Zikir Bölümü
ـ1ـ عن أبى هريرة رَضِى اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال رسولُ اللّه #: إنَّ للّهِ مََئِكَةً يَطُوفُونَ في الطُّرُقِ يَلْتَمِسُونَ أهْلَ الذِّكْرِ. فَإذَا وَجَدُوا قَوْماً يَذْكُرُونَ اللّهَ تَعالى تَنَادَوْا: هَلُمُّوا إلى حَاجَتِكُمْ فَيَحُفُّونَهُمْ بِأجْنِحَتِهِمْ إلى سَمَاءِ الدُّنْيَا فَيَسْأَلُهُمْ رَبُّهُمْ، وَهُوَ أعْلَمُ بِهِمْ: مَا يَقُولُ عِبَادِى؟ فَيَقُولُونَ: يُسَبِّحُونَكَ، وَيُكَبِّرُونَكَ، وَيَحْمَدُونَكَ، وَيُمَجِّدُونَكَ. قال فيقولُ: هَل رأوْنِى؟ فيقولونَ: َ. فيقولُ: كَيْفَ لو رأوْنِِى؟ فيقولُونَ: لو رأوْكَ كانوا أشدَّ لَكَ عِبادةً وَأشَدَّ لَكَ تَمْجِيداً وَأكْثَرَ لَكَ تَسْبِيحاً. قال فيقولُ: فَمَا يَسْألُونَ؟ فَيَقُولُنَ: يَسْألُونَكَ الجَنَّةَ. فيقولُ: هَلْ رَأوْهَا؟ فيقولُونَ: َ يارَبِّ. فيقولُ: كَيْفَ لَوْ رَأوْهَا؟ فيقولُونَ: لَوْ رَأوْهَا كَانُوا أشَدَّ عَلَيْهَا حِرْصاً وَأشَدَّ لَهَا طَلَباً وَأعْظَم فِيهَا رَغْبَةً. قال: فَمِمَّ يَتَعَوَّذُونَ؟ فيقولُونَ: يَتَعَوَّذُونَ مِنَ النَّار. فيقولُ: هَلْ رَأوْهَا؟ فيقولُونَ: َ يَا رَبِّ. فيقولُ: كَيْفَ لَوْ رَأوْهَا؟ فيقُولُون: لَوْ رَأوْهَا كَانُوا أشَدَّ مِنْهَا فِرَاراً وَأشَدَّ لَهَا مَخَافَةً. قالَ فيقولُ: أُشْهِدُكُمْ أَنِّى قد غفرتُ لهم. قال: فيقولُ مَلَكٌ منهمْ فيهمْ فنٌ عَبْدٌ خطَّاءٌ لَيْسَ مِنْهُمْ إنَّمَا مَرَّ لِحَاجَةٍ فَجَلَسَ، فيقولُ: وله قد غفرتُ، هُمُ الْقَوْمُ َ يَشْقَى بِهِمْ جَلِيسُهُمْ[. أخرجه الشيخان والترمذي .
1. (1941)- Hz. Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Allah´ın, yollarda dolaşıp zikredenleri araştıran melekleri vardır. Allahu Teâlâ´yı zikreden bir cemaate rastlarlarsa, birbirlerini “Aradığınıza gelin!” diye çağırırlar. (Hepsi gelip) onları kanatlarıyla kuşatarak dünya semasına kadar arayı doldururlar. Allah, -onları en iyi bilen olduğu halde- meleklere sorar:
“Kullarım ne diyorlar ”
“Seni tesbih ediyorlar, sana tekbir okuyorlar, sana tahmid okuyorlar. Sana ta´zim (temcîd) ediyorlar” derler. Rabb Teâlâ sormaya devam eder:
“Onlar beni gördüler mi ”
“Hayır!” derler.
“Ya görselerdi ne yaparlardı ”
“Eğer seni görselerdi ibâdette çok daha ileri giderler; çok daha fazla ta´zim, çok daha fazla tesbihde bulunurlardı” derler. Allah tekrar sorar:
“Onlar ne istiyorlar ”
“Senden, derler, cennet istiyorlar.”
“Cenneti gördüler mi ” der.
“Hayır ey Rabbimiz!” derler.
“Ya görselerdi ne yaparlardı ” der.
“Eğer görselerdi, derler, cennet için daha çok hırs gösterirler, onu daha ısrarla isterler, ona daha çok rağbet gösterirlerdi.” Allah Teâla sormaya devam eder:
“Neden istiâze ediyorlar ”
“Cehennemden istiâze ediyorlar” derler.
“Onu gördüler mi ” der.
“Hayır Rabbimiz, görmediler!” derler.
“Ya görselerdi ne yaparlardı ” der.
“Eğer cehennemi görselerdi ondan daha şiddetli kaçarlar, daha şiddetli korkarlardı” derler. Bunun üzerini Rabb Teâla şunu söyler:
“Sizi şâhid kılıyorum, onları affettim!”
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sözüne devamla şunu anlattı: “Onlardan bir melek der ki: “Bunların arasında falanca günahkâr kul dahi var. Bu onlardan değil. O başka bir maksadla uğramıştı, oturuverdi.” Allah Teâla: “Onu da affettim, onlar öyle bir cemaat ki onlarla oturanlar da onlar sayesinde bedbaht olmazlar” buyurur.” [Buhârî, Daavât 66, Müslim, Zikr 25, (2689); Tirmizî, Daavât 140, (3595).][1]
AÇIKLAMA:
İbnu Hacer, ulemânın hadisten çıkardığı bazı inceliklere dikkat çeker:
* Hadis, Allah´ın zikredildiği meclislerin, buralarda Allah´ı zikredenlerin ve bu maksadla bir araya gelmenin faziletini beyan etmektedir.
Ayrıca, bunlara karışan kimseler, aslında zikir için gelmemiş olsalar bile aynen öbürleri gibi, Cenâb-ı Hakk´ın lutfedeceği her çeşit ikramdan istifâde edeceği, hisse sahibi olacağı da anlaşılmaktadır.
* Hadis, meleklerin insanları ne kadar sevip, onlara ne kadar yakından ilgi ve îtina gösterdiklerini de ifâde etmektedir.
* Hadiste, suâl sâhibi, sorulandan daha iyi bilse bile, sorulanın kadrini yüceltmek, makamının şerefini îlan etmek, yakın ilgisini göstermek gibi sebeplere binâen, bazan soru sorduğunu görmekteyiz. Bâzı âlimler derler ki: “Cenâb-ı Hakk´ın melâikeye ehl-i zikirden bu suali, Kur´an´da geçen şu âyete işârette bulunmaktadır: “(Melekler) “Biz seni hamdinle tesbih ve seni takdis edip dururken orada (yeryüzünde) bozgunculuk edecek, kanlar dökecek kimse mi yaratacaksın ” demişlerdi” (Bakara 30). Sanki meleklere şöyle denmektedir: Onlara şehvetler, şeytanların vesveseleri musallat edilmiş olmasına rağmen, onlardan hasıl olan şu tesbîhat şu takdîsâta bakın! Onlar nasıl buna giriştiler tesbîh ve takdîste sizlere benzeyiverdiler ”
* Bâzı âlimler derler ki: “Bu hadisten şu netice çıkmaktadır: İnsanoğlundan hâsıl olan zikir, meleklerden hâsıl olan zikirden daha üstün ve daha şereflidir. Zîra, insanların zikri, pek çok meşguliyetlere ve ibâdetten uzaklaştırıcı pek çok engellerin varlığına rağmen hâsıl olmakta ve gayb âleminde ortaya çıkmakta, takdir görmektedir. Melekler için bunların hiçbiri mevzubahis değildir.”
* Hadis, zındıklar tarafından: “Allah yeryüzünde iken görülebilir” diye iddia edilen sözü de tekzib etmektedir. Nitekin bir Müslim hadisi de: وَاعْلَمُوا اَنَّكُمْ لَمْ تَرَوْا رَبَّكُمْ حَتّى تَمُوتُوا “Biliniz ki, ölünceye kadar Rabbinizi göremezsiniz” der.
* Hadis kesinlikle bilinen meselelerde bile, onu te´kid ve şânını yüceltmek için yemin etmenin câiz olduğunu gösterir.
* Cennetin şâmil olduğu güzellikler, cehennemin şâmil olduğu çirkinlikler, tavsiflerin ötesinde kalmaktadır. Cenneti kazandıracak sebeplerden biri de onu Allah´tan taleb ve rağbette mübâlağaya yer vermektir.[2]
ـ2ـ وعنه رَضِى اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال رَسُولُ اللّهِ #: مَنْ قَعَدَ مَقْعَداً لَمْ يَذْكُرِ اللّهَ تعالى فيهِ كَانَتْ عليهِ مِنَ اللّهِ تِرَةٌ. وَمَنِ اضْطجعَ مُضْطَجَعاً َ يَذْكُرُ
اللّهَ فيهِ كَانَتْ عَلَيْهِ مِنَ اللّهِ تِرَةٌ، وَمَا مَشى أحَدٌ مَمْشَى َ يَذْكُرُ اللّهَ فِيهِ إَّ كَانَتْ عَليْهِ مِنَ اللّهِ تِرَةٌ[. أخرجه أبو داود وهذا لفظه والترمذي. »التِّرَةُ« هنا: التَّبِعَةُ .
2. (1942)- Yine Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Kim bir yere oturur ve orada Allah´ı zikretmez (ve hiç zikretmeden kalkar) ise Allah´tan ona bir noksanlık vardır. Kim bir yere yatar, orada Allah´ı zikretmezse, ona Allah´tan bir noksanlık vardır. Kim bir müddet yürür ve bu esnâda Allah´ı zikretmezse, Allah´tan ona bir noksanlık vardır.” [Ebû Dâvud, Edeb 31, (4856), 107, (5059); Tirmizî, Daavât 8, (3377); Hadisin metni Ebû Dâvud´a aittir. Sondaki ziyade İbnu Hibbân´ın Mevârid´inden alınmadır (2319).][3]
AÇIKLAMA:
1- Hadis Tirmizî´de şu şekilde gelmiştir: “Bir cemaat bir yerde oturur ve fakat orada Allah´ı zikretmez ve nebîlerine salât okumazlarsa, üzerlerine bir ceza vardır. (Allah) dilerse onları azablandırır, dilerse mağfiret eder.”
2- Hadiste geçen ve noksanlık olarak tercüme ettiğimiz kelime tire´dir. Tire kelimesinin noksanlık, pişmanlık, muâtebe (itâb), ceza (tebîa) ve hatta ateş gibi muhtelif mânâlara geldiği şârihlerce belirtilir. Hadiste daha ziyâde noksanlık ve ceza (tebîa) mânasında kullanıldığı açıktır. Tirmizî´de geçen “tire”yi cezâ mânasında anlamak daha muvafık gözüküyor. Hadis, bu durumlarda, Allah zikredilmediği takdirde, hâsıl olan taksirâtın, daha önceki günahlara dahil edilip -kıyamet günü- hep beraber cezaya bâis kılınacağını ifâde ederken, Allah zikredildiği takdirde önceki kusurların da affa mazhar olabileceğine , bu zikrin önceki günâhların da affına bir sebep kılınabileceğine îmâ etmekte ve mü´minleri yaşanan her çeşit ahvalde Allah´ı zikretmeye teşvik etmektedir.
3- Hadiste şu mâna da vardır: “Mü´min yalnız bile olsa oturma, kalkma, yürüme, yatma gibi herçeşit ahvâlinde zikrullaha yer vermeli, değişen ahvalini en azından bir besmele, bir hamdele ile başlatmalıdır. Oturmuş iken kalkmak veya yatmak veya yürümek, yahut da yürümekte iken oturmaya geçmek… Bütün bunlar ahvalimizin değişmesidir. Öyleyse her değişikliğe geçerken bir zikirde bulunmak teşvik edilmekte, bu yeni ahvalimiz esnasında zikrullah´a hiç yer verilmedi ise bunun bir vebal, bir eksiklik olacağı, hesaba gireceği belirtilmektedir. Esasen dinimizin temel tâlimatlarından (öğreti) biri, kişinin her ânından hesep vereceği prensibidir. Şu halde dilimizi, yeni bir ahvâle geçerken besmeleye alıştımak, mü´mine büyük bir kazanç getirecek, o esnada mekruhât yapmadı ise, bidâyette dil alışkanlığı ile de olsa çektiği besmele,onu mes´uliyetten çıkaracak, büyük kazanca vesîle olacaktır.
Öyle ise dilimizi, zihnimizi sıkça besmeleye alıştırmalıyız. Zâten Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) efendimiz, hayrın alışkanlık olduğunu haber vermektedir: تَعَوّدُوا الْخَيْرَ فَإنَّمَا الْخَيْرُ بِالْعَادَةِ “Hayra alışın; zîra hayır, âdetle (alışkanlıkla) kâimdir”[4]
ـ3ـ وعن أبى مسلم ا‘غَرِّ قال: ]أشْهَدُ عَلى أبى هريرةَ وأبى سعيد رَضِى اللّهُ عَنْهُما أنّهمَا شَهِدا عَلى رسول اللّهِ # أنه قال: َ يَقْعُدُ قَوْمٌ يَذْكُرُونَ اللّهَ تعالى إَّ حَفّتْهُمُ المََئِكَةُ وَغَشِيَتْهُمُ الرَّحْمَةُ وَنَزَلَتْ عَلَيْهِمُ السَّكِينَةُ وَذَكَرَهُمُ اللّهُ فِيمَنْ عِنْدَهُ[. أخرجه مسلم والترمذي .
3. (1943)- Ebû Müslim el-Eğarr (rahimehullah) diyor ki: “Ben şehâdet ederim ki Ebû Hüreyre ve Ebû Saîd (radıyallâhu anhümâ) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´in şöyle söylediğine şehâdet ettiler: “Bir cemaat oturup Allah´ı zikrederse, mutlaka melekler etraflarını sarar, Allah´ın rahmeti onları bürür, üstlerine sekine iner ve Allah onları yanında bulunan (büyük melek)lere anar.” [Müslim, Zikr 39, (2700); Tirmizî, Daavât 7, (3375).][5]
AÇIKLAMA:
1- Sekîne, hadislerde, değişik şartlarda sıkca gelmiş bir tâbirdir. Her bir durumda farklı mânalarda kullanılmıştır. Nihâye´de kaydedilen, bazılarına göre hareket ve davranışlarda vakar ve teennî, sükûn, rahmet, yüzü insana benzeyen rüzgâr ve hava gibi ince ve seyyal bir canlı, savaşta Müslümanların beraberinde bulunan ve ortaya çıkınca düşmanların mağlubiyetine vesîle olan kedimsi bir mahlûk, hızlı geçen bir rüzgâr, melek… vs. Sadedinde olduğumuz hadiste, sekîne´nin “rahmet, vakar ve itminan” mânalarında olabileceği söylenmiştir.
2- Bu hadis, birden fazla insanların Allah´ı zikretmek gayesiyle toplanmalarının faziletine dikkat çekmekte ve buna teşvik etmekte. Toplanma mahalli hadiste mutlak bırakılmıştır. Öyle ise mescidler, medreseler, evler, kırlar, dükkanlar vs. olabilirler. Sâdece “mescidler” olarak kayıtlamak eksik olur. Mescidlerin kapalı olduğu saatlerde mescidlerin uzak bulunduğu yerlerde bu fazîleti elde etmek için Müslümanların ev, dükkan, kır, bahçe gibi zamana zemine göre en uygun fırsatları değerlendirmeleri gerekir. Müteakip hadiste de görüleceği üzere bu meselede en uygun imkân, bilhassa günümüz şartlarında evlerdir. Mü´minler evlerini bir zikir meclisine çevirebilirler: Ev halkı ile her gün belli bir zamanda zikrullah yapılabileceği gibi, yakın akrabalar, yakın komşular, yakın meslekdaşlar gibi kişinin samimi alâka duyduğu kimselerle de haftalık veya aylık veya on beş günlük… belli saat ve günlerde biraraya gelecekleri zikir meclisleri teşkil edilebilir.
Zikir meclisi deyince, sadece tesbîhat, Kur´an okunan meclis anlaşılmamalıdır. Dinî ilimlerin mübâhase edildiği meclisler, mâlâyâniyata, mü´minlerin gıybetine yer vermemek şartışyla nezîh bir hava içerisinde geçen sohbet meclisleri de, zaman zaman yer verilecek salâtu selâm ve besmele gibi zikirlerle , bir nevi “zikir meclisi” mânası içinde mütâlaa edilebilir.
Şu halde mü´min, boşa geçen mâlâyâni şeylerle tükenen hayatını irâdî bir disipline sokarak daha faydalı hale getirebilir. Sadedinde olduğumuz hadis, zikir meclisleri teşkiline teşvik etmektedir. Bu, sadece erkeklere has değildir. Söylenen mânâdaki meclisleri kadınlar da kendi aralarında teşkil etmelidirler.[6]
ـ4ـ وعن أبى موسى رَضِى اللّهُ عَنْهُ. ]أن النبىّ # قالَ: مَثلُ البيتِ الذي يُذْكَرُ اللّهُ فِيهِ والبيتِ الذي َ يُذْكَرُ اللّهُ فيهِ مَثلُ الحَىِّ وَالمَيِّتِ[. أخرجه الشيخان .
4. (1944)- Hz. Ebû Musâ (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “İçerisinde Allah zikredilen evlerin misali ile içerisinde Allah zikredilmeyen evlerin misâli, diri ile ölünün misali gibidir.” [Buhârî, Daavât 66; Müslim, Salâtü´l-Müsâfirin 211, (779).][7]
AÇIKLAMA:
Hadiste, içerisinde Allah´ın zikredildiği ev, diriye; zikrullaha yer verilmeyen ev de ölüye benzetilmektedir. Aslında kastedilen, evin içindekilerdir. Yâni Allah´ı zikreden kimseler diridirler, yaratılış gâyesine uygun faaliyet ve iş yapıyorlar demektir; zikretmeyenler ise ölü gibidirler, yâni yaratılış gayesi olan ibâdeti yapmıyorlar demektir. Âyet-i kerîmede: “Biz cin ve insanları ancak ibâdet için yarattık” (Zâriyat 56) buyurulmaktadır.[8]
ـ5ـ وفي روايةٍ عن أبى هريرة رَضِى اللّهُ عَنْهُ. ]أن النبىّ # قال: يقولُ اللّه تعالى: أنَا عِنْدَ ظَنِّ عَبْدِى بى، وَأنَا مَعَهُ إذَا ذََكَرَنِى. فإنْ ذََكَرَنِى في نَفْسِهِ ذَكَرْتُهُ في نَفْسِى. وإن ذَكَرنى في مَ“ ذَكَرْتُهُ في مَ“ خَيْرٍ مِنْهُ. وَإنَّ تَقرَّبَ إلىَّ شِبْراً تَقَرَّبْتُ اِلَيْهِ ذِرَاعاً. وَإن تَقَرَّبَ إلىَّ ذِرَاعاً تَقَرَّبتُ إليهِ بَاعاً، وَإنْ أتَانِى يَمشِى أتَيْتُهُ هَرْوَلَةً[. أخرجه الشيخان والترمذي.
5. (1945)- Hz. Ebû Hüreyre´nin rivâyetinde şöyle gelmiştir: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Allah Teâla hazretleri diyor ki: “Kulum, hakkımda nasıl bir zan yürütürse ben öyleyimdir. O, beni zikredince ben onunla beraberim. O beni içinden geçirirse, ben de onu içimden geçiririm. O, beni bir cemaat içerisinde anarsa, ben de onu, onunkinden daha hayırlı bir cemaatte anarım. O, bana bir karış yaklaşırsa ben ona bir arşın yaklaşırım. O bana bir arşın yaklaşırsa, ben ona bir kulaç yaklaşırım. O bana yürüyerek gelirse ben ona koşarak giderim.” [Buhârî, Tevhid 50; Müslim, Zikr 2, (2675); Tirmizî, Daavât 142, (3598).][9]
AÇIKLAMA:
1- Bu hadis, daha önce birçok emsali geçen müteşâbih hadislerdendir. Yâni, bunu kelimelerin lügat mânasını esas alarak anlamak mümkün değildir. Aksi takdirde İslâm´ın tevhid akidesine ve ilah telakkisine uymayan durumlar ortaya çıkar. İbnu Battâl der ki: “Burada Cenâb-ı Hakk, kendisini kuluna yaklaşmakla tavsif etti, kulu da kendisine yaklaşmakla tavsif etti, ayrıca kendisini, “gelmek” “koşmak”la tavsif etti. Bütün bu vasıfların hakikat olması da, mecaz olması da muhtemeldir. Hakikate hamli mesafelerin katedilmesini ve cisimlerin bir birine yaklaşmasını gerektirir. Bu ise, Allah Teâla hakkında muhaldir. Arap edebiyatında meşhur olduğu üzere ifâdenin hakikate hamli muhal olunca, mecaz kastedildiği ortaya çıkar. Öyleyse kulun Allah´a bir karış, bir zira´ yaklaşma, yürüme, gelme gibi vasıflarının mânası, onun itaatiyle farzlarını ve nâfilelerini yapmalarıyla Allah´a yaklaşmasıdır. Allah´ın kuluna yaklaşması, gelmesi, yürümesi de kulun taatine karşı sevap vermesi, rahmetini ona yakın kılmasıdır. Böylece “Ona koşarak gelirim” sözünün mânası “Kuluma sevabım sür´atle gelir” demektir.” İbnu Battâl, Taberî´den şu yorumu nakleder: “Cenâb-ı Hak, kulun azıcık taatini “bir karış”a benzetirken, ona mukabil vereceği ikrâm ve sevabı “arşın”a benzetmiştir. Bunu, taatine yönelen kimselere karşı ikramının bolluğunu göstermede bir delil kılmıştır…”
İbnu´t-Tîn de şunu söylemiştir: “Buradaki kurb (yakınlık) فََكَانَ قَابَ قَوْسَيْنِ أوْ أدْنى âyetinde geçen yakınlığın bir benzeridir. Çünkü buradaki yakınlıktan maksad rütbe (mertebe) yakınlığıdır ve ikrâmın (kerâmet) bolluğudur; koşma da bir kinâyedir, bununla kula rahmetin sür´atle geldiği, kuldan Allah´ın râzı olduğu ve kula olan ücretinin çokluğu kastedilmiştir…”
Bu hadiste gelen teşbihten maksad “Allah´ın kulun tevbesini sür´atla kabûl ettiğini, itaati kolaylaştırıp bu hususta kula takviye ve güç verdiğini, kulun hidâyetini tamamlayıp muvaffak ettiğini ifâdedir” diye açıklayan da olmuştur.
Hadisin anlaşılmasında Râgıb (rahimehullah)´ın getirdiği derinliği de burada kaydetmede fayda var. Der ki: “Kulun Allah´a yakınlığı, kendileriyle Allah´ın tavsif edilmesi sahih olan bazı sıfatları kula tahsis etmek, kulu da o sıfatlarla -Allah´ın tavsif edildiği derecede olmasa bile- tavsif etmek demektir. Söz gelimi hikmet, ilim, hilm, rahmet vs. bu meyânda zikredilebilir. Kulun bunlarla ittisâfı (bu vasıfları kazanması) cehâlet, hafiflik, gadap… gibi mânevî kirlerden, beşerî tâkat ölçüsünde temizlenmesiyle hâsıl olur. Bu ise, ruhânî bir yakınlıktır, bedenî değil. İşte “Kulum bana bir karış yaklaşırsa ben ona bir arşın yaklaşırım” hadisinden maksad budur.”[10]
ـ6ـ وعن أبى أمامة رَضِى اللّهُ عَنْهُ قال: ]قالَ رَسُولُ اللّهِ #: مَنْ آوَى إلى فِرَاشِهِ طَاهِراً يَذْكُرُ اللّهَ تعالى حَتَّى يُدْرِكَهُ النُّعَاسُ لم يتقلبْ ساعةً منَ اللَّيْلِ يَسْألُ اللّهَ تعالى مِنْ خَيرِ الدُّنْيَا وَاŒخِرَةِ إَّ أعْطاهُ اللّهُ تَعالى إيَّاهُ[. أخرجه الترمذي .
6. (1946)- Ebû Ümâme (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “Kim yatağına temiz (abdestli) olarak girer ve uyku bastırıncaya kadar Allah´ı zikrederse gecenin herhangi bir saatinde uyanıp da Allah´tan dünya veya âhiret hayırlarından bir şey isterse Allah Teâla, istediğini mutlaka ona verir.” [Tirmizî, Daavât 100, (3525).][11]
ـ7ـ وعن معاذ بن جبل رَضِى اللّهُ عَنْهُ قال: ]مَا عَمِلَ العبدُ عَمًَ أنْجَى لَهُ مِنْ عَذَابِ اللّهِ مِنْ ذِكْرِ اللّهِ تَعالى[. أخرجه مالك .
7. (1947)- Hz. Muâz İbnu Cebel (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Kul, kendini Allah´ın azabından kurtarmada zikrullahtan daha müessir bir ameli işlememiştir.” [Muvatta, Kur´ân 24, (1, 211); Tirmizî, Daavât 6, (3374); İbnu Mâce, Edeb 53, (3790).][12]
AÇIKLAMA:
1- İmam Mâlik bu hadisi, “Allah´ı zikretmek”le ilgili açtığı bir bâbda rivâyet eder. Hadis muallaktır. Evvelinde zikrin ehemmiyetini belirten Ebû´d-Derdâ´nın bir rivâyetini kaydeder. Sadedinde olduğumuz hadisi açıklayıcı mahiyette olduğu için şerh maksadıyla meâlen kaydediyoruz: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (bir gün) sordu: “Size amellerinizin en hayırlısını, sizin derecenizi en çok artıracak, Melîkiniz nezdinde en temiz, sizin için altın ve gümüş bağışlamanızdan daha hayırlı, sizin için düşmanınızla karşılaşıp onların boyunlarını vurmanızdan, onların da sizin boyunlarınızı vurmalarından da hayırlı amelinizi haber vereyim mi ”
“Bu nedir ey Allah´ın Resûlü ” dediler.
“Allah´ı zikretmektir!” buyurdu.”
2- Zürkânî, zikrullahın üstünlüğünü şöyle açıklar: “Çünkü, infak, düşmanla savaş gibi diğer ibadetler Allah´a yaklaşmada vâsıtalar ve vesilelerdir. Halbuki zikr en yüce maksaddır. Bunun (zikrullahın) başı Lailâhe illallah´tır. Bu kelime-i ülyadır. (En ulu sözdür.) İslâm çarkının etrafında döndüğü mihverdir. İslâm´ın diğer rükünlerinin üzerine oturduğu kâidedir. İmanın en âli şûbesi ve hatta imanın (diğer rükünlerini de ifade eden, içine alan) külldür. قُلْ إنَّمَا يُوحَى إلىَّ اَنَّمَا إلهُكُمْ إلهٌ وَاحِدٌ “İnsanlara söyle: “Bana ilâhınızın tek bir ilâh olduğu vahyolunuyor” (Fussilet 6) âyeti de ifâde ediyor ki vahy, tevhîd üzerine tekâsüf etmektedir. Çünkü, vahiyden en büyük maksad tevhîdin takriridir. Diğer maksadlar tevhide tâbi durumundadırlar. Bu sebepledir ki, Allah´ın ârif kulları Lailâhe illallah´ı diğer bütün zikirlere tercih ettiler. Esâsen, bunda öyle husûsiyetler vardır ki, tarifi mümkün değildir, onu ancak vicdânen ve zevken hissetmek mümkündür.”
3- Bazı âlimler, bu hadisin, efdal zikrin (hatırlamanın) muhâtaba göre farklı olacağına hamledilmesi gerekir demiştir. Sözgelimi, savaşmasıyla İslâm´a faydalı olan kahraman bir yiğide hitab edince, ona cihâdın efdal olduğu zikredilmeli; malından fukaranın istifâde ettiği zengine hitab edince, sadakayı söylemeli; hacca muktedir olana hitab edince ona haccı söylemeli; ebeveyni sağ olana hitab edince anabâbaya iyilik yapmanın efdal olduğu söylenmelidir. Böylece hayırlar arasında bir tevfik yapılmış olur.
İbnu Hacer der ki: “Burada zikirden maksad kâmil zikirdir, bu ise dille zikrederken kalble hamdetmeyi ve zihnen de Allah´ın azametini tefekkür etmeyi beraberce sağlayan câmî bir zikirdir. İşte böylesi (dil, kalb ve zikirle birlikte yapılan) bir zikre hiçbir şey muâdil olamaz. Cihâd vs.´nin efdaliyeti (üstünlüğü) sadece dille yapılan zikre nisbetledir.
Mâlikî ulamâsından Ebû´l-Velîd el Bâcî de şunları söylemiştir: “Zikir dil ve kalb ile olur. Kalbin zikri, kişinin İlâhî emirlere uyduğu ve meâsîden kaçtığı esnâda Allah´ı hatırlamasıdır. Dilin zikri ya vâcibtir, namazda Fâtiha, iftitah tekbiri, selam ve benzeri şeyler gibi; ya da mendubtur, diğer zikirler gibi. Vâcib olan zikrin hayır amellerinden efdal olması muhtemeldir. Mendub zikrin de, sevabının büyüklüğü ve hayır yoluna sevki veya çok tekrarı gibi sebeplerle üstün olması muhtemeldir.”[13]
4- Zikir mi üstün, Tilâvet-i Kur´ân mı
ZİKİR Mİ ÜSTÜN, TİLÂVET-İ KUR´ÂN MI
Bu hadis, zikrin Kur´an-ı Kerîm´i tilâvetten efdal olduğunu iktiza eder, ancak bu durumda أفْضَلُ عِبَادَةِ أُمَّتِى تَِوَةُ الْقُرآن “Ümmetimin en faziletli ibadeti Kur´an tilâvetidir” hadisine muhalefet eder. Gazâlî aradaki ihtilafı şöyle kaldırır: “Kur´an bütün herkes için efdaldir. Zikir ise başından sonuna kadar bütün ahvâliyle Allah´a teveccüh etmiş, kendini O´na vermiş kimse için efdaldir. Zîra Kur´an, her çeşit marifeti, ahvali ve doğru yola irşad ihtiva eder. Kul, ahlâkını güzelleştirmeye, mârifetleri tahsile muhtaç olduğu müddetçe Kur´an okumak ona evlâdır. Ama bu safhayı aşar, zikir kalbini istilâ ederse, onun zikre devam etmesi evlâdır. Zîra Kur´an onun zihnini cezbeder ve cennet bahçelerinde dolaştırır. Kendini Allah´a verenin cennete iltifat etmemesi, tek şeyi istemesi, tek şeyi zikretmesi gerekir. Fenâ ve istiğrak derecesine böyle ulaşılır. Nitekim Cenâb-ı Hakk: وَلَذِكْرُ اللّهِ اَكْبَرُ “Allah´ı zikretmek en büyük şeydir” (Ankebût 45) buyurmuştur.”[14]
——————————————————————————–
[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/195-196.
[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/197.
[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/198.
[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/198-199.
[5] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/199.
[6] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/199-200.
[7] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/200.
[8] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/200.
[9] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/201.
[10] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/201-202.
[11] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/202.
[12] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/202.
[13] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/202-203.
[14] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/204.