Hac ile Umrenin Mahiyetleri
Hac, lûgat´ta, saygıdeğer makamları ve diğer yerleri ziyaret kasdında bulunmaktır. Din deyiminde ise: “Arafat´da özel vaktinde bir miktar durmaktan ve ondan sonra Kâbe-i Muazzama´yı usulü üzere tavaf ederek ziyaret yapmaktan ibarettir.” Hac yapan kimseye Hâcc (Hacı) denir. Bunun çoğulu “Hüccac”dır.
Umre, lûgat´ta ziyaret manasınadır. Din deyiminde: “Kâbe-i Muazzama´yı tavaftan ve Safa ile Merve denilen iki yer arasında sa´y etmekten (koşar gibi gidip gelmekten) ibarettir. Bunun için belli bir zaman yoktur. Senenin her mevsiminde yapılabilir. Yalnız Arefe günü ile Kurban bayramının dört gününde yapılması mekruhtur. Ramazan ayında yapılması mendubdur.
Umre, müekked bir sünnettir. Bunu yapan kimseye “Mutemir” denir. Farz olan hacca, Hacc-ı Ekber denildiği gibi, umreye de “Hacc-ı Asgar” denilir. Bununla beraber Arefe günü cumaya rastlayan bir farz hacca da “Hacc-ı Ekber” denilmektedir.
(Umre, İmam Malik´e göre de bir müekked sünnettir. Fakat İmam Şafiî´ye göre, ömürde bir defa hemen yerine getirilmesi gerekmeyen bir farz-ı ayn´dır. Hanbelî´lere göre, hemen yerine getirilmesi gereken bir farzdır.)
Haccın Nevileri
Hac, farz, vacib ve nafile kısımlarına ayrıldığı gibi, ifrad hac, temettü hac ve kıran hac nevilerine de ayrılır. Şöyle ki:
1) Farz hac, şartlarını kendisinde toplayan bir müslümanın ömründe bir defa yapmakla yükümlü olduğu hacdır.
2) Vacib hac, nezredilen veya başlanmışken bozulan nafile bir hacca karşılık kaza edilecek olan hacdır.
3) Nafile hac, büluğ çağına ermemiş olmakla mükellef bulunmayanın veya farz haccı yapmış bulunan bir kimsenin Allah rızası için nafile olarak yapacağı hactır ki, bu hac tekrar tekrar yapılabilir. [On iki yaşını bitirip henüz büluğa ermemiş olan erkek çocuğuna mürahık, dokuz yaşını tamamlayıp da büluğa ermemiş olan kız çocuğuna mürahıka denir.]
4) İfrad hac, beraberinde umre yapmaksızın yalnız başına yapılan farz, vacib ve nafile hacdır ki, ihrama girerken yalnız hacca niyet edilir. Bunu yapana “Müfrid” denilir.
5) Temettü hac, hac mevsiminde önce umre için ihrama girilip umre yapıldıktan sonra aynı mevsimde daha yurda dönmeden tekrar ihrama girerek usulü üzere yapılan farz hacdır. Bu haccı yapana “Mütemetti” denir. Bu, ifrad hacdan daha faziletlidir.
6) Kıran hac, hac aylarından önce veya hac ayları içinde mikattan evvel veya mikatta Umre ile farz haccı bir ihramda toplayıp bir niyetle Umre yapıldıktan sonra usulü üzere yerine getirilen hacdır. Bu şekilde hac yapılması Temettu hac yapılmasından daha faziletlidir. Bu haccı yapana da “Karin” denir. Bunların açıklama ve uygulamalan ileride gelecektir.
Haccın farz, vacib ve sünnet olan herhangi bir işine “Nüsük” denir. Bunun çoğulu “Menâsik”dir. Bu söz, aslında ibadet ve su ile bir şeyi temizlemek demektir.
Haccın Rükünleri
Haccın rükünleri, mahiyetini teşkil eden farzları ikidir: Biri, Arafat´da bir müddet beklemek, diğeri de Kâbe-i Muazzama´yı farz manada tavaf etmektir.
Vakfe
Arafat, Mekke-i Mükerreme´nin güney doğusunda altı saat uzaklıkta bulunan bir yerdir. Hac yapacaklar için Arafat´da durmak zamanı, Zilhice ayının dokuzuna rastlayan Arefe gününün zeval vaktinden itibaren Kurban bayramı ilk gününün fecrinin doğuşuna kadar olan zamanın herhangi bir kısmıdır. Bu müddet içinde bir dakika dahi olsa, beklemekle bu farz yerine gelmiş olur. Bu arafat´da uyanık bir halde durmakla uyumak veya baygın bulunmak halleri eşittir.
Belirtilen müddetten önce veya sonra, Arafat´da durmakla “Vukuf” farizası yerine getirilmiş olmaz. Ancak Zilhicce´nin hilâlinde şübhe olur da Zilkade otuz gün olarak tamamlanmış bulunur ve sonradan Zilkade´nin yirmi dokuz gün olduğu anlaşılırsa, bu takdirde Arafat´da durmanın ilk Kurban Bayramı gününe rastlamış bulunması istihsan yolu ile caizdir ve yeterlidir.
Hacıların Arefe günü sanarak Arafat´da durdukları günün Terviye (Zilhicenin sekizinci) günü olduğu anlaşılsa, bu bekleme yeterli olmaz. Arefe günü tekrar durmaları gerekir. Şu kadar ki, bütün insanlar tarafından vakfe ve farz tavaf yapıldıktan sonra haccın sahih olmadığına (bir gün önce yapıldığına) dair ortaya çıkacak haberler ve şahidlikler artık dinlenmez.
Arafat meydanının ortasında “Cebel-i Rahmet” yanında kıbleye karşı durulup Allah´a ayakta dua edilmesi daha faziletlidir. Burası, manevî değeri çok büyük olan bir yerdir. Dünyanın her tarafından akın edip gelen, yurdları, dilleri ve renkleri başka başka olan; fakat düşünce ve gayeleri bir olan yüz binlerce müslüman, Arafat´da, kefenlere bürünmüş, kabirlerinden dirilip Mahşer meydanına toplanacak bir muhteşem insan kitlesini andırır. Bunların hep birden duygulu bir dille Allah Tealâ Hazretlerini tevhid ve tebcile başlamaları, Allah´dan bağış dilemeleri ve ikram beklemeleri, melekleri bile heyecana getirecek yüksek ve ruhanî bir manzara meydana getirir.
Şüphe yok ki, Allah Tealâ Hazretleri, bu garib kullarına lûtfedecek ve meleklerine şöyle hitab buyuracaktır: “Şu uzak ülkelerden gelip toz-toprak içinde kalmış, kıyafetleri perişan bir halde, benim rahmet ve yardımımı dileyen kullarıma bakınız! Ben şanı yüce, onları bağışlayacağım ve mağfiretime erdireceğim.” Böylece feyiz ve bereketi nihayetsiz olan Yüce Allah´ın rahmet ve yardım denizleri dalgalanıp duracaktır.
Ne kutsal bir tecelli, ne yüce bir başarı!..
(İmam Malik´e göre Arafat´da bekleme müddeti, Arefe günü güneşin zevalinden; gündüzün fecrine kadar devam eder. O gün güneşin zevalinden batışına kadar, bir an bile olsa, beklemek vacibdir. Güneşin batışından sonrada bir miktar beklemek gerekir ki, farzdır.)
Kâbe-i Muazzam´a, Mekke-i Mükerreme şehrinde Allah Tealâ´nın emri ile İbrahim Aleyhisselâm´ın ilk olarak veya yenilemek suretiyle yapmış olduğu dört köşeli yüksek ve mübarek bir binanın işgal ettiği kutsal bir yerdir. Burası bütün müslümanların kıblesidir. Bu kıblegâha, İlahî bir mabed ve İlahî rahmetin tecelli kaynağı olmasından dolayı Beytullah Beyt-i Muazzam adı verilmiştir.
Kâbe-i Muazzama, Harem-i Şerif ve Mescidü´l-Haram denilen büyük bir Mescidin ortasında bulunmaktadır. Bu mescidin etrafında kubbeler vardır. Geri kalan kısım açıktır. Yedi minaresi, birçok kapıları, içinde minberi, Zemzem kuyusu ve İbrahim Aleyhisselâm´ın Makamı vardır.
Ziyaret tavafına gelince: Bu, Arafat´da vakfeden sonra Kâbe-i Muazzamanın etrafında yedi defa dolaşmaktan ibarettir ki, bunun dört defası farz olan bir rükündür.
Ziyaret tavafının vakti, Kurban Bayramının ilk günü fecir doğduktan sonra hayatın son gününe kadar uzayan bir zamanın herhangi bir kısmında yapılacak bir tavaf ile hac farizası tamamlanmış olur.
Tavafın Mahiyeti ve Nevileri
Tavaf, lûgat´ta ziyaret etmek ve bir şeyin etrafında dolanmak manasınadır. Tavaf edene Taif ve tavaf edilen yere de Metaf denir.
Din deyiminde tavaf, Kâbe´nin etrafında yedi defa dönmekten ibarettir. Şöyle ki:
Kâbe´nin güney tarafındaki bir köşesine Rükn-ü Hacer ve diğer köşesine Rükn-ü Yemanî denir. Rükn-ü Hacer´de, Hacer-i Esved denilen mübarek bir taş vardır ki, tavafa buradan başlanır. Beyt-i Muazzama sola alınarak Kâbe´nin kapısına doğru gidilmek suretiyle Beyt´in çevresinde dolaşılır. Böylece Hacer-i Esved´den başlayarak yapılan bir dolaşım yine orada tamamlanmış olur. Buna bir “şavt” denir. Aynı şekilde yedi defa yapılan şavt ile tavaf biter.
Tavaf, bir nevi namazdır. Allah Tealâ´ya heyecan ve muhabbetle yapılan tazimin bir nişanesidir. Allah´ın Arş´ı etrafında dolaşan kutsal meleklerin hallerine bir benzeyiş şeklidir.
Kâbe-i Muazzama, bu yaşanılan âlemde, göremediğimiz melekler âlemindeki İlâhî makamın bir görüntüsü yerindedir. Bu maddî Beyt´in çevresindeki beden hareketleri, melekler âleminde Arş çevresinde yapılan ruhanî hareketlerin birer işaretidir.
Gerek tavafa başlarken ve gerek tavaf esnasında Hacer-i Esved´in önüne her geldikçe ona karşı durulur. Namaza durur gibi, eller kaldırılır, tekbir ve tehlil getirilir. Mümkünse öpülür veya eller sürülür. Bu da mümkün değilse, yalnız ona karşı eller yukarı kaldırılır, işaret yapılır ki, buna İstilâm (Selâmlamak) denilmektedir.
Hacer-i Esved´e böyle el koymak, Yüce Allah´a ibadet ve itaat etmek üzere söz vermenin ve bunda kararlı olmanın bir nişanı demektir.
Tavafın nevilerine gelince: Bunlar aşağıda yazıldığı şekilde beş kısımdır:
1) Kudûm Tavafı: Taşradan Mekke-i Mükerreme´ye varılınca ilk yapılan tavaftır. Bu tavaf, afaki (Mikat dışından gelenler) için sünnettir. Buna Tavaf-i Lika da denir.
(İmam Malik´e göre bu tavaf vacibdir.)
2) Ziyaret Tavafı: Arafat´dan döndükten sonra yapılan tavaftır. Buna “Tavaf-ı İfaze”de denir. İşte haccın iki rüknünden biri bu tavaftır ki, dört şartı farzdır.
3) Sader Tavafı: Hac esnasında Mina´da taşlar, atıldıktan sonra, Mekke´ye inilince yapılan tavaftır. Buna “Veda Tavafı” da denir. Bu tavaf, Mikat dışından gelenler (Afakî´ler) için vacibdir: Bununla hac işleri (menasik) tamamlanmış olur. Hacılar bu tavafla Kâbe´ye veda ederek vatanlarına dönmeye başlarlar.
(Bu tavaf, Şafiîler´de vacib veya sünnettir.)
4) Nafile Tavaf: Mekke´de bulunan müslümanların Kâbe etrafında zaman zaman yaptıkları nafile tavaftır. Böyle bir tavaf, Mikat dışından gelenler için, nafile namaz kılmaktan daha faziletlidir. Çünkü onlar her zaman bu şerefi elde edemezler.
5) Umre Tavafı: Bunun dört şartı Umre´nin rüknünden olan tavaftır ve farzdır. Bunun yerine başka bir şey geçemez. Umre´de kudum tavafı ile Sader tavafı yoktur. Umre´ye İhramla başlanır, tıraş olmak veya saç kısaltmakla Umreye son verilir.
Tavaf esnasında tekbir ve tehlil getirilir, salât ve selâm okunur. Tavafta şartları arka arkaya yapmak şart değildir. Bu tavaf henüz tamamlanmadan namaz için veya abdesti tazelemek için bırakılsa, tavaf bozulmaz. Geri kalan kısım sonra tamamlanabilir. Tavaf sırasında kadınların erkeklerle aynı hizada bulunmalan tavafı bozmaz.
Haccın Farz Olmasının Şartları
Bir kimseye haccın farz olması için sekiz şart vardır. Şöyle ki:
1) Müslüman olmalıdır. Gayri müslimler hac ile mükellef değildir. Buna göre bir gayri müslim hac yaptıktan sonra müslüman olsa, diğer şartlar bulununca yeniden hac etmesi gerekir. ´ Yine, bir mümin hac ettikten sonra – Allah korusun – dinden çıkıp da sonra tevbe ederek İslâmiyete dönse, diğer şartlar bulununca tekrar hacetmesi gerekir.
2) Büluğa ermiş. olmalıdır. Bir çocuk, aklı başında ve kâr ile zararı ayıracak durumda da olsa, hac ile mükellef olmaz. Onun yapacağı hac nafile olur. Onun için büluğ çağına erer de hac şartlarını toplarsa, tekrar hac etmesi gerekir.
Velisi ile beraber hacda bulunan çocuğa, velisi hac işlerini yaptırır.Taşları attırır, tavaf yaptırır ki, büyüyünce görevini daha iyi yapabilsin. Bu taşlamayı çocuk terk etse, bundan bir şey gerekmez. Çünkü çocuğa hac vacib değildir.
3) Akıl sahibi olmalıdır. Deli olanlar hacla yükümlü değillerdir. Bunlar iyileşir de hac şartlarını elde ederlerse, o zaman hac etmeleri gerekir.
4) Hür olmalıdır. Köleler ve cariyeler hacla yükümlü değillerdir. Bunların yaptıklan haclar birer nafiledir. Bunlar azad edildikten sonra diğer şartlara sahib bulundukları takdirde hac etmeleri gerekir.
5) Haccın farz olduğunu bilmiş olmalıdır. Şöyle ki: Küfür diyarında (darı harbde) gayri müslimlere ait bir memlekette bulunup İslâmı kabul eden kimse, haccın farz olduğunu bilmedikçe, hac ile yükümlü olmaz. Fakat İslâm ülkesinde böyle bilmemezlik özür sayılmaz. Onun için İslâm yurdunda bulunan bir gayri müslim, haccın farz olduğunu bilsin veya bilmesin, ihtida eder de, hac şartlarına sahib bulunursa, hac ile mükellef olur.
6) Hac görevini güçlük olmaksızın gidip yerine getirmeye yeterli bir vakit bulunmalıdır. Bunun için bir kimse hac görevi için diğer şartlara tamamen sahip olduğu tarihten itibaren bu görevi yerine getirmeye elverişli bir vakit bulmadan ölürse, bu farzla mükellef tutulmaz.
7) Hicaz´a gidip gelinceye kadar kendisinin ve aile halkının âdete göre nafakaları bulunmalıdır. Temel ihtiyaçlardan sayılan malların bulunması ile hac farz olmaz. Fakat ihtiyaçtan fazla gelir getiren bir mal veya eşya bulunsa, bunları satıp hac etmek gerekir. Bir evde kira ile oturmak da, haccın farzolmasına engel değildir.
Temel ihtiyaçlar için zekât bölümüne bakabilirsiniz!..
8) Kendi durumuna uygun binek vasıtası ve yolda yapacağı harcamaları karşılayacak parası bulunmalıdır. Buna Rahiliye, Zadü-t-Tarika (yol azığına sahib bulunmak) denir. Şöyle ki:
Hac için yol azığına ve binilecek vasıtaya gücü yeter olmak şarttır. Bu kudretin hac aylarında veya herkesin bulunduğu yerde hacıların âdet üzere hâcca gidecekleri zamanda bulunması gerekir. Bu esnada temel ihtiyaçlardan başka hacca yetecek kadar mala sahib olan kimsenin, diğer şartlara da sahib olması halinde, ona hac farz olur. Bu malı başka yere harcayamaz. Harcarsa, hac üzerinde borç kalmış olur. Fakat bu zamandan önce elde edilen mal, bundan önce istenilen yere harcanabilir. Bundan dolayı kendisine hac görevi vacib olmuş sayılmaz.
Meselâ: Muharrem ayında hacca yetecek kadar malı olan kimse, bunu bir iki ay içinde başka bir yere harcayıp da, memleketinde hacca gidilmesi, âdet olan bir zamanda elinde mal kalmamış olsa, kendisine hac farz olmuş olmaz: Ödünç ve ikram suretiyle verilen azık ve binek yeterli sayılmaz. Bu ikram minnet altında bırakmayacak kimseler tarafından olsa bile hüküm aynıdır Onun için Hac etmek üzere bağış yapılan bir malı kabul etmek herhalde gerekmez.
Bununla beraber Mekke-i Mükerreme´ye on sekiz saatten yakın bulunan yerlerdeki müslümanlar için yaya yürümeye güçleri olunca binek bulunması şart değildir.
(İmam Malik´e göre, azık ve binit için yeterince imkâna sahib olmak şart değildir. Bu konuda Mekke´ye gidip en düşük şartlarla hac işlerini yerine getirmeğe imkân bulunması yeterlidir. Onun için fazla güçlük bulunmaksızın yaya olarak veya kira ile karşılayabileceği bir binek ile hac etmeğe ve yiyecek harcamalarını sanatı ile yolda yürüdükçe elde etmeğe gücü olan bir müslümana canı ve malı için bir tehlike yoksa, hac farz olur. Yurdunda ailesine bir nafaka bırakıp bırakmaması fark etmez. Ancak nafakasız kalmakla helâk olmaları korkusu olunca, o zaman hac ile yükümlü olmaz.)
Haccın Yapılmasını Gerektiren Şartlar
Haccın yerine getirilmesinin farz olması için beş şart vardır. Şöyleki:
1) Beden sağlıklı olmalıdır. Onun için hac görevini yerine getirebilmek için vücud sağlığına sahip olmayan kimseye hac farz olmaz. Kör ve kötürüm olanlar da böyledir.
Fakat iki İmama ve İmam Azam´dan bir rivayete göre, kendisini koruyup yol gösterecek kimsesi bulunan amayâ (iki gözü köre), diğer şartlara sahib olunca, hac etmesi farz olur.
2) Haccın yerine getirilmesi için arızî engeller bulunmamalıdır. Bir kimse tutuklanırsa (habsedilirse) veya zorla hacdan engellenirse, hac ile yükümlü olmaz.
3) Yol emniyeti bulunmalıdır. Yolda tehlike bulundukça, hacca gidilmesi farz olmaz.
4) Sefer mesafesinden (en az onsekiz saatlık bir uzaklıktan) hac yapacak bir kadın için yanında kocası veya müebbeden mahremi bulunan bir erkek bulunmak şarttır. Bunların akıllı, büluğa ermiş veya büluğ çağına gelmiş olmaları gerekir. Beraberinde böyle bir kimse bulunmayan kadın için hac farz değildir. Kendisine hac farz olan bir kadının yanında böyle bir mahremi bulunduğu takdirde, kocası onu hacdan alıkoyamaz. Çünkü böyle bir farzı yerine getirmek, koca hakkından önde gelir. Genç bir kadının yalnız süt kardeşi veya damadı ile hac etmesi, zamanın bozukluğu bakımından bazı alimlere göre caiz görülmemiştir.
5) Hacca gidecek kadın, kocasından boşanmış veya kocası ölmüş ise, iddeti bitmiş olmalıdır. Böyle bir iddet bekleme içinde bulundukça kadın hacca gidemez. Öyle ki, yola çıktıktan sonra Mekke´ye en az on sekiz saat uzak bir yerde iken kocasının orada ölmesi gibi bir sebeble iddet bekleyecek olan kadının o yerden iddeti bitmeden önce çıkmaması gerekir.
Haccın Sıhhatının Şartları
Hac görevinin sahih olarak yerine getirilebilmesi için şöylece dört şart vardır.
1) İslâm olmak. Bu haccın farziyetinin şartı olduğu gibi, sıhhatının da şartıdır. Bir gayri müslim haccettikten sonra müslüman olsa dahi, önceden yapmış olduğu bu haccı sahih olmaz.
2) Özel yerlerde bulunup görev yapmış olmak. Bu yerlerden maksad, Arafat ile Kâbe´dir. Onun için Arafat´da vakfe yapmadıkça (beklemedikçe) ve Kâbe´yi tavaf etmedikçe hac sahih olmaz.
3) Belli bir vakit olmak. Bundan maksad, Arafat´daki vakfe zamanıdır ki, Arefe gününün zeval vaktinden Kurban Bayramı fecrinin doğuşuna kadar devam eden bir zamandır. Ziyaret tavafının vakti ise, daha önce belirtildiği gibi, hayatın sonuna kadardır. Fakat bu tavafın vacib olan vakti, nahr (kurban boğazlama) günleri, Kurban Bayramının ilk üç günüdür.
Bununla beraber İfrad haccının, Temettü haccının, Kıran haccının hac görevlerini (menasikini) yapmak için yine belli bir vakit vardır. Bu da Şevval ve Zilkade ayları ile Zilhicce ayının ilk on günüdür. Bu aylara Hac Ayları Hac mevsimi denir.
Bu aylar içinde en son hac vakti, Arefe günü ile Kurban günüdür. Arefe günü Zevalden sonra Arafat´da az veya çok bulunup Bayramın ilk gününde ziyaret tavafını yapan kimse, hac farzını yerine getirmiş olur.
(Şafiîlere göre de, Arafat´da vakfe zamanı, Zilhicce ayının dokuzuncu günü zeval vaktinden sonra onuncu günün fecrine kadardır. Bu zaman içinde bir an bile olsa, vakfe yeterlidir.
4) Hac niyeti ile İhram yapmış olmak. Şöyle ki: İhram, haccı veya umreyi veya her ikisini yerine getirmek için, mübah olan şeylerden bir kısmını geçici bir zaman için kendine haram kılmaktır, bunları yapmaktan sakınmaktır. Bu ihram, hacca veya umreye veya hac ile umreye niyet etmek ve “telbiye” getirmekle meydana gelir.
Telbiye, şu sözleri söylemektir:
“Lebbeykallahümme Lebbeyk. Lebbeyke lâ şerike leke Lebbeyk. İnnelhamde venni´mete leke vel-mülk. Lâ şerike lek.”
Anlamı: “Ahlah´ım! Ben senin emrine boyun eğerim ve hazırım. Senin ortağın yoktur. Senin davetine ihlâsla uyarim, senin ortağın yoktur. Şübhe yok ki, hamd da, nimet de sana mahsustur, mülk de… Senin ortağın yoktur.”
İhram yapana “Muhrim” denir. Muhrim olmayana da “Helal” denir. İhlâl da, ihramdan çıkmak ve bir şeyi harem sahasından dışarıya çıkarmak manasına gelir.
İhram, Beytullah için bir tazim alâmetidir. Öyle ki dışardan bir iş ve ticaret için gelen bir müslüman, hac ve umre niyetinde bulunmasa da, yine ihramsız olarak Harem bölgesine giremez. Bu haramdır, hürmete aykırıdır.
İhrama giren bir erkek, dikişli elbiselerini çıkarır. Bir peştemal kuşanır. Üzerine de bir omuz havlusu alır. Başını ve ayaklarını açık bulundurur. Temizlenir, yıkanır veya abdest alır. İki rekat namaz kılar. Yüksek bir sesle “Lebbeykallahümme Lebbeyk….” diye telbiyede bulunur. Zevcesi ile cinsel ilişkiyi terk eder. Zevcesini okşayıp öpmez. Güzel koku sayılan misk, anber ve kâfur gibi şeyleri sürünmez. Bunları yatağına da sürmez. Kara av hayvanlarını avlamaz, avlayanlara da hayvanı göstermez. Harem bölgesindeki yeşil otları ve yeşil ağaçları kesip koparmaz. Saçlarını kesmez ve kısaltmaz, tıraş etmez. Hac veya umre işlerini tamamlayıncaya kadar bu yasakları gözetir:
Kokusundan hoşlanılacak her şey Tîb (güzel koku) sayılır.
İhrama giren kadınlar elbiselerini çıkarmazlar, başlarını ve ayaklarını açık bulundurmazlar. Telbiye getirirken seslerini yükseltmezler.
İhrama girenlerin çadır altına sokulmaları, şemsiye tutmaları, yüzük takmaları, bellerine kemerlerini bağlamaları, kolları içine sokup giyinmeksizin sırtlarına palto gibi bir şey almaları haram değildir.
Yalnız farz hac için veya Temettü haccı ile Kıran haccı için Şevval ayının birinci gününden Zilhicce´nin dokuzuna kadar herhangi bir günde İhrama girilebileceği gibi, bundan önce de girilebilir. Çünkü İhram haccın şartıdır. Şart ise, meşrutun vaktinden daha öne geçebilir, bu caizdir. Abdest almanın (taharetin) namaz vaktinden öne geçmesi gibi… Ancak ihrama daha önce başlanılması, zamanın uzaması bakımından sakıncalı olacağı için mekruhtur. Çünkü ihram sebebiyle yasak olan şeylerden korunmak uzun zaman için kolay değildir.
(Şafiî´lere göre hac için, hac aylarından önce ihrama girmek caiz değildir. Ancak umre için girilmiş olur.)
Mikat ile İlgili Bilgiler
Hac için afaktan (Mikat dışından) gelenler için ihrama girecekleri belli yerler vardır ki, bunlar beş yerdir. Bunların her birine “Mikat” denir. Çoğulu “Mevakit”dır. Bunlar: “Zülhuleyfe, Zati Irk, Cuhfe, Karn, Yelemlem” denilen yerlerdir. Bu yerlere gelmeden önce ihrama girilebilir. Öyle ki, Süveyş yolu ile hacca gidenler “Rabiğ” hizasında ihrama girerler. Burası Şamlıların mikatı olan ve Mekke´ye üç merhale uzakta bulunan, bugün izi kalmamış “Cuhfe” kasabası yakınındadır.
Bir hac yolcusu, ihramsız olarak mikatı geçerse, bakılır: Eğer henüz hac işlerini (menasikini) yapmaya başlamadan mikata dönerse, ihrama girerek telbiyede bulunur. Böylece kendisine bir ceza gerekmez. Fakat mikata dönmez de sonradan ihrama niyet ederse veya hac menasikinden birini yaptıktan sonra ihram için mikata dönerse, ceza olarak kurban (bir koyun kesmek) gerekir. Haccın kaçırılmasından korkulmazsa, mikata dönmek daha faziletlidir.
Mekke´de bulunanların hac için mikatları, bulundukları Mekke´dir. Bu şehirden ihrama girerler. İsterse Mekke halkından olmasınlar. Fakat Umre yapmak için Harem bölgesi dışına çıkar ve oradan, çoğunlukla “Tenîm”denilen yerden, ihrama girerler. Bunun için bu yere Umre de denilmiştir.
Mekke şehri çevresinde belli bir sahaya “Mekke Haremi, Harem Bölgesi” denir. Bu bölgenin dışında olup mikatlara kadar uzayan sahaya da”Hill” adı verilir.
Hill Bölgesinin Mekke´ye en yakın yeri, batı tarafından üç-dört mil uzaklıkta bulunan “Ten´îm” adındaki yerdir.
Hill sözü, ihrama son vermek manasına da kullanılır.
Harem Bölgesi ile mikatlar arasında bulunan kimseler, bulundukları yerlerden veya Mekke içinden ihrama girerler. Bunların yakınlıkları sebebi ile Mekke´ye girip çıkmaları çok olacağından onlara böyle bir kolaylık gösterilmiştir.
Haccın Farziyetinin Sebebi ve Edasının Fevrî Olup Olmadığı
Haccın farz olmasına sebeb Beytullah´ın (Kâbe´nin) bulunmasıdır. Bu kutsal mabedi ziyaret için Yüce Allah´ın emri ile hac farz kılınmıştır. Bu sebeb tekerrür etmediği için haccın farziyeti de tekrarlanmaz. Mükellef olan kimsenin ömründe bir defa hac etmesiyle bu farz yerine getirilmiş olur. Öyleki, akıl ve baliğ olan bir müslüman fakir iken yürüyerek hac etmiş olsa, sonradan zengin olmakla tekrar hac yapması gerekmez.
Hac, Hazret-i Peygamberin hicretlerinin dokuzunca yılında farz kılınmıştır. Bu sene Resulullah Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) tarafından Ebû Bekir Es-Sıddık (radıyallahu anh) Hac Emiri tayin buyurulmuştu. Hicretin onuncu yılında da Peygamber Efendimiz Mekke´ye yönelerek hac farizasını yerine getirmişlerdi.
Hac farizasını yerine getirmeye gelince, bu fevrî (farz olunca hemen yerine getirilmeli) midir yoksa ömrî (ömür içinde yapılması yeterli) midir Burada iki görüş vardır. Bir görüşe göre, hac farizası ömrîdir. Yükümlü bunu hayatta bulundukça dilediği sene yapabilir. Geciktirmesinden dolayı günah işlemiş olmaz. Ancak hac farizasını yapmadan ölürse günahkar olur.
Fakat sahih görülen diğer bir görüşe göre, bunun edası (yerine getirilmesi) fevrîdir. Şartlarını kendinde toplayan kimsenin hemen zamanında hacca gitmesi ona farz olur. Bu tarihde hacca gitmezse günah işlemiş olur. Öyle ki, sonradan bu şartları yitirse, hac üzerine borç kalır, bundan sorumlu bulunur.
Hac aylarında (hac mevsiminde) hac şartlarını kendinde toplayan ve yolculuğu için yeterli bir müddet bulan kimseye de hac farz olur. Bu haccın farziyetinin yerine getirilmesi de bir görüşe göre ömrî ise de, daha sahih görülen diğer bir görüşe göre fevrîdir (hemen o mevsimde hac yapmak gerekir).
Haccın Farziyetindeki Şer´i Hikmetler
Bilindiği üzere hac, İslâm´ın beş önemli esasından biridir. “İslâm dini beş esas üzerine kurulmuştur,” hadis-i şerifi bunu bildirmektedir.
Hac, şartlarını kendinde toplayan her müslüman için çok kutsal bir farzdır. Namaz ile oruç birer bedenî ibadettir. Zekât malî bir ibadettir. Hac ise hem bedenî, hem de malî bir ibadettir. Bu farz, hem bedende olan sıhhat ve selâmetin, hem de mal varlığının bir şükür görevi demektir.
Haccın yapılmasındaki değişik usul ve adab, insanın ezelî ve ebedî olan mabuduna yapacağı tazimatın, göstereceği kulluk tarzının, arzedeceği ihtiyacın en mükemmel şeklini kapsar.
İlim ve hikmet sahibi olan yaratıcımızın kutsal bir mabedini ziyaret ederek Yüce varlığına temiz kalble ve samimî duygularla yalvarıp yakarmak ve hürmette bulunmak, bir kul için ruha ferahlık veren yüksek bir mana taşır.
Bundan başka bütün müslümanların kıblesi olan ve İbrahim Aleyhisselâm gibi büyük bir peygamberin makamını içinde bulunduran yüce bir mabedde yapılacak ibadet ve duaların sevab ve mükâfatına nihayet yoktur.
Resulüllah Efendimizin içinde doğup büyüdüğü, İslâm güneşinin ilk doğmaya başladığı, İslâmiyetin binlerce kutsal anılarını içinde saklamış bulunduğu mübarek bir beldeyi ziyaretteki feyiz ve bereket de her türlü düşüncenin üstündedir.
İslâm âleminin doğusundan ve batısından temiz bir heyecanla akın edip gelen binlerce dindaşın böyle kutsal bir yerde toplanmaları, aralarındaki din birliğini ve din kardeşliğini, din sevgisini canlandırmaları ve birbirlerinin durumlarını öğrenerek fikir alış-verişinde bulunmaları ne kadar büyük değer taşıyan bir harekettir.
Yolculuğun sağlık ve fikir yönünden sosyal faydalarını kabul eden yabancı milletler, dince mecbur olmadıkları halde, birçok zorluklara katlanarak dünyanın en uzak yerlerini gezip dolaşıyorlar. İslâmiyet ise, en yararlı bir yolculuğa bir kutsal ruh ve mecburiyet vermiş, müslümanları böyle bir yolculuğun sonsuz maddî ve manevî bereketlerinden faydalandırmıştır.
Farz olan hac görevini bir anlayış içerisinde yerine getirecek müslümanların bundan ne kadar faydalanacakları pek aşikârdır. Hele bu farzı yerine getirme mutluluğuna kavuşan anlayışlı bir müslümanın bu sayede birçok bilgiler kazanarak aydınlanacağı ve sonra dönüp kendi çevresini birçok yönden uyararak aydınlatacağı da şüphesizdir.
Sonuç olarak denir ki, haccın farz oluşundaki hikmet ve yararları pek büyüktür. İslâm´ın yayılmasına ve yükselmesine yöneliktir. Zaten İslâm dininin emir ve tavsiye ettiği hangi ibadet vardır ki, o müslümanların maddî ve manevî alanlardaki yükselmesini ve bereketini sağlamasın Yeter ki müslümanlar kendi kutsal dinlerinin bu emir ve öğütlerini gereği üzere değerlendirerek yerine getirmeye çalışmış olsunlar.
Ne mutlu mal varlığına ve beden sağlığına sahip olup da bu ve buna benzer din görevlerini yerine getirip başaranlara!..