95- Dînî Fırkalar Hakkında
Ebû Hanîfe muhtelif îslâm fırkalarına mensup bir çok kimselerle karşılaşmıştır. Onlardan bâzılarından ders almış, onların re´y ve mezheplerini incelemiştir. Buraya kadar naklettiklerimiz bunu açıkça göstermektedir. Ebû Hanîfe devrinde mevcut olan dînî fırkalardan kısaca bahsetmek yerinde olur.
96- Şia´nın Zuhuru
Şia en eski îslâm fırkasıdır. Hz. Osman devrinin sonlarında siyasî bir mezhep olarak meydana çıkmıştır. Hz. Ali devrinde büyümüş ve gelişmiştir. Çünkü Hz. Ali halkla temas ettikçe, onu gören halkın onun din ve ilim bakımından kudret ve faziletine hayranlığı artıyordu. Propagandacılar bunu istismar ettiler. Ve kendi mezheplerini insanlar arasında yaymak için bunu vasıta yaptılar. Emevîler devri gelince Ali taraftarları zulme maruz kaldılar. Eme-vîlerin onlara eza ve cefası arttı. Mazluma acımak cibilletinde olanlar bu halde onlara acıdılar ve onları daha çok sevmeğe başladılar. Hz. Ali´yi ve evlâdını zulme kurban gitmiş olan şehitler mertebesinde yayıldı, tarafları çoğaldı.
97- Şîa Mezhebinin Esasları: Mutediller Ve Müfritler
1- Şia´ya göre: İmamet, milletin re´yine bırakılmış umum! mesâlihten değildir ki, ümmetin tâyin etmesiyle olsun. İmamet, dînin rüknüdür, Islâmın bir kaidesidir. Peygamber onu. ihmal edemezdi. İmamı, Peygamber kendisi tâyin etmek lâzımdır. İmam büyük, küçük bütün günahlardan masundur.[1]
Ali İbn-i Ebî Tâlib Peygamber tarafından gösterilmiş halifedir. O sahabenin efdalıdır. Öyle anlaşılıyor ki, Hz. Ali´yi diğer ashabdan daha faziletli görenler yalnız Şia değil ashabdan buna kail olanlar da varmış. Ammâr b. Yasir Mikdad b. Esved, Ebûzer Gıfâri, Sel-man Fârisi, Câbir b. Abdullah, Übey b. Kâ´b, Huzcyfe, Büreyde, Ebû Eyyüb, Sehl b. Hanif, Osman b. Hanif Ebû Heysem, Huzeyme b. Sabit Ebû Tufeyl Âmr b. Vaile, Abbas b. Abdulmuttalib ve oğullan Beni Hâşim´in cümlesi bunlardandır. Zübeyr de dibayette buna kaildi, sonra döndü. Ümeyye oğullarından da buna kail olanlar vardı. Hâlid b. Said b. As, Ömer b. Abdülaziz bunlardandı.[2]
Şia bir derece üzere değildi. İçlerinde Hz. Ali´yi ve evlâdını takdirde çok aşın gidenler olduğu gibi, mutedil olanlar da vardı. Mutediller; Hz. Ali´yi diğer ashabdan efdal saymakla iktifa ederler, kimseyi tekfir etmezler. İbn-i Ebil Hadİd bu mutedil zümreden olup onları bize Nech´ul Belâğa´da şöyle anlatır:
«Bu mes´elede onlar fevzu necat ashabından olup halâs bulmuşlardır. Çünkü onlar orta yoldan gitmektedirler. Hz. Ali kendinden önce halife olanların halifeliğine razı oldu, onlara bi´at etti. Arkalarında namaz kıldı. Onun yaptıklarından biz geçeme-yiz…»[3]
98- Gulât-ı Şîa
Gulât-ı Şia yâni Şia´nın müfritleri, Hz. Ali´yi Peygamberlik mertebesine çıkarırlar. Hâttâ içlerinden bazı lan Peygamberlik onun hakkı olduğunu, Cebrail´in yanılarak onu Hz. Muhammed´e götürdüğünü bile söylerler.[4] Hattâ bir kısmı Hz. Ali´yi Hâşâ Tann
mertebesine çıkarırlar. Bir kısmı Allah´ın Ali´ye ve diğer imamlara hulul etliğini söylerler. Bu söz, Allah´ın Hz. İsa´yı hulul ettiğine inanan Hıristiyan dînine benzer, içlerinden bir kısmı ise her imamın ruhuna Allah´ın hulul ettiğine ve kendisinden sonra gelen imama da intikal ettiğine inanırlar.
Şia´nın ekserisi son imamın ölmediği itikadındadırlar. Onlara göre son imam hayattadır, günün birinde dönecektir, zulümle dolan bu yeryüzünü o adaletle dolduracakit.r Hâttâ Sebeiyye Taifesi, Ali b. Ebû Talib´in hayatta olduğuna, onun ölmediğine inanırlar. Bir takımı ise Muhammed b. Hanîfe´nin hayatta olduğunu, Radva
dağında gizlendiğini, yanında bal ve su bulunduğunu söylerler. Bir taife ise Yahya b. Zeyd asılmadı, ölmedi, o sağdır, derler. Oniki îmam etbaı ise, onikinci imam olan Muhammed b. Hasan Askeriye «Mehdi» unvanını verirler. Onun Hılle´de bir hanenin bodrumunda gizlendiğini anasiyle birlikte derbest edilince orada kaybolduğunu söylerler. Bu mehdi âhir zamanda çıkacak ve yeryüzünü adaletle dolduracaktır. Bu taife mehdinin çıkmasını beklemektedir. Her akşam namazından sonra bu hanenin bodrum kapısında dururlar-rnış. Bir binek hazırlarlar ve mehdiyi ismiyle çağırırlarmış. Bnnlar-dan bazıları ölen imamın tekrar dünyaya döneceğine inanırlar ve buna Kur´ân-ı Kerîm´deki Kehf sûresinden delil getirirler… [5]
99- Şia´nın Aslı
Görülüyor ki, Gulât-ı Şia´ya birçok garip inançlar karışmıştır. Birbirine uymaz kanaatler kaynağı olmuş, kendilerini evhama, hurafelere kaydırmış olan bu taife içine eski milletlerden bâtıl inançlar ve hurafeler girmiş. Onları îslâm kılığına sokmuşlar. Yüksek ve saf İslâm akidesini, temiz tevhid esasını bozmuşlar.
Avrupa uleması Şia´nın aslını araştırmışlar. Onda Islama sonradan karışma birçok prensipler bulmuşlardır. Velhosen´e göre Şia akideleri İranlılardan daha çok Yahudilikten çıkmıştır.[6] Zira kurucu olan Abdullah b. Sebe´ Yahudidir.
Dr. Dozi´ye göre ise Şia´nın asıl menşei İranlıdır. Zira Araplar hürriyete bağlıdırlar. îranlılarsa krallığa padişahlığa bağlıdırlar. Padişahlıkta hükümdarlık mîras kalır. Onlar halife seçmenin mânasını anlıyamazlar. Hz. Muhammed erkek evlâdı bırakmadan öldü. Onun yerine en münasip şahıs amucası Ebû Tâlib´in oğlu ve aynı zamanda damadı olan Hz. Ali´dir. Hilâfeti ondan alan Hz. Ebû Bekir, Ömer, Osman ve Emevîler onu hak sahibinden gasb etmiş sayılırlar.
İranlılar padişahlara ilâhi bir kudsiyet nazariyle bakmağa alış-kandılar. Hz. Ali´ye ve nesline de aynı gözle baktılar. İmama itaat birinci derecede gelen ilk vacibdir, ona itaat, Allah´a itaattir, dediler.[7]
Von Flofn diyor ki: Fi´len sabittir ki, Şia mezheplerinden bâzıları Budistlifc, Mani´lik gibi eski Asya dinlerinden karışmadır.[8]
Şüphe taşımaz bir hakikat vardır ki, Şia, Âl-i Beyti takdis etmekle ve onlara candan bağlılıkla beraber, eski Asya dinlerinden bir çok şeyler almıştır. Ruhun bir insana geçtiğine kail olan Hind mezheblerinden tenasüh âkidesini almıştır. Bir kısmı bu prensibi imamfarna tatbik etmişler, imamın ruhunun kendisinden sonra gelene geçtiğine inanmışlardır. Eski Brahma ve Hıristiyanlık dinlerinden, Tann´nın insana hululü akidesini almışlardır. Yahudilikten de birçok şeyler almışlardır. Îbn-İ Hazin, imamların rüucu akidesinin Yahudilikten geçtiğini beyân ederken diyor ki: «Bunlar Yahudilerin yolunda yürüdüler. Zira Yahudiler, Hz. Ilyas´ın ve Finhas b. Azar b. Harun´un bugüne kadar hayatta olduklarına inanırlar. Sofiyeden bir kısmı da bu yolla koyulmuşlardır. Onlar da Hızır ile Ilyas´ın halâ sağ olduklarına inanırlar. Bâzıları Hızır´ın kırlarda yeşillikler ve çiçekler arasında fîyas´la buluştuğunu, anıldığı zaman derhal imdada yetiştiğini söylerler»[9]
Görülüyor ki, Şia akidelerine eski milletlerin ve mezheplerin bozuk ve bâtıl inançlarından birçok şeyler karışmıştır. Bunlar ya Isiâmi ifsat etmek için veyahut ta alışkanlık ve eski terbiye tesiriyle karışmıştır. Onlar Müslüman olmuşlar, fakat eskiyi sıyınp atamamışlar, âdetlerinden kurtulamamışlardır.
îşte Şia´nın kısaca durumu böyledir. Şimdi de Şia´.nın bâzı meşhur fırkalarını,”onların tarihçesini anlatmak istiyoruz. Tâ ki, bu mezhebin geçirmiş olduğu devirleri tanımış olalım.
100- Sebeîyye
Sebeiyye: Bunlar Abdullah b. Sebe´ye uyanlardır. O Hîre´li bir Vahudidir, Müslüman görünmüştür. Anası bir zenci cariyedir. Onun için ona İbn-i Sevda yani karaoğîu da denir. Hz. Osman´ın aleyhinde propaganda yapanların başında gelir. Müslümanlar arasında düşüncelerini yaydı, bozguncu hareketlerde bulundu. Bunların çoğunu Hz. Ali namına uyduruyordu.
Evvelâ halk arasında şunu yaymağa başladı .´Tevrat´ta Peygamber´in bir vârisi olduğunu bulmuş, Hz. Ali de Hz. Muhammed´in vârisi imiş. Hz. Muhammed Peygamberlerin en hayırliğı olduğunu derdi. Bu dediklerine Kur´ân´dan sana inzal kılan, seni dönüş yurduna döndürecektir.» (Kısas: 85)
gibi, Hz. AH de vârislerin en hayırhsıdır. Sonra, Hz. Muhammed´in bu dünya hayatına döneceğini ortaya attı. Hz. îsâ´nın döneceğine inanıp Hz. Muhammed´in döneceğine inanmıyanların aklına şaşa-
Sonra yavaş yavaş işi ilerletip Hz. Ali´nin Tanrılığım söylemeğe başladı. Hz. Ali bunu duyunca onu öldürmek istediyse de, Abdullah İbn-i Abbas buna mâni oîdu: «Eğer sen onu öldürürsen tarattarla-rın aarsmda ihtilâf baş gösterir. Halbuki sen Şamlılarla sayaşa gitmek niyetindesin, birlik parçalanmasın» dedi. Bunun üzerine Hz. Ali onu Medâin´e sürgün etti. Hz. Ali şehit edilince: İbn-i Sebe halkın Hz. Ali´ye olan sevgi ve bağlılığını istismar etti. Muhayyilesinde işlediği yalanlan Hz. Ali´ye nisbet ederek halkı dalâlete ve fesada sürükledi. Öldürülen Hz. Ali olmayıp, onun suretine girmiş bir şeytan olduğunu, Hz. Ali´nin Hz. îsâ gibi göğe çekildiğini söylüyordu. «Yahudiler ve Hıristiyanlar Hz. îsâ´nın katli mes´elesinde yanıldıkları gibi. Haricîler de Hz. Ali´nin katli mes´elesinde yanılmaktadırlar. Yahudiler ve Hıristiyanlar, asılmış bir şahsı gördüler ve onu îsâ sandılar. Hz. Ali´nin öldürüldüğüne kail olanlar da böyle Ali´ye benzeyen Öldürülmüş bir kimse gördüler ve onu Ali sandılar. Halbuki o göğe çıktı. Gök gürültüsü onun sesidir, şimşek onun gülümsemesidir» derdi. Gök gürlediği zaman Sebeîyye taifesi:
«Selâm sana ya Emîrü´l-Mü´mimin» derler. Ömer b. Şurah-bil´in rivayet ettiğine göre îbn-i Sebe´e: Ali öldürüldü denilmiş, o da: «Şayet onun kellesini bir torba içinde getirmiş olsanız yine onun öldüğüne inanmayız, o ölmedi, gökten inecek ve bütün yeryüzüne hâkim olacaktır» demiştir.[10]
101- Keysâniye
Keysâniye[11]: Bunlar Muhtar b. Ubeyd Sakafi´nîn etbaıdır. O bidayette Haricîlerdendi. Sonra Şia´dan oldu. Müslim b. Akıl Hz. Hüseyin tarafından Küfe ahvalini öğrenmek üzere oraya geldiği zaman, o da birlikte gelmişti. Abdullah b. Zîyad Muhtar´ı yakalattı. Onu dövdü ve hapse attı. Hz. Hüseyin şehit edilinceye kadar, hapiste kaldı. Ondan sonra kız kardeşinin kocası olan Abdullah b. Ömer onun hakkında şefaatçi oldu. Kûfe´den çıkıp gitmek şartıyla bırakıldı. O da oradan çıkıp Hicaz´a gitti. Yolda giderken şöyle dediğini naklederler: «Müslümanların efendisi, peygamberlerin seyyidinin kızının oğlu mazlum şehit Hz. Hüseyin´in kanını is- tiyeceğim. Allah namına and içerim ki, onun kanı için Peygamber Yahya b. Zekeriyyâ´ın kam uğruna öldürülenlerin sayısınca ben de Öldüreceğim.» Bundan sonra Abdullah b. Zübeyr´e katıldı, ona, bî´at etti. Onun saflarında yer alarak Şamlılara karşı dövüştü. Sonradan Yezid´in ölümünden sonra yine Kûfe´ye döndü ve halka: «Vasinin oğlu Mehdi beni size emin ve vezir olarak gönderdi. Mül-hidleri öldürmemi, Ehl-i Beytin kanını dâva etmemi, zayıflan korumamı bana emretti» dedi.
Bidayette kendisinin Muhammed b. Hanîfe tarafından gönderildiğini ortaya attı. Çünkü Hz. Hüseyin´in kanını dâva edecek velîsi o idi. Zira Muhammed b. Hanîfe Hazretleri halk arasında çok itibarlı bir zattı. Gönüller onun sevgisiyle dolu idi. Şehristanî´nin dediği gibi o ilim ve irfan sahibi bir zattı, fikri keskin, görüşü isabetli idi. Babası Emîrü´l-Mü´minîn Hz. Ali ona bu harb vak´alannı haber vermişti. Muhammed b. Hanîfe Muhtar Sakafî´nin evham ve yalanlarını ve onun kötü niyetlerini haber alınca Ummet-i Muhammed huzurunda aşikâr ondan teberrî etti, ondan uzak olduğunu bildirdi. Buna rağmen Şia´dan bir kısmı Muhtar Sakafî´ye uymakta devam etmemiş, o da onların arasında kâhinlik ve bilgiçlik taslamış durmuştu. Kâhinlerin şecîli sözlerine benzer kafiyeli sözler söyler, onları oyalardı. Kitaplar onun bu seçili sözlerini naklederler.
Muhtar Sakafî Şia düşmanlariy^e harb etmiştir. Onlara, karşı kılıç sallamıştır. Hz. Hüseyin´i öldürmeğe iştirak etmiş birini duydu mu, ona iyi bir kılıç oyunu oynardı. Bu sebeple Şia onu sevmiş, onun etrafında toplanmıştı. Onlarla beraber intikam dâvasiyle ayaklanmış, fakat Mus´ab b. Zübeyr ile savaşta bozguna uğramış ve öldürülmüştür.
102- Akideleri
a) Keysâniye akidesi: Bunlarda imamların tanrılığına inanmak yoktur. Halbuki Sebeiyye Allah´ın bir cüz´inin insana hulût ettiğine inanır. Keysâniye´ye göre imam mukaddes bir şahsiyettir. Ona itaat lâzımdır. Onun ilmine mutlak surette güvenilir; Onu» hatadan salim ve masum olduğuna inanılır. Çünkü imam îlm-i ilâhinin bir sembolüdür.
b) Bunlar da Sebeiyye gibi imanım rücuuna inanırlar. Bunlara göre imam Ali, Hasan ve Hüseyin´den sonra Muhammed b. Hanîfe´dir. Bâzıları onun öldüğüne inanır, fakat tekrar döneceğini söylerler. Ekserisi ise onun Ölmediğine inanır. O da Radva dağında gizlenmiştir. Yanında bal ve su vardır.
c) Bunlar bedâe itikat ederler. Yâni Allah´u Teâlâ ilminin değişmesine teVan dileğini değiştirir. Bir şey emreder, sonra onun hilafını emreder. Şehristânî bu hususta diyor ki:
«Muhtar Sakafi bedâe kail oldu. Çünkü o vukubulacak ahvali bildiğini iddia ederdi. Bunlar kendisine ya vahyolunmuş veyahutta imam tarafından elçi olarak gelmiş. Arkadaşlarına bir şey yapmamayı veya bir hâdisenin olacağını vaid ederdi. Eğer o şey dediği gibi çıkarsa onu dâvasma delil olarak gösterirdi, işte dediğim oldu, derdi. Yok, eğer öyle çıkmazsa o zaman : Rabbiniz bunu değiştirdi, derdi.
Bunlar ruhların tenasühün a inanırlardı. Ruh cesetten çıkıp başka bir cesede girdiğine kaildirler. Bilindiği gibi bu fikir eski Hind felsefesinden alınmadır.
d) Bunlara göre her şeyin zahiri ve batını vardır. Her şahsın bir ruhu, her nazil olan âyetin bir te´vili vardır. Bu âlemde her misâlin bir hakikati mevcuttur. Varlıkla yayılmış ve serpilmiş olan hikmet ve esrar insanın şahsında toplanmıştır. Bu ilmî Hz. Ali, oğlu Muhammed b. Hanîfe´ye tevdi etmiştir. Kendisinde bu ilim toplanmış olan adam, işte hak imam odur»[12]
Bu zikrettiğimiz onların akıl almaz inançlarından bir kısmıdır. Bunlar gösteriyor ki, onlar îslâm prensiplerinden ayrılmışlardır, îslâmin ruhundanuzaktırlar.İmamları peygamber mertebesine çıkarırlar.Onlarca Hz. Muhammed´in Peygamberliği onun ölümüyle sona ermiyor. ÂI-i Beytte devam ediyor.
103- Zeydıye
Bu fırka Şia fırkaları içinde Ehl-i Sünnet Vel-cemâata en yakın olan bir fırkadır. Bunlar akidelerinde aşırılık göstermezler, ekserisi Peygamber´in ashabından kimseyi tekfir etmezler, imamları Tanrı veya Peygamber mertebesine çıkarmazlar.
-Bunların imamı Zeyd b. Ali b. Hüseyin olup Emevîhül^imdarlarından Hişam b. Abdulmelik´e karşı Kûfe´de ayaklandı. Fakat muvaffak olamadı, yakalanıp Kûfe´de asıldı. Zeydiye mezhebinin esasları şunlardır:
a) İmamın ismi değil, vasfı nasîa bildirilmiştir. Bî´at edilmesi gereken imamın evsafı şöyledir : Hz. Fâtima´nin neslinden gelecek, muttaki, âlim, cömert olacak. Çıkıp halkı kendisine davet edecek. Bu sonuncu şartta Şia´nın çoğu orta muhalefet ettiler. Hattâ kardeşi Muhammed Bakır da bunu onunla münakaşa etmiş ve: «Senin bu şartına göre babanın imam sayılmaması gerekir. Çünkü o bu dâva İle ortaya çıkmadı ve hattâ çıkmağa teşebbüs bile etmedi»[13]
b) Daha aşağı derecede bulunan imameti, reisliği caizdir. Demek yukarda sayılan sıfatlar onlarca efdal ve kâmil olan imam içindir. Bu vasıfları haiz olan o makama başkalarından daha lâyıktır. Fakat söz sahibi olan millet bu vasıfların bazısı kendisinde bulunmıyan bir şahsı imam olarak seçer ve ona bî´at ederse, artık ona uymak lâzım gelir. îşte bu esasa göre Ebû Bekir ve Ömer´in Halifelikleri onlarca da yerindedir. Onlara bî´at yapan Ashab-ı Kiram tekfir olunamaz. Zeyd´e göre : Hz. Ali b. Ebî Talip ashabın ef-dali idi. Fakat Hilâfet makamına Ebû Bekir´i getirdiler, bunda gözönünde tuttukları bir maslahat, riayet ettikleri dînî bir kaide vardı. Fitne uyandırmamak, umumun kalbini okşamak maksadını güttüler. Şöyle ki; Hz. Peygamber zamanında yapılan harpler henüz unutulmıyacak kadar yakındı. Hz. Ali´nin bu harplerde gösterdiği kahramanlıklar herkesin hatırında idi. Kılıcından müşriklerin kanı henüz kurumamıştı. Kalbinde Ali´ye karşı kin ve intikam hisleri besleyenler vardı. Herkesin ona boyun eğip, tâbi olmasında şüphe vardı. Hilâfete geçecek adamın yumuşak huylu, herkesçe sevilen, yaşlı başîı, Hz. Peygamberin yakın ahbaplarından biri olmak maslahat icabı idi»[14]
Bu sözlerden dolayı Şia´nın ekserisi Zeyd´den ayrıldı. Bağdadî, El-Fark Beyne´l-Fırak kitabında diyor ki: «Zeyd ile Yûsuf b. Ömer El-Sakafî arasında doğuş şiddetlenince bunlar Zeyd´e dediler ki :
Düşmanlarına karşı biz sana yardımda bulunacağız, ancak bize şunu haber ver: Atan Ali b. Ebî Tâlib´e haksızlık yapan Ebû Bekir´le Ömer hakkında re´yin nedir
Ben onların hakkında hayırdan başka birşey söylemem. Ben Emevîlere karşı ayaklandım. Çünkü onlar atam Hz. Hüseyin´i şehit ettiler. Harre günü Medine´yi mubah kılıp yağma ettiler, Kâ-bei Muazzamayı inancılıkla atılan taşlarla dövdüler, ateşe tuttular.»
«Bu sözler üzerine o vakit Zeyd´den ayrıldılar.»
c) Zeydiye mezhebine göre başka başka iki memlekette ayrı iki imam bulunabilir. Aranılan vasıfları haiz olan bu imamlardan herbiri kendi memleketlerinde imam halîfe sayılır. Bundan anlaşıldığına göre onlar aynı memlekette iki imamın bulunmasını caiz görmüyorlar. Çünkü bu halkın aynı zamanda iki imama bı´at etmesi icabeder. Bu ise yasaktır.
d) Zeydîyeye göre Mürtekib-İ kebîre yâni, büyük günah işleyen kimse tevbe etmedikçe cehennemde ebedî olarak kalır. Bunu
onîar, Mûtzile´den aynen almışlardır. Çünkü Zeyd, Mutezile mez-hebiyle alâkadar olurdu. Mutezilenin reisi olan Vâsıl b. Ata ile münasebeti vardı. Mûtezile´nin usûl-i akaid hakkındaki görüşlerini almıştır, denildiğine göre diğer Şia´nın, Zeyd´i sevmemelerinin sebeplerinden biri de budur. Zira Vâsıl´e göre : «Cemel vak´asında ve Şamlı´larîa yaptığı savaşlarda Hz. Ali yakînen savap üzeredir denemez. îki taraftan birisi hata üzere olduğu muhakkak, fakat hangisi, bu belli değil!»[15] Halbuki bu Şia´nın hiç de hoşuna gitmez. Zeyd öldürülünce Zeydîîer onun oğlu Yahya´ya bİ´at ettiler, sonra o da öldürüldü. . Yahya´dan sonra îmam Muhammed´e ve îmam İbrahim´e bi´at ettiler. Abbasî halifelerinden Ebû Ca´fer Mansur bunların ikisini de öldürttü. Ondan sonra Zeydiye mezhebinin işi bozuldu. Faziletçe daha aşağı derecede bulunan imameti sözünden caydılar. Diğer Şia´nın yaptığı gibi ashaba dil uzatmağa başladılar ye böylelikle onların en güzel hasletleri gitmiş oldu.
104- Îmâmiye
a) îmâmiye´ye göre, Hz. Ali´nin imameti yâni halifeliği bizzat Hz. Peygamber tarafından sarahaten söylenmiştir. Bu husus nasın zahiriyle yakînen sabittir, diyorlar. îmamın vasfı bildirilmiş değil, bizzat şahsı tayin olunmuştur. Kendisinden sonra gelecek imamı da Hz. Ali göstermiştir. Böylece her imam kendisinden önceki tarafından tayin olunur. Dinde imamın tayininden daha mühim bir iş yoktur. îmam, ihtilâfı kaldırmak ve birliği salamak için gelir. Yerine geçecek imamı tayin etmeden ümmet arasından aynlıp gitmez. Çünkü böyle olmazsa herkes bir görüşe saplanabilir, diğerleri ona uymaz, ümmet parçalanır, birlik bozulur. Kendisine bağlanacak bir şahsın tayin edilmesi behemehal lâzımdır. Onun için imam : Mevsuk, güvenilir bir kimseyi yerine tâyin eder.[16]
Hz. Ali´nin bizzat peygamber tarafından Halife tayin olduğuna dair bâzı Hadîsler rivayet ederler ve onların doğru olduğu iddiasında bulunurlar. Meselâ: «Ben kimin dostu isem, Ali de onun dostudur. Yâ Rab, Ali´yi seveni sen de sev, Ali´ye düşmanlık yapana sen de düşman ol. İçinizden en iyi hükmeden Ali´dir». Bu mânâda daha başka Hadîsler de rivayet ederler. Hadîs ulemâsı bunlardan bâzılarının sıhhatında şüphelidirler. Meselâ, Hac´ta Bera Sûresini okumağı Hz. Ali´ye teklif etti, Hz. Ebû Bekir´e değil. Hz. Ebû Bekir´i Hz. Üsâme Ordusunda ve Usâme´nin kumandası altında gönderdi. Hz. Ali´yi ise Medine´de alıkoydu. Bunlar Hilâfete
Hz. Ali´nin lâyık olduğuna birer işarettir. Hz. Ali´yi hiç bir zaman emir altına koymamıştır, buna benzer başka deliller de zikrederler.
b) îmamiye Hz. Hasan´ın hilâfetinde müttefiktir. Sonra ise Hz. Hüseyin gelir. Bundan sonra imamların sırasında ihtilâfa düşmüşler, bir re´y üzerinde karara varamamışlardır. Aralarında o kadar fırkalara ayrılmışlardır ki, bâzıları onları yetmiş kadar fırkaya çıkarır. Başhcaları şu iki büyük fırkadır:
1) îsnâaşeriyye: Oniki İmama tâbi olanlar: Bunlara göre hilâfet Hz. Hüseyin´den sonra şu sırayla gelir: Zeynelâbidîn, sonra Muhammed Bakır b. Zeynelâbidin. Sonra Cafer Sadık b. Bakır. Sonra onun oğlu Musa Kâzım, sonra Ali Rıza, sonra Muhammed Cevad, sonra Ali Hadi, sonra da Hasan Askerî sonra oğlu Muhammed ki bu onikinci imamdır. O Sâmârra´da anasının gözünün önünde babasının evinin altında bir bodruma girmiştir. Ondan sonra dönmemiştir. O zaman onun kaç yaşında bulunduğuda da ihtilâfa düşmüşlerdir. O vakit dört yaşında olduğunu söyleyenler olduğu gibi sekiz yasında bulunduğunu ileri sürenler de vardır. Onun nasıl bu yaşta imam sıfatıyla hükmettiğinde de ihtilâfa düştüler. Bazıları onun bu yaşta da olsa imamm bilmesi icap eden şeyleri bildiğini, buna binaen itaati vâcib olduğunu söylerler. Bazıları ise hüküm, mezhebinin uleması elinde idi, b bulûğa erinceye kadar böyle idi, derler.
2- Ismâiliyye: Bunlar Şia´nın İmâmiye bölümünden bir taife olup Ca´fer Sâdık´ın oğlu ismail´e mensupturlar. Bunlara Bâtıniyye de denir. Çünkü İmamı bâtın bulunduğuna kaildirler. Bunlara* göre : Cafer Sâckk´tan sonar imam, babasının tasrihi ile oğiu İsmail´dir. İsmail her ne kadar babasından önce ölmüş ise de bu tasrihin fâidesi, imamlığın onun neslinde kalmasını sağlamasıdır. İsmail´den sonra imamet, oğlu Muhammed Mektûm´e geçmiştir. Bu ilk gizlenen imamdır. Muhammed Mektûm´dan sonra oğlu Cafer Musaddık´a, ondan sonra oğlu Muhammed Habib´e geçer. Bu gizli imamların sonuncusudur. Ondan sonra Abdullah Mehdi´ye geçer. Bu Mağrib´e hâkim olmuştur. Ondan sonra da oğulları Mısır´a hâkim oldular. Fâthnîler işte bunlardır. [17]
Bu mezhebe girenler ilk zamanlarda çok takibe uğramışlardır. Onun için sâlikleri İran´a kaçmışlar ve orada yuvalanarak bu mezhebe eski İran görüşlerinden bir çok şeyler kanştırmılşardır. Gizli maksat güden bâzı kimseler böyle din perdesi arkasında oynamayı fırsat bilmişler, din namına işlerini yürütmüşler ve bunların başına geçerek mevkî kapmışlardır.
Bunu ilk yayan Deysân nammdaki kimsedir. Bu fikri Abdullah Kaddah´tan almış ve İran´a yaymıştır. Sonra devletin kalbine kadar sokulmuş ve Basra´ya gelmiştir. Burada gizlice propaganda yaparak mezhebine davete başlamıştır. Al-i Beytin mezarlarını ziyaret eden Yemen ileri gelenlerinden biriyle buluşmuş, onunla anla-´ şarak Yemen´e gidip orada Âl-i Beyt namına davete başlamağa karar vermişler ve böyle de yapmışlardır. Sonra Kaddah Mağrib´e iki adamını gönderdi. Çünkü onlar propagandaya çok kapılırlar. Gönderdiği adamlarına :
« – Siz gidin, toprağı sürüp hazırlayın, tohum ekecek olan sonra gelecek…» demiştir. Bundan sonra Mağrib´de Şîa propagandası bir sel hâlinde aktı. Fâtimîler Afrika´da hükümet kurdular. Târihten bilindiği gibi sonra Abbasî Halifelerinden Mısır´ı aldılar.
——————————————————————————–
[1] İbn-i Haldun Mukaddimesi
[2] İbni Ebilhadid, Neneu´l Belâga Şerhi
[3] İbn-i EhiIhadid, Nechü´l Belâğa Şerhi.
[4] Bunlara Gurabiye fıkrası denir. Gurab karga demektir, kuş kuşa benzediği gibi Hz. Ali da Ha. Peygambere benzermiş.
[5] Ibn-i Haldun Mukaddimesi
[6] Ikd´ül-Ferid´ln zikrettiği gtbi Şahinin fikri de budur.
[7] Ahmed Emin, Fecr´ul-İslam,
[8] El-Siyâdetu´l-Arabiyye
[9] îbn-i Hazm, EI-Milel, c. IV. S. 180.
[10] Abdülkâdir Bağdadî, EI-fark Beyne´l fırak.
[11] Keysâniye: Keysâne nisbet olunur. O ya Hz. Ali´nin kölesiydi veya Muhammed b. Hanife´nln talebesiydi.
[12] Şehristânî, El-Mllel ve´l Nihal.
[13] Aynı eser.
[14] Şehristâni, El-Milel vel-Nihal.
[15] Şehristânî, El-Milel. Bu rivayet üzerinde durmak ister, çünkü Mutezile târihinde maruf olan onların mutedil Şia´dan olduklarıdır. Şia´nın çoğu itikatta Mutezile mezhebine kaçarlar.
[16] Şehristâni, El-Milel ve l Nihal.
[17] îhn-i Haldun Mukaddimesi. –