Yemin Bölümü
(Sekiz fasıldır.)
BİRİNCİ FASIL
YEMİN KELİMESİ VE KENDİSİYLE YEMİN EDİLENLER
İKİNCİ FASIL
KENDİSİYLE YEMİN EDİLMESİ YASAK OLANLAR
ÜÇÜNCÜ FASIL
YALAN YEMİN
DÖRDÜNCÜ FASIL
YEMİN ETME YERİ
BEŞİNCİ FASIL
YEMİNDE İSTİSNA
ALTINCI FASIL
YEMİNİ BOZMAK
YEDİNCİ FASIL
MÜTEFERRİK HADİSLER
NİYET
LAGV
TEVRİYE
İHLAS
LİCAC
SEKİZİNCİ FASIL
KEFFARET-İ YEMİN
UMUMİ AÇIKLAMA
Dilimizdeki andın karşılığı olan yemin kelimesi Arapça´da, lügat olarak el manasına gelir. El (yemin) kelimesinin and manasına kullanılması, yeminleşme sırasında ellerinden tutuşma âdetlerinden ileri gelmiştir. Bize de geçen bu âdete, bilhassa alışveriş akdi sonuçlandırılırken halen başvurulur. Arap dilcileri şu tahmini de ileri sürerler. “Sağ elin şe´ni, bir şeyi korumaktır, and´a yemin denmiştir. Zira üzerine yemin edilen şey korunmuştur; elle olan telebbüsü sebebiyle üzerine yemin edilen şeye de yemin denmiştir.” Yemin kelimesinin cem´i eymen veya eyman´dır.
Kelime şer´an, Allah´ın isim veya sıfatını zikrederek bir şeyi te´kid etmek manasına gelir. Yani bir şey yapmak veya yapmamak hususunda beyan edilen azme veya iddiaya kuvvet vermek, muhatabı ikna etmek maksadıyla Allah Teala´ya kasem veya talak veya itlak gibi bir şeye talik suretiyle yapılan bir akittir. Mesela “vallahi filan işi yaptım” veya “yapmadım” cümlesi kasem suretiyle yapılan bir yemin olduğu gibi “falan işi yaparsam kölem azad olsun” veya “hanımım boş olsun” şeklinde yapılan bir yemin de talik suretiyle yapılan bir yemin olur. Dilimizde and diye de ifade ederiz. Ancak yemin ve kasem kelimeleri de en az and kelimesi kadar, hatta ondan daha çok kullanılmaktadır. Hemen belirtelim ki nezir (adak) de bir nevi yemindir. Kitabımız nezir ve yemini ayrı ayrı ele aldı ise de, hadis kitaplarımızda, aralarındaki yakınlık sebebiyle, çoğu kere “Kitabu´l-Eyman ve´n-Nüzûr” adını taşıyan bölümlerle beraber mütalaa edilir.
Beşerî münasebetlerde akitlerin bir parçası, birkısım davâlarda iddianın sübut veya nefyi için delil olarak şahidin ifade ve yeminine başvurulduğu için, dinimiz yemin bahsine hususi bir ehemmiyet atfetmitşir. Ayet ve hadislerde yeminle ilgili beyanlara, açıklamalara yer verilmiştir. Kur´an-ı Kerim´deki ilgili ayeti de orada zikrettik (5727. hadis), burada tekrar etmeyeceğiz.
Mevzuya giren şu kelimeleri bilmemizde fayda var: Berr yemini tutmaktır, Bârr yeminini tutana denir. Hânis yeminini tutmayan, bozan kimseye denir, hânis günahkârdır, yemin keffareti ve tevbe ile günahından kurtulmaya çalışır. [1]
BİRİNCİ FASIL
YEMİN KELİMESİ VE KENDİSİYLE YEMİN EDİLENLER
ـ5811 ـ1ـ عن ابن عبّاس رَضِيَ اللّهُ عَنهما: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ # لِرَجُلٍ حَلَّفَهُ: احْلِفْ بِاللّهِ الّذِي َ إلهَ إَّ هُوَ مَالَهُ عِنْدَكَ شَيْءٌ، يَعْنِي لِلْمُدَّعِي[. أخرجه أبو داود .
1. (5811)- İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) yemin teklif ettiği bir kimseye şöyle söyledi:
“Haydi! Kendinden başka ilah olmayan Allah´a kasem ederek o kimsenin yani iddia sahibinin sende hiçbir şeyi olmadığına yemin et!” [Ebu Davud, Akdiye 24, (3620).][2]
AÇIKLAMA:
İslam´da ihtilaflı davalarda, ispatlayıcı delil getirme işi, iddia sahibine (Müddei) düşer, davalı dediğimiz müddea aleyhe de yemin düşer. Sadedinde olduğumuz hadiste, Resulullah davalının nasıl yemin etmesi gerektiğini belirtmektedir. İslam yemin meselesini işlerken, muteber olan ve olmayan yeminlere de yer verir. Normal olarak yemin, Allah´ın ad ve sıfatlarıyla yapılır. Şeref, namus vs. üzerine yapılan yeminler, yemin değildir.[3]
ـ5812 ـ2ـ وعن ابن عمر رَضِيَ اللّهُ عَنهما قال: ]أكْثَرُ مَا كَانَ يَحْلِفُ رَسُولُ اللّهِ #: َ، وَمُقَلِّبَ القُلُوبِ[. أخرجه الخمسة إ مسلماً .
2. (5812)- İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın yaptığı yeminlerin çoğu şöyleydi: “Kalpleri çeviren Zat´a yemin olsun, hayır!” [Buharî, Eyman 3, Kader 14, Tevhid 11; Muvatta, Nuzur 14; Ebu Davud, Eyman 16, (3263); Tirmizî, Nüzûr 12, (1540); Nesâî, Eyman 2, (7, 2, 3).] [4]
ـ5813 ـ3ـ وعن أبى سعيد رَضِيَ اللّهُ عَنه قال: ]كَانَ رَسُولُ اللّهِ # إذَا اجْتَهَدَ في الْيَمِينِ قال: َ، وَالّذِى نَفْسُ أبِى الْقَاسِمِ بِيَدِهِ[. أخرجه أبو داود .
3. (5813)- Ebu Said (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) yeminde mübalağa edince: “Hayır! Ebu´l-Kasım´ın nefsini elinde tutan Zat-ı Zülcelal´e yemin olsun ki…” derdi.” [Ebu Davud, Eyman 12, (3264); İbnu Mace, Kefarat 1, (2090).][5]
ـ5814 ـ4ـ وعن أبي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنه قال: ]كَانَتْ يَمِينُ رَسُولِ اللّهِ # إذَا حَلَفَ: َ، َوأسْتَغْفِرُ اللّهَ[. أخرجه أبو داود .
4. (5814)- Hz. Ebu Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Yemin ettiği zaman Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın yemini: “Hayır! Allah´a istiğfar ederim ki…” şeklindeydi.” [Ebu Davud, Eyman 12, (3265).][6]
ـ5815 ـ5ـ وعن قتيلة بنت صيفي امرأة من جهينة رَضِيَ اللّهُ عَنها قالت: ]أتَى يَهُودِيٌّ لِرَسُولِ اللّهِ #، فَقَالَ: إنَّكُمْ تُنَدِّدوُنَ وَإنَّكُمْ تُشْرِكُونَ، وَتَقُولُونَ: مَا شَاءَ اللّهُ وَشِئْتُ، وَتَقُولُونَ: وَالْكَعْبَةِ. فأمَرَهُمْ رَسُولُ اللّهِ # إذَا أرَادُوا أنْ يَحْلِفُوا أنْ يَقُولُوا: وَرَبَّ الْكَعْبَةِ؛ وَيَقُولُ أحَدُهُمْ: مَاشَاءَ اللّهُ ثُمَّ شِئْتُ[. أخرجه النسائي .
5. (5815)- Katîle Bintu Sayfî -ki Cüheyne´den bir kadındır- (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a bir Yahudi uğradı ve:
“Siz Müslümanlar Allah´a benzerler koşuyor ve şirke düşüyorsunuz ve diyorsunuz ki: “Allah istedi ben de istedim.” Yine diyorsunuz ki: “Ka´ be´ye yemin olsun!”
Bunun üzerine Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Ashab´a, yemin etmek istedikleri zaman “Ka´be´nin Rabbına kasem olsun!” demelerine ve: “Allah istedi sonra da ben istedim” demelerini emretti.” [Nesaî, Eyman 9, (7, 6).][7]
AÇIKLAMA:
Yemin, şanı yüce olan şeyler üzerine yapılır. Bu sebeple öncelikle dinen mukaddes olan şeyler üzerine yemin tecviz edilmiştir. Allah´ın zat ve sıfatları gibi. Cahiliye devrinde birkısım putlar üzerine de yemin edilirdi. Resulullah bunları yasaklamıştır.
Yukarıda, Resulullah´ın umumiyetle yaptığı yemin şekilleri görülmektedir. Bu örnekler bize, Aleyhissalâtu vesselâm´ın farklı şekillerde yemin etmiş olduğunu göstermektedir.
5814 numaralı Ebu Hureyre hadisinde “Allah´a istiğfarım olsun, hayır!” şeklindeki ifade, yeminden ziyade, yemine benzeyen bir tabirin yemin makamında kullanılmasıdır. Manası: “İş, söylediğimin hilafına olursa Allah´a istiğfar ederim” demektir. Görüldüğü üzere bu yemin değildir, ancak sözü te´kid maksadıyla yemin makamında söylenmiş bir sözdür. Aliyyu´l-Kâri, َ وَاَسْتَغْفِرُ اللّهَ ifadesindeki vavın atıf vavı olabileceğinden hareketle mahzuf bir matuf aleyh olması gerekir der ve şöyle bir manaya tevcihini uygun bulur: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) mübalağalı şekilde yemin ederek (Hayır!) kelamını kullanınca “Ve estağfirullah (Allah´a istiğfar ederim)” derdi. Yani bu, “Benden vaki ve sadır olup Allah´ın bildiği şeylere karşı Allah´a istiğfar ederim” demektir. Zira, her ne kadar bunda muaheze yoksa da, ebrarın hasenatı mukarrebinin seyyiatıdır.” [8]
İKİNCİ FASIL
KENDİSİYLE YEMİN EDİLMESİ YASAK OLANLAR
ـ5816 ـ1ـ عن ابن عمر رَضِيَ اللّهُ عَنهما قال: ]سَمِعَ رَسُولُ اللّهِ # عُمَرَ رَضِيَ اللّهُ عَنه يَحْلِفُ بِأبِيهِ، فقَالَ: إنَّ اللّهَ يَنْهَاكُمْ أنْ تَحْلِفُوا بِآبآئِكُمْ، فَمَنْ كَانَ حَالِفاً فَلْيَحْلِفْ بِاللّهِ أوْ لِيَصْمُتْ[. أخرجه الستة .
1. (5816)- İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), Hz. Ömer (radıyallahu anh)´in, babasını zikrederek yemin ettiğini işitmişti:
“Allah Teala hazretleri, sizleri babanızı zikrederek yemin etmekten nehyetti. Öyleyse kim yemin edecekse Allah´a yemin etsin veya sussun” buyurdu.” [Buhari, Eyman 4; Müslim, Eyman 1, (1646); Ebu Davud, Eyman 5, (3250); Tirmizî, Eyman 8, (1534); Nesâî, Eyman 5, (7, 4, 5).][9]
AÇIKLAMA:
1- Hadis, yemin sırasında uyulması gereken en mühim edeblerden birini tesbit etmektedir: Yemin Allah´ın adıyla yapılmalıdır. Allah´a kasem olsun denmelidir. Babama kasem olsun şeklinde baba zikredilerek yemin yasaklanmış olmaktadır. Hadisin bir başka veçhi şöyledir: “Babalarınız, analarınız veya putlarla yemin etmeyin, sadece Allah´ın adıyla yemin edin.”
Şarihler, hadisi açıklarken Kureyş´in, cahiliye devrinde, babalarını zikrederek yemin ettiklerini, bunun onlar arasında yaygın bir âdet olduğunu belirtirler. Rivayetler Hz. Ömer´in de “Babama kasem olsun, babama kasem olsun” diye yemin etmiş bulunduğunu tasrih ederler. İbnu Ebi Şeybe´nin kaydında Hz. Ömer kendisi anlatır: “Bir grupla konuşuyorduk. Bir ara “Hayır! Babama kasem olsun!…” demiştim. Arkamdan birisi: “Babanızın adına kasem etmeyin!” dedi. Geriye dönüp bakınca, o kimsenin Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) olduğunu gördüm. Şöyle diyordu: “Biriniz Hz. İsa´nın adıyla kasemde bulunsa helak olur. Kaldı ki Hz. İsa babalarınızdan daha hayırlıdır.”
Tirmizî´nin İbnu Ömer´den kaydettiği bir rivayette İbnu Ömer bir adamın: “Hayır! Ka´be´ye yemin olsun!” diye yemin ettiğini işitir ve: “Allah´tan başka bir şeyi zikrederek kasem etmeyin. Zira ben, Aleyhissalâtu vesselâm´ın: “Allah´tan başkasını zikrederek yemin eden kimse küfretmiş veya şirk koşmuş olur” dediğini işittim” der.
Hemen belirtelim ki, buradaki “küfür ve şirk”le tehdid, zecrde mübalağa içindir. Mamafih Allah´tan başka şeyle yemin etmenin haram olduğuna hükmedenler bu hadisi esas almıştır.
2- Bu yasağın sebebini alimler şöyle açıklamıştır: “Allah´tan başka şeyle yemin yasağındaki sır şudur: Bir şeyle kasem, ona tazimi gerektirir. Hakikat-ı halde azamet (büyüklük) sadece Allah´a mahsustur.” Kur´an-ı Kerim´de Cenab-ı Hak tin (incir), zeytin, sema, Tur, duha (kuşluk vakti) gibi bazı mahlukata yemin etmektedir. Alimler bunu iki yoruma tabi tutarlar:
1) Onların ehemmiyetine, şerefine dikkat çekmek, o hususta düşünmeye, araştırmaya sevketmek.
2) Bu yeminlerde mahzuf bir kelime vardır, takdiri şöyledir: Tinin Rabbine kasem olsun, kuşluk vaktinin Rabbine kasem olsun!”.. gibi.
3- Hadisin zahiri her ne kadar, yeminin sadece Allah´la yapılacağını ifade ediyor ise de, fukaha, yeminin Allah´la zatı ile, yüce sıfatlarıyla da olabileceğinde ittifak etmiştir. Bir kimse “yeminim olsun” derse, ashab-ı rey ve fakihler bunu yemin kabul eder, gereğini tutmazsa hânis olur, kefaret gerekir. “Şu işi yaparsam kâfir olayım, Hıristiyan olayım gibi sözlerin yemin sayılıp sayılmayacağı ihtilaflı ise de “yemin kastetmişse yemindir, hânis olursa yemin kefareti gerekir” denmiştir.
“Allah canımı alsın”, “helak olayım” gibi kendisine beddua sayılan sözlerle yemin eden kimsenin bu sözü yemin olur mu olmaz mı ihtilaf edilmiştir. Hanefilere göre yemin değildir. Bazı alimler hânis olursa bir kefaret gerekir demiştir. Rivayetlerde gelen Resulullah´ın “Babası hakkı için kurtuldu” sözünün yemin kastı olmaksızın, lisan-ı nebeviden çıkan bir cümle olduğu kabul edilmiş, bununla ihticac edilemeyeceği belirtilmiştir.
4- Yasağın hükmüne gelince, bu meselede ulema ihtilaf etmiştir.
* Malikîler, tahrim mi kerahet mi hususunda iki görüş ileri sürmüş ise de meşhur olan “kerahet”dir.
* Hanbelîler de ihtilaf eder, ancak meşhur olan “tahrim”dir.
* Zahirîler de “haram” demiştir.
* Şafiîler de bu meselede ihtilaf etmiştir. İmam Şafii: “Allah´tan başka bir şeyle yeminin masiyet olacağından korkarım” diyerek tereddüd izhar etmiştir. Ancak Şafiî´nin ashabının cumhuru buradaki kerahetin tenzihî olduğunda hemfikirdir. İmamu´l-Harameyn: “Şafii mezhebi bunun mekruh olduğuna kesin hükmeder” der. Bazıları şu tafsile yer verir: “Yemin eden kimse, yemin ettiği şeyin Allah hakkında inandığı şekilde tazime değdiği itikadıyla hareket etmişse, bu şekilde yapılan yemin haramdır, böylesi bir itikad küfür olur. Sadedinde olduğumuz hadisin zahiri bu inançla yapılan yemini kasteder. Ama, böyle bir tazim inancına yer vermeden Allah dışında bir şeyle yapılan yemin küfre nisbet edilmez, ancak yemini de yemin değildir. Maverdî der ki: “Hiç kimseye, bir başkasına Allah´tan başka bir şeyle yemin teklif etmesi caiz olmaz, talakla, azadlıkla, nezirle teklif caiz olmadığı gibi. Eğer hakim bunlardan biriyle yemin teklif edecek olursa cehli sebebiyle derhal azli gerekir.”
Nevevî der ki: “Allah´ın isim ve sıfatları dışında bir şeyle yemin etmek mekruhtur. Bu Resulullah ile olmuş, Ka´be, melekler, emanet, hayat, ruh vs. ile olmuş farketmez, hepsi de mekruhtur. Kerahetçe en şiddetlisi emanet ile yapılan yemindir.”[10]
ـ5817 ـ2ـ وعن بريدة رَضِيَ اللّهُ عَنه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: مَنْ حَلَفَ بِا‘مَانَةِ فَلَيْسَ مِنَّا[. أخرجه أبو داود .
2. (5817)- Büreyde (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Kim emanetle yemin ederse bizden değildir!” [Ebu Davud, Eyman 6, (3253).][11]
AÇIKLAMA:
1- Emanet, Kur´an´da geçen bir kelime olup onunla farz olan oruç, hacc, namaz gibi ibadetler, vedia (emanet), nakit, eman gibi şeyler kastedilir. Öyle ise, Allah´ın isim ve sıfatlarıyla yemin etmek emredilince, Allah´ın emirlerinden biri olan emanetle yemin etmek o emre aykırı bir davranıştır. Allah´ın sıfatları ile emirlerini eşit kılmak gibi yanlış bir davranış olur. Nitekim, diğer mahlukatla yemin de yasaklanmıştır.
“Bizden değildir” ifadesini alimler “müttakilerden değildir”, “bizim sünnetimiz üzere (üsve) gidenlerden değildir”, “Müslüman büyükleri zümresinden değildir” diye yorumlamışlardır. Her şeye rağmen, İmam Şafii, “Allah´ın emaneti üzerime olsun şu işi yapacağım” cümlesini, yemin kasdıyla söyleyen bir kimsenin bu sözünü yemin kabul eder ve hânis olduğu takdirde kefareti vacib kılar. Yemin kastetmeden söylerse yemin olmaz. Malikîlerden Eşheb merhum: “Emanetle mahluk da kastedilir, Allah´ın zatının sıfatı da kastedilebilir, ikincisi kastedilince ağızdan çıkan söz yemin olur, birinci kastedilirse yemin olmaz” der. İmam Âzam´a göre de bir kimse: “Allah´ın emanetine yemin olsun!” derse bu sözü yemin sayılır. Şafii, kasıt olmazsa yemin saymaz.[12]
ـ5818 ـ3ـ وعن إبراهيم، يعنى النخعى قال: ]كَانُوا يَنْهَوْنَا، وَنَحْنُ غِلْمَانٌ، أنْ نَحْلِفَ بِالشَّهَادَةِ وَالْعَهْدِ[. أخرجه البخاري في ترجمة .
3. (5818)- İbrahim Nehaî merhum anlatıyor: “Biz çocukken, (büyüklerimiz) bizi şehadet ve ahd ile yemin etmekten menederlerdi.” [Buharî, Eyman 10.][13]
AÇIKLAMA:
1- İslam uleması “eşhedu billahi”, “şehidtu billahi” şeklinde sarfedilen sözün yemin sayılıp sayılmayacağı hususunda ihtilaf etmiştir. Hanefîler ve Hanbelîler bunun yemin olacağını kabul ederler. Nehaî ve Sevrî de bu görüştedir. Şafiîler “yemin kasdıyla olursa” şartını koşarak “yemin olur” demiştir. Şafii´ye göre eşhedü (şehadet ederim) sözüyle yemini değil, Allah´ın emrini, vahdaniyetini kastetmiş olabilir. Bazı alimler sadece “eşhedü (şehadet ederim)” demenin yemin olmayacağını, “eşhedu billahi” derse yemin olacağını söylemiştir.
Hanbelîlerin racih görüşüne göre sadece eşhedu kelimesi de yemindir. Evzaî ve Rebia´nın kavli de budur.
2- Şehadet ve ahd ile yeminden maksad “eşhedu billahi” veya “aleyye ahdullahi (Allah´ın ahdi üzerime olsun)” diyerek yemin etmektir.
Buhârî´nin Kitabu´ş-Şehadat´da kaydettiği veçhinde İbrahim Nehaî: “(Büyüklerimiz), şehadat ve ahdimiz sebebiyle bizi döverlerdi” diyerek gereksiz yerlerde yemin etmeye dillerinin alışmamasına hususi gayret gösterdiklerini belirtir. Muhtelif hadislerde, ciddi bir gerek yokken yemin etmek, taleb edilmeden şehadette bulunmak yasaklanmıştır. [14]
ـ5819 ـ4ـ وعن بريدة رَضِيَ اللّهُ عَنه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: مَنْ حَلَفَ فَقَالَ: إنِّي بَرِئٌ مِنَ ا“سَْمِ، فَإنْ كَانَ كَاذِباً فَهُوَ كَمَا قَالَ. وَإنْ كَانَ صَادِقاً فَلَنْ يَرْجِعَ إلى ا“سَْمِ سَالِماً[. أخرجه أبو داود والنسائي .
4. (5819)- Büreyde (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Kim yemin eder ve “…İslam´dan berî olayım!” derse, eğer sözünde yalancı ise, dediği gibi olur, yalancı değil de gerçeği söylemişse İslam´a salim olarak dönemeyecektir.” [Ebu Davud, Eyman 9, (3258); Nesâî, Eyman 8, (7, 6).][15]
AÇIKLAMA:
Burada Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) yeminde başvurulmaması gereken bir ibareye dikkat çekmektedir. Kişinin: “Şu işi yaparsam -veya yapmazsam- İslam´dan berî olayım” şeklindeki yemini münasib bir yemin değildir. “Eğer sözünde yalancı ise, yalan olduğunu bile bile böyle bir söz sarfederse söylediği gibi olur” buyuruyor Resulullah ki, bu, o kimse hakkında pek ciddi bir kayıptır. Alimler: “Şunu yaparsam kâfir olayım” veya buna benzer bir sözle yemin eden kimse o şeyi yapacak olursa bu kimse kâfir olmuş mudur diye münakaşa etmiştir:
* İbnu Abbas, Ebu Hureyre (radıyallahu anhüm), Atâ, Katâde ve cumhur-u fukaha: “Böyle bir kimseye yemin kefareti yoktur, kâfir de olmaz” derler. Ancak bunu kalbine yerleştirirse o zaman kâfir olur.
* Evzaî, Sevrî, Hanefîler, Ahmed, İshak: “Bu yemindir, üzerine kefaret terettüp eder” demişlerdir.
Her halukârda bu durumdaki bir kimseye tevbe gerekir. Kefaret gerekmez diyenler, işlenen cinayetin, yeminde hânis olmaktan öte bir günah olduğunu kastederler. Buna da tevbe kefaret olur, tabii ki Allah affederse. Allah, böylesi vartalardan mü´minleri muhafaza buyursun. [16]
ÜÇÜNCÜ FASIL
YALAN YEMİN
ـ5820 ـ1ـ عن عمران بن حصين رَضِيَ اللّهُ عَنهما قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: مَنْ حَلَفَ عَلى يَمِينٍ مصْبُورَةٍ كَاذِباً فَلَيَتَبَوَّأْ بِوَجْهِهِ مَقْعَدَهُ مِنَ النَّارِ[. أخرجه أبو داود.»اليمينُ المصبورةُ« هي الزمة لصاحبها من جهة الحكم .
1. (5820)- İmran İbnu Husayn (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Kim, (mahkeme gereği, yapması icabeden) bir yeminde yalan yere yemin ederse bu yemini sebbebiyle cehennemdeki yerini hazırlamış olur.” [Ebu Davud, Eyman 1, (3242).][17]
AÇIKLAMA:
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) burada rastgele bir yeminden değil, mahkemede bir hakkı tesbit veya nefyedecek bir davadaki yeminden söz etmektedir. İşte bir hak davasında karara müessir olacak yalan bir yemin, büyük bir mesuliyet sebebidir. O yalan yemini sebebiyle kişi, cehennemdeki yerini hazırlamaktadır. Hadiste sebebiyle diye tercüme ettiğimiz بِوَجْهِهِ tabirinden “yüzünün üstüne” manası da çıkmaktadır. Bu durumda manayı: “Yalancı, yüzünün üstüne yıkılmış olarak kalacağı cehennemdeki yerini hazırlar” şeklinde anlayabiliriz.
Hadiste geçen yemin-i masbure “hapsedilen yemin” demektir. Halbuki hapsedilen yemin değil, şahıstır. Şu halde esas maksad hapsedilen kişinin yapacağı yeminde yalan söylemeyi zikretmektir. İslamî muhakeme usulünde ispatlayıcı delil getirme işi dava sahibine aittir. Davalı da yemin eder. Öyleyse hadis “hapse girdiği bir dava sebebiyle yalan yere yemin ederek hakkında yapılan iddiayı çürütürse” demek istiyor. Biz, metnin tercümesinde kelimelere değil, manaya uygun bir meal verdik.
Begavî, Şerhu´s-Sünne´de: “Hadiste, kim bir başkasının elindeki aynı (malı) iddia eder veya o kimsede alacağı olduğunu dava eder, adam da bunu inkar ederse, söz, yemin ettiği takdirde davalıya ait olduğuna, beyyine (ispatlayıcı delil) getirmek de davacıya ait olduğuna delil vardır” der.[18]
ـ5821 ـ2ـ وعن ابن مسعودٍ رَضِيَ اللّهُ عَنه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهُ #: مَنْ حَلَفَ عَلى مَالِ امْرِءٍ مُسْلِمٍ بِغَيْرِ حَقِّهِ لَقِىَ اللّهَ تَعَالَى وَهُوَ عَلَيْهِ غَضْبَانُ، ثُمَّ قَرَأ عَلَيْنَا رَسُولُ اللّهِ # مِصْدَاقَهُ مِنْ كِتَابِ اللّهِ تَعَالَى: إنَّ الّذِىنَ يَشْتَرُونَ بِعَهْدِ اللّهِ وَأيْمَانِهِمْ ثَمَناً قَلِيً إلى آخِرِ اŒيةَ[. أخرجه الخمسة إ النسائي .
2. (5821)- İbnu Mes´ud (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah: “Kim Müslüman bir kimsenin malı hakkında yalan yere yemin ederse, (Kıyamet günü) Allah´la karşılaştığında O´nu kendisine karşı gadablanmış bulur!” buyurdular. Sonra Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), bu sözlerini tasdik eden ayetleri Allah Teala´nın kitabından okudular: “(Ahirzaman peygamberine iman hususunda) Allah´a verdikleri ahdi ve ettikleri yemini, az bir dünya malı karşılığında değiştirenlere gelince, onların ahirette hiçbir nasibi yoktur. Kıyamet gününde Allah onlara ne bir hitapta bulunur, ne rahmetiyle nazar eder ve ne de onları temize çıkarır. Onların hakkı pek acı bir azabtır” (Al-i İmran 77). [Buharî, Eyman 17; Müslim, İman 234, (138); Ebu Davud, Eyman 2, (3243); Tirmizî, Tefsir, Al-i İmran, (2999).][19]
ـ5822 ـ3ـ وعن إياس بن ثعلبة الحارثي رَضِيَ اللّهُ عَنه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: مَنِ اقتَطَعَ حَقَّ امْرِئٍ مُسْلِمٍ بِيَمِينِهِ فَقَدْ أوْجَبَ لَهُ النَّارَ، وَحَرَّمَ اللّهُ تَعالى عَلَيْهِ الْجَنَّةِ. قَالُوا: وَلَوْ شَيْئاً يَسِيراً يَا رَسُولَ اللّهِ؟ قَالَ: وَلَوْ كَانَ قَضِيباً مِنْ أرَاكٍ[. أخرجه مسلم ومالك والنسائي .
3. (5822)- İyas İbnu Sa´lebe el-Hârisî (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Kim Müslüman bir kimsenin hakkını, yemini ile ele geçirirse artık onun için cehennem vacib olmuştur. Allah Teala ona cenneti de mutlaka haram kılmıştır.”
“Ey Allah´ın Resulü! Az bir şey olsa da mı ” diye sormuşlardı.
“Misvak ağacından bir çubuk bile olsa!” cevabını verdi.” [Müslim, İman, 218, (137); Muvatta, Akdiye 11, ( 2, 727); Nesâî, Kada 29, (8, 246).][20]
AÇIKLAMA:
Yemin vasıtasıyla bir Müslüman kardeşinin malını ele geçiren kimsenin cehennemlik olması iki suretledir:
* Ya bu haramı helal addederek küfre düşmüş ve ebedî cehennem hayatını kazanmıştır.
* Ya da, bu haramı işlemenin günahı sebebiyle cezasını çekmek üzere muvakkaten cehenneme girmiştir. Böylece cennete ilk girenler arasında yer almaz.[21]
DÖRDÜNCÜ FASIL
YEMİNİN YERİ
ـ5823 ـ1ـ عن جابر رَضِيَ اللّهُ عَنه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: َ يَحْلِفُ أحَدٌ عِنْدَ مَنْبَرِي هذَا عَلى يَمِينِ آثِمَةٍ، وَلَوْ عَلى سِوَاكٍ أخْضَرَ، إَّ تَبَوَّأَ مَقْعَدَهُ مِنَ النَّارِ[. أخرجه مالك وأبو داود، وهذا لفظه .
1. (5823)- Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Şu minberimin yanında kim günaha sebep olan bir yemin ederse, hatta bu, yeşil bir misvak çubuğu için dahi olsa, mutlaka cehennemdeki yerini hazırlamış olur.” [Muvatta, Akdiye 10, (2, 727); Ebu Davud, Eyman 3, (3246); İbnu Mace, Ahkam 9, (2325).][22]
AÇIKLAMA:
Bu hadis, minber-i şerifin hürmetini yüceltmektedir. Zira minberin yanındaki yemin ayrı bir ehemmiyet taşımaktadır.
* Günaha sebep olan diye ifade ettiğimiz yemin-i âsimeyi şarihler yalan yemin diye açıklarlar. Aslında âsime vasfı yeminin değil, o yemini yapanın vasfı olması gerekir. Mecaz-ı mürsel nevinden yemine vasıf yapılmıştır.
* Yeşil misvak tabiriyle ehemmiyeti ve değeri son derece düşük olan şey kastedilmiştir. Çünkü o, parayla satılmayacak kadar bol bulunan bir nesnedir.
* Alimler: “Hadis, minber-i Nebi´nin yanında yalan yere yemin eden kimsenin günahının büyüklüğüne delildir” derler. Keza, bu hadisle istidlal eden bazı alimler: “Harem, Aleyhissalâtu vesselâm´ın minberi ve mescidi gibi muayyen yerlerde yemin eden kimseye karşı sert davranmak caizdir” demiştir. İbnu Hacer, cumhurun bu görüşte olduğunu kaydeder. Hanefîler ise, böylelerine sert davranmanın caiz olmadığını söylemişlerdir.
Sahabelerin bazısının, ihtilaflı durumlarda hasımlarından rükünmakam arasında ve Resulullah´ın minberi üzerinde yemin etmeye çağırdıkları, bazılarının da bu çeşit davete icabet etmediği, sahabelerden bazılarının da Kur´an üzerine yemin etmeye çağırdıkları rivayetlerde gelmiştir. [23]
BEŞİNCİ FASIL
YEMİNDE İSTİSNA
ـ5824 ـ1ـ عن ابن عمر رَضِيَ اللّهُ عَنهما قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: مَنْ حَلَفَ عَلى يَمِينٍ فَقَالَ: إنْ شَاءَ اللّهُ، فَقَدِ اسْتَثْنَى، فَإنْ شَاءَ رَجَعَ، وَإنْ شَاءَ تَرَكَ مِنْ غَيْرِ حِنْثٍ[. أخرجه ا‘ربعة .
1. (5824)- İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Kim yemin eder ve “inşaallah” derse istisna yapmış olur. Dilerse rücu eder, dilerse hânis olması mevzubahis olmadan terkeder.” [Muvatta, Eyman 10, (2, 477); Ebu Davud, Eyman 11, (3261, 3262); Tirmizî, Eyman 7, (1531); Nesâî, Eyman 18, 39, (7, 12, 25); İbnu Mace, Kefarat 6, (2105- 2106).][24]
AÇIKLAMA:
Hadis, bir şeyi yapıp veya yapmayacağı hususunda yemin eden bir kimsenin yeminine “inşaallah” ibaresini ilave ettiği takdirde, yerine istisna getirdiğini, dolayısıyla o işi yapmadığı taktirde hânis olmayacağını, kendisine yemin kefareti gerekmeyeceğini belirtmektedir.[25]
ـ5825 ـ2ـ وعن أبي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: قَالَ سُلَيْمَانُ عَليْهِ السََّمُ: ‘طُوفَنَّ اللَّيْلَةَ عَلى تِسْعِينَ امْرَأةً كُلُّهَا تَأتِي بِفَارِسٍ مُقَاتِلٍ في سَبِيلِ اللّهِ، فَقَالَ لَهُ صَاحِبُهُ: قُلْ إنْ شَاءَ اللّهُ، فَلَمْ يَقُلْ إنْ شَاءَ اللّهُ، فَطَافَ عَلَيْهِنَّ جَمِيعاً فَلَمْ تَحْمِلْ مِنْهُنَّ إَّ امْرأةٌ وَاحِدَةٌ، فَجَاءَتْ بِشِقِّ رَجُلٍ، فَقََالَ رَسُولُ اللّهِ #: وَايْمُ الّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ لَوْ قَالَ إنْ شَاءَ اللّهُ لَجَاهَدُوا في سَبِيلِ اللّهِ فُرْسَاناً أجْمَعُونَ[. أخرجه الشيخان والنسائي.
2. (5825)- Hz. Ebu Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Süleyman aleyhisselam (bir gün):
“Bugün, kesinlikle doksan kadınıma uğrayacağım. Hepsi de Allah yolunca cihad edecek bir yiğit doğuracak!” dedi. Arkadaşı (veya melek) ona:
“İnşaallah de bari!” uyarısında bulundu. Ama Hz. Süleyman inşaallah demedi.
Söylediği gibi, o gün, bütün hanımlarına uğradı. Kadınlardan sadece biri hamile kaldı. O da yarım insan doğurdu.”
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) sözüne devamla:
“Nefsimi elinde tutan Zat´a yemin olsun! Eğer Süleyman aleyhisselam “inşaallah” demiş olsaydı hepsi de Allah yolunda atlı olarak cihad eden çocuklara sahip olacaktı” buyurdu.” [Buharî, Enbiya 40, Eyman 3; Müslim, Eyman 23, (1654); Nesâî, Eyman 39, 40, (7, 25).]
AÇIKLAMA:
1- Hz. Süleyman´ın mezkur kıssasına temas eden rivayet muhtelif vecihlerden, bazı noksan ve ziyadelerle gelmiştir. Bunlardan bir kısmını Buhârî kaydetmiştir.
* Rivayetler, Hz. Süleyman´ın hanımlarının sayısını değişik gösterir: Altmış, yetmiş, doksan, doksan dokuz, yüz. İbnu Hacer bu farklılıkları şöyle yorumlar: “Altmış kadın hür hanımlarıdır, daha fazlası cariyedir veya bilakistir. Yetmiş, mübalağa içindir. Doksan ve yüz´e gelince bu, doksandan fazla, yüzden az olduklarını ifade eder. Doksan diyen küsuru atmış olur, yüz diyen yuvarlak hesapla üste tamamlamış olur…” Vehb İbnu Münebbih´ten gelen bir rivayete göre Hz. Süleyman´ın bin adet hanımı mevcuttu. Bunlardan üç yüz tanesi mehîre (yani mehri yüksek hür kadın), yedi yüzü de cariyedir. Bunu te´yid eden ve el-Müstedrek´te kaydedilen bir rivayete göre, Hz. Süleyman´ın camdan mamul bin beyti (evi) vardır. Beytler ahşap üzerine inşa edilmiştir, içlerinde üç yüz asaletli hanımı, yedi yüz de cariyesi ikamet etmektedir.
* Hz. Süleyman aleyhisselam, hayır temennisi sadedinde her hanımından Allah yolunda cihad edecek bir evlad sahibi olacağını söylüyor. Fakat, ümidi ve arzusu çok fazla olduğu için temenni üslubunu aşarak cezmen söylüyor. Onun bu davranışında hayır kasdı, rızayı İlahî arzusu esastır, dünyevî bir düşünce mevcut değildir. Seleften bazı büyüklerimiz: “Resulullah bu hadislerinde, Allah´a tevfizden yüz çevirip temenniye yapışmanın afetine karşı uyarmaktadır” demiştir. Hz. Süleyman´ı, Resulullah´ın ifadesiyle büyük zarara uğratan, inşaallah demeyi unutmasına sebep olan şeyin, bu hal yani temenni duygusunun galebesi olduğunu da belirtirler.
* Rivayetlerde Hz. Süleyman´a inşaallah demeyi hatırlatan arkadaşı mı, melek mi ihtilaflıdır. Bazı rivayette “arkadaşı veya melek” diye şekk ifade edilmiştir. Bazı rivayetlerde de, “arkadaşı yani melek” denmiştir. Bu durum arkadaştan muradın melek olduğuna dair gelen ibarenin Resulullah´ın bir açıklaması olmayıp, sonradan ravilerce yapılan tefsirî bir derc olduğunu gösterir. Öyleyse bazı alimlerce: “Bu, yanında kitaptan bir ilim olan Asıf İbnu Berhiya adındaki zattır” şeklinde yapılan tefsirlerin, sağlam bir karineye dayanmadığını söyleyenler daha haklı gözükmektedir.
Aslında arkadaşı ile melek tabirleri arasında zıtlık yok, ancak arkadaşı daha umumi bir mana taşır. Esasen Hz. Süleyman´ın cinnî ve insî yardımcıları ve müşavirleri vardı.
* Hz. Süleyman´ın inşaallah dememesi, onun kalbinde olmadığı manasına gelmez. Bilakis, bir peygamber olarak inşaallah´ın ifade ettiği mana ve mefhumu kalbinde eksiksiz taşıyordu. Ancak, önce kalbindeki ile iktifa etti. Sonra da onu, -dendiğine göre kendisine arız olan bir sebepten dolayı- diliyle söylemeyi unuttu. Bunun cezası olarak da sakat bir çocuktan başka bir şey elde edemedi. Resulullah: “Eğer inşaallah deseydi hânis olmayacaktı” (yani sözü aynen vaki olacak, söylediği sayıda, Allah yolunda cihad edecek atlı yiğitleri olacaktı)” buyurmuştur. Bu mana rivayetlerde farklı ibarelerle ifade edilmiştir.
2- Ulema hadisten bir çok fevaid çıkarmıştır:
* Hayır işleri yapmak üzere esbabını hazırlamak fazilettir.
* Birçok mübah ve lezzetli şeyler, niyet ve kasıtla müstehab derecesine yükselir.
* İstikbale matuf olarak “şunu yapacağım” diyen kimsenin inşaallah demesi müstehabtır.
* Yemine inşaallah takmak, yeminin hükmünü kaldırır. Ulema: “İnşaallah kelimesi yemine muttasıl olursa hükmü kaldırır” demekte ittifak eder. Bununla istidlal edenler yeminle inşallah arasına girecek az miktardaki kelamın ittisali bozmayacağını söyler.
* Hadis, yeminin hükmünü kaldırmada, inşaallah lafzınının telaffuzunun şart olduğuna, niyyetin, içinden geçirmenin yetmeyeceğine delildir. Ulema bu meselede de ittifak etmiştir.
* Hadis, peygamberlerin ibadet ve ilimlerle meşguliyetlerinin çokluğuna rağmen, erkeklik ve cima yönüyle müstesna bir güç sahibi olma hususiyetini taşıdıklarını, Allah´ın onları bu meselede mümtaz kıldığını ifade eder. Nitekim bu durum, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın hayatında, inkârı kabil olmayan parlak mucizelerinden biri olarak karşımıza çıkar: Rabbine olan fazlaca ibadetlerine, ilim ve tebliğ faaliyetlerine, halka olan çeşitli meşguliyetlerine ve hatta bedenî zaafı gerektiren yiyip içmesindeki azlığa, darlığa rağmen çok cima ile mümtaz olmuştur. Bir gecede sayıları on biri bulan bütün hanımlarına tek gusülle uğradığı rivayetlerde gelmiştir. Bazı alimler bu rivayetlerden hareketle: “Allah´a karşı en ziyade takva sahibi olanların şehveti daha güçlü olur. Zira muttaki olmayan kimse, nazar ve benzeri yollarla tatmin bularak gücünü zayıflatır” demiştir.
* Zann-ı galibe dayanarak istikbalde olacak şeyden haber vermek caizdir. Çünkü Hz. Süleyman, zannına dayanarak vahye dayanmadan, cezmen ihbarda bulunmuştur. Bunu vahye dayasaydı mutlak olurdu.
* Peygamberler de sehiv yapabilirler, bu haklarında caizdir. Sehiv onların makamlarının yüceliğine halel vermez.
* Yemin sırasında Allah´ın ismini zikretmemek caizdir. Çünkü Hz. Süleyman “bugün kesinlikle doksan kadınıma uğrayacağım…” derken yemin etmiştir, fakat Allah´a kasem olsun diyerek Allah´ın ismini zikretmemiştir. Bunun yemin olduğuna delil Aleyhissalâtu vesselâm´ın, hadisin bazı veçhinde “…İnşaallah deseydi hânis olmayacaktı” sözüdür. Zira hânis, yemininde durmayana denir. Öyleyse Hz. Süleyman´ın sözünde Allah ismi mukadderdir. Öyleyse yemin için ismullahı şart görmeyenler için hadis delildir ve “yemin olsun!” “kasem olsun”, “ahdim olsun!” gibi ifadeler yemindir. Daha önce de kaydettiğimiz üzere Hanefîler bu görüştedir. Malikîler: “Niyeti yeminse” şartıyla yemin kabul ederler. Bazı Şafiîler “mutlak olarak yemin değildir” derler.
* Söylemesi çirkin olan kelamı kinaye yoluyla ifade caizdir. Nitekim rivayette Hz. Süleyman cimayı kastederek: “Kadınlarıma uğrayacağım” demiştir. [26]
ALTINCI FASIL
YEMİNİ BOZMAK
ـ5826 ـ1ـ عن أبي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: مَنْ حَلَفَ عَلى يَمِينٍ فَرَأى غَيْرَهَا خَيْراً مِنْهَا فَلْيُكَفِّرْ عَنْ يَمِينِهِ وَلْيَفْعَلِ الّذِى هُوَ خَيْرٌ مِنْهُ[. أخرجه مسلم ومالك والترمذي .
1. (5826)- Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Kim bir şey hususunda yemin eder, sonra da hilafını daha hayırlı görürse, derhal kefâret vererek yemininden vazgeçsin ve yemin ettiği husustan daha hayırlı olanı yapsın.” [Müslim, Eymân 12, (1650); Muvatta, Eymân 11, (2, 478); Tirmizî, Eymân 6, (1530).][27]
ـ5827 ـ2ـ وعن أبي موسى رَضِيَ اللّهُ عَنه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: إنِّي وَاللّهِ إنْ شَاءَ اللّهُ َ أحْلِفُ عَلى يَمِينٍ فَأرَى غَيْرَهَا خَيْراً مِنْهَا إَّ كَفَرْتُ عَنْ يَمِينِي وَأتَيْتُ الّذِي هُوَ خَيْرٌ[. أخرجه الخمسة إ الترمذي .
2. (5827)- Hz. Ebu Musa radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Ben, Allah´a yemin ederek söylüyorum: İnşaallah, herhangi bir şeye yemin edilince, yeminin aksini yapmayı daha hayırlı görecek olsam, yeminimi kefaretler, hayırlı gördüğüm şeyi yaparım.” [Buharî, Eymân 14; Müslim, Eymân 10, (1649); Ebu Dâvud, Eymân 17, (3276); Nesâî, Eymân 15, (7, 9, 10), Sayd 33, (7, 206).][28]
ـ5828 ـ3ـ وعن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنها: ]أنَّ أبَا بَكْرٍ رَضِيَ اللّهُ عَنهُ لَمْ يَكُنْ يَحْنثُ قَطُّ في يَمِينٍ حَتّى أنْزَلَ اللّهُ كَفَّارَةَ، فَقَالَ: َ أحْلِفُ على يَمِينٍ فَرَأيْتُ غَيْرَهَا خَيْراً مِنْهَا إَّ أتَيْتُ الّذِى هُوَ خَيْرٌ وَكَفَّرْتُ
عَنْ يَمِينِي[. أخرجه البخاري .
3. (5828)- Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: “Hz. Ebu Bekr radıyallahu anh, aziz ve celil olan Rabbimiz yemin kefaretini indirinceye kadar yaptığı yeminlerinde hiç hânis olmadı. Ayet inince dedi ki: “Artık, bir yemin edip, sonra aksini yapmanın daha hayırlı olduğunu görecek olsam, (yeminim yerini bulsun diye direnmem) derhal daha hayırlı gördüğüm hususu yapar, yeminim için de kefâret öderim.” [Buharî, Eymân 1.][29]
AÇIKLAMA:
1- Kaydedilen üç hadis, herhangi bir hususta “şunu yapacağım!” veya “.yapmayacağım!” diye yemin edildikten sonra, yemin edilen şeyin fayda değil zarar getireceğinin anlaşılması halinde yeminin gereğini yapmaktan vazgeçmeye teşvik etmektedir.
Fayda getirmeyecek şeyi “yemin ettim” diye yapmada ısrarın bir manası yoktur, yemin kefaretinde bulunarak zararlıdan vazgeçmek en selametli yoldur. Bu hususun, yüce kitabımız Kur´ân-ı Kerîm´de ele alınıp, ders verilmiş olması meseleye bir başka ehemmiyet kazandırmaktadır. Daha önce de kaydettiğimiz ayet meâlini yeri gelmişken bir kere daha kaydetmek isteriz: “Allah yeminlerinizde kasıtsız olarak yanılmanızdan dolayı sizi mesul tutmaz, fakat ettiğiniz yeminleri bozmanızdan dolayı sizi mesul tutar. Bozulan bir yeminin kefareti ise, kendi âilenize yedirdiğinizin orta hallisinden on fakiri doyurmak veya on fakiri giydirmek, yahut bir köle veya cariyeyi hürriyetine kavuşturmaktır. Buna imkan bulamayan, üç gün oruç tutar. Edip de bozduğunuz yeminlerin kefareti budur. Her şeye yemin etmemek, ettiğiniz yemini unutmamak ve bozmamak, bozduğunuz yeminin de kefaretini vermek suretiyle yeminlerinizi muhafaza edin. Şükredesiniz diye, Allah size âyetlerini işte böyle açıklıyor” (Maide 89).
Kur´ân-ı Kerîm, bu meseleyi te´yiden bir başka yerde tekrar ele alır: “Allah adına ettiğiniz yeminleri, iyilik yapmaya, günahtan sakınmaya ve insanların arasını düzeltmeye mâni kılmayın…” (Bakara 224).
Yukarıda, bilhassa 5828 numarada Hz. Ebu Bekir´le ilgili rivayet, yerine getirilmesi mahzurlu olan yeminlere uyulmayıp, kefaret ödeme ruhsatını veren bu vahiylerin İslâm cemiyetine nasıl bir rahatlama getirdiğini açıkca göstermektedir: Bu vahiy gelinceye kadar, zarar getirecek de olsa her yeminin gereğini yerine getiren Hz. Ebu Bekir, vahiyden sonra mahzurlu gördüğü işleri, yeminine rağmen yerine getirmiyor, kefaret ödeyip vicdanî huzursuzluktan kurtuluyor. Hz. Ebu Bekr, bu sözü, Hz. Aişe´nin ifk hadisesinde en çok rol sahibinin Mistah radıyallahu anh´ın olduğunun ortaya çıkmasıyla gelişen hadiseler üzerine söylemiştir. Şöyle ki: Hz. Aişe´ye iftira atanların başında Mistah´ın geldiğini öğrenen Hz. Ebu Bekr, Mistah´a yapmakta olduğu yardımı keseceğine yemin etmişti. Bunun üzerine şu mealdeki ayet nazil oldu: “Sizden fazilet ve servet sahibi olanlar da, yakınlarına, yoksullara ve Allah yolunda hicret etmiş olanlara bir daha bağışta bulunmamak hususunda yemin etmesinler, affetsinler ve müsamaha göstersinler. Allah´ın sizi affetmesini sevmez misiniz Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir” (Nûr 22). Bu vahiy üzerine Hz. Ebu Bekr, Mistah´a olan yardımı tekrar başlatır.
Kaydedilen ikinci hadis de, bu mevzuda Aleyhissalâtu vesselâm´ın nasıl hareket ettiğini göstermektedir: O da mahzurlu olan şeyleri, yeminine rağmen yapmıyor, daha hayırlı gördüğü işi yapıyor ve yeminini bozduğu için kefarette bulunuyor. Birinci hadiste Aleyhissalâtu vesselâm, ümmete yemin sebebiyle şerri işlememesini, hayır nede ise onu yapmasını, ancak, yeminini bozduğu için kefaret ödemeyi de ihmal etmemesini emretmektedir.
Bakara sûresinden kaydettiğimiz âyet, bu meselede ne kadar açık ve çarpıcı: Allah adına yapılan yeminler:
* Hayır yapmaya mani olmamalıdır.
* Günahtan sakınmaya mani olmamalıdır.
* İnsanların arasını düzeltmeye mani olmamalıdır.
Yemin, yeminde durmak, kişinin şahsiyetini güçlendiren, kendisine olan güveni artıran bir husustur. Yemininde duran insanlar, daha sıkı, daha güvenli dayanışmaya girebilirler, teşebbüs güçleri artar. İçtimâî yönü fazla olan yemin müessesesi, Kur´ân nazarında mühim bir hadisedir. Bu sebeple tekrar tekrar, değişik yönleriyle ele alınmıştır. Şu âyette, meselenin başka yönlerine temas edilmiştir:
“Allah sizi, yanlışlıkla veya yanılarak ettiğiniz yeminlerden dolayı mes´ul tutmaz, fakat kalbinizle kazandıklarınızdan, yalan yere ettiğiniz yeminle ve yeminlerinizi yerine getirmemekle kazandığınız günahtan mesul tutar. Allah gafûrdur, günahları çok bağışlar; halîmdir, hemen ceza vermeyip tevbe etmeniz için size fırsat tanır” (Bakara 225).
Yemini tutmanın ehemmiyetini tesbitte şu ayet de ehemmiyetli bir yer tutar:
“Hanımlarıyla cinsî temasta bulunmamak üzere yemin edenler için dört aylık bir bekleyiş vardır. Bu müddet içinde yeminlerini bozup, kefaretini verirlerse şüphesiz Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir” (Bakara 226). [30]
YEDİNCİ FASIL
MÜTEFERRİK HADİSLER
* NİYYET
ـ5829 ـ1ـ عن أبي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: الْيَمِينُ عَلى نِيَّةِ الْمُسْتَحْلِفِ، وفي أخرى: يَمِينُكَ عَلى مَا يُصَدِّقُكَ بِهِ صَاحِبُكَ[. أخرجه مسلم وأبو داود والترمذي .
1. (5829)- Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Yemin, yemin isteyenin niyetine göredir”
Bir diğer rivayette: “Senin yeminin arkadaşının seni kendisiyle tasdik ettiği şeye göredir” denmiştir. [Müslim, Eymân 21, (1653); Ebu Dâvud, Eymân 8, (3255); Tirmizî, Ahkâm 19, (1354).][31]
AÇIKLAMA:
* Nevevî hadisin manasını şöyle açıklar: “Bu hadiste, hâkimin yemin talebi üzerine yapılan yemin kastedilmektedir. Şöyle ki: Bir adam birinde hakkı olduğunu ileri sürerek dava açarsa, hâkim davalıya yemin ettirecektir. İşte davalı hâkimin zikrettiği şeyden başka bir şeye niyet ederek yemin etse bile, adamın yemini hâkimin söylediği maksada göre mün´akit olur, niyetini gizleyip tevriyede bulunması adama (Allah katında) fayda vermez. Ulemâ bu meselede ittifak eder, delil de sadedinde olduğumuz hadis ve icmadır.
Halbuki diğer hallerin tamamında yemin, yemin edenin niyetine bağlıdır. Bu umumî hükme istisna teşkil eden yemin, kendisiyle alâkalı bir davada hâkimin teklif ettiği yemindir, bu yeminde, yemin edenin değil, yemin isteyen hâkimin veya nâibin zikrettiği maksad esastır, yeter ki yemin isteyenin yemin isteme hakkı olsun.”
* Haksızlık halinde yemin, yemin edenin niyetine göredir. Burada tevriye (asıl niyeti gizleme) caiz ve faydalıdır. Bunun örneği 5831 numarada, az sonra gelecek olan rivayette görülür: Süveyd İbnu Hanzala anlatıyor: “Resûlullah´a gitmek üzere yola çıktık. Yanımızda Vâil İbnu Hucr da vardı. Yolda onu, bir düşmanı yakaladı. Halkı yemine zorladılar. Ben Vâil´in kardeşim olduğuna yemin ettim, böylece Vâil´i saldılar. Resûlullah´a gelip, bizi yemine zorladıklarını, ben de: “Vâil kardeşimdir” diyerek yemin ettiğimi söyledim. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Doğru söyledin, Müslüman Müslümanın kardeşidir” buyurdular.” Burada Süveyd, haksız muamele karşısında tevriye yapıp arkadaşını kurtarmış ve Resulullah bunu te´yid etmiştir.
* Hadiste geçen “arkadaş”tan murad müddeî de denen davacıdır.[32]
* LAĞV
ـ5830 ـ1ـ عن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنها قالت: ]أُنْزِلَتْ هذِهِ اŒيَةُ: َ يُؤَاخِذُكُمْ اللّهُ بِاللَّغْوِ فِي أيْمَانِكُمْ. فِي قَوْلِ الرَّجُلِ: َ واللّهِ، وَبَلى واللّهِ[. أخرجه البخاري ومالك وأبو داود .
1. (5830)- Hz. Aişe anlatıyor: “Şu ayet kişinin kullandığı “Vallahi hayır!” “Billahi evet!” gibi sözler sebebiyle nazil olmuştur. (Meâlen): “Allah yeminlerinizde kasıtsız olarak yanılmanızdan dolayı sizi mes´ul tutmaz, fakat ettiğiniz yeminleri bozmanızdan dolayı sizi mesul tutar. Bozulan bir yeminin kefareti ise…” (Maide 89). [Buhârî, Eymân 14; Muvatta, Eymân 9, (2, 477); Ebu Davud, Eymân 28, (3254).][33]
AÇIKLAMA:
Lağv, lügatta itibar edilmeyen, değer verilmeyen söz manasına gelir. Yemin bahsinde lağv, Hz. Aişe´nin açıkladığı üzere, mükellefin dilinden kasıtsız olarak çıkan sözdür. “Bu, zann-ı galibe göre yapılan yemin” diye açıklayan da olmuştur. Binaenaleyh yanlışlıkla veya doğru zannıyla yalan yere yapılan yeminler yemin-i lağv olarak değerlendirilmiş ve buna bir hüküm terettüp etmeyeceği kabul edilmiştir. Bu nevi yemini yapanların Allah´ın affına mazhar olacağı umulur. Ayet-i kerîmenin de bunu ifade ettiği kabul edilmiştir.
Dilimizi fuzulî yere yemine alıştırmamak en doğru yol ise de, yemin-i lağv sebebiyle kişinin hânis olmadığını, binnetice kefaret gerekmeyeceğini bilmemiz faydalıdır.[34]
* TEVRİYE
ـ5831 ـ1ـ عن سويد بن حنظلة رَضِيَ اللّهُ عَنه قال: ]خَرَجْنَا نُرِيدُ رَسُولَ اللّهِ #، وَمَعَنَا وَائِلُ بْنُ حُجْرٍ رَضِيَ اللّهُ عَنهُ فَأخَذَهُ عَدُوٌّ
لَهُ. فَتَحَرَّجَ الْقَوْمُ أنْ يَحْلِفُوا وَحَلَفْتُ أنَا أنَّهُ أخِي، فَخَلُّوا سَبِيلَهُ، فأتَيْنَا رَسُولَ اللّهِ # فأخْبَرْتُهُ أنَّ الْقَوْمَ تَحَرَّجُوا أنْ يَحْلِفُوا وَحَلَفْتُ أنَا أنَّهُ أخِي، فقَالَ: صَدَقْتَ. الْمُسْلِمُ أخُو الْمُسْلِمِ[. أخرجه أبو داود.»التَّحَرُّج« الهرب من الوقوع في الحرج وهو ا“ثم .
1. (5831)- Süveyd İbnu Hanzala radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a gitmek üzere yola çıkmıştık. Beraberimizde Vâil İbnu Hucr radıyallahu anh da vardı. Yolda onu, bir düşmanı yakaladı. Herkesi yemin etmeye zorladılar. Ben, “o, kardeşimdir” diye yemin ettim. Bunun üzerine onu serbest bıraktılar. Resûlullah´a gelince olup biteni anlattım. “(Önümüzü kesen) grup herkesi yemine zorladı, ben de onun kardeşim olduğuna yemin ettim” dedim.
“Doğru söylemişsin, Müslüman Müslümanın kardeşidir!” buyurdular.” [Ebu Dâvud, Eymân 8, (3256); İbnu Mâce, Kefârât 14, (2119).][35]
AÇIKLAMA:
Tevriye, gizleme demektir. Yeminde asıl maksadı gizlemeye de tevriye denmiştir. Kişi muhatabını aldatarak hakiki maksadını gizleyecek bir muhtevada yemin edebilir. Bu çeşit bir yemin câiz midir, câizse hangi şartlarda caizdir Ulemâ meseleyi rivayetlere dayanarak tahlil etmiştir. Önceden de belirttiğimiz gibi bunun caiz olduğu yer vardır. Nevevî der ki: “Elhasıl, yemin kâdı veya naibinin kendisini ilgilendiren bir davada talep ettiği yemin dışındaki bütün hallerde yemin edenin niyetine göre değerlendirilir”. Nevevî devamla tevriye için der ki: “Tevriye ile kişi her ne kadar hânis olmaz ise de, yemin talep edenin hakkını iptal edecek ise böyle bir tevriyeyi yapmak caiz değildir. Bu hususta ulemâ icma etmiştir.” Kadı İyâz şu hususta da icma vaki olduğunu kaydeder: “Yemin talep edilmediği ve yeminine bir hak taalluk etmediği halde yemin eden kimse için niyeti esastır, sözü de kabul edilir. Ancak, üzerinde bir başkasının hakkı varsa, talep üzerine veya kendiliğinden yaptığına bakılmaksızın yeminin zahiri ile hükmedilir, bu hususta ihtilaf yoktur.[36]
* İHLAS
ـ5832 ـ1ـ عن ابن عبّاسٍ رَضِيَ اللّهُ عَنهما قَال: ]اخْتَصَمَ رَجَُنِ الى رَسُولِ اللّهِ # فَسَألَ رَسُولُ اللّهِ # الْمُدَّعِيَ الْبَيِّنَةَ فَلَمْ
يَكُنْ لَهُ بَيْنَةٌ فَاسْتَحْلَفَ الْمَطْلُوبَ فَحَلَفَ بِاللّهِ الّذِى َ إلهَ إّ هُوَ، فَقَالَ #: بَلى قَدْ فَعَلْتَ، وَلَكِنْ قَدْ غُفِرَ لَكَ بِإخَْصِ قَوْلِ َ إلهَ إَّ اللّهُ[. أخرجه أبو داود .
1. (5832)- İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ anlatıyor: “İki kişi Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın huzurunda murâfaa olundular. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) müddeiden (davacıdan) beyyine (delil, şahid) talep etti. Adamın beyyinesi yoktu. Bunun üzerine davalıdan yemin talep etti. O, kendisinden başka ilah bulunmayan Allah´a kasem etti. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm):
“Hayır, sen (iddia edileni) yaptın. Velâkin Lâilahe İllallah sözündeki ihlas sebebiyle mağfiret olundun!” buyurdu” [Ebu Dâvud, Eymân 16, (3275).][37]
AÇIKLAMA:
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), davalının bile bile yalan yere yemin ettiğini vahiy yoluyla öğrenmiş olmalıdır. Normalde, vahiy beklemeksizin hükmü hep zahire göre veren Resûlullah, burada davalının yalan yere yemin ettiğini yüzüne haykırmıştır. Bu hal, zaman zaman hükümleri vahye müsteniden verdiğine delil olmaktadır.
Ancak, Aleyhissalâtu vesselâm, burada mevzubahis olan davalının, yalan yemin etmekten hasıl olan günahının, yemin esnasında telaffuz ettiği kelime-i tevhidin bereketine mağrifet edildiğini söylüyor. Alimler, bu hadisi esas alarak büyük günahların “tevhid kelimesi”´ ile affedilebileceğini söylemişlerdir. Nitekim Ahmed İbnu Hanbel´in, İbnu Ömer´den kaydettiği bir hadiste şöyle denir: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir adama: “Sen şu şeyi yaptın mı ” diye sormuştu. Adam:
“Hayır! Kendisinden başka ilah olmayan Allah´a kasem olsun yapmadım!” dedi. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), Cibril´in kendisine, “O, söylediğin şeyi yaptı. Ancak Allah, onu, “kendisinden başka ilah olmayan Allah” sözünden dolayı affetti” dediğini haber verdi.” İbnu Abbâs´tan gelen bir rivayette, benzer bir hadisin sonunda şu ziyade yer alır: “… Cebrail gelerek, adamın yalancı olduğunu, bunun nezdinde diğerinin hakkı bulunduğunu haber verdi. Aleyhissalatu vesselâm da davalıya, “davacının hakkını” vermesini emreder, yalan yere yaptığı yeminin kefaretine, Allah´tan başka ilah olmadığını bilmesinin veya şehadetinin yettiğini belirtir.”
Şunu hemen kaydedelim: Yalan yere yemin etmek büyük günahlardandır. Bu husus bir çok hadiste beyan edilmiştir. Yalan yere yeminin ıstılahî adı elyemînu´lgâmustur. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) yemîn-i gâmusu: “Müslüman kişinin malına sahiplenmeye sebep olan yalan yemin” diye tarif etmiştir: اَلّذِي يَقْتَطِعُ بِهَا مَالَ امْرِئٍ مُسْلِمٍ هُوَ فِيهَا كَاذِبٌ [38]
* LİCÂC
ـ5833 ـ1ـ عن أبي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنهُ قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: نَحْنُ اŒخِرُونَ السَّابِقُونَ؛ وَقَالَ: ‘نْ يَلِجَّ أحَدُكُمْ بِيَمِينِهِ فِي أهْلِهِ آثَمُ لَهُ عِنْدَ اللّهِ تَعَالَى مِنْ أنْ يُعْطِي كَفّارَتَهُ الّتِي افْتَرَضَ اللّهُ تَعالى عَلَيْهِ[. أخرجه الشيخان.يقال: »لَجَّ يَلِجَّ وَاسْتَلجَّ في يَمِينِهِ« إذا ألحّ في استمرار عليها وترك تكفيرها ورأى أنه صادق فيها. وقيل هو أن يحلف ويرى أن غيرها خير منها فيقيم على ترك الكفارة والرجوع الى ما هو خير فذاك آثم له: أى أكثر إثماً من أن يأتي الذي هو خير .
1. (5833)- Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) : “Biz öne geçecek sonuncularız!” buyurdular. Keza:
“Birinizin ailesine karşı yaptığı yemininde inadlaşması, Allah nazarında Rab Teâlâ´nın farz kıldığı kefareti ödemesinden daha ağır bir günahtır!” buyurdu.” [Buharî, Eyman1; Müslim, Eymân 26, (1655).][39]
AÇIKLAMA:
Licâc, yaptığı yemini yerine getirmede ısrar etmektir. Halbuki yeminde ısrar caiz değildir. Yeminin bozulması daha hayırlı gözüküyorsa yemin bozulur, hayırlı olan aksi yapılır. Ancak yemin kefareti ödenir. Öyleyse bilhassa ailesine karşı yapılan yeminden, kefaret ödeyerek hemen dönmek gerekir. Bu hadis, böyle bir yeminden dönmenin Allah nazarında daha büyük bir kusur teşkil edeceğini, yemin sahibini daha günahkâr kılacağını ifade etmektedir. Bu davranışa giren kimse, azîz ve celîl olan Allah´ı, böylesi yeminlerimizden kefaret ödeyerek dönmemizi taleb eden emirlerini dinlememiş olmaktadır. [40]
SEKİZİNCİ FASIL
KEFARET
ـ5834 ـ1ـ عن أبى هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: مَنْ حَلَفَ مِنْكُمْ فَقَالَ فِي حَلِفِهِ: بِالّتِ وَالْعُزَّى. فَلْيَقُلْ: َ إلهَ إَّ اللّهُ، وَمَنْ قَالَ لِصَاحِبِه تَعالَ أُقَامِرُكَ فَلْيَتَصَدَّقْ. قَالَ أبو داود: يعني بِشيْءٍ[. أخرجه الخمسة.قال الخطابي: أي فليتصدق بقدر ما كان قد جعله خطراً في القمار .
1. (5834)- Hz. Ebu Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Sizden kim yemin eder ve yemininde: “Lat ve Uzza´ya kasem olsun!” derse hemen “Lailahe illallah!” desin. Kim de arkadaşına: “Gel seninle kumar oynayalım” derse hemen (birşeyler) tasadduk etsin!” [Buhâri, Eyman 5, Tefsir, Necm, Edeb 74, İsti´zan 52; Müslim, Eyman 5, (1647); Ebu Davud, Eyman 4, (3247); Tirmizî, Nüzur 17, (1545); Nesâî, Eyman 11, (7, 7).][41]
ـ5835 ـ2ـ وعن سعد بن أبى وقاص رَضِيَ اللّهُ عَنه قال: ]كُنَّا نَذْكُرُ بَعْضَ ا‘مْرِ وَأنَا حَدِيثُ عَهْدٍ بِالْجَاهِلِيَّةِ فَحَلَفْتُ بِالًّْتِ وَالْعُزَّى. فَقَالَ لِي أصْحَابِي: بِئْسََمَا قُلْتَ، قُلْتَ هُجْراً، فَأتَيْتُ الْنّبِىَّ #، فَذَكَرْتُ لَهُ ذلِكَ، فَقَالَ: قُلْ َ إلَهَ إَّ اللّهُ وَحْدَهُ َ شَرِيكَ لَهُ، لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ الْحَمْدُ وَهُوَ عَلى كُلِّ شَىْءٍ قَدِيرٌ، وَانْفُثْ عَلى يَسَارِكَ ثَثاً، وَتَعَوَّذْ بِاللّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ، ثُمَّ َ تَعُدْ[. أخرجه النسائي .
2. (5835)- Sa´d İbnu Ebi Vakkas (radıyallahu anh) anlatıyor: “Bir grup kimse, bazı şeyleri tezekkür ediyorduk. Ben o sırada cahiliyeden yakın zamanda çıkmıştım. “Lat ve Uzza´ya kasem olsun!” diyerek yemin ediverdim. Arkadaşlarım bana: “Söylediğin şey ne fena! Çirkin bir söz ettin!” dediler. Ben hemen Aleyhissalâtu vesselâm´a gelip durumu anlattım:
“Allah´tan başka ilah yoktur, o tektir, şeriksizdir. Arz ve semanın mülkü O´na aittir. Bütün hamdler de onadır, O her şeye kadirdir!” de! Sol tarafına üç kere üfle. Taşlanmış şeytandan Allah´a sığın, sonra bir daha (bu çeşit yemine) dönme!” buyurdular.” [Nesâî, Eyman 12, (7, 7-8).][42]
AÇIKLAMA:
1- Bu iki hadis, Müslümanların yemin adabından en mühimini belirtmektedir: Yeminler Allah´ın adına olmalıdır, başka çeşit yeminlerden kaçınmalı ve bilhassa cahiliye putlarının adıyla yemin yapılmamalıdır.
2- Lat ve Uzza, cahiliye Araplarının en büyük putlarından ikisinin ismidir. Kur´an-ı Kerim´de de zikirleri geçer. Bunlardan Lat, Taif´te Sakif kabilesine ait bir putun ismidir. Yeri hususunda bazı ihtilaflar gelmiştir. Bir kısım rivayetlere göre Mekke´dedir, bir kısmına göre de Nahl´dedir ve put Kureyş´e aittir.
Uzza ise, Gatafan kabilesinin tapındığı bir ağaçtır. Bazı rivayetlerde ise put olduğu belirtilir. Gerek Lat ve gerek Uzza´nın birer mabed ismi olduğu da gelen rivayetler arasındadır.
3- İbnu Hacer şu açıklamayı yapar: “Ulema dedi ki: “Kim Lat ve Uzza´ya veya bir başka puta kasem ederse veya: “Şu işi yaparsam Yahudi olayım, Nasranî olayım veya İslam´dan dışarı çıkayım veya peygamberi reddetmiş olayım” derse bu yemin mün´akid olmaz, adamın Allah´a istiğfar etmesi gerekir, ona kefaret terettüp etmez. Lailahe illallah demesi müstehab olur.” Hanefîlere göre kefaret gerekir, ancak: “Ben ehli bid´a olayım”, “Peygamberi terketmiş olayım” gibi sözler hariç, bunlarda kefaret gerekmez. Bu sözü sarfeden küfre düşer mi düşmez mi ihtilaflıdır.
Nevevî, bu çeşit sözlerle yemin etmenin haram olduğunu, edene tevbe gerekeceğini söyler. Nevevî´den önce Maverdî ve başkaları da aynı şeyi söylemişlerdir.
Hattâbî, Bagavî bir kısım alimler: “Bu hadiste İslam dışı şeylere kasemde bulunanlara bununla günahkâr da olsalar kefaret gerekmeyeceğine, ancak tevbe gerekeceğine delil vardır” derler. Onlara göre, tevbe de, Resulullah´ın tevhid kelimesini emretmesi sebebiyle gerekmektedir. Böylece, Aleyhissalâtu vesselâm, yemin edenin cezasının günahıyla ilgili olacağına, malıyla ilgili bir şey terettüp etmeyeceğine işaret etmiş olmaktadır. Tevhidi emretmiş olması da Lat ve Uzza´ya kasemin kâfirlere benzemeyi getirmesindendir. Böylece, tevhidle telafi edilmesini emretmiş olmaktadır.
Tîbî der ki: “Lat ve Uzza ile yeminden sonra kumarın zikredilmiş olmasındaki hikmet şudur: “Bu yemini yapan, yeminde kâfirlere muvafakat etmiş olmaktadır, bu sebeple tevhid emredilmiştir, kumara çağıran da, oyunda onlara muvafakat etmiş olmaktadır, bunun kefareti için de sadaka verilmesi emredilmiş olmaktadır.”
Hadis, eğlenceye çağıran kimseye, sadaka vermenin kefaret olduğunu ifade eder, oynayan kimsenin kefaretinin te´kidli olacağı açıktır. [43]
——————————————————————————–
[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/285.
[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/286.
[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/286.
[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/286.
[5] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/287.
[6] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/287.
[7] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/287.
[8] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/287-288.
[9] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/289.
[10] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/289-291.
[11] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/291.
[12] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/291-292.
[13] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/292.
[14] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/292.
[15] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/293.
[16] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/293.
[17] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/294.
[18] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/294-295.
[19] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/295.
[20] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/295-296.
[21] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/296.
[22] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/297.
[23] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/297.
[24] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/298.
[25] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/298.
[26] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/299-301.
[27] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/302.
[28] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/302.
[29] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/303.
[30] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/303-304.
[31] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/304.
[32] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/305-306.
[33] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/306.
[34] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/306.
[35] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/307.
[36] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/307.
[37] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/308.
[38] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/308-309.
[39] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/309.
[40] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/309.
[41] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/310.
[42] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/310-311.
[43] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/311-312.