Allah Taâlâ: «Onlar için dünya ve âhiret hayatında müjde vardır. (Yunus, 10/64) buyurmuştur. Bu âyette geçen müjde (büşrâ) sözünden maksat; mü´min tarafından görülen veya ona gösterilen güzel rüyadır, denilmiştir (190).
( Rüya bahsini krş: Ta´arruf, 157.)
Rüya: Kur´an ve hadislerde üzerinde durulan bir hadise olan rüya vakasına, mutasavvıflar büyük önem verirler. Nübüvvet gibi, velilik hâli de ekseriya rüya İle başlar. Menkıbenâmelerde rüyaya geniş yer verilir. İbrahim (a.s.), oğlu İsmail (a.s.) i rüyada iken boğazlama emri almış ve gördüğü rüyaya göre amel etmeye teşebbüs etmişti (Bk. Saffât, 37/102). Yusuf (a.s.) rüyada onbir yıldızla ayın ve güneşin kendisine secde ettiğini görmüş, (Bk. Yusuf, 10/2), Mısır melikinin ve hapishanede arkadaşı olan iki kişinin gördükleri rüyaları tabir etmişti. (Bk. Yusuf, 10/43, 36) Kur´an´da Hz. Peygamber´in gördüğü rüyalardan da bahsedilmiştir (meselâ bk. Fetih, 48/27; Saffât, 37/105; îsra, 17/60). ´ Buharî ve Müslim başta olmak üzere bütün hadis kitapları, Kitabu´rüya)
3. Nefsten ve şeytandan olan ruya, Tamamiyle biyolojik ve psikolojik bir hadisedir. Başka bir bakımdan rüya iki nevidir:
1. Doğru çıkan ve iyi olan rüya.
2. Aslı esası olmayan, hayal ve evhamdan ibaret olan rüya. Salih ve sâdık rüya da üç nevidir:
1. Te´vil ve tabire ihtiyaç göstermez, açık ve seçiktir. Hz. ibrahim´in rüyası gibi.
2. Kısmen te´vile ve tabire ihtiyaç gösterir, kısmen göstermez. Hz. Yusuf´un rüyası gibi.
3. Tamamen te´vile ve tabire muhtaç olan rüya, Mısır melikinin gördüğü rüya gibi. Osman Bey´in Şeyh Edebali´ye tabir ettirdiği meşhur rüya da böyledir.
Bazan insan, rüyada gördüğü şeyin aynısını, rüya haline benzeyen bir hali uyku ile uyanıklık arasında (beyne´n-nevm ve´1-yakaza) veya tamamen uyanık iken de görebilir. Tasavvufta bu hadiseye vakıa ve vekâi adı verilir. İstihare de buna yakındır.
Seyyid Şerif Cürcânî, Mevakıt şerhinde, «Kelâmcıların cumhuruna göre rüya bâtıl bir hayaldir», der ve bazılarının: <-Bu söz. rüyaların çoğu böyledir» şeklinde izah ettiklerini bildirir. Mutezile ve bazı Eş´arî kelâmcılara göre, insanın rüyada idrâk hassası muattal olduğu için, bu yoldan bilgi sahibi olmak mümkün değildir. Peygamberlerin rüyaları bir nevi vahiy hükmündedir.
Furöyd, «Rüya, uyku halinde şuur zayıflayınca, şuur altına itilen ve kapatılan his, arzu ve düşüncelerin şuur üstüne çıkmasıdır, gelecekle ilgili herhangi bir yönü yoktur», demiş ve kelâmcıların cumhurunun kanaatini delilleriyle ortaya koymuştur.
Fakat kelâmcıların cumhurunun da Furöyd´un da bu konuda verdikleri kesin ve genel hüküm oldukça hatalıdır. Zira hiçbir zaman genel bir kaide olmamakla beraber mazi, hal ve istikballe ilgili rüyaların görüldüğü, rüyada görülen hadisenin ya aynen veya ona yakın şekilde vukua geldiğini tecrübeler ve vakalar göstermektedir.
3 Haziran 1979 tarihinde, belli başlı bütün ajansların dünyanın her tarafına yaydıkları şu haberi dikkatle okuyalım: «David Boo^h adlı 23 yaşındaki bir Amerikalı, Chicago Havaalanında bir DC-30 uçağının kalkış sırasında düşmesi ve 273 kişinin ölmesi olayını, arka arkaya bir hafta süreyle rüyasında gördü ve durumdan Amerikan Federal Havacılık Ajansı (FAA) yetkililerini haberdar etti. Bu konuda ilg´nç haber Clinci-natti Enquirer gazetesinde yer aldı ve yetkililer Booth´un gördüğü korkunç rüyaları, bir mektupla, FAA´nın Cincinatti´deki yetkilisi Bay Pin-kerton´a bildirmiş olduklarını doğruladılar. Pinkerton da, Booth´dan böy-´le bir mektup aldığını kabul etti. Ancak bu konuda fazla birşey yapma-mümkün olmuyor. Burada şu hususları göz önünde bulundurmak gerekmektedir:
1. Doğru rüya görmek sadece müslümanlara mahsus değildir. Kur´an´da Yusuf suresinde geçen Mısır melikive iki mahbus tarafından görülen rüyalar bu nitelikte değildir. Doğru rüya görmek, müslim, gayri müslim insan ruhunun bir özelliği ve niteliğidir.
2. özellik ve nitelik herkeste aynı derecede ve her zaman aynı kuvvette değildir. Çok hassas ruhlar çok nadir hâllerde doğru rüya görebilirler. Uçak kazası, dünyada milyarlarca insan arasından ancak bir kaç kişi tarafından doğru olarak görülmüş olabilir.
3. Görülen rüyalara dayanarak devlet ve cemiyet hayatına nizam vermek, insanlar arasındaki münasebetleri ona göre ayarlamak çok yanlış olur. Zira kimin, ne ölçüde doğru rüya gördüğü, kimin yalan söylediği hususunu objektif bir şekilde ölçmek ve tesbit etmek mümkün değildir. Kaldı ki bir kere doğru ve açık rüya gören on kere yanlış veya tabire muhtaç rüya görebilir. Yapılan tabirlerde de hata edilmesi mümkündür.
4. Görülen rüya ile, sadece o rüyayı görmüş olan kişi amel edebilir, amel etmesi de şart değildir. Meselâ, rüyada düşecek veya kaza geçirecek, diye gördüğü bir uçağa veya vasıtaya binen kişi, bu vasıtalara bin-se, sonra da kaza neticesinde ölse, intihar etmiş ve günah kazanmış sayılmaz. Zira rüya hem ferdî, hem de ihtiyari bir delildir. Umumî ve mecburî bir delil değildir. Onun için fıkıhta ve kelâmda delil sayılmamıştır. Mahkemede hakimin rüyaya göre hükmetmesinin hiç bir hukukî değeri yoktur.
Cahil halk, avam ve özellikle tarikatçılar, rüyalara çok önem vermişler, gördükleri rüyalara göre hareket etmişler, başkalarına da bu konuda kendilerine tabi olmayı tavsiye etmişler, hatta onları buna manevî baskılarla zorlamışlardır. Neticede îslâm âlemi ve cemiyeti gerçekler âleminden uzaklaşarak bir uyku ve rüya âlemi haline gelmiş, akıl, ilim ve tecrübe ile olan ilgisini azaltmış ve zayıflatmıştır. Ortaya atılan rüya tabirnamelerinin bu bakımdan hiç bir değeri yoktur. Zira Elmalın Hamdi Yazır´ın da işaret ettiği gibi, rüya tabiri vehbî ve keşfî ilimlerden olduğu için akıl ve mantıkla hallolunamaz. (Bk. Hak dini Kur´an dili, IV. 2869). İbn Haldun, Mukaddime isimli eserinin birinci bölümünde rüya konusunda faydalı açıklamalar yapar. Ona göre uyku halinde bedenin, maddenin ve cismaniyetin baskısından kurtulan ruh, gayb âlemine nispeten daha rahat şekilde yönelir. İlerde olacak şeyleri sezme gücünü ve kabiliyetini kazanır. Bu da insandan insana göre, hatta aynı insan için, bulunduğu zamana ve şartlara göre değişir.
Naslarla sabit ve tecrübelerle te´yid edildiğine göre prensip olarak rüya haktır. Fakat doğru rüya da, doğru rüyayı gören kişi de ve görülen rüyaları doğru şekilde yorumlama ehliyetine sahip olan zevat da nâdirdir
O müminin gördüğü veya ona gösterilen güzel bir rüyadır» (191).
Resûlüllah (s.a.) şöyle buyurmuştur: «Rüya Allah´tan, hülm (karışık rüya, biyolojik rüya nefis ve) şeytandır. İçinizden biri hoşuna gitmeyen bir rüya görürse, sol taraftan sağ tarafa dönsün ve Allah´a sığınsın, o zaman şeytan ve rüya ona zarar veremez» (192).
Resûlüllah (s.a.) -Rüyada beni gören hakikaten beni görmüştür. Çünkü şeytan benim suretime temessül edemez», buyurmuştur. Bu hadisin mânası, «Bu nevi rüya, rüya-yı sâdıka ve sâlihadır, bunun te´vilî ve tâbiri hakdır», demektir (193).
Şüphesiz ki rüya bir nevi keramettir. Rüyanın hakikati şudur: Rüya kalbe gelen hatır (manevi hitap) ve muhayyile ile tasavvur edilen bir hâldir. Rüya, uykuda bütün his ve şuur hallerinin tamamen yok olmadığı bir sırada görülür. İnsan uykudan uyandığı zaman gördüğü şeyin hakiki rüya olduğunu o zaman tasavvur edebilir. Rüya, insanların kalplerinde yaratılan ve karar kılan şeyin tahayyül ve tasavvur yolu ile idrâk edilmesinden ibarettir. İnsan uyuduğu zaman beş duyu organı ile maddi âleme ait şeyleri his ve idrâk etme kabiliyeti kendisinden zail olur. Hissi ve zaruri bilgilerle meşgul olan muhayyile ve tasavvur melekesi kendisini bu gibi şeylerden sıyırır. Bu durumda uykuda olan kimsenin rüya görme hâli kuvvetlenir. Bu adam uyandığı zaman rüya esnasında gördüğü hâllerin, uyanık iken müşahede ile hissettiği duygulara ve zaruri olarak hasıl olan bilgilere nazaran o tasavvurun zayıf olduğunu görür (yani uyku halinde hakiki tasavvur, tahayyül ve idrâk, uyanık iken husule gelen tasavvur, tahayyül ve idrâka ve zaruri bilgilere nazaran zayıftır).
Rüya görenin misâli şudur: Şiddetli bir karanlıkta bir lambanın ışığı altında bulunan bir kimse üzerine güneş doğunca, güneşin ışıkları lambanın ışıklarına galebe çalar, onun için güneşin ışıklarına nazaran kandilin ışıkları pek küçük bir sahaya yayılır. Uyuyan kimsenin ve hatta enderdir. Onun için rüya hadisesini kendi özel şartları içinde değerlendirmek, fert ve cemiyet için sakıncalı olabilecek izahlarından uzaklaşarak, faydalı olabilecek yorumuna ve değerlendirilmesine yönelmek gerekmektedir. (Bk. Tehanevî, Keşşafı, ıstüahâti´l-funûn, I, 659, 669). ilham ve keşf için söylenecek söz de budur.
191. Buhari, Tabir, 1; tbn Mâce, Rüya, 1; îbn Hanbel, III, 126.
192. Buharı, Tabir, 3; Müslim, Rüya, 1.
193. Buharî, Tabir, 26; Müslim, Rüya, 1.
Sonra şu da var ki: Uyku halinde olan bir kimsenin kalbine gelen havâtır ve ahâdis (hatır, hitap ve sözler) bazen şeytan cihetinden (adğâs ü ahlâm) olur. Bazen nefsin hevâcisi (sözü, arzusu ve desisesi) olur. Bazen bu havâtır melek cihetinden (rüya-yı sâliha) olur. Bazan da başlangıç itibariyle ve doğrudan doğruya Aziz ve Celil olan Allah´ın uyuyan bir kulunun kalbine bir şeyi tarif etmesi tarzında vukua gelir. Hadiste: «En doğru rüya göreniniz en doğru söz söyleyeninizdir», buyurulmuştur (194).
Bil ki, uyku birkaç kısımdır: Gaflet uykusu, âdet (zevk ve keyf) uykusu. Bunların hiç biri de güzel değildir, hatta kötüdür. Çünkü uyku ölümün kardeşidir. Rivayet edilen hadislerin birinde: «Uyku ölümün kardeşidir», buyurulmuştur (195).
Aziz ve Celil olan Allah: «Gece sizi vefat ettiren ve gündüz ne kazandığınızı bilen O´dur». (En´am, 6/60) buyurmuştur. Başka bir âyette ise: «Allah vakti gelen veya uykusunda ölmeyen nefsleri vefat ettirir». (Zümer, 39/42) buyurmuştur.
Uykuda hayır olsaydı Cennette uyku olurdu, denilmiştir. Derler ki: Allah Cennette bulunan Âdem´e uykuyu verdiği zaman Havva´yı ondan çıkarmıştı. Âdem uyurken Havva ondan yaratılmıştı. Havva vücuda gelince de Âdem´in başına gelen belâlar meydana çıkmıştı
Üstad Ebü Ali Dakkak´ın şöyle dediğini işitmiştim: «İbrahim (a.s.) oğluna: ´Yavrucuğum, rüyada gördüm ki, seni boğazlıyorum´, (Saffat, 37/102) dediği zaman Hz. İsmail ona: Babacığım, sevgilisini bırakıp uyuyanın cezası budur, şayet uyumamış olsaydın, sana çocuğunu kesme emri verilmezdi, demişti».
Derler ki: Allah Taâlâ Davut (a.s.) a şunu vahyetmişti: «Beni sevdiğini iddia edip de gece karanlık bastığı zaman beni bir tarafa bırakarak uyuyan davasında yalancıdır».
Uyku ilmin zıttıdır (zira ilim uyanık iken öğrenilir). Bunun için, Şiblî, «Bin senede bir kere uyuklama rezalettir», demiştir.
Şibli demiştir ki: «Hakk, halka nazar kıldı ve şöyle dedi: Uyuyan bir kimse gafildir, gafil olan ile Hakk arasında bir hicap ve perde vardır.
194. Müslim, Rüya, 1; Tirmizî, Rüya, 1.
195. Aclûnî, II, 329.
Mürit zaruret bulunmadıkça yemez, uyku bastırmadıkça yatmaz ve mecbur olmadıkça konuşmaz, denilmiştir (Killet-i menâm).
Derler ki: Huzurda uyuduğu zaman Âdem (a.s.) e: İşte Havva, al, onunla sükûn ve huzur bul, denilmişti. (Ondan sonra da olan olmuştu!) Kuşeyrî der ki: Huzûr-ı Hakk´da uyuyanın cezası işte budur.
Eğer huzurda isen uyuma, çünkü Huzûr-ı Hakk´da uyumak edepsizliktir, eğer huzur hâlinde değil de, gayb hâlinde isen o zaman sen hasret ve musibet ehlisin, başına musibet gelenin gözüne uyku girmez, denilmiştir.
Riyazet ve mücâhede ehlinin uykuları ise Allah´ın bunlara verdiği bir sadakadır. Secde ederken uyuyakalan kulu ile Aziz ve Celil olan Allah övünür ve: «Uyuyan şu kuluma bakınız, ruhu yanımda, cesedi önümde durmaktadır», der. Üstad Kuşeyrî, yani ruhu niyaz mahallinde, cesedi ise kulluk sergisindedir, demiştir.
Derler ki: Abdestli olarak yatan bir kimsenin ruhuna: Arş´ı tavaf et, Aziz ve Celil olan Allah´a secde et, diye nida olunur. Allah Taâlâ: «Biz uykunuzu size istirahat kıldık». (Nebe, 78/9) buyurmuştur.
Üstad Ebu Ali Dakkak´ın şunu anlattığını duymuştum-. «Adamın biri şeyhlerden birine: Çok uyuyorum, diye şikâyette bulunmuştu. Şeyh ona: Git ve afiyette olduğun için Allah Taâlâ´ya şükret. Nice hastalar vardır ki, senin şikâyet ettiğin uykudan bir damlayı ele geçirmeyi ne kadar çok arzu ederler, dedi». (Âbid ve zâhid için uyku nimettir).
Denilmiştir ki: Şeytan´a günahkârın uykusundan daha zor gelen bir şey yoktur. Şeytan: Şu zat ne zaman uyanacak ve kalkacak da Allah´a âsi olacak, der.
Üstad Ebu Ali Dakkak´ın şöyle dediğini işitmiştim: «Şah Şucâ Kirmânî uyumamayı âdet haline getirmişti. Bir gün uyku galebe çalmış ve rüyasında Hakk Sübhanehu ve Taâlâ´yı görmüştü. Bundan sonra zorla uyumaya çalışırdı. Bunun sebebi sorulunca şu şiiri düştüler, biri: Uyku daha hayırlıdır, çünkü bu hâlde bulunan insan Allah´a âsi olmaz, dedi. Diğeri: Uyanık olma daha hayırlıdır, çünkü insan Allah Taâlâ´yı bu hâlde bilir ve tanır, dedi. Talebeler geldiler şeyhlerinin hakemliğine başvurdular. Hocaları onlara: Sen ki, uykunun daha faziletli olduğuna kanisin, bil ki: Ölüm senin için hayattan daha hayırlıdır, (ölüm ve uykunun hayırlı olup olmaması ondan sonraki hâle nazarandır, ölünce rahat, uyanınca iyi amel işleyememekten endişe edenler için ölüm ve uyku daha iyidir).
Anlatırlar ki: Bir adam bir cariye satın aldı. Gerdeğe girdiği gece: Hadi yatağı ser, diye emir verdi. Köle: Efendim, senin efendin (ve Mevlân) var mı diye sordu. Adam: Evet, var, dedi. Cariye: Peki, senin Mevlân uyur mu dedi. Adam: Hayır, uyumaz, dedi. Cariye: O halde, O uyumazken sen uyumaktan haya etmez misin dedi.
Derler ki: Kızı, Mâlik b. Dinar´a: Neden uyumuyorsun diye sormuş. Mâlik de, «Baban uyurken ölmekten korkmaktadır», demişti.
Naklederler ki: Said b. Cübeyr´in küçücük bir kızı vardı. Bu kız babasına: Neden uyumuyorsun diye sordu. Said, «Cehennem korkusu yakamı bırakmıyor ki uyuyayım», dedi.
Derler ki: Rebî b. Heysem vefat ettiği zaman, bir kız babasına: Komşumuzun evindeki sütun (direk) nereye gitti demiş. Babası: Komşumuz sâlih bir adam idi, akşamdan sabaha kadar ayakta dururdu (namaz kılardı) demişti. Kız, Rebî, b. Heysem´i direk zannetmişti. Çünkü o dama sadece gece çıkar, her zaman Rebi´i ayakta görürdü.
Sûfîlerden biri der ki: Uykuda bazı mâna ve meziyetler mevcuttur ki, bunlar uyanık iken bulunmaz. Bunlardan biri Mustafa (s.a.) yi, sahabeyi ve eski ulemayı rüyada görmektir. Bunlar uyanık iken görülmezler. Hakk Taâlâ´nın rüyada görülmesi de böyledir. Bu büyük bir meziyettir.
Derler ki: Ebu Bekir Acûrî, Hakk Sübhanehu ve Taâlâ´yı rüyada gördü ve Allah ona: «Dile Ben´den dilediğini», dedi. O da: «Allah´ım! Muhammed (s.a.) in ümmetinden âsi olanların hepsini affetmeni dilerim», dedi. Allah: «Bunların affını senden çok Ben isterim, sen kendi ihtiyacını söyle » dedi.
Kettânî diyor ki: «Resûlüllah (s.a.) ı rüyada gördüm, bana dedi kırk defa: Ya Hay, Ya Kayyûm. Lâilâheillâ ente de, şüphe yok ki,Allah kalbini ihya eder».
Hz. Ali´nin oğlu Hz. Hasan (r.a.), İsa b. Meryem´i rüyasında gördü ve: «Bir yüzük edinmek istiyorum, üzerine ne yazayım » diye sordu. Hz. İsa: «İncil´in sonunda bulunan: Lâilâheillallahu´l-melikü´l-hakku´l-mübîn ibaresini yaz», dedi.
Bayezid Bistami´nin şöyle dediği rivayet edilir: «Aziz ve Celil olan Rabbımı rüyada gördüm ve: Sana nasıl vâsıl olabilirim diye sordum». Buyurdu ki: «Nefsini bırak da öyle gel».
Rüyasında gördüğü Rabb´ı, Ahmed b. Hadreveyh´e: «Ey Ahmed, Bayezid hariç, bütün halk Benden talepte bulunmakta, Bayezid ise Ben´i talep etmektedir», buyurdu.
Yahya b. Said Kettân diyor ki: «Rüyada gördüğüm Rabbıma: Nice zamandan beri Sana dua ediyorum, fakat duamı kabul etmiyorsun, dedim. Buyurdu ki: Ey Yahya, Ben sesini dinlemeyi arzu ediyorum da ondan».
Bişr b. Haris Hafi anlatıyor: «Müminlerin emiri Ali b. Ebu Ta-lib´i rüyada gördüm ve: Ey müminlerin emiri, bana nasihatte bulun, dedim. Şöyle dedi: Allah Taâlâ´dan sevap isteyerek ve ümit ederek zenginlerin fakirlere iyilik ve merhamet etmesi ne kadar hoş bir şeydir! Bundan daha hoş olanı Allah Taâlâ´ya güvenerek fakirlerin zenginlere karşı kibirlenmeleridir». (Rızklarını Allah´ın verdiğine güvenerek zenginlerin ihsanına tenezzül etmemeleridir). Ey müminlerin emiri, biraz daha nasihat eylemez misin dedim. Şu şiiri okudu: Ölü idin dirildin, yakında yine öleceksin, baki âlemde bir ev inşa et, fâni âlemin evine tenezzül etme».
Naklederler ki: Rüyada görülen Süfyan Sevri´ye: Allah sana nasıl muamele eyledi, diye soruldu. «Merhametine ve rahmetine maz-har kıldı», dedi. Peki, Abdullah b. Mübarek´in hâli nedir diye soruldu. «O, Rabb´ının huzuruna günde iki defa çıkanlardandır», dedi.
Üstad Ebu Ali Dakkak´ın şöyle dediğini işittim: «Üstad Ebu Sehl, Züccaci´yi rüyasında görmüştü. Züccacî vaîdin ebedî olduğuna (ve Mutezile gibi günah-ı kebâirin affedilemeyeceğine) kani idi. Ebu Sehl, Züccacî´ye: Allah sana nasıl muamele etti diye sordu. Züccacî: Burada iş sandığımızdan daha kolaydır, dedi».
nimette bakî kaldım», dedi.
Sûfîlerden biri rüyada görüldü ve hâli soruldu ve şu şiiri okudu: «Bizi hesaba çektiler ve çok da incelediler, fakat sonra ihsanda bulundular ve âzâd ettiler».
Derler ki: Hasan Basrî akşam namazı kılmak için bir mescide girdi. Burada Habib Acemi´nin namazda olduğunu görünce peşinde namaz kılmadı. Dilinde ucmelik olduğu için lahin yapacağından korktu (Arap olmadığı için Kur´an´ı düzgün okuyamaz diye endişe etti). O gece rüyada birinin kendisine: Onun ardında neden namaz kılmadın Eğer namaz kılmış olsaydın o ana kadar işlemiş olduğun günahların hepsi affedilecekti, dediğini işitti. (Lahne değil, ihlasa bakın!).
Rüyada görülen Mâlik b. Enes´e: Rabb´ın sana nasıl muamele etti diye sorulunca, «Osman b. Affan´ın bir cenaze gördüğü zaman söylediği şu cümle sayesinde beni affetti: Sübhane´l-Hayyi´llezi lâ-yemût». (Tenzih ederim Hayy olan Hakk´ı ki, O ölmez), dedi.
Hasan Basrî vefat ettiği gece semâların kapıları açılmış gibi görülmüş, sanki bir münâdi: Dikkat!.. Allah, kendisinden razı olduğu halde Hasan Basrî O´nun huzuruna çıkmaktadır, diye nida etmekte idi.
Ebu Bekir b. İşkib anlatıyor: «Üstad Ebu Sehl Su´lûki´yi rüyada güzel bir hâl üzere gördüm ve: Ey üstad, şu hâli ne ile buldun dedim. Rabb´ım hakkında hüsn-ü zan sahibi olmak suretiyle», AllAhın lutufkâr olduğuna itikad ettim ve O´nu itikadıma uygun şekilde buldum), dedi.
Derler ki: Câhız rüyada görülmüş ve: Rabb´ın sana nasıl muamele eyledi diye sorulmuş. O da şu şiiri okumuştur: «Kıyamet günü önüne serildiği zaman sevineceğin şeyden başkasını (amel defterine) kendi elinle yazma».
Derler ki: Cüneyd iblisi rüyasında çıplak bir vaziyette görmüş ve: «İnsanlardan utanmıyor musun » demişti. İblis: Bunlar insan değillerdir. İnsan dediğin Şunûziyye mescidinde bulunan bir taifedir. Bu taife cesedimi hasta etti, ciğerimi yaktı, dedi. Cüneyd diyor ki: «Uykudan uyanınca doğru Şunûziyye mescidine gittim, azarlanır gibi (nazik bir şekilde) azarlandım ve sonra da: Ey Nasrabâzî! İttisalden sonra infisal mi (Vuslattan sonra hicran mı Biz seni bize vasıl kıldıktan sonra başkalarına iltifat mı ) diye nida olundu. Hayır, Ey Zü´l-Celâl! Ahad olan Allah´a ulaşmadan mezara konulmuş değilim. (Dünyada iken Hakk´ın ahadiyyeti makamında kayboldum, sonra vefat ettim), dedim».
Rüyada görünen Zunnûn Mısrî´ye: Allah Taâlâ sana nasıl muamele etti diye sorulmuş. O da şöyle demişti: «Dünyada iken Allah´tan üç hacet isterdim. Birini ihsan etti, geriye kalanlarını da vereceğini ümit ediyorum; Cennet muhafızı Rıdvan´ın eliyle verilecek on ikrama karşılık bir ikramda bulunsun. Fakat bu ikramı bizzat kendisi yapsın. Cehennem muhafızı Mâlik´in vereceği bir azaba karşılık on azap versin, fakat bu azabı bizzat kendisi versin. (Nimet ne kadar az, azap ne kadar çok olursa olsun bunlar vasıtalı olarak değil de, vasıtasız olarak Hakk´tan gelirse; birincisinin zevki çok muazzam, ikincisinin elemi pek hafif olur, . zira sevgiliden gelen güzel olur). Ebediyet dili ile O´nu zikretmememi (ve aramıza nimet ve azap perdesini koymamasını) bana nasip eylesin, diye niyazda bulunmuştum, üç arzum bu idi», (sonuncusu verildi).
Ölümünden sonra rüyada görülen Şiblî´ye: Allah Taâlâ sana nasıl muamele yaptı diye sorulmuş. O da: «Bir şey müstesna hiç bir dava için benden delil istemedi. Bir gün Cehenneme girmekten ve Cennetten mahrum kalmaktan daha büyük hüsran olmaz, demiştim. Bunun üzerine Mevlâ-yı Müteâl (bu davayı delille ispat et) cemalimi temaşadan mahrum kalmaktan daha büyük hüsran olur mu diye sordu», demişti.
Üstad Ebu Ali´nin şöyle dediğini işitmiştim: «Cerirî Cüneyd´i rüyada gördü ve: Ey Cüneyd, hâlin nasıldır diye sordu. Cüneyd: O, işaretler (in değeri) düştü, o ibare ve ifadeler yok oldu, bize (tasavvufî işaret ve ifadelerin değil), sadece sabahları yaptığımız tesbihlerin faydası dokundu, dedi».
Nebâcî diyor ki: «Bir kere canım bir şey arzu etmiş (bunu insanlardan istemiş) tim. Gördüğüm rüyada birinin: Mevlâsından dilediğini bulan ve alan hür ve asil bir müridin kullar karşısında kendini zelil etmesi yakışık alır mı dediğini işittim». (Efendisi olan Rabb´ından dilediğini alan, bir mürit kula kul olur mu )
Sûfîlerden birine, rüyada gördüğü Resûlüllah (s.a.): «İbn Avn´i ziyaret ediniz, çünkü O, Allah´ı ve Resulünü sevmektedir», dedi.
Derler ki: Utbetu´l-Gulâm rüyasında şuh, güzel ve âhu gözlü bir kadın gördü. Kadın ona: Ey Utbe! Ben sana âşıkım, dikkat et, beni senden ayıracak bir amel işleme, dedi. Utbe: «Müsterih ol, dünyayı üç talâkla boşadım, artık sana kavuşuncaya kadar benim ona dönüş (talâk-ı ric´î) hakkım yoktur», dedi.
Mansur Mağribî´nin şunu anlattığını işitmiştim: «Şam´da hâli ve şöhreti çok büyük olan bir şeyh gördüm. Üzerinde galip olan inkibaz (kabz, korku ve sıkılma) hâli idi. Bana: Eğer şu şeyhin seni inbisat ve bast (neşe ve güler yüz) hâli ile karşılamasını istiyorsan, git ona selâm ver ve: Allah sana âhu gözlü bir huri versin, de. Çünkü bu şekilde dua etmene memnun olur, diye tavsiye edildi. Bunun neden öyle olduğunu sordum. Çünkü o rüyasında bir huri gördü ve kalbinde bu hurinin tesirleri kaldı, dediler. Gittim, selâm verdim ve: Allah sana ahû gözlü bir huri versin, dedim. Şeyh, bunun üzerine inbisat hâline geçti ve beni neşeli bir şekilde karşıladı».
Naklederler ki: Eyyub Sahtıyânî bir günahkârın cenazesini görmüş, cenaze namazını kılmamak için gidip bir dehlize girmişti. Sûfilerden biri bu günahkâr kişiyi rüyada görmüş ve: Allah sana nasıl muamele etti diye sormuş. O da: Beni affetti, git Eyyub Sahtiyânî´ye söyle «Rabb´ımın rahmet hazinelerine siz mâlik olsaydınız tükenecek korkusu ile onu harcamaktan kaçınırdınız». (İsrâ, 17/100), demişti.
Hikâye ederler ki: Mâlik b. Dinar vefat ettiği gece rüyada görülmüş, semâ kapılarının açılır gibi olduğu ve birinin: Dikkat edin! Mâlik b. Dinar Cennette iskân edileceklerden oldu, dediği işitilmişti.
Sûfîlerden biri anlatıyor: Davut Tâî vefat ettiği gece, rüyada bir nur gördüm. Bazı meleklerin arza indiklerini ve diğer bazı meleklerin semâya çıktıklarını müşahede ettim. Bu gece hangi gecedir diye sordum. Davud Tâi´nin vefat ettiği gecedir. Cennetliklerle görüşmek üzere ruhu teşrif ediyor, diye Cennet süslendi, dediler.
Üstad Ebu Kasım Kuşeyrî diyor ki: Üstad Ebu Ali Dakkak´ı rüyada gördüm ve Allah sana nasıl muamele eyledi dedim. «Burada af ve mağfiretin büyük bir değeri yok (kimseden af esirgenmiyor),
Bir gün sufi rüyasında gördü ki: insanlar mezarlarından çıkmış gibi idiler. Bu ne böyle diye sorulunca: Yanlarına Kürz b. Vebre teşrif ediyor diye kabir ehli yeni elbiselerini giyinmişlerdir, denildi.
Rüyada görülen Yusuf b. Hüseyin´e: Allah sana nasıl muamele eyledi diye sorulunca: «Beni affetti», demiş. Niçin diye sorulunca da: «Katiyyen ciddiyetle şakayı karıştırmadım», cevabını vermişti
Rüyada görülen Ebu Abdullah Zerrad´a: Allah sana nasıl muamele eyledi, denilmiş. O da: «Beni huzurunda durdurdu ve dünyada iken ikrar etmekten haya ettiğim bir günah müstesna itiraf ettiğim diğer bütün günahlarımı affetti. O, bir günah için yüzümden etler dökülecek kadar (arasatta sıcak altında) kan ter içinde durdurdu», demişti. Bu günah ne idi sorusuna: Bir gün güzel bir şahsa bakmış ve bunu ikrar etmekten utanmıştım, demişti.
Ebu Said Şehham´ın şöyle dediğini işitmiştim: «Şeyh, İmam Ebu Tayyib Seni Su´lûki´yi rüyada gördüm ve: Ey Şeyh, dedim. Bırak şu şeyh lâfını, dedi. Sende müşahede ettiğim hâller ne oldu dedim. Bunların bize bir faydası olmadı, dedi. Peki, Allah Taâlâ sana nasıl muamele eyledi dedim. Halkın bana sordukları meselelere verdiğim (fıkhi ve hukukî) cevaplar sebebiyle beni affetti, dedi».
Fakih Ebu Bekr Reşidî´nin şöyle dediğini işitmiştim: «Rüyada gördüğüm Muallim Muhammed Tûsî bana: Terbiyeci Ebu Said Saf-far´a şu şiiri oku, dedi: Aşk ve sevdaya alışmıştık, ayrılığı düşünmüyorduk. Aşk hayatına yemin ederim ki, siz bu hayattan ayrıldınız ama biz ayrılmadık. Bizi terkettiniz, başkalarının sohbeti ile meşgulsünüz. Şimdi hicran ve firkat halini ilân ettiniz, halbuki eskiden biz böyle değildik. Ümit olunur ki, ilmi ile hadiselere hüküm ve- yön veren Mevlâ, ölümden sonra bizi eski hâlimizde birleştirir. Uykudan uyanınca Ebu Said Saffar´a gittim ve durumu anlattım: Her cuma günü Tûsî´nin mezarını ziyaret ederdim. Bu cuma ziyaret etmemiştim, dedi».
Bir sûfînin şöyle dediği hikâye edilir: Rüyada Resûlüllah (s.a.) ı görmüştüm. Çevresinde bir dervişler topluluğu vardı. Bu sırada gökten iki melek indi. Birinin elinde bir leğen, diğerinin elinde bir ibrik vardı. Melek leğeni Resûlüllah (s.a.) ın önüne koydu. O da ellerini yıkadı. Sonra meleklere: Şunlar da ellerini yıkasınlar, diye emir verdim. Resûlüllah (s.a.) buyurdu ki: «Bunun eline de su dökün. Çünkü bu da onlardandır».
Hikâye edilir ki: Bir sûfî devamlı olarak afiyet… afiyet.!, der dururdu. Bu duanın mânası nedir diye sorulunca: Başlangıçta hammal idim. Bir kere ağır bir un çuvalını yüklenmiştim. İstirahat etmek için çuvalı bir yere koydum, o sırada: Ya Rab! Her gün yorulmadan bana iki somun versen onunla iktifa ederdim, dedim. Tam bu esnada çekişen iki adam gördüm. Aralarını bulayım, diye yanlarına vardım. Biri diğerine vurmak istediği şeyi başıma vurdu, yüzümü kanattı. Bu sırada mahalle karakolu geldi ve bu iki kişiyi yakaladı. Kana bulanmış bir vaziyette görünce kavgacılardan zannettiği için beni de yakaladı ve hapse attı. Bir müddet hapiste kaldım, her gün bana iki somun veriliyordu. Bir gece rüyada birinin bana şöyle dediğini işittim: Yorulmadan her gün iki ekmek istemiş, fakat afiyet istememiştin, O da istediğini verdi. Bu sırada uykudan uyandım ve: Afiyet isterim, afiyet!, demeye başladım. Derken hapishanenin kapısının çalındığını ve: Hammal Ömer nerede diye bağırıldı-ğmı işittim. Biraz sonra beni dışarı çıkardılar ve salıverdiler.
Kettânî´nin şöyle dediği hikâye edilir: «Yanımızda müritlerimizden bir adam vardı. Gözü şiddetli ağrımaya başladı. Gözünü tedavi edelim, diye teklif edildi. Gözümü tedavi etmemeye ve (Allah´a tevekkül ederek) kendi kendine iyi olmasını beklemeye azmettim, dedi. Sonra rüyada birinin: Cehennemliklerin hepsinde böyle bir azim bulunsa, biz onları ateşten çıkarırdık, dediğini işittim».
Cüneyd´in şöyle dediği hikâye edilir: «Rüyada halka kendimi vaaz eder, şekilde görmüştüm. Bir melek yanımda duruyor ve bana: Allah´a yakın olan mukarrebûnu O´na en çok yaklaştıran şeyin ne olduğunu biliyor musun diyordu. Tam âdil ölçü ile işlenen gizli amel, dedim. Bunun üzerine meleğin biri öbürüne döndü ve: Vallahi muvaffak bir söz (ilâhî tevfike muvafık bir kelâm) dedi».
Adamın biri ´Alâ b. Ziyad´a: Rüyada senin Cennetlik olduğunu görür gibi oldum, dedi. ´Alâ b. Ziyad, «Galiba şeytanın şerri dokunacaktı, fakat onun şerrinden korundum. Şeytan dalâlete düşürmek istemişti.
196. Buharı, Edel>, 6; Müslim. Birr, r>n
Rüyada görülen birine orada nice bulunuyorsun denilince: Allah´ın nimetine mazhar olan nebî ve sıddîklerle beraber olma mertebesinde» (Nisa, 4/69) demişti.
Derler ki: Rüyada görülen Evzâî. «Burada ulemanın derecesinden daha yüksek bir mertebe görmedim, ulemanın derecesini mahzunların derecesi takip etmektedir», demiştir.
Nebâcî anlatıyor: Rüyada bana; Kim nrızık konusunda Allah´a güvenirse ahlâkı güzelleşir, harcama yaparken cömert olmak ona kolay gelir, namazda vesveseye az düşer, denildi».
Derler ki: (Harun Reşid´in karısı) Zübeyde rüyada görülmüş ve: Allah Taâlâ sana nasıl muamele etti diye sorulmuş. O da: «Beni affetti», demiş. Mekke yollarına çok para harcadığın için mi denilince: «Hayır! Bunun sevabı sahiplerine aittir. (Amele ile para sahiplerine aittir). Fakat beni niyetim için affetti», diye cevap vermiştir.
Rüyada görülen Süfyani Sevrî´ye: Allah sana nasıl muamele etti denilince: «îlk adımımı Sırat köprüsüne, ikinci adımımı da Cennete attım», demişti.
Ahmed b. Ebu´l-Havâri anlatıyor: «Gördüğüm kadınların en iyisini ve güzelini rüyada gördüm, yüzü pırıl pırıl nur saçıyordu. Ne kadar da nurlu yüzün var dedim. Ağladığın falan geceyi hatırlıyor musun dedi. Evet, dedim. îşte o gece döktüğün göz yaşları getirildi ve yüzüme çalındı, ondan yüzüm bu hale döndü, dedi».
Derler ki: Yezid Rakkâşî rüyada gördüğü Resûlüllah (s.a.) a Kur´an okumuş, Hz. Peygamber de ona, «Kıraat bu, fakat ağlama nerede » demişti.
Cüneyd diyor ki: «Rüyada semâdan indiklerini gördüğüm iki melekten biri bana: Sıdk nedir diye sormuş, ben de: Sıdk, ahde vefadır, demiştim, (bk. Ahzab, 33/23). Bunun üzerine diğer melek: Doğru söyledi, demiş ve semâya çıkmışlardı».
Rüyada görülen Bişr Hafî´ye: Allah Taâlâ sana nasıl muamele eyledi diye sorulmuş, o da: «Ey Bişr, Ben´den ne kadar da çok korkuyorsun (Rahmetimi düşünerek) Ben´den haya etmiyor musun dedi ve beni affetti», dedi.
Derler ki: Rüyada görülen Ebu Süleyman Darâni´ye: Allah sana nasıl muamele eyledi diye sorulmuş. O da: «Beni affetti,
Bir sufi anlatıyor: Fakirlikten ve aç kalmaktan korkmaya başlamıştım. Umutsuz bir şekilde uykuya dalmıştım. Uyandığımda yanıbaşımda bir kağıt buldum. Bu kağıtta ben senin Rabbın olacağım ve sen fakirlikten korkacaksın, öyle mi ibaresinin yazılı olduğunu gördüm. Seher vakti olunca adamın biri, içinde beşbin dinar bulunan bir kese getirdi ve: Al şunu, ey yakîni ve inancı zayıf olan adam! dedi».
Cüneyd diyor ki: «Rüyada kendimi Allah Taâlâ´nın huzurunda durur vaziyette gördüm. Allah bana: Ey Cüneyd, şu söylediğin sözler sana nereden geliyor dedi. Ben: Hak olandan başka bir şey söylemiyorum, dedim. Hakk Taâlâ da: ´Doğru!´ buyurdu».
Ebu Bekir Kettânî anlatıyor: «Rüyada güzel bir genç gördüm, ondan daha güzelini de görmemiştim. Sen kimsin diye sordum. Takvayım, dedi. Nerede ikâmet edersin dedim. Hüzünlü kalplerde, dedi. Sonra uykudan uyandım ve zaruret hâli hariç, bir daha gülmemeye azmettim».
Ebu Abdullah b. Hafifin şöyle dediği hikâye edilir: «Rüyada gördüğüm Resûlüllah (s.a.) bana şöyle dedi: Bir kimse Allah Taâ-lâ´ya giden yolu öğrenir, sonra bu yolu tutar ve daha sonra da bu yoldan dönerse, Allah bu kişiyi, âlemde hiç kimseye vermediği bir azap ile cezalandırır».
Rüyada görülen Şiblî´ye: Allah sana nasıl muamele etti diye soruldu: «Ümitsizliğe düşene kadar beni hesaba çekti ve sıkıştırdı, ümitsizliğe düştüğümü görünce rahmetine garketti», dedi.
Ebu Osman Mağribî, gördüğü bir rüyada birisinin kendisine: Ey Ebu Osman, bir susam tanesi kadar bile olsa fakirlik konusunda endişeli olmak hususunda Allah´tan kork, dediğini işitmişti. (Fakr hâlinde, helal olmayan bir şeyden istifade etmekten veya Allah´tan başkasına itimat etmekten sakın).
Derler ki: Ebu Said Harraz´ın sağlığında bir çocuğu vefat etmişti. Harraz rüyada çocuğunu gördü ve: «Evladım bana nasihat et», dedi. Çocuk: Allah ile olan muamelen korkaklık esasına göre olmasın. (Amele cesaretle giriş), dedi. Harraz, «Evladım, biraz daha nasihat et», dedi. Çocuk: Allah Taâlâ´nın senden istediği taat konusunda cesur ol, dedi. Harraz, «Evladım, biraz daha nasihat et», dedi. Çocuk: Allah ile aranda bir gömlek (hicap bile olmasın, dedi. Bundan dolayıdır ki, Harraz otuz sene gömlek giyinmedi. (Fakrı ihtiyar etti).
Ebu´l-Fadl İsfehânî´nin şöyle dediği hikâye edilir: «Resûlüllah (s.a.) ı rüyada gördüm ve-. Ya Resûlallah! Allah´a dua et de imansız gitmeyeyim, dedim. Resûlüllah (s.a.) buyurdu ki: Bu, Allah Taâlâ´-nın bitirdiği bir iştir». (Ezelde takdir ettiği bir husustur, sen ona değil, amele bak).
Ebu Said Harraz´ın şöyle dediği rivayet edilir: «Rüyada İblis´i gördüm, dövmek için sopamı elime aldım. Fakat: O bundan korkmaz, sadece kalpteki marifet nurundan korkar, denildi».
Sûfilerden biri anlatıyor: Rabiatu´l-Adeviyye için dua ederdim. Bir kere Rabia´yı rüyamda gördüm, bana: «Hediyelerin, nurdan mendil içine sarılmış ve nur ile kaplanmış tabakla bize getirilmektedir», dedi.
Semmâk b. Harb´ın şöyle dediği rivayet edilir: «Gözüm görmez bir hâle gelmişti. Rüyada birinin bana: Tatlı suyu getir, gözünü bu suyun içine batır, sonra gözlerini aç, dediğini işittim. Tarif edilen şeyi yaptım, gözlerim görür hale geldi».
Derler ki: Rüyada görülen Bişr Hafî´ye: Allah sana nasıl muamele etti denildi. Şöyle cevap verdi: «Aziz ve Celil olan Rabbımı görünce bana-. Ey Bişr, merhaba! Ben senin ruhunu alıp öldürdüğüm zaman arz üzerinde senden daha çok sevdiğim biri mevcut değildi», dedi.