Yüce Allah (c.c.) insanı yeryüzünde halife kılmış, yiyecek, giyecek ve sığınak olarak ihtiyaç duyduğu her şeyi kendisine bahşetmiştir. Gerçekten de Allah’ın insanlara ikram ettiği nimetler saymakla bitmez. Yeryüzünün imarı için verilen bu nimetler, aynı zamanda birer imtihan vesilesidir. Böylece iyilerle kötüler, isyankarlarla itaatkarlar birbirinden ayırt edilecek, Allah (c.c.) yolunda infak edenlerle, cimrilerin farkı ortaya çıkacaktır. Öte yandan yüce Allah rızkımızı helal yollardan temin etmemiz için, yapılması gerekeni yapmamızı emretmiş ve bizleri helal kazanca teşvik etmiştir.
Durum ve gerçek böyle olduğu halde, İslam düşmanları İslamiyet’i itham ederek, dinimizin insanı tembelliğe yönelttiğini ileri sürmüşlerdir. Bu, İslam’a yöneltilmiş büyük bir iftiradır. İslam, sebeplere ve tedbirlere başvurmadan yapılan tevekküle kesinlikle karşıdır. İslam, müslümanı çalışkan, dinamik, atik ve üretken olarak görmek ister ve buna teşvik eder. İslam, müslümanın hayata dair rolünü ifa etmesini ister. Ayet-i kerimede şöyle buyrulmaktadır: “O, yeryüzünü sizin ayaklarınızın altına serendir. Haydi onun üzerinde yürüyün ve Allah’ın rızkından yiyin. Dönüş ancak O’nadır..” (Mülk, 15)
Kardeşlerim, helal rızık peşinde koşan kimsenin yaptığı iş, hem kendisinin hem de toplumun yararınadır. Öyle ya, herkes sadece kendisine yetecek kadar çalışsa, çalışma imkanı olmayan muhtaç insanlar hayatlarını nasıl devam ettirir; çalışamayan sakat ve mağdurlar nasıl geçinir; zekat ve sadakaya muhtaç insanlar hayatlarını nasıl sürdürür? Bu yüzden müslüman ihtiyacı kadar değil kabiliyet, kapasite ve gücü kadar çalışmak zorundadır. Çünkü sadece ihtiyaç kadar çalışan insan kendisini ve ailesini geçindirirken gücü ve kapasitesi oranında çalışan insan ise kendisi ve ailesiyle birlikte pek çok muhtacın imdadına koşar. Çalışma imkanı bulamayanın ihtiyacını da gidermiş olur.
Bir seferinde Hazret-i Ömer (r.a.) Cuma namazı sonrası caminin bir köşesinde oturan bir grup insan gördü ve sordu,
-Kimsiniz siz?
Cevap verdiler,
-Biz Allah’a tevekkül etmiş kullarız.
Bunun üzerine Hazret-i Ömer (r.a.) onları sopasıyla kaldırarak şöyle bağırdı,
-Sakın hiçbiriniz tembel tembel oturarak, Allah’ım bana rızık ver, demesin. Biliniz ki gökyüzü ne altın yağdırır ne de gümüş. Nitekim yüce Allah buyuruyor ki, “Namaz kılındığında yeryüzüne dağılıp Allah’ın lütfundan rızkınızı arayın. Allah’ı da çokça zikrediniz ki, kurtuluşa eresiniz.” (Cuma, 10)
Kardeşlerim, Hazret- Ömer’in ıstırabı cahil mütevekkillerdendi. Biz ise hem bilgisizce tevekkül edenlerden hem de çalışıp tevekkül etmeyenlerden mustaribiz.
Hazret-i Peygamber (sav.) bizlere helal ile haramı, güzel ile çirkini net bir şekilde açıklamış, bizleri helal ve güzele teşvik ederek, haram ve çirkinden sakındırmıştır. Hazret-i Peygamber buyuruyor ki, “Ey insanlar, yüce Allah güzeldir ve ancak güzel şeyleri kabul eder.” (Tirmizi, Tefsir, 2/36, Edep, 41; Darimi, Rikak, 9)
Yüce Allah (c.c.) peygamberlere emrettiğini müminlere de emretmiştir. Peygamberlere şöyle seslenmektedir; “Ey peygamberler, helal ve temiz nimetlerden yiyin ve salih ameller işleyin. Muhakkak ki, yapacağınız her şeyi ben hakkıyla bilirim.” (Mü’minun, 51) Müminlere seslenişi ise şöyledir, “Ey iman edenler, size rızık olarak verdiğimiz şeylerin helal ve temiz olanlarından yiyin ve gerçekten Allah’a kulluk ediyorsanız, sayısız nimetlerine karşı O’na şükredin.” (Bakara, 172)
İnsan helal rızık elde ettiği zaman, Allah onu bereketlendirir. Kendisi yiyip, çoluk çocuğuna yedirdiğinde de ayrıca büyük sevap kazanır. Ayrıca helal lokma salih amelin işlenmesine katkı sağlar. Kendisi haram lokmayla beslenip, çoluk çocuğuna haram yediren kimse de büyük günaha girer ve haram lokma kötülüklerin ve günahların kapısını açar. Nitekim ayet-i kerimede helal ve temiz yiyecek ile salih amel arasında bir ilişki kurulmuştur.
Yüce Allah (c.c.) inanan kullarını, fakirlerin yardımına koşmaya, Allah yolunda harcamaya ve hayır yollarına destek olmaya teşvik etmiş ve pek çok ayet-i kerimede buna işaret etmiştir. Bir ayet-i kerimede şöyle buyurmaktadır, “Sizden birine ölüm gelip de, ‘Ey Rabbim, ne olurdu bana biraz daha mühlet verseydin de salihlerden olsaydım.’ demeden önce size rızık olarak verdiğimiz şeylerden bağışta bulunun.” (Münafikun, 10)
Muhterem müslümanlar, mal büyük bir nimet ve ağır bir emanettir. Kullara ikram edilen bu nimet, büyük bir imtihandır. Emanetin hakkını ifa edip, şükür vazifesini yapana Allah bereket ihsan eder. Nankörlük yapıp görevini ihmal eden ise, büyük bir azap ile karşılaşacaktır. Yüce Allah buyuruyor ki, “Şükrederseniz daha çok veririm. Nankörlük ederseniz biliniz ki, azabım çok şiddetlidir.” (İbrahim, 147)
Yüce Allah (c.c.) ahiret gününde, verdiği bütün nimetler için, sadece bir kez kulunu sorgularken, mal için iki kez hesaba çekmektedir. Birinci kez, malın kaynağı ile ilgili sorguya tâbi tutar, helal veya haram oluşunun hesabını sorar; ardından da nereye harcandığının hayırda mı, şerde mi, helal yolda mı, haram yolda mı sarf edildiğinin sorgulamasını yapar. Önce nasıl kazanıldığını sonra da nasıl harcandığını soracaktır. Hazret-i Peygamber (sav.) şöyle buyuruyor, “Kıyamet günü kul, şu dört şeyin hesabını vermedikçe hiçbir yere kımıldayamaz; Gençliğini nasıl geçirdiği, ömrünü nasıl tükettiği, malını nasıl kazanıp nasıl harcadığı ve bilgisiyle neler yaptığı.”
Mal biriktirip cimrilik yapan ve Allah yolunda harcamayanları, yüce Allah şöyle tehdit etmektedir, “Altını ve gümüşü biriktirip bunları Allah yolunda harcamayanları acı bir azapla müjdele. O gün bu altın ve gümüşler cehennem ateşinde kızdırılır da alınları, yanları, arkaları onunla dağlanır. ‘İşte kendiniz için biriktirdiğiniz budur, şimdi biriktirdiğinizin tadına bakın.’ denir.” (Tevbe, 34-35)
Alın, yan ve arkaların azap göreceğine dair vurgu çok dikkat çekicidir. Çünkü genellikle Allah yolunda harcamaya engel olan unsurlar bu organlardır. Muhtaç bir fakirin kendisine yöneldiğini gören cimri zengin önce yüzünü çevirir, fakirin hâlâ kendisine doğru geldiğini fark edince, yan dönüp yönünün değiştirir, fakiri yine yanı başında görünce, bu kez arkasını döner. Yani önce yüzünü, alnını sonra yan tarafını, sonra da sırtını dönerek hoşnutsuzluğunu ortaya koyar. Bu yüzden, ceza yapılana denk olmalı kuralı gereğince alnın, yanın ve arkanın dağlanması gerekir.
Kuşkusuz Allah Resulü (sav.) var gücüyle, Allah yolunda harcamayı bize sevdirmeye çalışmıştır. Hayırda yarışmanın ve hayırlı yolda sarf etmenin sevgisini Hazret-i Peygamber’den öğrendik. Efendimiz buyuruyor ki, “Sadece güzeli kabul eden yüce Allah, güzel malından içtenlikle tasadduk edeni bizzat takdir eder. Bir hurma dahi olsa, onu katında kabul eder ve koca bir dağdan daha büyük oluncaya kadar bereketlendirir, çoğaltır, büyütür. Bahçedeki ürününüzü sulayıp büyütmeye çalıştığınız gibi sadakanız Allah katında nemalanır.”
Sahabe-i Kiram (r.anhüm) infakın ve Allah (c.c.)yolunda harcamanın en güzel örneklerini sergilemişlerdir. İbn Ömer’in (r.a.) bildirdiğine göre, bir seferinde Hazret-i Peygamber (sav.) tasaddukta bulunmayı emretti. Hazret-i Ömer (r.a.) dedi ki, “O zaman yanımda çokça mal bulunuyordu. Kendi kendime dedim ki, ‘Bu kez Ebu Bekir’i geçeceğim.’ Malımın yarısını kendime bırakıp, diğer yarısıyla Hazret-i Peygambere vardım. Allah Resulü buyurdu ki, ‘Bu çok, ev halkına ne bıraktın?’ Dedim ki, ‘Yarısını.’ Sonra Ebu Bekir pek çok mal ile geldi. Allah Resulü ona da ev halkına ne bıraktın, diye sordu. Ebu Bekir (r.a.) de, ‘Onlara Allah’ı ve Resulü’nü bıraktım.” dedi.”
Hazret-i Peygamber, orduyu hazırlarken Hazret-i Osman (r.a.) bin dinar getirip Resulullah’ın önüne bırakınca Hazret-i Peygamber (sav.) paraları evirip çevirerek defalarca buyurmuş ki, “Bugünden itibaren Osman’ın yaptığı hiçbir şey ona zarar vermez.”
Ya Rabbi, bize helal rızık nasip eyle ve rızkımızı bereketlendir. Doğu ile batı arasını uzaklaştırdığın gibi bizi haramdan uzaklaştır. Ey âlemlerin Rabbi olan Allah’ım, bize senin yolunda harcama sevgisi kazandır.