Mısır evliyâsından Ali Havâs Berlisî (rahmetullahi teâlâ aleyh) dost ve akrabâ ziyâretine çok dikkat ederdi ve; “Allah için kardeşini ziyâret etmeye gidecek bir kimsenin yürümeye gücü varken, binecek bir vasıta bulmak için ziyâreti geciktirmesi doğru değildir.” buyururdu.Ziyâret eden, ziyâret ettiği kimsede gördüğü ayıp ve kusurları kimseye söylemeyip, onda gördüklerini saklayabilecekse, ziyârete gitmesi edebdendir. Eğer gördükleri ayıp ve kusurları muhâfaza edemeyip başkalarına söyleyecekse, ziyâreti terketmesi daha iyidir.Ziyâretçinin, ziyâret ettiği kimseyi ziyâreti, Allahü teâlâ ile meşgûliyetine mâni olacaksa, gitmemesi, Allahü teâlâya karşı olan edebdendir.
Irak evliyâsından Ali bin Heytî hazretleri, Abdülkâdir-i Geylânî (rah- metullahi teâlâ aleyh) hazretlerine çok hürmet ve saygı gösterirdi. Abdül- kâdir-i Geylânî hazretlerini ziyârete gitmeden önce gusl abdesti alır, talebelerine de aldırır ve derdi ki: “Kalblerinizi temizleyiniz, zikirlerinizi, kötü şeylerden koruyunuz. Çünkü sultânın huzûruna gidiyoruz.” Oraya varınca elbisesine çeki düzen verip, kapıda beklerdi. İçeriden Abdülkâdi- r-i Geylânî hazretleri;
“Ey kardeşim, buyurunuz!” deyince, huzûruna varır, yanında titreyerek otururdu. Titrediğini görünce;
“Niçin titriyorsun. Sen Irak´ın emniyet âmiri ve âsâyiş memurusun!” buyururdu. O da;
“Ey efendim! Siz sultansınız. Beni korkunuzdan râhata erdirir misiniz Eğer korkunuzdan bana güven verirseniz ancak emîn olurum.” der, Abdülkâdir-i Geylânî de; “Ey kardeşim, sana korku yok!” buyururdu.
Nakşibendî büyüklerinden Alvarlı Muhammed Lütfi (rahmetullahi teâlâ aleyh) zamanında Mübârek Ramazan Bayramı, Erzurum mes´ûd ve bahtiyar günlerinden birini yaşamaktadır. Herkes birbirinin bayramını tebrik etmekte, hastalar ziyâret edilmekte, çocuklar sevindirilmektedir. Efe hazretlerinin dergâhının önü de sanki ana baba günü. Elini öpüp, hayır duâsını almak isteyenler yarış hâlindeler. Bu sırada Efe hazretlerinin, bayramını tebrik edenlere karşı söylediği sözler yıllar yılı herkesin dilinde tatlı bir nağme gibi söylene geldi.
Mevlâ bizi affede
Bayram o bayram olur
Cürm ü hatâlar gide
Gör ne güzel ıyd olur.
Tâbiînin meşhurlarından olan Amr bin Meymûn Evdî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Mescidler, Allahü teâlânın evidir. Ziyâret edilenin, ziyâret edene ikrâmda bulunması şânındandır.”
Halep bölgesinde yetişen velîlerden Şeyh Ebû Bekr bin Ebû Vefâ (rahmetullahi teâlâ aleyh) zamânında Halep âlimlerinden Şeyh Ömer Faradî, talebeleri ile mantık ilmini anlatan Şerhüşşemsiye isimli kitabı okutuyordu. Mevzû karışık hükümler olup, mantık ilminin en zor konularından idi. Şeyh Ömer bir yere gelince durakladı, uzun müddet düşündü. Sonra talebelerine; “Birlikte Şeyh Ebû Bekr´in ziyâretine gidelim de gönlümüz, zihnimiz açılsın.” dedi. Talebeleri ile berâber Şeyh Ebû Bekr´in huzûruna gitti. Şeyh Ömer daha bir şey sormadan Şeyh Ebû Bekr bir şeyler anlatmaya başladı. Şeyh Ömer başı önünde anlatılanları dinledi. Şeyh Ebû Bekr´in konuşması bitince, Şeyh Ömer talebeleri ile berâber medreseye döndü. Talebelerine; “Şeyhin anlattıklarını anladınız mı ” diye sordu. Talebeler anlamadık deyince; “Şeyh Ebû Bekr bana takıldığımız dersi anlattı. Karışık kâidelerin şekillerini açıkladı.” dedikten sonra onun anlattıklarını talebelerine îzâh etti.
En büyük velîlerden İmâm-ı Ebû Yûsuf (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine Hârûn Reşîd bir gün “Sen beni ziyârette ihmal ediyorsun. Yâni seyrek geliyorsun. Halbuki benim seni çok sevdiğimi, aradığımı, sohbetine doymadığımı bilirsin.” dedi. Ebû Yûsuf hazretleri; “Ey Halîfe-i müslimîn! Arasıra ziyârete gelirsem, daha iyi olur. Ama sık sık gelirsem kıymeti olmaz.” buyurdu. Halîfe bu sözü beğenip ikrâm ve ihsânlarda bu- lundu.
Endülüste´te ve Mısır´da yetişmiş olan büyük velîlerden Mâlikî mezhebi fıkıh âlimi Ebü´l-Abbâs-ı Mürsî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri her hâliyle İslâmiyetin bildirdiği güzel ahlâk ile hareket eder, yanına ziyârete her gelen kimse, kendisinden memnun ayrılırdı. Talebelerine; “Ziyâretimize bir kavmin büyüğü gelirse, bizi haberdar ediniz! Onlarla alâkadâr olalım.” derdi. Böyle kimseler, gelip ziyâret ettikten sonra ayrılırlarken, dışarıya kadar çıkarak onları uğurlar; “Onlar, uzaklardan bizi ziyârete geliyorlar. Biz ise onları ziyâret edemiyoruz. Hiç olmazsa bu şekilde yapalım.” buyururdu. Kendisine gelenler yanından ayrıldıkları zaman, onlara duâ eder. Müslümanın, müslüman kardeşinin gıyâbında, arkasından yaptığı duânın kabûl olacağını bildirirdi.
Musul âlimlerinden ve Evliyânın büyüklerinden Feth-i Mûsulî (rah- metullahi teâlâ aleyh) hakkında Ebû Abdullah bin Cellâ anlatır: “Sırrî-yi Sekatî´nin evindeydim. Gece yarısından sonra giyinip, ridâsını (cübbe- sini) üzerine aldıktan sonra dışarı çıktı. “Nereye gidiyorsun ” deyince; “Feth-i Mûsulî´yi ziyârete.” dedi. Evden dışarı çıkar çıkmaz zaptiye çavu- şu kendisini yakalayıp hapse attı. Gündüz, gece yakalanan bütün tutukluların kırbaçlanması emredildi. Sırrî-yi Sekatî´yi kırbaçlamak için elini kaldıran celladın eli havada kaldı. “Niçin vurmuyorsun ” diye sordukla- rında; “Bir şahıs karşımda durup: Sakın vurma! diyor. Bu yüzden elime hâkim değilim.” dedi. Baktıkları zaman bu şahsın Feth-i Mûsulî olduğunu gördüler. Sırrî-yi Sekatî´yi onun yanına götürüp salıverdiler.
Hirat´ta yetişen âlim ve büyük velîlerden Molla Câmî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerini çok sevenlerden biri anlattı: “Mevlânâ Abdurrah- mân (Molla Câmî) ile hacca berâber gitmiştik. Bağdât´a geldiğimizde hastalandım. Her geçen gün hastalığımın arttığını hissediyor, öleceğimi sanıyordum. Mevlânâ hazretleri de ziyâretime hiç gelmemişti. Bunun için de ayrıca üzülüyordum. Aradan günler geçtiği hâlde, yataktan kalkamı- yordum. Birgün arkadaşımızın biri koşarak yanıma gelip; “Mevlânâ Câmî seni ziyâret için geliyor.” diyerek müjdeledi. Bu sevinçli haber, bende ya- tağımdan doğrulacak kadar bir kuvvet meydana getirdi. Yatağın içine o- turup beklemeğe başladım. Derken odama girdi. Onun girmesiyle, loş odam birden aydınlanıverdi. Yatağımın kenarına oturdu. Hâlimi, hatırımı sordu. Buna cevap olarak; “Âşıkların ümid içinde yüz yıl bile bekliyece- ğini.” bir şiirle anlattım. Başını önüne eğip, gözlerini yumdu ve bir müd- det murâkabeye vardı. O ânda benden bir ter boşanmaya başladı. Başı- nı kaldırıp bana; “Terlemeğe başladınız, yatağa giriniz. İnşâallah tez za- manda iyi olacaksınız.” buyurdu. Odamdan ayrılıp gittikten sonra, yatağa girdim. Yatakta beni şiddetli bir ter bastı. Terimi kurulamak için doğrul- duğumda, hiçbir şeyimin kalmadığını gördüm. Mevlânâ Câmî hazretleri- nin teveccühleri bereketi ile hastalıktan kurtuldum.”
Erbilli Muhammed Es ad Efendinin talebesi Ramazanoğlu Mahmûd Sâmi (rahmetullahi teâlâ aleyh) Kur´ân ehline ve âlim kimselere karşı ayrı bir iltifât gösterir, meclislerinde onlara hemen yanıbaşında yer verirdi. Bayramlarda onların gelmesini beklemeden, ziyâretlerine giderdi. Nitekim Ahıskalı Ali Haydar Efendi bir sohbeti sırasında Mahmûd Sâmi Efendi için; “Bu zâtın bizi sekizinci ziyâretidir. Biz henüz bir defâ bile gidemedik. İşte Allah için ziyâret budur.” demişti.
Kendilerine Silsile-i aliyye denilen büyük âlim ve velîlerin on dördüncüsü olan Seyyid Emîr külâl (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri ile ilgili olarak nakledilir ki, bir defâsında Mekke-i mükerremeden ve Medî- ne-i münevvereden tasavvuf ehli olan kimseler, bir cemâat hâlinde Bu- hârâ´ya geldiler. Buhârâ´da Sûhârî köyüne gitmek istediklerini söyleye- rek, bu köyü sordular. Bunun üzerine kendilerine; “Siz nereden geliyorsunuz ve bu köyü niçin soruyorsunuz ” dediler. Onlar da Mekke ve Medîne´den geldiklerini, Sûhârî köyünü sormalarından maksadlarının, o- rada ikâmet etmekte olan Emîr Külâl hazretlerini ziyâret etmek ve onunla görüşmek olduğunu söylediler. Buhârâ´da görüştükleri kimseler onlara; “Mâlesef, Emîr Külâl hazretleri vefât etti.” dediler. Bu maksadla Sûhârî köyüne gittiler. Emîr Külâl hazretlerinin oğulları, onlarla görşüp sohbet ettiler. Onlara; “Babamız Mekke ve Medîne´ye hiç gitmemişti. Siz onu nereden tanıyorsunuz ” dediler. Gelenler; “Biz de buralara hiç gelmedik. Fakat biz Emîr Külâl hazretlerini Kâbe´de gördük. İki-üç seneden beri hac mevsiminde bizimle berâber Kâbe´yi tavaf ederdi. Mekke ve Medîne´de pekçok kimse ona bîat edip talebe olmuştu. Fakat bu sene Kâbe´ye gelmedi. Merak edip, ona olan muhabbetimiz ve hasretimiz sebebiyle görmeye gelmiştik, fakat nasîb olmadı.” dediler. Böylece, Emîr Külâl hazretlerinin, kerâmetle, her sene hac mevsiminde, bulunduğu beldenin halkı farkına varmadan Kâbe´ye gittiği anlaşıldı. Gelen ziyâretçiler, daha sonra Emîr Külâl hazretlerinin kabrini ziyaret edip, duâ ettiler. Sonra da oğullarından müsâade alarak Sûhârî köyünden ayrıldılar.
Büyük ve meşhûr velîlerden Sırrî-yi Sekatî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri hakkında Ebü´l-Abbâs bin Mesrûk hazretleri şöyle anlatır: “Sırrî-yi Sekatî´yi hastalığında ziyârete gittik. Yanında uzun süre oturduk. Halbuki karnında bir sancı vardı. Sonra Sırrî-yi Sekatî´ye yanından ayrılırken, “Bize duâ edin” dedik. Ellerini kaldırdı ve şöyle duâ etti: “Yâ Rabbî! Bunlara hasta ziyâretinin nasıl olacağını öğret!”
Büyük velîlerden Süfyân-ı Sevrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Bir din kardeşin seni ziyârete geldiği zaman ona; “Yemek yer misin Karnın aç mı Bir şeyler getireyim mi ” diye sorulmaz. Hemen bir şeyler hazırlanıp getirilir yemezse kaldırılır.”
Meşhûr velîlerden Şeyh Hasan (rahmetullahi teâlâ aleyh) enbiyâ ve evliyâ kabirlerini çok ziyâret ederdi. Bu sebeple evliyâ türbelerinin çok bulunduğu bir yer olan Bağdat´a iki defâ gitti. Bir defâsında şöyle demiştir: “Allahü teâlâ Cennet´te bâzı kullarına lutfedip; “Ey kullarım! Siz dünyâda iken enbiyâ kabirlerini ve evliyâyı ziyâret etmekten hoşlanırdınız. Şimdi size izin veriyorum Cennet´teki enbiyâ ve evliyâ makamlarını dolaşın.” buyurur. Ümîd ediyoruz ki, dünyâda ziyâret ettiğimiz gibi âhirette de onları ziyâret ederiz inşâallahü teâlâ.” buyurdu.