İmam Eş´ari´den Sonra Eş´arî Mezhebi
Eş´arî İle Cübbai´nin Tartışması
EŞ´ÂRİLİK
Mutezilîlerin fıkıh ve hadis âlimlerine karşı giriştikleri hücum şiddetlenmişti. Bunların hücumlarından ne bir tanınan fıkıh âlimi, ne de meşhur bir muhaddis kurtulabilmişti. Bu sebeple insanlar Mute-zililerden nefret etmişlerdi ve bunların adlan belâ ve musibetlerle anılırdı. Gitgide düşmanlık daha da kökleşmişti. Öyleki insanlar Mutezilîlerin iyiliklerini İslâmı savunmalarım, îslâm uğrunda çektikleri eziyetleri, zındıklara ve nefsine uyanlara karşı koymalarını unuttular. Bunları, insanlar; halifeleri, her takva sahibi imamı ve her doğru yolu gösteren muhaddîsi sorguya çekmeleri için kışkırtanlar şeklinde anıyorlardı.
Mütevekkil adlı halife, iktidara gelip Mutezilileri çeşresinden uzaklaştırıp, hasımlarını kendisine yaklaştırınca ve âlimlerden zincirleri çözünce fıkıh âlimleri ve inanç meselelerini sünnetin ışığında anlamaya çalışan hadis âlimleriyîe bunlara karşı koymaya girişti. Mutezilîlerin tartışma usûlünü iyi bilen ve onların görüşlerini kabullenmeyen bazı âlimler onlarla sert tartışmalara giriştiler. Arkalarından avam tabakası bunları destekliyor, bir kısım havas da bunlara katılıyordu. Ayrıca halifeler de bu âlimlere yardım ediyordu.
H.z yüzyılın sonlarına doğru ortaya gayret ve metanetleri ile seçilen iki âlim zât çıktı. Bunlardan biri Basra´da ortaya çıkan Ebu el-Hasen el-Eş´arî, diğeri ise Semerkant´da bulunan Ebu Mansur el-Mâtûridî idi, İmam-ı Eş´arî ile İmam-ı Mâtûridi´nin Mutezile mezhebine yakın ve uzak olma derecelerine göre aralarında ihtilaf bulunmasına rağmen, bunların her ikisi de Mutezileye karşı çıkmakta tam bir ittifak içinde idi.
Şimdi Ebu el-Hasen el-Eş´ari´yi anlatalım; daha sonra söz Matû-ridî´ye gelsin. İmam-ı Eş´ari H, 280 da CM. 873) Basra´da doğdu. H. 330 küsurda M. 935) vefat etti. İmam-ı Eş´ari üm-i kelâmı Mutezill-lerden tahsil etti. Onun devrindeki Mutezili hocası Ebu Ali el-Cübbâİ´-ye talebelik yaptı. İmam-ı Eş´ari konuşmasını çok iyi bildiği ve yaşlı bir kimse olduğu için, hocasının yerine kendisi tartışmaları yürütürdü.
İmam-ı Eş´ari, Mutezilîlerin sofralarından gıdalanması ve düşünce ürünlerinden faydalanmasına rağmen, Mutezilîlerden düşünce bakımından uzaklaşmaya karar verdi. Fıkıh ve hadis âlimlerinin görüşlerine meyletti, halbuki Eş´arî fıkıh ve hadis âlimlerinin meclislerinde bulunmamış ve akaîd ilmini bunların metoduyla okumamıştı. İşte bu nedenle İmam-ı Eş´arî belirli bir süre evinden dışarı çıkmadı. Mutezile ve ehl-i sünnet fırkalarının delillerini karşılaştırdı. Neticede belirli bir görüşe vardı, bunun üzerine evinden dışarı çıktı. İnsanları bir araya toplanmaya çağırdı, cum´a günü Basra şehrinde bulunan «el-Mescid el-Câm» adlı caminin minberine çıktı ve insanlara şunları söyledi:
Ey insanlar! Şüphesiz ki beni tanıyan tanımıştır, tanımayana ise şimdi kendimi tanıtacağım. Ben filan oğlu filanım. Kur´an-ı Kerim´in mahluk olduğunu, Allah´u Tealâ´mn âhiretde gözle görülemeyeceğini, kötü fiillerin benim gibi kullar tarafından yapıldığım söylerdim. Şimdi ise ben tevbe ettim, kesinlikle vaz geçtim. Mutezililere karşı çıkmaya ve onların rezilliklerini ortaya koymaya karar verdim.
Ey insanlar topluluğu! Bu müddet zarfında sizin gözünüzden kayboldum. Çünkü ben delilleri inceliyordum, bana göre deliller birbirine denk geldi ve bunlardan herhangi biri diğerine tercihe şayan olmadı. Bunun üzerine Allah´ü Tealâ´dan bana doğru yolu göstermesini diledim. O da bana şu kitaplara yazdığın; itikadı ilham etti. Şu elbisemden soyunduğum gibi, şimdiye kadar inandığım eski şeylerden soyundum.» Eş´ari bunları söyledi ve üzerinde bulunan elbisesini çıkardı, fıkıh ve hadis âlimlerinden oluşan ehl-i sünnet vel-cemaat yoluna göre yazdığı şeyleri insanlara dağıttı.
Eş´arî «el-îbâne» adlı kitabının önsözünde kısaca mezhebini ve Mutezileye karşı tenkidlerini izah etmiştir. Kitabın önsözünde Allah´a ´hamd ve senadan sonra şunlar zikredilmektedir: «Bundan sonra… Mutezilîler ve Kadercilerden bir çoğu heva ve heveslerine uyarak ileri gelenlerini ve geçmişlerini taklid etmeye girişmişlerdir. Bunlar Kur´an-ı Kerîm´i kendi görüşlerine göre yorumlamışlardır. Bu görüşlerine dâir Allah´u Tealâ, ne bir delil indirmiş rxe de onu açıklamıştır. Onlar bu görüşlerini ne âlemlerin Rabbi´nin Peygamberi olan Hz. Muhammed´den ve ne de selef-İ salibinden almışlardır… Bunlar, Allah´u Tealâ´nın, âhirette gözle görüleceğine dair sahabe-i kiram´ın Peygamber Efendimiz (S.A.V.)´den rivayet ettiği hadis-i şeriflere muhalefet etmişlerdir. Halbuki bu rivayetler çeşitli yollarla gelmiş, bu husustaki nasslar mütevâtir derecesine ulaşmış ve haberler bolca intikal etmiştir.
Yine bunlar Resulullah (S.A.V.)´in şefaatini inkâr etmişler bu hususta selef-i sâlihîn´den gelen rivayeti kabul etmemişlerdir. Yine bunlar kabir azabını inkâr etmişler, kâfirlerin kabirlerinde azâb gördüklerini kabul etmemişlerdir. Halbuki bu hususta sahabe-i kiram ve tabiîn ittifak etmişlerdir. Keza bunlar, Kur´an-ı Kerim´in mahluk olduğuna inanmışlar, böylece «Bu sadece* bir insan sözüdür.»[1] diyen mûşrîk kardeşlerinin benzeri bir söz söylemişlerdir. Bunlar, Kur´an-ı Kerim´in insan sözü gibi olduğunu zannetmişlerdir.
Bu Mutezililer, kötü işlerin kullar tarafından yaratıldığına inanmışlar ve isbat etmeye çalışmışlardır. Böylece iki yaratıcının bulunduğunu bunlardan birinin hayrı, diğerinin ise şerri yarattığını iddia eden mecûsilerin inancına benzer bir söz söylemişlerdir.
Bunlar, Allah´u Tealâ´nın, olmayan bir şeyi dileyebileceğini ve dilediği bir şeyinde olmayabileceğini zannetmişler, böylece bütün müs-lümanlarm Allah´ın dilediği olur, dilemediği ise olmaz şeklinde üzerinde ittifak ettikleri inançlarına muhalefet etmişler ve Allah´u Tealâ´nm şu âyet-i ceîilelerini reddetmişlerdir: «Allah dilemedikçe siz hiçbirşey dileyemezsiniz.»[2] «Eğer biz dileseydik mutlaka herkese hidâyet verirdik.»[3] «O dilediğini mutlaka yapandır.»[4]
Rabbimiz olan Allah´ın dilemesi müstesna sizin dininize dönmemiz mümkün değildir.»[5]
İşte bu sebeple Peygamber Efendimiz (S.A.V.) bunların İslâm ümmetinin mecûsileri olduklarını beyân ederek şöyle buyurmuştur:
«Her ümmetin bir mecûsîsi vardır, benim ümmetimin mecûsîleride kader yoktur diyenlerdir. Bunlar hastalandığında kendilerini ziyâret etmeyin, Öldüklerinde onların haklarında iyi şehâdette bulunmayın ve onlarla karşılaştığınızda kendilerine selâm vermeyin.»[6] Evet bunlar Mecûsîlerin.inancı gibi bir itikad sahibi oldular. Sözleri Mecûsîlerin sözlerine benzedi. Şerrin ve hayrın ayrı ayrı birer yaratıcısı bulunduğunu zannettiler. Mecûsîlerin iddia ettiği gibi, bunlar da Allah´u Tealâ´nm dilemediği işlerin şer olduğunu zannettiler.
Muteziîîler, kendi kendilerine zarar veya menfaat verebileceklerini zannettiler. Böylece Allah´u Tealâ´nın şu kelâmını reddettiler: «De ki Allah´ın dilediğinin dışında ben kendim için bir menfaat elde etmeye ve bir zarar vermeke kadir değilim.»[7] Ve, bütün müslümanların, üzerinde ittifak ettikleri yoldan ayrılmış oldular.
Yine Mutezilîîer, yaptıkları işleri, sadece kendi güçleriyle yaptıklarını ve Rablerinin, herhangi bîr katkısı bulunmadığını zannettiler. Böylece, kendilerini Allah Tealâ´ya muhtaç olmaktan beri gördüler. Allah Tealâ´nın kudretiyle olduğunu kabul etmedikleri şeylerin, kendi kudretleriyle olduğunu zannettiler. Nitekim, mecüsüer de şerrin, şeytanın kudretiyle olduğunu, Allah Tealâ´nm kudretiyle olmadığını iddia etmişlerdir. Böylece Mutezililer, bu ümmetin Mecûsileri olmuşlardır. Çünkü onlar Mecûsîlerin itikadına girmişler, onların sözlerine sarılmışlar, kendilerini, onların saptırmalarına kaptırmışlar, insanlara, Allah´ın rahmetinden ümit kestirmişler, onun lütfundan ümitsizliğe düşürmüşler, günahkârların, ebedî olarak cehennemde kalacaklarına hüküm vermişler ve Allah Tealâ´nın şu kelâmına muhalefet etmişlerdir. «Şüphesiz ki Allah, kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında, dilediğini bağışlar…»[8] Mutezililer, cehennem ateşine girenin, bir daha oradan çıkmayacağını sanmışlardır. Böylece, Resulullah (S.A.V.)´den rivayet edilen şu hadis-i şerifi reddetmişlerdir; «Cennetlikler cennete, cehennemlikler de cehenneme girdikten sonra, Allah Tealâ şöyle buyurur: «Kalbinde hardal tanesi kadar iman bulunanı cehennemden çıkarın.» Bunlar cehennemden yanıp kömürleşmiş olarak çıkarlar. Hayat ırmağına atılırlar ve orada sel kalıntısı topraklarda biten dere otu gibi biterler.»[9]
Mutezilîler, “Allah Tealâ´nm, vechi olmadığı görüşünü savunmuşlardır. Halbuki Allah Tealâ şöyle buyurmuştur: «Yeryüzünde bulunan herşey fânidir. Baki olan, sadece azamet ve hikmet sahibi olan Rabbinin vechidir.»[10]
Mutezilîler, Allah Tealâ´nın, yed-i kudreti bulunduğunu inkâr ettiler. Halbuki Allah Tealâ : «Ey İblis, bizzat yed-i kudretimle yarattığıma secde etmekten seni alıkoyan nedir »[11] buyurmaktadır, Mutezilîler, Allah Tealâ´nm gözü olduğunu inkâr ettiler. Halbuki Allah Tealâ, «İnkâr edilen Nuh´a bir mükâfat olarak o gemi nezaretimizde akıp gidiyordu.»[12] «Seni sevimli kıldım ki, nezaretim altında yetişesin.»[13] buyurmaktadır.
Mutezililer, Resulullah (S.A.V.)´den rivayet edilen şu hadisi inkâr ederler: «Şüphesiz ki Allah Tealâ, gecenin, son üçte bir bölümünde dünya semâsına iner…»[14]
Not: Allah Tealâ´ya mekan veya uzuv vb. şeyler isnad eden ´âyet ve hadislere «Müteşabihat» denir. Yani, mânâları kesin olarak anlaşılamayan metinler demektir. Mutezililer, bu gibi âyetleri tevil ederken, bu mahiyyelteki hadîsleri inkâr ederler. Ehl-i sünnet vel cemaat ise, âyet ve hadîs ayınım yapmaksızın hepsinin doğruluğunu kabul ederler ancak, ehl-i sünnetin önce geçen âlimleri «Biz bunları olduğu gibi kabul eder, gerçek mânâlarının ne olduğunu Yüce mevlaya bırakırız.» demişlerdir. Sonra gelen âlimleri ise, bu gibi metinleri münasip bir şekilde tevil etme yolunu tutmuşlardır. Böylece, kötü niyetlilere fırsat vermek istememişlerdir. Meselâ: Allah´ın, dünya semasına inmesini; Onun rahmetinin inmesi şeklinde tevil etmişlerdir.
Ben, Mutezilenin bu davranışlarını inşallah bölüm bölüm zikredeceğim, yardım ve destek, başarı ve doğruyu buldurmak Allah´ındır.
Eğer bir kimse dese ki; «Siz, Mutezilenin, Kaderiyenin, Cüheymıyenin, Haruriyenin, Rafiziyenin ve Mürcienin sözlerini red ettiniz. Kendi görüşünüz nedir İnancınız hangisidir Onu bize söyleyin.» Buna denilir ki: «Bizim sözümüz ve inancımız şudur: Allah Tealâ´nm kitabına, Resulullah´m sünnetine, sahabe-i kiramdan, tabiinden ve hadis âlimlerinden nakledilenlere, sımsıkı sarılırız.» Keza, Ahmed ibn-i Hanbel´in (Allah onun yüzünü ağartsın, derecesini yüceltsin ve sevabını bol versin) tuttuğu yolu tutarız ve onun sözüne ters düşen davranışlardan uzak dururuz. Çünkü o, faziletli bir imam, mükemmel bir önderdir. Allah, onun vasıtasıyla, sapıklık döneminde hakkı ortaya çıkardı. Onun vasıtasıyla izlenilecek yolu açıklığa kavuşturdu. Ve onunla, bidatçılann bidatini, sapıkların sapıklığını, şüphecilerin şüphesini bastırdı. Allah ona rahmet etsin. O, öncü bir imam, tanınmış bir büyük idi. Allah, müslümanlarm diğer bütün imamlarına da rahmet eylesin.»
” Bu ifadelerden de anlşaüıyor ki, îmam Eş´arî, İmam Ahmed İbn-i Hanbel´in görüşlerini diriltmek için ortaya çıkmıştır. Çünkü Eş´arî, îmam Ahmed´in metodunu, kendisine metod kabul etmektedir. Bu sebepledir ki Eş´arî, tercih ettiği îmam Ahmed îbn-i Hanbel´in metodu ile şunları” söylemiştir: îtikad hususunda kısaca görüşlerimiz şunlardan ibarettir: Allah Tealâ´ya, meleklere, kitaplara, peygamberlere, Allah katından bize gelenlere, güvenilir zatların, Resulullah (S.A.V.)´den naklettikleri şeylere iman ederiz. Bunlardan herhangi birini reddetmeyiz. Yine Allah Tealâ´nm yalnız bir tek ilah olduğuna, hiçbir kimseye muhtaç olmadığına, O´ndan başka hiçbir ilah bulunmadığına, eş ve çocuk edinmediğine, Muhammed´in, O´nun kulu ve peygamberi olduuğna, cennet ve cehennemin hak olduğuna, kıyametin mutlaka kopacağına, Allah Tealâ´nm, kabirlerde bulunanları mutlaka dirilteceğine iman ederiz.
Yine biz, Allah Tealâ´nın; «Rahman olan Allah, arşı kuşatmıştır.»[15] buyurduğu gibi, O´nun, arşın üzerinde bulunduğuna ve yine şu âyette buyurduğu gibi «Bakî olan sadece azamet ve ikram sahibi olan Rabb´in yüzüdür.»[16] Allah Teaîâ´nm vechi bulunduğuna, şu âyette buyurulduğu gibi «Yahudiler, «Allah´ın eli sıkıdır» dediler… Aksine, Allah´ın iki eli açıktır…»[17] elleri bulunduğuna, ve şu âyette buyurduğu gibi «İnkâr edilen Nuh´a bir mükâfat olarak o gemi, nezaretimizde akıp gidiyordu.»[18] bilmediğimiz bir keyfiyette, gözü bulunduğuna iman ederiz.
Keza biz, ´Allah Tealâ´nm, şu âyet-i kerimede bildirdiği gibi «…Allah onu bilerek indirmiştir…»[19] O´nun ilmi olduğuna, şu âyet-i celilede beyan ettiği gibi «Kendilerini yaratan Allah´ın, onlardan daha kuvvetli olduğunu görmüyorlar mıydı ..»[20] Allah´ın kudret vs kuvveti olduğuna iman ederiz.
Biz, Allah Tealâ´nın, işitme ve görme sıfatlarının bulunduğunu ikrar ederiz. Mutezile ve Cûheymiye gibi, bu sıfatları inkâra kalkışmayız ve deriz ki; «Allah Tealâ´nm kelamı mahluk değildir. O, yarattığı herhangi bir şeye sadece «ol» demiştir. O da hemen oluvermiştir. Yeryüzünde herhangi bir hayır veya şer, O´nun iradesi dışında bulunamaz. Bütün eşya, O´nun iradesiyle olmuştur. Allah Tealâ birşeyi yapmadıkça herhangi bir güç, o şeyi yapamaz. Biz, hiçbir zaman, Allah´a muhtaç olmaktan beri kalamayız. Allah´ın ilminin dışına çıkamayız. Allah´dan başka hiçbir yaratıcı yoktur. Kulların amelleri, Allah tarafmdan yaratılmış ve takdir edilmiştir. Nitekim Allah Tealâ bir âyet-i kerimede şöyle buyurmuştur: «Sizi de, işlediğiniz amelleri de Allah yaratmıştır.»[21] Kullar, herhangi birşey yaratmaya, kadir değillerdir. Kendileri de Allah tarafmdan yaratılmıştır. Nitekim Allah Tealâ şöyle buyurmuştur: Onlar, bir yaratıcıları olmadan mı yaratıldılar Yoksa kendi kendilerini mi yarattılar »[22] Bu gibi âyetler Kur´an-ı Kerim´de pek çoktur.
Müminleri kendine itaat etmeye muvaffak kılan, Âllah´dır. Onlara lütufta bulunan ve onları gözeten O´dur. Eğer Allah, kullarını, zorla düzeltmeyi dilese, onlar düzelirler. Ve onları, zorla doğru yola iletecek olsa, doğru yolu bulurlar. Nitekim; Allah Tealâ şöyle buyuruyor : «Allah, kimi hidayetine erdirirse, muhakkak ki o, doğru yolu bulmuştur. Kimi de saptınrsa işte onlar, hüsrana uğramış kimselerdir.[23]
Biz, ´Allah´ın kazasına kaderine, hayınna şerrine, acısına tatlısına iman ederiz. Ve biliriz ki, bizim başımıza gelecek şey, mutlaka gelecektir. Bize dokunmayan bela ise, bize dokunmayacağı takdir edilenlerdendir. Ve deriz ki; Kur´an-ı Kerîm, Allah kelâmıdır. O, yaratılmamıştır. Kim, Kur´an-ı Kerim´in yaratıldığını söylerse, o kimse, Kur´an-ı Kerim´i inkâr etmiş olur.»
Allah Tealâ´nm, kıyamet gününde ayın ondördünde açıkça görüldüğü gibi, mü´minler tarafından görüleceğine inanırız. Nitekim Resulullah (S.A.V.)´den bu hususta birçok hadis-i şerifler rivayet edilmiştir. Ve deriz ki, kâfirler, kıyamet gününde Allah´ı göremeyecektir. Allah Tealâ bu hususta şöyle buyurmuştur. «Hayır, hayır o gün yalancılar, Rablerini görmekten mahrum olurlar.»[24]
Biz, ehl-i kıbleden herhangi bir kimseyi zina, hırsızlık ve içki içme gibi günahlarından dolayı kâfir saymayız. Haricîler, bu işleri yapanların kâfir olduklarını iddia ederler.
Biz deriz ki; «Büyük bir günah işleyen herhangi bir kişi, ancak o haram işin, helâl olduğunu iddia ederse kâfirdir – Yine doriz ki; «Allah Tealâ cehennemde yandıktan sonra, belirli bir topluluğu, Mu harnmed (S.A.V.)´in şefaati ile oradan çıkaracaktır-»
Kabir azabının varlığına iman ederiz. İmanın, dil ile ikrar, amel ile ispattan ibaret olduğuna, artıp eksilebileceğine inanırız.[25]
Biz, Allah Tealâ´nın, Peygamberinin sohbetine nıazhar kıldığı selef-i salihîn´i severiz. Biz onları, Allah Tealâ´nın övdüğü gibi överiz. Onları önderler kabul ederiz ve deriz ki: «Reşulullah (S.A.V.)´-den sonra ilk halife Hz. Ebubekir´dir. (Allah, onunla dini aziz kılmış ve onu mürtedlere karşı galip getirmiştir.) Bundan sonraki halife Hz. Ömer, ondan sonra Hz. Osman´dır. (Allah, yüzünü ak eylesin. Bu zatı haksızca ve düşmanca, bir kısım caniler öldürmüştür.) Bundan sonraki halife ise Hz. Ali (R.A.)´dir.
Evet, Resulullah (S.A.V.)´den sonra, imam ve halifeler, bu zatlardır. Ve bunların hilafeti, peygamberlik hilafetidir. Resulullah (S. A.V.)in, cennetle müjdelediği on kişinin, cennetlik olduklarına şehadet ederiz.[26] Resulullah (S.A.V.)´in diğer sahabîlerini, önderler kabul ederiz.. Aralarında geçen ihtilaflara karışmayız. Dört halifenin, doğru yolda bulunan, güzel ahlâklı ve faziletli kimselre olduklarına başkalarının, fazilette bunlara erişemeyeceklerine inanırız.
Müslümanların imamlarınca, iyi olarak tanınan rivayet âlimlerinin bütün rivayetlerini tasdik ederiz. Bunların imamlığını kabul eder, bunlara karşı gelenleri, doğru yolu terketmeleri halinde sapık kabul ederiz. Bunlara kılıçla karşı çıkmayız, fitne ânmda savaşmayız.
Deccalın çıkacağına, kabir azabına Münkir ve Nekir leğin bulunduğuna iman ederiz. Muhammed (S.A.Y) ın tığım bildiren hadisi tasdik ederiz. Uykuda gör» çoğunu hak olarak kabul ederiz. Müminlerin en lâ´nım bileceğine Ve bunlar için sadaka verilebileceğine, bunları, faydalandıracağına inanırız. Allah Tealâ ın, sallih kullarına bazı özel Allah Teala haller ihsan edeceğini kabul ederiz, muşrıklerm çocukları hakkında şöyle deriz: «Âhirette, Allah, bunlar için bir ateş yakacak, sonra bunlara bu ateşten geçin diyecek.» Nitekim rivayetler bunu beyan etmektedir. Ker fitneye davet edenden ayrılma, heva ve hevesine uyandan uzak durma görüşündeyiz. Bu sözlerimize deliller göstereceğiz.»
Bu sözleri uzun uzun naklettik. Çünkü bu sözler, Eş´ari´nin mezhebinin ve seçtiği yolun çok güzel bir özetidir. Bu özetm ifade ettıgı önemli hususlar şunlardır:
1 Salih kulların kendilerine ait birtakım halleri olabilir. Bu hallere, âlimler, mucizelerden ayırarak, «Keramet» adını vermişlerdir. Ölü için dua edilmesi ve sadaka verilmesi caizdir. Bunlar, oluye fayda sağlayabilir.
2 Eş´ari, sünnet yoluyla gelen bütün itikadı meselelerin kabul edilmesi görüşündedir. Ona göre, nıütevatir bir hadisle, tek yoldan rivayet edilen hadis arasında bu hususta fark yoktur.
îmam Eş´ari, sünnet ile1 sabit olan bütün itikadı meselelere her türlü delili getirir ve tek yolla gelen hadislerle sabit olan hususlara
inandığını ilan eder.
3 Eş´ari, müteşabih âyetlerde, nassların zahirlerini alır, nass-ların zahirini almanın, benzetmeye yol açacağı kanaatinde değildir. Eş´ari´ye göre, Allah´ın yüzü vardır, fakat kulların yüzü gibi değildir Eli vardır, fakat yaratılanlardan herhangi birinin elme benzemez.
4 İmam Eş´ari, inançlarının, îmam Ahmed b. Hanbel´m görüşlerine mutabık olduğu kanaatindedir. Eş´ari´ye göre, imam Ahmed öncü bir imam ve büyük bir âlimdir.
İmam Eş´arî´nin mezhebi, Mutezilîlerle ihtilaf eden fıkıh ve hadis âlimlerinin görüşlerine uygundur. Eş´ari, nasslarnı mutlaka zahirini alır. Herhangi bir tevile başvurmaz. Eş´ari´nin mezhebi, heva. ve heveslerine uyanların görüşlerinden kesinlikle uzaktır. Aslında İmam Eş´arî´nin görüşleri, ifrat ve tefritten uzak, orta yolu tutan görüşlerdir. Onun görüşleri, aşın gidenlerle inkâr edenler arasında orta bir görüştür. Tartışmalarda aşırı uçları teşkil eden Mutezile, Haşviye ve Cebriyenin ortasında bir yol tutmuştur.
İmam Eş´arî´nin hayatını inceleyen araştırıcı, Eş´arî´nin geniş araştırmalarının, aşırı olmaktan uzak, orta bir mezhep seçmesini gerektirdiğini görür. Eş´arî´nin «Makalâtül İslâmiyyîn» adlı kitabı, bu zatın, bütün îslâm fırkalarının görüşlerini genişçe mütalâa ettiğini ve bu görüşleri titizlikle naklettiğini gösterir. Eş´arî, Kur´an-ı Kerîm ile ilişkisi olan felsefî görüşlerin orta yolunu tutmuşsa da hakkında âyet veya hadis, bulunan bütün mevzularda fıkıh âlimîeriyîe ittifak etmiştir. Araştırıcı, Eş´ari´nin bütün görüşlerinde orta yolu tuttuğunu görmekte hiçbir güçlük çekmez.
a) Eş´ari´nin, Allah Tealâ´nm sıfatları hakkındaki görüüş, Mutezile ve Cüheymiyye ile Haşviye ve Mücessime arasında orta bir yol tutmuştur. Birinciler, Kur´an-ı Kerim´de zikredilen, Allah Tealâ´nın sıfatlarından sadece, vücud, kıdem, beka ve vahdaniyeti kabul etmişler; semi, basar, kelâm ve diğer sıfat-ı zatiyeleri inkâra kalkışmışlar, «Bunlar zatın aynıdır» demişler, bu sıfatlar, Kur´an-ı Kerîm-´ de zikredilen «rahman» ve «rahim» gibi, Allah Tealâ´nm isimleridir, şeklinde iddiada bulunmuşlardır.
Haşviye ve Mücessime ise, Allah Tealâ´nm, zatım sıfatlandırırken onu, mahlukların sıfatlarına benzetmeye kalkışmışlardır. Allah Tealâ bundan beridir, yücedir, büyüktür.
İmam Eş´arî ise, Kur´an-ı Kerîm ve sünneti seniyyede zikredilen Allah´ın bütün sıfatlarının varlığım kabul etmiş, bunların, Allah´ın zatına yakışan sıfatlar olduğuna ve yaratıîanlardaki sıfatlara asla benzemediklerine karar vermiştir. Meselâ, Allah Tealâ´nm görmesi, işitmesi ve konuşması, yaratılanların görmesine, işitmesine ve konuşmasına benzemediğini ifade etmiştir.
b) Eş´arî´nin, Allah Tealâ´nm kudreti ve insanın fiilleri hakkındaki görüşü de Cebriye ile Mutezile arasında orta bir görüştür.
Mutezile, «Kul, Allah´ın, ona verdiği bir güçle kendi işlerini kendi yaratır.» demiş. Cebriye ise «İnsanın, herhangi bir şeyi icadetme-ye veya kazanmaya gücü yoktur. İnsan, rüzgârın önündeki tüy gibidir.» demişlerdir.
Eş´arî ise, «İnsanın bir şeyi icadetmeye gücü yetmez ama, kazanma kudreti vardır» demiştir.
c) Kıyamet gününde, Allah Tealâ´nm görülmesi hususunda da Mutezile, «Allah görülmez» demiş, bu husustaki Kur´an-ı Kerim âyetlerini tevil etmiş ve Peygamberimiz (S.A.V.)´in hadislerini «âhad» (Tek yolla geldikleri gerekçesiyle) oldukları için kabul etmemişlerdir.
Müşebbihe fırkası ise, Allah Tealâ´nın âhirette^ belirli bir şekilde görüleceğini iddia etmişlerdir.
İmam Eş´arî ise, orta yolu tutarak «Allah Tealâ´nm, kıyamette, herhangi bir şekle girmeyerek ve herhangi bir sınır tayin edilmeyerek görülmeyeceğini söylemiştir.»
d) «Allah´ın eli, onların elinin Üstündedir.»[27] âyeti gibi, Kur´an-ı Kerim´de zikredilen âyetler ve benzeri müteşabih hadisler hakkında Mutezile şöyle demiştir: «Allah´ın kudreti, kulların kudretinin üzerindedir.», Haşviye ise; «Allah´ın, bir organ olarak elinin bulunduğunu» söylemiştir,
Eş´ari ise, «Allah Tealâ´nın eli»nin bulunmasından maksat, «semi» ve «basar» gibi bir sıfatının bulunmasıdır» demiştir. Nitekim «İbane» adlı kitapta bu husus zikredilmiştir. Eş´ari, «el» in varlığını kabul etmiş, fakat diğer mahlukatın eline benzediğini reddetmiştir. Ancak, Mutezileye karşı çıkarak, şiddetle savunduğu bu görüşünden, daha sonra vazgeçtiği anlatılmaktadır. Çünkü «Lem´a» adlı kitapta, Eş´ari´nin, Mutezile gibi «Allah´ın elini «Kudret» ile tefsir ettiği anlatılmaktadır.
e) Kur´an-ı Kerîm hakkında Mutezile «Kur´an mahluktur. Allah tarafından, sonradan yaratılmıştır.» demiştir. Haşviye ise «Mu-katta´» harfler, Kur´an-ı Kerim´in, üzerine yazıldığı maddeler ve harflerin yazıldığı maddeler ve iki kapak arasında bulunan herşey mahluk değildir.» demiştir. Eş´arî ise, yine orta yolu tutmuş ve şunları söylemiştir: «Kur´an, Allanın kelamıdır, asla değişmez. Mahluk değildir. Sonradan meydana gelmemiş ve icadedilmemiştir. Mukatta´ harfler, renkler, Kur´an´m, üzerine yazıldığı maddeler ve kelimelerden çıkan sesler, mahluktur, sonradan icadedilmiştir.»
f) Büyük günah işleyen kimse hakkında Mutezile, iman ve ita-atiyle beraber, günahlarından tevbe etmezse, cehennemden ebediyyen çıkamaz.» demiştir.
Ehl-i sünnetten olmayan Mürcie ise, «´Allah´a samimiyetle iman eden kişiye, büyük günahları ne olursa olsun, zarar vermez.» demiştir.
İmam Eş´ari, bu hususta da orta yolu seçmiş ve şöyle demiştir: «Allah´ı birleyen ve doğru yoldan ayrılan günahkâr bir mü´min, Allah´ın iradesine havale edilmiştir. Allah, dilerse onu affedip cennetine koyar, dilerse, yoldan çıkmasından dolayı onu cezalandırır, fakat daha sonra yine cennetine koyar.»
g) Şefaat hususunda «İmamîyye» fırkası, hem Hz. Muhammed´in hem de imamlarının, şefaat edeceklerini söylemişlerdir. Mutezile ise, hiçbir kulun şefaat edemiyeceğini iddia etmişlerdir,
İmam Eş´ari ise, orta yolu seçmiş ve şunları söylemiştir; Peygamber Efendimiz (S.A.V.), mü´minlerden, cezaya layık olanlara makbul bir şefaatte bulunacak, Allah´ın emri ve izni ile, şefaatçi olacak ve diğer peygamberler gibi, ancak, kendisinden razı olduğu kimselere şefaat edecektir.»
Görülüyor ki; İmam Eş´arî, sapıklıklardan uzak kalmak için orta yolu seçmiştir. Matüridiye mezhebini anlatırken, Eş´ari´nin görüşlerini, başka görüşlerle de karşılaştırarak anlatmaya çalışacağız.
îmam Eş´arî, itikadi meselelere delil getirirken, hem nakli ve hem de aklî metodları kullanmıştır. Eş´ari, Kur´an-i Kerîm ve hadîs-i şeriflerde zikredilen, Allah´ın sıfatlarını, peygamberlerini, âhiret gününü, melekleri, hesabı, cezayı, sevabı olduğu giib kabul eder, Kur´an-ı Kerim ve hadîs-i şeriflerde zikredilen bu hususları ispat etmek için akli ve mantıkî delillere başvurur.
Eş´ari, aklî delilleri, hiçbir zaman, nakli delillerden üstün sayarak onları teVile kalkışmaz veya zahirlerinden uzaklaştırmak istemez. Bilalüs o, aklî delilleri nakli delillere hizmetçi olarak kullanır.
Eş´arî, bu hususta felsefî kaziyelerden mantıkçıların ve felsefecilerin daldıkları aklî meselelerden istifade etmiştir. İmam Eş´ari´nin, nakli deliller yanında aklî metodu da işletmesi, şu sebeplerden ileri gelmektedir.
1 İmam Eş´arî, Mutezile âlimlerinden ilim tahsil etmiş, bunların sohbet meclislerinde yetişmiş ve bunların kaynaklarından su içmiş, Kur´an-ı Kerim´deki itikadi meselelere delil getirme hususunda bunların yolunu seçmiş, fakat Kur´an-ı Kerîm´in ve hadîslerin metinlerini anlamakta bunların metodlarını kullanmamıştır. Malûm olduğu üzere, Muteziîiler, delil getirme bakımından, mantıkçıların ve felsefecilerin yolunu tutmuşlardır.
2 Eş´arî. Mutezilîlere karşı çıkmış ve bunlara cevap vermeye girişmiştir. Bu sebeple Eş´arî´nin, onların delilleri gibi delillere başvurması gerekmiş, onlara galip gelmesi, onların ortaya attığı şüpheleri bertaraf etmesi, onları susturması ve onların delillerini çürütmesi için, Mutevilîlerin, delil getirme metoduna uyması icabediyordu.
3 Eş´ari, felsefecilere, «Karamita»Iara, Batmîlere ve benzeri guruplara cevap vermeye girişmişti. Bunların çoğu ise, ancak mantıkî kıyaslarla susturulabiliyordu. Yine, bunlardan bazıları felsefeci idi, ancak aklı delillerle önleri kesilebiliyordu.
Şurası bir gerçektir ki, Hicrî III. ve IV. yüzyıllarda Mutezilîlik akımı zayıflamıştı. Mutezilîler, arzu ve heveslerine uyanlara ve Islama karşı saldırıya geçenlere cevap vermek için ortaya çıkmışlar ve bu hususta, büyük gayretler göstermişlerdir.
Mutezilîler zayıflayınca, ehl-i sünnet âlimlerinin arasında bu vazifeyi yürütecek zatlar ortaya çıkmalıydı. Bu, ağır ve tehlikeli işe, Ebu Hasan el-Eş´ari´nin sahip çıkması gerekmiştir. Çünkü o, Mutezilîlerin talebesi idi. Bu hususta Mutezililerin gayretlerini biliyordu. Ayrıca o, zamanında, Mutezililerin otoriteleri sarsıldıktan sonra, ehl-i sünnet vel cemaatin tanınan bir imamı olmuştu.
îşte bu sebeplerle İmam Eş´ari, büyük bir itibar kazanmış, pek çok taraftar bulmuş ve idareciler tarafmdanda yardım ve destek görmüştür. Bunun üzerine Eş´ari, hasımları olan, Mutezilîleri, heva ve heveslerine uyanları ve kâfirleri takibctmiş, bütün bölgelere taraftarlarını göndererek, ehl-i sünnet vel cemaatin hasım ve muhaliflerine karşı savaş açtırmıştır. Asrında yaşamış olan âlimlerin çoğu onu, «ehl-i sünnet vel cemaat imamı* diye adlandırmışlardır. Bununla beraber, Eş´arî´den sonra gelen bir kısım âlimler, ona muhalefet etmişlerdir. Meselâ; İbn-i Hazmf İmam Eş´arî´yi, kulun fiilleri hususundaki görüşünde, Cebriyecilcrden saymış, çünkü ona göre Eş´ari, kulun seçme hakkına sahip olduğunu tesbit etmemiştir. İbn-i Hazm, Eş´ari´yi, büyük günah işleyen kişi hakkındaki görüşünden dolayı da «Mürcie» fırkasından saymıştır. İbn-i Hazm, bu iki meselenin dışındaki bazı meselelerde de Eş´ari´nin peşini bırakmamıştır.[28]
Bununla beraber, Eş´ari´nin muhalifleri, İslâm tarihinin dalgaları arasında kaybolup gitmiş, taraftarları ise nesilden nesile güçlenmiş ve cun yolunu izlemişlerdir. Eş´ari´nin taraftarları, onun gibi, Mutezililere ve dinden çıkanlara karşı, her alanda savaşmışlar ve her itikadı meselede, karşı koymuşlardır.
Eş´ari´nin, bu büyük nüfuzuna rağmen, az sayıda da olsa büyük İslâm âlimlerinden, muhalifleri bulunmuştur. «Selefiyecileri» anlatırken izah edeceğimiz gibi, Hanbeli mezhebine mensup olanlardan bazı zatlar, Eş´arî´ye karşı çıkmışlardır.[29]
İmam Eş´ari´den Sonra Eş´arî Mezhebi
Daha önce de izah ettiğimiz gibi, Eş´arî mezhebinin taraftarları pek çoktu. Eş´arî mezhebi, Irak ve Irak´ın batısında (daha önce de işaret ettiğimiz gibi) ehl-i sünnet veî cemaat mezhebi sayılmıştı. Daha sonra ortaya güçlü âlimler çıktı. Eş´arî´nin görüşlerini daha da kuvvetlendirdiler. Bazıları, Eş´arî´nin görüşlerine aşırı bir şekilde bağlandı. Öyle ki, sadece Eş´arî´nin varmış olduğu neticeleri Kabullenmekle kalmayıp, Eş´ari´nin neticelere varmak için sevkettiği önsözlere bile sımsıkı bağlı kaldılar. Eş´arî´nin, hem vardığı neticelere, hem de neticelere ulaşmak için zikrettiği mukaddimelere tâbi olmanın vâcib olduğunu söylediler. Bu guruptan olan âlimlerin önde gelenleri şuhlardır.
a) H. 403 M. 1013 de vefat eden Ebu Bekir el-Bakıllânî. Bu zat, büyük bir âlimdi. Eş´ari´nin araştırmalarını süzgeçten geçirdi. İlm-i kelâmın aklî delillerinin mukaddimelerinden bahsetti. Cevher ve ârâz hakkında konuştu. Ârâzm, kendisi gibi ârâz ulan şeylerle bulu-namiyacağım ve arazın iki zamanda bir yerde bulunamıyacağmı ve buna benzer meseleleri izah etmiştir. Daha önce de beyan ettiğimiz gibi, Bakulânî, sadece Eş´ari´nin vardığı neticeleri kabullenmekle yetinmemiş, Eş´arî´nin, bu neticelere varmak için ileri sürdüğü önsözlerden başka bir yol kullanmanın da caiz olmadığını ileri sürmüştür. Böylece Bakulânî, Eş´arî´ye tâbi olmada, ona yardım etme ve onu desteklemede aşırı gitmiştir. Çünkü, aklî mukaddimeler, ne Kur´an´da zikredilmiştir, ne de hadislerde. Bu hususta saha geniştir, kapılar açık, yollar işlektir. Belki insanlar, düşünceleriyle-, tecrübeleriyle ve özel kabiliyetleriyle, Eş´ari´nin başvurmadığı bir kısım delil ve ispat vasıtalarına ulaşabilirler.
Eş´arî´nin ulaştığı neticelere, kendisine bahşedilen düşünce mahsullerine ters düşmedikçe, diğer insanlann elde ettiği delilleri almak, aslında kötü birşey değildir.
b) M. 1059´da doğan ve M. 111, Hicrî 505 de vefat eden îmanı Gazali, Bakillânî´den sonra gelmiş, fakat tam olarak onun yolunda yürümemiş ve onun davet ettiği şeylere davet etmemiştir. Bilakis Gazali, delil getirmede, Bakillânfye muhalefet etmenin, varılacak aynı neticeleri iptal etmeyeceğini, dinin, belirli kişilerin değil, bütün insanlann akıllarına hitabettiğini, insanların, kitap ve sünnette zikredilenlere iman etme mecburiyetinde ve onları diledikleri delillerle kuvvetlendirenime hürriyetine sahip olduklarını söyletmiştir.
Aslında Gazâlî, ne Eş´ari´ye, ne de Matûridi´ye tâbi olmuştur. Bilakis o, meselelere serbest araştırıcı nazarıyla bakmış, bir tâbi veya bir mukallit görüşüyle bakmamıştır.
Gazali, bu iki zatın, varmış oldukları birçok neticelerde onların jgörüşlerine katılmış, bazı, dinen uyulması gereken mesele saydıkları hususlarda da onlara muhalefet etmiştir. Bu sebepledir ki, Eş´arî taraftarlarından birçoğu, Gazâli´yi küfür ve zındıklıkla itham etmişlerdir. Gazâlî´nin «Feysal el-Tefrika beyn el-İslâm ve el-Zendeka» adlı eserinde söylediklerini görelim: Bu eserde şunlar zikredilmektedir : «Ey şefkatli kardeşim ve mutaassıp dostum! Seni oldukça kızgın ve fikren dağınık görüyorum. Bunun sebebi, dinî muamelelerin sırları hakkında yazılmış bazı kitaplarımıza, bir kısım hasetçi zümrenin dil uzatmalarının, kulağınıza gelmesi ve bunların, bu kitaplarımızda önceki sahabllerin ve ilm-i kelâm âlimlerinin mezheplerine ters düşen şeylerin mevcut olduğunu sanmaları, Eş´arî mezhebinden kıl payı kadar uzaklaşmanın kâfirlik olduğunu zannetmeleri ve çok az dahî olsa, onun mezhebine muhalefet etmenin, sapıklık ve hüsran olduğunu iddia etmeleri, senin kulağını tırmaîamasıdır.
Ey şefkatli ve mutaassıp kardeşim! Kendini yorma, bunlarla canını sıkma. Seni aldatanlara aldırma. Sana söylenenlere karşı sabret. Onlarla güzellikle anlaş. Kendisine haset edilmeyeni ve dil uzatılmayanı, büyük bir kimse sanma. Küfür ve sapıklıkla itham edilmeyeni gözünde büyütme.
Hangi davetçi, peygamberlerin ^fendisi olan Hz. Muhammed´den daha mükemmel ve akıllı idi O´na «bir deli» dediler. Hangi söz, âlemlerin Rabbi olan Alalh´ın kelâmından daha doğru olabilir Halbuki O´na da «öncekilerin masallarıdır» dediler. Kendi nefsini ve arkadaşım hesaba çek, ondan, kâfirliği tarif etmesini iste. Eğer o, sana, kâfirliği, «Eş´arî mezhebine muhalefet etmektir.» yahut «Mutezile mezhebidir.» veya «Hanbelî mezhebidir.» ya da «Buna benzer bir şevdir» şeklinde tarif ederse, bil ki o, aklanmış bir ahmaktır. Taklitçilik, onun elini, kolunu bağlamıştır. O, artık bir kördür. Onu düzelteyim diye zaman kaybetme. Böylesinin iddiasıyla hasımlarının iddialarını, birbiriyle karşılaştırmak, onu susturmak için sana delil olarak yeter. Çünkü bu kişi, kendisiyle muhalifleri arasında önemli bir fark ve önemli bir ayırım bulamayacaktır. Belki de senin arkadaşın, mezhepler içinde Eş´arî mezhebine meyleden biri olabilir. Eş´arî´den her rivayet edilene ve ağzından çıkana muhalefet etmenin, açıkça kâfirlik olduğunu sanabilir. Sen, ona sor ki; Hakkın, Eş´ari´ye tahsis edildiğini nasıl ispatlıyor da, Bakıllânî´nin küfrüne hüküm veriyor Çünkü Bakıîlânİ, Allah Tealâ´nm «Beka» sıfatında, ona muhalefet ediyor ve bu sıfatın, Allah´ın zatından başka olan bîr sıfat olduğunu zannediyor. Yine ona sor ki: Niçin, Bakülânî, Eş´ari´ye muhalefet etmekle, kâfir olmaya Eş´arî´den daha lâyık oldu
Niçin, hak, bunlardan birine tahsis edildi de diğerine verilmedi Yoksa hak, daha önce gelene mi tahsis edilir Bu takdirde, Eş´arî´den önce de Mutezililer gelmiştir. Bu sebeple, hakkın onlara tahsis edilmesi gerekirdi. Yoksa, hakkın tahsis ediliş sebebi, ilim ve fazilet bakımından üstün olmak mıdır Böyle olduğu takdirde hangi terazi ve ölçülerle faziletin derecelerini ölçtü de, kendisinin tâbi olduğu ve taklid ettiği zatlan da daha üstün bir zatın mevcut olmadığı görüşü doğdu ona.
Eğer bu arkadaşın, Eş´arî´ye, Bakillnî´nin muhalefet etmesine müsade ediyorsa, diğerlerine niçin yasaklıyor îzin verme yetkisinin kendisine tahsis edildiğine dair delili nedir
Eğer arkadaşın, Bakillânî´nin, Eş´arî ile olan ihtilafının, Iafzî bir ihtilaf olduğunu, öze yönelik olmadığını zannediyorsa (Nitekim, bazı mutaassıplar, Bakiîlâni ile Eş´ari´nin, devamlı olarak ittifak içinde olduklarını zannederek, kendilerini zorlamak suretiyle bu iddiada bulunmuşlar, Allah´ın sıfatlarının, zatının aynı veya gayri olduğu hususunda ihtilafın, basit bir ihtilaf olduğunu, üzerinde durulması gerekmediğini iddia etmişlerdir.) niçin Allah´ın sıfatları olmadığını söyleyen Mutezilîlere karşı bu derece sert davranıyor Halbuki Mutezililer, Allah´ın âlim olduğunu, ilmiyle bütün malumatları kuşattığını ve bütün mümkinata kadir olduğunu söylerler. Mutezililer, Eş´arî´ye sadece şu hususlarda muhalefet ederler. Meselâ; İlim ve kudret, Allah´ın zatı mıdır, yoksa zatına ilâve olarak birer sıfat mıdır
Mutezililerin ihtilafı ile, Bakillâni´nin ihtilafı arasında ne fark vardır »
Bu risaleden anlıyoruz ki, Gazali, itikadı meselelere, taklitten uzak, objektif bir bakışla bakıyordu. Herhangi bir imamı taklit etmiyor ve itikatta kabul edilen mezheplerden herhangi birine tâbi olmuyordu. Hernekadar vardığı sonuçlar, Eş´ari´nin vardığı sonuçlara yakın olsa da…
Gazaîî´den sonra da birçok âlimler geldiler. Eş´arî mezhebinin vardığı sonuçları kabul ettiler. Ve bu mezhebin delillerini çoğalttılar. Bunlar da, Eş´ari´nin, neticeye varmak için kullandığı mukaddimelere bağlı kalmayı tavsiye etmediler, sadece varılan neticelere bağlı kaldılar. Bu âlimlerden bazıları:
a) Hicrî 701, M. 1282 de vefat eden «Beyzavî» diye tanınan ´Abdullah b. Ömer´dir. Bu zat, münazara ilminde çok usta, takva sahibi bir imam, Şafiî mezhebinde derin bir fıkıhçıydı. Bu zatın, kelâm ilminde «Kitab el-Tevalih» adlı bir eseri mevcuttur.
b) Hicrî 816, M. 1413 tarihinde vefat eden Esseyyid Şerif el-Cürcani´dir. Bu zat, Hanefî mezhebinin fakihlerinden biridir. Aklî ilimlere âşinâ idi. Bu hususta birçok kitaplar yazmış ve insanlar, bunlardan istifade etmiştir.
Bu zatlardan daha önce ve daha sonra birçok dâhi âlimler gelmiş, aklî ve naklî ilimleri tahsil etmişlerdir. Bunların ileri sürdükleri deliller, Mutezile ve diğerlerine verdikleri cevaplar kaydedilmiş bulunmaktadır. Bu kayıtların sicili, zamanımıza kadar okutulan imvi kelâmdır.[30]
Eş´arî İle Cübbai´nin Tartışması
Eş´ariler hakkındaki sözlerimizi, Ebul Hasan el-Eş´arî ile, Mutezileden olan hocası Ebu Ali el-Cübbaî´nin arasında geçen ve elimizde bulunan şu münazara ile bitirelim. Tartışmanın konusu, Allah Tealâ´nın, en iyi olanı yapmasının, O´na vacip olup olmadığı meselesi idi.
Eş´arî Şu üç kişi hakkında ne dersin, bunların biri mümin, diğeri kâfir, üçüncüsü ise çocuktur.
Cübbai Mümin cennetin yüksek derecelerine erenlerden, kâfir ise, cehennemin alçak derecelerine düşeceklerden, çocuk ise kendisini kurtaranlardandır.
Eş´arî Şayet çocuk, yüksek derecede olanların mertebesine ulaşmak isterse (yani çocukken öldüğü halde) bu, onun için mümkün müdür
Cübbaî Hayır, çünkü ona denilir ki «Mümin bu derecelere, yaptığı amellerle ulaştı. Senin ise, bu gibi amellerin yoktur.
Eş´arî Çocuk, kusur benim değildir. Eğer beni yaşatsaydın, mümin gibi iyi ameller işlerdim.» derse
Cübbai Allah; «Biliyordum ki, yaşasaydm günah işleyecektin ve cezaya çarptırılacaktın. Senin menfaatini gözettim ve seni, mükellef olma yaşma ulaşmadan önce vefat ettirdim.» der.
Eş´ari Şayet kâfir, derse ki, çocuğun durumu gibi, benim durumumu da biliyordun. Onun gibi, benim de menfaatimi gözönünde bulundursaydın ya.
Bunun üzerine Cubbaî sustu ve verecek bir cevap [31]bulamadı.[32]
——————————————————————————–
[1] Kur´an-ı Kerîm Müddessir, 25
[2] Kur´an-ı Kerîm însan, 30. âyet
[3] Kur´an-ı Kerîm Secde, 13. âyet
[4] Kur´an-i Kerîm Buruç, 16. âyet
[5] Kur´an-ı Kerîm A´raf, 89. âyet
[6] İbn. Mâce Kit. Mukaddime bab. 10 Müsned İmam-ı Ahmed c. 2 sh. 86. Bu hadisi şerifin tercümesinde asıl kaynaklar göz önünde bulundurulmuştur.
[7] Araf suresi âyet, 188
[8] Nisa suresi, âyet; 116
[9] Buhari, Kitab el-Rikak, bab; 51/Müslim Kitab el-İman bab; 302 Nesaî, Kitab-el Cehennem bab; 10 – Not: Bu hadis, asıl kaynaktaki metnine göre tercüme edilmiştir.
[10] Rahman suresi âyet, 27 (11)) Sa´d suresi âyet; 75
[11] Sa d suresi ayet;75
[12] Kamer suresi âyet; 14
[13] Tâhâ suresi âyet;39
[14] Buhari Kitab el-Teheccüd bab; 14/ Müslim, Kitab; Salatül müsafirîn bab; 167/ Tirmizî Kitab el-Salat, bab; 211/Ebu Davud, Kitab el-Sünne bab; 21/Ibn-i Mace Kitab el-tkame bab; 182/Muvatta îmam Malik, Kitab el-Kur´an; bab;30
[15] Taha suresi âyet; 5
[16] Rahman suresi âyet; 27
[17] Maîde suresi âyet; 64
[18] Kamer suresi âyet; 14
[19] Nisa suresi, âyet; 166
[20] Fussilet suresi âyet; 15
[21] Saffat suresi âyet; 96
[22] Tur suresi âyet; 25
[23] A´raf suresi âyet; 178
[24] Mutaîfifin suresi âyet; 15
[25] İmam Eş´ari´ye göre, iman, artıp cksilebilir. Çünkü amel imandandır, îmam Matüridi´ye göre ise; imanın artıp eksilmesi söz konusu değildir. Çünkü iman, «kalb ile tasdiktir.» tasdikin ise eksilip artması söz konusu değildir.
[26] «Aşere-i mübeşşere» diye adlandırılan bu zatlar sonlardır; Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Talha, Hz. Zübeyr, Hz. Abdurrahman b. Avı, Hz. Sa´d b, Ebi Vakkas, Hz. Sa´d b. Zeyd ve Hz. Ebu Ubeyde b. el-Cerrab´dır.
[27] Fetih suresi âyet;10
[28] EI-Fisal C. 3, sh. 22
[29] İslamda Siyasî Ve İtikadî Mezhepler Tarihî Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 1/197-209.
[30] İslamda Siyasî Ve İtikadî Mezhepler Tarihî Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 1/210-213.
[31] Haşiyetül Kestelî, Ala şerhil Akaid sh. 16.
[32] İslamda Siyasî Ve İtikadî Mezhepler Tarihî Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 1/213-214.