Ebu Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Ademoğlu nesillerinin en temizinden süzüle süzüle gelerek bulunduğum nesilde ortaya çıktım.” [Buharî, Menâkıb 23.][42] Karn kelimesi, bir asırda yaşayan insanlar cemaatine denir. Dilimizde bu mânaya en yakın kelime nesildir. Bizim nesil deyince, kısmen bizimle beraber aynı zamanda yaşayan insanlar kastedilir. Âlimler karn ile ortalama yüz yılı kastetmişlerdir. Yetmiş yıl ve daha başka müddetlere de karn denildiği olmuştur. İbnu Hacer´in kaydettiğine göre karn´la kastedilen müddet hakkında “on” ile “yüzyirmi” yıl arasında değişen ihtilaflar olmuştur. Bu ihtilafı “karn, tamamen helak olup hiçbir ferdinin kalmadığı bir topluluktur” diyerek cem etmeye çalışan da olmuştur. Ancak çoğunlukla karn deyince yüz yıllık müddetin kastedildiği kabul edilmiştir.
Yapılan açıklamadan anlaşılacağı üzere karn, sadece zaman dilimi ifade etmez, o dilim içerisinde yaşamış bulunan insanları da ifade eder. Bu sebeple İbnu Hacer, “Birbirine yakın bir zamada belli ve muayyen bir işe iştirak etmiş kimseler” diye tarif ettikten sonra, “Bir din veya mezhep veya amel etrafında bir reis veya peygamber tarafından onlar zamanında toplanmış bulunan kimseler cemaati” diye tarif edildiğini de belirtir. Bu görüşe göre karn, belli bir vasıfla muttasıf olan, aralarında müşterek bir gaye ve yön bulunan insanların cemaatine denmiş olmalıdır. İbnu´l-Arabî, karn kelimesini akran kelimesinden geldiğini, dolayısıyla yaşıt insanlar neslini ifade ettiğini, bunun da 20-70 yıl arası bir müddet olduğunu, her devirde insanların ortalama ömrünün bu olması sebebiyle, en makul açıklamanın böyle demek olacağını söyler.
Sadedinde olduğumuz hadis, Resûlullah´ın Hz. Adem´den beri her seferinde zinadan uzak, nezih evlenmelerle teselsül edip, en sonunda bütün Araplarca sayılan ve sevilen Kureyş ve onlar içerisinde en ziyade itibar gören Benî Hâşimoğullarından geldiğini ifade etmektedir. Hadiste geçen قَرْنَا فَقَرْناً ibaresini değerlendiren âlimler, fe edatının fazilette tertibe delalet ettiğini, dolayısıyla Resûlullah´ın mensup olduğu neseb zincirinin, (aleyhissalâtu vesselâm)´ın doğumuna yaklaştıkça faziletinin arttığının ifade edildiğini söylerler. Nitekim Resûlullah´ın nesebi Hz. İbrahim´e kadar çıkmaktadır.
İbnu Sa´d´ın kaydettiği bir rivayette, Hişâm İbnu Muhammet İbnu´s-Sâib el-Kelbî babasından şunu nakleder: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın beş yüz kadar büyükannesini yazdım, bunlar arasında hiçbirinde sifâh (zina) ve diğer câhiliye pisliklerinden birine rastlamadım.”[43]
ـ4353 ـ7ـ وَعَنْهُ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قَالَ: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: مَثَلِى وَمَثَلُ ا‘نْبِيَاءِ قَبْلِى كَمَثَلِ رَجُلٍ بَنَى بَيْتاً فَأحْسَنَهُ وَأجْمَلَهُ إَّ مَوْضِعَ لَبْنَةٍ مِنْ زَاوِيَةٍ مِنْ زَوَايَاهُ فَجَعَلَ النَّاسُ يَطُوفُونَ بِهِ وَيَعْجَبُونَ لَهُ وَيقُولُونَ: هََّ وُضِعَتْ هذِهِ اللَّبْنَةُ؟ فَأنَا تِلْكَ اللَّبَنَةُ وََأنَا خَاَتَمُ النَّبِىِّينَ[. أخرجه الشيخان .
Yine Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Benimle benden önceki diğer peygamberlerin misâli, şu adamın misali gibidir: Adam mükemmel ve güzel bir ev yapmıştır, sadece köşelerinin birinde bir kerpiç yeri boş kalmıştır. Halk evi hayran hayran dolaşmaya başlar ve (o eksikliği görüp): “Bu eksik kerpiç konulmayacak mı ” der. İşte ben bu kerpiçim ben peygamberlerin sonuncusuyum.” [Buharî, Menâkıb 18; Müslim, Fedâil 21, (2286).][44]
AÇIKLAMA:
1- Hadiste, geçmiş peygamberler ve insanları irşad etmek üzere getirdikleri şeriatler, temelleri atılıp, üzerine duvarların örülmüş, tamamlanmak üzere tek kerpici eksik kalmış, mükemmel güzel bir binaya benzetilmektedir. İşte bu risalet binasını tamamlayacak sonuncu tuğla Hz. Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm) olmuştur.
2- Hadisten şu hükümler çıkmaktadır:
* Meselelerin anlaşılmasını kolaylaştırmak için teşbihler yaparak temsiller getirmek câizdir.
* Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın, diğer peygamberler üzerine fazileti vardır.
* Resûlullah son peygamberdi ve O´nunla şeriatler kemâle ermiştir. Her peygamberin şeriati kendine nisbetle kâmildir, ancak şeriat-ı Muhammediye´ye nisbetle eskiler eksik olmaktadır.
ـ4354 ـ8ـ وَعَنْ أنَسٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قَالَ: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: آتِى بَابَ الْجَنَّةِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فَأسْتَفْتِحُ. فَيَقُولُ الْخَازِنُ: مَنْ أنْتَ؟ فَأقُولُ: مُحَمّدٌ. فَيَقُولُ: بِكَ أُمِرْتُ أنْ َ أفْتَحَ ‘حَدٍ قَبْلَكَ[. أخرجه مسلم .
Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Ben kıyamet günü cennetin kapısına gelip açılmasını isterim. Hâzin (kapıcı melek): “Sen kimsin ” diye seslenir. Ben:
“Muhammed´im!” derim. Bunun üzerine
“Sana açıyorum. Senden önce kimseye açmamakla emrolundum!” diyecek!” [Müslim, İman 333, (197).
ـ4355 ـ9ـ وعَنِ ابْنِ مَسْعُودٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قَالَ: ]صَلّى النَّبِيُّ # الْعِشَاءَ. ثُمَّ انْصَرَفَ فَأخَذَ بِيَدِى حَتّى خَرَجَ الى بَطْحَاءِ مَكَّةَ فَأجْلَسَنِى وَخَطَّ عَليَّ خَطّاً، وَقالَ: َ تَبْرَحَنَّ مِنْ خَطِّكَ. فإنَّهُ سَيَنْتَهِى إلَيْكَ رِجَالٌ فََ تُكَلِّمْهُمْ. فإنَّهُمْ لَنْ يُكَلِّمُوكَ ثُمَّ مَضَى حَيْثُ أرَادَ فَبَيْنَا أنَا جَالِسٌ فى خَطِّى إذْ أتَانِى رِجَالٌ كَأنَّهُمُ الزُّطُّ أشْعَارُهُمْ تُوَارِى أجْسَامَهُمْ، َ أرَى عَوْرَةً وََ أرَى قِشْراً وَيَنْتَهُونَ إليَّ َ يُجَاوِزُونَ الْخَطَّ ثُمَّ يَصْدُرُونَ إلى رَسُولِ اللّهِ #. حَتّى إذَا كَانَ مِنْ آخِرِ اللَّيْلِ جَاءَنِى رَسُولُ اللّهِ # وَأنَا جَالِسٌ فَدَخَلَ عَلىَّ خَطِّى فَتَوَسَّدَ فِخِذِى فَرَقَدَ، وَكَانَ إذَا رَقَدَ نَفَخَ. فَبَيْنَا أنَا قاعِدٌ وهُوَ مُتَوَسِّدٌ فِخِذِى. إذْ أتَى رِجَالٌ عَلَيْهِمْ ثِيَابٌ بِيضٌ، اللّهُ أعْلَمُ مَا بِهِمْ مِنَ الْجَمَالِ، فَانْتَهَوْا إلىَّ، فَجَلَسَ طَائِفَةٌ مِنْهُمْ عِنْدَ رَأسِهِ وَطَائِفَةٌ عِنْدَ رِجْلَيْهِ ثُمَّ قَالُوا بَيْنَهُمْ مَا رَأيْنَا عَبْداً قَطُّ أُوتِىَ مِثْلَ مَا أوِتِىَ هذَا النَّبِىُّ إنَّ عَيْنَيْهِ تَنَامَانِ
وَقَلْبُهُ يَقْظَانُ اضْرِبُوا لَهُ مَثً. مِثْلُ مُشَيِّدٍ بَنَى قصْراً ثُمَّ جَعَلَ مَائِدَةً، وَدَعَا النَّاسَ إلى طَعَامِهِ وَشرَابِهِ، فَمَنْ أجَابَهُ أكَلَ مِنْ طعَامِهِ، وَشَرِبَ مِنْ شَرَابِهِ، وَمَنْ لَمْ يُجِبْهُ عَاقَبهُ. قَالَ: ثُمَّ ارْتَفَعُوا وَاسْتَيْقَنَ # فقَالَ: سَمِعْتُ مَا قَالَ هؤَُءِ، وَهَلْ تَدْرِى مَنْ هُمْ؟ قُلْتُ: اللّهُ وَرَسُولَهُ أعْلَمُ. قَالَ: هُمْ الْمَŒئِكَةُ. قَال: فَتَدْرِى مَا الْمَثَلُ الَّذِى ضَرَبَُوهُ؟ قُلْتُ اللّهُ وَرَسُولُهُ اعْلَمُ. قَالَ: الرَّحْمنُ بَنَى الْجَنَّةَ، وَدَعَا عِبَادَهُ إلَيْهَا. فََمَنْ أجَابَهُ دَخَلَ الجَنَّةَ، وَمَنْ لَمْ يُجِبْهُ عَاقَبَهُ[. أخْرَجه الترمذي وصححه.وَالْمُرَادُ »بِالْقِشْرِ« الثِّيَابُ. أى َ أرَى عَوْرَةً مُنْكَشِفَةً مِنْهُمْ، وََ أرَى عَلَيْهِمْ ثِيَاباً تُغَطّى عَوْرَاتَهُمْ .
İbnu Mes´ud (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) (bir gün) yatsı namazını kıldı. Sonra namazdan çıkınca elimden tuttu. Bathâ-i Mekke´ye kadar gidip orada beni oturttu. (Yere dairevî) bir hat çizip:
“Hattından dışarı çıkma! Sana bazı kimseler gelecek, sakın onlara bir şey söyleme. Zira onlar seninle konuşacak değiller!” buyurdu. Sonra dilediği yere çekip gitti. Ben çizgimin içinde otururken bana bir grup insan geldi. Esmer renkleriyle sanki Hindûlara benziyorlardı. (Pek uzun olan) saçları, vücutlarını öylesine örtmüştü ki, ne bir avret yerlerini ne de bir elbiselerini görüyordum. Bana kadar geldiler, ancak çizgiyi geçmediler. Sonra Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)(ın gittiği yere) yürüdüler.
Gecenin sonuna doğru Resûlulah (aleyhissalâtu vesselâm), ben otururken yanıma geldi ve çizgiden içeri girdi. Dizime dayanıp yattı. Yatınca (ağzından) soludu. Ben oturuyordum, O da dizime dayanmış vaziyette böyle duruyorduk. Derken, üzerinde beyaz elbiseler olan bir grup adam geldi. Güzelliklerinin derecesini Allah bilebilir. Bana kadar yaklaştılar. Bir kısmı Aleyhissalâtu vesselâm´ın baş tarafına, bir kısmı da ayakları tarafına oturdular. Sonra aralarında konuşarak:
“Biz şimdiye kadar bu peygambere verilen gibisinin, bir başkasına verildiğini hiç görmedik. Bunun gözleri kapalı, kalbi uyanık. Ona bir misâl verin!” (dediler ve şu temsili anlattılar):
“Bir efendi köşk yaptırmış sonra bir ziyafet verip sofra kurmuş, insanları yiyip içmeye çağırmıştır. İcabet edenler gelip yemeğinden yiyip, suyundan içmiştir. İcabet etmeyenleri de cezalandırmıştır” dediler ve kalktılar. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) da kendine geldi ve:
“Şunların ne dediklerini işittim. Onların kim olduklarını biliyor musun ” dedi. Ben: “Allah ve Resûlu bilir!” dedim.
“Onlar meleklerdi!” buyurdu ve ilave etti.
“Onların getirdikleri temsilin mânasını anladın mı ”
“Allah ve Resûlü bilir!” dedim. Aleyhissalâtu vesselâm açıkladı:
“Rahman (Olan Rabbimiz) cenneti kurdu. Kullarını ona davet etti. Kim davete icabet ederse cennete girer, kim de icabet etmezse onu cezalandırır.” [Tirmizî, Emsâl 1, (2865).
ـ4356 ـ10ـ وَعَنْ عَبْدِاللّهِ بْنِ هشَامٍ قَالَ: ]كُنَّا مَعَ النَّبِيِّ # وَهُوَ آخِذٌ بِيَدِ عُمَرَ رَضِيَ اللّهُ عَنْه فقَالَ عُمَرُ: يَا رَسُولَ اللّهِ ‘نْتَ أَحَبُّ إلىَّ مِنْ كُلِّ شَىْءٍ إَّ نَفْسِى، فقَالَ #: َ، وَالَّذِى نَفْسِى بِيَدِهِ حَتّى أكُونَ أحَبَّ إلَيْكَ مِنْ نَفْسِكَ. فَقَالَ عُمَرُ رَضِيَ اللّهُ عَنْه: فإنَّهُ اŒنَ ‘نْتَ أحَبُّ إلىّ مِنْ نَفْسِى. فقَالَ #: اَŒنَ يَا عُمَرُ[. أخرجه البخاري .
Abdullah İbnu Hişâm (radıyallahu anh) anlatıyor: “Biz Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile beraberdik. O sırada, Aleyhissalâtu vesselâm, Ömer (radıyallahu anh)´ın elinden tutmuştu. Hz. Ömer:
“Ey Allah´ın Resûlü! Sen bana, nefsim hâriç herşeyden daha sevgilisin!” dedi. Resûlullah hemen şu cevabı verdi:
“Hayır! Nefsimi elinde tutan Zât-ı Zülcelâl´e yemin ederim, ben sana nefsinden de sevgili olmadıkça (imanın eksiktir)!”
Hz. Ömer (radıyallahu anh):
“Şimdi, sen bana nefsimden de sevgilisin!” dedi. Bunun üzerine Aleyhissalâtu vesselâm:
“İşte şimdi (kâmil imâna erdin) ey Ömer!” buyurdular.” [Buhârî, Fedailu´l-Ashab 6, İsti´zân 27, Eymân 3.]
AÇIKLAMA:
1- Burada Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), imanda ulaşılacak en yüce mertebenin (rütbetu´l-ulya) anahtarını vermektedir: “Kişinin kendisine olan fıtrî sevgisinden daha ileri bir sevgi ile Resûlullah´ı sevmesi.” Hatta bazı zâhidler, hadiste Aleyhissalâtu vesselâm´ın şöyle söylediğini belirtmişlerdir: “Ey Ömer, sen benim rızamı, helâk olmaya bile götürecek olsa, kendi hevâna tercih etmedikçe beni sevme dâvanda doğru söylemiyorsun.” Hattâbi der ki: “Kişinin nefsini sevmesi tabiatında olan bir vak´adır, fıtrîdir. Başkasına olan sevgisi ise, sebeplerin tavassutu ile ihtiyaridir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Hz. Ömer (radıyallahu anh)´a söylemiş bulunduğu ifadesinde, bu ihtiyarî sevgiyi kastetmiş olmalıdır. Çünkü tabiatın kalbedilip, üzerine yaratıldığı aslî şeklinin değiştirilmesi mümkün değildir.”
İbnu Hacer der ki: “Bu nokta-i nazardan, Hz. Ömer´in ilk cevabı, fıtratın ifadesi olmaktadır. Sonra düşündü ve istidlâl yoluyla anladı ki, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), kendisine, nefsinden daha sevgilidir. Şundan ötürü ki: O (aleyhissalâtu vesselâm), hem dünyada ve hem de ahirette felakete atıcı şeylerden kurtuluş sebebidir. Böylece ihtiyarının iktizası olan şeyi de haber vermiş oldu. İşte bunun için, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın cevabı: “İşte şimdi ey Ömer!” Yani: “İşte şimdi anladın ve gerektiği şekilde konuştun!” oldu.
Aynî, muhabbetin:
* İclal ve tazim muhabbeti: Babaya karşı muhabbet gibi;
* Merhamet ve şefkat muhabbeti: Evlada karşı muhabbet gibi;
* Müşâkele (benzerlik) ve istihsan muhabbeti: İnsanların birbirine muhabbeti gibi, olmak üzere üç kısma ayrıldığını belirttikten sonra, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın bu sevgilerin hepsini cem ettiğini belirtir.
RESULULLAH´I SEVMEK NE DEMEK
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ı nefsimizden de fazla sevmemizin gereğini sadece bu ve benzeri hadiseler beyan etmez; Kur´ânî vahiyler de bunu te´kid eder ve sıkça hatırlatır:”Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, yakınlarınız, kazandığınız mallar, durgunlaşmasından korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden meskenler, size Allah´tan, Resulü´nden ve O´nun yolunda cihaddan daha sevgili ise, o zaman Allah´ın azabı gelinceye kadar bekleyin. Allah, kendisine itaatten çıkmış fasıklar topluluğuna yol göstermez” (Tevbe 24).
Sevgi, kalbî bir hadise. Herkes peygamberi sevdiğini söyleyebilir, hatta sevmekte olduğunu zan da edebilir. İmanımızın sıhhatini mevzubahis eden bu mühim hadisede ne derece başarılı ve samimi olduk ve gerçeğe ulaştık endişesi, mü´minlerin birinci problemi olmaya sezadır. Kur´an-ı Kerim buna pek çok âyette yer verir, adeta maddî ölçüler koyar:
* Allah ve Resûlünün hükmüne itiraz etmemek: “Allah ve Peygamberi bir işe hükmettiği zaman, gerek mü´min olan bir erkek, gerek mü´min olan bir kadın için (ona aykırı olacak) işlerde kendilerine muhayyerlik yoktur” (Ahzab 36).
* Resulullah´ın konuştuğu yerde (meselelerde), susmak: “Ey iman edenler Sesinizi peygamberin sesinden fazla yükseltmeyin…” (Hucurat 2).
* Peygamberin verdiğini almak, yasakladığını terketmek: “Peygamber size ne verdi ise onu alın, size ne yasakladı ise ondan da sakının” (Haşr 7).
* İhtilafların çözümünde Resulullah´ı hakem yapmak: “Hayır öyle değil! Rabbine andolsun ki, onlar aralarında kimi oraya kimi buraya çektikleri (kavga ettikleri) şeylerde seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükümden yürekleri hiçbir sıkıntı duymadan, tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.” (Nisa 65.)[50]
* Sünnete Uymak:
Âlimler, âyetlerde ifade edilen meseleleri daha da müşahhas hale getirerek şöyle derler: “Resulullah´ı sevmek:
* Sünneti yaşamak;
* Sünnetin ihyasına, yaşanmasına çalışmak;
* Şeriatinden bid´ayı defetmek;
* Hayatında şeriatın mevcudiyetini temenni etmek;
* Hayatını ve malını şeriat yolunda harcamak.
* Allah´ın Rızası Ve Sevgisi Sünnete Uymakla Elde Edilir:
Bir mü´minin en büyük ideali, kendisini Allah´a sevdirmektir. Yani O´nun rızasını kazanmak, gadabından korunmak. Aslında kılınan namazlar, tutulan oruçlar, verilen sadakalar, işlenen her çeşit hayırlar, hayır yolunda tüketilen bütün nefesler tek gayeye bakar: Allah´ın sevgisini kazanmak. Kaydedeceğimiz şu ayet bunun tek yolu olduğunu gösterir: Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın sünnetine uymak: “De ki: “Eğer Allah´ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.” (Âl-i İmrân 31).[52]
Sevginin Mahiyeti:
İslâm alimleri, bu vesile ile sevginin mahiyetini tahlil ederek derler ki:”Muhabbet:
* Ya menfaata itikat etmektir;
* Veya buna tabi olan meyildir;
* Ya da iki taraftan birine vaki olarak hususiyet kazanan bir sıfattır.
Meyl´e gelince, bu da:
* bazan duyulardan birinin lezzet almasıyla hasıl olur; güzel bir surete meyil gibi;
* Bazan aklıyla lezzet aldığı şeyedir; fazilet ve kemâle olan sevgi gibi;
* Bazan kendisine yapılan ihsan (iyilik) veya kendisine gelecek bir zararı defetme gibi bir sebeple olur.
Şurası açık ki Resulullah´a meyledip sevmede bu üç sebebin üçü de mevcuttur. Zahiri ve batınî güzellikler ondadır, kemâlatın envaı ondadır, bütün mü´minlere sırat-ı mustakim hidayetini ihsan eden, ebedi cehennem belasından vikaye eden odur.”
Aynî der ki: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) sevgisi, O´na itaatte bulunma ve muhalefeti terketme iradesidir. Bu ise İslam´ın vaciblerindendir.” Nevevî de şöyle demiştir: “Hadiste kötülükleri emreden nefisle, mutmainne nefis arasında hüküm vermeye bir telmih var. Zira, kim mutmainne cihetini tercih ederse, Resulullah sevgisini üstün tutmuş olur. Kim de nefs-i emmare canibini tercih ederse onun hükmü bilakistir.” |