I. Davet
Cihad´ın ilk merhalesi, kâfirleri İslâm´a davet etmektir; zira kâfirlerle savaşmak bir amaç değil, vesiledir. Eğer amaca savaşsız olarak ulaşılırsa, savaşa başvurulmaz. Çünkü amaç, kâfirlerin saldırganlıklarını önlemek, onları Allah´ın hükmüne başeğdirmek, insanların özgürce kendi istek ve iradeleriyle karar vermelerini sağlamaktır. Bunun için de ilk yapılacak şey insanları İslâm´a davet etmek, onlarla karşılıklı konuşarak içlerindeki gizli bulunan fıtratı harekete geçirmek, içinde bulundukları vehametin neticelerinden sakmdırmaktır. Eğer insanları İslâm´a davet etmekle, emr-i
Buharî/7, Müslim/1773
bi´1-maruf nehy-i ariil-münker yapmakla amaca ulaşılırsa, savaşa gerek kalmaz. Bundan sonra mal, mülk, saltanat İslâm için önemli değildir.
II. Cizye
Davet ve tebliğle amaca ulaşılmazsa, kâfirler küfürde ısrar eder lerse, davet ve tebliği engellemeye çalışırlarsa, cihad´ın ikinci merhalesi olan savaş, müslümanlar üzerine vacib olur. Ancak kâfirler İslâm devletinin hükmüne girip cizye verirlerse savaşa gerek kalmaz. Kâfirler cizye vermeyi kabul ettiklerinde barış andiaşması imzalanır. Kâfirler bu cizyeyi müslümanlarm halifesine verirler. Bu, müslümanlarm halifeye verdikleri zekât yerine geçer. Cizye´nin de birtakım şartlan vardır ki bunları biraz ileride zikredeceğiz.
III. Kıtal
Kâfirler İslâm davetine kulak asmaz, cizye ödemeyi kabul etmezlerse, son merhale olarak savaşmaktan başka çare kalmaz; zira Allah Teâlâ bunu açık bir şekilde bildirmektedir:
Ehl-i Kitab´dan Allah´a ve ahiret gününe inanmayan, Allah ve
Rasûlü´nün haram kıldığını haram saymayan ve hak dini (İslâm´ı) din edinmeyen kimselerle, zelil olup elleriyle (her yıl) cizye verinceye kadar savaşın.
CTevbe/29)
Ayrıca Rasûlullah´ın sünneti de bu şekilde cari olmuştur.
Rebî b. Âmir, Fars ordusu başkumandanına şöyle demiştir: Rasûlullah´ın bize sünnet olarak bıraktığı yolu takip ederek sana üç gün mühlet veriyorum. Bu mühlet zarfında iyice düşün, müddet bittikten sonra şu üç şeyden birini seç:
İslâm
İslâm´ı kabul ettiğin takdirde, seni bırakırız, arazin de senin ölür.
Haraç
Haraç vermeyi kabul ettiğin takdirde, elimizi sizden çekeriz. Yardıma ihtiyacınız olduğunda size yardım ederiz.
Savaş (dördüncü günde)
Kimler Cizye Vermekle Müslüman Olmak Arasında Muhayyer Bırakılır
Cizye vermekle müslüman olmak arasında muhayyer bırakılmak açısından kâfirler iki kışıma ayrılır:
1. Ehl-i Kitab ve ehl-i kitab hükmünde olan kâfirler.
Ehl-i Kitab, yahudi ve hristiyanlardır. Ehl-i Kitab hükmünde olanlar ise mecusilerdir. Mecusiler Hz. İbrahim´in sahifelerine, Hz. Davud´un Zebur´una tâbi olduklarını iddia ederler.
2. Yahudi, hristiyan ve mecusiler dışında kalan kâfirler
Birinci kısım kâfirler (yahudi, hristiyan ve mecusiler), cizye vermekle müslüman olmak arasında muhayyer bırakılır. Çünkü yukarıda zikrettiğimiz ayet-i celile ve Rebî b. Âmir´in hadîsi buna delâlet etmektedir. Hz. Peygamber, cizye hususunda mecusilerin de ehl-i kitab gibi olduklarını beyan etmiştir.
Cafer b. Muhammed b. Ali babasından naklediyor: Ömer b. Hattab sözü mecusilere getirerek ´Onları ne yapacağımı bilmiyorum´ dedi. Bunun üzerine Abdurrahman b. Avf “Ben Rasûlullah´ın, ´onlara ehl-i kitab gibi muamele edin´ dediğini bizzat duydum” dedi.[1]
Amr b. AvPın rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber, Ebu Ubeyde b. Cerrah´ı cizye mallarını getirmek üzere Bahreyn´e göndermiştir.[2]
Yahudi, Hristiyan ve Mecusiler dışındaki kâfirler, -cizye vermekle müslüman olmak arasında muhayyer bırakılmaz. Onlardan sadece müslüman olmaları kabul edilir. Çünkü Tevrat ve İncil´e tâbi olanlarla onların hükmünde olan kâfirler dışındaki kâfirlerin müslümaniarla herhangibir irtibat ve alâkası sözkonusu değildir. Onlardan cizye kabul ederek onları İslâm devletinin hükmü altına almanın hiçbir mânâsı ve faydası yoktur. Onlara şu ayetin hükmü tatbik edilir:
Müşrikleri nerede bulursanız öldürün. Onları yakalayın, onları hapsedin. Her gözetleme yerinde oturup onları gözetleyin. Eğer tevbe eder, namazı kılar, zekâtı verirlerse yollarını serbest bırakın. Muhakkak ki Allah çok affeden ve çok bağışlayandır. (Tevbe/5)
Şu hadîs-i şerif de onlara uygulanacak bu hükmü tasdik etmektedir:
Allah´tan başka hak ilah olmadığına ve Muhammed´in Allah´ın Rasûlü olduğuna şehadet, namazı ikame, zekâtı eda edinceye kadar insanlarla muharabe etmek bana emrolundu. Onlar bunları yapınca kanlarını ve mallarını benden korumuş olurlar. Ancak İslâm´ın hakkı mukabili olmak müstesna! İnsanların (gizli işlerinden dolayı olan) hesapları da Allah´a aittir.[3]
Kâfirlerin İki Kışıma Ayrılmasının Beyanı
Kâfirleri iki kışıma ayırıp birinden cizye kabul edip diğerinden etmemenin hikmeti nedir Kâfirler küfürde ortak değil midirler
Bu soruya şu şekilde cevap verebiliriz: Bu ayırım, iki hakiki temele dayanmaktadır:
Birinci Hakikat
Ehl-i Kitab, her ne kadar Allah´ın vahdaniyeti hususunda müslümanlar gibi inanmıyorsa da Hz. Peygamber´e iman etmiyorsa da veya Hz. Peygamber´in sadece Araplara gönderilmiş bir peygamber olduğunu kabul ediyorlarsa da Allah´a ve peygamberlere iman etmek hususunda müslümaniarla ortaktırlar. Bu ortaklık nedeniyle onlar müslümaniarla beraber uyum içinde İslâm devletinin hükmü altında yaşayabilirler. Böylece tam bir hürriyet içinde İslâm´ın hakikatim kavrayıp İslâm´ın hak din olduğunu idrak ederler. Onlardan alman cizye, müslümanlardan alman zekât mukabilidir; zira zekât, müslümanların zenginlerinden alınır, fakirlerine dağıtılır. Cizye de o kâfirlerin zenginlerinden alınır. Ayrıca cizye alınmasının sebebi, İslâm devletinin onları korumasına karşılıktır.
İkinci Hakîkat
Ehl-i Kitab ve ehl-i kitab hükmünde olan kâfirlerin dışındaki kâfirlerle müslümanların hiçbir müşterek noktası yoktur. İşte bu nedenledir ki onlar İslâm devletinin hükmü altında müslümaniarla uyum içinde yaşayamazlar. Çünkü onlar toplumu, temelinden yıkacak fasid ve muzır mikroplar taşımaktadırlar. Onların fıtrat ve tabiatları bozulmuş, insanlıktan çıkmışlardır. İşte bu sebeplerden ötürü onlardan İslâm´dan başka birşey kabul etmemek uygun ve yerinde bir davranışlar.
Cihad´m Üzerine Terettüb Eden Meseleler
Cihad´ın üzerine önemli birtakım eserler ve neticeler terettüb eder. Bunların herbiri için özel hükümler vardır. Bu eserleri teker teker ele alarak onlara bağlı olan hükümleri kısaca beyan etmeye çalışalım:
I. Esirlik
Cihad´m en bariz neticelerinden biri esir almaktır. Alman esirler çocuk veya kadın olursa, bunlar hükmen köle olurlar. Alınan esirler baliğ erkekler olursa köle sayılmazlar. Onlar halifenin hükmüne tabidirler; halife köle olmalarına hükmederse köle olurlar. Aksi takdirde hür olurlar.
Esirlerle İlgili Hükümler
Halife, esirlere şu dört husustan birini uygular:
1. Öldürmek
2. Karşılıksız olarak serbest bırakmak
3. Fidye karşılığı serbest bırakmak
4. Köleleştirmek
Halife, maslahatın gerektirdiği hususlardan birini seçer. Esirlerin karşılıksız veya fidye alınarak serbest bırakılabileceğine şu ayet delâlet etmektedir:
(Savaşta) kâfirlerle karşılaştığınızda hemen onların boyunlarını vurunuz. Nihayet onları tamamen (kırıp) yendiniz mi (esir edin ve) bağı sıkı tutun. Bundan sonra da (esirleri) ya bir lütuf olarak (karşılık almadan salıverin) ya da bir fidye (alarak bırakın). Ta ki harb´e katılan düşman harb silahları gibi) ağırlıkların! bıraksın. (Muhammed/4)
Esirlerin öldürülebileceğine delâlet eden ayet şudur:
(Kâfirlere karşı) yeryüzünde kesin bir zafer elde edinceye kadar hiçbir peygambere esirler alması yakışmaz. Siz dünyanın geçici menfaatlerini istiyorsunuz. Oysa Allah sizin için ahiret´i istemektedir. Allah üstün ve hikmet sahibidir. (Enfal/67) Esirlerin köleleştirilebileceği ise sünnetle sabit olmuştur. Çünkü Hz.
Peygamber Hayber savaşında, Kureyza gazvesinde ve Huneyn savaşında aldığı esirleri köleieştirmiştir.
Abdullah b. Ömer şöyle rivayet ediyor: ´Rasûiullah´a karşı (önce) Nâdiroğulları, sonra Kurayzaoğullan savaş açtılar. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a) NâdiroğuHarını yerlerinden sürüp çıkardı. Kurayza´yı ise yerinde bıraktı ve onlara (birşey almamak suretiyle) lütfetti. Nihayet bunun ardından Kurayza da (ahdini bozarak) savaş açtı. Rasûlullah da onların erkeklerini öldürdü, kadınlarını, çocuklarını ve mallarım müsiümanlar arasında paylaştırdı´.[4]
Rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber, Hevazin kabilesinin erkeklerini esir aldı. Bunlar taksim edildikten sonra Hevazin kabilesinden bir heyet müslüman olarak Rasûlullah´a geldiler. Mallarını ve esirlerini geri almak istediler. Rasûlullah onlara lütfederek esirlerini karşılıksız olarak geri verdi.[5]
İyas b. Seleme´den onun da babasından şöyle rivayet edilmiştir: ´Müslümanlar bir grup esir getirdiler. Onların içinde Benî Fezare kabilesinden bir kadın da vardı. Hz. Peygamber o kadını Mekke ahalisine gönderdi de ona mukabil Mekke´de esir tutulan bir grup müslümanı kurtardı´.[6]
2. Kölelik
İslâm şeriatı ıstılahında nkk kelimesi, hükmen acizlik anlamına gelir. Kişi aslında küfürden ötürü bu elbiseyi giymiş olur. Kişinin temellük ve diğer medenî haklarla ilgili ehliyeti kaybolduktan sonra bu hükmî acizlik ortaya çıkar
Köleliğin Meşrûiyyetinin Hikmeti
Esirlerin köleleştirilebileceğini veya karşılıksız serbest bırakılabileceğini veya fidye karşılığı serbest bırakılabileceğini veya öldürülebiie-ceğini, bunun şer´î siyasetin hükümlerine dahil olup halifenin takdirine bağlı bulunduğunu söylemiştik. Burada genel olarak müslümanların maslahatı gözetilir. Esirlerin köleleştirilmesinin bir sebebi de kâfirlerin elinde bulunan müslüman esirlere karşılık olması, kâfirlere karşı bir silah olmasıdır. O halde müslümanların bu silaha sahip olmaları gerekir. Bu bir zarurettir. Çünkü müslümanların esirlerini köleleştiren düşmanların bulunduğu kabul edilir. Kölelerle ilgili olan milletlerarası kanun ve kaidelerin misillemeyi kabul edeceği malumdur. Bu silahı ortadan kaldırmak veya kullanmamak müslümanlara zarar verir; yani müslü-manların aldığı esirleri köleleştirmemesi veya köleleştirmesinin yasak olması müslümanlar için zararlıdır. Çünkü kâfirler bu silahı kullanmaktadırlar. Müslümanlar esirleri köleleştirmezse, bu silah sadece kâfirlerin elinde olur; kâfirlerin cüret ve cesaretleri artar. Aldıkları müslüman esirleri köl el eştirerek müslümanlara karşı kullanırlar. Fakat aynı silahın müslümanlarda da bulunduğunu bilirlerse mesele değişir.
Günümüzde Köleliğin Hükmü ve Durumu
Savaş esirlerine köle muamelesi yapılması halen devam etmektedir. Bu hususta imam (devlet başkanı) müslümanların genel maslahatını gözeterek karar verir. Bu, imamın takdirine bırakılan şer´î bir hükümdür. Ancak uzun bir zamandan beri bu hükmün uygulama sahasından çıkarıldığı görülmektedir. Artık bu hükmün uygulanması için bir neden yoktur. Dünya devletleri köleliği kaldırmak hususunda ittifak etmişlerdir. Bu ittifak, savaş esirlerini köleleştirmeyi maslahat olmaktan çıkarmıştır. Cihad ile ilgili olan şer´î siyaset hükümleri, en fazla olağan zamanlardaki hükümler diye adlandırılan kanunlara benzer. Devlet başkanı bu hususta kanun çıkarabileceği, olağanüstü hal ilan edebileceği gibi, bu unvan altında dilediği kanunu çıkarabilir. İşte tıpkı bunun gibi müslümanların idarecisi de belli yetkileri meriyete bırakıyor ki -şeriat bunları onun yetkisine bırakmıştır- zaruret halinde onlardan istifade etsin, lüzumlu olduğu kadar meriyete soksun. Esirleri köleleştirme, esirleri öldürme, kâfirlerin ağaçlarını kesme, evlerini yakma ve benzeri hükümlerde imam, müslümanların maslahat ve yararını gözetir.
Bilinmesi gereken hususlardan biri de şudur: Bu zimmetten sonra dahi esir düşmeden önce müslüman olan kâfir öldürülmez, onun kendisi ve ailesi köleleştirilmez. Şu ayetler bunu delâlet eder:
Eğer tevbe eder, namazı kılar, zekâtı verirlerse yollarını serbest bı rakın. (Tevbe/5)
Eğer tevbe eder, namaz kılar, zekât verirlerse, dinde sizin kardeşlerinizdir. (Tevbe/11)
Şüphe yok ki kardeşlik, kardeşlerinin canlarını, mallarını, çocuklarını korumayı gerektirir; zira bunlar müslümanların eline esir düşmeden önce müslüman olmuşlardır.
Şu hadîs-i şerif de buna delâlet eder:
Allah´tan başka hak ilah olmadığına Muhammed´in Allah´ın Rasûlü olduğuna şehadet, namazı ikame, zekâtı eda edinceye kadar insanlarla muharebe etmek bana emrolundu. Onlar bunları yapınca kanlarını ve mallarını benden korumuş olurlar. Ancak İslâm´ın hakkı mukabili olmak müstesna. İnsanların (gizli işlerinden dolayı olan) hesaplan da Allah´a aittir.[7]
Çocukların, şu üç husus mevcut olduğunda müslüman olduğuna hükmedilir:
1. Anne ve babasından biri müslüman olursa, çocuk da hükmen müslüman sayılır. Zira çocuk, anne ve babasından din bakımdan şerefli olan hangisi ise ona tâbi olur. Bunun nedeni, İslâm´ın ağır basması ve çocuğun menfaatinin gözetilmesidir. İki şeyden en yararlısı hangisiyse onun yapılması gerekir. Çünkü İslâm kemâl, şeref ve yücelik sıfatıdır. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
İslâm herşeye galiptir, hiçbir şey İslâm´a galip değildir.[8]
2. Anne ve babası olmayan ve bir müslüman tarafından yalnız olarak esir edilen çocuk hükmen müslüman kabul edilir.
Çünkü çocuğun tâbi olacağı babası ve annesi yoktur ve bir müslüman tarafından esir. alınmıştır. Çocuğun maslahatı, onun hükmen müslüman kabul edilmesindedir.
3. İslâm memleketinde terkedilmiş olarak bulunan çocuk, bulunduğu mekâna tâbi olarak hükmen müslüman kabul edilir. Zira çocuk için en yararlı olanın tercih edilmesi gerekir.
3. Ganimetler ve Eslab
Ganimet, harp ehlinden zorla alınan -menkul veya gayr-i menkul-maldır. Bu malın savaş esnasında veya savaştan sonra alınması durumu değiştirmez. :
Eslab ise, öldürülen adamın yanında bulunan malı, silahı, parası vebineğidir.
I Ganimetlerin Hükmü
´
Alınan ganimetler beş parçaya ayrılır. Bunlardan 4/5´ü savaşanlar arasında taksim edilir. Hz. Peygamber zamanında savaşa yaya olarak katılana 1 pay, savaşa süvari olarak katılana 2 pay verilirdi.
Rivayet edildiğine göre bir kişi Hz. Peygamber´e şöyle sordu:
– Ganimet hakkında ne dersin
– Ganimetin 1/5´i Allah´ındır. Geriye kalan da savaşanlar arasında taksim edilir.[9]
îbn Ömer şöyle rivayet ediyor: ´Rasûlullah (s.a) ata 2 pay, sahibine 1 pay verdi´.[10]
Yine Abdullah b. Ömer şöyle rivayet ediyor: ´Hz. Peygamber Hayber günü at için 2 pay, atın sahibi için 1 pay verdi´.[11]
Bu şekilde taksim, bizatihi varid değildir. Çünkü savaş usûlleri, savaş şartları, savaş araç ve gereçleri değişmiştir. Araçlar ve savaşçılar arasındaki farklılık dikkate alınmalı, ganimet buna göre uygun şekilde dağıtılmalıdır. Önceki savaşlardaki süvari ile yaya arasındaki fark düşünülmeli ve en düşük derecedekine en yüksek derecedekinin aldığnın 1/3´i verilmelidir. Her durumda ganimetin 4/5´ünü -Rasûlullah´in yaptığı gibi- savaşanlara dağıtmak vacibdir. Bununla beraber savaş şartlan, savaş aletleri ve savaşanlar arasındaki farklılık dikkate alınmalıdır. Savaşanlara, hisselerini ilaveli maaş şeklinde vermekte de hiçbir sakınca ve mani yoktur. Burada önemli olan, ganimet mallarının devlete ait olmadığının bilinmesidir. Ganimet malından pay almak için kişinin şu şartlara sahip olması gerekir:
1. Müslüman olmalı
2. Bâliğ olmalı
3. Akıllı olmalı
4. Hür olmalı
5. Erkek olmalı
Bu şartlardan bazılarına sahip olmayan kişi savaşırsa, ona, ganimet taksim edilmeden önce birşeyler verilir. Fakat verilen mal, yaya olarak savaşan bir kişiye verilen paya denk olmamalıdır. Çünkü onlar tıpks savaşta bulunmanın üzerlerine farz olduğu cihad ehlinden sayılmayan çocuk, kadsn ve köleler gibidirler.
Ganimetin beştebirine gelince, o ayet~i kerimede belirtilen yerlere dağıtılır:
İyi bilin ki (kâfirlerden) ganimet olarak ele geçirdiğinizin beştebiri
Allah´a, Rasûlü´ne, Rasûl´ün akrabalarına, yetimlere, yoksullara ve yolculara aittir.
(Enfal/41)
Ayette geçen Allah´a aittir ibaresinden maksat, Allah´ın onlarda dilediği şekilde hükmetmesidir. Rasûlü´ne aittir sözünden maksat, beş-tebirin taksim ve tevziinin Hz. Peygamber´e ait olmasıdır. Rasûl´ün akrabalarından maksat, zekât hakkı olmayan Benî Hâşim ve Benî Muttalib´dir. Yetimlerden maksat, babası ölen ve onbeş yaşından küçük olanlardır. Çocuk baliğ olduğunda yetimlik sıfatı kalkar.[12] Yolculardan maksat, malından ve servetinden uzak bulunan ve nafakası tükenenlerdir.
Cübeyr b. Mûtim şöyle rivayet ediyor: Osman b. Affan ile birlikte Rasûlullah´a gittik´ ve şöyle dedik:
– Ey Allah*ın Rasûlü! Sen Benî Muttalib´e veriyorsun. Oysa onlar ve biz sana yakınlıkta aynı derecedeyiz.
– Benî Muttalib ve Benî Hâşim birdirler.[13]
Eslâb´ın Hükmü
Eslab ile ganimetler arasındaki farkı daha önce belirtmiştik. Eslab´in hükmü şudur: Öldürülen kişinin yanında bulunan herşey -onu öldüren kişi ganimetten pay alacak şartlara sahipse- öldüren kişiye aittir. Bunun delili şu hadîs-i şeriftir:
Her kim bir düşmanı öldürür ve öldürdüğüne dair beyyinesi de olursa, öldürdüğü kimsenin elbise, silah ve diğer eşyaları onundur.[14]
Bir Uyan
İmam Şafii, eslab´ın hükmünün, zikrettiğimiz tarzda tebliğî bir hüküm olduğu görüşündedir; zira Hz. Peygamber eslab hakkında böyle hükmetmiştir ve bu hüküm kıyamete kadar geçerlidir.
İmam Mâlik ve Ebu Hanife´ye göre bu hüküm kazâîdir, yani kadı´nın vermiş olduğu bir hükümdür. Hz\ Peygamber, eslab hakkında peygamberlik sıfatıyla değil, kadılık sıfatıyla hüküm vermiştir. Bu bakımdan Hz. Peygamber´den sonraki idareciler bu hususta maslahata göre hüküm verebilirler.
4. Fey
Fey müslümanlarm savaşmaksızın düşmanlardan aldığı -menkul veya gayr-ı menkul- maldır. Allah Teâlâ, Benî Nâdir yahudilerinin mallan hakkında şöyle buyurmuştur:
(Ey mü´minler!) Onların (yahudilerin) mallarından Allah´ın peygamberine verdiği fey için siz ne at ne de deve(ye binip) koşturmadınız. Lakin Allah, peygamberlerini dilediği kimselere karşı musallat eder(ek üstünlük verir). Allah herşeye kadirdir. (Haşr/6)
Evet, ganimet savaş neticesinde elde edilen mal, fey ise savaşmaksızın müslümanlarm eline geçen maldır.
Fey´in Hükmü
Fey, 5 hisseye taksim edilir. Bu 5 paydan biri, ganimetin 1/5´ini alan kimselere dağıtılır. Ganimet bahsinde geçtiği gibi onlar ganimetin 1/5´ini aldıkları gibi fey´in de 1/5´ini alırlar. Ganimet ve fey´in 1/5´ini alacak olan kimseler şunlardır:
.1. Hz. Peygamber
Hz. Peygamber humusundan nafakasına yetecek kadar alıyor, artanı ise müslümanlarm maslahatı için sarfetmek üzere saklıyordu.
Hz. Ömer, Fey hususunda Hz. Peygamber´in uygulamasını şöyle anlatmaktadır: ´Benî Nâdir mallan, Allah´ın kendi Rasûlü´ne fey olarak tahsis ettiği şeylerdendir. Müslümanların at sürerek, deve koşturarak savaş ile elde ettikleri ganimetlerden değildir. Bu cihetle Benî Nâdir mallan Rasûlullah´a mahsus idi. Rasûlullah (s.a), ailesinin bir senelik geçim sarfiyatını fundan temin ederdi. Bundan geri kalanını da Allah yolunda savaş hazırlığı olarak atlara ve silahlara sarfederdi´.[15]
2. Hz. Peygamber´in akrabaları
Bunlar, Hâşimoğulları ve Muttaliboğullandır. Rasûlullah´ın en yakın akrabaları bunlardı. Bunun delilini daha önce zikretmiştik.
3. Yetimler
Bunlar, babaları ölen ve baliğ olmayan çocuklardır.
4. Miskinler
Miskinler sınıfına fakirler de dahildir; zira fakirler, miskinlerden daha aşağı durumdadırlar.
5. Yolcular
Bunlar, memleket ve mallarından uzakta bulunan, nafakaları tükenmiş kimselerdir,
Fey´in 1/5´inin dağıtılacağı sınıflar bunlardır. Fey´in geriye kalan 4/5´ü ise -hudutlarda çarpışan mücahidlerin durumu iyi ise- müslümanların umumi menfaaatleri için sarfedilir. Hudutlarda çarpışan mücahidlerin durumu iyi değilse, bu mal onlara taksim edilir. Eğer fey mallan, menkul (taşınır) mallardan ise bizzat onlara verilir. Fey malları gayr-ı menkul (taşınmaz) mallardansa, beyt´ul-mal için vakıf yapılır; ondan gelen gelir hudutları bekleyenlere, öksüzlere taksim edilir. Şu ayet-i kerime bunlara delâlet eder:
Allah´ın o şehirler halkından Rasûîü´ne verdiği fey (cinsinden ganimet, cizye, haraç gibi diğer vergiler) Allah´a, Rasûl´e, Rasûl´ün akrabalarına, yetimlere, yoksullara ve yolculara aittir.
, (Haşr/7)
Bu ayet, mutlaktır; burada 1/5 zikrediimemiştir. Nitekim bu durum apaçık görülmektedir. Ancak ayet 1/5 ile mukayyed olan ganimete tahmil edilir ve 1/5 zikrettiğimiz gibi dağıtılır. Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır:
Allah´ın müslümanlara fey olarak verdiği maldan benim için beştebir vardır. Bu da tekrar size iade edilir.[16]
Fey´in sarfedileceği yerlerin bazıları şunlardır:
Fey malları, ölen mücahidlerin aile efradına verilir. Bunlara muriezika denir. Bu mücahidlerin savaşta ölmesi şart değildir. Fey mallan âlimlere ve benzeri kişilere verilir. Çünkü ümmet bunların çalışmalarına muhtaçtır. Bunların, hayatta iken nafakaları kendilerine vacib olan yakınlarına da onlar öldükten sonra fey malından nafaka verilir.
en-Nihaye´de şöyle denilmektedir: ´Vefat eden murtezikaların, hayatta, iken nafakaları kendisine vacib olan kişilerin nafakaları, fey malından verilir. Eğer o kişi geride dört kadın bırakarak vefat etmişse dördünün de nafakası, kızları varsa evleninceye kadar onların da nafakası verilir veya onlar herhangibir şekilde ihtiyaçtan kurtuluncaya kadar nafakaları verilir. Âlimlerin geride bıraktıkları erkeklere, onlar çalışacak duruma gelinceye kadar nafakaları verilir. Bu kişilere fey malından nafaka verilmesinin nedeni, cihaddan geri kalmamaları içindir. Çünkü insanlar, kendilerinden sonra aile efradının perişan olacağını bilirse, cihadı bırakıp çalışmaya başlarlar. Sözkonusu sınıflardan birinin çocuğu kötürüm ve aciz olursa, baliğ olsa bile ona fey malından nafaka verilmesi gerekir´.
en-Nihaye sahibi şöyle diyor: ´Âlimlerin geride bıraktıkları evlatlarına -kendi nafakalarını kazanacak duruma gelinceye kadar- mas!ahat-ı amme mallarından verilir. Dul kalan hanımlarına, evleninceye kadar maaş verilir. Bunun sebebi ise insanları ilme teşvik etmektir´.[17]
5. Cizye
Cizye kelimesi, ceza kökünden gelmektedir. Bu ise hem sevap hem de azap anlamına gelir.
Burada sözkonusu olan cizye´nin şer´i anlamıdır ki bu, ehl-i kitab ve ehl-i kitab hükmünde olanların İslâm devletine verdikleri maldır. Onların cizye vermelerinin amacı, müslümanlarla savaşmamak ve müsîümanların himayesine girmektir. Bu da belli şartlar, kaideler ve kurallar dahilinde olur.
Cizye´nin Meşruiyetinin Delili
Cizye´nin; ehl-i kitab ve ehl-i kitab hükmünde olanların İslâm devletine ödediği mai olduğunu söylemiştik. Şu ayet cizye´nin meşruiyetine delâlet etmektedir:
Ehl-i Kitab´dan Allah´a ve ahiret gününe inanmayan Allah ve Rasûlü´-nün haram kıldığını haram saymayan ve hak dini (İslâm´ı) din edinmeyen kimselerle zelil olup elleriyle (her sene) cizye verinceye kadar savaşın.
CTevbe/29)
.Elleriyle cizye vermekten maksat, kendi istekleriyle vermeleridir. Zelil olarak ibaresinden maksat ise İmam Şafii ´ye göre, müslümanların hükümlerinin onlara da icra edilmesidir. Bunun izahı daha önce geçmişti.
Cizye´nin Meşruiyetinin Hikmeti
Ehl-i Kitab´ın, müslümanlarla birlikte birtakım kural ve kaideler dahilinde yaşayabilecekleri bir inanca sahip olduklarını ifade etmiştik. Eht-i Kitab, müslümanlarla birlikte fikir hürriyeti içinde yaşadığı takdirde, İslâm´ın hakikati onlara daha iyi anlatılabilir. Bu durum ise, İslâm devletinin ehl-i kitab´ı himayesine almasıyla mümkün olabilir. İslâm devleti, onları korumak, onlara din hürriyeti vermek, muhtaç duruma düşenlerine yardım etmek kaydıyla bu cizye´yi alır.
Cizye´nin Şartları
Cizye akdinin sahih ve geçerli olması için şu şartların mevcut olması gerekir:
a. Cizye akdini yapanlar ehl-i kitab olmalıdır; yani cizye akdini yapanların yahudi, hristiyan veya ehl-i kitab hükmünde olan mecusi-lerden olması gerekir; zira Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Mecusilere, ehl-i kitab (yahudi ve hristiyan) muamelesi yapınız.[18]
Mecusiler (ateşperestler) ehl-i kitab hükmünde olduğu gibi, Hz. İbrahim´in sahifelerine veya Hz. Davud´un Zebur´una göre amel ettiğini söyleyenler de ehl-i kitab hükmündedirler.
Rivayet edildiğine göre Hz. Ömer mecûsilerden cizye almak istememiş, fakat Abdurrahman b. Avf, Rasûlullah´ın mecûsilerden de ehl-i kitab gibi cizye alınabileceğini söylediğini bildirince, mecûsilerden cizye almıştır.[19]
b. Cizye akdi yapanlar ile müslümanların idarecisi arasında icab ve kabul olmalıdır.
Müslümanların idarecisi veya onun vekili, cizye akdi yapanlara ´Şu kadar cizye vermeniz, İslâm´ın hükümlerine boyun eğmeniz şartıyla
İslâm ülkesinde oturmanıza izin veriyorum´ demelidir. Onlar da ´Bunları kabul ediyoruz1 demelidir.
c. Cizye´nin miktarı, zengin ve fakirlerden ne kadar alınacağı tayin edilmeli, kabul de buna uygun olmalıdır.
d. Cizye akdi için belli bir zaman tayin edilmemiş olmalıdır.
Meselâ cizye akdi, bir yıl ve benzeri gibi bir zamanla sınırlandınlmamahdır. Çünkü bu bir akiddir ve bununla savaşa, kan akıtılmasına engel olunur. Bu nedenle de -diğer İslâmî akidlerde olduğu gibi- cizye akdinin muvakkat olması caiz olmaz.
Kendilerinden Cizye Alınan Kimselerde Bulunması Gereken Şartlar
Kendisinden cizye alınacak´ kişide şu beş şartın bulunması gerekir:
1. Akıllı olmak
2. Baliğ olmak
3. Hür olmak
4. Erkek olmak
5. Ehl-i Kitab veya ehl-i kitab hükmünde olmak
Şu ayet-i kerime, cizye alınacak kişilerde bu şartların bulunması gerektiğine delâlet eder:
Ehl-i Kitab´dan Allah´a ve ahiret gününe inanmayan, Allah ve Rasûiü´nün haram kıldığını haram saymayan ve hak dini (İslâm´ı) din edinmeyen kimselerle zelil olup elleriyle (her sene) cizye verinceye kadar savaşın.
CTevbe/29)
Bu ayet, cizye´nin, sadece savaş ehli mükelleflerden alınacağına delâlet eder. Böylece kadınlar cizyeden muaf olurlar, çünkü onlar sa´vaş ehli değildir. Köleler de cizyeden muaf olurlar.. Çocuklar ve deliler de -mükellef olmadıklarından- cizyeden muaf olurlar.
Rivayet edildiğine göre Hz. Ömer, valilerine ´Çocuklar ve kadınlardan cizye almayın´ diye mektup göndermiştir.[20]
Cizye´nin Sınırlan
Malî durumu normalin altında olan kişiden, senelik olarak en az 1 dinar cizye alınır. Malî durumu normal olan kişiden, senelik olarak 2 dinar, malî durumu normalin üstünde olan kişiden ise 4 dinar alınır. 1 dinardan fazla cizye almak -kişi zenginse- müstehabdır. Kişinin ödemesi gereken cizye miktarı dinardır. Kişi zengin veya orta halli olduğu halde 1 dinardan fazla veremeyeceğini söylerse, onun sözüne itibar edilir. Çünkü üzerinde anlaşılan miktar 1 dinardır. Ancak imam´ın, cizye ehlinin üzerine oradan gelip geçen müslümanlan misafir etme; yiyecek ve yatacak verme sorumluluğunu yükleme yetkisi vardır.
Muaz´dan şöyle rivayet edilmiştir: ´Rasûlullah (s.a), Muaz´ı Yemen´e vali olarak gönderdiği zaman her buluğa ermiş kimseden bir dinar cizye almasını veya bir dinar değerinde Muafir bezinden almasını emretti[21] Muafir, Yemen´de dokunan elbiselik bezdir.
Eslem´den şöyle rivayet edilmiştir: ´Ömer b. Hattab, kişi başına senelik cizye olarak dört dinar veya kırk dirhem tayin etti. Ayrıca memleketlerine gelen müslümanlan üç gün misafir etmelerini de şart koştu´.[22]
Rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber Eyle halkıyla -ki onlar üçyüz kişiydi- 300 dinar cizye vermeleri ve müslümanlan misafir etmeleri şartıyla sulh yaptı.[23]
Yine rivayet edildiğine göre Hz. Ömer, zenginlerden 48 dirhem, orta hallilerden 24 dirhem, malî durumu normalin altında olanlardan da 12 dirhem cizye alınmasına hükmetti. O dönemde 1 dinar, 12 dirhem değerindeydi.[24]
Müslümanların Haklarından Cizye Akdine Terettüb Eden Meseleler
Cizye akdi dört şeyi içerir ve cizye ehli onları yerine getirmek zorundadır:
1. Cizye ehli cizyeyi, müslümanlann halifesiyle anlaştıkları şekilde -bir dinar veya daha fazla – ödemelidir.
2. Cizye ehline, müslümanlarla haramhğı hususunda ittifak ettikleri -zina gibi- konularda şer´î kanunların uygulanması gerekir.
Buna binaen Hz. Peygamber, yahudilerden zina eden bir erkek ve kadını recmetmiştir.[25]
Yine aynı nedenle cizye ehli faiz alıp vermekten menedilir. Çünkü onlar bu davranışların hem kendi dinlerinde, hem de İslâm dininde haram olduğunu bilmektedirler. Ancak cizye ehlinin dinlerinde haram olmayan hususlarda -meselâ içki gibi- onlara İslâmî hükümler tatbik edilmez. Ancak onlar kendi istekleriyle kadı´ya gelip ´Bizim aramızda İslâm şeriatıyla hükmet1 derlerse, mesele değişir.
3. İslâm dinini, ancak hayırla yadetmeleri gerekir.
Kur´an´a muaraza yapmaya kalkışırlarsa veya Hz. Peygamber´! şanına yakışmayan bir şekilde nitelerlerse veya Allah´ın şeriatına saldırın arsa, tâzir cezasına çarptırılırlar. Eğer muahade şartlarında böyle şeyler yapabileceklerine dair maddeler bulunuyorsa, muahadeleri iptal edilir. İslâm aleyhine -fiilî veya sözlü- gizli birtakım işlere girdikleri ortaya çıkarsa, onlarla müslümanlar arasında bulunan zimmet akdi kalkar. Ancak akidelerini açıklamak niyetiyle söyledikleri sözler bundan müstesnadır. Meselâ onlar “Bizim kitaplarımız Kur´an´ın Allah kelâmı olmadığını, Muhammed´in, Allah´ın Rasûlü olmadığını´ söylüyor” deseler, onlarla müslümanlar arasındaki zimmet akdi bozulmaz. Çünkü onlar ´Biz böyle diyoruz´ demiyorlar; kitaplarının böyle dediğini söylüyorlar. Biz onların bu husustaki inançlarının batıl olduğunu biliyorsak da bundan ötürü aradaki zimmet akdi bozulmaz.
4. Müslümanların zararına birşey yapmayacaklar, kâfirlerin casusunu evlerine almayacaklar, kâfir savaşçılara yardım etmeyeceklerdir.
Üzerinde ittifak edilen cizye´yi vermemezlik ederlerse ve bu da bir dinardan daha fazla ise, Allah ve Rasûlü hakkında kötü şekilde konuşurlarsa, müslümanlar aleyhine kâfir savaşçılara yardım ederlerse zimmet akdi ortadan kalkar.
Zimmet Akdiyle Vacib Olan Riâyet ve Himaye´nin Beyanı
Müslümanlarla ehl-i kitab arasındaki zimmet akdi dört şeyi içerir ki müslümanlar zımmîlere karşı bunları yerine getirmek mecburiyetindedir:
1. Onlarla savaşa son vermeleri gerekir.
Hz. Peygamber, kâfirlerle savaşmak üzere bir kumadan tayin etti ğinde ona şöyle derdi:
[Eğer onlar müslüman olma teklifini kabul etmezlerse], onlardan cizye vergisi iste. Şayet onlar bu çizye´yi vermek hususunda sana ´ icabet ederlerse, sen onlardan bunu kabul et ve onlarla savaşmayı bırak.[26]
2. Müslümanların onları himayelerine alıp korumaları vacibdir.
Onların mallarını, hürmetlerini müslumanlardan veya başkalarından gelen herhangibir saldırıya karşı korumak, müslümanlar üzerine vacibdir.
Hz. Ömer [Ebu Luİu tarafından vurulduktan sonra] şöyle demiştir: ´Ben benden sonraki devlet başkanına: Allah´ın zimmetiyle ve Rasûlü´nün zimmetiyle, Kitab ehline verilen taahhüdlerin onlara tastamam yerine getirilmesini, onların Önünde haklarının korunması yönünde muharebe edilmesini ve onların ancak takat getirebilecekleri miktar cizye ile mükellef tutulmalarını vasiyet ediyorum´.[27]
3. Onların mevcut kiliseleri yıkılmaz.
Onların kiliselerinde yaptıkları ayinlere hiçbir şekilde müdahale edilmez. Açıktan yapmadıkça ve onlarla gururlanmadıkça içki ve domuzlarına dokunulmaz.
Hz. Peygamber´in Necran” hristiyanlan ile akdettiği sulh anlaşmasında şu ibareler de bulunmaktaydı:
Onların mallarına, canlarına, dinî hayat ve tatbikatlarına, ailelerine, mabedlerine -ve az olsun çok olsun onların mülkiyetinde bulunan herşeye şamil olmak üzere- Allah´ın himayesi, Rasûlullah Muhammed´in zimmeti Necranhlar ve onlara bağlı etrafındakiler üzerine bir haktır. Hiçbir piskopos kendi dinî vazife mahalli dışına, hiçbir papaz papazlık vazifesini yaptığı kilisenin dışına, hiçbir rahip içinde yaşadığı manastırın dışında başka bir yere alınıp gönderilmeyecektir. Almış oldukları ödünçlerde hiçbir faiz söz-konusu olmayacaktır. Bu itaat ediş ve tâbi oluşlarından önce cahiliyet dönemindeki kan davaları kaldırılmıştır. Onlar ne toplanıp bir araya getirilecekler ve ne de kendileri öşür vergisine tâbi tutulacaklardır. Onların toprakları üzerine hiçbir askerî birlik ayak basmayacaktır. Onlardan herhangibiri alacağını talep ettiğinde onlar arasında bir eşitlik kurulacaktır. Onlar ne zulmedecekler ve ne de kendileri zulme uğrayacaklardır.
4. Yapılan zimmet akdi her müslüman için geçerli ve daimidir.
Müslümanlardan -halife de dahil- hiç kimse zimmet akdini feshedemez; bu akid -zımmîler akdi bozmadıkça veya akde aykırı hareket etmedikçe- ebedîdir.
——————————————————————————–
[1] İmam Mâlik, Muvatta, 1/278
[2] Buharî/2988, Müslim/2961
[3] Buhâri/25, Müslim/22, (Abdullah b. Ömer´den)
[4] Buharî/3804, Müslim/1766
[5] Buharî/2963
[6] Müslim/1755 ve 1763
[7] Buharî/25, Müslim/22, (Abdullah b. Ömer´den)
[8] Darekutnî, Sönen; Buharı; Bkz. Aynî, Umdctul-Kâri, VHI/169
[9] Beyhakî, IX/62
[10] Buharî/2708
[11] Buharî/3988, Müslim/1762
[12] Ebu Dâvud/2873
[13] Buharî/2981
[14] Buharî/2973, Müslim/1751, CEbu Katade´den)
[15] Buharî/2748, Müslim/1757
[16] Beyhakî, (Bkz. en-Nihaye, 11/272)
[17] en-Nihaye, 111/74
[18] İmam Mâlik, Muvatta, 1/278
[19] Buharî/2978
[20] Beyhakî, IX/195
[21] Ebu Dâvud/3038
[22] İmam Mâlik, Muvatta, 1/379
[23] Beyhakî, IX/195
[24] Beyhakî, IX/196
[25] Buharî/6433, Müslim/1699, (İbn Ömer´den)
[26] Müslim/1731, (Bureyde´den)
[27] Buharî/2887