Tarifi, Teşrî Kılınması ve Sırları
Orucun Tarifi
Lugatta siyam, birşeyden korunmak, tutunmak, çekinmek demektir. Bu, konuşma veya yemekten kaçınmak da olabilir. Bunun delili, Allah Teâlâ´nın, Hz. Meryem´den hikâye ettiği şu ayettir:
Ben Rahman için oruç adadım. (Meryem/26)
Yani ´konuşmamak için söz verdim´.
Orucun şer´î mânâsı ise ´fecrin doğuşundan güneşin batışına kadar orucu bozan şeylerden kaçınmak1 demektir.
Orucun Teşrî Kılınma Tarihi
Ramazan orucu, hicretin ikinci senesinin Şaban ayında farz kılınmıştır. Bundan önce de diğer ümmetler için oruç farz kılınmıştı. Hz. Peygamber zamanında yaşayan ehl-i kitab, orucu çok iyi bilmekteydiler.
Ey iman edenler! Sizden öncekilere farz kılındığı gibi, oruç size de farz kılınmıştır. Umulur ki sakınırsınız.
(Bakara/183)
Ancak Ramazan orucu, bu ümmetten önceki ümmetlere farz kılınmamıştı. Ramazan orucu, Ümmet-i Muhammed´in bir özelliğidir.
Orucun Ramazan Ayında Teşrî Kılındığının Delili
Orucun, Ramazan ayında tutulmasının farz olduğunun delilinde asıl olan şu ayettir:
(Orucun size farz kılındığı o sayılı günler) Ramazan ayıdır ki insanlara doğru yolu gösteren, hidayeti açıklayan, hakkı ve bâtılı birbirinden ayıran Kur´an o ayda indirildi.
(Bakara/185)
İkinci delil ise şu hadîstir:
İslâm beş şey üzerine bina olunmuştur: Allah´tan başka ilah olmadığına ve Muhammed´in, O´nun kulu ve rasûlü olduğuna şehadet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, haccetmek ve Ramazan orucunu tutmak.[1]
Ayrıca Hz. Peygamber´in bir bedevîye söylediği şu söz de buna delâlet eder: ´Allah, Ramazan ayı orucunu farz kılmıştır´.[2]
Ramazan Orucunu Mazeretsiz Olarak Terkeden Kişinin Hükmü
Ramazan ayının orucu İslâm´ın rükûnlanndan ve dinin zorunlu farzlarından biri olduğu İçin onun farziyetini inkâr eden kâfir olur. Mürted bir kişi olarak tevbeye davet edilir. Eğer tevbe ederse tevbesi kabul edilir. Tevbe etmediği takdirde öldürülür. Eğer kişi İslâm´a yeni girmiş veya âlimlerden uzak bir memlekette doğup büyümüş ise öldürülmez. Fakat orucu özürsüz olarak terkeden kişi, orucun farziyetini inkâr etmiyorsa ve ´Ben orucun farz olduğuna inanıyorum, fakat oruç tutmuyorum´ diyorsa, o kişi fasıktır, kâfir değildir. Böyle bir kişinin, hapsedilip yemekten ve içmekten menedilmesi vacibdir. Böylece zahiren de olsa oruç tutmuş sayılır.
Orucun Hikmetleri, Sırları ve Faydaları ,
Müsîümanm, herşeyden önce orucun bir ibadet olduğunu ve Allah´ın onu farz kıldığını bilmesi gerekir. İbâdet olmasından maksat, Allah´ın emrine uymak ve Allah´a karşı kulluk görevini yerine getirmek amacıyla oruç tutmaktır. Müslüman, bu ibadetten doğması mümkün olan sonuca bakmaksızın bunu yerine getirmelidir. Böyle yaptıktan sonra orucun hikmet ve faydalarını araştırmasına herhangibir engel yoktur. Hiç şüphesiz Allah´ın hükümlerinin tümünde hikmet ve kullar için faydalar vardır. Ancak ibadet eden kişi, o ibadetteki hikmet ve faydalan bilmek mecburiyetinde değildir. Yine hiç şüphe yok ki orucun da birçok hikmet ve faydaları vardır. Bu hikmet ve faydaların bir kısmına muttali olunur, bir kısmı ise kullar için gizli kalır. Orucun hikmet ve faydalarını şöyle sıralayabiliriz:
1. Sahih oruç, Allah´ın murakabesi için mü´minin kalbini uyanık tutar. Oruçlu bir kişi, bir müddet sonra açlık ve susuzluk hisseder. Nefsi, yemeye ve içmeye meyleder. Fakat oruçlu olduğunun şuurunda olması buna mâni olur. Oruçlu kimse, nefsinin arzu ve isteklerine engel olur. Bunu da Allah´ın emrini yerine getirmek için yapar. Böylece kalbi daima uyanık olur, Allah´ın murakabesi altında olduğunun şuuruna varır ve daima Allah´ı anmış olur. O´nun kudret ve azametini hisseder.
2. Ramazan ayı mukaddes bir aydır. Allah, kullarından, bu ayı ibadetle geçirmelerini, Allah´a yaklaşmak için gayret göstermelerini istemiştir. Yemek sofrasında, içki meclisinde keyif yaparken bunların olması mümkün değildir. Bu bakımdan Ramazan ayı, ibadet etmek ve Allah´a yaklaşmak için en uygun zamandır.
3. Sene boyunca yemek yendiği için hisler dumura uğrar ve nefsin azmasına sebep olur. Her iki durum da müslüman için uygun değildir. Orucun teşrî kılınmasında, nefsi temizlemek, hisleri güçlendirmek gibi hikmetler olduğu anlaşılmaktadır.
4. İslâm toplumunun üzerine bina edildiği temellerin en önemlilerinden biri de müslümanların birbirlerine sevgi ve merhamet göstermeleridir. Zengin, açlığın acısını tatmadıkça, felaketlerini hissetmedikçe fakire gerektiği gibi merhamet edemez. Fakat Ramazan ay´ı, zengine fakirlik şuurunu veren, onu elem ve yoksulluğunda fakirle beraber yaşamaya se-veden bir aydır. Bu bakımdan zenginlerin kalbine şefkat ve merhamet duygularını yerleştiren, fakirlere yardım etmeye sevkeden bir ibadettir oruç!
Ramazan Ayının Tesbit Edilmesi
Ramazan ayı iki şekilde tesbit edilir:
Birincisi, Şaban ayının otuzuncu gecesinde hilâli görmekle olur. Ancak adil bir şahidin buna şehadet etmesi gerekir.
İkincisi, Şaban ayını otuz güne tamamlamakla Ramazan ayı tesbit edilir. Bu da havanın bulutlu olmasından ötürü hilâlin görünmesi zorlaştığı zaman veya adil bir şahidin hilâli görmemesi durumunda olur.
Bu iki durumun delili, Hz. Peygamber´in. şu sözüdür:
Hilâli gördüğünüzde oruç tutun ve yine hilâli gördüğünüzde bay yapın. Eğer hava bulutlu olur da hilâli göremezseniz, Şaban a} otuza tamamlayın.[3]
İbn Abbas şöyle rivayet etmektedir: Bir bedevî, Hz. Peygamber´e gelerek şöyle dedi:
– Ben Ramazan hilâlini gördüm.
– Sen Allah´ın birliğine şehadet ediyor musun
– Evet.
– Benim de Allah´ın Rasûlü olduğuma şehadet ediyor musun
– Evet
– Ey Bilal! Halka oruç tutmalarını söyle![4]
Eğer Ramazan hilâli bir memlekette görülürse, o memlekete yakın olan yerlerde yaşayan halka da oruç tutmak farz olur. Fakat o memlekete uzak olan yerlerde yaşayanlara farz olmaz. Çünkü Şam, Humus, Haleb gibi şehirler bir yer sayılır. Kahire, Şam, Mekke gibi birbirine uzak şehirler bir yer sayılmazlar. Uzaklık ´ihtilaf-ı metali´ ile takdir edilir.
Geçen Hükümlerin Delili
Kurayb´dan şöyle rivayet edilmektedir: Ben henüz Şam´da bulunduğum sırada Ramazan hilâli görüldü. Ben de hilâli, Cuma gecesinde gördüm. Sonra ay´ın sonunda Medine´ye geldim. îbn Abbas, bana birçok şey sordu. Sonra hilâlin görüldüğü günü de zikredip şöyle dedi:
– Hilâli ne zaman gördünüz
– Cuma gecesi gördüm.
– Sen bizzat hilâli gördün mü
– Evet! Halk da hilâli gördü ve oruç tuttu. Muaviye de oruç tuttu.
– Lakin biz hilâli Cumartesi gecesi gördük ve otuza tamamlamak için oruç tutmaya devam ediyoruz, yahut da hilâli göreceğiz.
– Muaviye´nin hilâli görmesi ve oruç tutması ile yetinmiyor musun
– Hayır! Hz. Peygamber bize böyle emretti.[5]
Buna binaen âlimler şöyle demişlerdir: Ayın görüldüğü bir şehirden, uzak bir şehire giden kişi, oruç hususunda gittiği yere uymalıdır. İsterse otuz günü tamamlamış olsun. Çünkü o şehire gitmekle onlardan biri sayılır. Yine aynı şekilde hilâlin görülmediği şehirden, görüldüğü bir şehire giden kişi, isterse 28 gün oruç tutmuş olsun gittiği şehire göre davranmahdır. Ancak 28 gün oruç tutmuşsa, bir gün kaza etmelidir. Çünkü ay, 29 veya 30 gündür. Bayram yapmış bir şehirden, halkı oruçlu olan uzak bir şehire giden kişi, onlara uymak için günün kalan saatlerinde yeyip içmekten kaçınmalıdır.
Orucun Vucûbiyetinin ve Sıhhatinin Şartları
Ramazan orucunun vacib olması için aşağıdaki şartların bulunması gerekir:
1. Müslüman olmak.
Oruç, kâfire vacib değildir. Kâfir, dünyada oruç tutmaya zorlanamaz. Çünkü kâfir İslâm´a girmedikçe orucunun bir anlamı olmaz. Fakat ahirette, oruç tutmadığından dolayı cezaya çarptırılır. Yine aynı şekilde İslâm´ın diğer farzlarını terketmesinden ötürü de ceza görür.
2. Mükellef olmak.
Eğer buluğ çağına gelmemiş veya aklı eksikse o kişiden sorumluluk düşer. Mükellef olmayan bir kimse de dinî görevlerden herhangibiri için zorlanamaz.
Bunun delili, Hz. Peygamber´in şu sözüdür:
Üç kişiden kalem kaldırılmıştır. Uyanıncaya kadar uyuyan kimseden, buluğa erene kadar çocuktan, akıllanıncaya kadar deliden.[6]
3. Oruca engel olan veya oruç tutmamayı mubah kılan bir özürün bulunmaması
Oruca engel olan özürler şunlardır:
a. Günün herhangibir saatinde hayız veya lohusalı olunması.
b. Delilik veya baygınlığın bütün gün devam etmesi.
Günün herhangibir saatinde kişinin aklı başına gelir veya ayılırsa özrü düşer. Günün geri kalan kısmını, yeyip içmeden geçirmesi gerekir.
Oruç tutmamayı mubah kılan özürler de şunlardır:
a. Sahibini zarara uğratan veya şiddetli bir elem ve gevşekliğe yol açan hastalıklar.
Eğer hastalık, kişinin ölümüne yol açacak derecede ağırsa, o zaman orucu bozması farz olur.
b. 83 kilometreden az olmayan bir sefere çıkmak.
Ancak seferin, mubah birşey için olması gerekir. Ayrıca seferin bütün gün devam etmesi şarttır. Mukim olduğu ve oruçlu olarak sabahladığı yerden, günün ortasında sefere çıkmaya niyet ettiği zaman orucunu bozması caiz olmaz. Bunların delili, şu ayettir:
Hasta olan veya seferde bulunan kimse, tutamadığı günler sayısınca diğer günlerde orucunu tutsun.
(Bakara/185)
c. Oruç tutmaktan aciz kalmak.
Bu bakımdan yaşlılıktan veya şifası umulmayan bir hastalıktan ötürü oruç tutmaya gücü yetmeyen bir kimseye oruç farz değildir. Çünkü oruç, ancak oruç tutabilecek kimseye farzdır. Bunun delili de şu ayettir:
Oruç tutmaya gücü yetmeyenlere, bir fakirin doyumluğu kadar fidye vardır.
(Bakara/184)
Ayette geçen yutikûnehu kelimesi, yutevvekûnehu şeklinde de okunmuştur. Böyle okunduğunda ´oruç tutmak için gayret gösterdikleri halde oruç tutmaya güç yet iremeyen I er´ anlamına gelir.
İbn Abbas şöyle demiştir.- ´Burada kasdedilenler, yaşlı erkek ve kadınlardır. Çünkü onların oruç tutmaya güçleri yetmemektedir. Bu yüzden hergün için bir fakiri doyurmaları gerekir´[7]
Orucun Sıhhatinin Şartları
Orucun sahih olması için aşağıdaki şartların bulunması gerekir.
1. Müslüman olmak.
Kâfirin tuttuğu oruç sahih olmaz.
2. Akıllı olmak.
Kişi temyiz sahibi olmalıdır. Bu bakımdan delinin veya temyiz sahibi olmayan çocukların orucu sahih olmaz. Çünkü bunlarda niyet yoktur. Mümeyyiz olan çocuğun orucu sahihtir. Eğer gücü yetiyorsa, o çocuğa oruç tutmasını emretmek gerekir. Çocuk on yaşına bastığında, namaz gibi orucu da terkederse bundan dolayı şiddetli bir. şekilde olmaksızın dövülür. (Çocuğun şiddetli bir şekilde dövülmesi haramdır).
3. Oruca mâni olan özür olmamalıdır.
Meselâ kadın hayızlı veya lohusa, oruçlu kişi de bütün gün baygın veya deli olmamalıdır.
Orucun Rükûnları Orucun rüknü ikidir:
I. Oruca niyet etmek.
II. Fecirden güneş doğuncaya kadar orucu bozan şeylerden uzak durmak.
Niyetin yapılma şekli şöyledir: Niyet, orucu kasdetmektir. Niyetin yeri kalptir. Kalp de olmadıktan sonra dil ile niyet etmek yeterli olmaz. Niyetin dil ile söylenmesi de şart değildir.
Niyetin vacib olduğunun delili şu hadîstir:
Ameller niyetlere göredir.[8]
Ramazan orucunun niyetinde şu hususların bulunması gerekir:
1. Niyeti gece yapmak.
Fecir doğmadan önce ´yarın oruç tutmaya niyet ettim´ demek şarttır. Eğer fecirden sonra niyet edilirse, hem niyet, hem de oruç batıl olur. Bunun delili, şu hadîstir:
Fecirden önce niyet etmeyen kimsenin orucu yoktur.[9]
2. Tayin etmek.
Bu, orucun çeşidini belirlemektir. Meselâ kişi ´Yarın Ramazan orucunu tutmaya niyet ediyorum´ diye kalbinden geçirmelidir. Eğer belirli bir oruca değil de mutlak olarak oruç tutmaya niyet ederse, niyeti sahih olmaz. Çünkü Hz. Peygamber´in ´Ameller ancak niyete göredir´ buyurduğunu biraz önce nakletmiştik.
3. Niyeti tekrarlamak.
Her gece fecirden önce gelecek günün orucuna niyet etmek gerekir. Bütün ay için bir defa niyet etmek yeterli olmaz. Çünkü Ramazan orucu, tek bir ibadet değildir. Her gün, ayrı bir ibadettir. Bu nedenle de her ibadet için ayrı bir niyet gerekir.
Nafile oruçta ise, geceden niyet etmek veya orucu tayin etmek şart değildir. Zeval´den önce mutlak olarak oruç tutmaya niyet etmek yeterlidir. Bunun delili, Hz. Aişe´den rivayet edilen şu hadîstir: Hz. Peygamber, birgün Hz. Aişe´ye ´Yanınızda bir yiyecek var mı ´ diye sordu. Hz. Aişe ´Hayır´ deyince, Hz. Peygamber ´O halde ben bugün oruçluyum´ dedi.[10]
Orucu bozan şeyler ise şunlardır:
1. Yemek ve içmek.
Oruçlu kasden yer veya içerse, yediği ve içtiği ne kadar az olursa olsun orucu bozulur. Fakat oruçlu olduğunu unutarak yer veya içerse, yediği ve içtiği ne kadar çok olursa olsun orucu bozulmaz. Çünkü Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Kim oruçlu iken unutup yer veya içerse, orucunu (bozmayıp) tamamlasın. Çünkü ona, ancak Allah yedirmiş, içirmiştir.[11]
2. Gözle görülen birşeyin insan vücuduna girmesi.
Hadîste geçen ´cevf kelimesi, boğazdan mideye, bağırsaklara kadar olan yol demektir. Açık delikten insan vücuduna giren şeyden maksat da ağız, kulak, ön ve arkadan giren şeylerdir. Bu bakımdan göze akıtılan bir damla orucu bozar, çünkü göz açık bir deliktir. Şaracıyye denilen damardan vurulan iğne orucu bozar, çünkü bu da açık delik sayılır. Fakat ´verid´ denilen damardan vurulan iğne orucu bozmaz, çünkü verid, açık
bir delik değildir. Zikredilmeyen şeyler de buna kıyas edilir. Bütün bunlar kasden yapıldığında geçerlidir. Eğer unutularak yapılırsa, unutularak yenen yemeğe ve içmeye kıyasen oruca zarar vermez.
İnsan vücuduna giren sinek veya toz orucu bozmaz. Çünkü bunlardan korunmak çok zordur. Diş etleri kanayıp tükürüğü necis olur da ağız yıkanıp temizlenmezse -tükürük bembeyaz olsa dahi- bu tükürüğü yutmak orucu bozar.
Normal şekilde mazmaza (ağıza su vermek) ve istinşak (buruna su vermek) yapılırken boğaza kaçan su orucu bozmaz. Ancak mazmaza ve istinşak mübalağalı bir şekilde yapılır, ağıza alınan su gargara yapılırken boğaza su kaçarsa oruç bozulur. Çünkü Ramazan´da böyle yapmak yasaktır. Temizlenmesi mümkün olmayan bir yemek kalıntısı, kasıt olmaksızın tükürükle beraber içeri girerse oruç bozulmaz. Ancak dişlerin arasındaki yemek kalıntısının temizlenmesi mümkün olduğu halde temizlenmez de boğaza kaçarsa oruç bozulur.
Yemeye veya içmeye zorlanan kimsenin orucu bozulmaz. Çünkü bunu kendi iradesiyle yapmamıştır.
Boğaza birşey dönmese de kasden kusmak orucu bozar. Fakat kişi isteği dışında kusarsa, kusmuğun bir kısmı tekrar içeri girmiş olsa da orucu bozulmaz.
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: .
Oruçlu iken kendisine kusmak; galebe edip de kusan kimseye kaza yoktur. Fakat kendi kusarsa kaza etmelidir.[12]
3. Menisi akmasa dahi kasden cinsî münasebette bulunmak.
Bunun delili şu ayettir:
Fecrin beyaz ipliği, siyah ipliğinden ayrılıncaya kadar yeyin, için. Sonra gece oluncaya (güneş batıncaya) kadar orucu tamamlayın. Mescidlerde itikafta iken hanımlarınıza yaklaşmayın.
(Bakara/187)
Ayette geçen ´beyaz iplik´ten maksat, gün ışığı, ´siyah iplik´ten maksat ise gece karanlığıdır. Fecr ufukta yatay bir şekilde meydana gelen ve gecenin sona erdiğini gösteren ışıktır.
Ayetteki ´onlara yaklaşmayın´ ibaresinden maksat, itikafta iken kadınlarla cinsel ilişkide bulunmamaktır. Eğer kişi unutarak hanımıyla cinsî münasebette bulunursa orucu bozulmaz. Bu, unutarak yeyip içmeye kıyas edilir.
4. İstimna
İstimna kişinin hanımını öpmesi veya dokunması suretiyle veya el vasıtasıyla menisinin akmasıdır. Oruçlu iken bu kasden yapılırsa oruç bozulur. Ancak herhangibir sebepten ötürü isteği dışında olursa oruç bozulmaz. Karısını veya kocasını öptüğünde şehveti harekete geçecek olan kişinin bunu yapması tahrimen mekruhtur. Çünkü orucun ifsad olma tehlikesi vardır. Bu, kasden orucu ifsad etmeye çalışmak gibidir. Öpmekle şehveti harekete geçmeyen kişinin de öpmeyi terketmesi evlâdır.
Hz. Aişe´den şöyle rivayet edilmiştir: ´Hz. Peygamber, oruçlu olduğu halde beni öperdi. Halbuki hanginiz Hz. Peygamber´in nefsine hâkim oluşu kadar nefsine hâkim olabilir ´[13]
Âlimler, Hz. Aişe´nin sözünün şu anlama geldiğini söylemişlerdir: ´Sizin için hanımlarınızı öpmemek daha iyidir. Vehme kapılarak kendinizi Hz. Peygamber gibi saymaya kalkışmayın. Peygamber için mubah olan şeyin size de mubah olduğunu düşünmeyin. Çünkü Hz. Peygamber nefsine mâlikti; şehvetine kapılmaktan ve cinsî münasebette bulunmaktan emindi. Siz ise bunlardan hiçbir zaman emin olamazsınız´.
5. Hayız ve Nifas
Hayız ve nifas, orucun sıhhatine mâni olan özürlerdir. Bu bakımdan günün bir kısmında hayız veya nifas olan kadının orucu bozulur ve daha sonra orucunu kaza etmesi gerekir.
Hz. Peygamber´e, kadının dininin nasıl noksan olduğu sorulunca, Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Kadın hayız ve nifasîı olduğu zaman namazı terketmez mi, orucunu bırakmaz mı [14]
6. Akıl ve şuuru kaybetmek ve dinden çıkmak
Tecennün etmek (delirmek) ve dinden çıkmak (irtidad), orucun sıhhatine manidir, Çünkü bunlar, kişiyi mükellef olmaktan çıkarır. Ayrıca oruçlu kimse, orucu ifsad edecek şeylerden kaçınmalıdır ki orucu sahih olsun. Oruç, fecrin tulûundan başlar, güneşin batışına kadar devam eder. Eğer oruçlu bir kimse, fecrin doğmadığını zannederek orucu bozan şeylerden birini yaparsa, sonra da fecrin doğduğu anlaşılırsa orucu bozulur. Ancak Ramazan ayının hürmetine binaen o gün akşama kadar birşey yeyip içmemeli ve daha sonra da orucunu kaza etmelidir.
Yine günün sonunda güneşin battığını zannederek iftar eden kişinin -güneşin batmadığı anlaşılırsa- orucu bozulur. Daha sonra orucunu kaza etmesi gerekir.
Orucun Âdabı ve Mekruhları
Orucun birçok âdabı vardır. Onları kısaca şöyle sıralayabiliriz:
1. İftarı acele yapmak.
Bu, güneşin battığı tesbit edildikten hemen sonra olmalıdır. Bunun delili, şu hadîstir:
İnsanlar iftar etmede acele davrandıkları müddetçe daima hayırla yaşarlar.[15]
İftarı, yaş veya kuru hurma ile yapmak en efdalidir. Eğer hurma yoksa su ile iftar edilmelidir.
Enes b. Mâlik şöyle demiştir: ´Hz. Peygamber, akşam namazını kılmadan önce yaş hurmalarla iftar ederdi. Yaş hurma yoksa kuru hurmalarla iftar ederdi. Eğer o da yoksa birkaç yudum su içerdi1.[16]
2. Sahura kalkmak.
Sahur, seher vaktinde yenen yemektir. Sahur´un müstehab olduğunun delili, şu hadîstir:
Sahur´a kalkın, çünkü sahur´da bereket vardır.[17]
Sahur´un müstehab olmasının nedeni, oruca güçlü olarak başlamaktır. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Sahur yemeği ile oruca karşı yardım isteyin[18]
Sahur´un vakti, gece yarısından başlar. Sahur´un birçok fazileti vardır. Sahur´da az yemek yemek ve su içmek gerekir.
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Bir yudum su ile de olsa sahur yapınız.[19]
3. Sahur´u tehir etmek.
Sahur´u tehir etmekten maksat, sahur´u fecrin tulûundan hemen önce yapmaktır. Çünkü Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Ümmetim iftarı acele, sahuru da tehir ederek yaptıkları sürece hayırla yaşarlar.[20]
Enes b. Mâlik şöyle rivayet etmiştir: Hz. Peygamber ile Zeyd b. Sabit sahur yediler. Sonra Hz. Peygamber kalkıp namaz kıldı. Biz Enes´e dedik ki:
– Hz. Peygamber ile Zeyd b. Sabit, yemeklerini ne kadar zamanda yediler
– Elli ayet okuyacak kadar bir zamanda![21]
4. Küfretmek, yalan söylemek, gıybet etmek, kovuculuk yapmak gibi şeyleri terketmek, kadınlara bakmak, onların şarkılarını dinlemekten kaçınmak.
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Yalan söyleyip iftira etmeyi terketmeyen kimsenin, yemek ve içmeyi terketmesine Allah´ın ihtiyacı yoktur.[22]
Küfretmek, yalan söylemek, gıybet ve kovuculuk gibi şeyler haramdır. Bu nedenle bunları yapan kişi hem günaha girmiş, hem de orucunun ecrini yoketmiş olur. Her ne kadar bunları yapan kişinin orucu sahih kabul edilse de bunlar orucun ecrini yok ederler. Bu yüzden bunları terketmek, orucun sünnetlerinden sayılır.
5. Orucun başlangıcında temiz olmak için, fecirden önce cünüp-lükten yıkanmak.
Cünüp olduğu halde fecirden sonra yıkanmak, orucun sıhhatine engel değildir. Ancak efdal olan, fecirden önce yıkanmaktır. Bunun delili, şu hadîstir: ´Hz. Peygamber, cimadan dolayı bazen sabahladıktan sonra yıkanıp orucuna devam ederdi´.[23]
Hayız ve nifastan kurtulan kadının da fecirden önce yıkanması müstehabdır.
6. Kan aldırmak ve kan akıtmak gibi şeyleri terketmek. Çünkü bunlar oruçluyu zayıf düşürür.
7. İftar ederken dua okumak. Bu dua şu şekildedir:
Ey Allahım! Senin için oruç tuttum, senin rızkınla iftar ettim. Susuzluğum gitti, damarlarım ıslandı. Allah´ın izniyle ecir sabit oldu.
8. Oruçlu kimselere iftar vermek.
Kişinin onlara iftar sofrası kurmaya gücü yetmiyorsa, hurma ve su ile iftar vermelidir. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Kim bir oruçluya iftar yemeği yedirirse, kendisine onun sevabı kadar sevap vardır. Oruçlunun ecrinden de hiçbir şey eksilmez.[24]
9. Çok sadaka vermek, Kur´an´ı çok okuyup müzakere etmek, mescidlerde itikafa girmek.
İtikafin efdal olan vakti, Ramazan´ın son on günüdür.
Enes şöyle rivayet etmektedir: “Hz. Peygamber´e ´Hangi sadaka daha üstündür´ diye sorulunca, Hz. Peygamber ´Ramazan´da verilen sadaka´ diye cevap vermiştir”.[25]
İbn Abbas´tan şöyle rivayet edilmiştir: ´Hz. Peygamber, hayır (dağıtmakta insanların en cömerdi idi. En cömert olduğu zaman da Ramazan ayfı idi. Muhakkak ki Cebrail her sene Ramazan ay´ı içinde bu ay çıkıncaya kadar (her gece) Hz. Peygamber´e mülâki olur, Hz. Peygamber de ona Kur´an´ı arzederdi. Cebrail kendisiyle mülâki olduğu zaman Hz. Peygamber hayır (dağıtmak)ta, esmesi maniaya uğramayan rüzgârdan daha cömert idi´.[26]
Bu konunun sonunda itikaPtan bahsedeceğiz.
Orucun Mekruhları
Orucun mekruhları, sözü geçen âdaba aykırı davranmaktır. Bazıları, iftarı geciktirmek, sahuru acele yapmak gibi tenzihen mekruhtur. Bazıları da gıybet, kovuculuk, yalancı şahitlik gibi tahrimen mekruhtur.
Orucun Kazası, Fidye ve Kefaret
1. Yolculuk ve hastalık.
Yolculuktan veya hastalıktan dolayı Ramazan orucunun tutulmayan günleri, gelecek senenin Ramazan ay´ı gelmeden önce kaza edilmelidir. Gevşek davranılır ve ikinci senenin Ramazan orucu gelinceye kadar kaza edilmezse günahkâr olunur. Ayrıca kaza etmekle beraber her gün için bir günlük yemek fidye olarak verilmelidir. Fidye, şehirde genellikle kullanılan yiyeceklerden verilir. Fidye, sadaka olarak fakirlere verilmelidir. Kişi kaza etmesi gereken orucu, on yıl sonra kaza ederse, on yıllık fidye vermesi gerekir.
Oruca mâni olan özür, gelecek senenin Ramazan´ına kadar devam ederse, sadece orucu kaza etmek yeterlidir. Bu tehirden dolayı fidye gerekmez.
Kişi orucu kaza etmeden ölürse iki durum sözkonusudur; ya kaza etmek imkânı bulmuştur veya bulamamıştır. İkinci durumda kişi günahkâr olmaz ve orucunun kazası sözkonusu olmaz. Çünkü orucu tutamaması kendi suçu değildir. Fakat kaza etmek imkânına sahip olduktan sonra ölmüşse, velisinin onun yerine kaza etmesi mendubdur. Buradaki ve/ı´den maksat, kişinin akrabalarından herhangibirisidir.
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Kim ki üzerinde oruç borcu varken ölürse, o ölünün velisi ölüye ni-yabeten (onun yerine) oruç tutabilir.[27]
İbn Abbas´tan rivayet edildiğine göre bir kadın Hz. Peygamber´e gelerek şöyle sordu:
– Annem, üzerinde bir ay oruç borcu varken öldü, (ben ne yapabilirim )
– Eğer annenin üzerinde herhangibir boç bulunsaydı, sen o borcu ödermiydin
– Evet.
– Öyle ise Allah´a olan borç başka borçlardan daha ziyade ödenmeye lâyıktır.[28]
Yabancı bir kişi ölenin akrabalarından birinden izin alarak ölenin yerine oruç tutarsa bu oruç sahih olur. Yabancı bir kişi ölenin akrabalarından izin almadan, ölünün de bu hususta kendisine bir vasiyeti olmadan oruç tutarsa, bu oruç sahih olmaz.
Ölen için hiç kimse oruç tutmazsa, hergün için 1 müdd yiyecek verilmelidir. Fidyenin de borç gibi ölenin malından çıkarılması vacibdir. Eğer ölenin malı yoksa onun yerine başkası kefaret verebilir. Böylece Allah´ın azabından kurtulur.
İbn Ömer şöyle demiştir: ´Kim üzerinde bir ay oruç borcu olduğu halde ölürse, onun yerine (velisi) her gün için bir fakiri doyursun´.[29]
İbn Abbas ise şöyle demiştir: ´Bir kimse Ramazan´da hasta olup, sonra orucunu tutamadan ölürse, oruçları yerine fidye (yiyecek) verilir´.[30]
2. Aciz olan yaşlı ve şifası umulmayan hasta.
Oruç tutamayan yaşlı kişi, her gün için memleketinde kullanılan yiyeceklerden 1 müdd fidye vermelidir. Onun veya velîlerinden birinin, bundan başka birşey yapması gerekmez.
Atâ şöyle demiştir: Ben İbn Abbas´m ´Oruç tutmaya gücü yetmeyenlere, bir fakirin doyumluğu kadar fidye vardır1 (Bakara/184) ayetini okuduğunu duydum. İbn Abbas ´Bu ayet neshedilmemiştir´ dedi.[31]
Ayette sözkonusu edilen kişiler erkek ve yaşlı kadınlardır. Bunlar oruç tutmaya güç yetiremedikleri için kendilerinden, bir fakiri doyurmaları istenmektedir.
İyileşme ümidi olmayan hasta da, oruca güç yetiremeyen yaşlı hükmündedir. O da tutamadığı orucun her günü için, memleketinde kullanılan yiyeceklerden, fakirlere 1 müdd fidye vermelidir.
3. Hâmile ve emzikli kadın.
Hâmile veya emzikli kadın, kendisinin veya çocuğunun zarar görmesinden korkarsa oruç tutmayabilir. Eğer kendisinin zarar görmesinden korkarak oruç tutmazsa, ikinci senenin Ramazan ay´ı gelmeden orucunu kaza etmelidir.
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Allah Teâlâ, namazın bir kısmını (veya yarısını) ve orucu misafirden, emzikli ve hâmile kadından kaldırmıştır.[32]
Yani namazı kısaltmasına ve kaza etmek şartıyla orucunu bozmasına ruhsat vermiştir.
Kadın, çocuğunun zarar görmesinden korkarak orucunu bozarsa; meselâ hâmile kadın çocuğunu düşürmekten, emzikli kadın da sütünün azalıp çocuğunun zarar görmesinden korkarsa, orucunu bozması vacib olur. Daha sonra kaza edip o memlekette genellikle kullanılan yiyecekten, her gün için bir fakiri doyuracak kadar fidye vermelidir. Yine aynı şekilde helak ile karşı karşıya gelen kimse de orucunu bozabilir ve daha sonra kaza ederek her gün için fidye verir.
İbn Abbas´tan şöyle rivayet edilmiştir; ´Ona takat getirenler için bir miskin doyumu fidye vardır´ (Bakara/184) ayeti, yaşlı erkek ve kadına ruhsat idi. Bu yaşlılar oruca takat getirirlerse de, oruçlarını yeyip her günün yerine bir fakir doyurmalarına ruhsat verildi. Çocukları için korktukları takdirde hâmile ve emzikli kadınlara da ruhsattır´.[33]
Ramazan Orucunu Bozmanın Kefareti ve Kefareti Gerektiren Durumlar
Bu, Ramazan ayında cinsel ilişkide bulunmak suretiyle orucu bozmaktır. Bu da cinsel ilişkide bulunan kişinin oruçlu olduğunu, Ramazan´da böyle birşeyin haram olduğunu bilmesi ve aynı zamanda da sefer ruhsatına tâbi olmaması şartına bağlıdır. Bu bakımdan oruçlu olduğunu unutarak bu işi yapan veya bu işin Ramazan´da haram olduğunu bilmeden yapan veya Ramazan dışındaki bir oruçta bunu yapan veya orucunu önce başka bir şeyle bozduktan sonra bu işi yapan veya sefer ruhsatına sahip olarak yapan kişiye kefaret yoktur. Onun yapması gereken şey, sadece orucunu günü gününe kaza etmektir.
Kefaretin Vacib Olduğu Kişi
Kefaret, cinsel ilişkide bulunan kocaya vacib olur. Hanımına veya kendisiyle gizli ilişki kurulan kadına, kefaret vacib olmaz. Cinsel ilişkide bulunan erkeğin suçu daha büyük olduğu için, kefaret onun üzerine farz kılınmıştır.
Bu Kefaretin Keyfiyeti
Ramazan orucunun bu şekilde ifsad edilmesiyle vacib olan kefaret, mü´min bir köle âzad etmektir. Kölenin erkek veya kadın olması farket-mez. Köle âzad etmeye gücü yetmezse peşpeşe iki ay oruç tutması gerekir. Eğer buna da gücü yetmezse, 60 fakiri doyurmalıdır. Bunlardan hiçbirini yapacak durumda değilse, bunlara gücü yettiği zamana kadar kefaret borcu üzerinde kalır ve ne zaman bunlardan birini yapmaya gücü yeterse o zaman kefaret borcunu eda eder.
Bunun delili, Ebu Hüreyre´den rivayet edilen şu hadîstir: Peygam-ber´e birisi gelerek şöyle dedi:
– Helak oldum ey Allah´ın Rasûlü!
– Seni helak eden nedir
– Ramazan´da (oruçlu iken) zevcemle cinsî münasebette bulundum.
– Bir köleyi hürriyete kavuşturacak birşey bulabilir misin
– Hayır, bulamam.
. – Peki iki ay peşpeşe oruç tutmaya gücün yeter mi
– Hayır, buna muktedir olamam (hem ben bu felakete oruç yüzünden uğramadim mı )
– Altmış yoksulu doyuracak karşılığı bulabilir misin
– Hayır, bulamam.
Sonra o zat oturdu. Derken Peygamber´e, içi hurma ile dolu (15 sâ´ alabilen) bir sepet getirildi. Peygamber o zâta şöyle dedi:
– Bunu (al da) sadaka yap.
– Benden fakir bir yoksula mı vereceğim Medine´nin karataşh iki tarafı arasında buna benim ailemden daha muhtaç bir ev halkı yoktur. Bunun üzerine Hz. Peygamber, azı dişleri görülünceye kadar güldü.
Sonra o kimseye şöyle dedi: ´Haydi hurmayı götür de bunu kendi ailene yedir´.[34]
Âlimler, yemek yedirmeye gücü yeten bir fakirin, kefaretini aile fertlerine vermesinin caiz olmadığını söylemişlerdir Diğer kefaretler de böyledir. Bu hadîste zikredilen durum sadece o kişiye mahsustur. Şunu da belirtelim ki Ramazan orucunu cinsel ilişkide bulunmak suretiyle bozan kişinin, kefaretle beraber orucunu kaza etmesi de vacibdir. Kefaret, cinsel ilişkiyle ifsad edilen günlerin tekerrür etmesiyle tekerrür eder. Ramazan´ın iki gününde cinsel ilişkide bulunarak orucunu ifsad eden kişi, hem o iki günü kaza etmekle, hem de iki kefaret vermekle yükümlüdür. Ramazan´ın üç gününde cima yaparsa, üç kaza, üç kefaretle yükümlüdür.
Tatavvu (Nafile) Oruç
Bu, sünnet olan oruçtur. Tatavvu, farz olmayan ibadetleri yapmak suretiyle Allah´a yaklaşmak için yapılan ibadettir. Hiç şüphe yok ki oruç, ibadetlerin en üstünlerinden biridir.
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Kim Allah için bir gün oruç tutarsa, Allah onun yüzünü yetmiş yıl ateşten uzaklaştırır.[35]
Nafile orucun teşri kılınmasının hikmeti, insanı Allah´a daha çok yaklaştırmasıdır. Zaten insanı Allah´a yaklaştırmayan hiçbir ibadet yoktur. Bu nedenle bir hadîs-i kudsîde şöyle bu vurulmuştur: ´Kul, nafile namazlarla bana yaklaşmaya devam eder. Öyle ki ben onu severim´.
Şüphe yok ki Allah´ın bir kulunu sevmesi ve kulun rabbine yakın olması, o kulu masiyetten uzaklaştırıp taate sevkeder, iyiliğe koşmasını sağlar.
Sünnet (tatavvu, nafile) olan oruçları kısaca şöyle zikredebilirz:
1. Arefe gününün orucu
Bu, Zilhicce ayının dokuzuncu gününde tutulan oruçtur. Bu oruç, hacda olmayan kimseler için sünnettir.
Arefe günü tutulan oruç hakkında Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
(Arefe günü oruç tutmaya gelince) Allah bununla önceki senenin ve sonraki senenin günahlarını örter.[36]
Arefe günü, günlerin en üstünüdür. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Hiçbir gün yoktur ki Allah, Arefe gününden daha fazla o günde kullarını ateşten âzad etsin.[37]
Hac´da olan kimsenin Arefe günü oruç tutması sünnet değildir. Onun için sünnet olan, Peygamber´e uyarak o günü oruçsuz geçirmesidir.
2. Aşure ve Tasua günlerinin orucu.
Aşure, Muharrem ayının onuncu günüdür. Tasua günü ise Muharrem ayınm dokuzuncu günüdür. Bu iki günde oruç tutmanın müstehab olduğunun delili, İbn Abbas´ın rivayet ettiği şu hadîstir: ´Hz. Peygamber, Aşure günü oruç tuttu ve tutulmasını emretti´.[38]
Aşure günü oruç tutmak hakkında Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
(Aşure günündeki oruca gelince) Allah bununla önceki senenin günahlarını örter.[39]
Eğer gelecek seneye kalırsam (Muharrem ayının) dokuzuncu gününde muhakkak oruç tutacağım.
[40]Fakat Hz. Peygamber, o güne yetişemeden vefat etmiştir. Tasua günü ile Aşure gününde oruç tutmanın sebebi, ayın tesbitinde yanlışlık olma ihtimalidir. İhtiyaten bu günde oruç tutmak daha iyi olur. Ayrıca bunda yahudilere muhalefet etmek de sözkonusudur. Çünkü onlar sadece Muharrem´in onuncu günü oruç tutuyorlardı. Eğer onuncu günle beraber dokuzuncu günde de oruç tutulmamışsa, onbirinci günü oruç tutmak müstehabdır.
3- Pazartesi ve Perşembe günlerinde oruç tutmak.
Bunun delili, Hz. Aişe´nin rivayet ettiği şu hadîstir: ´Hz. Peygamber, Pazartesi ve Perşembe orucunu taharri ederdi (arardı)[41]
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Ameller, Pazartesi ve Perşembe günleri (Allah´a) arzedilir. Bu yüzden amelimin oruçlu olduğum halde arzedilmesini severim.[42]
4. Her ayda üç gün oruç tutmak.
Her ayın onüç, ondört ve onbeşinci günlerinde oruç tutmak, ayın diğer günlerinde tutmaktan efdaldir. Bunlara ´beyaz günler´ denir. Bunun sebebi, bu günlerin ayın ışığıyla daha beyaz olmasıdır. Bu günlerde oruç tutmanın müstehab olduğunun delili, Ebu Hüreyre´nin rivayet ettiği şu hadîstir:
Ebu Hüreyre şöyle demiştir: ´Dostum (Hz. Peygamber), bana üç şey tavsiye etti: Her aydan üç gün oruç tutmak, iki rekât kuşluk namazı kılmak, vitir namazını kılıp uyumak[43]
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Her aydan üç gün oruç tutmak, bir de Ramazan orucunu tutmak, bütün sene oruç tutmak gibidir.[44]
Ey Ebu Zer! Ayın üç gününde oruç tutmak istediğinde onüç, ondört
ve onbeşinci günlerinde tut![45]
Katâde b. Milhan, babasından şöyle rivayet etmiştir: Hz. Peygamber bize (her ayın) onüç, ondört ve onbeşinci günlerini oruçlu geçirmemizi emretti ve ´Bu günlerin orucu sene orucu gibidir´ buyurdu.[46]
Ancak Zilhicce´nin onüçüncü günü bundan istisna edilmiştir. Çünkü o gün, teşrik günlerindendir ve ileride geleceği gibi o günde oruç tutmak haramdır.
5. Şevval ayında altı gün oruç tutmak.
Bu altı günü, peşpeşe oruçlu geçirmek en güzelidir. Fakat şart değildir. Bunu ayrı ayrı günlerde tutmak da Sünnet´in yerine gelmesi için yeterlidir.
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur;
Kim Ramazan orucunu tutar, sonra Şevval´den altı gün daha oruç tutup onun ardından gönderirse, bu bütün sene oruç tutmak gibidir.[47]
Sünnet Olan Orucu Yanda Bırakmak
Nafile oruç tutan kişi, orucunu istediği an bozabilir ve kaza etmesi de gerekmez. Fakat böyle yapması mekruhtur.
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Nafile oruç tutan kişi nefsinin emîridir; isterse oruca devam eder, isterse iftar eder.[48]
Farz olan orucun kazasına başlayan kişinin, onu kesmesi haramdır. Çünkü bir farza başlama, onu tamamlamayı vacib kılar.
Mekruh ve Haram Olan Oruç
Mekruh Olan Oruç
İnsan Allah´ın kuludur. Allah Teâlâ istediği şekilde onu ibadetle mükellef kılabilir. İnsanın Allah´a itiraz etme hakkı yoktur. Ona vacib olan ´İşittik ve itaat ettik. Ey rabbimiz, mağfiretini dileriz, nihayet dönüş sanadır´ (Bakara/185) demektir.
Mekruh olan oruç; terkedilmeşinde sevap, tutulmasında ne sevap, ne de ikab olan oruçtur. Mekruh olan oruçları şöyle sıralayabiliriz:
A. Haftanın sadece Cuma günü oruç tutmak. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Sizden biriniz Cuma gününden birgün önce yahut birgün sonra oruç tutmadıkça sakın münferiden Cuma günü oruç tutmasın.
[49]B. Sadece Cumartesi günü oruç tutmayı âdet edinmek. Çünkü Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Sakın Allah´ın farz kıldığı oruç dışında, Cumartesi gününü oruca tahsis etmeyin.[50]
Âlimler, pazar günü oruç tutmayı âdet edinmenin mekruh olduğunu söylemişlerdir. Çünkü yahudiler Cumartesi gününü, hristiyanlar da Pazar gününü tazim etmektedirler. Fakat Cumartesi ve Pazar gününde oruç tutmak mekruh değildir. Çünkü bu iki günü birlikte ne yahudiler, ne de hristiyanlar tazim eder.
İmam Ahmed şöyle rivayet etmektedir: Hz. Peygamber, Cumartesi ve Pazar günleri oruç tutardı. Hatta diğer günlerden daha fazla bu iki günü oruçlu geçirirdi ve derdi ki: ´Ben yahudilere ve hristiyanlara muhalef ederek o iki günü bayram olarak değil de oruçlu olarak geçirmek istiyorum´.[51]
C. Bütün sene oruç tutmak.
Bütün sene oruç tutan kişinin bundan dolayı zarar görmesi veya başkasının hakkını yerine getirememesi sözkonusu olursa, bütün seneyi oruçlu geçirmesi mekruh olur.
Rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber, Selman ile Ebu Derda´yı kardeş yaptı. Selman birgün Ebu Derda´yı ziyarete gittiğinde Ümmü Derda´yı yırtık-pırtık elbiseler içinde görünce, ona şöyle dedi:
– Niçin bu elbiseleri giyiyorsun
– Kardeşin Ebu Derda, ´dünya zînetlerine ihtiyacım yoktur´ diyerek benimle ilgilenmiyor.
– Ey Ebu Derda! Senin üzerinde rabbinin hakkı vardır, ailenin senin üzerinde hakkı vardır, nefsinin de senin üzerinde hakkı vardır. Bu nedenle her hak sahibine hakkını ver.
Ebu Derda, Selman´ın söylediklerini Hz. Peygamber´e naklettiğinde, Hz. Peygamber ´Selman doğru söylemiş1 buyurdu.[52]
Bütün seneyi oruçlu geçirmekten zarar görmeyen ve bundan dolayı başkalarının hakkına zarar vermeyen kişi, bütün seneyi oruçlu geçirebilir. Bu onun için mekruh değil, müstehabdır. Çünkü oruç, ibadetlerin en üstünlerinden biridir.
Oruç Tutmanın Haram Olduğu Günler
Oruç tutmanın haram olduğu günler şunlardır:
1. Ramazan ve Kurban bayramlarının günlerinde oruç tutmak haramdır.
Ebu Hüreyre şöyle rivayet etmektedir: ´Hz. Peygamber, iki gün oruç tutmaktan nehyetti: Kurban bayramı günü ile Ramazan bayramı günü´.[53]
2. Teşrik günlerinde oruç tutmak haramdır.
Teşrik günleri Kurban bayramını takip eden üç gündür. Bu günlerde oruç tutmanın haram olduğunun delili, Ka´b b. Mâlik´in rivayet ettiği şu hadîstir: Hz. Peygamber, teşrik günlerinde benimle Evs b. Hadesan´ı göndererek şöyle ilan etmemizi emretti:
Şu muhakkak ki cennete mü´min olandan başkası giremez. Mina´da geçirilen teşrik günleri, yemek ve içmek günleridir.[54]
Amr b. As şöyle rivayet etmektedir: “Hz. Peygamber, teşrik günlerinde yememizi emreder, bu günlerde oruç tutmamızı nehyederdi”.[55]
3. Şekk gününde oruç tutmak.
Bu gün Şaban ayının otuzuncu günüdür. Ancak bu gün hakkında Şaban ayının son günü mü, yoksa Ramazan´m ilk günü mü diye şüphe edildiğinde ve hilâl görülmediğinde bu günde oruç tutmak haram olur. Bu durumda o günü Şaban ayından kabul etmek gerekir. Bu günde oruç tutmanın haram olduğunun delili, Sıla (b. Münzer)den rivayet edilen şu rivayettir: Şek edilen günde Ammar´ın yanında bulunuyorduk. (Pişmiş) bir koyun getirildi. Cemaatten bazısı sofradan uzaklaştılar. Ammar şöyle dedi: ´Kim bu günü oruçlu geçirirse Ebu´l-Kasım´a âsi olmuş olur´.[56]
4. Şaban ayının ikinci yarısında oruç tutmak.
Şaban ayının ikinci yarısında oruç tutmanın haram olduğunun delili, Hz. Peygamber´in şu sözüdür:
Şaban´ın yarısı olunca (nafile) oruç tutmayın.[57]
Şaban ayının ikinci yansı olduğunda Ramazan gelinceye kadar oruç
yoktur.[58]
Ancak oruçlu kişi özellikle değil de âdeti gereği bu günlerde oruç tutarsa; yani bu günler onun âdetine tevakuf ederse, şek gününde de, Şaban´ın ikinci yarısında da oruç tutmak haram olmaz. Meselâ bir kimse bütün sene oruç tutuyorsa, bu günlerde de tutmasında herhangibir mahzur yoktur.
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Bir gün veya iki gün önceden oruç tutmak suretiyle sakın Rama-zan´ın önüne geçmeyin. Bir kimsenin âdet edindiği bir orucu tutması müstesnadır. Böyle kişi âdet edindiği o orucunu varsın tutsun.[59]
——————————————————————————–
[1] Buhari 8, Müslim/l6 ve başka muhaddisler
[2] Buharî/1792, Müslim/İl
[3] Buhari/1810, Müslim/1080
[4] İbn Hibban, (.Mevarid´uz-Zaman/870); Hâkim, Müstedrek, î/424
[5] Müslim/1087
[6] Ebu Dâvud/4403 ve başka muhaddisler, (Hz. Ali´den)
[7] Buhar4235
[8] Buharî/l, Müslim/1907
[9] Dârekutnî 11/172, Beyhakî, IV/202
[10] Darekutnî
[11] Müslim/1155, Buharî/1831, (Ebu Hüreyre´den)
[12] Ebu Dâvud/2380, Tirmizî/720 ve başka muhaddisler, (Ebu Hüreyre´den)
[13] Müslim/1106
[14] Buharî/298, Müslim/80, (Ebu Said´den)
[15] Buharî/1856, Müslim/1098, (Sehl b. Sa´d´dan)
[16] Tirmizî/696, Ebu Dâvud/2356
[17] Buharî/1823, Müslim/1095
[18] Hâkim, Müstedrek, î/425
[19] İbn Hibban, Sahih; (Mevarid´üz-Zaman/884´)
[20] İmam Ahmed, Müsned, V/147
[21] Buharî/556
[22] Buharî/1804, (Ebu Hüreyre´den)
[23] Buharî/1825, 1830
[24] Tirmizî/807
[25] Tirmizî/663
[26] Buharî/1803, Müslim/2308
[27] Buharî/1851, Müslim/H47, (Hz. Aişe´den)
[28] Buharî/1852, Müslim/1148
[29] Tirmizî/817
[30] Ebu Dâvud/2401
[31] Buharî/4235
[32] Ebu Dâvud/2408, Tirmizî/715
[33] Ebu Dâvud/2318
[34] Buharî/1834, Müslim/1111 ve başka muhaddisler
[35] Buharî/2685, Müslim/1153
[36] Müslim/1162, (Ebu Katâde eI-Ensâr den)
[37] Müslim/1338
[38] Buharî/1900, Müslim/1130
[39] Müslim/1162, (Ebu Katâde el-Ensar den)
[40] Müslim/1134
[41] Tirmizî/745
[42] Tirmizî/747, (Ebu Hüreyre´den)
[43] Buharî/1124, Müslim/721
[44] Müslim/1162, (Ebu Katâde el-Ensârîden)
[45] Tirmizî/76l, (Ebu Zer´den)
[46] Ebu Dâvud/2449
[47] Müslim/1164, (Ebu Eyyub el-Ensarîden)
[48] Hâkim, 1/439
[49] Buharî/1884, Müslim/1144
[50] Tirmizî/744
[51] İmam Ahmed, VI/324
[52] Buharî/1867
[53] Müslim/1138
[54] Müslim/1142
[55] Ebu Dâvud/2418
[56] Ebu Dâvud/2334, Tirmizî/686
[57] Ebu Dâvud/2337, Tirmizî/738, (Ebu Hüreyre´den)
[58] İbn Mâce/1651
[59] Buharî/1815, Müslim/1082, (Ebu Hüreyre´den)