktül de kendilerinden!” buyurdu.” [Ebu Davud, Diyat 8, (4522).] [10]
AÇIKLAMA:
1- Bu hadis, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın kasâme yoluyla kısasa da yer verdiğini ifade etmektedir. Ancak hadisin muzdarib olduğu, ibarede birkısım takdim ve tehirler bulunduğu şarihler tarafından belirtilmiştir. Teysir Müellifi, hadisin Sünen´deki aslında yer alan ve bazı ihtilaflara işaret eden Ebu Davud´un hadis hakkında notunu buraya almamıştır. Teknik bir teferruat olduğu için biz de temas etmeyeceğiz.
2- Zürkânî´nin Muvatta Şerhi´nde kaydına göre, Ömer İbnu Abdilaziz ve Abdullah İbnu´z-Zübeyr (radıyallahu anhümâ) bu hadisle amel etmişlerdir. [11]
——————————————————————————–
[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/202-203.
[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/205-206.
[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/206-207.
[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/207.
[5] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/207-208.
[6] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/208-209.
[7] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/209-210.
[8] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/210-211.
[9] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/211.
[10] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/211.
[11] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/212.