El-Umra
Umra, emir kelimesinden alınmıştır ve hibe eden kişinin ´Ben bu evi hayatım boyunca sana verdim´ veya ´Bu evi hayaLim boyunca senin için kıldım´ veya ´Senin ve “benim hayatım boyunca kıldım. İkimiz de öldüğümüz zaman, o benim varislerime intikal edecektir´ diyerek bir malı hibe etmesidir. Görüldüğü gibi bu lafızlar hibenin lafızlarıdır. Fakat bir şarta, hibe edenin veya kendisine hibe yapılanın hayatına bağlanmıştır. Oysa hibe´nin şartlarından biri, bir vakte bağlamamaktır. Bununla beraber hibe sahih, şart bâtıl kabul edilir. Bu, daha önce geçen hükümden istisna edilmiştir. Çünkü bu hususta Hz. Peygamber´den birçok hadîs rivayet edilmiştir.
Utnra (ehli için, rukba da ehli için) caizdir.[1]
Yani kişinin, bir malı hayatı boyunca bir başkasına vermesi caizdir. Nitekim Hz. Peygamber umra´nm kime hibe edilmişse onun olduğunu “söylemiştir.[2]
Umra kimin için hibe edilmişse mal onundur.[3]
Mallarınızı evlerinizde tutunuz, onu zayi etmeyiniz. Her kim umra muamelesi yaparsa, ölü olsun diri olsun, kime hibe etmişse o mal ona ve onun zürriyetine aittir.[4]
İmam Nevevî, Sahih-i Müslim şerhinde şöyle diyor: ´Bu hadîsi umra yoluyla hibe yapmanın sahih ve geçerli olduğunu, her kime umra yoluyla hibe yapılırsa, hibe edilen malın onun olacağını ve o malın hiçbir zaman hibe edene dönmeyeceğini bildirmektedir. İnsanlar bunu bildikten sonra isteyen umra muamelesi yapar, isteyen terkeder. Çünkü insanlar, urrrvı yoluyla hibe etmeyi emanet vermek gibi zannediyorlar; istedikleri zaman o malı geri alacaklarını düşünüyorlardı´.
er-Rukba
Rukba, kişinin ´Benim evim sana rukba olsun´ veya ´Seni şu eve rakib tayin ettim´ veya ´Seni rukba olarak kıldım´ diyerek, malını rukba yoluyla hibe etmesidir ki bunun anlamı şudur: ´Ben senden önce ölürsem mal senin, fakat sen benden önce ölürsen mal tekrar bana iade edilecektir´. Bu, rukba kelimesinden ve terakub kökünden gelmektedir ve beklemek anlamındadır. Çünkü hibe edenle kendisine hibe yapılan kişi birbirlerinin ölümünü beklerler. Bu siga da hibe´nin muteber sığalarından biridir; bir vakte, bir şarta bağlandığı halde hibe sahih, şart mülga kabul edilir. Çünkü Sünnet rukba´nın da umra gibi sahih olduğuna delâlet etmektedir. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Umra, hibe edilen kimse için caizdir. Rukba da hibe edilen kimse için caizdir.[5]
Umra ve rukba yoluyla yapılan hibe, şarta bağlanmış hibe´nin bâtıl olmasından istisna edilmiştir. İmam Sübkî, Muğni´l-Muhtaç´iz şöyle diyor: ´Umra ve rukba kıyasa göre sahih olmaktan uzaktır. Fakat hadîs, kıyasa takdim edilmiştir´.
3. Hibe Edilen Mal
Hibe´nin rükûnlarından üçüncüsü de hibe edilen malın bulunmasıdır. Satılması caiz olan herşeyin, hibe edilmesi de caizdir. Hibe edilen malda bulunması gereken şartlar da şunlardır:
a. Hibe edilen mal, hibe yapıldığı anda mevcut olmalıdır.
Akid esnasında hazır bulunmayan malın hibe edilmesi sahih olmaz. Çünkü hibenin gereği, derhal hibe edilen kişinin mülküne geçmesidir. Madum bir şeyin ise bu şekilde temiik edilmesi mümkün olmadığından hibe edilmesi bâtıldır. Meselâ, kişinin yetişecek hurmalarını hibe etmesi veya doğacak kuzularını hibe etmesi veya koyunun memesinde bulunan sütü hibe etmesi sahih olmaz. Çünkü hükmen yok olan, hakikaten yok olan gibidir. Zira bunları teslim etme garantisi yoktur.
b. Hibe edilen malın kıymeti olmalıdır.
Bu bakımdan ölmüş ve murdar olmuş .hayvanı, kanı, domuzu, içkiyi, ihramlı kişinin avladığını veya haremde avlanan birşeyi hibe etmek, sahih olmaz. Çünkü bunların şer´an bir kıymeti yoktur. ´
c. Hibe edilen mal, hibe edenin mülkü olmalıdır.
Bu bakımdan kişinin, mülkü olmayan bir malı hibe etmesi sahih olmaz.
Karışık veya Bitişik Olan Bir Malın Hibe Edilmesi
Yukarıda zikrettiğimiz ´satılması caiz olan malın hibe edilmesi de caizdir´ kaidesine göre hibe edilen mal, karışık veya bitişikse, zarar vermeden ayrılması mümkünse ve ayırmada da aldatma yoksa, onu hibe etmek caizdir. Çünkü böyle bir malı.satmak da caizdir. Meselâ kişinin, arazisinden 1 zira veya elbisesinden 1 metre hibe etmesi caizdir ve bu onların kıymetini eksiltmez. Fakat hibe edilen mal bitişik olur da zarar vermeden ayrılması mümkün olmazsa veya ayrılmasında zorluk varsa, onun hibe edilmesi caiz olmaz. Meselâ bir kılıcın yarısını hibe etmek veya bir koyunun sırtındaki yünü hibe etmek sahih değildir. Ağaçta bulunan meyveleri hibe etmek de böyledir. Zira koyunun üzerinde bulunan yünle yeni çıkan yünü birbirinden ayırmak, ağacın üzerinde bulunan meyve ile yeni. çıkan meyveleri birbirinden ayırmak mümkün değildir. Bu bakımdan bunların hibe edilmesi caiz değildir. Bu hüküm muttasıl (bitişik) olan mal hakkındadır.
İçinde hibe edilen eşya bulunan ev, sırtında yük bulunan merkep gibi başkasıyla meşgul (işgal altında) olan mallara gelince, bunların hibe . edilmesi caizdir. Çünkü hibe edilen malın diğer mallara zarar vermeden ayrılması mümkündür. Ayrıca bunların satılması da caizdir.
Ortak Olan Bir Malı Hibe Etmek
Bir malda muayyen olmayan bir hissesi olan kişinin, hissesini hibe etmesi veya sahibi olduğu bir malı iki veya daha fazla kişiye hibe etmesi sahih ve caizdir, çünkü müşterek olan bir malın satılması sahihtir. Hibe edilen .malın tamamı alınıp mal, kendisine hibe yapılana teslim edilir ve kişi payını ondan alır. Hibe edilenin dışındaki kısım, hibe´yi alanın elinde emanet durumundadır.
Nitekim Ebu Katade şöyle rivayet ediyor; “Rasûlullah (s.a) ile yola çıktık. Nihayet Kaha denilen yere vardığımızda bizden kimimiz ihramlı, kimimiz de ihramsızdı. Bu arada arkadaşlarımızın birbirlerine birşey göstermeye çalıştıklarını gördüm. Hemen ben de o tarafa baktım ve bir yaban eşeği gördüm. Süratle atımı eğerleyip mızrağımı da aldıktan sonra atıma bindim. Tam bu sırada kamçım yere düştü. Arkadaşlarıma hitaben ´Kamçımı bana uzatın´ dedim. Bu arkadaşlar ihramlı idiler. Bana ´Vallahi bu av hususunda sana hiçbir şekilde yardım yapamayız´ dediler. Bunun üzerine hayvandan inerek kamçıyı aldım ve tekrar bindim. Nihayet arkasından koşturarak yaban eşeğine bir tepe ardında yetiştim, mızrağımı saplayarak öldürdüm. Müteakiben onu arkadaşlarımın yanma getirdim. Bir kısmı ´Ondan yeyin´ derken, bir kısmı da ´Ondan yemeyin´ dediler. Hz. Peygamber Önümüzde idi, hemen atımı harekete geçirdim ve kendisine yetiştim; onun hükmünü sordum. Hz. Peygamber ´O helâldir, onu yeyiniz´ buyurdu”.[6]
Bu hadîs, ortak bir mahn hibe edilmesinin caiz olduğuna delildir. Zira Ebu Katade´nin avladığı hayvan onun mülkü idi ve arkadaşlarına hisseleri belli olmadan hibe etti. Rasûiullah da bunu tasdik etti.
Behrî şöyle anlatıyor: Rasûlullah (s.a) Mekkeye doğru yola çıktı, . ihramlı İdi. Revha´ya gelince yaralı bir yaban eşeği görüp Rasûlullah´a haber verdiler. Rasûlullah ´Dokunmayın, neredeyse sahibi gelir´ buyurdu. Bu arada yaban eşeğinin sahibi olan Behrî geldi ve Hz. Peygamber´e ´Ey Allah´ın Rasûlü! İstersen bu hayvanı size vereyim´ dedi. Hz. Peygamber, Ebubekir´e hayvanı oradakiler arasında taksim etmesini emretti.2
Bu haber, ortak bir maldaki hissenin hibe edilmesinin caiz olduğuna delâlet etmektedir. Zira bu rivayette av´ın sahibi, hayvanı arkadaşlarının tümüne hibe etmiştir. Hibe´den maksat, başkasına mülk etmektir, bu da ortak bir malda -tıpkı taksim edilmiş bir- malda olduğu gibi- sabit olur. Çünkü ortak bir mahn satılması caizdir.
Hibe Edilen Mal, Hibe Edilen Kişinin Kabzetmesiyle Onun Malı Olur
Hibe akdi, yalnız icab ve kabul ile gerçekleşmez. Çünkü hibe eden kişi hibe etmekten cayabilir. Bu nedenle hibe akdi, hibe edilen kişinin malı kabzetmesiyle (teslim almasıyla) gerçekleşir. Mal kabzedildiği zaman hibe akdi, geri dönülmez bir akid olarak kabul edilir.
a. Hibe´nin, ancak kabzetmekle mülk olduğunun delili, Tiz-, Peygamber´in, Ümmü Seleme-ile evlendiğinde söylediği şu sözüdür: ´Ben Necaşî´ye birkaç okka misk ile bir hülle gönderdim. Fakat Necaşî öldüğüne göre hediyeler geri gelecektir. O hediyeler bana geldiği zaman senin (veya siz hanımların) olsun´. “Durum Rasûlullah´m dediği gibi oldu. Gelen hediyelerden bir okka dışındaki misk´ten fazlasını ve hülleyi Ümmü Seleme´ye verdi”.[7]
Hibe, kabzediimediği halde vazgeçilmez bir akid olsaydı, Rasûlullah o hediyelerin geri gelmesini kabul etmez, onları Necaşî´nin mirasçılarına gönderirdi. Çünkü Necaşî onları kabzetmese de hibe edilmekle onun mülkü olurdu. Bu bakımdan Rasûlullah´ın geri gelen hediyeleri kabul etmesi, kabzedilmeyen hediyenin kişinin mülküne geçmeyeceğine delâlet eder.
b. Hz. Aişe´den şöyle rivayet edilmiştir: Hz. Ebubekir, Aişe´ye Ga-be´deki malından 20 vesk´i dolduracak kadar bir sahayı hibe etti. Ebubekir vefat edeceği zaman ´Ey kızım! Allah´a yemin ederim ki benden sonra senin zenginliğin kadar hiçbir kimsenin zenginliğine sevinmem. Benden sonra senin fakir olman da hiç kimsenin fakir olması kadar bana ağır gelmez. Ben sana yirmi vesk mahsûl verecek kadar bir arazi hibe etmiştim. Eğer sen onu kabzetmişsen o senindir. Fakat kabzetme-diysen erkek ve kızkardeşlerinle ortaksınız. Onu Allah´ın Kitabı´na göre aranızda taksim edin´ dedi. Aişe şöyle dedi: ´Babacığım! Allah´a yemin ederim ki verdiğin arazi daha büyük olsaydı bile yine onu terkederdim. Fakat diğer kızkardeşim kimdir ´ Ebubekir şöyle dedi: ´Zevcem Binti Hârice hamiledir ve sanıyorum bir kız doğuracaktır´.[8]
Hz. Ebubekir´in bu sözü, hibe´nin ancak kabzetmekle mülk olacağına delâlet etmektedir.
c. Hz. Ömer´in de şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Bazı kişilere ne “oluyor ki çocuklarına hibe yoluyla birtakım şeyler veriyorlar; sonra da çocukları öldüğünde ´Bu benim mahmdır, kimseye vermedim´ diyorlar ve fakat kendileri ölüm hastalığına yakalandıklarında da ´Bunu oğluma hibe ettim´ diyorlar. Sakın böyle yapmayın. Kim birisine bir mal hibe ederse, o malı hibe ettiği kişinin mülküne geçirsin ki o mal onun varislerine intikal etsin”.[9]
Hibe´yi Kabzetmenin Şartları
Hibe´nin sahih olup vazgeçilmez bir akid olması için birtakım şartların bulunması gerekir:
A. Hibe edenin izninin bulunması gerekir.
Kabz´ın sahih olması için hibe eden kişinin izninin olması şarttır. Kendisine hibe yapılan kişi, hibe yapanın izninden önce onu alırsa kabz sahih olmaz ve aldığı malın zamini olur. Kabz izninin sarih olması veya hibe eden kişinin hibe ettiği malı, hibe ettiği kişiye bizzat vermesi gerekir. Hibe edilen mal, hibe edilen kişinin elinde bulunsa ve hibe eden kişi hibe ettiği kişinin malı kabzettiğini görüp sussa bile, sarih (açık) izni olmadıkça kabz sahih olmaz.
B. Hibe edilen mal, başka bir mal ile bitişik olmamalıdır.
Çünkü kabzın sahih olmasının şartı, başka bir mal ile bitişik olmaması ve kabzedilen malda tasarruf edilebilmesidir. Zira hibe edilen mal, başka bir malla bitişik olursa, tasarruf imkânı ortadan kalkar. Meselâ hibe edilen arazide ekin veya meyve ağaçları bulunuyorsa, arazinin kabzedilmesi sahih olmaz. Ancak- hibe edilen mal, bitişik olduğu diğer maldan ayrılırsa, kabz sahih olur.
C. Hibe edilen kişide hibe edilen malı kabzetme ehliyeti olmalıdır.
Hibe yapılan kişi âkil-bâliğ olmalıdır, çocuğun ve delinin kabz´ı sahih olmaz. Çünkü kabz, velîlik gibidir. Âkil-bâliğ olmayan kimse başkasına veya herhangibir mala velî olamaz.
Niyabet Yoluyla Kabzetmek
. Niyabet yoluyla kabzetme, çocuk ve deli gibi kabz´ı sahih olmayan. kimseler için kabzetmektir. Ancak niyabet yoluyla kabz´ın sahih olması için kabzeden kişi, kendisi için kabzettiği kişinin velîsi veya terbiye edicisi olmalıdır. Koca, zifaftan sonra küçük olan hanımı adına kabzedebilir, çünkü yaşı küçük olan kadın, kocasının iyali sayılır ve onun terbiyesi altındadır. Küçük olan kadının kocası, kadının velîsi olsa bile onun adına kabzedebilir. İsterse küçük olan kadının velîsi babası olsun. Çünkü küçük olan kadının babası, onun işlerini -zifaftan sonra-kocaya havale etmiş sayılır. Ancak zifaftan önce, küçük olan kadın kocasının iyali sayılmaz. Bir velî, velayeti altında olan bir kişiye hibe yaparsa, hibe sahih olur. Çünkü hibe edilen mal velînin, kabzındadır. Bu tür hibe, hibe edilen kişinin kabzetmesi gibidir; burada hibe edilen şeyin bilinmesi yeterlidir, ancak bu akde şahid de tutulursa daha evla olur. Çünkü kişi daha sonra hibeden vazgeçebilir veya kişi öldüğünde varisleri onu inkâr edebilir. Şahid tutulduğunda akid garanti altına alınmış olur.
Yabancı bir kişi de olsa, bir çocuğu ve başkasını iyalinde bulunduran kimse velî gibidir. O birşeyi hibe ettiğinde, malı, kendisine hibe etliği kişiye temlik eder. Hibe edilmiş malın onun eline geçmesi ise kabz sayılır.
Hibe´nin Hükmü
Hibe edende; hibe yapılanda, hibe edilen malda ve sigada bulunması gereken şartlar mevcut olduğunda, kabzın şartları da tahakkuk ettiğinde hibe akdi tamam olur ve bu akdin üzerine hibe hükmü terettüb eder ki bu hüküm şudur: Mal kime hibe edilmişse, malın mülkiyeti ona geçer. Çünkü hibe, bir malı bedelsiz olarak başkasına mülk etmektir.
Hibe´den Caymanın Hükmü
Yukarıda izah ettiğimiz şartlar mevcuL olduğunda yapılan hibe´den geri dönülemez. Fakat asl´ın (ana-babanm) fer´ine (çocuklarına) yaptığı hibe bu hükümden istisna edilmiştir; ana-baba hibe akdi tamamlandıktan sonra da hibe´den vazgeçebilir. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Hibe´sinden dönen kimse, kusmuğunu yiyen kimse gibidir.[10]
Hibesinden dönen kişi, kusup da sonra kendi kusmuğuna dönen köpek gibidir.[11]
Bu hadîslerden çıkarılan hüküm, hibe´den dönmenin haram olduğudur. İkinci hadîste köpeğin zikredilmesi, hibe´den dönmenin çirkinliğini, yasaklığmı mübalağalı bir şekilde ifade etmektir. Bu tasarruf müslü-manlann şanına yakışmaz. Böyle bir tasarruf haramdır. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur.-
Bir kimsenin bir ikramda bulunup veya hibe edip sonra ondan dönmesi helâl olmaz, ancak baba çocuğuna yaptığı hibe´den dönebilir.[12]
Dede ve dedenin babası gibi asıllar babaya, diğer fer´ler de çocuklara kıyas edilmiştir. Ancak asl´ın (baba-ana-dede), fer´ine (çocuklanna-torunlarına) hibe ettiği mal, fer´in elinden çıkmışsa veya zayi olmuşsa veya o da başkasına hibe veya rehin vermişse, o kişi .de malı kabzet-mişse, asi (baba-dede) hibesinden dönemez. Fakat fer´in (çocuğun) hibe veya rehin olarak verdiği kişi malı kabzetmemişse, asi (ana-baba-dede) hibe´sinden dönebilir. Çünkü hibe edilen mal hâlâ fer´in mülkünde bulunmaktadır. Fer´e hibe edilen mal -mala bitişik veya maldan ayrı- bir fazlalık kaydetmişse bile bu, asl´ın (ana-baba-dede) hibe´sinden dönmesine mani olmaz; hibe ettiği malı kaydettiği artışla beraber geri alabilir. Meselâ asl´ın fer´ine hibe ettiği hayvan etlenmişse veya hibe ettiği arazi sürülmüşse hibe ettiği maldaki, maldan ayrı olan artış hibe ederken mevcutsa, meselâ hibe edilen cariye hamile ise veya hibe edilen ağaç meyveli olsa bile, bunlarla beraber hibe ettiği malı geri alabilir. Ancak maldan ayrı olan artışlar, hibe edildikten sonra meydana gelmişse, bu fazlalıklar hibe edilen kişiye ait olur. Meselâ gebe olmayan bir hayvan hibe edilir veya meyvesiz bir ağaç hibe edilir de hibe edildikten sonra hayvan gebe kalıp yavrularsa, meyvesiz ağaç meyve verirse, bu artışlar hibe yapılan kişiye ait olur. Asl´ın fer´ine hibe ettiği mal, herhangibir sebeple fer´in elinden çıkar da sonra o malı tekrar alırsa veya fer´in elinden çıkan o hibe, tekrar fer´e hibe edilirse veya miras kalırsa, baba onu geri alamaz. Çünkü mülk edinme sebebinin değişmesi, malın da değişmesi gibidir. Bu mal, sanki babanın çocuğuna hibe ettiği mal değildir. Bu nedenle de baba yaptığı hibe´yi geri alamaz.
Mutlak ve Şartlı Hibe
Hibe eden kişi, karşılığında herhangibir bedel veya şart koşmamişsa, kendisine hibe yapılan kişi hibe´ye hiçbir bedel vermez. Çünkü hibe mutlaktır, mutlak olan hibe ise herhangibir bedel gerektirmez. Fakat yapılan hibe, bir bedel karşılığında yapılmışsa, meselâ hibe eden kişi, hibe yaptığı kişiye ´Şu malı sana falan şeyi bana vermen şartıyla hibe ettim´ veya ´Şu kitabı sana şu elbiseyi vermen şartıyla hibe ettim´ derse, şart koşulan bedel de malum ise akid sahih olur ve sahih kavle göre bu, alışveriş sayılır. Çünkü bu belli bir mal karşılığında yapılan bir akiddir; yani kişi ´Şu malı sana şu mal karşılığında sattım´ demiş oluyor. Zira akidlerde lafızlara değil, maksatlara itibar edilir. Bu yüzden bu akid, alışveriş (bey1) akdi kabul edilir ve alışveriş akdinin şartları geçerli olur. Şart koşulan bedel meçhul olursa, meselâ kişi ´Şü kitabî sana herhangibir elbise vermen şartıyla hibe ettim´ veya ´Bu kitabı, bana herhangibir şey vermen şartıyla sana hibe ettim´ derse, bedel meçhul olduğu için akid sahih olmaz. Zira bedel meçhul olduğunda akid, ne alışveriş, ne de hibe olur.
Hibe ve Atiyyelerde Çocuklar Arasında Eşit Davranmak
Vacib olan nafaka, hibe ve atiyyeden ayrıdır. Baba çocuklarına bir hediye vermek, bir hibe´de bulunmak istediği zaman, çocuklar ister erkek, ister kız, ister büyük, ister küçük olsun, aralarında eşit davranmaIıdır. Böyle davranmak, onlar arasındaki muhabbeti artırır. Çocuklar arasında farklı davranmak mekruhtur. Çünkü çocuklar arasında farklı davranmak, onların arasına hased, kin ve buğz´un girmesine, aile bağlarının çözülmesine sebep olur.
Numan b. Beşir şöyle rivayet ediyor: “Babam (anamın zoru ile) malının bir kısmını bana tasadduk etti. Annem Amre bintu Ravaha, babama ´Sen bu hibe´ye Rasûlullah´ı şahid kılmadıkça kani olmam (inanmam)´ dedi. Bunun üzerine babam beni, bana yaptığı sadaka üzerine şahid tutmak için Peygamber´in yanına götürdü. Rasûlullah ona ´Numan´a yaptığın bu bağış gibi bütün çocuklarına da yaptın mı ´ diye sordu. Babam ´Hayır´ dedi. Rasûlullah ´Allah´tan korkunuz da çocuklarınız arasında adaletli davranınız´ buyurdu. Müteakiben babam döndü ve bu sadakayı benden geri aldı”.[13]
Bu hususta âlimler ittifak ederek çocuklar arasında eşit davranmanın müstehab olduğunu söylemişlerdir. Ancak bu eşitliğin keyfiyeti hakkında ihtilaf etmişlerdir.
Şafii ve Hanefîlerin cumhuru, eşit davranmaktan maksadın, kız çocuklarına da erkek çocuklara verilen kadar verilmesi olduğunu söylemişlerdir. Çünkü hadîsin zahirinden anlaşılan budur.
Hanefi´lerden İmam Muhammed´İn ´eşitlik, mirastaki taksim gibidir´ dediği nakledilmiştir. Her ne kadar Bedayi sahibi, İmam Muhammed´İn bu hususta cumhura muvafakat ettiğini rivayet etmişse de sahih olan İmam Muhammed´İn mirastaki taksimi eşitlik kabul ettiğidir. Zayıf olmasına rağmen, insanlar keşke bu görüşle amel etseydiler, o zaman biraz daha insaflı davranmış olur, topukları üzerine cahiliyye âdetlerine dönmezler, kız çocuklarını herşeyden mahrum etmezlerdi. Kız çocuklarını maldan mahrum edenler, erkeklerin kendileriyle beraber çalıştıklarını, kız çocuklarına verilen malların yabancılara gittiğini, bu davranışlarının doğruluğuna deiit olarak ileri sürmektedirler..
Evet, çocuklara tasadduk, hibe veya hediyede eşit davranmak, ihtiyaçta eşit oldukları zaman veya birine fazla verilmesine rıza gösterdikleri zaman olur. Fakat çocuklardan biri diğerlerinden daha muhtaçsa, ona fazla vermekte sakınca yoktur. İhtiyaçları aynı olduğu halde çocuklardan birine daha fazla verilirse, yapılan hibe sahih olur, fakat bu davranış mendub olana aykırıdır.
İhsan Hususunda Ana-Babaya Eşit Davranmak
Çocuğun ana-babasma güzel davranıp onlara ihsan etmesi vacibdir.
Allah´a kulluk edin, hiçbir şeyi O´na ortak koşmayın. Ana-babaya iyilik (ihsan) edin. (Nisa/36)
Rabbin yalnız kendisine kulluk etmenizi, ana-babaya ihsanda bulunmanızı emretti. . (İsra/23)
Bu konuda daha birçok ayet ve hadîs vardır. Ana-babaya nafaka vermek de onlara ihsan ve iyilik etmektir. Onlara hediyeler götürmek, hibe´de bulunmak, her fırsatta -özellikle de Ramazan ve Kurban bayramlarında- ikramda bulunmak da ihsandır. İhtiyaçta eşit olduklarında çocuklara eşit davranmak Sünnet olduğu gibi, ana-babaya da eşit davranmak Sünnettir. Ancak annenin, bazen babadan üstün tutulup daha fazla ikram edilmesi evlâdır.
Bir kişi Rasûlullah´a gelerek şöyle dedi:
– Benim güzel hizmet ve ülfet etmeme insanlar içinde en layık ve en haklı olan kimdir
– Annendir!
– Sonra kimdir
– Annendir! ´ .
– Sonra kimdir
– Annendir!
– Sonra kimdir ´ .
– Babandır![14]
Hibe Hususunda Kardeşlere Eşit Davranmak
Müslümamn, kardeşlerine iyi davranıp ihsanda bulunması vacibdir. Bu hususta erkek ve kızkardeşler arasında fark yoktur. Allah Teâlâ akrabalara ihsanda bulunmayı emretmektedir:
(Asıl iyilik) akrabalara, öksüzlere, biçarelere, yolda kalmışlara, dilenenlere, kölelere Allah´ın hoşnuduğu(nu kazanmak) için mal vermektir.
(Bakara/177)
İnsana çocuklarından, ana ve babasından sonra en yakın olanlar kardeşleridir. Kardeşlere çeşitli münasebetlerle özellikle de bayramlarda hediyeler vermek, ikramda bulunmak çok sevabtır. Kardeşlere hediye verildiği, ikramda bulunulduğu zaman -eğer ihtiyaç bakımından aynı derecede iseler- aralarında eşit davranmak müstehabdır. Onlardan birine bir hediye vermek veya ikramda bulunulmak istendiğinde en büyük kardeş tercih edilmelidir. Zira Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Büyük kardeşin, küçük kardeşler üzerindeki hakkı, babanın çocukları üzerindeki hakkı gibidir.
Büyük kardeş baba mevkiindedir.[15]
——————————————————————————–
[1] Buharî ve Müslim, (Ebu Hüreyre´den)
[2] Buharî ve Müslim
[3] Buharî ve Müslim, (Cabir´den)
[4] Buharî ve Müslim
[5] Ebu Dâvud/3558, Tirmizî/1351, İbn Mâce/2383 (Cabir´den)
[6] Buhaî/2431, Müslim/1197 2 -imam Mâlik, Muvatta ve Neseî
[7] Hâkîm, Müstcdrck, 11/188
[8] İmam Mâlik, Muvatta
[9] İmam Mâlik, Muvatta
[10] Buharî/2478-2479, Müs!im/1622
[11] Buharî/2478, Müslim/1622
[12] Ebu Dâvud/3539, Tirmizî/2133
[13] Buharî/2447, Müslim/l 623
[14] Buharî/5626, Müslim/2548, (Ebu Hüreyrc´den
[15] Beyhakî, Şuab´ul-İman