Rahman ve Rahim Olan Allah´ın Adıyla.Hamd, kullarını Sırat-ı Mustakim´e hidayet ederek üstün kılan Allah´a mahsustur. Salât ve selâm mü´minlere karşı pek merhametli ve cana yakın olan peygamberimiz ile O´nun temiz ali ve tüm sahabileri ve kıyamet gününe kadar O´nun sağlam metodundan ayrılmayan bağlıları üzerine olsun.
Şimdi, aşağıda okuyacağınız bilgiler müridlerin terbiye edicisi, saliklerin mürşidi, şeriat sancağının taşıyıcısı, iksir mesabesindeki Nakşibendi nisbetinin açıklayıcısı alim, ilmi ile amil ve kâmil Şeyh Ahmed Haznevi Hazretlerinin menkıbelerinden seçilmiş bir kaç değerli inci ve yaralıların yaralarını iyileştirecek bir kaç şifalı merhemdir. Şimdi onun bu seçme menkıbelerini birlikte gözden geçirelim. Ahmed Haznevi Hazretleri – Allah (c.c.) ondan razı olsun -Peygamberimize -salât ve selam üzerine olsun- fevkalade bağlı, O´nun sözleri, hareketleri ve hasletleri konusunda çok titiz, şeriatına olağanüstü derecede tutkun, bu şeriatın inceliklerini çok inceleyen, azimetleri ile amel edip bidat ve ruhsatlarından titizlikle uzak duran bir zat idi. Bu sözlerimizin en sadık delili, çevresindeki alimlerin etrafında birleşip ona biat etmiş olmalarıdır. Bu alimler titiz araştırmalardan, sözlerini derinliğine inceleyip şeriat ölçüsüne vurduktan sonra ona biat etmişlerdir. Bilindiği gibi alimler hep birlikte bir büyük veliye teslim olmadan önce böyle yaparlar. Onun hakkında söylediğimiz sözlerin diğer bir delili de sözlerine kulak veren her uyanık müminin kalbini, tıpkı bir mıknatısın demiri kendine doğru çekmesi gibi cezbetmesidir. Ahmed Haznevi Hazretleri -llah (c.c.) ondan razı olsun- aşağıdaki hadise göre amel etmekte çok titiz ve ısrarlı idi: Nitekim bir ara hizmetkârı Said üç yıl yüce eşikte barınan bir fakirin kovulmasını emretmişti. Çünkü söz konusu fakir, bu emre yol açan bir kusur işlemişti. Bu arada Şeyh hazretleri sohbete gelince o fakir orada bulunan ve çoğunluğunu gariplerin meydana getirdiği müridler topluluğunun önünde yalvararak tekkede bırakılmasını rica etti. Şeyh Hazretleri, adamın bu ricasını hemen yerine getirmekten kaçındı ve ona «yakamı bırak da niyetim saf hale gelsin» dedi. Fakat adam bu cevaba rağmen susmadı, daha ısrarlı şekilde yalvarmaya ve geri alınması için rica etmeye devam etti. Buna rağmen Şeyh hazretleri onun ricasına kulak asmadı. Ama bir süre sonra sözü geçen fakiri yanına çağırarak kendisine «şimdi niyetim saf hale geldi, gitme, burada kal» dedi. Bu konuda bizzat kendisi şu olayı anlatmıştır:” Bir ara hacca gitmek hususunda içimde güçlü bir özlem doğdu. Hemen yol hazırlığı yaptım. Fakat bir süre sonra içimden bu konuda nefsimi imtihan etme duygusu doğdu. Nefsime hac yolculuğu için ayırmış olduğum malı fakirlere dağıtmayı ve hacca gitmekten vazgeçmeyi önerdim, teklifimi reddetti, hacca gitmeyi arzu ettiğini belirtti. Bunun üzerine ben de nefsimin arzusuna karşı koymak için hacca gitmekten vazgeçtim. İyi niyete sahip olmaksızın, hiç kimseye bir çörek bile vermem.” Ahmed Haznevi Hazretleri -Allah (c.c.) ondan razı olsun- şeyhine aşırı derecede düşkündü. Öyle ki, şeyhinden bahsederken daima yanaklarından yaşlar akardı. Üstelik şeyhinin hallerini saklı tutmak konusunda da fevkalade titizdi. Bir ara şeyhimizin oğlu Şeyh Muhammed Masum hacc´dan dönmüş, bizleri misafirliğe kabul etmişti. Babamla birlikte sohbetini bir süre dinledikten sonra babam ev sahibi rahatsız olur endişesi ile kalkıp gitti. Babam gittikten sonra biz bir süre daha sohbete devam ettik. Daha sonra Muhammed Masum hazretleri eve gitmemi söyleyince emrine uyarak kalkıp eve gittim. Eve varınca babamın lambayı söndürüp yatağa girdiğini gördüm. Fakat geldiğimi duyunca «Kim o?» diye sordu. Benden «Alâuddin» cevabını alması üzerine «niye bu kadar geç kaldın?» diye sordu. Kendisine Üstadımızın oğlunun sohbetini dinlediğimi söyleyince bana «o halde yanıma gel ve ışığı yak. Üstad-ı Azam hazretlerinden söz edilince benim uyumama imkan olmayacağını bilmiyor musun?» dedi. Babamın emrine uyarak yanına gidip lambayı yaktım. Bunun üzerine yattığı yerden doğrularak yatağı üzerine oturdu ve ben de üstadımızın oğlunun sohbetinden aklımda kalanları kendisine anlattım. Bir adeti de, şeyhini görenin veya onun yanından yeni gelenin sohbetine gitmekti. Böyleleri ile sıkıntı verme endişesi baskın gelene kadar uzun uzun sohbet eder ve eve gelince bize «Falancanın sohbetine gidiniz ve gerek şeyhimiz gerekse onun ailesi hakkında söylediklerini aklınızda tutup gelince bana anlatınız.» derdi. Ahmed Haznevi Hazretleri -Allah (c.c.) ondan razı olsun- şeyhinin huylarını huy edinmeye, onun hareket ve davranışlarını örnek edinmeye çok önem verirdi. Öyle ki, çoğu kere sağ kolunu cübbesinden çıkarır, mescide ve başka yerlere öyle giderdi. Çünkü şeyhi Rus savaşları sırasında yaralanarak sağ kolunu kaybettiği için, son yıllarda, hep böyle gezerdi. Zaten sık sık «Beni üstadımın bir çok huylarını edinmeye muvaffak eden, bunu bana nasip eden Allah´a hamd olsun.» derdi. O kadar ki, bağlılarından birini, bir iş buyurmak için çağırınca ders çalışan bir talebe gibi çekingen davranır ve bunu da şeyhine uymak için yapardı. Şeyhinin tüm sohbetlerini ezberlemişti. Üstelik o sohbetlerin yapıldığı yerleri, o sırada şeyhin irşad için hangi köyde bulunduğunu, kendilerini ağırlayan ev sahibinin kim olduğunu, şeyhi ile birlikte iken ne gibi olaylar geçtiğini olduğu gibi hatırlardı. Öyle ki, bunları anlatırken kendisini dinleyenler, önünde duran yazılı bir metin olduğunu sanırlardı. Şeyhin aile mensuplarına karşı o kadar saygılı, onların haklarına karşı o kadar riayetkar idi ki, bu konudaki bütün gördüklerimi anlatsam söylediklerime inanılmaz diye korkuyorum. Mesela Üstad Molla Abdülbaki´nin kızı ile evlenişinden ölümüne kadar ondan ne içecek su istemiş, ne seccadesini hazırlamasını emretmiş ne ona bir kere bile olsun «Lambayı yak.» veya «Çorba hazırla.» demiştir. Tam tersine eşine kendisi hizmet ederdi. Üstelik eşi çok iyi bir aile terbiyesi ile yetiştiği, iyi ahlaklı ve mütevazi olduğu için kocasının kendisine hizmet etmesini istemez, bu iltifat kendisine fevkalâde ağır gelirdi. Bu durumu izah ederken de «Saide´yi eşimdir diye değil, Üstadımızın torunudur diye seviyor, ayrıca ulu Allah bize üstadımızın torunundan Abdülgani adında bir evlad nasip ettiği için iftihar ediyoruz» derdi. Ahmed Haznevi hazretleri -Allah (c.c.) ondan razı olsun- tarikat adabı karşısında fevkalâde titiz davranır, bu alana bir savsaklama meydana gelince çok canı sıkılırdı. Hatta bir defasında tüm alimleri topladı ve kızgın bir ifade ile onlara «Tarikatta meydana gelen her bidatın, her savsaklamanın sebebi sizsiniz.Çünkü adabı yeterince öğretmiyorsunuz. Cahiller mazurdur» dedi. Bu şekilde öfkelenmesinin sebebi, teveccüh sırasında birinin gözlerini açtığını ve bir başkasının da arkadaşına arkası dönük olarak oturduğunu görmüş olması idi. Ahmed Haznevi Hazretleri -Allah (c.c.) ondan razı olsun- odasındayken gece gündüz hep kitap okurdu, önemli bir iş çıkmadıkça kitabı elden bırakmazdı. Hatta çoğu zaman ramazanda iftarla akşam namazı arasında bile kitap okurdu. En çok okuduğu eserler tasavvuf ile ilgiliydi. Ahmed Haznevi Hazretleri -Allah (c.c.) ondan razı olsun- fıkıh ilminde ve şeriat meselelerinin incelikleri konusunda uzmandı. Öyle ki, fetva konusunda tek merci haline gelmişti. Çünkü insanlar arasında geçen olaylarla yakından ilgilenmiş olduğu gibi, herkes de bu konuda ona başvuruyordu. Fetva verirken pek fıkıh kitaplarına bakmazdı.Oysa halk kendisine çok sayıda mesele sorar, bir çok ihtilâf1arı çözümler ve hiç kimse ondan başkasının hükmüne ve fetvasına razı olmazdı. Alimler arasında bir mesele dolaşıp da o konuda görüşünü söyleyince derhal bütün alimler onun görüşüne meyleder, onun sözünü desteklemeye koyulurlardı. Çünkü daha önce kitablara başvurarak her zaman haklı çıktığını denemişlerdi. Ahmed Haznevi Hazretleri -Allah (c.c.) ondan razı olsun- her zaman görüşünde haklı çıkar, hiç yanılmazdı. Öyle ki, onun görüşüne uyan muradına erer, buna karşılık görüşüne ters düşen sonunda hayal kırıklığına uğrardı. Bizlere ilk söylediği görüşe uymamızı tavsiye ederek şöyle derdi: «Benim adetim şöyledir: Bana bir şey soran olursa ilk plânda görüşümü söylerim. Eğer karşı taraf, ısrarla görüşümün tersini diler veya canının öyle istediğini hissedersem, bana karşı çıkıp da zarara uğramasından çekindiğim için kendi görüşümü bırakarak onun fikrini desteklerim. Benim kerametim yoktur. Fakat ender bazı istisnalar dışında verdiğim hükümler doğrudur. » Zaten bu durum, onun bağlıları arasında, bir çok deneylerle perçinlenmiş kesin bir gerçek olarak bilinir hale gelmişti. Ahmed Haznevi Hazretleri -Allah (c.c.) ondan razı olsun- gayet sağlam bir mantığa ve acayip bir ferasete sahip idi. Öyle ki, insanı görür görmez özel hallerini ve durumunu hemen anlayıverirdi. Nitekim bir kaç kızgınlık anında bize« benim aklım kılı bile yarar» demişti. Ahmed Haznevi Hazretleri -Allah (c.c.) ondan razı olsun- kendisinden başka ancak kamil kimselerin erebileceği derecede çok yumuşak huylu, pek müsamahakâr ve Allah´ın kullarına karşı babalarından bile daha cana yakın olacak raddede şefkat sahibi idi. Nitekim bir seferinde Dekuriye kabilesinden Hacı Culi´nin ailesi tarafından Kendur köyündeki Meliye aşiretinin reisi İsa Ağa´ya arabulucu olarak gitmesi rica edilmişti.Dekuriye kabilesi, İsa Ağa´nın kardeşi Muhammed Salih´i öldürmekle itham ediliyordu. Şeyh Hazretleri bu ricayı kabul ederek İsa Ağa´nın evine gitti. İsa Ağa da onun davetini kabul ederek tam bir gönül rızası ile katil zanlılarını bağışlayarak arabuluculuğu kabul etti. Bu sonuç sırf Şeyh hazretlerinin kerameti olarak karşılanmıştı. Arabuluculuktan sonra köylülerin davetine icabet ederek orada teveccüh yapmak üzere Amude köyüne gitmeye karar verdi. Çünkü İsa Ağa´nın köyünde büyük bir kalabalık biriktiği için Amude köyünden gelenleri teveccühe alamamıştı. Amude köyüne varınca belde halkından, şeyhlerden, kabile reislerinden, devlet memurlarından ve bu arada çevre köylerden gelen karşılayıcılardan meydana gelen büyük bir kalabalık tarafından karşılandı. Büyük bir izdiham oluşmuş ve binlerce insan biraraya gelmişti. Öyle ki, Şeyh hazretleri beldeye vardığı halde kendisini karşılayanların arabaları, atlılar ve yayalar henüz Kendur köyü ile Amude köyü arasında ve Amude köyünün iki saat kadar uzağındaydılar. Şeyh Hazretleri köye varınca ilk önce Şeyh Beşir Hamidi´nin evine uğrayarak bir yakınının ölümünden dolayı kendisini teselli etti. Arkasından halifesi Molla Muhammed Lâtif´in evine gitti. Teveccüh´ten sonra öğle namazını kılmak üzere camiye gidince halkı selamlamak için Muhammed Latif´in evi ile cami arasında uzun süre yakıcı sıcak altında ayakta durdu. Bu arada yerden kalkan toz bulutu başların üzerine yükseliyordu. Bu sırada yakın dostlarından biri halka seslenerek: «Şeyh hazretlerini yordunuz, bırakınız da gölgeye sığınsın dedi. Fakat şeyh hazretleri bu söze kızarak şöyle dedi: «Ne dostlarımın ve ne de evladlarımın hiç biri bana benzemiyor. İnsanların kalplerini nasıl kırarsınız? Oysa onlar özledikleri için, muhabbet ve ihlaslarından dolayı üzerime üşüşüyor, yanıma sokulmak için can atıyorlar. Allah´tan dilerim ki, huyumu sizlerinki gibi yapmasın.» Öğle namazının arkasından Amude´ye geldikten sonra yaptığı ikinci teveccüh´ü gerçekleştirmiş, daha sonra dostlarından biri kendisini yemeğe çağırmış ve kendisini eve kadar götürecek olan araba caminin önüne yanaşmıştı. Fakat Şeyh hazretleri camiden çıkar çıkmaz halk yine üzerine hücum etmişti. O sırada yanında yürüyen bir dostu halka engel olmaya çalışarak; «Şeyh Hazretleri şu ana kadar ağzına bir şey koyamadı. Sabahtan beri teveccüh, tevbe, ziyaret ve namazla meşgul olduğu için çok yoruldu. Bu şiddetli sıcakta onu bırakın da yemek yiyip istirahat etsin.»dedi. Şeyh Hazretleri dostunun bu sözlerini duyunca ona dönerek; «vallahi, iki saat ayakta kalmayı halka engel olmanıza tercih ederim» dedi ve o yakınının hareketine çok kızdı. Yine bu arada ondan fetva istemek ve aralarındaki çatışmaları çözmesini dilemek için taşradan yanına gelenler ayaklarının çamuru ve pisliği ile seccadesini çiğniyor, yanında yüksek sesle, hatta bağırarak konuşuyor, kızgınlıktan değneklerini yere vurunca yerden kalkan toz başının üzerine yükseliyor, konuşurken neredeyse parmakları mübarek gözlerine girecek şekilde ellerini kollarını sallıyor, kimi ona «Ya sufi! », kimi «Ya hacı! », kimi «Ya fakih! » diye sesleniyordu. Bu durum karşısında, bazı yakınları bu taşralıların taşkınlıklarına engel olmaya çalışarak onlara Şeyhe karşı edepli davranmalarını emrediyorlardı. Fakat kendisi bu yakınlarına kızıyor ve onlara «bırakınız, istediklerini yapsınlar. Benim onlardan hiç bir şikâyetim yok, niye onlara engel oluyorsunuz?» diyordu. Bir keresinde ağabeyim Muhammed Masum´la bir kaç talebesine ders okutuyordu. O sırada biri içeri girdi ve seccadesine bastı. Adamın ayakları çok çamurlu idi. Bunun üzerine talebelerden biri adamın seccadeden uzak durmasını sağlamak için ona yüksek sesle bağırdı. Şeyh hazretleri bu durumu görünce kızdı ve o talebeye ?niye adamın kalbini kırdın. Adam taşralı olduğu için yaptığının farkında değildir.» dedikten sonra su isteyip seccadeyi yıkadı. O arada da «seccadeyi yıkamak adamın kalbini kırmayı gerektirecek kadar zor bir şey değildir.» dedi. Misafir gelince yanlarında bulunup onların hizmetlerini yapar ve hizmetlerinin bittiği kanaatine varıncaya adar yanlarından ayrılmazdı. Bu arada bir saat, iki saat hatta daha uzun bir süre şiddetli sıcakta veya şiddetli soğukta ayakta beklerdi. Misafirlerini bizzat ağırladıktan sonra odasına döner ve önüne yemek getirilirdi. Yemek yerken evlatlarından biri veya hizmetçisi gelip birinin kapıya gelerek, şeyhi görmek istediğini ve ona bir şey söyleyeceğini bildirince hemen yemeği yarıda bırakarak kapıdaki adamın işini görmeye koşardı. Zaten her zaman bize kendisini arayan olursa hemen haber vermemizi emreder ve «Eğer birinin benden bir dileği olduğunu öğrenir de adam beklemek istemediği halde gelişini bana haber vermezseniz, hakkımı size helal etmem.» derdi. Böyle durumlarda ziyaretçisinin olduğunu kendisine bildirmemizi ısrarla ister ve uykuda bile olsa kendisini uyandırmamızı söylerdi. Ahmed Haznevi Hazretleri -Allah (c.c.) ondan razı olsun- bağlılarına karşı fevkalade müsamahakârdı, kendisine karşı işlemiş oldukları hiç bir kusurdan dolayı onları azarlamazdı. Buna karşılık aile fertlerine karşı çok titizdi, en ufak bir hatalarına bile göz yummazdı. Bu iki tutumun her birinin ayrı birer hikmeti vardır ki, onları ancak hikmet ehli olanlar bilir. Birinci tutumun gerekçesi şudur: Bizzat kendisi bu gerekçeyi anlatmaya ayırdığı bir sohbetini şöyle devam ettirdi: Ayrıca Mevlana Halid-i Bağdadi hazretleri de bir halifesini kovmuştu. Sebep, halifenin irşad görevi yaparken bir devlet adamından altın yaldızlı bir mushafı hediye olarak almasıydı. Oysa Halid-i Bağdadi hazretleri, halifeye irşad görevi sırasında hiç bir hediye almamasını tenbih etmişti. Bu yüzden sözü geçen devlet adamı kendisine mushaf vermek isteyince önce «Ben hiç bir şey almam.» demiş, fakat devlet adamı «Bu öyle göz dikilecek bir meta değil, Allah´ın kelamıdır.» diye üsteleyince hediyeyi kabul etmişti. İşte Halid-i Bağdadi bu hediye meselesini haber alınca «ben sana irşad görevi sırasında hiç bir hediye kabul etmemeni söylememiş miydim?» diyerek halifeyi tarikattan kovmuştu. Oysa bu halife oldukça yüksek bir dereceye ermişti. Nitekim Şam´dan, evinin bulunduğu Diyarbakır şehrine döndüğünde bağlıları nisbetinin kokusunu alarak daha uzaktayken kendisini karşılamaya çıkarlardı. Buna karşılık tarikattan kovulduktan sonra evine gelinceye kadar hiç kimse onu karşılamaya çıkmamıştı. Demek ki, müridler henüz kovulduğunu duymadıkları halde onlar nazarındaki itibarını yitirerek gözlerinden düşüvermişti. Şeyh Hazretleri, bu sohbeti bitirince bana döndü ve «Alaaddin, kalk,ibriği al da dereye kadar gidip su alalım.» dedi. O sırada mevsim bahardı ve yaylada kalıyorduk. Dereye varınca kendisine dedim ki: «Babacığım! Ulu Allah´ın sana nasip etmiş olduğu bu yumuşak huydan ve bu şefkatten dolayı her zaman O´na şükür secdesi yapmamız gerekir. Çünkü biz eğer Şah-ı Nakşibend veya Halid-i Bağdadi hazretleri zamanında olsaydık, onlar hepimizi tarikattan kovarlardı.» İkinci tutumun (yani ailesinin mensuplarına karşı titiz davranmasının) gerekçesine gelince bizzat kendisi bu hususu şöyle açıklardı: “Sizlerin başınızda sopa olmazsa, daha küçükten size gerekli terbiyeyi vermemiş olsam, her zaman davranışlarınızı gözetim altında tutup hatalarınızı zamanında cezalandırmasam, bu zamanda sınırları çiğner ve haddinizi aşarak helâke uğrardınız.” Ahmed Haznevi Hazretleri -Allah (c.c.) ondan razı olsun- insanlardan gelen eziyetlere ve onların zulümlerine karşı olağanüstü derecede dayanıklı idi. Öyle ki, insanın gücü o kadarından aciz kalırdı. Bunun bir örneği şudur: Günün birinde yukarda adı geçen Tay kabilesinin şeyhi Muhammed bir akşam üzeri silahlı adamları ile çıkageldi. Maksadı Şeyh hazretlerini köyden çıkarıp orayı kendi eline geçirmekti. Müridler kendisine karşı koyup onu silahlı adamları ile birlikte geri çekilmek zorunda bıraktılar. Çünkü Şeyh hazretleri ile çevresi ondan daha güçlü bulunuyordu. Fakat Şeyh hazretleri gelince müridlerine engel oldu ve Tay şeyhinden köyü boşaltmak üzere sabaha kadar mühlet istedi. Fakat Tay şeyhi mühlet vermeye yanaşmayarak ateşte kaynayan yemek dolu kazanları yere döktü ve köyü derhal boşaltmalarını istedi. Bunun üzerine Şeyh hazretleri; eşi, çocukları ve tüm bağlılarını yanına alarak gece karanlığında Tel-Maruf köyüne göç etti. Ancak seher vakti oraya varabildiler. Görüldüğü gibi Tay şeyhi zulüm ve haksızlıkla o köye el koymuştu. Buna karşılık Şeyh hazretlerinin ona karşı koymaya, zulmüne engel olmaya yetecek kadar gücü varken büyüklerimizin tutumlarını örnek edinerek, onların davranışlarını rehber kabul ederek ve onların dosdoğru yollarından giderek Tay şeyhinin haksızlıklarına tahammül etmişti.Sonraları bu konuda «Tay şeyhi hicret konusunda Peygamber Efendimize ?salât ve selam üzerine olsun? uymama sebep oldu» demiştir. Bütün bu anlattıklarımızın daha ötesi ve daha şaşırtıcısı da şudur: Sözü geçen Tay şeyhi bir ara hastalandı. Hastalığı ağırlaşınca adamlarından biri ile haber göndererek Şeyh hazretlerini yanına çağırdı. Gönderdiği habere göre eski yaptıklarından dönmek ve Şeyh hazretlerinin önünde yeniden tevbe etmek istiyordu. «Yeniden diyoruz.», çünkü daha önce de bir kere önünde tevbekâr olmuş, fakat tevbesini bozmuştu. Şeyh Hazretleri bu haberi alınca onun yanına gitmek üzere hazırlık yapmaya girişti. Bunun üzerine kendisine şöyle dedik: «Şeyh hazretleri nasıl olur da onun ayağına gider? Adam kendisine elinden gelen zulmü, edepsizliği fazlası ile yapmış, hatta büyüklerimize bile çirkin şekilde dil uzatmaktan geri kalmamıştı.» Bu sözlerimize karşı kızdı ve bize şu cevabı verdi: «Nasıl olur da bu zalim adamın tevbesine ve hidayete ermesine sebep olmaktan geri kalabilirim? Vallahi, adam gönderip beni tevbe etmek üzere yanına çağırınca eğer gökyüzünden oluk oluk yağmur boşansa da bir binek hayvanı bulamasam, yaya olarak yürüyüp yanına giderdim.» Gerçekten adamın yanına giderek yaptıklarını ona helâl etti. Adam da onun önünde yeniden tevbe etti ve bir süre sonra bu tevbe ile öldü. Bu olay Şeyh hazretlerinin şu sözlerinin en canlı örneği olmuştu: «Nakşibendi tarikatına bağlı olanların zincirine giren ve sonra çeşitli günahlar işleyip haddini aşan kimse, bu tarikatın bereketi ile, son nefesinde bile olsa yaptıklarından dönerek tevbekâr olur. »Ne satılan ve ne de satın alınabilen bu büyük nimete karşılık Allah´a şükrederiz. Ahmed Haznevi Hazretleri -Allah (c.c.) ondan razı olsun- kendisini kıskananlara, inkârcılarına karşı fevkalâde müsamahakâr davranır, onlar ona şiddetle karşı çıkmalarına rağmen kendisi onlara karşı iyi davranırdı. Hatta bu inkârcılarından biri –neuzubillah- onun ve bağlılarının kâfir olduğunu ileri sürmüş, onlara karşı harb etmenin kâfirlere karşı harbetmekten bile daha faziletli olduğunu söylemişti. Diğer bir inkârcısı da hakkında kulakları tırmalayacak iftiralar düzerek kendisinin peygamberlik iddiasına kalkıştığını ileri sürmüştü. Herkes, hatta Hama ve Amman gibi uzak beldeler bile, bu iftiracıya cevap verilmesi hususunda sözbirliği yaparak bu iftiracıya karşılık büyük bir protesto gösterisi düzenlenmişti. Ayrıca çok sayıda tekzip mektubu gönderilerek gerek gazete sahibinin ve gerekse sözü edilen iftiracının cezalandırılması istenmişti, fakat bütün bunların tümü şeyh hazretlerinin emri ve bilgisi dışında yapılmıştı. Çünkü bu protestolara katılanlar, ileri sürülen şeyler katıksız yalan olduğuna göre delile ve burhana ihtiyaç olmadığı görüşünde idiler. Diğer bir inkârcısı da şeyh hazretleri, daha önce anlattığımız arabuluculuk hizmeti için Amude köyündeyken bir kağıt parçasına «Neuzubillah, Şeyh Ahmed, Süfyan ve bağlıları da birer şeytandır.» diye yazarak geceleyin camı duvarına astı. Şeyh hazretleri bu olayı öğrenince «benim hakkımda söylenenler değil de bağlılarım hakkında söylenen çirkin sözler ile küfür iftiraları ağrıma gitti.» dedi. Bu çirkin haber kasabada duyulunca kasabanın belediye başkanı bir heyetle birlikte şeyhimizin huzuruna gelerek; «kasabadaki bütün erkekleri toplamak ve el yazılarını cami duvarındaki yazı ile karşılaştırarak bu çirkin işi kimin yaptığını ortaya çıkarmak, arkasından da o kimseyi en ağır şekilde cezalandırmak istiyorum.» dedi. Buna karşılık Şeyh Hazretleri belediye başkanına şu cevabı verdi: «Ben böyle bir şey yapmanıza razı değilim. Bu işi yapanı ulu Allah´a havale etmek istiyorum. Büyüklerimin tutumu böyle idi. Beni de onlara uymaya sevk eden Alah´a hamdolsun.» Ahmed Haznevi Hazretleri -Allah (c.c.) ondan razı olsun- yüce derecesine rağmen gayet mütevazı, alabildiğine güler yüzlü ve tatlı çehreli idi. Halkla konuşurken onların düşünce düzeyine inerek anlayabilecekleri bir dil kullanırdı. Bu yüzden onunla sohbet eden kimse, yanından ayrılmak istemezdi.Bunun yanında dünyalık haz ve lezzetlerden hoşlanmaz, ne bulursa onu yer ve giyerdi. Çoğu zaman muridlerin yediği yemekten yerdi. Bizleri de sık sık «Niye bazı yemekleri kendinize ayırıyorsunuz? Müridlerin sizden ne farkı var?» diye azarlardı. Odasına genellikle hasır yayardı. Yalnız şeyhinin ailesinden biri veya seçkin bir misafiri gelince, sadece o zaman odasına elinden geldiği kadar güzel yaygılar yayarak misafirlerine saygı gösterirdi. Bir gün kendisine niye böyle yaptığını sorduğumuzda bize: «Peygamber Efendimiz -salât ve selam üzerine olsun- hasır üzerinde uyurdu. Ayrıca bir çok kereler şeyhimizin odasına girdim, yerde hasırdan başka bir şey görmedim.» diye cevap verdi. Sadeliğe ne kadar düşkün olduğunu gösteren başka bir örnek de şudur: Samimi ve yakın dostu Hacı İsmail ona bir lüks lambası hediye etmişti. Fakat bu lambayı odasında yakmamıza izin vermedi. Bu konudaki ısrarlarımıza: «İyi insan, evi aydınlık olan kimse değil, mezarı aydınlık olan kimsedir.» şeklinde karşılık verdi. Nitekim öldükten ve kabri üzerine kubbe yapıldıktan sonra orada geceleyin Kuran okunabilsin diye o lüks 1ambasını türbesinin kubbesine asmıştık. Böylece batınını ilahi tecellilerle ve zahirini sağlığında odasında yaktırmamış olduğu lüks lambası ile aydınlatan, kendisine bu mazhariyeti nasip eden Allah´a hamd olsun. Ayrıca velilerinin sözlerinde ve hareketlerinde acayiplikler yaratan Allah´ı noksanlıklardan tenzih ederiz. Bütün bunlar yanında, Ahmed Haznevi Hazretleri -Allah (c.c.) ondan razı olsun- çok yiğit, fevkalâde heybetli ve karşısındakilerde hürmet uyandıran bir şahsiyete sahipti. Kuran-ı Kerim´in ifadesi ile: «Allah uğrunda hiç kimsenin kınamasına aldırış etmezdi.» Nitekim Haseki´de sürgündeyken bir keresinde Hefırkan aşiretinin reisi Haco Ağa ile birlikte Fransız işgal kuvvetleri komutanı ile görüşmeye gitmişti. Amacı, sebepsiz yere sürgünde tutulmasını protesto etmekti. Bu görüşme sırasında Fransız komutanına karşı hiç kimsenin cesaret edemeyeceği derecede ağır sözler kullandı. Ona özetle şöyle hitap etmişti: «Kabile reisleri size gelirler ve sizinle görüşmeyi kendileri için şeref sayarlar. Bana gelince, sizin ayağınıza gelmiş olmayı kendim için noksanlık ve şerefsizlik kabul ederim. Çünkü siz her ay, ay sonunda evime dönmeme izin vereceğinizi, sürgün hayatıma son verip beni serbest bırakacağınızı vaad ediyor, fakat ay sonu gelince sözünüzü tutmuyorsunuz. Ahde vefa, sözünüzde durmak ve adalet nerde kaldı? Bana karşı neden böyle davranıyorsunuz, hayret ediyorum! Çünkü ben Suriye vatandaşıyım ve hiç bir suçu olmayan masum bir insanım. Ayrıca her gurubun ve herkesin bildiği gibi siyasetle de hiç bir ilgim yoktur.» Şeyh hazretleri, Fransız komutana karşı yukarıdaki sert sözleri söylerken yanında bulunan Haco Ağa, kendisine yumuşak konuşmasını ve aşağıdan almasını işaret ediyordu. Çünkü Fransız komutanın öfkelenerek kendisine uygunsuz şekilde karşılık vermesinden çekiniyordu. Oysa Şeyh hazretleri onun bu iyiliksever işaretlerine aldırış etmeksizin açık açık konuşuyor, Fransız komutan da kendisini dikkatle dinliyordu. Şeyh hazretlerinin sözleri bitince Fransız komutan ona şu cevabı verdi: «Ey Şeyh, söylediklerinizde haklısınız, durumu biz de biliyoruz. Biz dini liderlerimizin devlet ve dünya adamlarına başvurmalarını istemeyiz.» Bu konuşmaları dikkatle dinleyen Haco Ağa Fransız komutanının Şeyh hazretlerine karşı takındığı yumuşak ve saygılı tutumdan dolayı şaşırdı kaldı. Çünkü sözü edilen komutan çabucak öfkelenen ve halka karşı çok zalimce davranan bir kimse idi. Bir keresinde de, yukarda adı geçen Tay kabilesinin şeyhi, anlatmış olduğumuz çirkin davranışlarından, ve zulümlerinden sonra Şeyh Hazretlerinin huzuruna gelmiş ve hemen mübarek elini öpmek istemişti. Fakat Şeyh hazretleri onun elini öpmesine ağır ve acı sözlerle engel olmuş, kendisini alabildiğine paylamıştı. Söylediklerinin bir kısmı şunlardı:«Tay aşiretinin şeyhi sen olacağına, keşke, senin yerine onların şeyhi şarapçı bir kadın olsaydı. Eğer böyle bir kadın onların şeyhi olsaydı, senden daha dürüst ve namuslu davranırdı.» Bu sözlerin arkasından da, adamın hiç bir şey söylemesine fırsat vermeksizin kendisini yanından kovuverdi. Şeyh hazretlerinin, o adama karşı takındığı bu beklenmedik sert tavır, onun bir kerameti idi. Çünkü adı geçen şeyh o günlerde çok zalim ve nüfuzlu bir kimse olarak tanınıyordu. Hatta bu yüzden bazı devlet adamları da dahil olmak üzere herkes onun şerrinden çekiniyordu. Şeyh Hazretlerinin bu tutumunun diğer bir örneği de şöyledir: Milliyetçiler Fransız kuvvetlerine karşı başkaldırınca Fransız komutan bir adamı ile haber göndererek Şeyh Hazretlerini yanına çağırdı. Şeyh Hazretleri yanına varınca ona şunları söyledi: «Ey Şeyh, seni çağırmamın sebebi şudur: Milliyetçiler karşısında bize destek vaad etmenizi istiyoruz. Eğer bizim tarafımızı tutarsanız, ne isterseniz verir ve bu ülkede kaldığınız sürece istediğiniz her şeyi yaparız.» Şeyh Hazretleri, Fransız komutana: «Dini inançlarım sizi müslüman kardeşlerime karşı desteklememe engeldir.» diye cevap verince adam: «O takdirde sana sürgün yeri olarak verdiğimiz ve mülkiyetine geçirdiğimiz Haseki köyünü geri alırız.» diyerek Şeyh hazretlerini ağır bir dille tehdit etti. Fakat Şeyh Hazretleri, bu tehditlere aldırış etmediği gibi ne tutumundan taviz verdi ve ne de işgalci komutana boyun eğdi. Nitekim o günden sonra Fransız işgal yönetimi her fırsatta Şeyh Hazretlerine karşı düşmanca bir tutum takındı. Sözü geçen köyü elinden aldı. Oysa köyde yirmi kadar ev yaptırmış ve su kuyuları açtırmıştı. Onun elinden aldığı köyü işgal yönetimi ile işbirliği yapan yukarda sözünü ettiğimiz Tay şeyhine verdi. Sözün kısası, Elhamdülillah, işgal kuvvetleri, yurdumuzu boşaltıncaya kadar Şeyh hazretleri, bir an bile rahat yüzü göremedi. Ahmed Haznevi Hazretleri -Allah (c.c.) ondan razı olsun- misafirlere ve müridlere karşı çok ilgi gösterirdi. Her birine değeri ve derecesine göre muamele ederdi. Yemekleri ile alâkadar olur, ekmeklerine bakar ve mercimek bile olsa onlara yemek dağıtılırken başında dururdu. Bu konuda bir eksiklik görünce kızar ve «Müridlere mutlaka lezzetli yemekler vereceksiniz, demiyorum. Çünkü kalabalık oldukları için buna gücümüz yetmez. Fakat mevcut yemeği onlara kusursuz ve eksiksiz olarak veriniz ki, insan önüne koyduğunuz şeyi yiyebilsin, diyorum.» derdi. Bunun yanında misafirlerin ve müridlerin durumları ile yakından ilgilenirdi. Öyle ki, onların ne yiyecekleri, nerede yatacakları, kendilerine nasıl hizmet edileceği, bütün bunlar onun görüşü, gözetimi ve ilgisi altında gerçekleşirdi. Sayın okuyucu! Onun misafirlerini, başkalarının misafirleri kadar sanmamalısın! Tersine onun misafirleri bazen elli, bazen seksen, bazen yüz, bazan iki yüz, kimi zaman da bin veya iki bin kişi olurdu. Ahmed Haznevi Hazretleri -Allah (c.c.) ondan razı olsun- çok sayıda açın karnını doyurur, yine çok sayıda çıplak kalmışı giydirir, ihtiyacı olanların ihtiyaçlarını karşılar; bazı bağlılarının, acizlerin ve kendisine başvuranların bakımını üstlenirdi. Bütün bu masrafları çokluğuna rağmen kendi özel malından karşılar, müridlerinin ve çevresindekilerin malına güvenmezdi. Zaten gerek çevresindekiler ve gerekse müridleri ona dünya malı sağlamamışlar. Hatta devamlı olarak medresesinde okuyan kırk kadar talebenin bakımını sağlamayı, yemeklerinin ve ekmeklerinin pişirilmesi için gereken odunu karşılamayı bile üzerlerine almamışlardır. Bu masrafların çoğunu kendi özel malından karşılar ve talebeler ile gerektiği gibi ilgilenebilmek için elbise, yatak ve benzeri gibi zaruri ihtiyaçlarını da üstlenirdi. Çünkü alimlere ve talebelere çok önem verir, onlara herkesten çok saygı duyardı. Ahmed Haznevi Hazretleri -Allah (c.c.) ondan razı olsun- her taraftan kendisine başvuran yoksullara ve dilencilere karşı cömertçe davranırdı. Nitekim son hastalığı sırasında; «Elhamdulillah, asla hiç bir dilenciyi boş çevirmedim. Ömrüm boyunca bana karşı el açan hiç bir insanı hayal kırıklığına düşürmedim. İsteyen herkese haline, mevcut imkanlara ve nasibine göre bir şeyler vermeye çalıştım.» demiştir. Zaten hepimiz kapısının, hemen hemen her gün dilencisiz kalmadığını görüyorduk. Buna rağmen böyle söylemesinin hikmeti, bizi cömert olmaya teşvik etmek ve incelikli bir üslup ile bizi de bu yola sevk etmekti. Ahmed Haznevi Hazretleri -Allah (c.c.) ondan razı olsun- yanında dünya meselelerinin konuşulmasını sevmezdi. Hatta bize «Benim yanımda dünya işleri konuşmayınız ve bana böyle meseleleri danışmayınız. Çünkü ben dünya işlerinizi kendinize bıraktım.» derdi. Buna rağmen odasında veya bulunduğu mecliste dünya meseleleri konuşsak yada bu konularda ona danışsak, tarafımıza bakmaz, dahası bazen öfkeyle yanından kovar ve «Benim yanımda dünya işleri konuşmamanızı, bu konularda benden fikir sormamanızı tembih etmedim ve dünya işlerinizi kendinize bırakmadım mı?» diyerek bu emrine uymayanları azarlardı. Bununla birlikte bizleri sıkı sıkıya gözetler ve dünyaya aşırı şekilde daldığımızı veya uygunsuz bir davranış gösterdiğimizi tespit edince bizlere engel olurdu. Ahmed Haznevi Hazretlerinin -Allah (c.c.) ondan razı olsun- nazarında en önemli şey ilim öğrenmeye çalışmaktı. Her zaman bizi ilim öğrenmeye çalışmaya teşvik eder, durmadan bize bunu telkin ederdi. Öyle ki, gerek bana ve gerekse İzzeddin´e tahsil hayatımıza engel olur endişesi ile hiç bir zaman hizmet emretmemiştir. Çoğu zaman bazı işleri kendi eli ile yapmayı tercih eder ve bizleri ders çalışmaktan alıkoymasın diye, o işleri bizim yapmamızı istemekten kaçınırdı. Bizleri ilim öğrenmeye teşvik etmek üzere sık sık şeyhinin «Dünyayı isteyen ilim öğrensin, ahireti isteyen ilim öğrensin, bunların ikisini isteyen de ilim öğrensin.» şeklindeki sözlerini bize hatırlatırdı. Sohbetinde yeri geldikçe ilmin ve alimlerin faziletini anlatır, alimleri ders okutmaya ve talebeler ile yakından ilgilenmeye teşvik eder, ilim öğretmelerine engel olan işlerle uğraşmamaları gerektiğini belirtir, böyle işlere bulaşan alimleri azarlar, gerek dünya işlerine ve gerekse başka şeylere dalarak talebe okutmaktan uzak kalan alimlerle karşılaşınca canı sıkılırdı. Bu davranışının sebebi, alimlere karşı içinde beslediği şefkat idi. Onlara karşı büyük bir yakınlık duyduğu için ders okutmak gibi büyük bir ecri, büyük bir devleti kaçırmasınlar diye kendilerine nasihat ederdi. İkincisi, ömrüm boyunca hiç kimseden bir şey istemedim. Yalnız bu konuyu biraz açıklamam gerekir. İlk zamanlar çok fakirdim. Çünkü bir yandan küçük yaşımda babamı kaybettiğim halde ilim tahsili ile meşgul oluyor, öte yandan da tarikata girmiş bulunuyordum. O sıralarda çoluk – çocuğumu geçindirecek bir gelirim yoktu. Saydığım iki sebep yüzünden de bir köye imam olamamıştım. Bu yüzden güvendiğim bazı kimselere halimi açıklıyordum ki, Allah´ın kendilerine vereceği ilham sonucu bana biraz yardım etsinler. Bir yandan da bu işten çekiniyordum, ağrıma gidiyordu. Bir gün şeyhimin halifelerinden Molla Muhammed Emin´e meseleyi açıklayarak «Durumum böyle böyledir.» dedim. O da bana şaka yolu ile «böyle yapmazsan öl» diye cevap verdi. Buna rağmen kalbim rahat etmedi. Ayrıca Molla Muhammed Emin bana «Sakın bu durumunu Efendi hazretlerine anlatma. Çünkü o öyle bir adamdır ki, insanları öldürür, yani bu yaptığına engel olur» dedi. Ondan bu sözleri duyunca iyice endişelendim, daha çok korkmaya başladım. Nihayet Efendi hazretlerine giderek kendilerine şöyle dedim: «Benim ve çoluk çocuğumun geçimini sağlayacak gelirim yok. Ayrıca bir köyün imamı da değilim ki, köy halkının vereceği zekâtlarla geçineyim. Bu yüzden yaz gelince güvendiğim bazı kimselerden biraz zekât isterim. Zekât dağılımı sırasında orada bulunursam adam bana ayırdığı zekâtı bizzat elime veriyor, yok eğer o sırada şeyhimin evinde olursam adam bana vereceği zekâtı vekilime teslim ediyor. Bu konuda bana ne dersiniz? Acaba bir zararı var mı? » Sözlerim bitince Efendi hazretleri başını önüne eğdi ve bir süre öyle kaldıktan sonra bana «İsteme, çünkü o da bir bakıma başkalarına el açmak sayılır. Allah´a güven.» diye cevap verdi. Efendi hazretlerinin bu emri üzerine, o günden sonra, o huyu tam bir gönül hoşnutluğu ve sevinç içinde bırakarak artık hiç kimseden zekât istemedim. Efendi Hazretleri beni böyle davranmaktan alıkoyduktan sonra bir gün adı geçen halifeye vararak: «Efendi hazretleri öyle yapmama izin vermedi.» deyince halife de bana «Bu işi ona anlatmamanı sana söylemedim mi? Sana, o insanları öldürür, yani böyle bir şeye izin vermez, demedim mi? » diye cevap verdikten sonra yine şaka yolu ile «Şimdi git de zehir ye.» diyerek bana takılmıştı. Üçüncüsü, önceleri imkanlarımın gayet yetersiz olmasına rağmen, ömrüm boyunca hiç bir zaman evim talebesiz kalmamıştır. Hatta bir defasında sadece bir öğünlük akşam yemeğimiz kalmıştı. Ben ve eşim geçim yetersizliği yüzünden talebelerden ayrı kalacağız diye üzüntü içindeydik. Buna rağmen o akşam talebelerle birlikte bulduğumuzu yiyip yattık. Ertesi günü için ne bir avuç unumuz ve ne de başka bir yiyeceğimiz kalmıştı. Fakat Allah´a güven içinde sabahladığımız zaman ulu Allah beklemediğimiz bir yerden rızkımızı göndererek benim ve çocuklarımın annesinin sıkıntısını gideriverdi. Bu arada şunu belirtmek isterim ki, ulu Allah eşime gerek talebelerin ve gerekse müridlerin sayısız sıkıntılarına katlanma konusunda büyük bir sabır, tahammül ve arzu ihsan etmişti.» Şeyh Hazretlerinin bu sözleri söylemesi, bizleri de bu hasletleri edinmeye teşvik etmek içindi. Çünkü bu hasletlere sahip olmak dünyaya ve dünyada bulunan her şeye bedeldir. İşte bu yüzden o en güzel şekilde kendi rengi ile renklenmemizi amaç edinmiştir. Onun istediği gibi davranabilmek hususunda Allah´ın bize başarı ihsan etmesini diliyoruz. Ahmed Haznevi Hazretleri -Allah (c.c.) ondan razı olsun- müridlerin terbiyesi ve saliklerin irşadı hususunda yüce bir himmet ve şaşırtıcı bir tasarruf sahibi idi. İnsanlar her taraftan uzak mesafeleri aşarak ona geliyorlardı. O ise evinden, hatta odasından ayrılmazdı. Henüz meşhur olmadığı ilk zamanlar hariç, irşad için hiç bir yolculuğa çıkmamıştır. Buna karşılık meziyetlerini duyan kalabalıklar ona koşuyorlardı. Daha doğrusu o, insanları meczub, kendilerinden geçmiş ve muhabbet şarabı ile sarhoş ederek kendine çekiyordu. Bu müthiş cezbeye tutulan insanlar ailelerini ve mallarını bırakarak fevc fevc tarikata giriyor, onun önünde tevbe ederek çirkin davranışlarından ve o güne kadarki kötü huylarından uzaklaşıyor ve artık dini görevlerini öğrenmeye, eski namaz borçlarını kılmaya ve daha önce işlemiş oldukları haksızlıkları tamir etmeye yöneliyorlardı. Oysa bu insanların çoğu, onun önünde tevbe etmeden önce din konusunda Kelime-i Tevhid´den başka bir şey bilmiyorlardı. Ulu Allah onun eli ile binlerce insanı hidayete erdirmiş, şeriat sancağını havalandırmış ve Nakşibendi tarikatının kilometre taşlarını dikmiştir. O bir sohbetinde şöyle demişti: “Şeyh Abdurrahman Tagi ile şeyhim Muhammed Diyauddin hazretlerinin Allah onlardan razı olsun üzerimdeki himmetleri kendi elleri ile olmamıştı. Çünkü onların her ikisi de irşad için yolculuklar düzenleyerek halk arasında gezerlerdi. Bazen bu yolculukları iki ay, hatta daha uzun sürerdi. Amaçları, ulu Allah´ın onlar vasıtası ile insanları hidayete erdirmesi idi. Bana dediler ki: «Sen evinde otur, biz elde değnek insanları senin yanında toplar, Allah´ın izni ile kalabalıkları her yönden sana doğru akın akın sevk ederiz.»? Nitekim Ulu Allah bütün köylerde onun aracılığı ile camiler ve medreseler kurdurmuş ve buralara imamlar tayin ettirmiştir. Bu imamların tümü onun yüce eşiğine bağlı idi. Böylece cemaatler, zikirler, hatmeler çoğalmış; halk arasında fitneler, kargaşalıklar, birbirini öldürmeler, soygunlar, zulümler ve hırsızlıklar ortadan kalkmıştır. Bu başarı her şeyden önce onun ihlası ve Allah´a sıdk ile yönelmiş olmasının sonucudur. Nitekim Peygamberimiz salât ve selam üzerine olsun şöyle buyurmuştur: «Allah´a itaat eden kimsenin önünde her şey boyun eğer.» Onun bir çok halifeleri, meşhur birer alimdi. Her biri bir yörede oturmuş, kendilerini halkı irşad etmeye ve ilim öğretmeye vermişlerdi. Ahmed Haznevi Hazretleri -Allah (c.c.) ondan razı olsun- müridleri terbiye etmek, eğitmek alanında mahir ve hekim bir mürşid idi. Öyle ki, çoğu kere emirlerini sadece işaretle verirdi. Birine bir hizmet teklif etmek isteyip de sözünün tutulmayacağından çekindiği takdirde bize «Falancaya söyleyin de şu işi yapsın, ama sakın o işi yapmasını benim arzu ettiğimi ona açıklamayın derdi.» Niçin böyle davrandığını sorduğumuz zaman da bize şu cevabı verirdi: “Sebep o kimseyi zarara sokmamaktır. Çünkü mürid, şeyhinin açık emrine karşı geldiği takdirde kesinlikle edep dışına çıkmış ve zarara düşmüş olur.” Bir başka huyu da şöyle idi: Eğer birine bir iş emretmiş, adam da emredilen işi titizlikle yaparak içinden «Şeyhim bu işimi görünce benden razı olacak ve bana hayır dua edecek.» diye geçirmiş ise derhal karşısına çıkarak ona kızar ve yapmış olduğu işteki kusurları yüzüne karşı sayardı. Öyle ki, adam riya ve gösterişe kapılarak amelinin sevabını yok etmek endişesi ile bir şey yapmaya teşebbüs etmekten çekinir ve pişman hale gelirdi. Ayrıca müridlerinden herhangi biri bir edep kuralını çiğnediği takdirde yerine göre ya açıkça veya işaretle onu yaptığı edepsizlikten en kısa zamanda alıkordu. Nitekim yanından ayırmadığı halifesi MolIa İbrahim Kersevari şöyle bir olay anlatmıştır: Şeyh hazretleri, Hac görevini yerine getirmek üzere Hicaz´a gittiği sırada kardeşi Molla Mustafa ile beni de yanında götürmüştü. Şeyh hazretlerinin bu kardeşi müridlerin çoğuna tarikat adabını öğretmişti. Bu yüzden ölünce Şeyh hazretleri onun hakkında,”MoIIa Mustafa´yı halifeler halkasına katamadığımdan dolayı üzgünüm. Kabiliyetinin kemaline ve istidatının yeterliliğine inandığım için ona halife olmasını teklif ettiğim halde teklifimi geri çevirerek kendisine böylesine ağır bir yük yüklememi rica etti. Çünkü aşırı tevazuundan ve kendini yetersiz gördüğünden dolayı, halifelik yükünü taşıyamayacağından çekiniyordu.” demiştir. İşte hakkında böyle konuştuğu kardeşi ile beni yanına alarak Hac yolculuğuna çıkmıştı. Haremeyn sınırından içeri girdiğimiz andan itibaren hem Molla Mustafa´nın ve hem de benim kalplerimizi kırmaya başladı. Her gün bir veya birkaç kere bize kızıyordu. Öyle olduk ki, hüzünden ve ağlamaktan dolayı hiç kimseyle oturup konuşamıyor, kendimizden, onun ha kızdı ha kızacak endişesinden ve sinirliliğinden başka hiç bir şey düşünemiyorduk. Bir yandan da Şeyh hazretlerinin bu tutumu yüzünden büyük bir şaşkınlığa kapılmıştık. Çünkü bizzat kendisi hacılara bir çok tavsiyeler yapıyordu. Bu tavsiyelerin başlıcaları, yol arkadaşları ile iyi geçinmek, onların verebileceği sıkıntıları sabırla karşılamak ve hiç kimsenin kalbini kırmamaktı. Bu tavsiyelerine rağmen bizzat kendisi bize karşı böyle davranıyordu. Fakat Haremeyn sınırından çıkınca beni şefkat kokan bir ses tonu ile yanına çağırdı. Derhal koşarak yanına gittim. İçimden “Elhamdulillah, belli ki bugün sinirli değil.”diye düşünüyordum. Bana bir ibrik su getirmemi emredip önümüzde uzanan bir vadiye doğru yürümeye başladı. Derhal su dolu ibriği hazırlayıp arkasından yetiştirdim ve peşi sıra yürümeye koyuldum. Vadiye varınca ansızın beni arkamdan tutarak yanağımdan öptü ve bana şöyle dedi: “Ey Molla İbrahim! Senden hakkını bana helal etmeni istiyorum. Çünkü seni bu yolculuk sırasında çok hırpaladım. Bu yüzden şu ana kadar gözünün yaşı hiç dinmedi.Vallahi, bu davranışın belirli bir hikmete dayanıyor. O hikmet de şudur: Kitapların yazdığına göre Haccın sevabı, Hac sırasında işlenen küçük bir günah yüzünden bile kaybolabilir. Ben de bu yolculuk sırasında sevabının günahlar yüzünden kaybolmasından çekindiğim için kendi derdinle meşgul olup günah işlemeye fırsat bulamayasın diye kalbini kırmaya koyuldum. Böylece seni üzerken kendi kendimi yaktım ki, sen helâke uğrayanlardan olmayasın.Yani kendimi arkadaşım uğruna feda ettim.» Bu sözleri duyunca o kadar duygulandım ki, kendimi ağlamaktan alıkoyamadım ve bir yandan gözyaşı dökerken kendilerine şu cevabı verdim: «Ruhum sana feda olsun! Nasıl olur da benden helallık istersin. Oysa sen benim şeyhim ve yetiştiricim olduğun gibi bu şaşırtıcı işi de benim iyiliğim için yaptın. Eğer bende bir hakkın varsa bir kere yerine bin kere helâl olsun.» Kardeşi Molla Mustafa´nın yanına dönüp de durumu kendisine anlatınca «Vallahi, bana da aynısını yaptı» dedi. Şeyh Hazretleri yüce himmete ve acayip tasarrufa sahip maharetli bir doktor olduğu gibi öyle bir hale geldi ki, zikrullahı gördüğü zaman kendini herkesten aşağı görürdü.Nitekim birkaç kere yanına girip de kendisini ağlarken görünce önce Üstad hazretleri tarafından üzücü bir şey duyduğu endişesine kapıldım ve kendisine «Babacığım, niye ağlıyorsun?» diye sordum. Bana şöyle cevap verdi: Bir yandan şu muhabbeti, şu cezbeyi, şu şevki, şu coşkunluğu, şu insanların her taraftan fevç fevç (kalabalıklar halinde) koşup bana gelişlerini görüp de bir yandan kendime bakınca ağlamamı tutamıyorum. Çünkü ben bu insanlar içinde benden daha hakirini, hatta kendim kadar hakir olanını göremiyorum. Buna rağmen bu sayısız ve hesapsız kalabalığın hidayetine sebep oldum. Bu yüzden çoğu zaman şu hadisin hükmünün -kapsamına girmekten korkuyorum: «Ulu Allah, hiç şüphesiz, bu dini facir bir kimse aracılığı ile de destekler.» Hadiste kastedilen kişilerden biri olmaktan, yani bu ümmet uğruna feda olmaktan çekiniyorum. Bu yüzdendir ki, bu nisbetin ortaya çıktığı andan beri Allah´a şöyle dua ediyorum: “Ya Rabbi, eğer benim şahsıma yönelen bu muhabbet, bu cezbe ve bu insan kalabalığı senin rızana uygun ise, sırf senin uğruna ise onu devam ettir, yok değil ise en kısa zamanda bu durumu sona erdir.” Kâbe´de ve Ravza-i Mutahhara´da da aynı duayı yapmıştım.» Görüldüğü gibi o her gün gelişme ve terakki yolunda idi. Nitekim onun sadık ve samimi bir dostu olan Muhammed Said Deyri şöyle bir olay anlatmıştır: “Bir gece Hazne´de sohbetin bitiminden sonra Şeyh Hazretleri ayağa kalktı ve (daha önce de adından sözü edilen) meşhur halifesi Molla İbrahim´e su dolu bir güğüm getirmesini emretti. Bana da cübbesini çıkarıp vererek yürümeye başladı. Biz de arkasından gidiyorduk. Köyün merasının ortalarına varınca Molla İbrahim´e yaklaştı, onu sıkı bir şekilde göğsünden tutup kendine doğru çektikten sonra kendisine «De ki: Vallahi, billahi ve tallahi, sadece doğruyu söyleyeceğim.» dedi. Molla İbrahim de «Vallahi, billahi ve tallahi, sadece doğruyu söyleyeceğim, dedi.» Fakat Şeyh Hazretleri onu tekrar aynı sertlikle kendine doğru çekerek kendisine yine «De ki; Vallahi, billahi ve tallahi, sadece doğruyu söyleyeceğim.» dedi. Molla İbrahim de ilk seferinde olduğu gibi; «Vallahi, billahi ve tallahi, sadece doğruyu söyleyeceğim.» diye cevap verdi. Üçüncü bir sefer olarak yine Molla İbrahim´e «De ki; Vallahi, billahi ve tallahi, sadece doğruyu söyleyeceğim.» dedikten sonra ondan üçüncü defa «Vallahi, billahi ve tallahi, sadece doğruyu söyleyeceğim» cevabını aldıktan sonra halifesine şöyle dedi: «Ey kardeşim Molla İbrahim, bende hiç bir münafıklık alameti gördün mü? Eğer bende bu alametlerden birini gördün ise bana söyle ondan vazgeçeyim.Molla İbrahim bu sözleri duyunca hüngür hüngür ağlayarak kendisine «Vallahi, billahi ve tallahi, sende hiç bir zaman evla olanın tersine hiç bir şey görmüş değilim.» dedi. Sayın okuyucu,Ahmed Haznevi hazretlerinin -Allah (c.c.) ondan razı olsun- menkıbeleri sayısız ve hesapsızdır. Maksadımız ona karşı saygımızı ifade etmek ve onun yaşama tarzından haberdar olarak davranışlarını örnek edinmektir ki, bunun için bu kadarı yeterlidir. Bu yüzden menkıbelerin bu kadarını yeterli gördük. Yoksa bu fakir Alaaddin biliyor ve inanıyor ki, bu işin çok uzağındadır, bu meydanın süvarilerinden değildir. Fakat diğer bağlılar, aciz oldukları için değil, fakat sadece kendilerinin bildiği hikmetlere dayanarak bu işe el sürmeyince, bu fakir bütün zavallılığına ve yetersizliğine rağmen bu konuda adım atmayı yararlı gördü. Çünkü o böylelikle bu menkıbelerin yokluktan varlığa çıkışına sebep olduğu gibi, Elhamdulillah, bağlıları arasında hatasını düzeltecek ve kaleminin aşırılık ve eksikliklerini düzeltecek çok sayıda kimse vardır. Efendimiz Muhammed´in ve O´nun sahabileri ile alinin üzerine salât ve selam olsun. |
Son Yazılar