Âlemlerin Rabb’i olan Allah Teâlâ’ya hamdeder; Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)’e, onun âl ve ashâbına ve kıyamet gününe kadar onlara tâbi olanlara salât u selam getiririz.
Şüphe yok ki Hz. Peygamber’in ve sahabilerinin sîretleri (hayat hikâyeleri) ve tarihleri iman kuvvetinin ve din duygusunun en kuvvetli kaynaklarındandır. Müslümanlar bugüne kadar bunlardan iman parıltısı almışlardır. Küllenen kalbler bunlarla alevlenmiştir. Kalbler maddî rüzgârların ve fırtınaların estiği alanda bulunduklarından çabucak sönerler. Kalblerinin sönmesi hâlinde de müslümanlar kuvvetlerini, etkilerini ve kendilerini diğer ümmetlerden ayıran özelliklerini kaybederek cansız bir ceset hâline dönüşürler.
Bu tarih, kendilerine gelen İslâm dâvetine iman ve onu kalbleriyle tasdik eden kahramanların tarihidir. Bu kahramanlar, Allah ve Rasûlü’ne dâvet edildiklerinde “Ey Rabb’imiz! Biz ‘Rabb’inize iman edin!’ diye imana çağıran bir dâvetçiyi (Hz. Muhammed’i veya Kur’ân’ı) işittik ve hemen iman ettik” (Âl-i İmran: 3/193) sözlerinden başka şey söylememişler ve her konuda Hz. Peygamber’e destek olmuşlardır. Canları, malları ve aşiretleri onlar için pek fazla bir değer taşımıyordu. Allah’a dâvet yolunda her türlü meşakkati göğüslemeye hazırdılar. Bu uğurda acıları güzel telakki ediyorlardı. Bu dâvetin yakîni kalblerine nüfuz etmiş, nefislerine ve akıllarına hâkim olmuştur. Gaybe iman edip Allah ve Rasûlü’nü sevmelerinden dolayı kendilerinden hârikalar sâdır olmuştur. Onlar mü’minlere karşı (kendi aralarında) merhametli, kâfirlere karşı şiddetli idiler. Âhireti dünyaya, gaybı şuhûda (görünür âleme), hidâyeti de mal yığmaya tercih ederler; Allah’a dâvet hususunda çok titizlik gösterirlerdi. Gâyeleri, insanları kula kulluktan Allah’a ibâdete sevkedip bâtıl dinlerin zulmünden İslâm’ın adâletine, dünyanın darlığından âhiretin genişliğine çıkarmaktı. Onlar beşeriyeti dünyanın süslerine ve mallarına önem vermemeye, Allah’a ve cennete kavuşmayı arzulamaya ve (müslümanları da) İslâm yardımının ve hayırlarının doğusundan batısına, dağlarından ovalarına, engin vadilerine varıncaya kadar bütün dünyaya yayılması hususunda büyük gayret sarfetmeye sevketmek istiyorlardı. Bu yolda dünya lezzetlerini unutup istirahatlarından vazgeçtiler. Yine bu uğurda vatanlarını terkedip canlarını ve mallarının en hayırlılarını sarfettiler. Öyle çalıştılar ki nihayet din tam mânâsıyla yerleşti; kalbler tamamen Allah’a yöneldi. İman rüzgârları kuvvetli, temiz ve bereketli olarak esmeye başladı. Tevhid ve iman, ibâdet ve takva devleti kuruldu; cennete rağbet arttı. Hidâyetin yeryüzünde yayılmasıyla insanlar gruplar hâlinde Allah’ın dinine girmeye başladı.
Onların hâdiselerini tarih kitapları, haberlerini (yaşantılarını) da İslâm’ın divanları kaydetmektedir. Onlar her zaman için müslümanların hayatında yenilik ruhunun uyanmasına kaynaklık ettiler. Bunun içindir ki İslâm mücâhitleri, ıslâhatçı ve dâvetçileri onlara (sahabilere) nisbet edilen bu hâdiseleri ve hikâyeleri nakledegelmişler; müslümanların gayretini uyandırma ve kalblerini iman ateşiyle tutuşturma hususlarında bunlardan yararlanmışlardır. Fakat öyle bir zaman geldi ki müslümanlar bu tarihe bakmaz oldular ve onu unuttular. Müslüman yazarlar, vâizler ve dâvetçiler son devir zâhitlerinin, şeyh ve evliyalarının haberlerine yöneldiler. Kitaplarını bu zâhitlerin, şeyh ve evliyaların kıssa ve kerâmetleriyle doldurdular. Halk bunlardan başka birşey okumaz oldu. Vaaz meclisleri, ders halkaları, kitap sayfaları bunlarla dolup taştı.
Bildiğimiz kadarıyla bu asırda ashâb-ı kirâmın haberlerinin ve yaşantılarının faziletini, sayfalar arasında gömülü bulunan bu ıslâhatçı ve eğitici servetin İslâm dâveti ve dinî terbiye hususlarındaki önemini ve kalbler üzerindeki tesirini kavrayanların ilki. (bu kitabın yazarı Muhammed Yusuf Kandehlevî’nin babası) büyük ıslâhatçı, meşhur İslâm dâvetçisi şeyh Muhammed İlyas Kandehlevî’dir. (Vefatı Hicri 1363; M. 1944). Kendisi devamlı olarak bu konularla ilgili kitapları okuyor, okutuyor ve sonra da bunları, anlatma veya hatırlatma yoluyla naklediyordu. Onun Hz. Peygamber’in sîretine ve ashâb-ı kirâmın haberlerine çok düşkün olduğunu gördüm. Bunları talebe ve arkadaşlarıyla müzâkere ediyordu. Her gece içlerinden birisi bu hikâyeleri okuyor, o da diğerleriyle birlikte bunları istekli bir şekilde dinliyordu. Bunların yeniden gündeme getirilmesini, neşredilmesini ve müzâkerelerinin yapılmasını istiyordu. Onun (Muhammed İlyas’ın) kardeşinin oğlu, büyük muhaddis Şeyh Muhammed Zekeriya Kandehlevî, Urduca, orta büyüklükte bir kitap telif etti. Bu kitap sahabilerin yaşantıları hakkında yazılmış olup adı da Hikâyâtü’s-Sahâbe (Sahabilerin Hikâyeleri) idi. (Onun Evcezü’l-Mesâlik ilâ Muvatta-i İmam Mâlik adlı bir kitabı daha vardır). Amcası onun bu kitabını görünce çok sevindi. Halkı Allah’ın dinine dâvet edenlere ve bunun için yolculuklara çıkanlara bu kitabı okumalarını ve müzâkere etmelerini tavsiye ederdi. Söz konusu kitap bugün de, tebliğ yapmak ve Allah yolunda cihat etmek isteyenlerce okunması tavsiye edilen en mühim kitaplardan birisi olup dinî çevrelerde büyük kabul görmektedir.
Şeyh Muhammed Yusuf, babası büyük Şeyh Muhammed İlyas’ın mirasçısı olarak (onun vefatından sonra) tebliğ vazifesini omuzlarına aldı. Hz. Peygamber’in sîreti ile ashâb-ı kirâmın ahvâline olan iştiyakında da ona mirasçı oldu. Esâsen hayatta iken babasına bu hikâyeleri ve dersleri siyer kitaplarından ve sahabenin hayatlarını anlatan eserlerden okuyan da oydu. Onun vefatından sonra da dâvet hususunda çok meşgul olmasına rağmen siyer, tarih ve tabakât kitaplarını mütâlaa etmekten geri kalmamıştır. Bildiklerimiz arasında sahabilerin haberleri ve hallerinin incelikleri hususunda ondan daha geniş bilgi sahibi olan birisi yoktur. Kendisi bu haberleri ve incelikleri her fırsatta nakleder, onlardan en güzel bir şekilde delil getirirdi. Bu haberleri en güzel şekilde derleyen de yine odur. Konuşmalarında, yazışmalarında ve konferanslarında en çok bunları kullanırdı. Konuşmasının, insanları adeta büyüleyen sözlerinin kalbler üzerindeki tesirinin yegâne kaynağı bu tarihî hikâyeler ve doğru kıssalardı denilebilir. Kitleleri fedâkârlık yapmaya, başkasını kendi nefsine tercih etmeye, zorlukları önemsememeye, Allah yolundaki meşakkatlara göğüs germeye sevkeden de bu hikâyelerdir. Onun zamanında Arap ülkelerine, Amerika’ya, Avrupa’ya, Japonya’ya ve Hint Okyanusu adalarına dâvet götürülmüştür. O sıralarda dâvetçilerin ve bu amaçla seferlere çıkanların okuyup aralarında müzâkere edebilecekleri; kalblerini ve akıllarını besleyecek, dinî duygularını coşturup yol gösterecek, canlarını ve mallarını, Allah yolunda seve seve fedâ ettirecek ve onları Allah yolunda hicrete, yardımlaşmaya ve güzel ahlâka teşvik edecek büyük bir kitaba ihtiyaç vardı. Bu, öyle bir kitap olmalıydı ki onu okuyanların nefisleri gözlerinde, gölcüklerin büyük denizler, uzun boylu insanların da yüce dağlar karşısında küçülmesi gibi küçülmeliydi. Yine bunu okuyan müslümanlar amellerini azımsayıp Allah’a dâvet yolunda hayatlarını hiçe sayarak gayrete gelmeliydiler.
Allah Teâlâ, Şeyh Muhammed Yusuf Kandehlevî’ye bu büyük konuda dâvet faziletinin yanısıra böyle bir kitap telif etme faziletini de bahşetmek diledi. Halbuki kendisi ders vermekle, toplantılar düzenleyip irşad ve tebliğ amacıyla büyük yolculuklar yapmakla ve dışardan gelen heyetlerle meşgul olduğundan telif ve yazı hayatından uzak bulunmaktaydı. Bununla birlikte Allah’ın tevfiki ve yardımı ile ve bir de sahip olduğu olağanüstü gayretle telife de zaman ayırabildi. Böylece, çok zor birşey olan dâvetle telifi bir araya getirdi ve Allah’ın izni ve yardımıyla önce İmam Tahâvî’nin Meâni’l-Âsâr adlı kitabının şerhini Emâni’l-Ahbâr adıyla ve büyük ciltler hâlinde şerhetmeye, sonra da Hayâtü’s-Sahâbe adlı kitabı üç büyük cilt hâlinde yazmaya muvaffak oldu. Bu kitabında (Hayâtü’s-Sahâbe’de) siyer, tarih ve tabakât kitaplarında dağınık bir şekilde yer alan konuları derledi. Konulara Hz. Peygamber’in haberleriyle başlıyor; ikinci derecede de sahabilerin kıssalarına yer veriyordu. Bunların özellikle dâvet ve eğitimle ilgili olan; dâvetçileri ve eğiticileri ilgilendiren taraflarını ele alıyordu. Böylece bu kitap dâvetçiler için bir hatırlatma, Allah yolunda çalışanlar için bir azık ve bütün müslümanlar için de bir iman ve yakîn medresesi oldu. Müellif bu kitabı sahabilerin haberlerinden derlemiştir. Ashâbın, tek bir kitapta bulunmaları pek nâdir olan sîret, kıssa ve hikâyelerini bu kitapta biraraya getirmiştir. Bunu yaparken de birçok hadis, müsned, tarih ve tabakât kitaplarını elden geçirmiştir. İşte bunun içindir ki kitap sahabe asrını tasvir etmekte, onların (ashâbın) hayatlarını, hasletlerini, ahlâk ve hatıralarını bizlere nakletmektedir. Kıssa ve haberlerin derlenmesi sırasında yapılan dikkatli araştırmalar kitaba da yansımış ve onun tesirini artırmıştır. Bütün bu özelliklerinden dolayıdır ki bu kitabı okuyan kimse kendisini iman, dâvet, kahramanlık, fazilet, ihlas ve zühd ortamında bulur.
Eğer “Kitap, yazarının kalbinden geçenlerin bir parçası, yaşantısının nümûnesidir; dolayısıyla inançlarından, madde ve mânâsındaki yaşantısından etkilendiği kadar tesirli ve başarılı olur” demek doğru olursa şunu kesinlikle söyleyebilirim ki bu kitap hem etkili olmuş ve hem de gayesine ulaşmıştır. Çünkü yazarı onu inancından dolayı ve İslam’a karşı duyduğu muhabbet ve iştiyak sevkiyle yazmıştır. Ashab-ı kiram sevgisi onun etine, kanına karışmış; duygu ve düşüncelerini tamamen kaplamıştır. Allah Teala onun ömrünü uzun, hayatını bereketli kılsın. (Müellif hicri 1384 senesi Zilkade ayının 29. günü Lahor’da Allah’ın rahmetine kavuşmuştur, ki bu miladi 2 Nisan 1965 tarihine denk gelmektedir).
Bu kitabın benim veya bir başkasının takdimine ihtiyacı yoktur. Çünkü onun müellifi büyük bir insan, ihlas sahibi bir zattır. Tanıdığım kadarıyla ve inancıma göre o ilahi bir ihsandır. İman ve davet kuvvetinde devrin hasenelerinden (güzellik ve nimetlerinden) biridir. Kendisini davete veren ve bu yolda herşeyihden vazgeçen, benzerine ancak uzun fetret devirlerinden sonra rastlanılan bir kimsedir. O, hareketlerin en kuvvetlisi, en genişi ve nefislerine tesir etme bakımından en muazzam olan dini bir hareketi idare etmektedir.Kendisi bu önsözü yazdırmak suretiyle bana ikramda bulunmuştur.Ben de bu satırları, bu büyük çalışmaya katkım olsun ve beni Allah’a yaklaştırsın diye yazdım. Allah bu kitabı kabul buyursun ve kullarını ondan faydalandırsın.
Ebu’l-Hasen Ali el-Hasenî en-Nedvî
Hicrî 2 Receb 1378 (Milâdî 12 Ocak 1959) Pazartesi Saharanpur[1]
——————————————————————————–
[1] Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/5-8.