1- Ebû Hanîfe Hakkında Söylenenler
Şahabedin Ahmed b. Hacer Heysemî, Hayrat´ul-Hisan adlı kitabında şöyle diyor: «Bir adamın hakkında insanların birine aykırı iki zümreye ayrılması, o adamın şeref ve mevkiinin yüksekliğini gösterir. Bakınız Hz. Ali hakkında nasıl oldu: Onun uğrunda iki zümre helake maruz kalmıştır: Aşın derecede sevmekte ifrata düşenler, ona düşmanlıkta ileri gidenler…»
Çok doğru olan bu söz, îmâm-ı A´zam Ebû Hanîfe´ye de tıpatıp uymaktadır. Çünkü bazı insanlar ona taraftarlıkta o kadar ileri gitmişlerdir ki, onu peygamberler mertebesine yaklaştırdılar. Tevrat´ın onu müjdelediğini iddiaya kalkışmışlar. Hz. Muhammed (A.S.) onun ismini zikretmiş ve ümmetinin çırağı olduğunu haber vermiş, dediler. Ona Öyle sıfatlar ve menkıbeler uydurdular ki, onun mertebesini aştılar, derecesini geçtiler. Bâzı kimseler de ona hücumda ileri gittiler. Zındıklık, ana caddeden ayrılmak, dini ifsat etmek, Sünneti bırakmak, hattâ Sünneti bozmak gibi isnadlar-da bulundular. Sıhhatsiz, delilsiz fet\â veriyor dediler. Bu hücumlarında ma´kul tenkit haddini aştılar, bu görüşleri bir araştırmaya ve incelemeye asla dayanmıyordu. Bu gibiler delilsiz ve ted-kiksiz rastgele tezyif etmekle kalmadılar, düşmanlıkta o kadar ileri gittiler ki, oriun şahsına, dinine ve îmanına bile ta´n ile hücum ettiler. .
2- Bu Hücumlar Neden Îlerî Geliyordu
Bunlar îmâm-ı A´zam Hazretleri sağken oluyordu. O, kendisine arzolunan mese´le hakkında bir hüküm ve karara varmak için talebeleriyle ilim halkalarında müzakere yaparak tahriç ettiği Hadîsleri vazettiği kıyas ve kaideleri için uğraşıp, düzgün kıyaslar, uygun içtihatlar için üzerine hüküm kılınacağı illet ve sebepleri beyan edip dururken böyle yapılıyordu!
Onun hakkında bu ihtilâflar acaba neden ileri geliyordu. Bunun sebepleri ne idi İleride yeri gelince bu bahse temas edeceğiz. Ancak bur da o sebeplerden birini, diğerlerinin esası sayılabilecek olanını hemen açıklıyalım ki, o da şudur: Ebû Hanîfe hâiz olduğu şahsî nüfuz ve ilmî kudreti ile fıkha öyle bir istikamet verdi ki, bu ders halkasının hudutlarını aştı, hattâ kendi muhitini geçerek diğer îslâm ülkelerine yayıldı, islâm devletinin .birçok yerlerinde onun görüşünden ve düşüncelerinden bahsedilir oldu. Bunlar muvafık, muhalif herkesçe duyuldu. Muhalif olan beğenmiyordu, muvafık olan ona taraftar çıkıyordu. Yalnız naslara bağlanıp başka şeye bakmıyan birinci grubu muhalifler, dinde re´y ve kıyası mutlak olarak bid´at sayıyorlar, bunları şiddetle inkâr ediyorlardı. Çok defalar vera´ ve takva sahibi olan o büyük imâmın kail olmadığı şeyleri onun görüşü hilâfına dahi olsa, öyle imiş gibi hesap edip ona ezbere hücum ediyorlar, delilini ve söyleyenini bilmeden, bîd´at görüşü diye dil uzatıyorlardı. Belki de îmâm-ı A´zam´ı görseler, onun delilini ne veçhile olduğunu bilseler, hücum eden bu keskin diller biraz hafiflerdi. Hattâ belki onu takdir edip ona muvafakat ederlerdi. Bu hususta şunu rivayet ederler: Ebû Hanîfe ile çağdaş olan Suriye´li fakîh Evzâî bir defa Abdullah b. Mübârek´e sordu:
Kûfe´de çıkan ve Ebû Hanîfe denen bu bid´atçı kimdir
İbni Mübarek buna cevap vermedi. Yalnız gayet ince ve müşkil bâzı mes´eleleri ortaya atıp onların anlaşıhş tarzını, fetvalarını arzetti. Evzâî´nin bunlar hoşuna gitti ve:
Bu fetvaları veren kim diye sordu. O da :
Irak´ta gördüğüm bir üstad, dedi. Evzâî:
Bu, üstadlarm en şereflisi; git, onunla çokça görüş, dedi. O zaman îbn-i Mübarek:
İşte Ebû Hanîfe budur, cevabını verdi.
Sonraları Ebû Hanîfe ile Evzâî Mekke´de buluştular, görüştüler. İbni Mübârek´in zikrettiği bâzı mes´eleleri müzakere, müba-hase ettiler. Ebû Hanîfe onlar hakkındaki görüşünü açıkladı. Ayrıldıktan sonra Evzâî, Abdullah b . Mübârek´e : «Doğrusu ben, bu zatın ilminin çokluğuna, aklının üstünlüğüne hayran kaldım. Ona gıpta ettim. Allah´tan af dilerim, ben onun hakkında gayet yanılıyormuşum. Sen -ondan ayrılma, o bana eriştirdiklerinden çok bambaşka imiş» [1]dedi.
Ebû Hanîfe Hazretleri, kuvvetli şahsiyeti, derin tesiri, geniş nüfuzu ile beraber aynı zamanda fetva verme ve hüküm çıkarmada,
Hadîsleri anlama ve onlardan ahkâm alma hususunda yeni bir tarz ve buluş sahibiydi. Bu usulünü talebeleri arasında olduğu gibi on-larîa görüşenler içinde de otuz seneden fazla bir müddet yaymağa gayret etti. Böyle bîr durumda olan kimse elbette ki, acı tenkidlere hedef olacaktır, hattâ şahsına hücumlar yöneltilecek, görüşleri tezyif olunacak »aleyhinde bulunanlar çıkacaktır.
3 – Haksız Hücumlara Karşı Onu Müdafaa Edenler
Hicretin dördüncü asrında, mezhep taassuplarının alıp yürüdüğü ve fıkıh âdeta bir mezhebe şiddetle taraftar olanlar arasında mücadeleden ibaret sanıldığı devirlerde, Ebû Hanîfe´nin taraftarları ile karşı taraf arasında münazaa ve münakaşalar çok artmıştır. ( Bunun için evlerde, camilerde münazaralar yapılırdı. Hattâ bir matem toplantısında bile fıkıh münazaraları ve mezhebler etrafında münakaşalar cereyan ederdi. Herkes imamım müdafaa eder, ona taraftar çıkardı. îşte bu asırda imamların menkıbeleri toplanıp menâkıb kitapları yazıldı. Bunlarda herkes kendi imamını bol bol medh u senada bulundu, diğerlerine ait satırları hücumla doldurdu.
Bu mücadeleler, bilhassa Hanefîîerle Şafîîler arasında pek şiddetli oluyordu. Onun için. bu iki imam, Ebû Hanîfe ve Şafii , acı hücumlara hedef oldular. Taraftarları ise, her ikisine de, imamların kendilerinin asla arzu etmedikleri, hattâ Allah huzurunda onlardan teberrî edecekleri bâzı meziyetler ve sıfatlar yakıştırdılar.
Ebû Hanîfe Hazretleri, en fazla hücuma hedef olmuştu. Çünkü onun re´y ve kıyası çokça kullanması; Hadîs hakkındaki bilgisi, takvası hüküm vermesi ve sair hususlarda ona hücum için açık bir gedik olarak kullanılıyordu.´ Koyu mezhebci mutaassıplar ona atmadık ok bırakmadılar, hücumda hak ve insafı bir yana bırakıp hiçbir şeyden çekinmediler. Hattâ Safirlerden bir kısmı, işin bu kadar ileri gitmesini hoş görmediler. Bunu vebali mucip gördüler, hak yoldan sapma saydılar. İçlerinden Ebû Hanîfe hakkında insafı elden bırakmıyanlar çıktı. Ebû Hanîfe´nin güzel menâkıbı hakkında eserler yazanlar ve Şafiîlerden, fazla taassup gösterenlere cevap verenler oldu. Meselâ görüyoruz ki, Şafiî olduğu halde Celâleddin Süyutı ortaya çıkıyor ve (Tebyiz´us-Sahife fî Menakıbîl İmam Ebî Hanîfe) adlı bir eser yazıyor.. Yine Safi mezhebinde olan Sabahad-din Ahmed b, Hacer Heysemî Mekkî ,(E1-Hayrat´ul-Hisan fî Menâ-kıb´ıl-îmâmil A´zam Ebî Hanîfe Numan) unvanı kitabını kaleme alıyor. Yine .görüyoruz ki, tmam Şa´ranî, (Mîzan) adlı eserinde Ebû Hanîfe´den sitayişle bahsediyor ,onu müdafaa eyliyor. Onun mes´ele alıp hüküm çıkarma yolunun doğruluğunu-açıklıyor (Ta-bakât) ırida onun evliyaullahtan olduğunu, velayet mertebesine erenlerden bulunduğunu söylüyor.
4 – Hakikati Meydana Çıkarma Güçlüğü
Görülüyor ki, Ebû Hânîfe hakkında yazacak olan muharririn önünde yol açık ve işlek değil. Olaylar karışık bir halde. Tıpkı toprak içinde bir yığın halinde bulunan maden cevherleri gibi. Cevheri topraktan ayırabilmek için potada eritmek lâzım, sonra bu eritme ameliyesi de çok karışık, ayrılan cevherler etrafa parça parça saçılmış bir halde darma dağınık. Birbirine uygun bir halde sıralanr mış bir fikir vahdeti halinde değil. O dağınık parçaları bir araya getirmek lâzım. Tâ ki, o şahsın akit, ruhu, hüküm verirle metodu, talebelerine telkin ettiği görüşlerinin ne olduğu açıkça meydana çıkabilsin.
Menakıp kitapları pek çok. Fakat bu çokluk hedefe götürüyor yolu aydınlatıyor demek değildir. Zira bunlar mübalâğaların hâkim olduğu haberlerden ibarettir. Bunlarda mübalâğadan hâli olanlar hemen yok gibi. Doğru ve sağlam olanı çürüğünden ayırabilmek için doğru tenkid ölçülerine ihtiyaç vardır. Bunlardaki haberler ne toptan reddolunur, ne de toptan kabul edilir. Çünkü, içlerinde doğru olan da var, olmıyan da var. Doğruyu ayırabilmek için tetkik süzgecinden´ geçirmek lâzım. Bu durumda biz hâkime benzeriz. Hâkim´ mahkemede hâdiseyi gören beş şahidi dinliyor, fakat şahit hâdisenin dehşetine kendisini kaptırmış, onu anlatmakta o kadar ileri gidiyor ki, hakiki mahiyetinden çıkarıyor. Hâkim bunları dinledikten sonra bu şahitliğe göre hâdisenin aslını anlamağa çalışıyor. Zira ipucu verecek bâzı emareler yakalıyor. Hakikati gösterecek karineler buluyor. Böylelikle o mübalâğaların hududu içinde hâdisenin mahiyetini anlamağa çalışıyor.
5- Fıkhını Kendisi Tedvin Etmemiş Olması
îmâm-ı A´zam Ebû Hanîfe Hazretlerinin hayatı ve hakkında doğru haberlerin özetini yaptıktan sonra* onun fıkıh hakkındaki görüşünü incelemeğe başlayınca, önümüzdeki yolun gayet sarp olduğunu görüyoruz. Zira, elimizde Ebû Hanîfe´nin görüşlerini ve usulünü toplayan kendi tarafından yazılmış bir kitabı yok. Onun re´yleri talebesi tarafından rivayet yolu ile bize kadar gelmiştir. imâm Ebû Yusuf ile İmâm Muhammed Hazretlerinin kitapları, onun re´y ve görüşlerini diğer »rkadaşlarmm re´yleriyle birlikte bize nakletmektedir. îbn-i Şubrume, İbn-i Ebî Leylâ, Osman Bettî gibi aynı çağda yaşayan Irak´lı bir kısım ulemanın bâzı görüşlerine de bunlar arasında rastlıyoruz.
Şüphesiz ki, biz bu kitapları îmâm-ı A´zam´dan rivayet husu-sunda en doğru bulmaktayız. îlmî görüş bundan başkasına itibar edemez. Çünkü ulema, bu rivayetleri kabul etmişler, makbul tutmuşlardır. Ulemanın bu suretle kabul ettikleri bir şeyi butlanına delil olmadıkça,kabul etmeyip terketmek, ilim ve tarih ölçüsüne göre doğru sayılmıyan bir hareket olur. Meğer ki aksinin doğruluğuna delil getirilmiş olsun.
6- Onun Fıkhını Nakledenler
Fakat biz, üstadları Ebû Hanîfe´den yalnız bu iki değerli imamın -Ebû Yusuf ile Muhammed b. Haşan´ın- rivayet ettiklerine itimat etmekle yetinirsek, bahis tam ve olgun sayılmaz. Arada doldurulması icabeden boşluklar.kalır. Zira bu kitaplar Ebû Hanîfe´nin bütün re´ylerini rivayet etmiş değildir. Çünkü Ebû Hanîfe´nin o kitaplarda toplanmamış re´yîeri de vardır. Büyük imâmın ilminin bu kısmını bu kitaplardan başaklarında aramak zorunda kaldık. Bunları da Hanefiyye mezhebinin kitaplarında etrafiyîe bulduk. Fuka-hâ o kitaplarda taarruzu hâlinde bu rivayetlerin bâzını, (zâhir-i ri-vaye) dediğimiz îmânı Muhanımed´in kitaplanndakilere tercih bi-hâ o kitaplarda taarruzu hâlinde bu rivayetlerin bâzısını, (zâhir-i ri-vayeyi tercih edip üstün tutarlar. Diğerleri nâdir sayılır.
Her ne olursa olsun, bu tercih işi, incelemeğe ve mukayeseler yaparak ölçmeğe değer. Halbuki bu gayet güç bir iştir, öyle kolayca yapılacak bir şey değildir.
Yukardan beri arzettiklerimize şunu da ilâve edelim ki, îmâm Muhammed´in kitaplarında fıkıh kavilleri, çok defalar delilleri zikir olunmaksızın sıralanıp verilmiştir. Evet, onlarda Ebû Hanîfe´nin kavilleri toplu, fakat sözün ruhu demek olan delilinden hâli bir haldedir. Şüphesiz ki, böyle delilden hâli mücerret sözleri incelemek, re´y ve kıyas fıkhının üstadı Ebû Hanîfe´yi bize, doğru olarak tanıtamaz. Çünkü bu bize onun kıyastaki çığın, naslardan illetleri aîması, bu illetlerin ittıradına göre hükümlerin de aynı olması hususunda bize doğru bir fikir veremez. Onun için o büyük kıyasa fakıh Ebû Hanîfe´yi tanıyabilmek için İmâm Muhammed´in kitaplarını şerh eden ulemanın sözlerinden ve ahkâmın vecihlerini beyanlarından, onun delillerini anlamağa çalışmak gerekiyordu. Bu şerhler “´asıtasiyle Ebü Hanîfe´nin kıyaslarını, usulünü tanıma veya onlardan sonra gelen ulema nakletmiştir, o halde bu deliller ğa çalıştık. Biz. bu delillerin hepsinin aynen imâmdan naklolunduğunu sanıyoruz. Fakat mademki onları, onun talebesiyle buluşan ve izahlar, her ne kadar metin halinde Ebû Hanîfe´nin değilse de, naslardan hüküm çıkarıp´ kıyaslarını kurduğu illet ve sebeplerini açıklama, bakımından, onun kıyaslarına yakın olduğunu söyleyebiliriz.
7- Onun Usulünün Nakledilmemiş Olması
Diğer bir eksiklik daha göze çarpıyor. Ebû Hanîfe´nin usulünü ve hüküm çıkarma yollarını, elimizdeki kitaplarda tedvin edilmiş bir halde bulamıyoruz. Ne talebelerinden ve ne de başkalarından rivayet voliyle bunları tafsilâtiyle bilemiyoruz. Tedvin edilmiş plan usuller, füru´ ve ahkâmdan derleme ve aralarında bir bağlantı tesis suretiyle elde edilmişlerdir. Bir asırda toplanan her kısım, o füru´un aslı itibar olunmuştur, Ebû Hasan Kerhî´nin risalesi, Deb-busî risalesi, Pezdevî´nin kitabı, bunlardaki derli topîu usul ve kaideler, ister cüz´î mes´elelerin füru´unun ahkâmı kaideleri bulunsun, ister Hanefî mezhebinin hüküm çıkarma yolları olsun, bunlar rivayet yoluyla İmâm-ı A´zam´dan veya talebelerinden alınmış değildir. Bunlar ancak Hanefîyye mezhebinin kurucusu olan bu imamlardan nakil ve rivayet olunan füru´dan çıkarılmış asıllardır.
îşte bu sebepledir ki, Hanefiyye mezhebinin usûl ve esaslarım bilme yolu pek kolay değildir. Zira araştırıcının´, naklolunan bu füru´un mecmuundan bu esasların alınmasının doğruluk ve sıhhat derecesini ve bunların o füru´a tatbikînin ne dereceye kadar doğru olduğunu bilmesi lâzımdır. Bu ise hiç de kolay bir iş değildir.
8- Siyasî Görüşlerinin İhmâl Edîlmesî
İmâm-ı A´zam hakkında inceleme yaparken başka bir eksiklikle karşılaşıyoruz. Ondan rivayet voliyle bize gelenler hep fıkha ait görüşleridir. Akaide dair görüşleri, hilâfet mes´ejesinde kanaati hakkında taleebleri İmâm Yusuf ve İmâm Muhammed´in kitaplarında bir şeye tesadüf etmiyoruz. Evet, ona nisbet olunan kitaplarda onun akaide dair re´yleri naklolunmuştur. El´Â´lim ve´1-Müteal-lim risalesi de böyledir. Bü iki risale onun akaid cephesini aydınlatmaktadır. Osman El-Bettî´ye yazdığı risalesi de böyledir. ´
Fakat hilâfet hakkındaki görüşünü, ne onun kalemiyle yazılmış veya dikte edilmiş, ne de ashabından, talebelerinden birinden rivayet edilmiş olarak bulabiliyoruz. Halbuki onun hayatı, içinde : bulunduğu devirler, maruz kaldığı takipler, bunlar onun muayyen bir siyasî görüşü olduğunu haber vermektedir. Onun hayatı, ileride geleceği üzere, imâm Zeyd b. Ali Zeynelâbidin ile diğer Şîa imâmlariyle sıkı münasebetlerini göstermektedir. Ebû Hanîfe´nin ashabının sözleri de onun Hazret-i Ali evlâdına, Âl-i Beyte candan bağlı olduğuna dellâet eder. Ve onun takibe maruz kalması da bu yüzdendi. Fakat ne ona nisbet olunan kitaplarda, ne de ondan gelen rivayetlerde bunlara dair hiçbir şey .-bulamıyoruz. Halbuki o, ders halkalarında hilâfete dair görüşünü bazen her halde söylemiştir. O Âbbasîlerin aleyhinde idi. Nefs´i Zekiyye´nin kardeşi İbrahim[2] Manşur´a karşı ayaklandığı günlerde bunu alenen söylerdi. Hattâ talebesi îmâm Züfer´in ona :
Vallahi sen bundan vaz geçmiyeceksin, bizim de dolayısıyla boynumuza ipler takılacak! dediği rivayet olunur.[3]
Fakat talebelerinin, bilhassa Ebû Yusuf ile Muhammed´in Abbasî devletiyle münasebetleri çok sağlamdı. Her ikisi bu devlette kadılık vazifesini kabul ettiler. Ve üstadlarmın bu devlete dokunan, nüfuzunu kıran görüşlerini eserlerinde zikretmediler. Bu görüşler, tarihin gürültüleri arasında kaynadı gitti. Tetkikatçının bunları araştırıp bulması gerekiyor. İnşallah sırası gelince bu bahisten örtüyü kaldırmaya çalışacağız. Allah Teâlâ´mn tevfikıyle bunda muvaffak olacağımızı ümid ederim.
9- Doldurulması Îcabeden Boşluklar
İşte tmâm-ı A´zam´m hayatı incelenirken karşımıza çıkan gedikler veya boşluklar ki, ilim bunların doldurulmasını bekliyor. Bunlar bu işin ne kadar güç olduğunu gösterir. Bunlara diğer bir güçlüğü de ilâve etmemiz lâzım: Şöyle ki, Ebû Hanîfe´nin mezhebi şarka ve garba yayılmıştır. Türlü ülkelere yerleşmiştir. Adalet ve hâkimlik işleri onu geliştirmiş, uzun zamanlar ona cila vermiştir. Bağdad´ta Âbbasîlerin saltanatı boyunca devletin resmî mezhebi olduğundan kadılık ve hâkimlik işleri ona göre hallolunurdu. îslâm hilâfeti Osmanlı Türklerine geçince, Türk´lerin resmî mezhebi Hanefîlik olduğundan Ebû Hanîfe´nin mezhebi, hilâfet mezhebi halini aldı. Irak, Mısır, Suriye ve diğer ülkelerde de resmî mezhep Hanefîlik oldu. Sonra nüfuzu etrafa yayıldı. Tâ Hind Müslümanlarının mezhebi oldu. Hattâ Hind sınırlarını da aştı, Çin Müslümanları arasında da Hanefîlik yayıldı. Bu mezhep, yayıldığı bu geniş ülkelerde Kita pve Sünnette delil. bulunmıyan hususlarda örf ve âdeti de kabul ettiğinden, (tahric) yâni hüküm çıkarma hususunda genişlik kabul olunuyordu. Birçok mes´eleler için görüşler muhtelifli, îmânvı A´zam´m talebelerinden sonra mezhebi gayet sür´aile ve çok büyüdü. Tahriç nevilerini, bir kaide altına alıp toplamak öyle kolay yapılır bir iş değildi. Maverâünnehir ulemasının tahriçle-ri var Irak ulemasının tahriçleri var, Anadolu ve Türk ulemasının tahriçleri var. Bu muhtelif tahriçleri bilmek bu ülkelerden her birinin örf ye âdetlerini, tahricin yapıldığı asırları bilmeyi icabeder. Çünkü zamanların değişmesiyle örfler de değişir. Bunların hepsini bilmek büyük gayret ister. Bu bilgileri kolayca tedarik edecek vasıtadan mahrumuz. Onun için bu mezhebin geçirdiği devirleri ve safhaları incelerken imkân dahilinde olanı yapmakla iktifa edeceğiz. Emelimiz doğruya ulaşmaktır. Allah yardımcımız olsun. Kemal ancak O´na mahsustur.
GİRİŞ
1- Ebû Hanîfe Hakkında Söylenenler
Şahabedin Ahmed b. Hacer Heysemî, Hayrat´ul-Hisan adlı kitabında şöyle diyor: «Bir adamın hakkında insanların birine aykırı iki zümreye ayrılması, o adamın şeref ve mevkiinin yüksekliğini gösterir. Bakınız Hz. Ali hakkında nasıl oldu: Onun uğrunda iki zümre helake maruz kalmıştır: Aşın derecede sevmekte ifrata düşenler, ona düşmanlıkta ileri gidenler…»
Çok doğru olan bu söz, îmâm-ı A´zam Ebû Hanîfe´ye de tıpatıp uymaktadır. Çünkü bazı insanlar ona taraftarlıkta o kadar ileri gitmişlerdir ki, onu peygamberler mertebesine yaklaştırdılar. Tevrat´ın onu müjdelediğini iddiaya kalkışmışlar. Hz. Muhammed (A.S.) onun ismini zikretmiş ve ümmetinin çırağı olduğunu haber vermiş, dediler. Ona Öyle sıfatlar ve menkıbeler uydurdular ki, onun mertebesini aştılar, derecesini geçtiler. Bâzı kimseler de ona hücumda ileri gittiler. Zındıklık, ana caddeden ayrılmak, dini ifsat etmek, Sünneti bırakmak, hattâ Sünneti bozmak gibi isnadlar-da bulundular. Sıhhatsiz, delilsiz fet\â veriyor dediler. Bu hücumlarında ma´kul tenkit haddini aştılar, bu görüşleri bir araştırmaya ve incelemeye asla dayanmıyordu. Bu gibiler delilsiz ve ted-kiksiz rastgele tezyif etmekle kalmadılar, düşmanlıkta o kadar ileri gittiler ki, oriun şahsına, dinine ve îmanına bile ta´n ile hücum ettiler. .
2- Bu Hücumlar Neden Îlerî Geliyordu
Bunlar îmâm-ı A´zam Hazretleri sağken oluyordu. O, kendisine arzolunan mese´le hakkında bir hüküm ve karara varmak için talebeleriyle ilim halkalarında müzakere yaparak tahriç ettiği Hadîsleri vazettiği kıyas ve kaideleri için uğraşıp, düzgün kıyaslar, uygun içtihatlar için üzerine hüküm kılınacağı illet ve sebepleri beyan edip dururken böyle yapılıyordu!
Onun hakkında bu ihtilâflar acaba neden ileri geliyordu. Bunun sebepleri ne idi İleride yeri gelince bu bahse temas edeceğiz. Ancak bur da o sebeplerden birini, diğerlerinin esası sayılabilecek olanını hemen açıklıyalım ki, o da şudur: Ebû Hanîfe hâiz olduğu şahsî nüfuz ve ilmî kudreti ile fıkha öyle bir istikamet verdi ki, bu ders halkasının hudutlarını aştı, hattâ kendi muhitini geçerek diğer îslâm ülkelerine yayıldı, islâm devletinin .birçok yerlerinde onun görüşünden ve düşüncelerinden bahsedilir oldu. Bunlar muvafık, muhalif herkesçe duyuldu. Muhalif olan beğenmiyordu, muvafık olan ona taraftar çıkıyordu. Yalnız naslara bağlanıp başka şeye bakmıyan birinci grubu muhalifler, dinde re´y ve kıyası mutlak olarak bid´at sayıyorlar, bunları şiddetle inkâr ediyorlardı. Çok defalar vera´ ve takva sahibi olan o büyük imâmın kail olmadığı şeyleri onun görüşü hilâfına dahi olsa, öyle imiş gibi hesap edip ona ezbere hücum ediyorlar, delilini ve söyleyenini bilmeden, bîd´at görüşü diye dil uzatıyorlardı. Belki de îmâm-ı A´zam´ı görseler, onun delilini ne veçhile olduğunu bilseler, hücum eden bu keskin diller biraz hafiflerdi. Hattâ belki onu takdir edip ona muvafakat ederlerdi. Bu hususta şunu rivayet ederler: Ebû Hanîfe ile çağdaş olan Suriye´li fakîh Evzâî bir defa Abdullah b. Mübârek´e sordu:
Kûfe´de çıkan ve Ebû Hanîfe denen bu bid´atçı kimdir
İbni Mübarek buna cevap vermedi. Yalnız gayet ince ve müşkil bâzı mes´eleleri ortaya atıp onların anlaşıhş tarzını, fetvalarını arzetti. Evzâî´nin bunlar hoşuna gitti ve:
Bu fetvaları veren kim diye sordu. O da :
Irak´ta gördüğüm bir üstad, dedi. Evzâî:
Bu, üstadlarm en şereflisi; git, onunla çokça görüş, dedi. O zaman îbn-i Mübarek:
İşte Ebû Hanîfe budur, cevabını verdi.
Sonraları Ebû Hanîfe ile Evzâî Mekke´de buluştular, görüştüler. İbni Mübârek´in zikrettiği bâzı mes´eleleri müzakere, müba-hase ettiler. Ebû Hanîfe onlar hakkındaki görüşünü açıkladı. Ayrıldıktan sonra Evzâî, Abdullah b . Mübârek´e : «Doğrusu ben, bu zatın ilminin çokluğuna, aklının üstünlüğüne hayran kaldım. Ona gıpta ettim. Allah´tan af dilerim, ben onun hakkında gayet yanılıyormuşum. Sen -ondan ayrılma, o bana eriştirdiklerinden çok bambaşka imiş» [4]dedi.
Ebû Hanîfe Hazretleri, kuvvetli şahsiyeti, derin tesiri, geniş nüfuzu ile beraber aynı zamanda fetva verme ve hüküm çıkarmada,
Hadîsleri anlama ve onlardan ahkâm alma hususunda yeni bir tarz ve buluş sahibiydi. Bu usulünü talebeleri arasında olduğu gibi on-larîa görüşenler içinde de otuz seneden fazla bir müddet yaymağa gayret etti. Böyle bîr durumda olan kimse elbette ki, acı tenkidlere hedef olacaktır, hattâ şahsına hücumlar yöneltilecek, görüşleri tezyif olunacak »aleyhinde bulunanlar çıkacaktır.
3 – Haksız Hücumlara Karşı Onu Müdafaa Edenler
Hicretin dördüncü asrında, mezhep taassuplarının alıp yürüdüğü ve fıkıh âdeta bir mezhebe şiddetle taraftar olanlar arasında mücadeleden ibaret sanıldığı devirlerde, Ebû Hanîfe´nin taraftarları ile karşı taraf arasında münazaa ve münakaşalar çok artmıştır. ( Bunun için evlerde, camilerde münazaralar yapılırdı. Hattâ bir matem toplantısında bile fıkıh münazaraları ve mezhebler etrafında münakaşalar cereyan ederdi. Herkes imamım müdafaa eder, ona taraftar çıkardı. îşte bu asırda imamların menkıbeleri toplanıp menâkıb kitapları yazıldı. Bunlarda herkes kendi imamını bol bol medh u senada bulundu, diğerlerine ait satırları hücumla doldurdu.
Bu mücadeleler, bilhassa Hanefîîerle Şafîîler arasında pek şiddetli oluyordu. Onun için. bu iki imam, Ebû Hanîfe ve Şafii , acı hücumlara hedef oldular. Taraftarları ise, her ikisine de, imamların kendilerinin asla arzu etmedikleri, hattâ Allah huzurunda onlardan teberrî edecekleri bâzı meziyetler ve sıfatlar yakıştırdılar.
Ebû Hanîfe Hazretleri, en fazla hücuma hedef olmuştu. Çünkü onun re´y ve kıyası çokça kullanması; Hadîs hakkındaki bilgisi, takvası hüküm vermesi ve sair hususlarda ona hücum için açık bir gedik olarak kullanılıyordu.´ Koyu mezhebci mutaassıplar ona atmadık ok bırakmadılar, hücumda hak ve insafı bir yana bırakıp hiçbir şeyden çekinmediler. Hattâ Safirlerden bir kısmı, işin bu kadar ileri gitmesini hoş görmediler. Bunu vebali mucip gördüler, hak yoldan sapma saydılar. İçlerinden Ebû Hanîfe hakkında insafı elden bırakmıyanlar çıktı. Ebû Hanîfe´nin güzel menâkıbı hakkında eserler yazanlar ve Şafiîlerden, fazla taassup gösterenlere cevap verenler oldu. Meselâ görüyoruz ki, Şafiî olduğu halde Celâleddin Süyutı ortaya çıkıyor ve (Tebyiz´us-Sahife fî Menakıbîl İmam Ebî Hanîfe) adlı bir eser yazıyor.. Yine Safi mezhebinde olan Sabahad-din Ahmed b, Hacer Heysemî Mekkî ,(E1-Hayrat´ul-Hisan fî Menâ-kıb´ıl-îmâmil A´zam Ebî Hanîfe Numan) unvanı kitabını kaleme alıyor. Yine .görüyoruz ki, tmam Şa´ranî, (Mîzan) adlı eserinde Ebû Hanîfe´den sitayişle bahsediyor ,onu müdafaa eyliyor. Onun mes´ele alıp hüküm çıkarma yolunun doğruluğunu-açıklıyor (Ta-bakât) ırida onun evliyaullahtan olduğunu, velayet mertebesine erenlerden bulunduğunu söylüyor.
4 – Hakikati Meydana Çıkarma Güçlüğü
Görülüyor ki, Ebû Hânîfe hakkında yazacak olan muharririn önünde yol açık ve işlek değil. Olaylar karışık bir halde. Tıpkı toprak içinde bir yığın halinde bulunan maden cevherleri gibi. Cevheri topraktan ayırabilmek için potada eritmek lâzım, sonra bu eritme ameliyesi de çok karışık, ayrılan cevherler etrafa parça parça saçılmış bir halde darma dağınık. Birbirine uygun bir halde sıralanr mış bir fikir vahdeti halinde değil. O dağınık parçaları bir araya getirmek lâzım. Tâ ki, o şahsın akit, ruhu, hüküm verirle metodu, talebelerine telkin ettiği görüşlerinin ne olduğu açıkça meydana çıkabilsin.
Menakıp kitapları pek çok. Fakat bu çokluk hedefe götürüyor yolu aydınlatıyor demek değildir. Zira bunlar mübalâğaların hâkim olduğu haberlerden ibarettir. Bunlarda mübalâğadan hâli olanlar hemen yok gibi. Doğru ve sağlam olanı çürüğünden ayırabilmek için doğru tenkid ölçülerine ihtiyaç vardır. Bunlardaki haberler ne toptan reddolunur, ne de toptan kabul edilir. Çünkü, içlerinde doğru olan da var, olmıyan da var. Doğruyu ayırabilmek için tetkik süzgecinden´ geçirmek lâzım. Bu durumda biz hâkime benzeriz. Hâkim´ mahkemede hâdiseyi gören beş şahidi dinliyor, fakat şahit hâdisenin dehşetine kendisini kaptırmış, onu anlatmakta o kadar ileri gidiyor ki, hakiki mahiyetinden çıkarıyor. Hâkim bunları dinledikten sonra bu şahitliğe göre hâdisenin aslını anlamağa çalışıyor. Zira ipucu verecek bâzı emareler yakalıyor. Hakikati gösterecek karineler buluyor. Böylelikle o mübalâğaların hududu içinde hâdisenin mahiyetini anlamağa çalışıyor.
5- Fıkhını Kendisi Tedvin Etmemiş Olması
îmâm-ı A´zam Ebû Hanîfe Hazretlerinin hayatı ve hakkında doğru haberlerin özetini yaptıktan sonra* onun fıkıh hakkındaki görüşünü incelemeğe başlayınca, önümüzdeki yolun gayet sarp olduğunu görüyoruz. Zira, elimizde Ebû Hanîfe´nin görüşlerini ve usulünü toplayan kendi tarafından yazılmış bir kitabı yok. Onun re´yleri talebesi tarafından rivayet yolu ile bize kadar gelmiştir. imâm Ebû Yusuf ile İmâm Muhammed Hazretlerinin kitapları, onun re´y ve görüşlerini diğer »rkadaşlarmm re´yleriyle birlikte bize nakletmektedir. îbn-i Şubrume, İbn-i Ebî Leylâ, Osman Bettî gibi aynı çağda yaşayan Irak´lı bir kısım ulemanın bâzı görüşlerine de bunlar arasında rastlıyoruz.
Şüphesiz ki, biz bu kitapları îmâm-ı A´zam´dan rivayet husu-sunda en doğru bulmaktayız. îlmî görüş bundan başkasına itibar edemez. Çünkü ulema, bu rivayetleri kabul etmişler, makbul tutmuşlardır. Ulemanın bu suretle kabul ettikleri bir şeyi butlanına delil olmadıkça,kabul etmeyip terketmek, ilim ve tarih ölçüsüne göre doğru sayılmıyan bir hareket olur. Meğer ki aksinin doğruluğuna delil getirilmiş olsun.
6- Onun Fıkhını Nakledenler
Fakat biz, üstadları Ebû Hanîfe´den yalnız bu iki değerli imamın -Ebû Yusuf ile Muhammed b. Haşan´ın- rivayet ettiklerine itimat etmekle yetinirsek, bahis tam ve olgun sayılmaz. Arada doldurulması icabeden boşluklar.kalır. Zira bu kitaplar Ebû Hanîfe´nin bütün re´ylerini rivayet etmiş değildir. Çünkü Ebû Hanîfe´nin o kitaplarda toplanmamış re´yîeri de vardır. Büyük imâmın ilminin bu kısmını bu kitaplardan başaklarında aramak zorunda kaldık. Bunları da Hanefiyye mezhebinin kitaplarında etrafiyîe bulduk. Fuka-hâ o kitaplarda taarruzu hâlinde bu rivayetlerin bâzını, (zâhir-i ri-vaye) dediğimiz îmânı Muhanımed´in kitaplanndakilere tercih bi-hâ o kitaplarda taarruzu hâlinde bu rivayetlerin bâzısını, (zâhir-i ri-vayeyi tercih edip üstün tutarlar. Diğerleri nâdir sayılır.
Her ne olursa olsun, bu tercih işi, incelemeğe ve mukayeseler yaparak ölçmeğe değer. Halbuki bu gayet güç bir iştir, öyle kolayca yapılacak bir şey değildir.
Yukardan beri arzettiklerimize şunu da ilâve edelim ki, îmâm Muhammed´in kitaplarında fıkıh kavilleri, çok defalar delilleri zikir olunmaksızın sıralanıp verilmiştir. Evet, onlarda Ebû Hanîfe´nin kavilleri toplu, fakat sözün ruhu demek olan delilinden hâli bir haldedir. Şüphesiz ki, böyle delilden hâli mücerret sözleri incelemek, re´y ve kıyas fıkhının üstadı Ebû Hanîfe´yi bize, doğru olarak tanıtamaz. Çünkü bu bize onun kıyastaki çığın, naslardan illetleri aîması, bu illetlerin ittıradına göre hükümlerin de aynı olması hususunda bize doğru bir fikir veremez. Onun için o büyük kıyasa fakıh Ebû Hanîfe´yi tanıyabilmek için İmâm Muhammed´in kitaplarını şerh eden ulemanın sözlerinden ve ahkâmın vecihlerini beyanlarından, onun delillerini anlamağa çalışmak gerekiyordu. Bu şerhler “´asıtasiyle Ebü Hanîfe´nin kıyaslarını, usulünü tanıma veya onlardan sonra gelen ulema nakletmiştir, o halde bu deliller ğa çalıştık. Biz. bu delillerin hepsinin aynen imâmdan naklolunduğunu sanıyoruz. Fakat mademki onları, onun talebesiyle buluşan ve izahlar, her ne kadar metin halinde Ebû Hanîfe´nin değilse de, naslardan hüküm çıkarıp´ kıyaslarını kurduğu illet ve sebeplerini açıklama, bakımından, onun kıyaslarına yakın olduğunu söyleyebiliriz.
7- Onun Usulünün Nakledilmemiş Olması
Diğer bir eksiklik daha göze çarpıyor. Ebû Hanîfe´nin usulünü ve hüküm çıkarma yollarını, elimizdeki kitaplarda tedvin edilmiş bir halde bulamıyoruz. Ne talebelerinden ve ne de başkalarından rivayet voliyle bunları tafsilâtiyle bilemiyoruz. Tedvin edilmiş plan usuller, füru´ ve ahkâmdan derleme ve aralarında bir bağlantı tesis suretiyle elde edilmişlerdir. Bir asırda toplanan her kısım, o füru´un aslı itibar olunmuştur, Ebû Hasan Kerhî´nin risalesi, Deb-busî risalesi, Pezdevî´nin kitabı, bunlardaki derli topîu usul ve kaideler, ister cüz´î mes´elelerin füru´unun ahkâmı kaideleri bulunsun, ister Hanefî mezhebinin hüküm çıkarma yolları olsun, bunlar rivayet yoluyla İmâm-ı A´zam´dan veya talebelerinden alınmış değildir. Bunlar ancak Hanefîyye mezhebinin kurucusu olan bu imamlardan nakil ve rivayet olunan füru´dan çıkarılmış asıllardır.
îşte bu sebepledir ki, Hanefiyye mezhebinin usûl ve esaslarım bilme yolu pek kolay değildir. Zira araştırıcının´, naklolunan bu füru´un mecmuundan bu esasların alınmasının doğruluk ve sıhhat derecesini ve bunların o füru´a tatbikînin ne dereceye kadar doğru olduğunu bilmesi lâzımdır. Bu ise hiç de kolay bir iş değildir.
8- Siyasî Görüşlerinin İhmâl Edîlmesî
İmâm-ı A´zam hakkında inceleme yaparken başka bir eksiklikle karşılaşıyoruz. Ondan rivayet voliyle bize gelenler hep fıkha ait görüşleridir. Akaide dair görüşleri, hilâfet mes´ejesinde kanaati hakkında taleebleri İmâm Yusuf ve İmâm Muhammed´in kitaplarında bir şeye tesadüf etmiyoruz. Evet, ona nisbet olunan kitaplarda onun akaide dair re´yleri naklolunmuştur. El´Â´lim ve´1-Müteal-lim risalesi de böyledir. Bü iki risale onun akaid cephesini aydınlatmaktadır. Osman El-Bettî´ye yazdığı risalesi de böyledir. ´
Fakat hilâfet hakkındaki görüşünü, ne onun kalemiyle yazılmış veya dikte edilmiş, ne de ashabından, talebelerinden birinden rivayet edilmiş olarak bulabiliyoruz. Halbuki onun hayatı, içinde : bulunduğu devirler, maruz kaldığı takipler, bunlar onun muayyen bir siyasî görüşü olduğunu haber vermektedir. Onun hayatı, ileride geleceği üzere, imâm Zeyd b. Ali Zeynelâbidin ile diğer Şîa imâmlariyle sıkı münasebetlerini göstermektedir. Ebû Hanîfe´nin ashabının sözleri de onun Hazret-i Ali evlâdına, Âl-i Beyte candan bağlı olduğuna dellâet eder. Ve onun takibe maruz kalması da bu yüzdendi. Fakat ne ona nisbet olunan kitaplarda, ne de ondan gelen rivayetlerde bunlara dair hiçbir şey .-bulamıyoruz. Halbuki o, ders halkalarında hilâfete dair görüşünü bazen her halde söylemiştir. O Âbbasîlerin aleyhinde idi. Nefs´i Zekiyye´nin kardeşi İbrahim[5] Manşur´a karşı ayaklandığı günlerde bunu alenen söylerdi. Hattâ talebesi îmâm Züfer´in ona :
Vallahi sen bundan vaz geçmiyeceksin, bizim de dolayısıyla boynumuza ipler takılacak! dediği rivayet olunur.[6]
Fakat talebelerinin, bilhassa Ebû Yusuf ile Muhammed´in Abbasî devletiyle münasebetleri çok sağlamdı. Her ikisi bu devlette kadılık vazifesini kabul ettiler. Ve üstadlarmın bu devlete dokunan, nüfuzunu kıran görüşlerini eserlerinde zikretmediler. Bu görüşler, tarihin gürültüleri arasında kaynadı gitti. Tetkikatçının bunları araştırıp bulması gerekiyor. İnşallah sırası gelince bu bahisten örtüyü kaldırmaya çalışacağız. Allah Teâlâ´mn tevfikıyle bunda muvaffak olacağımızı ümid ederim.
9- Doldurulması Îcabeden Boşluklar
İşte tmâm-ı A´zam´m hayatı incelenirken karşımıza çıkan gedikler veya boşluklar ki, ilim bunların doldurulmasını bekliyor. Bunlar bu işin ne kadar güç olduğunu gösterir. Bunlara diğer bir güçlüğü de ilâve etmemiz lâzım: Şöyle ki, Ebû Hanîfe´nin mezhebi şarka ve garba yayılmıştır. Türlü ülkelere yerleşmiştir. Adalet ve hâkimlik işleri onu geliştirmiş, uzun zamanlar ona cila vermiştir. Bağdad´ta Âbbasîlerin saltanatı boyunca devletin resmî mezhebi olduğundan kadılık ve hâkimlik işleri ona göre hallolunurdu. îslâm hilâfeti Osmanlı Türklerine geçince, Türk´lerin resmî mezhebi Hanefîlik olduğundan Ebû Hanîfe´nin mezhebi, hilâfet mezhebi halini aldı. Irak, Mısır, Suriye ve diğer ülkelerde de resmî mezhep Hanefîlik oldu. Sonra nüfuzu etrafa yayıldı. Tâ Hind Müslümanlarının mezhebi oldu. Hattâ Hind sınırlarını da aştı, Çin Müslümanları arasında da Hanefîlik yayıldı. Bu mezhep, yayıldığı bu geniş ülkelerde Kita pve Sünnette delil. bulunmıyan hususlarda örf ve âdeti de kabul ettiğinden, (tahric) yâni hüküm çıkarma hususunda genişlik kabul olunuyordu. Birçok mes´eleler için görüşler muhtelifli, îmânvı A´zam´m talebelerinden sonra mezhebi gayet sür´aile ve çok büyüdü. Tahriç nevilerini, bir kaide altına alıp toplamak öyle kolay yapılır bir iş değildi. Maverâünnehir ulemasının tahriçle-ri var Irak ulemasının tahriçleri var, Anadolu ve Türk ulemasının tahriçleri var. Bu muhtelif tahriçleri bilmek bu ülkelerden her birinin örf ye âdetlerini, tahricin yapıldığı asırları bilmeyi icabeder. Çünkü zamanların değişmesiyle örfler de değişir. Bunların hepsini bilmek büyük gayret ister. Bu bilgileri kolayca tedarik edecek vasıtadan mahrumuz. Onun için bu mezhebin geçirdiği devirleri ve safhaları incelerken imkân dahilinde olanı yapmakla iktifa edeceğiz. Emelimiz doğruya ulaşmaktır. Allah yardımcımız olsun. Kemal ancak O´na mahsustur.
——————————————————————————–
[1] İbn-i Hacer Heysemi, Hayrâtu´l-Hisan, s. 33.
[2] Hz. Hasan´ın oğlu Hasan´m ogJu Abdullah´ın oğlu İbra.
[3] Hatib Bağdadî, Tarih-i Bağdat, cüz: 13, s. 239.
[4] İbn-i Hacer Heysemi, Hayrâtu´l-Hisan, s. 33.
[5] Hz. Hasan´ın oğlu Hasan´m ogJu Abdullah´ın oğlu İbra.
[6] Hatib Bağdadî, Tarih-i Bağdat, cüz: 13, s. 239. –