Uhud Savaşının Tarihi
Savaşın Mevkii
Uhud Savaşının Sebebi
Kureyş Müşriklerinin Peygamberimiz Aleyhisselamla Çarpışma Hazırlığına Girişmeleri
Ebu Âmir’in Müşriklere Yardım Edişi
Savaş İçin Toplananların Sayıları ve Teçhizatları
Kureyş Askerlerinin Yola Çıkışı
Müşriklerin Sancaktarları
Müşriklerin Tutum ve Davranışlarını Hz. Abbas’ın Peygamberimiz Aleyhisselama Bildirişi
Kureyş Müşrikleri Medine Yolunda
Evs b. Abdullah’ın, Kureyş Müşriklerinin Medine’ye Doğru Gelmekte Olduklarını Peygamberimiz
Aleyhisselama Haber Vermek Üzere Kölesi Mes’ud’u Salışı
Müşriklerin Uhud’daki Karargâhları
Medine’de Bazı Tedbirler Alınışı
Peygamberimiz Aleyhisselamın Gördüğü Rüyayı Anlatıp Savaş Hakkındaki Görüşünü Açıklayışı
Müslümanların Savaş Hakkındaki Görüşleri
Müslümanların Israrları Üzerine Peygamberimiz Aleyhisselamın Silahlanışı
Sa’d b. Muaz ile Useyd b. Hudayr’ın Müslümanları Uyarmaları
Malik b. Amr’ın Cenaze Namazının Kılınışı
Amr b. Cemuh’un Uhud Seferine Katılışı
Amr b. Cemuh’un Duası
İbn Ümmi Mektum’un Medine’de İmam Vekili Olarak Bırakılışı
İslâm Ordusunun Mevcudu, Düzeni ve Uhud’a Hareket Edişi
Çarpışamayacak Yaşta Olanların Şeyheyn’den Geri Çevrilişi
Ordudan Geri Çevrilen Gençlerin Medine’de Görevlendirilmeleri
Şeyheyn’de Geceleyiş
Peygamberimiz Aleyhisselamın Gece Bekçisi
Baş Münafık ile Ona Bağlı Kişilerin İslâm Ordusundan Ayrılıp Geri Dönmeleri
İslâm Ordusundan Ayrılan Münafıklar Hakkında Âyetler İnişi
Mü’minlerden Başkasından Fayda Olmadığı
Ebu Hayseme’nin Uhud’a Kadar Kılavuzluk Edişi
Peygamberimiz Aleyhisselamın Uhud’da Karargâhını Kuruşu
Peygamberimiz Aleyhisselamın Okçulara Direktifi
Peygamberimiz Aleyhisselamın İslâm Mücahidlerini Savaş Nizamına Koyuşu
İslâm Mücahidlerinin Uhud Savaşındaki Parolaları
İslâm Mücahidlerinden Bazılarının Uhud Savaşındaki Alâmetleri
Yahudi Alimlerinden Muhayrık’ın Müslüman Olup Uhud’da Çarpışmaya Gidişi ve Şehit Oluşu
Amr b. Sabit b. Akyeş’in (Vakş’ın) Müslüman Olarak Uhud’a Gidişi ve Müşriklerle Çarpışarak
Yaralanışı ve Cennete Girişi
Kuzman’ın Uhud’a Gelip Müşriklerle Çarpıştıktan Sonra Yarasının Ağrısına Dayanamayarak
İntihar Edişi
Hanzale b. Ebu Amir’in Uhud’a Gidişi
Huseyl b. Cabir’le Sabit b. Vakş’ın Uhud’a Savaşmaya Gidip Şehit Oluşu
Müşriklerin Uhud’daki Karargâhları ve Harp Düzenleri
Ebu Süfyan’ın Sancaktarlarını Gayrete Getirişi
Ebu Âmir’in Ensarı Ayartmaya ve Savaşı Kızıştırmaya Çalışması
Peygamberimiz Aleyhisselamın Müslümanları Cihada Teşvik Edişi
Ebu Süfyan’ın Ensarı Ayartmaya Kalkışması
Müşriklerin Kadınlarının Erkekleri Çarpışmaya Kışkırtmaları
Müşrik Süvarilerinin Okçular Tepesine Hücuma Kalkmaları ve Püskürtülmeleri
Hz. Ali’nin Müşriklerin Sancaktarını Öldürüşü
Hz. Hamza’nın Osman b. Ebi Talha’yı Öldürüşü
Sa’d b. Ebi Vakkas’ın Ebu Sa’d b. Ebi Talha’yı Öldürüşü
Asım b. Sabit’in Müsafi’ b. Talha ile Cülas b. Ebi Talha’yı Öldürüşü
Müşriklerin Sancaktarlarının Ardarda Öldürülüşü
Hz. Ebu Bekir’in Oğlu Abdurrahman’la Çarpışmaya Kalkışı ve Peygamberimiz Aleyhisselam
Tarafından Geri Bırakılışı
Zübeyr b. Avvam’ın Deve Üzerindeki Bir Müşriki Aşağı Düşürüp Öldürüşü
Halid b. Velid’in Saldırıya Geçtikçe Püskürtülüşü
Zülfikar’ın, Hakkını Yerine Getirmek Üzere Ebu Dücâne’ye Verilişi
Hz. Ali’nin Müşriklerden İki Topluluğu Bozguna Uğratışı
Rüşeydü’l-Fârisî İle Sa’d’ın Müşriklerden Uveyf’in Oğullarını Öldürmeleri
Peygamberimiz Aleyhisselamın Abdullah b. Cahş’a Verdiği Hurma Dalının Kılıç Oluşu
Allah Yolunda Şehit Olanın Cennete Gireceği
Müşriklerin Bozguna Uğrayıp Dağılmaya Başlamaları
Hamza’nın Şehit Oluşu
Hanzale b. Ebu Âmir’in Şehit Oluşu
İslâm Okçular Birliğinin Kazanılan Zaferi Kaybettirmeleri
Uhud Savaşında Peygamberimiz Aleyhisselamı Canla Başla Korumaya Çalışan Mücahidler
Dört Azılı Müşrikin Peygamberimiz Aleyhisselamı Öldürmeye Ant İçmeleri
Müslümanlar Arasındaki Bazı Münafıkların Müslümanları Çarpışmaktan Vazgeçirmeye ve
İrtidad Ettirmeye Çalışmaları
Enes b. Nadr’ın Kahramanlıklar Göstererek Şehit Oluşu
Hz. Ömer ile Kardeşinin Şehitlik İçin Soyunmaları
Uhud Savaşı Günü Peygamberimiz Aleyhisselamın Başına Gelenler
Ka’b b. Malik’in Peygamberimiz Aleyhisselamı Sağ Salim Görüp Müslümanlara Seslenişi
Peygamberimiz Aleyhisselamın Übeyy b. Halef’i Yaralayışı ve Öldürüşü
Peygamberimiz Aleyhisselamın Yüzünün Kanının Mihras Suyu ile Yıkanışı ve Müşriklerin
Kendilerinden Yukarıya Çıkmalarına Meydan Vermemesi İçin Allah’a Dua Edişi
Talha b. Ubeydullah’ın Peygamberimiz Aleyhisselamı Uhud Kayalığına Sırtında Çıkarışı
Peygamberimiz Aleyhisselamın Öğle Namazını Oturarak Kılışı
Yüce Allah’ın Müslümanları Uyutup Dinlendirişi
Müşriklerin Müslüman Cesetlerine İşkence Yapmaları
Ebu Süfyan’ın Ebu Âmir (Fâsık)’la Harb Meydanında Dolaşması
Huleys b. Zebban’ın Ebu Süfyan’ı Kınaması
Ebu Süfyan’ın Peygamberimiz Aleyhisselamın Sağ Olup Olmadığı Hakkında Kuşkuya Düşmesi
Müşriklerin Uhud’dan Ayrıldıktan Sonra Ne Yapacakları Hakkında Bilgi Edinmek İstenilişi
Müşriklerin Revha’dan Geri Dönüp Peygamberimiz Aleyhisselamın Sağ Kalan Sahabilerini de
Yok Etmeye Kalkışmaları
Peygamberimiz Aleyhisselamın Sa’d b. Rebi’ Hakkında Bilgi İstemesi
Peygamberimiz Aleyhisselamın Hz. Hamza’nın Vurulup Düştüğü Yeri Sorması
Hz. Safiyye’nin Uhud’a Gelip Hz. Hamza’nın Cesedini Görmek İstemesi
Peygamberimiz Aleyhisselamın Şehit Edildiği Şâyiası Üzerine Medine’nin Çığlıklarla Sarsılışı ve
Ondört Kadının Uhud’a Koşup Gelişi
Uhud’da Kabirler Kazılıp Şehitlerin Gömülüşü
Bir Kabre İkişer Üçer Gömülen Şehitlerden Bazıları
Uhud Şehitlerinin Şehit Düştükleri Yerde Gömülmelerinin Emir Buyuruluşu
Uhud Şehitlerinin Sayısı
Peygamberimiz Aleyhisselamın Uhud Şehitleri Hakkındaki Müjdeleri
Uhud Şehitlerinin Ziyaret Edilip Selamlanmasının Fazileti
Uhud Şehitlerinin İlk Gömüldükleri Kabirlerinden Kırkaltı Yıl Sonra Çıkarılıp Yeni
Kabirlerine Konuluşu
Peygamberimiz Aleyhisselamın Uhud’dan Ayrılacağı Sıradaki Duası
Peygamberimiz Aleyhisselamın Uhud’dan Medine’ye Dönüşü, Sevgi ve Saygı Tezahürüyle
Karşılanışı, Hamne Hatunun Kocasının Şehadeti Haberine Dayanamayarak Feryad Edişi
Sümeyrâ Hatunun Peygamberimiz Aleyhisselamı Sağ Salim Görünce Kendi Şehitlerine Üzülmeyişi
Peygamberimiz Aleyhisselamın Namazlarını Mescidde Kılışı
Peygamberimiz Aleyhisselamla Hz. Ali’nin Kılıçlarının Kanını Hz. Fâtıma’ya Yıkatmaları ve
Peygamberimiz Aleyhisselamın “Allah Bize Fethi Nasip Edinceye Kadar, Müşrikler Bir Daha Bizi
Bunun Gibi Bir Musibete Uğratamayacaklardır!” Buyuruşu
Mücahidlerin Yaralarına Bakmayarak Hamrâü’l-Esed Seferine Katılmaları
Takip Birliği Hamrâü’l-Esed’de
Ma’bed b. Ebi Ma’bed’in Ebu Süfyan’ı Korkutarak Medine’ye Dönmek, Baskın Yapmaktan
Vazgeçirip Ona Mekke Yolunu Tutturuşu
Ebu Süfyan’ın Mekke’ye Giderken Peygamberimiz Aleyhisselama Tehdit Haberi Salışı
Münafıklarla Yahudilerin Nifak ve Fesada Koyulmaları
Abdullah b. Übeyy b. Selûl’ün Mescidden Kovuluşu
Bir Şehit Yavrusunun Evlat Edinilişi
Uhud Savaşı Durumunun Âl-i İmran Sûresinde Açıklanışı
İslâmî Hükümlere Göre Yapılan İlk Miras Taksimi
UHUD SAVAŞI
Uhud Savaşının Tarihi
Uhud savaşı; Buhran seferinden dönüldükten sonra,[1], Hicretin 3. yılında,[2] Recep, Şaban ve Ramazan ayları çıktıktan sonra,[3] Şevval ayında.[4] Cumartesi günü yapılmıştır.[5]
Savaşın Mevkii
Uhud; Medine şehrinin şimalinde, Medine’ye uzaklığı 1 mile yakın, kırmızımsı, mübarek bir dağdır.[6]
Uhud Savaşının Sebebi
Kureyş müşriklerinin ileri gelenlerinden Ebu Süfyan’ın Kureyş müşriklerine ait ticaret kervanını Bedir’den kaçırıp Mekke’ye ulaştırdığı, Müslümanlarla çarpışmak üzere Mekke’den gelen müşrik ulularından öldürülenler Bedir kuyusuna atıldıkları, kaçıp kurtulanlar da Mekke’ye döndükleri zaman,[7] Kureyş müşriklerinden:
1- Abdullah b. Ebu Rebia,
2- İkrime b. Ebu Cehil,
3- Safvan b. Ümeyye,[8]
4- Esved b. Muttalib,
5- Cübeyr b. Mut’im,
6- Haris b. Hişam,
7- Huvaytıb b. Abduluzzâ,
8- Huceyr b. Ebu İhab[9]
ve Kureyşlilerden babaları, oğulları ve kardeşleri Bedir’de öldürülmüş bulunan daha birtakım kişiler, Ebu Süfyan’ın yanına vardılar.
Kureyşlilerin ticaret kervanına aitolup[10] Dârü’n-Nedve’de tutulmakta olan[11] ticaret malları hakkında, Ebu Süfyan’la konuştular:
“Ey Ebu Süfyan! Senin Şam’dan getirip Dârü’n-N edve’de tuttuğun şu ticaret kervanındaki mallar, iyi bilirsin ki, Mekkelilerin, Kureyşlilerin ticaret kervanına aittir.
Onlar bu ticaret mallanyla Muhammed’e karşı büyük bir ordunun hazırlanmasını candan, gönülden arzu etmektedirler.
Babalarımızdan, oğullarımızdan, kabilelerimizden nice kimselerin öldürülmüş olduklarını görmüş bulunuyorsun” dediler.
Ebu Süfyan, onlara:
“Kureyşliler bu fedakârlığı göze alıyorlar mı? Buna gönüllü ve istekliler mi?” diye sordu.
“Evet!” dediler.[12]
Bunun üzerine, Ebu Süfyan:
“Zaten ben bunu özleyenlerin ve kabul edecek olanların ilkiyim!
Abdi Menaf oğulları da benimle birliktedir. [13]
Vallahi, asıl mahvolan ve öcü alınacak olan, benim: Oğlum Hanzale ve kabilemin en şerefli kişileri Bedir’de öldürüldü!” dedi.[14]
Yukarıda adları anılan Kureyş müşrikleri ticaret kervanında malları bulunan Kureyşlilerle de konuştular ve:
“Ey Kureyş topluluğu! Muhammed sizi büyük bir musibete uğratmış, sizin en hayırlılarınızı öldürmüş bulunmaktadır! Öyle ise, ona karşı yapılacak savaşta bu mal ile bize yardım ediniz. Umulur ki, bizden öldürdüğü kimselerin intikamını, ondan böylece alırız!” dediler.
Kureyşliler de, istenilen yardımı yaptılar.[15]
Ticaret malları 1000 deve yükü ve 50.000 dinar (altın) sermayeli idi.[16]
Ticaret malları altın karşılığında satılıp, bir altına bir altın kazanç sağlandı.
Peygamberimiz Aleyhisselamla yapılacak savaşa sadece kazancın bağışlandığı bildirildiği gibi, kazançla birlikte sermayenin de bağışlandığı da bildirilmektedir. [17]
Bazı ilim adamlarına göre bu sebeple nazil olan âyette,[18] şöyle buyurulmaktadır:
“Şüphe yok ki, Allah yolundan alıkoymak için mallarını sarfedenler, onu yine de sarfedecekler. Sonra, bu, onlara yürek acısı olacak! Nihayet, mağlup olacaklar. Küfürlerinde ısrar edenler, toplanıp Cehenneme sevk edilecek, sürüleceklerdir”![19]
Kureyş Müşriklerinin Peygamberimiz Aleyhisselamla Çarpışma Hazırlığına Girişmeleri
Ebû Süfyan’ın önderliğindeki Kureyş müşrikleri, Peygamberimiz Aleyhisselamla yapacakları savaşla ilgili malî gücü ticaret kervanından sağlayınca, Kinanelerden ve Tihame halkından da askerî destek sağlamak üzere harekete geçtiler.[20]
Amr b. Âs ile Hübeyre b. Ebi Vehb’i, Abdullah b. Zibârâyı ve Ebu Azze’yi, çevredeki Arapları yardıma çağırmaları için görevlendirdiler.[21]
Müsafi1 b. Abdi Menaf da, Benî Malik b. Kinanelere gidip, söylediği şiirlerle onları Peygamberimiz Aleyhisselamla savaşmaya davet ve teşvik etti.[22]
Ebu Azze, “Muhammed’in bana Bedir günü iyiliği var. Kendisine karşı hiçbir zaman düşmanlık yapmamaya yeminliyim” diyerek, bir müddet kaçınıp, propaganda gezisine çıkmaya yanaşmadı.[23]
Ebu Azze Bedir’de alınan esirler arasında iken, Peygamberimiz Aleyhisselama:
“Benim fakir, çoluklu çocuklu, muhtaç olduğumu iyi bilirsin! Lütfet de, benden kurtulmalık akçesi isteme. Beni serbest bırak” diyerek yalvarmış, Peygamberimiz Aleyhisselam da onu kurtulmalık akçesi alınmaksızın serbest bırakmıştı.
Safvan b. Ümeyye, ona:
“Ey Ebu Azze! Sen şair bir adamsın! Bizimle birlikte propagandaya çık. Bize dilinle yardımcı ol” dedi.
Ebu toe:
“Muhammed’in bana iyiliği var. Ben onun karşısında görünmek istemem” dedi.
Safvan b. Ümeyye:
“Peki! Dilinle yardım etme. Fakat, yanımızda bulun, bize şahsınla, görüntünle yardımcı ol!
Eğer bu seferden sağ ve salim dönersem, seni zengin etmeyi, ölürsen senin kızlarını kendi kızlarımla varlıkta ve bollukta aralarında fark gözetmeden geçindirmeyi, Allah boynumun borcu kılsın!” dedi.[24]
Ebu Azze yine yanaşmadı.
Ertesi günü, Safvan b. Ümeyye, Cübeyrb. Mut’im’le birlikte onun yanına vardılar.
Safvan, önceki sözünü tekrarladı.
Ebu Azze yine yanaşmadı.
Cübeyrb. Mut’im de, gerektiğinde kendisini geçindireceğine söz verince, Ebu Azıe dayanamadı ve “Çıkıyorum!” dedi.[25]
Tihameye giderek söylediği şiirlerle Benî Kinaneleri Peygamberimiz Aleyhisselamla savaşmaya davet ve teşvik etti.[26]
Bunların davet ve teşvikleri neticesinde Sakîflerden, Kinanelerve daha başkalarından birçok topluluklar Mekke’de toplandı.[27]
Cübeyr b. Mut’im; mızrak atmakta ve attığı yerden vurmakta mahir olan kölesi Vahşi’yi yanına çağırıp, ona:
“Halk ile birlikte savaşa çık! Muhammed’in amcası Hamza’yı, amcam Tuayme b. Adiyy’in yerine öldürürsen, sen azadsın” demişti.[28]
Ebu Süfyan’ın karısı Hind de, Vahşi’ye rastladıkça:
“Ey Ebu Deşme! Şifa ver, şifalan!” der,[29] Hz. Hamza’yı öldürmeye teşvik ederdi.[30]
Ebu Âmir’in Müşriklere Yardım Edişi
Peygamberimiz Aleyhisselam Medine’ye hicret edip geldiği zaman, Dubay’a oğullarından Ebu Âmir Abdi Amr b. Sayfî kıskançlık ve kızgınlığından dolayı ne yapacağını şaşırmış, Peygamberimiz Aleyhisselamdan uzak kalmış olmak için, Evs kabilesinden kendisine uyan elli kişiyle birlikte Mekke’ye çekip gitmiş.[31] müşriklerle işbirliği yapmaktan geri durmamış, onların yanından ayrılmamıştır.[32] Müşriklere:
“Ben, kavmimin [Ensarın] yanına varacak olursam, onlardan iki kişi bile bana aykırı davranmaz.[33]
İşte kavmimden şu yanımda bulunan kişiler söylesinler!” der, yanındaki elli kişi de onun sözünü doğrularlardı.
Bunun için Kureyşliler Ebu Âmir’in Uhud savaşında kendilerine büyük çapta yardımının dokunacağı umuduna düşmüşlerdi.[34]
O da, yanındaki elli kişiyle birlikte Uhud savaşına katıldı.[35]
Savaş İçin Toplananların Sayıları ve Teçhizatları
Savaş için toplanan müşriklerin sayısı üç bin idi ve daha da çoktu. Bunlardan yüzü Sakif kabilesin-dendi.
Atların sayısı ikiyüz idi.
Develerin sayısı üç bin idi.
Askerlerin yediyüzü zırhlı idi.[36]
Yanlarında pek çok silah ve askerî malzeme de mevcuttu.[37]
Kureyş Askerlerinin Yola Çıkışı
Kureyş müşrikleri EbuSüfyan’ın kumandası altıncia,[38] olanca savaş ve savunma güçleri, hiddet ve şiddetleriyle, kendilerine katılan Benî Kinanelerve Tihame halkıyla ve onlara tâbi olanlarla beraber yola çıktılar.
Erkeklerin savaştan kaçmamaları, onlara cesaret vermeleri için, bazı erkeklerde kadınlarını kendileriyle birlikte develer üstünde hevdeçler içinde yola çıkardılar.[39]
Nevfel b. Muaviye kadınların orduya katılmalarının sakıncalı olacağını ileri sürmüşse de, kabul edilmeyerek;
1- Ebu Süfyan b. Harb, kansı Hind binti Utbe ile,
2- İkrime b. Ebu Cehil, kansı Ümmü Hakim binti Harisle,
3- Haris b. Hişam b. Mugîre, kansı Fâtıma binti Velid b. Mugîre ile,
4- Salvan b. Ümeyye, karısı Bene binti Mes’ud ile,
5- Amr b. Âs, karısı Reyta[40] binti Münebbih ile,
6- Talha b. Ebi Talha, karısı Sülâfe binti Sa’d ile,
7- Mus’ab b. Umeyr’in annesi Hunas binti Malik, oğlu Ebu Aziz b. Umeyr ile,
8- Amre binti Alkame, yalnız başına,[41]
9- Haris b. Süfyan, kansı Remle binti Tarık’la,
10- Kinane b. Ali b. Rebia, karısı Ümmü Hakim binti Tânk’la,
11- Süfyan b. Uveyf, kansı Kuteyle binti Amr ile,
12-13- Numan ve Cabir kardeşler, anneleri Duğunniye ile,
14- Gurab b. Süfyan, kansı Amre binti Hâris’le[42] daha başkaları da, kanlarıyla birlikte yola çıktı lar.[43] Kureyş ordusuna katılan kadınların sayısı onbeş idi.[44] Kureyş ordusuna katılan bu kadınlar, yanlarına defler de almışlardı.[45]
Onlar Bedir’de öldürülmüş olanları anacak,[46] ağlayacak,[47] erkekleri çarpışmaya kışkırtacaklardı.[48]
Müşriklerin Sancaktarları
Dârü’n-NecVe’de bağlanan üç sancaktan birincisini Süfyan b. Uveyf,
Birisini Ehâbişten bir adam[49]
Birisini de Talha b. Ebi Talha taşımakta idi.[50]
Müşriklerin Tutum ve Davranışlarını Hz. Abbas’ın Peygamberimiz Aleyhisselama Bildirişi
Peygamberimiz Aleyhisselamın amcası Hz. Abbas; Peygamberimiz Aleyhisselamın emriyle Mekke’de oturmakta, oradaki Müslümanlara kuvvet ve destek olmakta ve Mekke’de olup bitenleri Medine’ye bildirmekte idi.
Medine’ye gelmek istediği zaman, Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
“Sen bulunduğun yerde daha güzel cihad etmektesin. Senin Mekke’de oturman daha hayırlıdır” diye cevap yazdırmıştı.[51]
Hz. Abbas, Kureyş müşriklerinin çarpışmak için hazırlanıp Medine’ye yürüyecekleri sırada, durumu Peygamberimiz Aleyhisselama acele yazarak bildirdi.[52] Hz. Abbas, yazıp mühürlediği ve üç gün içinde Peygamberimiz Aleyhisselama yetiştirilmek şartıyla Gıfâr oğullarından kiraladığı bir adama teslim ettiği yazısında şöyle dedi:
“Kureyşliler senin üzerine yürümek üzere derlenip toplanmışlardır.[53] Üzerine yürüdükleri, geldikleri zaman, yapabildiğini, yapabileceğini yap![54] Hazırlanmakta onlardan öne geç, onlardan önce davran.[55]
Sana doğru yönelmiş bulunuyorlar. Üç bin kişidirler.
İkiyüz atlıları,
Yediyüz zırhlıları,
Üç bin develeri var.
Bütün silahlarını yanlarına almışlardır.”
Hz. Abbas’ın gönderdiği adam Peygamberimiz Aleyhisselamı Medine’de bulamayınca, Küba’ya gidip, Küba mescidinin kapısından çıktığı ve merkebinin üzerinde bulunduğu sırada, yazıyı Peygamberimiz Aleyhisselama verdi.
Medineli Ensardan Übeyy b. Ka’b, yazıyı Peygamberimiz Aleyhisselama okudu.
Peygamberimiz Aleyhisselam yazı muhteviyatının gizli tutulmasını, hiç kimseye açıklanmamasını Übeyy b. Ka’b’a hatırlattıktan sonra, Ensardan Sa’d b. Rebi’in evine gitti ve ona:
“Evde yabancı kimse var mı?” diye sordu.
Sa’d b. Rebi’: “Hiç kimse yoktur! İstediğini konuşalım” dedi.
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam ona Hz. Abbas’ın yazısını haber verdi.
Sa’d b. Rebi’:
“Yâ Rasûl ali ah! Vallahi, ben bunun hayırlı olacağını umuyorum!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, bu haberi gizli tutmasını Sa’d b. Rebi’den de istedi ve acele Medine’ye döndü.
Peygamberimiz Aleyhisselam Sa’d b. Rebi’in evinden dışarı çıkınca, Sa’d b. Rebi’in zevcesi Amre içeri girdi ve:
“Resûlullah Aleyhisselam sana ne söyledi?” diye sordu.
Sa’d b. Rebi’:
“Bu seni ilgilendirecek birşey değil!” dedi.
Kadın:
“Ben sizin bütün konuştuklarınızı dinledim!” dedi ve işittiklerini anlattı. Sa’d b. Rebi’ “İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn” âyetini okuyup:
“Ben senin işini Resûlullah Aleyhisselama söylerim” dedi ve kadını sıkıca tutup köprüde Peygamberimiz Aleyhisselama kavuştu ve:
“Yâ Rasûlallah! Karım sordu. Ben senin bana söylediklerini ona söylemedim. Gizli tuttum. Fakat, o ‘Resûlullahın söylediklerini işittim!’ diyerek hepsini dile getirdi.
Yâ Rasûlallah! Bu yolda senin sımnı ben açığa vurmuş olduğumu sanıyor ve korkuyorum!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Bırak! Kadın evine gitsin!” buyurdu.[56]
Kureyş müşriklerinin Medine üzerine yürüdüğü haberi halk arasında birden yayılıverdi.
Medineli Yahudilerle münafıklar, korkularından titrediler ve sarsıldılar.[57]
“Muhammed’e, hiç de, istediği, hoşlandığı birşey gelmedi![58]
Mekke’den gelen şu adam, Muhammed’e hiç de iyi bir haber getirmedi!” dediler.[59]
Kureyş Müşrikleri Medine Yolunda
Kureyş müşriki erinin konakladıkları her yerde, kadınlar Bedir’de öldürülmüş olanları anmakta, yanlarındaki deflerle erkekleri çarpışmaya kışkırtmakta idiler. Her konak yerinde develer boğazlanıyor, yenilip içiliyordu.
Müşriklerin ordusu Ebvâ köyüne uğradıkları zaman, Kureyş müşrikleri birbirlerine:
“Siz kadınlarınızı yanınıza alarak çarpışmaya çıkmış bulunuyorsunuz. Biz kadınlarımızın hasımlarımıza esir düşmelerinden korkuyoruz.
Geliniz! Muhammed’in annesinin kabrini açıp kemiğini çıkaralım!
Çünkü kadın, en nazik, en esirgenilen bir varlıktır.
Eğer kadınlarımızdan herhangi birisi Muhammed’in eline esir düşerse, dersiniz ki: ‘Bu, senin annenin çürük kemiğidir.’
Eğer dediğiniz gibi o annesi için hayırlı ise, size annesinin kemiği karşılığında kadınlarınızı geri verir.
Sizlerden birinin kadınını esir etmeye muvaffak olamadığı takdirde, annesine hayırlı, yararlı ise, annesinin kemiğini kurtarmak için size pek çok mal öder!” dediler.[60]
Ebu Süfyan’ın karısı Hind de:
“Eğer siz Muhammed’in annesinin kabrini açar, araştırır, onun kemiklerinden birer parça elde edecek olursanız, bunlar, sizlerden esir düşecek her insan için birer fidye (kurtulmalık akçesi) olur!” dedi.[61]
Ebu Süfyan, Kureyş müşriklerinin ileri gelenleriyle konuştu.[62]
Onlar:
“Sakın sen bu kapıyı üzerimize açma![63] Bundan hiçbir şey almayın! Eğer biz bunu yapacak olursak,[64] Bekir oğulları ,[65] Huzaalarda[66] ölülerimizin kabirlerini açarlar!” dediler.[67]
Evs b. Abdullah’ın, Kureyş Müşriklerinin Medine’ye Doğru Gelmekte Olduklarını Peygamberimiz
Aleyhisselama Haber Vermek Üzere Kölesi Mes’ud’u Salışı
Arc mevkiinde oturan Evs b. Abdullah el-Eslemî, Kureyş müşriklerinin Medine’ye doğru gelmekte olduklarını haber vermek üzere, kölesi Mes’ud b. Huneydeyi acele Peygamberimiz Aleyhisselama gönderdi.[68]
Müşriklerin Uhud’daki Karargâhları
Kureyş müşrikleri, Medine hizasına geldiler. Kanatta Sebha vadisi kenarında, Medine karşısındaki Ayneyn diye anılan tepenin yanına kondular.[69]
Medine’de Bazı Tedbirler Alınışı
Evs ve Hazrec kabileleri liderlerinden Sa’d b. Muaz, Useyd b. Hudayr, Sa’d b. Ubâde ve daha başkaları müşriklerin Medine’ye bir baskın yapmalarından korkarak silahlandılar, Cuma gecesini Mescidde Peygamberimiz Aleyhisselamın kapısı önünde geçirdiler.
Medine’de, o gece sabaha kadar nöbet tutulup beklendi.[70]
Peygamberimiz Aleyhisselam Fadâle’nin oğulları Enesve Mûnis’i ve aynca Hubab b. Münzir’i gözcü olarak saldı, müşrikler hakkında bilgi edindi.[71]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Gördüğü Rüyayı Anlatıp Savaş Hakkındaki Görüşünü Açıklayışı
Peygamberimiz Aleyhisselam, Cuma gecesinde bir rüya gördü.[72] Müslümanlara:
“Vallahi ben hayırlı bir rüya görmüş bulunuyorum: Boğazlanmış bir bakar (öküz) gördüm! Kılıcımın ağzında bir kırık, gedik gedilmiş olduğunu gördüm. Ben elimi korunulacak bir zırhın içine soktuğumu da gördüm!” buyurdu.[73]
Başka bir rivayete göre; Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Ben kendimi sağlam bir zırh içinde gördüm.
Kılıcım Zülfikar’ın ağzında bir gedik açıldığını gördüm!
Boğazlanmış bir sığır gördüm!
Arkasından da bir koç gördüm!” buyurdu.[74]
“Yâ Rasûlallah! Bunları nasıl yorumladın?” diye sordular.[75]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Sağlam zırh giyinmemi, Medine’ye yordum!” buyurdu.[76]
“Bana ait bir öküzün boğazlandığını görmekliğim, ashabımdan bazı kişilerin öldürülmeleridir!
Kılıcımın ağzında bir gedik açıldığını görmekliğim de Ehl-i Beytimden bir zâtın öldürülmesidir” buy urdu.[77]
Peygamberimiz Aleyhisselamın:
“Rüyada kılıcımı yere çarptım, ağzı kırıldı.
Bu, Uhud günü mü’m ini erden bazılarının şehit olacaklarına işarettir!
Kılıcımı tekrar çarptım, eski düzgün haline döndü.
Bu da, Allah’tan bir fetih geleceğine, mü’minlerin toplanacağına işarettir!” buyurduğu da bildirilmektedir.[78]
Peygamberimiz Aleyhisselam, gördüğü rüyadan dolayı, Kureyş müşriki eriyle Medine dışında çarpışmayı uygun görmemekte idi.[79]
“Eğer müşrikleri kondukları yerde kendi hallerine bırakıp Medine’de müdafaada kalmanızı uygun görürseniz, onlar orada kalırlarsa, kötü ve zor bir durumda kalmış olurlar.[80]
Eğer üzerinize yürür, Medine’ye girerlerse onlarla şehir içinde savaşırız.[81] Çünkü sokaklarda çarpışma usulünü biz onlardan daha iyi biliriz.[82] Onlan kalelerin, yüksek köşklerin üzerinden de oka, taşa tutarız!” buyurdu.[83]
Gerçekten de, Medine’nin her köşesi, birbirine bitişik sık evlerle, birer kale gibi idi.[84]
Müslümanların Savaş Hakkındaki Görüşleri
Peygamberimiz Aleyhisselam, Müslümanlardan, müşriklerle savaş hususundaki görüşlerini kendisine bildirmelerini istedi.[85]
Bedir savaşına katılma fırsatını kaçırmış olanlardan Uhud’da ve başka savaşlarda Yüce Allah’ın kendilerini şehitlikle şereflendireceği bazı Müslümanlar
“Yâ Rasûlallah! Bizi düşmanlarımızın karşısına çıkar! Bizim onlardan korktuğumuzu ve zayıf olduğumuzu anlamasınlar!” dediler.
Abdullah b. Übeyy b. Selûl ise Peygamberimiz Aleyhisselamın görüşünde idi:
“Yâ Rasûlallah! Medine’de kal! Sakın onlara karşı çıkma!
Çünkü, vallahi, biz ne zaman Medine’den düşmanımıza karşı çıkmışsak, muhakkak musibete ve yenilgiye uğramışızdır.
Bilakis, ne zaman da düşmanımız Medine’ye girip bizimle çarpışmışsa, musibete ve yenilgiye uğramıştır.
O halde, yâ Rasûlallah! Sen onları kendi hallerine bırak!
Eğer üzerimize yürür, şehrimize girerlerse, erkekler onlarla yüzyüze çarpışırlar, kadınlar ve çocuklar da damlardan onların üzerlerine taş yağdırırlar.
Eğer Medine’ye saldırmadan dönüp giderlerse, umduklarına eremeden, birşey elde edemeden, geldikleri gibi dönüp geri gitmiş olurlar” dedi.[86]
Müslümanlardan bazıları da:
“Yâ Rasûlallah! Vallahi, onlar (müşrikler), Cahiliye devrinde bile üzerimize yürüyüp girememişlerdir. İslâmiyet devrinde nasıl girebiliri er?1” dediler.[87]
Muhacir ve Ensarın yaşlılarından bazıları ise, Peygamberimiz Aleyhisselamın görüşünde idiler.
Hz. Hamza ile Evs ve Hazrec’den Numan b. Malik, Sa’d b. Ubâde ve daha başkaları da, gençlerin düşmanı Medine dışında karşılama yönündeki görüşlerini benimsediler ve:
“Yâ Rasûlallah! Düşmanımızın karşısına çıkmazsak, onlar, bizim kendileriyle karşılaşmaktan korktuğumuzu sanırlar. Bu da, onlara bize karşı cür’et ve cesaret kazandırmış olur. Yüce Allah bizi Bedir günü üçyüz küsur kişilik bir cemaatle onlara muzaffer kıldı. Bugün ise, biz daha çok sayıda kişileriz!” dediler.
Ebu Saîd el-Hudrînin babası Malik b. Sinan da:
“Yâ Rasûlallah! Biz, vallahi, iki iyiliğin arasında bulunuyoruz. Bu iyiliklerden birisi; Allah, bizi onlara galip ve muzaffer kılarsa-ki, böyle olmasını dileriz-bu da Bedir vak’ası gibi birvak’a olur, onlardan kaçıp kurtulanlardan başkası kalmaz.
Yâ Rasûlallah! Bu iki iyilikten birisi de, Yüce Allah’ın bize şehitlik nasip etmesidir.
Vallahi, yâ Rasûlallah! Bence bu ikisinden hangisi olursa olsun, onda hayır vardır” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam sustu, cevap vermedi.
Hz. Hamza da:
“Sana Kitabı indirmiş olan Allah’a andolsun ki, şu kılıcımla Medine dışında Kureyş müşrikleriyle çarpışmadıkça birşey yemeyeceğim!” dedi.
Hz. Hamza o gün oruçlu bulunuyordu.[88]
Numan b. Malik de:
“Yâ Rasûlallah! Ben şehadet ederim ki; rüyada boğazlandığını gördüğün sığırın temsil ettiği ashabından birisi de benim![89] Beni Cennetten mahrum etme!
Kendisinden başka ilah olmayan o Allah’a yemin ederim ki; ben Cennete girsem gerektir!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Ne ile?” diye sordu.
Numan b. Malik:
“Çünkü ben, Allah’tan başka ilah olmadığına ve senin Resûlullah olduğuna şehadet eder, Allah’ı ve Resûlünü severim! Düşmanla karşılaştığım gün de, yüz çevirip kaçmam!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Doğru söyledin!” buyurdu.[90]
İyaz b. Evs[91] ve Sa’d’ın babası Hayseme de, müşriklerle şehir dışında çarpışıp şehit olmayı Peygamberimiz Aleyhisselamdan istedi.
Enes b. Muaz da:
“Yâ Rasûlallah! İki iyiliğin biri ister şehitlik olsun, ister zafer ve ganimet!” dedi.[92]
Müslümanların Israrları Üzerine Peygamberimiz Aleyhisselamın Silahlanışı
Kureyş müşrikleriyle karşılaşıp çarpışmak özlemini taşıyan Müslümanlar, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanından ayrılmıyorlardı. Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam evine girdi, zırhını giyindi.[93]
Hz. Ebubekir ile Hz. Ömer de Peygamberimiz Aleyhisselamla birlikte içeri girip, Peygamberimiz Aleyhisselamın sarığını sarmasına, zırhını giyinmesine yardım ettiler.
Peygamberimiz Aleyhisselam, zırhını, gömleğinin üzerine giyindi. Beline, kayıştan bir kılıç kemeri (palaska) bağladı ve boynuna kılıcını astı.[94] Kalkanını da sırtına yerleştirdi.[95]
Sa’d b. Muaz ile Useyd b. Hudayr’ın Müslümanları Uyarmaları
Sa’d b. Muaz ile Useyd b. Hudayr gelip de halkın saf saf dizilerek dikildiklerini ve Peygamberimiz Aleyhisselamın çıkmasını beklediklerini görünce, onlara:
“Medine’den çıkmak istemediği halde, siz çıkması için Resûlullah Aleyhisselama ısrar edip durdunuz!? Halbuki, ona emir gökten iner!
Siz bu işi ona bırakın. Onun emrettiği şeyi işleyin! Siz onun hakkında ‘O kendiliğinden birşey söylemez1 [Necm: 3] buyurulduğunu görmediniz mi?
Siz onun emrine itaat edin” dediler.[96]
Peygamberimiz Aleyhisselam, zırhını giyinmiş, silahlanmış olarak evinden dışarı çıkınca, Müslümanlar yaptıklarına pişman oldular.[97] Kendi kendilerine:
“Resûlullah Aleyhisselama vahiy gelip dururken, biz ona görüşümüzü bildirmekle ne kötü bir iş yaptık!” dediler.[98]
“Resûlullah Aleyhisselamın istemediği birşey yaptık. Böyle yapmamız bize yaraşmazdı” dediler ve Peygamberimiz Aleyhisselama da:
“Yâ Rasûlallah! Biz senin istemediğin birşeyi yaptık. Bizim sana karşı böyle davranmamamız gerekirdi. Eğer Medine’de kalmak istiyorsan, Medine’de kal![99] Sen istediğini yap!” dediler.[100]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Birpeygamberzırhını giyindikten sonra,[101] müşriklerle karşılaşmadıkça,[102] savaşmadıkçal[103] ve Allah onunla düşmanları arasındaki hükmünü vermedikçe,[104] zırhını sırtından çıkarıp yere koyması lâyık olmaz![105]
Ben size ne buyurursam, onu işlemeye bakınız!
Haydi, Allah’ın ismiyle gidiniz![106] Sabır ve sebat ettiğiniz takdirde, Allah’ın yardımı sizinledir!” buyurdu.[107]
Malik b. Amr’ın Cenaze Namazının Kılınışı
Peygamberimiz Aleyhisselam zırhlanmış, silahlanmış olarak evinden dışarı çıktığı zaman, namazgaha bir cenaze konulmuş bulunuyordu.[108]
Bu, Neccar oğullarından Malik b. Amfin cenazesi idi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Cuma namazını kıldırdıktan sonra, cenaze namazını da kıldırdı.[109]
Amr b. Cemuh’un Uhud Seferine Katılışı
Amr b. Cemuh, çok topal ve aksaktı.
Kendisinin yetişmiş, arslan gibi dört oğlu olup, Peygamberimiz Aleyhisselamla birlikte savaşlara katılırlardı.
Peygamberimiz Aleyhisselam Uhud’a çıkacağı sırada Amr b. Cemuh da sefere katılmak istemiş,[110] oğullarına:
“Beni de sefere çıkarın!” demişti.
Oğullan ise:
“Sen cihadla mükellef değilsin![111] Yüce Allah seni mazeretli saydı.[112] Oğulların Peygamber Aleyhisselamla birlikte gidiyorlar işte!” dediler.[113]
Amr b. Cemuh, oğullarına:
“Siz benim Bedir savaşına çıkmama engel oldunuz! Uhud’a çıkmama da engel olmayınız![114] Siz, Bedir günü benim Cennete girmeme engel oldunuz! Vallahi, ben (bugün) sağ kalsam dahi, muhakkak, (birgün şehit olup) Cennete gireceğim!” dedi.[115]
Sonra, hanımına da:
“Bak hele! Cennete gidilirken, ben sizin yanınızda oturup duracağım ha!?” diyerek, hemen kalkanını aldı ve:
“Ey Allah’ım! Beni aileme geri çevirme!” diyerek dua ettikten sonra, Peygamberimiz Aleyhisselam m yanına geldi:
“Oğullarım beni Medine’de bırakmak istiyorlar, seninle birlikte savaşa çıkmaktan men ediyorlar!
Vallahi, ben şu topallığımla Cennete ayak basmayı arzuluyorum!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“İyi ama, Yüce Allah seni mazur görmüştür. Sana cihad farz değildir” buyurdu.[116]
Amr b. Cemuh:
“Yâ Rasûlallah! Sen benim Allah yolunda ölünceye kadar savaşarak şehit olup Cennette şu topal ayağımla yürümemi uygun görmez misin?” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Evet, uygun görürüm!” buyurdu.[117]
Amr b. Cemuh’un oğullarına da:
“Sizin ona engel olmanız gerekmez.
Umulur ki, Allah onu şehitlikle nasiplendirir!” buyurdu.[118]
Amr b. Cemuh’un Duası
Amr b. Cemuh, kıbleye döndü ve:
“Allah’ım! Bana şehitlik nasip et![119] Mahrum veya me’yus olarak ev halkımın yanına döndürme!” diyerek dua etti.[120]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Varlığım Kudret Elinde bulunan Allah’a yemin ederim ki; onu Cennette topallayarak yürür gördüm!” buyurmuştur.[121]
İbn Ümmi Mektum’un Medine’de İmam Vekili Olarak Bırakılışı
Peygamberimiz Aleyhisselam; halka Mescidde namaz kıldırmak üzere, İbn Ümmi Mektium’u yerine vekil bıraktı.[122]
İslâm Ordusunun Mevcudu, Düzeni ve Uhud’a Hareket Edişi
İslâm ordusu, Medine’den Uhud’a hareket ettiği zaman, bin kişilikti.[123]
Peygamberimiz Aleyhisselam; üç mızrak getirtip onlara üç sancak bağladı.[124]
Evsîlerin sancağını Useyd b. Hudayfa verdi.
Hazrecîlerin sancağını Hubab b. Münzir’e veya Sa’d b. Ubâde’ye verdi.
Muhacirlerin sarıcığını da, Hz. Ali’ye veya Mus’ab b. Umeyr’e verdi.[125]
Bundan sonra, Peygamberimiz Aleyhisselam, atına bindi. Yayını omuzuna astı, mızrağını eline aldı.
İslâm askerleri de silahlandılar.[126]
Zırhları olanlar zırhlandılar ki, yüz kişi kadar idiler.[127]
İslâm ordusunda, biri Peygamberimiz Aleyhisselama, diğeri de Ebu Bürde b. Niyar’a ait olmak üzere, iki de at bulunuyordu.[128] Abdullah b. Cübeyr, piyadelerin başına geçirilmişti.[129]
Sa’d b. Muaz ile Sa’d b. Ubâde, zırhlarını giyinmiş olarak önde; diğer Müslümanlar da, Peygamberimiz Aleyhisselamın sağında ve solunda yer almışlardı.
Bedâyi’-Hasâ yoluyla Şeyheyn’e kadar ilerlediler.[130]
Çarpışamayacak Yaşta Olanların Şeyheyn’den Geri Çevrilişi
Peygamberimiz Aleyhisselam; Şeyheyn’de ordusunu gözden geçirdi.[131]
Savaşa katılmaya elverişli yaştaki gençlere izin verdi, elverişli olmayanları geri çevirdi.[132]
Semüre b. Cündüb ile Rafi b. Hadic, geri çevrilenler arasında idiler.
“Yâ Rasûlallah! Râfi1 iyi ok atıcıdır!” denilince, Peygamberimiz Aleyhisselam onun savaşa katılmasına izin verdi.
“Yâ Rasûlallah! Semüre b. Cündüb, güreşte Râfi’i yıkar!” denildi, onun da savaşa katılmasına izin verdi.[133]
Peygamberimiz Aleyhisselamin geri çevirdiği gençler arasında:
1- Üsâme b. Zeyd b. Harise,
2- Abdullah b. Ömer b.Hattab
3- Zeyd b. Sabit,
4- Berâ1 b.Âzib,
5- Amr b. Hazm,
6- Useyd b.Zuheyr,[134]
7- Zeyd b. Erkam,[135]
8- Arabe b. Evs,
9- Ebu Saîd el-Hudrî,[136]
10- Numan b. Beşiri [137] ve daha bazıları da[138] bulunuyordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hendek savaşında, onbeş yaşında bulunmalarına rağmen, bunların savaşa katılmalarına izin vermiştir.[139]
Medine’ye geri çevrilenlerden Ebu Saîd el-Hudrî der ki:
“Uhud günü Peygamber Aleyhisselama arzolunduğum zaman, onüç yaşında idim.
Babam, elimden tutup:
‘Yâ Rasûlallah! Bu, bumunun suyu akıyor olsa da, iri kemiklidir. İzin verirsen, benimle gelsin!’ dedi.
Peygamber Aleyhisselam, beni tepeden tımağa kadar süzdükten sonra,
‘Geri çevir onu!’ buyurdu.
Babam da beni Medine’ye geri çevirdi.”[140]
Ordudan Geri Çevrilen Gençlerin Medine’de Görevlendirilmeleri
İbn Asâkir’in Urve b. Zübeyr’den nakline göre; yaşları küçük görülüp Medine’ye geri çevirilenler, Medine’de çocukları ve kadınları beklemek ve korumakla görevlendirildiler.[141]
Şeyheyn’de Geceleyiş
İslâm ordusu, geceyi Şeyheyn’de geçirdiler.
Peygamberimiz Aleyhi sselam, orada, Müslümanlara ikindi, akşam ve yatsı namazlarını kıldırdı. Muhammed b. Mesleme’yi elli kişilik bir muhafız birliğinin başına geçirip, onları ordunun çevresinde dönüp dolaşmakla görevlendirdi.
Kureyş müşrikleri de, Peygamberimiz Aleyhisselamın Şeyheyn’e gelip konduğunu görünce, süvarilerini topladılar. İkrime b. Ebu Cehil’i süvarilerin başına geçirdiler. Keşif ve devriye kolu olmak üzere görevlendirdiler.
Müşrik süvarileri geceyi durup dinlenmeden geçirdiler. Harre’ye kadar sokuldular, fakat oraya çıkamadılar. Harre mevkiinin sarplığından ve Muhammed b. Mesleme’den korkup geri döndüler.[142]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Gece Bekçisi
Peygamberimiz Aleyhisselam Şeyheyn’de yatsı namazını kıldırdığı zaman:
“Bu gece bizi kim bekler?” diye sordu.
Müslümanlar arasından bir zât ayağa kalkıp:
“Ben!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
“Sen kimsin?” diye sordu.
O zât:
“Zekvan b. Abdi Kays’ım!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
“Sen otur!” buyurdu.
Biraz sonra, Peygamberimiz Aleyhisselam, yine:
“Bu gece bizi kim bekler?” diye sordu.
Yine, Müslümanlar arasından bir zât ayağa kalkıp:
“Ben!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
“Sen kimsin?” diye sordu.
O zât:
“Ben Ebu Seb’im!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
“Sen otur!” buyurdu.
Peygamberimiz Aleyhisselam, yine:
“Bu gece bizi kim bekler?” diyerek sorusunu tekrarlayınca, Müslümanlar arasından bir zât ayağa kalkarak:
“Ben!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
“Sen kimsin?” diye sordu.
O zât:
“Ben İbn Kays’ım!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
“Sen otur!” buyurdu.
Aradan bir müddet geçtikten sonra:
“Üçünüz de ayağa kalkınız!” buyurdu.
Yalnız Zekvan b. Abdi Kays kalkınca, Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
“Öteki arkadaşların nerede kaldılar?” diye sordu.
Zekvan b. Abdi Kays:
“Geceleyin her üç soruna da cevap veren bendim!” dedi.
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Git, sen bizi bekle, koru! Allah da seni korusun!” buyurdu.
Zekvan b. Abdi Kays, hemen zırhını giyindi, kalkanını aldı. O gece nöbet tuttu, bekledi.[143]
Peygamberimiz Aleyhisselamın, Zekvan b. Abdi Kays hakkında:
“Yarın sabahleyin Cennetin yeşilliklerine ayak basacak bir kimseye bakmak isteyen, buna baksın!” buyurduğu da rivayet edilir.[144]
Baş Münafık ile Ona Bağlı Kişilerin İslâm Ordusundan Ayrılıp Geri Dönmeleri
Baş münafık Abdullah b. Übeyy b. Selûl ile kendisine bağlı birtakım kimseler, İslâm ordusuna katılmışlardı.
Abdullah b. Übeyy’e adamları:
“Sen, ona (Peygamber Aleyhisselama) şehir dışında savaşmamak hususundaki görüşünü açıkladın. Bunun, atalarından gelip geçmiş olanların görüşü olduğunu bildirdin. Onun görüşü de, senin görüşün gibi idi. O, neden ise, bu görüşünden vazgeçip yanında bulunan şu gençlerin görüşlerine uydu!” dediler.[145]
İslâm ordusunun içinde devekuşu gibi boynunu uzata uzata gelen Abdullah b. Übeyy b. Selûl;[146] Peygamberimiz Aleyhisselamın gençlerin sözünü dinlediğini bahane ederek[147] ve:
“Ey insanlar! Biz orada [Uhud’da] kendimizi ne için öldürecekmişiz, bilmiyoruz?!” diyerek, kavminden (Hazrecilerden) münafık olan ve kuşku içinde bulunan ve kendisine uyan insanlarla birlikte oradan geri döndü.
Benî Selâmenin kardeşi Abdullah b. Amr b. Haram, onlara:
“Ey kavmim! Ben size Allah’ı, O’ndan korkmanızı hatırlatırım.
Kavminizi ve peygamberinizi düşmanlarıyla karşılaştıkları zaman yardımsız bırakmamanız gerektiğini hatırlatın m.[148]
Size Allah’ı, dininizi ve peygamberinizi hatırlatırım.
O peygamberinizi ki, Medine’ye gelip sığındığı zaman, kendinizi, oğullarınızı koruyup savunduğunuz gibi, onu da koruyacağınız, savunacağınız hakkındaki şartı size hatırlatırım” dedi.[149]
Onlar:
“Biz sizin muhakkak çarpışacağınızı bilsek, size tâbi olurduk, sizi bırakmazdık. Fakat, biz bir çarpışma olacağını sanmıyoruz!” diyerek çekip gittikleri zaman, Abdullah b. Amr b. Haram, onlara:
“Ey Allah düşmanları! Allah kahretsin sizi! Allah belanızı versin sizin!
Allah, peygamberini,[150] mü’minleri ,[151] sizin yardımınızdan müstağni kılacaktır!” dedi.[152]
Geri dönenler, İslâm ordusunun üçte biri kadardı.[153] Üçyüz civarındaydı.[154]
İslâm ordusunun mevcudu yediyüz kişiye düştü.[155]
Abdullah b. Übeyy b. Selûl, böyle, kendisine uyanlarla birlikte İslâm ordusundan ayrılıp geri döndüğü zaman, İslâm ordusundan iki zümrenin; Haz recilerden Selime oğulları ile Evsîlerden Harise oğullarının elleri yanlarına düştü, onlar da geri dönmeye meylettiler.[156] Abdullah b. Amr b. Haram dönüp geldiği zaman, Peygamberimiz Aleyhisselam Müslümanların saflarını düzeltmekte idi.[157]
İslâm Ordusundan Ayrılan Münafıklar Hakkında Âyetler İnişi
Münafıkların İslâm ordusundan ayrılıp Medine’ye dönmeleri üzerine nazil olan âyetlerde[158] şöyle buyuruIdu:
“İki ordu karşılaştığı gün size gelen musibetler, Allah’ın emriyle idi. Bu, mü’minleri ayırd etmesi, münafık olanları da açığa vurması içindi. Berikilere: ‘Geliniz! Allah yolunda muharebe ediniz! Yahut, hiç olmazsa, düşmanın kendinize ve ailelerinize saldırmalarını önleyiniz!’ denildi de, ‘Biz muharebe olacağını bilseydik, elbette arkanızdan gelirdik!’ dediler.
Onlar, o gün, imandan ziyade küfre yakın idiler. Ağızlarıyla, kalblerinde olmayanı söylüyorlardı.
Onlar ne gizlerlerse, Allah çok iyi bilicidir!”[159]
Mü’minlerden Başkasından Fayda Olmadığı
Münafıklar İslâm ordusundan ayrılıp Medine’ye döndükleri zaman, Ensar:
“Yâ Rasulallah! Yahudi müttefiklerimizden yardım istemeyelim mi?” diye sordular.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Bizim onlara ihtiyacımız yok!” buyurdu.[160]
Ebu Hayseme’nin Uhud’a Kadar Kılavuzluk Edişi
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Bize kılavuz olup, müşriklere uğratmadan, yakın bir yoldan onların yanına kadar götürecek kim var?” diye sordu.
Ebu Hayseme:
“Ben varım yâ Rasûlallah!” dedi ve İslâm ordusunu Benî Hârise’nin arazisi içinden geçirip gözü kör ve kendisi münafık olan Mirba1 b. Kayzî’nin bahçesine uğratmıştı ki, Mirba1, Peygamberimiz Aleyhisselamla Müslümanların seslerini işitince, onların yüzlerine toprak atmak üzere kalktı ve:
“Eğer sen Resûlullah isen, sana benim bahçeme girmeni helâl etmiyorum!” dedi ve eline bir avuç toprak alıp:
“Vallahi ey Muhammedi Bu toprağı, senden başkasına isabet ettirmeyeceğimi bilseydim, muhakkak senin yüzüne atardım!” dedi.
Bunun üzerine ashab onu öldürmeye davranınca, Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Öldürmeyin bunu! Bunun gözleri de kördür, kalbi de kördür!” buyurdu.
Fakat, Sa’d b. Zeyd Peygamberimiz Aleyhisselamın onun öldürülmesini men etmesinden önce davranarak, yayla vurup Mirba’ın başını yaralamış bulunuyordu.[161]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Uhud’da Karargâhını Kuruşu
Peygamberimiz Aleyhisselam, Ebu Hayseme’nin kılavuzluğu ile ilerleyip Uhud boğazına, vadinin dağa doğru olan yakasına kondu.
Arkasını Uhud dağına dayadı ve İslâm askerlerine:
“Sizden hiçbir kimse, biz kendisine çarpışmak için emir vermedikçe, çarpışmasın!” buyurdu.[162]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Okçulara Direktifi
Peygamberimiz Aleyhisselam, Abdullah b. Cübeyfi elli kişilik okçular birliğinin üzerine kumandan tayin etti ve ona:
“Düşman atlılarını oklara tutup üzerimizden defet!
Durum ister lehimizde, ister aleyhimizde gelişsin, sen yerinde sabit kal ki, düşman atlıları arkamızdan, senin bulunduğun taraftan bize gelemesinler![163]
Eğer bizim düşmanı yenip ganimet toplamaya koyulduğumuzu görseniz de, sakın bize katıImayın![164]
Eğer bizi kuşlar kapar görseniz de, gelmeniz için ben size haber göndermedikçe, sakın şu yerinizden ayrı İmayın[165]
Bizim onları bozguna uğratıp tepelediğimizi[166] görseniz de, ben size haber göndermedikçe, sakın bulunduğunuz yerden ayrılmayın.[167]
Onların bizi[168] yendiklerini,[169] öldürdüklerini görseniz de, yerinizden ayrılıp bize yardım etmeyin!” buyurdu.[170]
Buna göre; okçular İslâm ordusunun arkasından hiç kimsenin gelmesine meydan ve imkân vermeyecek, gelmek isteyenleri oka tutacaklardı.[171]
Peygamberimiz Aleyhisselam, okçulara gereken emri verdikten sonra:
“Size yöneldikçe, düşman süvarilerini oka tutunuz! Çünkü süvariler atlan oklara doğru gelemezler!
Allah’ım! Onlara bunları tebliğ ettiğime seni şahit tutuyorum!” dedi.[172]
Peygamberimiz Aleyhisselamın İslâm Mücahidlerini Savaş Nizamına Koyuşu
Peygamberimiz Aleyhisselam, ordusunu saf nizamına koydu:
“Beri gel! Geri git!” diyerek safları düzeltti. Omuzlan bir hizaya getirdi. Müslümanlan oklar gibi dizdi.[173]
Ükkâşe b. Mıhsan’ı sağ kanada,
Ebu Seleme b. Abdulesed’i sol kanada,
Ebu Ubeyde b. Cerrah ile Sa’d b. Ebi Vakkas’ı öne,
Mikdad b. Amfi gerideki askerlerin başına,[174]
Hz. Hamza’yı da en öne, zırhsız askerlerin başına geçirdi.[175]
“Müşriklerin sancağını kim taşıyor?” diye sorup; “Abduddaroğulları!” denilince:
“Biz ahde onlardan daha çok bağlıyız! Mus’ab b. Umeyr nerededir?” diye sordu.
Mus’ab b. Umeyr
“Buradayım!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Al sancağı!” buyurdu.
Mus’ab b. Umeyr sancağı alıp Peygamberimiz Aleyhisselamın önüne geldi.[176]
İslâm Mücahidlerinin Uhud Savaşındaki Parolaları
Uhud savaşında Müslümanlar arasındaki parolalar: “Emit!=Öldür! Emit=Öldür!” sözleri idi.[177]
İslâm Mücahidlerinden Bazılarının Uhud Savaşındaki Alâmetleri
Çarpışmaya girmeden önce, Hz. Hamza devekuşu kanadından,
Hz. Ali beyaz yünden,
Zübeyr b. Avvam sarı bezden,
Ebu Dücâne kırmızı bezden,
Hubab b. Münzir yeşil bezden… kendilerine alâmet yapmışlardı.[178]
Yahudi Alimlerinden Muhayrık’ın Müslüman Olup Uhud’da Çarpışmaya Gidişi ve Şehit Oluşu
Muhayrık; Sa’lebe b. Fıtyevn oğullarından,[179] Benî Kaynuka veya Benî Nadîr Yahudiler[180] bilgin-lerindendi.[181]
Peygamberimiz Aleyhisselamı Tevrat’taki sıfatlarıyla tanırdı.
İlmen bulduğu şeyi, Uhud savaşına çıkılıncaya kadar, kendi dininin tesiri altında kalarak, açıklayamadı.[182]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Uhud savaşına çıktığı zaman, Yahudilere:
“Ey Yahudi topluluğu! Vallahi, siz Muhammed’in[183] peygamber olduğunu,[184] ona yardımın üzerinize düşen bir hak olarak gerektiğini pekâlâ biliyorsunuz!” dedi.
Yahudiler
“Bugün Cumartesi günüdür, hiçbir şeyle uğraşılmaz!” dediler.
Muhayrık:
“Sizin için Cumartesi diye birşey yoktur!” dedi.
Kılıcını ve harçlığını yanına alıp akrabalarından birisine:
“Eğer bugün öldürülürsem, bütün mallarım Muhammed’indir. O, onlar hakkında, Allah’ın kendisine gösterdiği şekilde, dilediğini yapar!” diyerek vasiyette bulundu. Uhud’da savaşmaya gitti ve şehit oldu.[185]
Allah ondan razı olsun!
Uhud savaşında şehit olunca, bıraktığı yedi hurma bahçesini Peygamberimiz Aleyhisselam teslim alıp vakfetti.
Peygamberimiz Aleyhisselamın Medine’deki vakıfları genellikle Muhayrık’ın mallarındandır.[186]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Muhayrık, Yahudilerin hayırlısıdır!” buyurmuştur. [187]
Amr b. Sabit b. Akyeş’in (Vakş’ın) Müslüman Olarak Uhud’a Gidişi ve Müşriklerle Çarpışarak
Yaralanışı ve Cennete Girişi
Abduleşhel oğullarının kardeşi Amr b. Sabit b. Vakş[188] (Akyeş)’in Cahiliye devrinde halk üzerinde alacağı riba (faiz) paralan vardı. Onları almadıkça Müslüman olmak istemedi.
Uhud savaşına çıkıldığı gün, gelip amcalarının oğullarını göremeyince:
“Amcamın oğulları neredeler?” diye sordu.
“Uhud’dadır!” dediler.
“Filan kişi nerededir?” diye sordu.
“Uhud’dadır!” dediler.
“Filan kişi nerededir?” diye sordu.
“Uhud’dadır!” dediler.
Bunun üzerine, Amr b. Sabit, hemen zırhını giyinip atına binerek onlara doğru yöneldi, gitti.[189]
Amr, Uhud’da, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına vanp:
“Yâ Rasûlallah! Önce savaşayım mı, yoksa Müslüman mı olayım?” diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Önce Müslüman ol, sonra savaş!” buyurdu.
Bunun üzerine, Amr Müslüman oldu.[190]
Müslümanlar, onu Uhud’da görünce:
“Sen bizden uzak dur!” dediler.
Amr b. Sabit:
“Ben iman ettim, Müslüman oldum!” dedi ve Müslümanların yanında yaralanıncaya kadar çarpıştı.
Uhud’dan, ailesinin yanına ağır yaralı olarak getirildi.
Sa’d b. Muaz, Amfi ziyarete gelip, onun kızkardeşine:
“Amr’a bir sor bakalım” dedi ve şunu sormasını istedi:
“Sen kavmine olan hamiyetinden dolayı mı; yoksa Kureyş müşriklerine kızdığın için mi; ya da Allah için mi kızarak onlarla çarpıştın?”
Amr:
“Ben Allah ve Resûlullah için kızarak onlarla çarpıştım!” dedi. Allah’a bir vakit bile namaz kılamadan vefat etti ve Cennete girdi.[191]
Peygamberimiz Aleyhisselam, onun hakkında:
“Az amel etti, çok ecre erdi!” buyurmuştur.[192]
Ashabdan Ebu Hureyre de, bir gün, çevresindeki kişilere:
“Allah’a bir vakit bile namaz kılmadan, secde etmeden Cennete giren adamı bana haber veriniz?” deyip herkesin sustuğunu görünce:
“O, Abduleşhel oğullarının kardeşi Amr b. Sabit b. Vakş’tır!” dedi.[193]
Allah ondan razı olsun![194]
Kuzman’ın Uhud’a Gelip Müşriklerle Çarpıştıktan Sonra Yarasının Ağrısına Dayanamayarak
İntihar Edişi
Zafer oğulları arasında,[195] Kuzman adında,[196] çoluksuz çocuksuz,[197] garib[198] bir adam vardı ki, kendisinin kimlerden olduğu bilinmezdi.[199] Kendisi, savaşlarda gösterdiği kahramanlıkla tanınırdı.[200] Çok güçlü, kuvvetli idi.[201] Münafıklardandı.[202]
Peygamberimiz Aleyhisselama ondan bahsedildikçe, Peygamberimiz Aleyhisselam:
“O, muhakkak, Cehennemliklerdendir!” buyururdu.[203]
Kuzman, Uhud savaşına kavmi ile birlikte çıkmaktan kaçınmıştı.
Sabaha çıkınca, Zafer oğullarının kadınları, ona:
“Ey Kuzman! Erkekler savaşa gitti, sen geride kaldın ha! Ey Kuzman! Sen şu yaptığın şeyden utanmıyor musun?
Sen kadından başka birşey değilsin! Kavminin erkekleri savaşa gittikleri halde, sen evde kaldın ha? Sen artık ev bekle!” diyerek kınamaya başlayınca, Kuzman evine girdi. Yayını, ok çantasını ve kılıcını alıp Uhud’a gitti.
Peygamberimiz Aleyhisselamın Müslümanların saflarını düzelttiği sırada, safların en arkasına durdu. Yavaş yavaş ilerleyerek ön safa girdi.
Çarpışma başlayınca, Müslümanlar içinde, ok atanların ilki oldu. Sonra da kılıcını sıyırdı.[204] Şiddetle çarpıştı.[205]
M üşri klerden altı veya yedi,[206] yedi veya sekiz,[207] sekiz veya dokuz[208] ki siyi öldürdü.[209] Kendi si de ağır şekilde yaralandı, Zafer oğullarının evlerine getirildi.
Müslümanlardan bazıları:
“Ey Kuzman! Sana müjdeler olsun!” dediler.
Kuzman:
“Ben neden dolayı müjdeleniyorum?” dedi.[210]
“Cennete gireceğin için!” dediler.[211]
Kuzman:
“Vallahi, ben ancak kavmimin şerefi için çarpıştım![212] Eğer anlattığınız şey için olsaydı, çarpışmazdım![213]
Vallahi, biz ne Cenneti umarak, ne de Cehennemin ateşinden korkarak çarpıştık! Biz ancak kavmimizin şerefi için çarpıştık!” dedi.[214]
Yarasının ağrısı şiddetlenince de, kendisini öldürmek için ok çantasından bir ok aldı, kolunun damarını deldi.[215] Kılıcını kamına dayayıp onun üzerine yüklenerek intihar etti.
Kuzman’ın bu hareketi Peygamberimiz Aleyhisselama anılınca, Peygamberimiz Aleyhisselam:
“O, Cehennemliklerdendir![216] Şehadet ederim ki; ben Allah’ın Resûlüyüm!” buyurdu.[217]
Hanzale b. Ebu Amir’in Uhud’a Gidişi
Hanzale b. Ebu Amir, Abdullah b. Übeyy b. Selûl’ün kızı Cemile Hatunla nikahlanmış bulunuyordu.[218]
Uhud’a gidileceği sırada, gerdeğe girmek,[219] geceyi Medine’de, ailesinin yanında geçirmek üzere Peygamberimiz Aleyhisselamdan izin istedi ve aldı.
Sabah namazını kıldıktan sonra, Uhud’a gideceği sırada, eşiyle tekrar ilgilenmek zorunda kaldı ve yıkanamadı.[220]
Sabahleyin, Cemile Hatun, kabilesinden dört kişi çağırıp, Hanzale ile gerdeğe girdiklerine onları şahit tuttu.
Kendisine:
“Sen buna neden lüzum gördün?” diye sordular.
Cemile Hatun da:
“Bu gece rüyamda semanın açıldığını ve Hanzale onun içine girdikten sonra kapandığını gördüm. ‘Bu, şehitliktir!’ dedim,” dedi.[221]
Hanzale, acele silahlanıp Peygamberimiz Aleyhisselamın Müslümanların saflarını düzelttiği sırada Uhud’a ulaştı.[222]
Huseyl b. Cabir’le Sabit b. Vakş’ın Uhud’a Savaşmaya Gidip Şehit Oluşu
Peygamberimiz Aleyhisselam müşriklerle savaşmak için Uhud’a gittiği zaman, çok yaşlı olan Huseyl b. Cabir ile Sabit b. Vakş, kadınlarve çocuklarla birlikte yüksek evlerin damına çıktılar.
Biri, öbürüne:
“Babasız kalasıca! Muhtaç olmayasıca! Daha ne bekliyorsun?!
Vallahi, ikimizin önünden, ancak iki yudum su içimlik, pek az bir zaman kalmıştır! Vallahi, ya bugün, ya da yarın, ölüm kuşu üzerimizde ütecektir! Daha ne diye kılıçlarımızı alıp Resûlullah Aleyhisselamin yanına varmıyoruz?!
Belki, Allah Resûlullah Aleyhisselamın yanında bize şehitlik nasip eder!” dedi.
Hemen kılıçları aldılar, sonra da Uhud’a gittiler. İslâm mücahidlerinin içine girdiler. Kendilerinin orduya katıldıkları bilinmedi.
Müşrikler, Sabit b. Vakş’ı şehit ettiler.
Allah ondan razı olsun!
Huseyl b. Cabir’i ise, İslâm mücahidleri, bilmeyerek kılıçtan geçirdiler, yere düşürdüler.[223]
Huzeyfetü’l-Yeman:
“Babam![224] Babam o!” dedi.[225]
İslâm mücahidleri:
“Vallahi, biz onu tanıyamadık!” dediler.
Huzeyfetü’l-Yeman:
“Allah sizi bağışlasın! O, merhametlilerin en merhametlisidir!” dedi.[226]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Huseyl b. Cabir’in diyetinin ödenmesini istedi ise de, Huzeyfetü’l-Yeman almayıp onu Müslümanlara bağışladı.[227]
Allah Ebu Huzeyfe’den de, Huzeyfe’den de razı olsun![228]
Müşriklerin Uhud’daki Karargâhları ve Harp Düzenleri
Müşrikler Uhud’a Çarşamba günü gelmişler; Çarşamba, Perşembe ve Cuma gününü orada geçirmişlerdi.[229]
Müşriklerin ordularında 200 at olup;
Halid b. Velid sağ kanattaki atlıların başına,
İkrime b. Ebu Cehil sol kanattaki atlıların başına geçirilmişti.[230]
Müşriklerin 100 okçusu olup;
Okçuların başına Abdullah b. Ebu Rebia geçirilmişti.
Müşriklerin sancağı Talha b. Ebi Talha’nın elinde bulunuyordu.[231]
Müşriklerin Uhud’da parolaları “Yâ le’l-Uzzâ! Yâ âl-i Hübel!” idi.[232]
Ebu Süfyan’ın Sancaktarlarını Gayrete Getirişi
Ebu Süfyan, Abduddar oğullarında olan sancaktarları sancak uğrunda çarpışmaya teşvik için:
“Ey Abduddar oğulları! Bedir gününde sancağımızı siz üstlenmiştiniz.
Gördüğünüz gibi, o musibet bize isabet etti.
Milletler bayraklarıyla yaşarlar. Bayrakları zail olduğu zaman, onlar da zail olurlar.
Ya sancağımızı siz taşır, onun hakkını yerine getirirsiniz, ya da bizimle onun arasından çekilirsiniz, onu biz taşırız!” dedi.[233]
Abduddar oğulları, Ebu Süfyan’ın bu sözüne kızdılar.[234]
“Sancağımızı sana teslim edeceğiz ha?![235] Bu hiçbirzaman olmayacaktır!” dediler.
Ebu Süfyan:
“Öyle ise, bir sancak daha edinelim?” dedi.
Abduddar oğulları:
“Olur! Fakat, onu da ancak Abduddar oğullarından birisi taşıyacaktır! Bundan başkası hiçbirzaman olamaz ve olmayacaktır! Sancağımızı gereği gibi koruyacağız![236] Yarın hasımlarımızla karşılaştığımız zaman, ne yapacağımızı[237] göreceksin!” dediler.[238]
Zaten, Ebu Süfyan’ın da onlardan istediği bu idi.[239]
Ebu Âmir’in Ensarı Ayartmaya ve Savaşı Kızıştırmaya Çalışması
Uhud bahsinin başında da açıklandığı gibi, Medineli Dubay’a oğullarından rahip taslağı Ebu Amir Abdi Amr b. Sayfî; Peygamberimiz Aleyhisselama kıskançlığından ve kızgınlığından ne yapacağını şaşırmış, Peygamberimiz Aleyhisselamdan uzak kalmış olmak için Evs kabilesinden kendisine uyan elli kişi ile birlikte Mekke’ye çekip gitmiş.[240] müşriklerle işbirliği yapmaktan geri durmamış, onların yanından ayrılmamıştı.[241]
Müşriklere:
“Ben kavmimin (Ensarın) yanına varacak olursam, onlardan iki kişi bile bana aykırı davranmaz[242] İşte, kavmimden şu yanımda bulunan kişiler söylesinler!” der, yanındaki elli kişi de onun sözünü doğrularlardı.
Bunun için, Kureyş müşrikleri, Ebu Âmirin Uhud savaşında kendilerine büyük çapta yardımının dokunacağı umuduna düşmüşlerdi.[243] Ebu Âmir, Uhud savaşına, yanındaki elli kişi ile birlikte katılmış bulunuyordu.[244]
Ebu Âmir, Uhud’a geldiği zaman, Müslümanların karargâh kurdukları yerde savaşırlarken Müslümanları düşürmek için yer yer çukurlar kazmış, kazdırmişti. Onun bu tuzağından, Müslümanların haberleri yoktu.[245]
Ebu Âmir, Uhud’daki müşriklerden, Müslümanların karşısına ilk çıkanlar arasında bulunuyordu.
“Ey fâsık (haktan sapmış kişi)![246] Sana merhaba, hoşgeldin demek yok![247] Allah sana göz nimeti versin (senin gözünü kör etsin)!” dediler.
Bunun üzerine, Ebu Âmir:
“Benden sonra, kavmime kötülük isabet etmiş!” dedi.[248]
Maiyetindekilerle birlikte müşriklerin yanına döndü.[249]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Müslümanları Cihada Teşvik Edişi
Peygamberimiz Aleyhisselam, Müslümanlara hitapta bulunarak onları cihada, savaşta sabır ve sebata teşvik buyurdu.[250]
Ebu Süfyan’ın Ensarı Ayartmaya Kalkışması
Müşriklerin başkumandanı Ebu Süfyan Sahr b. Harb, Ensara:
“Ey Evs ve Hazrec topluluğu! Siz, bizimle amcamızın oğlunun arasından çekiliniz (onu bizimle başbaşa bırakınız) da, biz sizden ayrılalım. Bizim sizinle çarpışmaya ihtiyacımız yok!” diyerek haber saldı.
Ensar, onu kendisinin hiç beklemediği, hoşuna gitmeyecek biçimde reddettiIer.[251]
Müşriklerin Kadınlarının Erkekleri Çarpışmaya Kışkırtmaları
Çarpışmak için iki taraf birbirlerine iyice yaklaştıkları zaman, Ebu Süfyan’ın karısı Hind binti Utbe, yanındaki kadınlarla birlikte, neşideler söyleyerek erkeklerini çarpışmak için kışkırtmaya başladılar.[252]
Müşrik Süvarilerinin Okçular Tepesine Hücuma Kalkmaları ve Püskürtülmeleri
Müşriklerin Hevazin süvarileri, İslâm okçularının korudukları okçu tepesindeki geçide hücuma kalkınca oka tutulup püskürtüldüler, yüzgeri edip dönmek zorunda kaldılar.[253]
Hz. Ali’nin Müşriklerin Sancaktarını Öldürüşü
Kureyş ordusunun sancaktan Talha b. Ebi Talha:
“Benimle çarpışmak için kim çıkar er meydanına?[254] Ey Muhammed’in sahabileri! Siz bizi kılıçlarınızla öldürünce Allah’ın bizi hemen Cehenneme sokacağını, siz bizim kılıçlarımızla öldürülünce de sizi hemen Cennete koyacağını söylüyorsunuz! Öyle ise, benim kılıcımla öldürülüp hemen Cennete girecek, yahut kılıcı ile beni öldürüp Cehenneme sokacak yok mu bir kimse?!” diyerek seslendi.
Bunun üzerine, Hz. Ali:
“Varlığım Kudret Elinde bulunan Allah’a yemin ederim ki; ben de, seni kılıcımla Cehenneme göndermedikçe, yahut senin kılıcınla Cennete girmedikçe senden ayrılmayacağım!” dedi.[255] Hemen karşısına vardı ve kılıcını onun başına hiddet ve şiddetle indirdi, başı çenesine kadaryarılıp ikiye ayrıldı. Talha yere yıkılınca, Peygamberimiz Aleyhisselam ve Müslümanlar tekbir getirdiler.[256]
Hz. Hamza’nın Osman b. Ebi Talha’yı Öldürüşü
Müşriklerin sancaktarı Talha’dan sonra, sancağı kardeşi Osman b. Ebi Talha aldı. Hz. Hamza da ona kılıçla vurup kolunu yere düşürdü, böğründen ciğeri göründü! Hz. Hamza: “Ben hacıları sulayan’ın oğluyum!” diyerek geri döndü.[257]
Sa’d b. Ebi Vakkas’ın Ebu Sa’d b. Ebi Talha’yı Öldürüşü
Müşriklerin yere düşen sancağını Ebu Sa’d b. Ebi Talha aldı. Sa’d b. Ebi Vakkas bir okla boğazından vurunca, onun dili ağzından dışarı sarktı.[258] Sa’d b. Ebi Vakkas kılıçla vurup sağ elini kesti. Ebu Sa’d b. Ebi Talha sancağı sol eline aldı.
Sa’d b. Ebi Vakkas onun sol elini de vurup kesince, Ebu Sa’d b. Ebi Talha, sancağı iki kollarıyla göğsüne bastı. Sonra da, sırtının üzerine düştü.
Sa’d b. Ebi Vakkas varıp onun başını kesip gövdesinden ayırdı.[259]
Asım b. Sabit’in Müsafi’ b. Talha ile Cülas b. Ebi Talha’yı Öldürüşü
Müşriklerin yere düşen sancağını Müsafi1 b. Talha eline almıştı.
İslâm mücahidlerinden Asım b. Sabit, onu da, ondan sonra, onun kardeşi Cülas b. Talha’yı da: “Al bunu da, benden! Ben Ebu Aklah’ın oğluyum!” diyerek birer okla vurunca, bunlar anneleri Sülâfe’nin yanına götürüldü, o da onların başını dizine koydu:
“Oğulcuğum! Sana kim vurdu?” diye sordu, onlar da birisinin kendilerini okla vurduğu zaman: “Al bunu da, benden! Ben Ebu Aklah’ın oğluyum!” dediğini işittiklerini söylediler.[260] Bunun üzerine, Sülâfe:
“Aklahî ha?! Vallahi, benim akrabamdan, bizden o ha!” dedi[261] ve onun başını eline geçirme fırsatını bulursa kafatasını kadeh gibi kullanarak içki içmeye yemin etti.[262]
Sülâfe, Asım b. Sabit’in başını kesip kendisine getirecek olana da yüz deve vermeyi va’d etti.[263] Asım b. Sabit ise, daha önce, hiçbir müşrike el sürmemek üzere Allah’a söz vermiş, onların da kendisine el sürmesine meydan vermemesini Allahtan dilemiş bulunuyordu.[264]
Müşriklerin Sancaktarlarının Ardarda Öldürülüşü
Müşriklerin sancağını Kilab b. Ebi Talha almıştı.
Onu, Zübeyr b. Avvam öldürdü.
Ondan sonra sancağı Ertatb. Şurahbil aldı.
Onu da, Hz. Ali öldürdü.
Ertat’tan sonra, sancağı Şurayh b. Karlı aldı.
O da öldürüldü. Fakat, kendisinin kim tarafından öldürüldüğü kesin olarak bilinemedi.
Müşriklerin sancağını Şurayh’dan sonra, Abduddar oğullarının Habeşli kölesi Suvab aldı.
Kuzman vurup onun sağ elini kesti.
Suv’ab sancağı sol eline aldı.
Kuzman vurup onun sol elini de kesti.
Bunun üzerine, Suvab, sancağı kol ve pazulanyla tutmaya çalıştı, sonra da arkasına yıkıldı.[265] Ölürken de:
“Ey Abduddar oğulları! Ben artık mazur sayılır mıyım?” dedi.[266]
Müşriklerin sancaktarları birer birer öldürülünce, yerde kalan sancağın yanına kimse yanaşamaz oldu.[267]
Hz. Ebu Bekir’in Oğlu Abdurrahman’la Çarpışmaya Kalkışı ve Peygamberimiz Aleyhisselam
Tarafından Geri Bırakılışı
Hz. Ebu Bekir’in müşrikler arasında bulunan oğlu Abdurrahman, at üzerinde meydana çıkarak, kendisiyle çarpışacak er dilemişti. Tepeden tımağa kadar zırha bürünmüş olup, kendisinin gözlerinden başka biryeri görünmemekte idi.
Hz. Ebu Bekir onunla çarpışmak için davranınca, Peygamberimiz Aleyhisselam: “Sok kılıcını kınına, dön yerine! Biz senin kendinden yararlanmaktayız!” buyurdu.[268]
Zübeyr b. Avvam’ın Deve Üzerindeki Bir Müşriki Aşağı Düşürüp Öldürüşü
Bir müşrik deve üzerinde meydana çıkıp çarpışmak için er diledi. Herkesin kendisinden çekindiğini, geri durduğunu görünce, dileğini üç kere tekrarladı. Bunun üzerine, Zübeyr b. Avvam ona doğru vardı. Devenin üzerine sıçrayıp adamın boğazına sarıldı. Devenin üzerinde boğuşmaya başladılar. Peygamberimiz Aleyhisselam: “Onu yere, aşağı doğru düşür!” buyurdu. Müşrik yere düşünce, Zübeyr b. Avvam onun üzerine çöküp başını gövdesinden ayırdı.[269]
Halid b. Velid’in Saldırıya Geçtikçe Püskürtülüşü
Halid b. Velid’in İslâm karargâhına sol yandan yaptığı hücum İslâm mücahidleri tarafından püskürtüldüğü gibi, okçular tepesine yaptığı her hücum da, okçuların püskürttükleri oklarla, boşa giderilmişti.[270]
Zülfikar’ın, Hakkını Yerine Getirmek Üzere Ebu Dücâne’ye Verilişi
İki taraf arasında çarpışma başladığı ve kızıştığı sırada idi ki,[271] Peygamberimiz Aleyhisselam, elinde tuttuğu kılıç hakkında “Bu kılıcı kim alır?” diye sorunca, sahabiler almak için ona doğru baktılar[272] ve:
“Ben! Ben!” diyerek onu almak üzere ellerini açtılar.[273]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Bu kılıcı, hakkını yerine getirmek üzere kim alır?” diye sorunca, onu almaktan çekindiler, geri durdular.[274]
Zübeyr b. Avvam, ayağa kalkıp:
“Ben alırım yâ Rasûlallah!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam ona vermeye yanaşmadı ve sorusunu tekrarladı.
Zübeyr b. Avvam, yine ayağa kalkıp:
“Ben alırım yâ Rasûlallah!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, yine ona vermeye yanaşmadı ve sorusunu tekrarladı.[275]
Bunun üzerine, Ensardan Ebu Dücâne Simâk b. Hareşe, ayağa kalkıp:
“Ben alırım yâ Rasûlallah!” dedi ve:
“Onun hakkı nedir?” diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Onun hakkı; eğilip bükülünceye kadar, düşmana onunla vurmandır![276]
Onunla Müslüman öldürmemen, kâfirin önünden kaçmamandır![277]
Allah sana onunla zafer veya şehitlik nasip edinceye kadar Allah yolunda çarpışmandır!” buyurdu.[278]
Ebu Dücâne:
“Ben onu, hakkını yerine getirmek üzere alıyorum yâ Rasûlallah!” dedi.[279]
Ebu Dücâne, çok cesaretli, savaşta gururlu ve onurlu bir zât idi.
Başına kırmızı sarığını sardığı zaman, halk onun çarpışacağını anlardı.
Ebu Dücâne, Peygamberimiz Aleyhisselamın kılıcını aldığı zaman da, kırmızı sarığını çıkarıp başına sardı ve İslâm saflarıyla müşriklerin safları arasında, kurula kurula, çalımlı çalımlı yürümeye başladı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onun böyle yürüdüğünü görünce:
“Bu bir yürüyüştür ki, Allah onu bu yerden başkasında sevmez!” buyurdu.[280]
Zübeyr b. Avvam derki:
“Resûlullah Aleyhisselamdan kılıcı daha önce almak istediğim halde bana vermeye yanaşmayıp Ebu Dücâne’ye verince, içimde bir burukluk duydum.
Kendi kendime:
“Ben onun halası Safiyye’nin oğluyum, Kureyştenim de!
Oysa ki, ben kalkıp Ebu Dücâne’den önce kılıcı kendisinden istemiştim.
O ise, beni bırakıp kılıcı ona verdi!?
Vallahi, Ebu Dücâne’nin ne yapacağını göreceğim!” dedim, arkasından gittim.
Ebu Dücâne, kırmızı sarığını çıkarıp başına sardı. Ensar:
‘Ebu Dücâne, ölüm sarığını başına sardı!1 dediler.
O sarığını başına sardığı zaman, böyle derlerdi.[281]
Ebu Dücâne, kırmızı sarığını başına sarınca:
‘Ben o er kişiyim ki; dağın eteğindeki hurmalıkta dostumla bulunduğum sırada, hiçbir zaman savaş saflarının gerisinde kalmamak üzere sözleşmişimdir!
Ben (vurduğuma) Allah’ın ve Resûlünün kılıcı ile vururum!’ recezini okumaya[282] ve karşısına çıkan herkesi kılıçtan geçirmeye başladı!
Müşriklerin içinde bir adam vardı ki, yaralananlarımızdan hiçbir kimseyi sağ bırakmıyor, öldürüyordu.
O ve Ebu Dücâne, birbirlerine yaklaştılar. Allah’tan, ikisinin arasını birleştirmesini diledim. Nihayet, ikisi karşılaştılar ve birbirlerine vuruştular.
Ebu Dücâne, müşrikin kılıç darbesinden, öküz gönünden yapılmış kalkanıyla korundu.
Vuruş sırası Ebu Dücâneye gelince, onu vurup öldürdü![283]
Ebu Dücâne’nin, kılıcını Ebu Süfyan’ın eşi Hind binti Uttıe’nin başına dayadıktan sonra geri çektiğini de gördüm.[284]
Kendisine:
‘Ben senin her yaptığını gördüm. Kadına kılıcı kaldırıp vurmaktan vazgeçtiğini de gördüm!’ dedim.[285]
Ebu Dücâne:
‘Kılıcımı başına dayadığım zaman feryada başlayınca, kendisinin bir kadın olduğunu gördüm.[286] Vallahi,[287] Resûlullah Aleyhisselamın kılıcını bir kadına vurmaktan, bir kadını onunla öldürmekten esirgedim!’ dedi.[288]
Bunun üzerine, kendi kendime:
‘Allah ve Resûlü, ne yapacağını herkesten daha iyi bilendir!’ dedim .”[289]
Hz. Ali’nin Müşriklerden İki Topluluğu Bozguna Uğratışı
Müşriklerin sancaktarları öldürüldükten sonra, Peygamberimiz Aleyhisselam, müşriklerden bir topluluk görüp, Hz. Ali’ye:
“Hücum et onlara!” buyurdu.
Hz. Ali hemen hücum edip onları dağıttı ve Abdullah b. Amr el-Cumah?yi öldürdü.
Peygamberimiz Aleyhisselam, bir topluluk daha gördü ve Hz. Ali’ye:
“Hücum et onlara!” buyurdu.
Hz. Ali hemen hücum edip onları dağıttı ve Benî Amir b. Lüeyylerden Şeybe b. Malik’i öldürdü.
Cebrail Aleyhisselam:
“Yâ Rasûlallah! İşte, bu müvâsat (dostluk ve yardımcılıktır” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“O bendendir, ben de ondanım!” buyurdu.
Cebrail Aleyhisselam da:
“Ben de sizdenim!” dedi.[290]
O sırada, şöyle bir ses işittiler:
“Zülfikar’dan başka kılıç yok! Ali’den başka yiğit yok!”[291]
Rüşeydü’l-Fârisî İle Sa’d’ın Müşriklerden Uveyf’in Oğullarını Öldürmeleri
Muaviye oğullarının azadlı kölesi Ebu Ukbe Rüşeyciü’l-Fârisî; tepeden tımağına kadar silahlanmış, zırhlı, miğferli bir müşrikle karşılaştı ki, o:
“Ben İbn Uveyf’im!” diyerek haykırıyordu.
O sırada, Hâtıb’ın azadlı kölesi Sa’d, İbn Uveyf’e, onu ikiye bölen bir darbe indirdi.
Rüşeyd de:
“Al bunu da, ben Fârisî köleden!” diyerek kılıçla vurup, omuzunu zırhıyla birlikte ikiye ayırdı.
Peygamberimiz Aleyhisselam onların yaptıklarını görüyor, söylediklerini işitiyordu.
Rüşeyd’e:
“Sen ‘Fârisî’den’ demesen de, ‘Ensarî’den’ desen olmaz mı?” diye sordu.
O sırada İbn Uveyf’in kardeşi de:
“Ben İbn Uveyf’im!” diyerek gelip yetişti.
Rüşeyd, hemen:
“Al bunu, ben Ensarî köleden!” diyerek onun başına bir darbe indirdi. İbn Uveyf’in başını zırhıyla birlikte ikiye ayırdı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, gülümsedi.[292]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Abdullah b. Cahş’a Verdiği Hurma Dalının Kılıç Oluşu
Zübeyr b. Bekkâr’dan (172-256) rivayet edildiğine göre; Uhud günü savaşırken Abdullah b. Cahş’ın kılıcı kırılmıştı.
Peygamberimiz Aleyhisselam ona bir urcun (hurma dalı) verdi.
Hurma dalı, Abdullah b. Cahş’ın elinde bir kılıç oluverdi.
Abdullah b. Cahş, şehit oluncaya kadar, bu kılıcı kullandı.[293]
Urcun kılıcı diye anılan bu kılıç, Abdullah b. Cahş’ın varislerinin elinde bulunmakta iken, onu Türk beylerinden birisi ikiyüz dinara (altına) satın aldı. Bu Türk beyi, Halife Mu’tasım billah’ın Bağdat’taki kumandanlarındandı.[294]
Allah Yolunda Şehit Olanın Cennete Gireceği
Cabir b. Abdullah der ki:
“Uhud günü, Resûlullah Aleyhisselama, bir adam:
‘Ben Allah yolunda savaşırken ölürsem, nereye giderim?1 diye sordu.
Resûlullah Aleyhisselam:
‘Cennete!’ buyurunca, adam elindeki hurmaları atarak çarpışmaya girişti ve şehit oldu.”[295]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Uhud günü:
“Gökler ve yer genişliğindeki Cennete kavuşmaya hazır olunuz!” buyurduğu zaman, Ensardan Ebu Amr:
“Ne iyi! Ne iyi!” dedi.
Kardeşi, ona:
“Ey Ebu Amr! Satış kârlı çıktı! Kabe’nin Rabbine andolsun ki, Cennet Uhud’un eteğindedir” diyerek seslendi.
Ebu Amr orada müşriklerle karşılaştı, çarpıştı, şehit oldu.[296]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Kalkınız! Müttakîler için hazırlanmış olan Cennete giriniz!” buyurduğu zaman, Amr b. Cemuh da, topal olduğu halde, hemen ayağa kalktı ve:
“Vallahi, biz Cennette mahzun olmayız!” dedi.
Müşriklerle çarpıştı ve şehit oldu.[297]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Varlığım Kudret Elinde bulunan Allah’a yemin ederim ki; onu Cennette topal haliyle görmüşümdür!” buyurmuştur.[298]
Allah ondan razı olsun.[299]
Müşriklerin Bozguna Uğrayıp Dağılmaya Başlamaları
Hz. Hamza iki elinde iki kılıç tutuyor,[300] Peygam berim iz Aleyhisselaımın önünde:
“Ben Allah’ın arslanıyım!” diyerek, önüne arkasına döne döne, müşriklere kılıç vuruyordu.[301]
İki taraf şiddetle çarpışmaya giriştiler.
Hz. Hamza, Hz. Ali, Ebu Dücâne ve mücahidler, kılıçlarını sıyırıp müşriklerin saflarına daldılar.[302]
Hz. Hamza, Vahşi’nin dediği üzere, boz puğur deve gibi, karşılaştığı herkesi tepeliyor, kılıçtan geçiriyor, dokunduğu hiçbir şeyi sağ bırakmıyordu.[303]
Yüce Allah, Müslümanlara yardımını indirdi ve onlara olan zafer va’dini yerine getirdi.
Müslümanlar, müşrikleri kılıçtan geçirdiler, karargâhlarından ayırdılar.
Müşrikler, kesin olarak yenilgiye uğramış bulunuyorlardı.[304]
Zübeyr b. Avvam’ın dediği gibi, müşriklerin başkumandanı Ebu Süfyan’ın karısı Hind binti Utbe ve hizmetçileri ve diğer müşrik karılan, yanlarına alabildikleri şeyleri alarak kaçışmaya başlamışlardı.[305]
Berâ1 b.Âzib de:
“Vallahi, ben o sırada gördüm ki; müşrik kadınları elbiselerini toplamışlar, bacaklarındaki halhalları, baldırları görünerek sür’atle koşuşuyorlardı!” der.[306]
Mikdad b. Amr da, sancaktarları öldürülünce müşriklerin bozulduklarını, Müslümanların onların karargâhlarına kadar girip ganimet toplamaya koyulduklarını bildirir.[307]
Hamza’nın Şehit Oluşu
Hz. Hamza; müşriklerden Siba’ b. Ümmü Enmar’ın:
“Var mı benimle çarpışacak bir er?!” diyerek Müslümanlara meydan okuduğunu[308] görünce:[309]
“Ey Siba’! Ey kadın sünnetçisi olan Ümmü Enmar’ın oğlu! Allah’a ve Resûlüne meydan mı okuyorsun?![310]
Ey kadın sünnetçisi olan kadının oğlu! Gel bana doğru!” diyerek[311] üzerine yürüyüp[312] ona kılıçla öyle bir vuruş vurdu ki,[313] Siba’, sanki dünkü gün gibi, bir anda yok olup gitti![314]
Cübeyr b. Mut’im’in kölesi Vahşi b. Harb; Hz.Hamzayı vurmak için bir taşın arkasına sinmişti.
Hz. Hamza, Siba’ın işini bitirdikten sonra, Vahşi b. Harb’e doğru gelirken, sel suları arkında ayağı kaydı,[315] arkasının üzerine yıkıldı ve gömleğinin önünden, kamı açıldı.[316]
Vahşi b. Harb, hemen harbesini (kısa mızrağını), Hz. Hamza’nın kasığına ok gibi atip sapladı. Mızrağın ucu Hz. Hamza’nın iki uyluk üstünün arasından dışarı çıktı, mızrak Hz. Hamza’yı çökertti, şehit etti.[317]
Hz. Hamza, savaş arslanlarının başında gelen bir kahramandı. [318] Şehitlerin de ulusu idi.[319]
Allah ondan razı olsun.[320]
Hanzale b. Ebu Âmir’in Şehit Oluşu
Müşriklerin Uhud’da bozulup dağıldıkları sırada,[321] Hanzale b. Ebu Amir müşriklerin başkumandanı Ebu Süfyan’la karşılaştı.[322] Onun atının bacaklarına kılıçla vurdu. At kuyruğunu iki bacağının arasına sokup arkasına çökünce, Ebu Süfyan yere düştü.[323]
Hanzale, Ebu Süfyan’ın başını kesmek için, üzerine çıktı.[324]
Ebu Süfyan:
“Ey Kureyş cemaatı! Hanzale beni kılıçla boğazlamak istiyor!” diyerek bağırmaya başladı ise de, birçok kimseler feryadını işittikleri halde, onunla ilgilenmediler.[325]
Müşriklerden Esved b. Ebi Esved b. Şeub,[326] Hanzaleyi Ebu Süfyan’ın üzerine çıkmış görünce, vurup şehit etti.[327]
Ebu Süfyan, öldürülmekten kurtulunca, yaya olarak kaçıp müşriklerden bir topluluğa katıldı.[328]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hanzale hakkında:
“Meleklerarkadaşınızı yıkıyorlar!” buyurdu.
Uhud’dan Medine’ye dönülünce, Hanzale’nin durumu ailesinden soruldu.
O da, savaş çağrısını işitince Hanzale’nin yi kanamadan acele yola çıktığını bildirdi.[329]
Bu, Hanzale’nin Yüce Allah katındaki şeref ve mevkiini göstermeye kâfidir.[330]
Allah ondan razı olsun![331]
İslâm Okçular Birliğinin Kazanılan Zaferi Kaybettirmeleri
Ashabdan Berâ’ b. Azib der ki:
“Peygamber Aleyhisselam, Uhud günü, piyade okçuların üzerine-ki, onlar elli kişi idiler-Abdullah b. Cübeyr’i kumandan tayin etmiş, onlara:
‘Şu yerinizden sakın ayrılmayınız! Bizi kuşların kapıştığını görseniz de, bizim düşmanları bozup hezimete uğrattığımızı görseniz de, size haber göndermedikçe sakın yerinizden ayrılmayınız!” diyerek kesin emirvermişti.
Nihayet, harp başladı, kızıştı.
Müslümanlar müşrikleri bozguna uğrattılar.
Vallahi, ben o sırada gördüm ki; müşrik kadınları elbiselerini toplamışlar, bacaklarındaki halhalları görünerek sür’atle koşuyorlardı.
Bunun üzerine, Abdullah b. Cübeyr’in kumandası altındaki arkadaşları, birbirlerine:
‘Ganimet! Ey kavim, ganimet! Kardeşleriniz işte düşmanı yendi. Siz burada daha ne bekliyorsunuz?!1 dediler.
Kumandanları Abdullah b. Cübeyr, onlara:
‘Resûlullah Aleyhisselam in size söylediğini unuttunuz mu?!1 dedi.
Onlar:
‘Vallahi, düşmanı yenenlerin yanına biz de gideceğiz ve ganimetten nasibimizi alacağız!’ dedil-er.”[332]
Kumandan Abdullah b. Cübeyr, okçuların bu tutumunu görünce, Allah’a ve Resûlüne itaat etmelerini onlara emir ve tavsiye etti ise de, dinlemediler, gittiler.
Abdullah b. Cübeyr’in yanında ancak on kadar okçu kaldı.
Geride kalanlar arasında bulunan Haris b. Enes, giden okçulara:
“Ey kavmim! Peygamberinizin sözünü size hatırlatırım! EmîYinize, kumandanınıza itaat edin!” dedi ise de, yanaşmadılar, tepe geçidini açık bırakarak müşriklerin ordugâhlarına dalıp ganimet toplamaya koyuldular.[333]
Müşriklerin süvari birliği kumandanı Halid b. Velid, İslâm okçularının azaldığını, tepenin ten-halaştığını, Müslümanların ganimet toplamakla uğraştıklarını, İslâm ordugâhının arkasının açıldığını görünce, süvarilerine seslendi ve hemen geri döndü.
İkrime b. Ebu Cehil ve diğerleri de onu takip ettiler.
Tepede kalan okçulara saldırdılar.[334]
Bozguna uğrayan müşrikler süvarilerinin geri dönüp saldırıya geçtiklerini görünce, onlar da geri döndüler ve Müslümanlara saldırmaya başladılar.[335]
Müşriklerin süvarileri geldikleri zaman, okçular birliği kumandanı Abdullah b. Cübeyr, yanında kalan okçu arkadaşlarına:
“Hemen açılın ve yayılın!” dedi.
Okçular, önleri düşmana ve güneşe karşı olmak üzere, saf halinde dizildiler. Müşrikleri oka tuttular.
Abdullah b. Cübeyr’in oku tükenince, mızrağıyla vuruşmaya ve onları yaralamaya başladı.
Mızrağı kırılınca, kılıcını sıyırdı, onunla çarpışmaya devam etti. En sonunda, şehit oldu.[336] Müşriklerin süvari birlikleri, Abdullah b. Cübeyr’in yanından ayrılmayan ve onunla birlikte savaşan İslâm okçularını da şehit ettiler.[337]
Uhud Savaşında Peygamberimiz Aleyhisselamı Canla Başla Korumaya Çalışan Mücahidler
Önlerinden ve arkalarından müşriklerin saldırısına uğrayan Müslümanlar, bozuldular, dağıldılar. Dost, düşman belirsiz oldu. Acele ve dehşetten, bilmeyerek, birbirlerini yaralar, öldürür oldular.[338]
Peygamberimiz Aleyhisselamın yanında sebat eden, yedisi Muhacirlerden, yedisi de Ensardan olmak üzere, ondört kişi kalmıştı.[339]
Muhacirlerden olanlar:
1- Hz. Ebu Bekir,
2- Abdurrahman b. Avf,
3- Hz. Ali,
4- Sa’d b. Ebi Vakkas,
5- Talha b. Ubeydullah,
6- Ebu Ubeyde b. Cerrah,
7- Zübeyr b. Avvam.
Ensardan olanlar:
1- Hubab b. Münzir,
2- Ebu Dücâne,
3- Asım b. Sabit,
4- Haris b. Sımme,
5- Sehl b. Huneyf,
6- Useyd b. Hudayr,
7- Sa’d b. Muaz.
Sa’d b. Ubâde ile Muhammed b. Mesleme’nin de sebat edenler arasında olduğu rivayet edilir.[340] Uhud günü, üçü Muhacirlerden, beşi de Ensardan olmak üzere sekiz sahabi de, Peygamberimiz Aleyhisselamın önünde ölmek üzere bey’at etti.
Muhacirlerden olanlar:
1- Hz. Ali,
2- Zübeyr b. Avvam,
3- Talha b. Ubeydullah idi.
Ensardan olanlar:
1- Ebu Dücâne,
2- Haris b. Sımme,
3- Asım b. Sabit,
4- Sehl b. Huneyf,
5- Hubab b. Münzir idi.
Bunlardan hiçbiri Uhud’da şehit olmadı.[341]
Peygamberimiz Aleyhisselam, dağılan Müslümanlara:
“Allah’ın kulları! Bana doğru geliniz! Allah’ın kulları! Bana doğru geliniz!” diyerek seslendiği zaman,[342] toplanan otuz kişi:
“Senin yanından hiç ayrılmamak üzere, yüzüm yüzünün önünde siper ve kalkandır! Vücudum senin vücuduna fedadır! Allah’ın selamı senin üzerine olsun!” diyerek, sonuna kadar harp meydanından ayrılmadılar.[343]
Kureyş müşriklerinin, Peygamberimiz Aleyhisselamın etrafını sardığı ve Peygamberimiz Aleyhisselamın da:
“Kim bizim için Allah yolunda canını satar, feda eder?” diye sorduğu zaman, Ziyad b. Seken, Ensardan beş kişi ile birlikte ayağa kalktı.
Birer birer savaştılar ve şehit oldular.
Onlardan en son savaşan da, Ziyad (Zeyd) b. Seken idi ve ağır bir şekilde yaralanmıştı.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Onu bana yaklaştırınız!” buyurdu.
Yaklaştırdılar.
Peygamberimiz Aleyhisselam ayağını onun başına yastık yaptı.
İbn Seken, yanağı Peygamberimiz Aleyhisselamın ayağı üzerinde olduğu halde can verdi ve yanağı Peygamberimiz Aleyhisselamın ayağında iz bıraktı.[344]
Cabirb. Abdullah derki:
“Uhud günü, Müslümanlar bozguna uğrayıp dağıldıkları sırada, Resûlullah Aleyhisselam bir köşede Ensardan oniki kişi ile sıkışıp kalmıştı.
Bu oniki kişi arasında, Muhacirlerden Talha b. Ubeydullah da bulunuyordu.
Müşriklerden bir grup gelip çatınca, Resûlullah Aleyhisselam:
‘Şu müşriklere kim karşı koyar?’ diye sordu.
Talha b. Ubeydullah:
‘Ben!’ dedi.
Resûlullah Aleyhisselam:
‘Sen yerinde dur!’ buyurdu.
Ensardan bir zât kalkarak:
‘Ben, yâ Rasûlallah!’ dedi.
Resûlullah Aleyhisselam:
‘Peki, sen karşı koy!’ buyurdu.
Ensarî, şehit oluncaya kadar, müşriklerle çarpıştı.
Resûlullah Aleyhisselam, müşriklerin yine saldırıya geçtiğini görünce:
‘Şunlara kim karşı çıkar?’ diye sordu.
Talha b. Ubeydullah:
‘Ben!’ dedi.
Resûlullah Aleyhisselam:
‘Sen yerinde dur!’ buyurdu.
Ensardan bir zât:
‘Ben çıkarım!’ dedi.
Resûlullah Aleyhisselam:
‘Peki, sen çık!1 buyurdu.
O zât çıktı ve şehit oluncaya kadar savaştı.
Resûlullah Aleyhisselam, müşriklerin yine saldırıya geçtiklerini görünce:
‘Şunlara kim karşı çıkar?’ diye sordu.
Talha b. Ubeydullah:
‘Ben!’ dedi.
Resûlullah Aleyhisselam:
‘Sen yerinde dur!’ buyurdu.
Ensardan bir zât:
‘Ben çıkarım!’ dedi.
Resûlullah Aleyhisselam:
‘Peki, sen çık!1 buyurdu.
O zât çıktı ve şehit oluncaya kadar savaştı.
Bu, böylece devam etti.
Her defasında, Resûlullah Aleyhisselam aynı şekilde soruyor, Ensardan biri çıkıp çarpışıyor, savaşıyor, şehit oluyordu.
Nihayet, Resûlullah Aleyhisselamın yanında Talha b. Ubeydullah kaldı.
Resûlullah Aleyhisselam, saldırıya geçen müşrikleri önlemek için:
‘Şu müşriklere kim karşı koyar?’ diye sorunca, Talha b. Ubeydullah:
‘Ben!’ dedi ve kendisinden önceki onbir kişi gibi çarpıştı, elinden yaralanıp parmaklan kesilince, ağrısına dayanamayıp ‘Ayy!’ dedi.
Resûlullah Aleyhisselam:
‘Eğer Bismillah deseydin, melekler seni halkın gözü önünde göğe çıkarırlardı, sonra da Allah müşrikleri mağlup ederdi!’ buyurdu.”[345]
Enes b. Malik’in bildirdiğine göre; Peygamberimiz Aleyhisselam, Uhud savaşı günü, Ensardan yedi, Kureyşlilerden de iki kişinin içinde yalnız kalmıştı.
Müşrikler Peygamberimiz Aleyhisselamı kuşatınca, Peygamberimiz Aleyhisselam, yanındakilere:
“Şu müşrikleri bizden kim defeder ki, Cennet onun ola, yahut Cennette o benim refikim ola?” buyurdu.
Ensardan birisi ilerleyerek onlarla çarpıştı ve şehit oldu.
Müşrikler Peygamberimiz Aleyhisselamı tekrar kuşattılar.
Peygamberimiz Aleyhisselam, yine:
“Şu müşrikleri bizden kim defeder ki, Cennet onun ola, yahut Cennette o benim refikim ola?” buyurdu.
Yine, Ensardan bir zât, ilerleyerek onlarla çarpıştı ve şehit oldu.
Yedi kişinin hepsi de, böylece ilerleyip müşriklerle çarpışarak şehit oldukları zaman, Peygamberimiz Aleyhisselam, herhalde, kendilerini düşmanla başbaşa bırakarak dağılanlar için olmalı ki;* “Sahabilerimiz bize karşı hiç de insaflı davranmadılar!” buyurdu.[346]
Talha b. Ubeydullah der ki:
“Gördüm ki, Resûlullah Aleyhisselamın ashabı bozuldular, müşrikler saldırıya geçtiler ve Resûlullah Aleyhisselamı her yandan kuşattılar.
Kendisini; önünden mi, arkasından mı, sağından mı,yoksa solundan mı gelen saldırılara karşı koyacağımı bilmiyordum.
Kılıcımı sıyırıp bir kere önünden, bir kere de arkasından gelenleri uzaklaştırdı m, nihayet dağıldılar.”[347]
Sa’d b. Ebi Vakkas da şöyle der:
“Talha, Uhud günü, Resûlullah Aleyhisselama karşı bizim en cömert, en fedakâr davrananımızdı. Biz Resûlullah Aleyhisselamın başından oraya buraya dağılıp ayrıldığımız halde, o Resûlullah Aleyhisselamın yanından hiç ayrılmamıştı.
Resûlullah Aleyhisselamın yanına döndükçe, Talha’nın, hep onun çevresinde dönüp dolaşarak kendisini ona siperve kalkan yaptığını görmüşümdür.
Müşriklerin attığı yerden vuran keskin nişancı okçularından Malik b. Züheyr, nişan alarak Resûlullah Aleyhisselama bir ok atmıştı.
Talha b. Ubeydullah, okun Resûlullah Aleyhisselama isabet edeceğini anlayınca, Resûlullah Aleyhisselamı korumak için elini oka karşı tuttu. Ok parmağına değip elini çolak yapt .”[348]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Yeryüzünde gezen Cennetlik bir kimseye bakmak isteyen, Talha b. Ubeydullah’a baksın!” buyurmuştur.[349]
Hz. Ali derki:
“Resûlullah Aleyhisselamı kılıçların bürüdüğü, okların her yandan hedef aldığı bir sırada, yalnız Talha’nın onun önünde kendisini siperve kalkan yaptığını görmüşümdür.
O zaman, ben bir tarafta müşriklerin bir biti iğini üzerimizden atmaya uğraşıyordum.
Ebu Dücâne, başka bir tarafta müşriklerden bir birlikle uğraşıyordu.
Sa’d b. Ebi Vakkas da, onlardan, başka bir birlikle çarpışıyordu.
Müşriklerden bir birlik görmüştüm ki, içlerinde İkrime b. Ebu Cehil bulunuyordu.
Kılıcımı sıyırıp aralarına daldım. Çevremi sardılar. Onların sonuncusuna kadar hepsini kılıçtan geçirdim.
Sonra, içlerine ikinci bir dalış daha yaptım. Ecel gelmediği için, vardığım gibi sapasağlam geri döndüm.
Allah, mukadder işi yerine getirir.[350]
Resûlullah Aleyhisselamın yanından Müslümanlar uzaklaşınca, onu göremedim. Kendi kendime:
‘Vallahi, onu göremiyorum. O, savaştan kaçacak bir zât değildir. Ölenler arasında da yok! O halde, Yüce Allah ona karşı yaptığımız uygunsuz hareketten dolayı bize gazab ederek peygamberini insanlar arasından kaldırmış! Benim için, çarpışa çarpışa ölmekten daha hayırlısı olamaz!’ dedim.
Kılıcımın kınını kırdım. Kılıcımı çekip müşriklerin üzerine yürüdüm ve onları dağıttım.
Dağıtınca, Resûlullah Aleyhisselamın onların aralarında kalmış olduğunu gördüm.[351]
Zekvan b. Abdi Kays’ın ardından atlı bir adam koşuyorve:
‘Sen kurtulursan ben kurtulmam!’ diyordu.
Hemen ona yetişip atını onun üzerine sürdü ve:
‘Al bunu benden! Ben, llac’ın oğluyum!1 diyerek Zekvan’ı öldürdü.
Ona doğru koştum. Ben de onun bacağına kılıçla vurup uyluğunun yarısını kestim. Sonra, onu atından düşürerek üzerine çöküp öldürdüm.
O, Ebu’l-Hakem b. Ahnes b. Şerik b. İlacü’s-Sakaff idi.”[352]
Şemmas b. Osman da, Peygamberimiz Aleyhisselamın yoluna baş koyan, yanından ayrılmayan mücahidlerdendi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, sağına ve soluna dönüp baktıkça, Şemmas’ın hep kılıcıyla onu korumaya çalıştığını görmekte idi.
Peygamberimiz Aleyhisselam müşrikler tarafından kuşatıldığı zaman, Şemmas vücudunu Peygamberimiz Aleyhisselama kalkan yaptı ve Peygamberimizin önünde vurulup yere düştü.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onun hakkında:
“Şemmas’ı kendime siper ve kalkan gibi buldum” buyurmuştur.[353]
Allah ondan razı olsun.
Ensardan Ebu Talha da, Peygamberimiz Aleyhisselamın önünde kalkanlı olarak durup onu siperlemekte idi. Peygamberimiz Aleyhisselamın önüne ok çantasını serip kâh ok atmakta, kâh haykırmakta idi.
Peygamberimiz Aleyhisselam da:
“Ebu Talha’nın sesi orduda kırk kişiden hayırlı ve yararlıdır” buyurmakta idi.
Ebu Talha’nın Peygamberimizin önüne serdiği ok çantasında elli ok vardı.
Ebu Talha:
“Ya Rasûlallah! Vücudum senin vücudunun önünde sana fedadır!” diyordu.
Elli oku birer birer atarak tüketti.
Peygamberimiz Aleyhisselam onun arkasından ve onun başıyla omuzları arasından başını yükseltip okların düştükleri yerlere bakıyordu.
Ebu Talha son oku attığı zaman:
“Bizi işlet! Ok atmaktan durdurma! Allah beni sana feda etsin!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, yerden bir ağaç dalı alıp:
“Ey Ebu Talha! Bunu da iyi bir ok olarak at!” buyurdu.[354]
Ebu Talha ok yayını çok sert çeken bir okçu idi. Uhud günü iki-üç yay kırmıştı. Peygamberimiz Aleyhisselam, yanından ok dolu çanta ile kimin geçtiğini görse, ona:
“Ok çantanı Ebu Talha’ya boşalt!” buyurmakta idi.
Peygamberimiz Aleyhisselam onun arkasından müşriklere bakmak için yükselip başını kaldırdıkça, Ebu Talha:
“Ya Rasûlallah! Babam anam sana feda olsun! Yükselme! Belki sana müşriklerin oklarından birisi değer. Benim göğsüm senin göğsüne siper olsun. Sana değecek, bana değsin!” derdi.[355]
Sa’d b. Ebi Vakkas derki:
“Resûlullah Aleyhisselam, beni önüne oturttu. Ok atmaya başladım. Her atışta: ‘Allah’ım! Atacağım ok, senin okundur. Onu düşmanına eriştir!1 diyordum. Resûlullah Aleyhisselam da: ‘Allah’ım! Dua ettiği zaman, Sad’ın duasını kabul et! Allah’ım! Sad’ın atışını, okunu doğrult!
Ey Sa’d! Babam anam sana feda olsun! Durma at!’ buyuruyordu. Hiçbir ok atmadım ki, Resûlullah Aleyhisselam: ‘Allah’ım! Onun atışını doğrult! Duasını kabul et! Ey Sa’d! Durma, at!1 buyurmamış olsun.
Ok çantam boşalınca, Resûlullah Aleyhisselam kendi çantasındaki okları da birer bireryayıma yerleştirip attırdı.
Okları yaya yerleştirmekte, o herkesten daha çabuk ve g ay netliydi.[356] O bana okları veriyor ve: ‘At! Babam anam sana feda olsun!’ diyordu. Nihayet, bana kanatsız bir oku verdi ve: ‘At bunu da!’ buyurdu.”[357]
Sehl b. Huneyf, müşriklere yağdırdığı oklarla Peygamberimiz Aleyhisselamı korumaya çalışmakta, Peygamberimiz Aleyhisselam da:
“Süheyl’e ok yetiştiriniz! Çünkü, ok ona kolaylaştırılmıştır” buyurmakta idi.[358]
Ebu Dücâne, atılan oklara karşı Peygamberimiz Aleyhisselamın üzerine eğilip kendisini ona kalkan yapmakta, Ebu Dücâne’nin sırtına düşen oklar sırtında toplanmakta, Peygamberimiz Aleyhisselama değmemekte idi.[359]
Ka’b b. Malik, Uhud’da Ebu Dücâne hakkındaki bir müşahedesini şöyle anlatır
“…Müşriklerin, Müslüman cesetlerinin uzuvlarını kesip biçtiklerini görünce, yakınlarına doğru vardım.
Müşriklerden zırh gömlekli bir adam Müslümanların önünü kesiyor, onlara:
‘Boğazlanacak davarların toplandıkları gibi biraraya toplanın bakayım!’ diyordu.
Müslümanlardan, üzerinde zırh gömlek bulunan bir adam da onu gözetliyordu.
Müslümanın arkasından ilerleyip, Müslümanı, kâfiri gözlerimle görebilecek derecede yanlarına yaklaşmıştım.
Onların gerek şekil gerek silah bakımından üstün olanı, kâfir olanıydı.
Birbirlerine gelip kavuşuncaya kadar, gözümü onlardan ayırmadım.
Birbirlerine kavuşur kavuşmaz, Müslüman kişi kâfirin omuzu ile boyun kökü arasına kılıçla öyle bir darbe indirdi ki, uyluk başına kadar gövdesini ikiye ayırdı!
Sonra da bana:
‘Ey Ka’b! Nasıl gördün, nasıl buldun? Ben Ebu Dücâne!’ diyerek kendisini tanıttı.”[360]
Katâde b. Numan da, Peygamberimiz Aleyhisselamı korumak için Peygamberimiz Aleyhisselamın önüne
dikilerek, ok yayının başı eğilip bükülünceye kadar müşriklere ok attı.[361]
En sonunda kendisi de bir okla gözünden vuruldu. Gözbebeği yanaklarının üzerine aktı.[362] Katâdeyi böyle görünce, Peygamberimiz Aleyhisselamın gözleri yaşardı.[363] Peygamberimiz Aleyhisselam, Katâde’nin gözünü eliyle aldı, yerine koydu. O göz, iki gözünden en güzeli ve en keskin göreni oldu.[364]
Vehb b. Kâbus,yanında kardeşinin oğlu Haris b. Ukbe olduğu halde, Müzeyne dağından Medine’ye gelmişlerdi.
Onlar Medine’nin boşaldığını gördükleri zaman:
“Halk nereye gitti?” diye sordular.
Peygamberimiz Aleyhisselamın Kureyş müşrikleriyle çarpışmak üzere Uhud’a gittiğini öğrenince,[365] hemen Uhud yolunu tutup Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldiler.[366]
Peygamberimiz Aleyhisselam, müşriklerden hücuma hazırlanan bir topluluk hakkında:
“Şu topluluğu kim defeder?” diye sordu.
Vehb b. Kâbus:
“Ben, yâ Rasûlallah!” dedi. Hemen kalkıp onları oka tuttu, yüzgeri etti ve döndü.
Müşriklerden hücuma hazırlanan ikinci bir topluluk için de, Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Şu topluluğu kim defeder?” diye sordu.
Yine Vehb b. Kâbus:
“Ben, yâ Rasûlallah!” dedi. Kılıcını sıyırıp onları yüzgeri edinceye kadar çarpıştı ve geri döndü.
Bundan sonra bir topluluk daha hücuma hazırlanınca, Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Şu topluluğu defetmeye kim kalkar?” diye sordu.
Vehb b. Kâbus:
“Ben, yâ Rasûlallah!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Kalk, karşıla onları! Seni Cennetle müjdelerim” buyurdu.
Vehb b. Kâbus, sevinerek kalktı, kılıcını sıyırıp onların içlerine daldı. Peygamberimiz Aleyhisselam ve Müslümanlar, ona bakıyorlardı. Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Allah’ım! Ona rahmet et!” diye dua etti.
Müşrikler, mızraklarını ve kılıçlarını onun üzerine çevirdiler ve en sonunda onu şehit ettiler.
Vehb b. Kâbus’un cesedinin yirmi yerinde mızrak yarası vardı.
Vehb b. Kâbus’un kardeşinin oğlu da kalkıp aynı şekilde müşriklerle çarpıştı ve şehit oldu.
Allah ikisinden de razı olsun!
Hz. Ömer, Müzeynelinin öldüğü gibi ölmeyi özlerdi.[367]
Dört Azılı Müşrikin Peygamberimiz Aleyhisselamı Öldürmeye Ant İçmeleri
Müslümanlar bozulup dağılmaya başladıkları zaman, müşriklerden dört azılı müşrik:
1- Abdullah b. Şihabuz-Zührî,
2- Utbe b. Ebi Vakkas,
3- Abdullah b. Kamia,
4- Übeyyb.Halef
Peygamberimiz Aleyhisselamın hayatına son vermek üzere sözleştiler ve Peygamberimiz Aleyhisselamı görecek olurlarsa ya öldürmek ya da onun yakınında öldürülmek üzere ant içtiler.[368]
İbn Şihab:
“Muhammed’i gösteriniz bana! O kurtulursa, ben kurtulmam!” diye haykırıyordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam ise, onun hemen yanıbaşında bulunuyordu.
Kendisinin yanında da ashabından hiçbirisi yoktu.
İbn Şihab oradan geçip gitti.
Safvan b. Ümeyyeye rastlayınca, Safvan:
“Allah sana Muhammed’e vurmak fırsatını vermişken, ne diye onun yanından uzaklaştın?” dedi.
İbn Şihab:
“Sen onu gördün mü?” diye sorunca, Safvan:
“Evet, sen hemen onun yanında idin” dedi.
İbn Şihab:
“Biz dört kişi, onu öldürmek için aramızda sözleşmiş, antlaşmış durumdayız. Artık, o bizim elimizden kurtulacak değildir!” dedi.[369]
Ümmü Umare binti Ka’b’ın kocası ve iki oğlu* Uhud savaşına katılmışlardı.[370]
Ümmü Umare der ki:
“Halk ne yapıyor bir bakayım deyip, gündüzün başlangıcında Uhud’a gittim. Yanımda, içinde su bulunan bir su kırbası vardı.
O sırada, Resûlullah Aleyhisselam bazı sahabileri arasında bulunuyordu. Zafer ve galebe, Müslümanlarda idi.
Müslümanlar bozulunca, Resûlullah Aleyhisselamın yanına varıp düşmanı ondan kılıçla ve okla defetmeye çalıştım, yaralandım.[371]
Müslümanlar, Resûlullah Aleyhisselamın yanından uzaklaşmışlar, yanında on kişi bile kalmamıştı.
Benimle kocam ve iki oğlum Resûlullah Aleyhisselamın önünde çarpışıyor, müşrikleri ondan uzaklaştırmaya çalışıyorduk.
Resûlullah Aleyhisselam, benim yanımda kalkan bulunmadığını gördü. Yanında kalkan bulunan birisine:
“Ey kalkan sahibi! Kalkanını çarpışana bırak!” buyurdu. Bırakınca onu Resûlullah Aleyhisselam aldı, ben de ondan alıp kalkanla korundum.
Bize ancak süvariler yapacaklarını yaptılar!
At üzerinde bir adam gelip bana bir kılıç darbesi indirdi.
Ben de onun atinin ayaklarına kılıçla vurunca, at arkasının üzerine yıkıldı.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
‘(Ey Ümmü) Umare’nin oğlu! Annene, annene yardım et!1 diyerek oğluma seslendi.
Oğlum bana yardım edince, müşriki öldürdüm.[372]
Müslümanlar Resûlullah Aleyhisselamın yanından uzaklaştıkları zaman, İbn Kamia:
‘Bana Muhammed’i gösteriniz! Eğer o kurtulursa, ben kurtulmam!1 diyordu.
Bunun üzerine, ben, sancaktar Mus’ab b. U meyrve Resûlullah Aleyhisselamın yanında sebat eden bazı sahabiler, Resûlullah Aleyhisselamın önüne gerildik.
İşte o zaman, İbn Kamia kılıçla vurup beni de ağır şekilde yaraladı.
Ben de ona kılıçla darbeler indirdim. Fakat, Allah düşmanının üzerinde iki kat zırh gömlek bulunuyordu.”[373]
Ümmü Umare H atunun oniki-onüç yerinde yarası vardı. En büyüğü ve ağırı ise İbn Kamia’dan aldığı omuz yarası olup, bir yıl onun tedavisi ile uğraştı.[374]
Peygamberimiz Aleyhisselam onun omuzundan aldığı yarayı görünce, oğlu Abdullah’a:
“Annenin yarasını sar. Ev halkınızı Allah mübarek kılsın!
Senin annenin makamı, filan ve filanların makamından hayırlıdır. Senin makamın da filan ve filanların makamından hayırlıdır.
Allah sizin ev halkınıza rahmet etsin!” buyurdu.
Ümmü Umare Hatun, Peygamberimiz Aleyhisselama:
“Allah’a dua et de, Cennette sana komşu olalım” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Allah’ım! Bunları bana Cennette komşu ve arkadaş et!” diyerek dua etti.
Bunun üzerine Ümmü Umare Hatun:
“Eh, bu yeter bana. Dünyada ne musibet gelirse gelsin artık!” dedi.[375]
İslâm sancaktan Mus’ab b. Umeyr, Müslümanların bozulup dağıldıkları sırada, Peygamberimiz Aleyhisselamı müşriklerden korumak için onun önünde çarpışanlar arasında bulunuyordu.
Atlı müşriklerden İbn Kamia, Mus’ab b. Umeyr’e kılıçla vurup sağ elini kesti.
Mus’ab b. Umeyr sancağı sol eline aldı.
İbni Kamia vurup onun sol elini de kesince, Mus’ab b. Umeyr sancağı kollarıyla tutup göğsüne bastırdı.
İbni Kamia onu mızraklayarakyere düşürdü, şehit etti.[376]
İbni Kamia, şehit ettiği Mus’ab b. Umeyr’in Peygamberimiz Aleyhisselam olduğunu sanarak müşriklerin yanına döndüğü zaman:
“Ben Muhammed’i öldürdüm!” dedi.[377]
Bir bağına da:
“Muhammed öldürüldü!” diye bağırdı.[378]
Müslümanlar Arasındaki Bazı Münafıkların Müslümanları Çarpışmaktan Vazgeçirmeye ve
İrtidad Ettirmeye Çalışmaları
İslâm mücahidleri arasında bulunan münafıklar, “Muhammed, öldürüldü!” diyerek yaygaraya başladılar.[379]
Onlardan, “Keşke Abdullah b. Übeyy’e gidecek bir adamımız olsa da, o bize Ebu Süfyan’dan bir eman alıverse!” diyenler olduğu gibi;
“Ey Müslümanlar! Muhammed öldürüldü artık! Ebu Süfyan gelip sizi öldürmeden önce, kavminizin yanına (Medine’ye) dönün!” diyenler,[380]
Hatta, müşriklerle savaşan mücahidleri birer birer dolaşarak onları savaşmaktan vazgeçirmeye çalışanlar da vardı.
Nitekim, Malik b. Duhşum böyle yapmış; çalı çırpı üzerine oturup dinlendiği ve onüç yerinden yaralanmış bulunduğu bir sırada Hârice b. Zeyd’in yanına varıp:
“Muhammed’in öldürüldüğünü bilmiyor musun?” demişti.
Hârice b. Zeyd:
“Muhammed öldürülmüşse, hiç şüphesiz, Allah, Hayy ve Lâyemût’tur, ölümsüzdür! Muhammed, Rabbinin elçilik vazifesini yerine getirmiştir. Yapılması gereken tebliğleri yapmıştır. Senin dininin uğrunda da çarpışmıştır!” dedi.
Malik b. Duhşum kalkıp Sa’d b. Rebi’in yanına vardı. O da, oniki yerinden yaralanmış bulunuyordu. Ona da:
“Muhammed’in öldürüldüğünü biliyor musun?” dedi.
Sa’d b. Rebi’:
“Ben Muhammed’in Rabbi tarafından verilen elçilik ve tebliğ vazifesini yerine getirdiğine ve senin dinin uğrunda da çarpıştığına şehadet ederim.
Şayet Muhammed öldürülmüşse, hiç şüphesiz, Allah Hayy ve Lâyemût’tur, ölümsüzdür” dedi.
Mâlik b. Duhşum:
“Resûlullahın öldürüldüğü muhakkaktır. Artık sizler de, daha önce dönenler gibi, kavminizin yanına dönün! Şimdi onlar evlerine sağ salim girmiş bulunuyorlar” dedi.[381]
Enes b. Nadr’ın Kahramanlıklar Göstererek Şehit Oluşu
Kahraman mücahidi erden Enes b. Nadr, gerek bozulup dağılan Müslümanların ve gerek Müslümanlar arasındaki münafıkların uygunsuz tutum ve davranışlarından büyük üzüntü duymakta ve:
“Ey Müslümanlar! Eğer Muhammed öldürülmüşse, Muhammed’in Rabbi de öldürülmedi ya!
Muhammed’in çarpıştığı dâva uğrunda siz de çarpışınız![382]
Allah’ım! Şu Müslümanların yapmış oldukları şeylerden dolayı Senden af ve özür dilerim!
Şu müşriklerin Resûlullah Aleyhisselama karşı işledikleri cinayetlerden beni uzak tutman için de, Sana sığınırım!” diyerek kılıcını sıyırıp çarpışmaya gitti.[383]
Giderken, Sa’d b. Muaz’la karşılaştı ve ona:
“Ey Ebu Amr! Sen nereye gidiyorsun? Haydi, gel benimle!
Varlığım Kudret Elinde bulunan Allah’a yemin ederim ki, ben Cennetin kokusunu Uhud’da alıyor ve buluyorum!” dedi.[384]
Sa’d b. Muaz:
“Ben de senin yanındayım!” deyince, Enes:
“Ey Sa’d b. Muaz! İşte Cennet! Nadr’ın Rabbine yemin ederim ki; ben Cennetin kokusunu Uhud’da alıyor, buluyorum!” dedi.[385]
Enes b. Nadr, Muhacir ve Ensardan bazılarıyla birlikte bulunan Hz. Ömer ve Talha b. Ubeydullah’ın da yanına vardı. Baku ki, ellerini savaştan çekmişlerdi. Onlara:
“Sizi böyle oturtan nedir?” diye sordu.
“Resûlullah Aleyhisselam şehit edilmiş!” dediler.[386]
Enes b. Nadr:
“Resûlullah Aleyhisselam şehit edildiyse, hiç şüphesiz Allah Hayy’dır.[387]
Resûlullah Aleyhisselamdan sonra siz sağ kalıp da ne yapacaksınız? Kalkın! Siz de Resûlullah Aleyhisselamın can verdiği dava uğrunda can verin!” dedi.
Müşriklerle çarpışa çarpışa şehit oldu.[388]
Allah ondan razı olsun!
Enes b. Nadr’ın cesedinde seksenden fazla kılıç, mızrak ve ok yarası vardı.[389]
Müşrikler onun bumunu, kulaklarını ve sair uzuvlarını keserek cesedinden öç almak istemişler, onu tanınmaz hale getirmişlerdi.[390]
Hz. Ömer, Enes b. Nadr hakkında:
“Ben Allah’ın Kıyamet günü onu tek başına bir ümmet olarak ba’s edeceğini umarım” demiştir.[391]
Hz. Ömer ile Kardeşinin Şehitlik İçin Soyunmaları
Hz. Ömer, kardeşi Zeyd b. Hattab’a:
“Al şu zırhımı! Zırhımı senin giymen için yemin ettim” dedi.
Zeyd b. Hattab, onu giyinip Hz. Ömer’in yeminini yerine getirdikten sonra, zırhı sırtından çıkardı.
Hz. Ömer ona:
“Ne için çıkardın?” diye sordu.
Zeyd:
“Senin kendin için istediğin şeyi, şehitliği, ben de kendim için istiyorum!” dedi.
İkisi de şehitlik için soyundular.[392]
Uhud Savaşı Günü Peygamberimiz Aleyhisselamın Başına Gelenler
İbn İshak’la İtin Hişam’ın bildirdiklerine göre; Uhud günü Müslümanlar bozulup dağılınca, düşmanlar Müslümanları musibete uğrattılar. O gün, onlara ibtilâ ve imtihan günü oldu. Allah onunla o gün Müslümanlara şehitlik ikram ve ihsan etti.
Hatta, düşmanlar Resûlullah Aleyhisselama kadar yaklaşmaya yol buldular ve attıkları okları, taşları rebaiye dişine isabet ettirdiler.[393] Peygamberimiz Aleyhisselamın rebaiye dişi kırıldı, dudağı ve yüzü yaralanıp kanadı. Kan yüzüne akmaya başladı!
Peygamberimiz Aleyhisselamın alt dudağını yaralayan, rebaiye dişini, yani ön dişleriyle azı dişi arasındaki dişini kıran da, Utbe b. Ebi Vakkas idi.
Abdullah b. Şihâbu’z-Zührîise Peygamberimiz Aleyhisselamın alnını, İbn Kamia da yanağının üst tarafını yaraladı.
Miğferin halkalarından iki halka Peygamberimiz Aleyhisselamın yanağının üst tarafına girdi.
Peygamberimiz Aleyhisselam Ebu Âmir Fâsık’ın Uhud’da Müslümanları düşürmek için kazdığı, kazdırdığı çukurlardan birinin içine düştü.
Hz. Ali Peygamberimiz Aleyhisselamın elinden tuttu, Talha b. Ubeydullah da ayağa kaldırıp çukurdan çıkardı.[394]
Ebu Ubeyde b. Cerrah, Peygamberimiz Aleyhisselamın yüzüne batan miğfer halkalarından birisini dişiyle çekip çıkardı, kendisinin ön dişi de çıktı. Öteki halkayı çıkarırken de bir dişi daha çıktı. Bunun için kendisinin ön dişlerinden ikisi eksikti.[395]
Hz. Ebu Bekir der ki:
“Uhud günü halk Resûlullah Aleyhisselamın yanından dağılıp uzaklaştıkları zaman, ben onun yanına yetişenlerden ilki idim.
Arkamdan kuş gibi birisinin de Resûlullah Aleyhisselamın yanına erişmek istediğini gördüm.
O, Ebu Ubeyde b. Cerrah’ti.
Resûlullah Aleyhisselamın miğferinin halkalarından ikisinin iki şakağına battığını görünce, Ebu Ubeyde bana:
‘Senden dilerim Allah aşkına! Benimle Resûlullah Aleyhisselamın arasından sen çekil! Beni bırak da, Resûlullah Aleyhisselamın şakağından halkayı ben çıkarayım!1 dedi.
Halkalardan birisini ön dişlerinden birisiyle çekip çıkarırken, bir dişi çıktı. Sonra Resûlullah Aleyhisselamın öteki yanağına baktı. Yine, bana:
‘Allah aşkına! Benimle Resûlullah Aleyhisselamın arasından sen çekil!’ dedi.
Halkalardan ikincisini de ön dişlerinden ikincisiyle çekip çıkarırken, ikinci dişi çıktı. Bunun için Ebu Ubeyde b. Cerrah’ın iki dişi eksikti.”[396]
Peygamberimiz Aleyhisselam yüzünün kanını silerken:
“Kendilerini Rablerine imana davet ederken peygamberlerinin yüzünü kana bulayan bir kavim nasıl felah bulur?” diyerek şikayetlenince, Yüce Allah, indirdiği âyetlerde:
“Ey Resûlüm! Kulların işinden hiçbir şey sana ait değildir. Allah ya onların tevbelerini kabul eder, ya da onları-zalim oldukları için-azaplandırır.
Göklerde ne var, yerde ne varsa, hepsi Allah’ındır. O kimi dilerse yarlıgar, kimi dilerse azaplandırır. Allah çokyarlıgayıcı ve esirgeyicidir” (Âl-i İmran: 128-129) buyurdu.[397]
Uhud savaşında Peygamberimiz Aleyhisselamın yüzüne kılıçla yetmiş defa vurulmuş, hepsinde Yüce Allah onun zararından Peygamberimiz Aleyhisselamı korumuştur.[398]
Uhud günü Peygamberimiz Aleyhisselamın dişi kırıldığı ve yüzü yaralandığı zaman, bu Ashab-ı Kiramın son derecede ağırına gitti ve onlar:
“Kureyş müşriklerine beddua etsen, ilensen!” dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Ben lânetleyici olarak gönderilmedim. Fakat, doğru yola davet edici ve rahmet olarak gönderildim.
Allah’ım! Kavmime doğru yolu göster! Çünkü onlar bilmiyorlar!” diyerek dua etti.[399]
Abdullah b. Mes’ud der ki:
“Peygamber Aleyhisselamı o halde görünce, kendisinin vaktiyle anlatmış olduğu peygamberlerden bir peygamberi; kavmi tarafından vurulup kan içinde bırakılan, öyle iken de hem yüzünü eliyle silen, hem de ‘Allah’ım! Kavmimi bağışla! Çünkü onlar bilmiyorlar!’ diyen peygamberi gözümle görür gibi oldum .”[400]
Sehl b. Sa’d da:
“Peygamber Aleyhisselam, ‘Allah’ım! Kavmimi bağışla! Çünkü onlar bilmiyorlar!’ diyerek dua etti” demiştir.[401]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Allah’ın gazabı, Allah’ın Peygamberinin yüzünü yaralayan kavim hakkında şiddetlendi!” buyurduğu zaman.[402] Sa’d b. Ebi Vakkas:
“Vallahi, kardeşim Utbe b. Ebi Vakkas’ı öldürmek için gösterdiğim hırs kadar, hiçbir kimseyi öldürmeye hırs göstermedim!” demiştir.[403]
Ka’b b. Malik’in Peygamberimiz Aleyhisselamı Sağ Salim Görüp Müslümanlara Seslenişi
“Muhammed öldürüldü!” şayiası üzerine Müslümanlar bozguna uğradıktan sonra[404] Peygamberimiz Aleyhisselamın sağ olduğunu ilk gören kişi Ka’b b. Malik olup, demiştir ki:
“Onun miğferinin altından gözlerinin parıldadığını görünce hemen tanıdım ve en yüksek sesimle,[405] ‘Ey Müslümanlar topluluğu![406] Ey Ensar topluluğu![407] 5evininiz![408] İşte, Resûlullah Aleyhisselâm![409] Sağdır ve öldürülmemiştir[410] diyerek seslendiğimde, o bana ‘Sus!1 diye işaret verdi.”[411]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Übeyy b. Halef’i Yaralayışı ve Öldürüşü
Peygamberimiz Aleyhisselam, yanında Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Ali, Talha b. Ubeydullah, Zübeyr b. Avvam, Haris b. Sımme ve Müslümanlardan bir toplulukla birlikte Uhud dağı eteğine yürüyerek gittiği sırada idi ki,[412] Übeyy b. Halef:
“Ey Muhammedi Sen kurtulursan, ben kurtulmam!” diyerek seslendi.
Müslümanlar
“Ya Rasûlallah! Şunun üzerine bizden birisi atılsın mı?” diye sordular.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Bırakın, gelsin o!” buyurdu.
Übeyy b. Halef yaklaştığı zaman, Peygamberimiz Aleyhisselam Haris b. Sımme’den kargısını alıp, puğur devenin silkinmesi gibi silkindi ve onları devenin silkinip sırtından sinekleri uçurttuğu gibi başından dağıttı.[413]
Peygamberimiz Aleyhisselam davranınca, Übeyy b. Halef dönüp kaçmaya başladı.
Peygamberimiz Aleyhisselam ona:
“Eyyalancı! Nereye kaçıyorsun!?” buyurdu.[414]
Ve onu boynundan, miğferle zırh gömleğinin yakası arasındaki yerinden mızrakla vurup hafifçe yaraladı.
Übeyy b. Halef, öküz böğürür gibi böğürerek atından yere düştü, yuvarlandı.[415] Kendisinin kaburga kemiklerinden bazısı da kırıldı.[416]
Übeyy b. Halef müşriklerin yanına döndüğü zaman:
“Vallahi, Muhammed beni öldürdü!” dedi.
Müşrikler:
“Vallahi, senin korkudan yüreğin gitmiş![417] Sendeki yaranın hiç önemi yok![418] Eğer sendeki yaranın aynısı herhangi birimizde olsaydı, bize hiçbirzararvermezdi, biz ona hiç aldırış etmezdik!” dediler.[419]
Fakat Übeyy b. Halef:
“Vallahi, o benim üzerime tükürse bile yine beni öldürür![420] Lât ve Uzzâya yemin ederim ki; eğer bende olan bu yara Zülmecaz Panayırı halkında olsaydı, hepsi de çoktan ölüp giderierdi.[421]
Hatta bütün Rebia ve Mudar kabileleri halkı da olsa, hepsini öldürürdü bu![422]
O; ‘Seni ben öldüreceğim!1 dememiş miydi?” dedi.[423]
Übeyy b. Halef Mekke’de Peygamberimiz Aleyhisselamla karşılaştıkça:
“Ey Muhammed? Benim öyle bir atım var ki, ona her gün onaltı ölçek darı yemi yediriyorum. Bir gün o ata biner, seni öldürürüm!” derdi.
Peygamberimiz Aleyhisselam da:
“Hayır! Belki, inşaallah ben seni öldürürüm!” buyururdu.[424]
Übeyy b. Halef kurtulmalık akçesini öderken de bu sözünü aynen tekrarladığı gibi, Peygamberimiz Aleyhisselam da Mekke’de ona söylediğini aynen tekrarlamıştır.[425]
Übeyy b. Halef Uhud’da Peygamberimiz Aleyhisselamın hayatına son vermek için and içen müşrikler arasında idi.[426]
Allah düşmanı Übeyy b. Halef, Kureyş müşrikleriyle Mekke’ye dönerken, Mekke’ye altı mil uzaklıktaki Şerifte öldü.[427]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Yüzünün Kanının Mihras Suyu ile Yıkanışı ve Müşriklerin
Kendilerinden Yukarıya Çıkmalarına Meydan Vermemesi İçin Allah’a Dua Edişi
Peygamberimiz Aleyhisselam sahabileriyle bitlikte Uhud boğazında bulundukları sırada, Hz. Ali kalkanına Mihras suyundan doldurup Peygamberimiz Aleyhisselama getirdi.[428]
Peygamberimiz Aleyhisselam o suyun rengi ve tadı bozuk olduğu,[429] onda bir koku da hissettiği için, ondan içmedi. Yüzünün kanı onunla yıkandı ve başına da o sudan döküldü.[430]
O sırada, Kureyş müşriklerinden Halid b. Velid’in kumandası altındaki atlı[431] bir topluluk Uhud kayalıklarına doğru çıkmaya başlayınca,[432] Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Allah’ım! Onları üstümüzde bulundurma!” diyerek, onlara bu imkânı vermemesini Allah’tan diledi.[433]
Hz. Ömer ile bazı Müslümanları onlara doğru dönderdi.[434]
Onlar, attıkları taşlaria,[435] oklarla müşrikleri geri çevirdiler.[436] Dağdan indirdiler.[437] Rivayete göre; müşrikler dağa çıkmaya başlayınca, Peygamberimiz Aleyhisselam Sa’d b. Ebi Vakkas’a:
“Geri çevir şunları!” buyurmuştu.
Sa’d b. Ebi Vakkas:
“Yanımda bir tek okum var. Onları bir tek okumla nasıl gerileteyim?” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam emrini üç kere tekrarlayınca, Sa’d b. Ebi Vakkas ok çantasındaki bir tek oku alıp müşriklere attı ve onlardan birisini öldürdü.
Sa’d b. Ebi Vakkas derki:
“Sonra ok çantama elimi sokup bir ok aldım ki, onun atmış olduğum ok olduğunu tanıdım. Onu attım, bir adam daha öldürdüm!
Sonra bir ok daha aldım ki, onun da atmış olduğum ok olduğunu tanıdım. Onu da atıp bir adam daha öldürdüm.
Bunun üzerine müşrikler oldukları yerlerinden aşağı inmek zorunda kaldılar.
Kendi kendime:
‘Bu, mübarek bir oktur!’ dedim. Onu hep ok çantamda bulundurdum.”
Bu ok, Sa’d b. Ebi Vakkas’ın vefatına kadar kendisinin yanında, vefatından sonra da oğullarının yanında kaldı.[438]
Müşrikleri dağdan indiren Müslümanlar arasında Ebu’d-Derdâ da gösterdiği yararlılıkla Peygamberimiz Aleyhisselamın hoşnutluğunu kazanmış bulunuyordu.[439]
Talha b. Ubeydullah’ın Peygamberimiz Aleyhisselamı Uhud Kayalığına Sırtında Çıkarışı
Zübeyr b. Avvatm’cian rivayet edildiğine göre; Peygamberimiz Aleyhisselam Uhud kayalığındaki bir kayanın üzerine çıkmak için ayağa kalkmak istedi ise de, yaralarından dolayı dermansız kaldığı, sırtında da iki kat zırh gömleği bulunduğu için, kalkmaya güç yetiremedi. Ancak Talha b. Ubeydullah’ın sırtında kayanın üstüne çıkıp oturdu.
Talha b. Ubeydullah yapması gereken şeyi yaptığı zaman, Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Talha Cenneti hak etti!” buyurdu.[440]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Öğle Namazını Oturarak Kılışı
Peygamberimiz Aleyhisselam, aldığı yaralardan dolayı, öğle namazını ancak oturarak kıldı.[441] Müslümanlarda, namazlarını Peygamberimiz Aleyhisselamın arkasında oturarak kıldılar.[442]
Yüce Allah’ın Müslümanları Uyutup Dinlendirişi
Zübeyr b. Avvam derki:
“Uhud’da korkunun üzerimize en çok çöktüğü bir sırada, ben Resûlullah Aleyhisselamın yanında idim.
Derken, Allah bize bir uyku verdi.
Mü’minlerden bir kimse yoktu ki, çenesi uykudan göğsüne eğilmiş, düşmüş olmasın!
Ben uyuklarken, rüya görür gibi, Muattib b. Uşeyr’in:
‘Peygamberin va’dettiği ilahî yardım ve zaferden bize bir nasip verilseydi, biz şuracıkta öldürülmezdik!1 dediğini de işitmiş, ezberlemişimdir.”[443]
Ebu Talha da Uhud günü kendilerini uyku saranlar arasında olup, uyurken iki-üç kere kılıcı yere düşmüş:[444]
“Başımı kaldırıp baktığım zaman, hiçbir kimse görmedim ki, kalkanının altında uzanıp uykuya dalmış olmasın!” demiştir.[445]
Bu uyku ancak mü’minleri sarmıştı. Münafıkların ve şüphecilerin ise gözlerine uyku girmemişti. Onlar o sırada hep düşünüyor, müşriklerin gelip kendilerini öldürmelerinden korkuyorlardı.[446]
Müşriklerin Müslüman Cesetlerine İşkence Yapmaları
Ebu Süfyan’ın zevcesi Hinci binti Utbe ve yanındaki kadınlar, Müslüman cesetlerinin kulaklarını ve burunlarını kestiler. Hatta, Hind binti Utbe şehitlerin kesilen kulaklarından ve burunlarından halhallar, gerdanlıklar ve küpeler yaptı.
Ayrıca, Hz. Hamza’nın çıkanları ciğerinden dişleriyle kopardığı bir parçayı çiğneyip yutmaya çalıştıysa da, yutamadı, ağzından dışarı attı.[447]
Ebu Süfyan’ın Ebu Âmir (Fâsık)’la Harb Meydanında Dolaşması
Ebu Süfyan:
“Ey Kureyş topluluğu! Muhammedi öldüren hanginizdi?” diyerek sormuş, İbn Kamia da:
“Onu ben öldürdüm!” deyince, Ebu Süfyan:
“Senin koluna, Acemlerin (İranlıların) kahramanlarına yaptıkları gibi pazuband takacağız!” demişti.
Ebu Süfyan Ebu Âmirle birlikte harp meydanında ölüler arasında “Muhammed’in cesedini görebilir miyiz?” diye dolaşırken, Hârice b. Zeyd’in cesedine rastladılar.
Ebu Amir
“Ey Ebu Süfyan! Bu ölüyü biliyor musun, kimdir?” diye sordu.
Ebu Süfyan:
“Hayır! Bilmiyorum” dedi.
Ebu Âmir
“Bu, Hârice b. Zeyd’dir. Hazrecîlerin seyyidi ve ulu kişisidir” dedi.
Hârice b. Zeyd’in cesedinin yanında Abbas b. Ubâde’nin cesedine rastladılar.
Ebu Âmir
“Bu da, İbn Kavkal’dır. Eşraftandır” dedi.
Sonra Zekvan b. Abdi Kays’a rastladılar.
Ebu Âmir
“Bu da, onların seyyidlerinden, ulu kişilerindendir” dedi.
Ebu Âmir oğlu Hanzale’nin cesedine rastlayınca, Ebu Süfyan Ebu Âmir’e:
“Kimdir bu, Ebu Âmir?” diye sordu.
Ebu Âmir
“Bu, bence, buradakilerin en şerefli olanıdır. Bu, Ebu Âmirin oğlu Hanzale’dir” dedi.[448]
Ebu Âmir Hanzale’nin göğsünü ayağıyla teperek, “Sen iki dine [ikinci dine] girmekle felâkete uğradın.
Ben senin vurulup düştüğün bu yere kadar gelmiş bulunuyorum, ey şeref kirletici oğul! Eğer sen evlatlık vazifesini yapmış, babanın sözünü dinlemiş olsaydın, hiç şüphesiz, Allah seni yaşatır, öldürmezdi” dedi.[449]
Ebu Âmir, Hz. Hamza ile Abdullah b. Cahş’ın cesetlerine yapılanları gördükten sonra Hanzale’nin cesedinin başında durdu ve Peygamberimiz Aleyhisselamı kastederek:
“Eğer seni şu adamdan alıkoyabilseydim, şu vurulup düşmekten tutmuş, alıkoymuş olurdum.
Vallahi, sen sağlığında en iyi huylu idin. Ölün de, arkadaşlarının ve onların en şereflilerinin yanında bulunmuştur.
Eğer Allah şu ölüyü [Hz. Hamza’yı] yahut Muhammed’in ashabından herhangi birisini hayırla mükâfatlandı rırsa, seni de hayırla mükâfatlandırsın!
Ey Kureyş toplulukları! Sakın Hanzale’nin uzuvlarını kesmeyin. Siz bana aykırı davranırsanız, ben de size aykırı davranırım” dedi.
Diğer Müslüman şehitlerin kulak ve burunları kesilirken Hanzale bırakıldı, onun kulak ve bumu kesilmedi.[450]
Huleys b. Zebban’ın Ebu Süfyan’ı Kınaması
Ebu Süfyan Hz. Hamza’nın cesedine rastlayıp avurduna kargısının dipçiğiyle vurarak:
“Ey azgın! Çek azgınlığının cezasını!” dediği sırada, Ehâbiş’in lideri Huleys b. Zebban gördü ve:
“Ey Kinane oğulları! Şu Kureyş lideri-gördüğünüz gibi-kendisini savunmaya güç yetiremeyecek et
yığını halindeki amcasının oğluna bakın ne yapıyor?!” diyerek seslendi. Bunun üzerine, Ebu Süfyan: “Yazıklar olsun sana! Benden gördüğün şu davranışı aman gizli tut! Bu, bir sürçme ve yanılgıdır,
oldu bir defa” dedi.[451]
Ebu Süfyan’ın Peygamberimiz Aleyhisselamın Sağ Olup Olmadığı Hakkında Kuşkuya Düşmesi
Ebu Süfyan:
“Muhammed’in vurulup düştüğü yeri göremedik! Eğer o öldürülmüş olsaydı, görürdük! Demek ki, İtin Kamia yalan söylemiş!” dedi.
Ebu Süfyan Halid b. Velid’e rastlayınca:
“Senin kanaatince, Muhammed öldürülmüş müdür?” diye sordu.
Halid b. Velid:
“Ben onu ashabının bazıları arasında dağa çıkarlarken gördüm!” dedi.
Ebu Süfyan:
“Gerçek olan budur! İbn Kamia’nın onu öldürdüğünü söylemesi yalandır!” dedi.[452]
Ebu Süfyan Uhud’dan ayrılıp gitmek istediği ve Müslümanlarda Uhud dağının göğsünde bulunduğu sırada, kızıl, karamtırak bir kısrak üzerinde olduğu halde Müslümanların yakınına doğru geldi.[453]
Üç kere:
“Topluluğunuzun içinde Muhammed var mı?” diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Cevap vermeyiniz ona!” buyurdu.
Ebu Süfyan, yine üç kere:
“Topluluğunuzun içinde Ebu Kuhâfe’nin oğlu var mı?” diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Cevap vermeyiniz ona!” buyurdu.
Ebu Süfyan yine üç kere:
“Topluluğunuzun içinde Hattatı’in oğlu Ömer var mı?” diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Cevap vermeyiniz ona!” buyurdu.
Bunun üzerine Ebu Süfyan, arkadaşlarına dönerek:
“Herhalde bunların hepsi de öldürülmüş! Eğer sağ olsalardı, cevap verirlerdi!” dedi.
Hz. Ömer, dayanamayarak:
“Ey Allah düşmanı! Vallahi sen yalan söylüyorsun! İsimlerini saydığın kişilerin hepsi de sağdırlar! Bir gün senin hakkından gelecek gücümüz bakidir” dedi.[454]
Ebu Süfyan:
“Ey Ömer! Sen biraz bana doğru gelsen a!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. Ömer’e:
“Git, gör nedir onun derdi?” buyurdu.
Hz. Ömer ona doğru varınca, Ebu Süfyan:
“Ey Ömer! Sana Allah adına and veriyorum: Biz Muhammedi öldürdük mü?” diye sordu.
Hz. Ömer:
“Vallahi, hayır! Öldürmediniz! Şimdi o senin söylediklerini dinliyor![455]
İşte Resûlullah Aleyhisselam! İşte Ebu Bekir! İşte Ömer! Hepimiz sağız!” dedi.[456]
Ebu Süfyan:
“Sen bence İbn Kamia’dan daha doğru sözlü ve daha iyisindir![457]
Siz öldürülmüş olanlarınızın içinde burunları ve kulakları kesilmiş bazı kimseler bulacaksınız![458]
Ben bunu emretmedim. Bununla birlikte, bu bana, bize fena da görünmedi.[459]
Vallahi, ben buna ne razı oldum, ne de kızdım. Ben bunu ne emrettim, ne de nehyettim.[460]
Bu, bizim ileri gelenlerimizin reyleriyle olmamıştır.[461] Bunun Cahiliye gayretinden ileri gelen birşey olduğunu anladık, öyle olunca da, onu pek de fena görmedik![462]
Harp talihi sıra iledir Kuyunun iki kovası gibi, biri iner, biri çıkar!
Bu Uhud günü de o günün [Bedir gününün] karşı lığıdir![463]
Yüce ol Hübel! Yüce ol Hübel!” dedi.[464]
Peygamberimiz Aleyhisselam, ashabına:
“Ona cevap vermeyecek misiniz?” buyurdu.
“Yâ Rasûlallah! Ne şekilde cevap verelim?” diye sordular.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“‘Allah en Yücedir! Allah en Yücedir!’ deyiniz” buyurdu.[465]
Hz. Ömer:
“Biz sizinle bir değiliz: Bizim ölenlerimiz Cennette, sizin ölenleriniz Cehennemdedir!” dedi.[466]
Ebu Süfyan:
“Bu, sizin sözünüzdür![467] Bizim Uzzâ’mız var, sizin Uzzâ’nız yoktur!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Ona cevap vermeyecek misiniz?” buyurdu.
“Yâ Rasûlallah! Ne şekilde cevap verelim?” dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“‘Allah bizim Mevlâmızdır! Sizin Mevlânız yoktur!’ deyiniz” buyurdu.[468]
Ebu Süfyan ve yanındakiler, Uhud’dan ayrılır, uzaklaşırken:
“Gelecek yıl buluşup çarpışma yerimiz Bedir’dir” diyerek seslendiler.
Peygamberimiz Aleyhisselam ashabından birisine (Hz. Ömer’e):
“‘Olur! Gelecek yıl Bedir bizim ve sizin buluşma ve çarpışma yerimizdir’ de!” buyurdu.[469]
Müşriklerin Uhud’dan Ayrıldıktan Sonra Ne Yapacakları Hakkında Bilgi Edinmek İstenilişi
Müşrikler Uhud’dan ayrılıp gitmiş iseler de, Peygamberimiz Aleyhisselam onların geri dönmeyeceklerinden emin değil, endişede idi.[470] Bunun için, Hz. Ali’ye:
“Git! Müşrikleri takip et. Bak bakalım: Onlar ne yapmak istiyorlar?
Eğer onlar develerine biniyor ve atlan yedeklerine alıyorlarsa, Mekke’ye dönmek istiyorlardır.
Eğer atlara biniyorve develeri önlerinde sürüp götürüyor!arsa, onlar Medine üzerine yürümek istiyorlardı r.
Varlığım Kudret Elinde bulunan Allah’a yemin ederim ki, Medine üzerine yürüyecek olurlarsa, ben de arkalarından varır, kendilerini cezalandırırım” buyurdu.
Hz. Ali derki:
“Ne yapıyorlar bir bakayım diye müşrikleri izledim. Onlar atlan yanlarına aldılar ve develeri binek edindiler. Mekke’ye doğru yönelip gittiler.”[471]
Müşriklerin Revha’dan Geri Dönüp Peygamberimiz Aleyhisselamın Sağ Kalan Sahabilerini de
Yok Etmeye Kalkışmaları
Ebu Süfyan ordusuyla birlikte Mekke’ye gitmek üzere Uhud’dan ayrıldığı ve Revha’da konakladığı sırada, Medine’ye dönmeye kalkıştılar ve kendi kendilerine:
“Muhammed’in sahabilerini, en şerefli ve yiğit adamlarını öldürdüğümüz halde, onların tamamıyla köklerini kurutmadan Mekke’ye dönüp gideceğiz ha?!
Andolsun ki, geri dönüp onlardan kalanlarının da üzerine saldıracak, kendilerinden kurtulacağız!” dediler.[472]
Safvan b. Ümeyye b. Halef
“Sakın ha, bunu yapmayın! Çünkü, onlar bize çok kızgındırlar. Korkarız ki, hiç çarpışmadıkları bir çarpışmayla çarpışırlar!” dedi.[473]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Safvan b. Ümeyye’nin bu sözünü işittiği zaman:
“Salvan, reşîd olmadığı halde, onları irşad etmiştir!” buyurdu.[474]
O zaman müşrikler arasında bulunan Amr b. Âs’a göre, müşriklerden bazıları:
“Mekke’ye dönüp gidersek, zafer ve galebe bizde olur” dediler.
Evs ve H azrec halkından olan, Müslümanların üçte biri kadar bir topluluğun, Abdullah b. Übeyy b. Selûl ile birlikte Medine’ye geri gittikten sonra, gittiklerine pişman olup geri dönerek kendilerine saldırmayacaklarından da emin değillerdi.
Aralarında bir hayli yaralılar da vardı. Umumiyetle süvariler ve süvari atları da, atlan oklarla yaralanmış bulunuyordu.[475]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Sa’d b. Rebi’ Hakkında Bilgi İstemesi
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Sa’d b. Rebi’in ne yaptığına, onun canlılar arasında mı, yoksa ölüler arasında mı bulunduğuna, benim için kim gidip bakar?[476] Kim bana ondan bir haber getirir?” diye sordu.[477]
Ensardan bir zât:
“Yâ Rasûlallan! Sa’d’ın ne yaptığına, senin için ben gider bakarım!” dedi ve gitti.
Onun ölülerin arasında, yaralı ve ölmek üzere bulunduğunu gördü.
Kendisine:
“Resûlullah Aleyhisselam senin diriler içinde mi, yoksa ölüler içinde mi bulunduğuna bakıp kendisine haber götürmemi bana emir buyurdu” dedi.
Sa’db.Rebi1:
“Ben artık ölüler arasındayım! Resûlullah Aleyhisselama selamımı ilet! Ve kendisine:
Sa’d b. Rebi’, Allah seni bizden dolayı, ümmetini doğru yola kılavuzlayan bir peygamber olarak en hayırlı, en üstün bir mükâfatla mükâfatlandırsın!1 diyor, de.[478]
Kavmine (Ensara) de, selamımı ilet[479] Onlara da:
Sa’d b. Rebi’, size, ‘Allah! Allah! Siz Akabe gecesinde Resûlullah Aleyhisselamı korumak üzere muahede yapmadınız mı?![480] Gözleriniz kımıldarken Peygamberiniz Aleyhisselama düşmanlar tarafından zarar vermeye yol bulunursa, Allah katında sizin için ileri sürülebilecek hiçbir mazeret bulunmaz!’ diyor, de!” dedi.
Aramaya gidip gelen zât Sa’d b. Rebi’in söyleyeceklerini söyledikten sonra dünyaya gözlerini kapadığını haber verdi.[481]
Zeyd b. Sabit’e göre; Sa’d b. Rebi1, Peygamberimiz Aleyhisselama “Yâ Rasûlallah! Ben artık Cennetin kokusunu almaya, bulmaya başladım!” dediğinin de haber verilmesini istemiştir.[482]
Peygamberimiz Aleyhisselam kıbleye döndü ve:
“Allah’ım! Ondan razı ol!” diye dua etti[483] ve:
“Allah Sa’d’a rahmet etsin! O, diri olarak da, ölü olarak da Allah ve Resûlü için halkı öğütleyici olmuştur” buyurdu.[484]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Hz. Hamza’nın Vurulup Düştüğü Yeri Sorması
Müşrikler Uhud’dan çekilip gittikten sonra, başta Peygamberimiz Aleyhisselam olmak üzere, Müslümanlar şehitlerin yanına vandılar.[485]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Hamza’nın şehit düştüğü yeri göreniniz var mı?” diye sordu.
Birzât
“Halkın bozulup çarpışmaktan yüz çevirdikleri sırada, şu ağaçların yanında, Hamzayı:
‘Ben Allah’ın ve Resûlünün arslanıyım!
Allah’ım! Şu Ebu Süfyan’la arkadaşlarının başa getirdikleri kötülüklerden uzak durur, Sana sığınırım!
Şu Müslümanların yaptıkları bozgunculuklardan dolayı da Senden özür ve af dilerim’ derken gördüm” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam Hz. Hamza’nın cesedine doğru ilerledi. Yanına varıp da cesedinin kesilip biçildiğini görünce dayanamadı, hıçkırarak ağladı.[486]
Hz. Hamza’nın cesedi, karnı yarılıp ciğeri çıkarılmış,[487] burnu ve kulakları kesilmişti.[488]
Peygamberimiz Aleyhisselam Hz. Hamza’nın cesedinin başında durunca:
“Hiçbir zaman, bir daha seninki gibi bir musibete uğranmayacaktır. Hiçbir yer de, şu durduğum yer kadar beni kızdırıcı olmamıştır.
Cebrail bana geldi de, ‘Hamza b. Abdulmuttalib yedi kat gökler halkı içinde Allah’ın ve Resûlünün arslanıdır, diye yazılıdır’ dedi.
Andolsun ki, Allah Kureyşîlere karşı beni muzaffer kılacak olursa, ben de onlardan otuz ölüye böyle yapacağım![489]
Eğer benim gördüğüm şeyleri görünce Safiyye binti Abdulmuttalib’i üzmek ve benden sonra da bir sünnet ve âdet olmak korkusu olmasaydı, Hamza’nın cesedini gömmez, yırtıcı hayvanların karınlarına ve kuşların kursaklarına girsin diye olduğu gibi bırakırdım.[490]
Eğer Safiyye içinde bir üzüntü hissetmeyecek olsaydı, Hamzayı kurtlar kuşlar yesin de Kıyamet günü onların karınlarından haşredilsin diye, defnetmez, olduğu gibi bırakırdım!” buyurdu.[491]
Müslümanlar da, Peygamberimiz Aleyhisselamın amcasına yapılanlara son derece üzüldüğünü ve müşriklere kızdığını gördükleri zaman:
“Vallahi, eğer Allah bizi herhangi bir zamanda onlara galip kılarsa, Araplardan hiçbir kimseye yapılmadık bir şekilde onların burun ve kulaklarını keseceğiz!” dediler.[492]
Hz. Safiyye’nin Uhud’a Gelip Hz. Hamza’nın Cesedini Görmek İstemesi
Hz. Safiyye, Hz. Hamza’ya ne yapıldığını görmek için Uhud’a gelmişti.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Zübeyr b. Avvam’a:
“Ananı karşıla ve geri çevir, kardeşine yapılan şeyi görmesin!” buyurdu.
Zübeyr b. Avvam:
“Ey anacığım! Resûlullah Aleyhisselam seni geri çevirmemi bana emir buyurdu” dedi.
Hz. Safiyye:
“Ne için geri çevrileceğim? Ben zaten kardeşimin cesedinin kesilip biçildiğini işitmişimdir.
Bu, ona Allah yolunda yapılmış birşeydir. Biz buna razıyız.
Bunun mükâfatını Allah’tan bekleyeceğim ve inşaallah sabredeceğim!” dedi.
Zübeyr b. Avvam, dönüp annesinin söylediklerini haber verince, Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Öyleyse, serbest bırak onu!” buyurdu.
Hz. Safiyye gidip Hz. Hamza’nın cesedine bakti ve:
“İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn [Biz Allah’ın kuluyuz ve O’na dönücüleriz]” dedi.
Hz. Hamza için Allahtan rahmet ve mağfiret diledi.[493]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Şehit Edildiği Şâyiası Üzerine Medine’nin Çığlıklarla Sarsılışı ve
Ondört Kadının Uhud’a Koşup Gelişi
Enes b. Malik’in bildirdiğine göre; Uhud günü “Muhammed Aleyhisselam şehit oldu!” haberi Medine’de duyulduğu zaman, Medine’nin her tarafı koparılan çığlıklarla çalkalandı.
Müslümanların bozguna uğradığı ve Peygamberimiz Aleyhisselamın şehit edildiği haberi Medine’ye eriştiği zaman, ondört kadın da Uhud’a koşup gelmişti.[494]
Enes b. Malik der ki:
“Uhud savaşında halk bozulup dağıldıkları zaman, Âişe binti Ebu Bekir ile Ümmü Süleym binti Milhan’ı gördüm. Arkalarında su kırbalarıyla çabuk çabuk su taşıyorlar, yaralıların ağızlarına su boşaltıyorlardı.
Kırbaları boşaldıkça hemen geri dönüp geliyorlar, kırbalarını doldurduktan sonra acele gidip yaralıların ağızlarına boşaltıyorlardı.”[495]
Uhud’da Kabirler Kazılıp Şehitlerin Gömülüşü
Peygamberimiz Aleyhisselam, Uhud şehitlerinin, üzerlerindeki demirden ve deriden olan şeylerin soyularak kanlan ve elbiseleriyle gömülmelerini emir buyurdu.[496]
Uhud şehitlerinin sayısı çok, üzerlerindeki elbiselerinin üzerine sarılacak elbise azdı.[497]
Zübeyr b. Avvam derki:
“Annem, yanında getirdiği iki hırkayı çıkarıp, ‘Bunları kardeşim Hamza’ya kefen olarak sarasınız diye getirdim1 dedi. Onları alıp Hamza’ya kefen olarak sarmak üzere, yanına gittik.
Hamza’nın yanında Ensardan birisinin de şehit olduğunu görünce, Hamzaya iki hırkayı sarıp Ensarîyi kefensiz bırakmaktan utandık. ‘Hırkanın birisi Hamza’ya, öbürü de Ensarîye kefen olsun’ dedik.
Hırkanın birisi büyük, diğeri küçüktü. Bunun için de, aralarında kura çektik.”[498]
Hz. Hamzaya sarılan büyük hırka Hz. Hamza’ya kısa geldiğinden, baş taraflna çekilince ayakları açıldı, ayaklarına çekilince de baş tarafı açıldı.
Peygamberimiz Aleyhisselam hırkanın baş tarafına çekilmesini, ayaklarının ızhır otuyla kapanmasını emir buyurdu.
Peygamberimiz Aleyhisselam, başını kaldırınca, ashabın ağladıklarını gördü. Ve onlara:
“Ne için ağlıyorsunuz?” diye sordu.
“Yâ Rasûlallah! Amcanı saracak geniş bir kefen bulamadığımız için!” dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Halkın kasaba, köy ve çiftliklere gidecekleri, oralarda bol refah içinde yaşayacakları ve ev halklarına da:
‘Siz de bizim yanımıza geliniz! Siz ne diye çekirgelik, ağaçsız yerde duruyorsunuz?1 diye yazı yazacakları, haber salacakları bir zaman da gelecektir!
Bilseler, onlar için Medine daha hayırlı idi” buyurdu.[499]
Uhud savaşında, Müslümanlardan şehit olanlar da,[500] yaralananlar da çok sayıdaydı.[501]
Yaralıların yaralarının ağrıları şiddetlenince,[502] Peygamberimiz Aleyhisselama şikâyet yollu:
“Yâ Rasûlallah! Şehit olan her insan için çukur ve (kabir) kazmak çok zor olacak![503] Onların gömülmeleri hususunda ne buyurursun?” dediler.[504]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Çukur (kabir) kazınız ve genişçe kazınız.
Şehitlerden ikisini veya üçünü bir kabre yanyana koyunuz” buyurdu.
“Yâ Rasûlallah! Bir kabre konulacaklardan, hangisini önce koyalım?” diye sordular.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Kur’ân’ı daha çok bilenleri daha önce koyunuz” buyurdu.[505]
Böylece, şehitlerden Kufân-ı Kerîm’i daha çok bilenler kabre önce indirilmek suretiyle, ikisi, üçü yan yana konuldular.[506]
Hz. Hamza’yı kabre Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Ali ve Zübeyr b. Avvam indirdi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, kabrin başında oturdu.[507]
Abdullah b. Cahş da, Hz. Hamza’nın yanına konuldu.
Hz. Hamza, Abdullah b. Cahş’ın dayısı idi.[508]
Allah onlardan razı olsun![509]
Bir Kabre İkişer Üçer Gömülen Şehitlerden Bazıları
Peygamberimiz Aleyhisselam, şehitlerin gömülmesini emrettiği zaman, Amr b. Cemuh ile Abdullah b. Amr b. Haram hakkında:
“Onlar dünyada bir safta omuz omuza idiler.[510] Birbirlerini severlerdi.[511] Onların ikisini yanyana bir kabre koyunuz!” buyurdu.[512]
Allah onlardan razı olsun!
Hârice b. Zeyd ile Sa’d b. Rebi1 bir kabre birlikte gömüldüler.[513] Allah onlardan razı olsun!
Mücezzer b. Ziyad ile Numan b. Malik ve Abde b. Hashas, bir kabre birlikte konuldular.[514] Allah onlardan razı olsun!
Vehb b. Kâbusu’l-Müzenî’nin cesedinin üzerine örtülen örtü, uzunlamasına onun başına doğru çekilince, bacaklarının yarısına ulaştı. Biraz üzerlik otu toplattırılarak ayaklarının üzerine konuldu. Peygamberimiz Aleyhisselam, Vehb b. Kâbus’un ayak ucuna dikildi ve: “Allah senden razı olsun! Ben de senden razıyım!” buyurdu.[515] Allah ve Resûlullah ondan razı olsun!
Habbab b. Eret derki:
“Mus’ab b. Umeyr Uhud günü şehit olunca, kendisini saracak kısa bir hırkadan başka birşey bulunmadı.
Hırkayı baş tarafına çektik, ayakları açıldı.
Ayaklarına doğru çektik, baş tarafl açıldı.
Resûlullah Aleyhisselam, bize:
‘Hırkayı baş tarafına çekiniz, ayaklarını ızhır otu ile kapatınız!1 buyurduktan sonra, kardeşi Ebu’r-Rum b. Umeyr ile Âmir b. Rebia ve Suvayt b. Harmele’nin Musab b. Umeyri kabre indirmelerini emir buyurdu.[516]
Allah ondan razı olsun![517]
Uhud Şehitlerinin Şehit Düştükleri Yerde Gömülmelerinin Emir Buyuruluşu
Müslümanlardan bazıları şehitlerini Medine’ye taşıyıp Medine’de gömmüşlerdi. Peygamberimiz Aleyhisselam, Müslümanları böyle yapmaktan men etti ve: “Onları vurulup düştükleri yerde gömünüz!” buyurdu.[518]
Uhud Şehitlerinin Sayısı
Ensardan Übeyy b. Kab’ a göre;
Uhud günü Ensardan 64 kişi , Muhacirlerden de içlerinde Hz. Hamza olmak üzere, 6 kişi şehit olmuştur.[519]
Diğer rivayetlere göre;
Muhacir ve Ensardan şehit olanların sayısı 65 idi.[520] 70 veya 74 idi.[521] 70’i Ensardandı.[522]
Belazuri’ ye göre;
Ensar ve Muhacirlerden70 veya 73-74 kişi idi.[523]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Uhud Şehitleri Hakkındaki Müjdeleri
Peygamberimiz Aleyhisselam Uhud şehitlerinin Allah yolunda can verdiklerine Kıyamet günü tanıklık edeceğini[524] ve onların Allah yolunda aldıkları yaraların kanlarının kan renginde, kokularının ise misk kokusunda olarak Mahşere geleceklerini müjdeledi.[525]
Şehitlerin kanlı elbiseleriyle sarılıp gömülmelerini de emir buyurdu.[526]
İbn Abbas tarafından rivayet edilen bir hadis-i şeriflerinde de, Peygamberimiz Aleyhisselam, şöyle buyurmuşlardır
“Uhud’da kardeşlerimiz şehit oldukları zaman, Yüce Allah onların ruhlarını yeşil kuşların içlerine koydu. Onlar, Cennetin ırmaklarından sulanır, meyvelerinden yer, Arşın gölgesinde asılı altın kandillere gidip yuvalanır, tünerler. Onlar, böyle, yiyecek ve içeceklerinin hoşluğunu, güzelliğini görünce:
Keşke Allah’ın bize neler ikram ettiğini kardeşlerimiz bilselerdi de, cihad etmekten çekinmeseler, çarpışmaktan kaçınmasalardı!1 dediler.
Yüce Allah:
‘Tarafınızdan, Ben onlara bu söylediklerinizi tebliğ eder, ulaştırırım!’ buyurup, indirdiği âyetlerde şöyle buyurdu:
‘Allah yolunda öldürülenleri, sakın öldüler sanma! Bilakis, onlar Rableri katında diridirler.
Öyle ki, Allah’ın lütuf ve inayetinden kendilerine verdiği şehitlik mertebesiyle hepsi de sevinerek Cennet nimetleriyle nzıklanıriar. Arkalarından şehitlikle henüz kendilerine katılamayanlar hakkında da: Onlara hiçbir korku yoktur, onlar mahzun da olacak değiller, diye müjde vermek isterler.
Onlar Allah’tan gelen bir nimetle, hatta daha fazlasıyla ve Allah’ın mü’minlere olan mükâfatını zayi etmeyeceği müjdesiyle sevinirler.”1 (Âl-i İmran: 169-171)[527]
Abdullah b. Mes’ud’un Peygamberimiz Aleyhisselamdan rivayetine göre de:
“Yüce Allah Uhud şehitlerine görünüp:
‘Ey kullarım! Canınız neyi çekiyorsa söyleyiniz! Size onu ziyadesiyle tattırayım!’ buyurdu.
Onlar:
‘Ey Rabbimiz! Bize verdiğin nimetlere üstün bir nimet yok ki, isteyelim! Biz, Cennette istediğimiz şeylerden yiyip duruyoruz ya!’ dediler.
Sonra, Yüce Allah, onlara tekrar göründü ve:
‘Ey kullarım! Canınız neyi çekiyorsa söyleyiniz! Size onu ziyadesiyle tattırayım!’ buyurdu.
Onlar, yine:
‘Ey Rabbimiz! Senin bize verdiğin nimetlere üstün bir nimet yok ki, isteyelim! Biz, Cennette istediğimiz şeylerden yiyip duruyoruz ya!’ dediler.
Sonra, Yüce Allah onlara tekrar görünüp:
‘Ey kullarım! Canınız neyi çekiyorsa söyleyiniz! Size onu ziyadesiyle tattırayım!’ buyurdu.
Onlar, yine:
‘Ey Rabbimiz! Senin bize verdiğin nimetlere üstün bir nimet yok ki, isteyelim! Biz, Cennette istediğimiz şeylerden yiyip duruyoruz ya!
Biz, istesek istesek, dünyaya döndürülmemizi ve Senin yolunda çarpışarak tekrar öldürülmemizi isteriz!’ dediler.”[528]
Câbirb. Abdullah derki:
“Resûlullah Aleyhisselam, bana:
‘Ey Câbir! Seni müjdeleyeyim mi?’ diye sordu.
Ben:
‘Evet! Müjdele, ey Allah’ın peygamberi!1 dedim.
Resûlullah Aleyhisselam dedi ki:
‘Baban Uhud’da şehit olunca, Yüce Allah babanı diriltti. Sonra, ona:
‘Ey Abdullah b. Amr b. Haram! Sana ne yapmamı arzu edersin?1 diye sordu.
O da:
‘Ey Rabbim! Beni tekrar dünyaya göndermeni ve Senin yolunda çarpışarak bir kez daha öldürülmemi dilerim!’ dedi.[529]
Yüce Allah:
‘Ben, şehitler geri dönmeyecekler, diye hükmettim!1 buyurdu.[530]
Abdullah b. Amr b. Haram:
‘Öyle ise yâ Rab! Geride kalanlara bunu ulaştır’ dedi.'”
İbn Abdilberr’e göre, Âl-i İmran sûresinin 169-171. âyetleri bunun üzerine nazil oldu.[531]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Varlığım Kudret Elinde olan Allah’a yemin ederim ki, hiçbir mü’min yoktur ki, dünyadan ayrılsın da, bütün dünya ve içindekileri karşısında gündüzden bir saat bile ona dönmeyi arzu etsin! Ancak şehit, dünyaya geri gelip Allah yolunda bir kez daha öldürülmeyi ister” buyurmuştur.[532]
Uhud şehitleri anıldığı zaman, Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Vallahi, ashabımla birlikte ben de şehit olup Uhud dağının dibinde gecelemeyi ne kadar isterdim!” buyururdu.[533]
Peygamberimiz Aleyhisselam, bir hadis-i şeriflerinde de:
“Varlığım Kudret Elinde olan Allah’a yemin ederim ki, ben Allah yolunda öldürülüp sonra diriltilineyi, sonra öldürülüp sonra diri İtilmeyi, sonra öldürülüp sonra diriltilmeyi, sonra öldürülmeyi pek arzu ederdim!” buyurmuştur.[534]
Uhud Şehitlerinin Ziyaret Edilip Selamlanmasının Fazileti
Attaf b. Halid’in sahih bir senedle Peygamberimiz Aleyhisselamdan rivayetine göre; Peygamberimiz Aleyhisselam Uhud meşhedini ziyaret edip:
“Allah’ım! Bu kulun ve resûlün bunların şehit olduklarına ve Kıyamet gününe kadar kendilerini ziyaret eden ve selamlayanların selamlarına mukabelede bulunacaklarına şehadet eder!” buyurmuştur.[535]
Peygamberimiz Aleyhisselam her yıl Uhud şehitlerini ziyaret ederdi. Oraya vardığı zaman, yüksek sesle:
“Sabrettiğiniz için, selam olsun size! Ahiret saadeti ne güzeldir!” (Ra’d: 24) mealli âyeti okurdu.
Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman da böyle yapardı .[536]
Hz. Fâtıma’nın da iki günde, üç günde bir amcası Hz. Hamza’nın kabrini ziyaret ederek orada ağladığı ve dua ettiği,[537] ve kabri düzelttiği de rivayet edilir.[538]
Attaf b. Halid’in halası der ki:
“Hamza’nın kabri yanında hayvanımdan indim. Orada, Allah’ın benim için dilediği kadar namaz kıldım.
Vadide, hayvanımın başını tutup duran uşağımdan başka, ne bir seslenici, ne de ona cevap verici kimse vardı.
Namazımı bitirince, elimle şöylece kabre işaret ederek; ‘Esselâmu aleyküm!1 dedim.
Yerin altından gelen bir sesin selamıma karşılık verdiğini işittim!
Yüce Allah’ın beni yarattığını, geceyi gündüzü nasıl şüphesiz biliyorsam, bunu da öylece biliyorum!
Selamıma karşılık verildiği zaman, tüylerim ürperdi!”[539]
Yine Attaf b. Halid’in, halasından işittiğine göre; halası Uhud şehitliğini ziyaret ettiği ve yanında da binek hayvanının başını tutan iki çocuktan başka kimse bulunmadığı halde Uhud şehitlerini selamladığı sırada, selamına karşılık verildikten sonra:
“Vallahi, biz, birbirimizi tanıdığımız gibi, sizi de tanıyoruz” dediklerini işitince, vücudunun tüyleri ürpermiş ve hemen “Ey çocuk! Katırımı yaklaştır!” deyip katırına binerek meşhedden ayrılmıştır.[540]
Uhud Şehitlerinin İlk Gömüldükleri Kabirlerinden Kırkaltı Yıl Sonra Çıkarılıp Yeni
Kabirlerine Konuluşu
Cabir b. Abdullah der ki:
“Muaviye b. Ebu Süfyan Uhud’da su çıkarmak istediği zaman,[541] ona:
‘Uhud’da, şehit kabirlerinden başka yerden su çıkarmaya güç yetiremeyeceğiz!1 diye cevap yazdılar. Bunun üzerine, Muaviye b. Ebu Süfyan:
‘Şehitlerin kabirlerini açıp, kemiklerini başka bir yere naklediniz!1 diye yazı yazdı.[542] Nihayet, Uhud’da şehitleri gömülü olanların orada hazır bulunmaları Medine’de ilan ettirildi.[543] Amr b. Cemuh ile Abdullah b. Amr b. Haram, Uhud’da bir kabirde gömülü idiler. Kabir açılınca, sanki daha akşam vefat etmiş gibi, cesetlerinin hiç bozul madiği,[544] uyur gibi oldukları görüldü![545]
Onlardan birisi,[546] Abdullah b. Amr b. Haram, Uhud savaşında yüzünden yaralanmış ve o zaman, elini yarasının üzerine koymuş olduğu halde gömülmüştü.[547]
Kendisi yeni kazılan kabre konulurken eli yarasının üzerinden ayrılıp yanına uzatılmak istenilince, yara kanamaya başladı!
Eli eski yerine, yarasının üzerine tekrar konulduğu zaman, kanama dindi, kesildi.[548] Şehitlerin ilk gömüldükleri kabirleri kırkaltı yıl sonra yeni kabirlerine taşınmak üzere açıldığı zaman, misk kokusu gibi bir koku yayıldı.[549]
Uhud şehitleri, sanki uyuyoriarmış gibi, omuzlara alınarak yeni kabirlerine taşındılar.[550] Hatta, taşınırken, Hz. Hamza’nın bir ayağına demir küreğin ucu değmiş ve ayağı kanamıştı .”[551] Cabir b. Abdullah’ın bildirdiğine göre; babasının kabri açılınca, aradan kırkaltı yıl geçmiş olduğu halde, ne yüzüne örtülen örtüde, ne de ayaklarına örtülen üzerlik otunda hiçbir değişiklik olmadığını, aynen eski hallerinde bulunduklarını görmüştür![552]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Uhud’dan Ayrılacağı Sıradaki Duası
Müşrikler Uhud’dan çekilip gittikten[553] ve Uhud şehitlerinin gömülme işleri tamamlandıktan sonra, Peygamberimiz Aleyhisselam atına bindi[554] ve;
“Diziliniz ki, Azîz ve Celîl olan Rabbime hamd ü sena ve dua edeceğim” buyurdu.[555]
Bunun üzerine, sahabiler, Peygamberimiz Aleyhisselamın arkasında saf oldular.
Peygamberimiz Aleyhisselam, şöyle dua etti:
“Allah’ım! Bütün hamdler Sana mahsustur.
Allah’ım! Senin genişlettiğini daraltacak yoktur!
Senin uzaklaştırdığını yaklaştıracak yoktur!
Senin yaklaştırdığını da uzaklaştıracak yoktur!
Senin vermediğini verecek yoktur!
Senin verdiğini de engelleyecek yoktur!
Senin doğrulttuğunu saptıracak yoktur!
Senin saptırdığını da doğrultacak yoktur!
Allah’ım! Bereketlerini, rahmetini, fazlını ve rızkını yay üstümüze!
Allah’ım! Değişmeyen ve kaybolmayan, tükenmez Cennet nimetlerini Senden isterim!
Allah’ım! İhtiyaç gününde Senden nimet, korku gününde de Senden emniyet isterim!
Allah’ım! Bize verdiğin şeyin şerrinden de, vermediğin şeyin şerrinden de Sana sığınırım!
Allah’ım! Bize imanı sevdir ve onu kalbimizde süsle!
Küfrü, fışkı ve isyanı da bize hoş gösterme, sevimsiz göster!
Bizi doğru yola gidenlerden eyle!
Allah’ım! Bizi Müslümanlar olarak öldür!
Bizi Müslümanlar olarak da dirilt ve perişanlıkla fitneye düşmeksizin bizi salih kimselere kavuştur!
Allah’ım! Senin yolundan yüz çeviren ve Peygamberini inkâr eden kâfirleri öldür! Onlara musibet ve azabını ver!
Allah’ım! Kendilerine Kitab verilen ve İslâm’ı kabul etmeyen kâfirleri de öldür! Ey Gerçek İlah!”[556]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Uhud’dan Medine’ye Dönüşü, Sevgi ve Saygı Tezahürüyle
Karşılanışı, Hamne Hatunun Kocasının Şehadeti Haberine Dayanamayarak Feryad Edişi
Peygamberimiz Aleyhisselam, Medine’ye gitmek üzere, Uhud’dan ayrıldı.[557]
Ensar kadınları; Peygamberimiz Aleyhisselamın sağ salim geldiğini görmek için yollara dökülmüşler, bakışıyorlardı.[558]
Mus’ab b. Umeyr’in zevcesi Hamne binti Cahş, Peygamberimiz Aleyhisselamla mücahidleri karşılayan kadınlar arasında bulunuyordu.
Kendisine; kardeşi Abdullah b. Cahş’ın şehit olduğu haberi verildi.
Hamne Hatun:
“İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn=Biz, Allah’ın kullarıyız ve O’na döneceğiz!” dedi, Abdullah b. Cahş için Allah’tan mağfiret diledi.
Bundan sonra, Hamne Hatuna, dayısı Hz. Hamza’nın şehit olduğu haberi verildi.
Hamne Hatun, yine:
“İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn=Biz, Allah’ın kullarıyız ve O’na döneceğiz!” dedi ve Hz. Hamza için Allah’tan mağfiret diledi.
Hamne Hatuna eşi Mus’ab b. Umeyrln şehit olduğu haberi verildiği zaman dayanamayıp feryad edince, Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Kadın için, kocası bir yana, herşey biryanadır![559]
Hamne kardeşinin ve dayısının ölüm haberine dayandı; kocasının ölüm haberine gelince, feryad etti!” buyurdu.[560]
Sümeyrâ Hatunun Peygamberimiz Aleyhisselamı Sağ Salim Görünce Kendi Şehitlerine Üzülmeyişi
Dinar oğulları kadınlarından[561] Sümeyrâ Hatunun iki oğlu Numan b. Abdi Amrve Süleym b. Haris ile,[562] kocası, kardeşi ve babası Uhud’da şehit olmuşlardı.[563]
Bunların şehit oldukları kendisine haber verildiği zaman, Sümeyrâ Hatun:
“Resûlullah Aleyhisselam ne yapıyor? Nasıldır?” diye sormuştu.
Ona:
“Ey filanın anası! O iyidir, Allah’a hamd olsun, senin istediğin gibidir!” dediler.
Sümeyrâ Hatun:
“Onu bana gösteriniz de, ona bir bakayım?” dedi.
Sümeyrâ Hatuna, Peygamberimiz Aleyhisselamı işaretle gösterdiler. Sümeyrâ Hatun, Peygamberimiz Aleyhisselamı görünce:
“Senden (sen sağ olduktan) sonra, her musibet bizim için hiçtir, önemsizdir!” dedi.[564]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Namazlarını Mescidde Kılışı
Peygamberimiz Aleyhisselam kapısının önüne kadar at üzerinde geldi.
Yardım edilmedikçe, attan inemedi.
İki dizinin arızalanmış, tutulmuş olduğu görüldü.
Sa’d b. Muaz ile Sa’d b. Ubâde’ye dayanarak evine girdi.
Güneş batınca, Bilal-i H abeşî ezan okudu.
Peygamberimiz Aleyhisselam, yine Sa’d b. Muaz ile Sa’d b. Ubâde’ye dayanarak Mescide çıktı.
Akşam namazını kıldıktan sonra evine döndü.
Yatsı namazını da Mescidde kıldı.
Hazrec ve Evs kabilelerinin ileri gelenleri, Mescidde Peygamberimiz Aleyhisselamın kapısında, Kureyş müşriklerinden herhangi bir birliğin baskın yapması ihtimaline karşı, Peygamberimiz Aleyhisselamı beklediler.
Sa’db.Ubâde,
Sa’d b. Muaz,
Hubab b. Münzir,
Evs b. Havlî,
Katâde b. Numan,
Abd b. Evs… bekleyenler arasında idi.[565]
Peygamberimiz Aleyhisselamla Hz. Ali’nin Kılıçlarının Kanını Hz. Fâtıma’ya Yıkatmaları ve
Peygamberimiz Aleyhisselamın “Allah Bize Fethi Nasip Edinceye Kadar, Müşrikler Bir Daha Bizi
Bunun Gibi Bir Musibete Uğratamayacaklardır!” Buyuruşu
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. Fâtımaya:
“Ey kızcağızım! Bunun kanını yıka!
Vallahi, bu kılıcım bugün bana sadakat gösterdi, görevini yerine getirdi!” buyurdu.
Hz. Ali de, kılıcını Hz. Fâtimaya uzatıp:
“Bunun da kanını yıka!
Vallahi, bu da bana sadakat gösterdi, görevini yerine getirdi!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. Aliye:
“Sen çarpışmakta nasıl sadakat gösterdinse, andolsun ki, Sehl b. Huneyf de, Ebu Dücâne de, seninle birlikte hakkıyla çarpışmışlardır!
Allah bize fetih nasip edinceye kadar, artık müşrikler bir daha bizi bunun gibi bir musibete uğrata-mayacaklardır!” buyurdu.[566]
Mücahidlerin Yaralarına Bakmayarak Hamrâü’l-Esed Seferine Katılmaları
Peygamberimiz Aleyhisselam, Cumartesi günü Uhud’dan Medine’ye döndükten, Pazar günü sabah namazını Mescidde kıldırdıktan sonra, müezzinine (Bilal-i Habeşiye):[567]
“Resûlullah Aleyhisseiam düşmanınızı takip etmenizi size emrediyor! Dün Uhud’da bizimle birlikte çarpışmada bulunmayanlar gelmeyecek! Ancak çarpışmada bulunanlar gelecekler!” diye seslenerek duyurmasını emir buyurdu.[568]
Peygamberimiz Aleyhisselamın bu tedbire başvurması, müşriklere Müslümanların hâlâ güçlü olduklarını hissettirmek, yenilgiye uğramış olmalarının kendilerini korkutmadığını gösterip onları korkutmak için idi.[569]
Müşrikler her ne kadar Mekke’ye dönmek üzere Uhud’dan ayrılmış iseler de, onların geri dönüp Medine üzerine yürüyebileceklerinden endişelenilmekte idi. Bunun için:
“Düşmanların ardısıra kim gidip onları takip eder?” buyurulunca, bu davete İslâm mücahidlerinden yetmiş kişi hemen icabet etti.[570]
Sa’d b. Muaz, kabilesi olan Abduleşhel oğullarının yanlarına varıp:
“Resûlullah Aleyhisseiam düşmanınızı takip etmenizi size emir buyuruyor” dedi.[571]
Abduleşhel oğullarından[572] Abdullah b. Sehl ile Râfi’ b. Sehl[573] Peygamberimiz Aleyhisselamla
birlikte savaşmışlar ve yaralı olarak da Medine’ye dönmüşlerdi.
Peygamberimiz Aleyhisselamın düşmanı takip için Müslümanları davet ettirdiğini işittikleri zaman: “Resûlullah Aleyhisselamla birlikte olan bir savaşı kaçırır mıyız hiç? Vallahi, bizim için bir binit de
yok! Hem yaralıyız da!?” dedilerse de, yarası diğerine nazaran hafif olan ağır olanı gâh yürüttü, gâh
sırtında taşıdı, düşmanı takip seferinden geri kalmadılar.[574]
Useyd b. Hudayr, yaralarının tedavisiyle uğraşmayı bırakarak:
“Ben Allah’ın ve Resûlünün davetini işittim ve ona boyun eğdim!” dedi ve hemen silahlanıp Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldi.
Sa’d b. Ubâde de, acele hazırlanıp hareket etmelerini Benî Sâidelere emretti. Onlar da, hemen silahlarını kuşanıp geldiler.
Ebu Katâde de, Hurbâ halkına:
“Şu seslenen kişi düşmanınızı takibe çıkmanızı Resûlullah Aleyhisselamın size emrettiğini bildiriyor!” deyince, onlar da yaralarının tedavisini bırakarak silaha sanldılar.[575]
Düşmanı takip için Hamrâül-Esed seferine çıkanların hemen hepsi yaralı idiler
Bu cümleden olarak:
Peygamberimiz Aleyhisselamın rebaiye dişi kırılmıştı. Dudağı, yüzü ve alnı yaralı idi.[576]
Abdurrahman b. Avf, yirmi yerinden,[577]
Talha b. Ubeydullah, yirmidört yerinden,[578]
Hıraş b. Sımme, on yerinden,[579]
Useyd b. Hudayr, ondokuz yerinden,
Kâ’b b. Malik, ondokuz yerinden,
Kutbe b. Âmir, dokuz yerinden,
Tufeyl b. Nûman, onüç yerinden,[580]
Ebu Dücâne, birçok yerlerinden,[581]
Ümmü Umâre Nuseybe Hatun onüç yerinden yaralı idi.[582]
Benî Selimelerden dörtyüz ağır yaralı vardı.
Peygamberimiz Aleyhisseiam, onları görünce:
“Allah’ım! Selime oğullarına rahmet et!” diyerek dua etti.[583]
Sa’d b. Muaz’ın mensup olduğu Abduleşhel oğullarından sağ kalanların hemen hepsi,[584] otuzu yaralı idi.[585]
Bu yaralı mücahidler de, hazırlanıp Ebu İnebe kuyusunun yanında Peygamberimiz Aleyhisselamın safına katıldılar.[586]
Peygamberimiz Aleyhisseiam; düşmanı takibe çıkmalarını mücahidlere emrettiği zaman, baş münafık Abdullah b. Übeyy b. Selûl de:
“Ben de hayvanıma binip seninle birlikte takibe çıkayım mı?” diye sormuştu. Peygamberimiz Aleyhisseiam, ona: “Hayır!” buyurdu.[587]
Peygamberimiz Aleyhisseiam, Mescide girip iki rekat sefer namazı kıldı Mücahidler, Mescidin çevresinde toplanmış bulunuyorlardı.
Takip birliğinin erzakı, Sa’d b. Ubâde tarafından bağışlanan üç deve yükü hurma ile, et ihtiyaçları için yanlarına aldıkları boğazlanacak birkaç deveden ibaretti.[588]
Peygamberimiz Aleyhisseiam, bağlanmış sancağını getirtip Hz. Ali’ye verdi. Sancağını Hz. Ebu Bekir’e verdiği de rivayet edilir.[589]
Peygamberimiz Aleyhisseiam, Medine’de yerine yine İbn Ümmi Mekbum’u vekil bıraktı.[590]
Takip Birliği Hamrâü’l-Esed’de
Peygamberimiz Aleyhisselam; gündüzün odun toplamalarını, gece olunca da herkesin birer ateş yakmalarını emir buyurdu.[591]
Bunun üzerine herkes birer ateş yakınca, beşyüz ateş yandı.
Yanan ateşlerin ışıkları en uzak yerlerden görünür, düşmanları korkutur oldu.[592]
Müşrikler Hamrâü’l-Esed’e gecenin ilk saatlerinde inmişler, sonra da oradan kalkıp gitmişlerdi.
Müşriklerin şairlerinden Ebu Azıe ise, güneş yükselinceye kadar, orada uyuyakalmıştı.
İslâm mücahidleri Hamrâü’l-Esed’e geldikleri zaman uyanıp sağına soluna bakmaya başlamış, Asım b. Sabit onu yakalamıştı.[593]
Ebu Azze:
“Yâ Muhammedi Ben Uhud seferine zorlanarak çıktım. Bakıma muhtaç kızlarım var! Lütfet, beni serbest bırak!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Senin bana evvelce vermiş olduğun kesin söz nerede kaldı?[594]
Vallahi, bundan sonra sen bir daha ellerini yanaklarına süremeyecek ve İki kere Muhammed’i aldattım ve onunla eğlendim1 diyemeyeceksin.[595]
Mü’min bir yılanın deliğinden iki kere sokulmaz, ısırılmaz![596]
Vur boynunu şunun ey Zübeyr!” buyurdu.[597]
Ebu Azze’nin boynunun Asım b. Sabit tarafından vurulduğu da rivayet edilir.[598]
Ma’bed b. Ebi Ma’bed’in Ebu Süfyan’ı Korkutarak Medine’ye Dönmek, Baskın Yapmaktan
Vazgeçirip Ona Mekke Yolunu Tutturuşu
Huzâa kabilesinin Müslümanları ve müşrikleri, Peygamberimiz Aleyhisselamın Tihame bölgesindeki sırdaşları idiler.
Olan biten hiçbir şeyi Peygamberimiz Aleyhisselamdan gizlemezlerdi.
Ma’bed, o zaman, müşrikti.
Uhud musibetinden dolayı, Peygamberimiz Aleyhisselama:
“Ey Muhammedi Vallahi, senin ve ashabının musibete uğramanız bizim çok ağırımıza, gücümüze gitti.
Biz, onların içinde, sana Allahtan afiyet dilerdik?” dedi ve Hamrâü’l-Esed’den ayrılıp yoluna devam etti.
Ma’bed; Revha’da Ebu Süfyan b. Harb ve onunla birlikte olanlara rastladı ki, onlar geri dönüp Peygamberimiz Aleyhisselamla ashabına tekrar saldırmaya azmetmiş bulunuyorlardı.
Ebu Süfyan, Ma’bed b. Ebi Ma’bed’i görünce, ona:
“Ey Mâbed! Arkandakilerden, gerindekilerden ne haber var?” diye sordu.
Ma’bed:
“Muhammed ashabıyla birlikte çıkmış, öyle bir toplulukla sizi arıyor ki, ben şimdiye kadar bunun bir benzerini daha görmemişimdir!
Onlar size karşı öyle kızgınlık ateşiyle yanıyor, diş biliyorlar ki, sorma!
Sizin çarpışma gününüzde ondan geri kalan kimseler de, yaptıklarına pişman olarak toplanmışlar!
Kendilerinde, size karşı, bir benzerini daha görmediğim bir kızgınlık var!” dedi.
Ebu Süfyan:
“Yazıklar olsun sana! Ne söylüyorsun sen?!” dedi.
Ma’bed:
“Vallahi, sen buradan daha ayrılmadan, onların atlarının alınlarını göreceksin!” dedi.
Ebu Süfyan:
“Vallahi, biz onların arkada kalanlarının da köklerini kazımak üzere saldırmaya karar vermiştik!” dedi.
Ma’bed:
“Ben seni bundan men ederim.
Vallahi, gördüğüm şey üzerine, onlar hakkında birkaç beyit söylemekten kendimi alamadım!” dedi.
Ebu Süfyan:
“Söylediğin beyitlerde neler söyledin bakalım?” diye sordu.
Ma’bed:
“Şöyle söyledim!” diyerek okuduğu beyitlerde şöyle dedi:
“Askerlerinin çokluğundan ve gürültülerinin dehşetinden, hayvanım az kalsın yere çökecekti!
Sanki yeryüzünde at ve insan seli akıyor!
Yanlarında, mızrak ve kalkanları bulunmayan, silahsız, bodur ve şanlı arsi anlar koşuyorlardı!
Onların ağırlıklarından yeryüzü ağdıracak sandım!
Acele, yanlarından uzaklaştım.
Onlar, yalnız ve yardımsız bulunmayan liderleriyle yükselmişler!
Onlar, sizinle karşılaşınca, Batha vadisi ve sakinleri ırgalanıp sallanacak!
Yazık oldu, dedim, Harb’in oğlu Ebu Süfyan’a!
Ben güneş altında kavrulan Mekkeliler ve onlardan her düşünen kişi için, sonucun dehşetini haber veren bir uyarıcıyım!
Anlatmaya çalıştığım ordu Ahmed’in ordusudur ki, o düşük ve bayağı insanlardan derlenmem iştir.
Benim tavsiflerim ve uyarılarım boş laflardan ibaret değildir!”
Ebu Süfyan ve yanındakiler, Ma’bed’in şiirini beğendiler ve övdüler.[599]
Ebu Süfyan’la arkadaşlarının kalblerine korku düştü.
Medine’ye dönmekten vazgeçip acele Mekke yolunu tuttular.
Ma’bed b. Ebi Ma’bed, Peygamberimiz Aleyhisselama Huzâalı bir adam göndererek durumu haber verdi.[600]
Ebu Süfyan’ın Mekke’ye Giderken Peygamberimiz Aleyhisselama Tehdit Haberi Salışı
Mekke’ye yöneldiği sırada, Ebu Süfyan’a Abdulkays oğullarından bir kafile rastladı.
Ebu Süfyan, onlara:
“Nereye gitmek istiyorsunuz!” diye sordu.
Abdulkays oğulları:
“Medine’ye gitmek istiyoruz!” dediler.
Ebu Süfyan:
“Ne için gidiyorsunuz?” diye sordu.
Abdulkays oğulları:
“Yiyecek almak için gidiyoruz!” dediler.
Ebu Süfyan:
“Sizi, benim tarafımdan söylenecek sözleri Muhammed’e söylemek üzere elçi olarak göndersem, bu vazifeyi yerine getirince de yarınUkaz panayırında develerinize kuru üzüm yüklesem olur mu?” dedi.
Abdulkays oğulları “Olur!” dediler.
Ebu Süfyan:
“Ona, kavuştuğunuzda haber veriniz ki; biz onun ve ashabının üzerine yürümeye ve köklerini kazımaya karar verdik!” dedi.
Abdulkays oğulları Peygamberimiz Aleyhisselama Hamrâü’l-Esed’de rastlayıp, Ebu Süfyan’ın söylediği sözleri bildirdiler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Hasbünallah ve ni’mel vekîl=Allah bize yeter! O ne güzel VekîTdir![601] Varlığım Kudret Elinde bulunan Allah’a yemin ederim ki; onlar (dediklerini yapmaya kalkacak olurlarsa) Allah tarafından azab alâmeti olarak hazırlanacak taşlara tutulurlar, orada kalıp sabahlarlarsa, geçmiş gün gibi silinir giderlerdi!” buyurdu.[602]
* * *
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hamrâü’l-Esed’de üç gün oturduktan sonra, Medine’ye döndü.[603]
Münafıklarla Yahudilerin Nifak ve Fesada Koyulmaları
Uhud savaşı bir belâ, bir imtihan, herkesin içindekini dışına vurma günü olmuş; mü’mini, münafıkı ayini etmişti.[604]
Münafıklar; Müslümanların şehitlerine ağlayıp sızlamalarını Müslümanları Peygamberimiz Aleyhisselamdan ayırmak için bir fırsat saydılar.
Yahudilerin hıyanet ve yaramazlıkları da açığa çıktı.
Medine’de nifak ve fesad kazanı kaynamaya başladı.
Yahudiler, Peygamberimiz Aleyhisselam hakkında:
“Eğer gerçekten peygamber olsaydı, Kureyş müşriklerini yener, onlara yenilmezdi! Kendisinin hükümdarlıktan, saltanattan başka bir maksadı yoktur!” diyorlardı.
Münafıklarda aynı şeyi söylüyor, yaralı Müslümanlara:
“Bize itaat etmiş olsaydınız, uğradığınız musibete uğramazdınız!” diyorlardı.[605]
Abdullah b. Übeyy b. Selûl ve onunla birlikte olan münafıklar, Peygamberimiz Aleyhisselamla saha-bilerinin yaralanmış olmalarına seviniyorlar, çirkin sözler söylüyorlar, yaygara koparmaktan geri durmuyorlardı.
Abdullah b. Übeyy b. Selûl, Uhud’da yaralanmış olan oğluna:
“Sen benim görüşümü dinlemeyen, gençlerin görüşüne uyan Muhammed’le Uhud’a gitmeşeydin, bu musibete uğramazdın! Vallahi, ben işin bu sonuca varacağını görür gibiydim!” diyor, oğlu Abdullah ise:
“Allah’ın Resûlüne ve Müslümanlara yapmış olduğu şeyde, muhakkak, hayır ve hikmet vardır!” diyerek cevap veriyordu.[606]
Abdullah b. Übeyy b. Selûl’ün Mescidden Kovuluşu
Peygamberimiz Aleyhisselam Medine’ye hicret edip geldikten ve Mescid yapıldıktan sonra, Abdullah b. Übeyy b. Selûl her Cuma günü Mescide gelir, daima Mescidin belli bir yerinde oturur, hiç kimse ona itiraz etmez, kendisinin mevkiine ve kavmine hürmeten, bu hareketi hoş görülürdü.
Peygamberimiz Aleyhisselam Cuma günü Mescidde Müslümanlara hutbe irad edip oturunca, Abdullah b. Übeyy b. Selûl ayağa kalkar ve:
“Ey insanlar! Allah’ın aranızda bulundurup sizi onunla galip ve üstün kıldığı, şereflendirdiği bu Resûlüne yardım ediniz ve saygı gösteriniz! Onun sözlerini dinleyiniz ve kendisine itaat ediniz!” der, otururdu.
Abdullah b. Übeyy b. Selûl, Uhud günü, yapılmayacak şeyi yaptığı, kendisine uyan halk ile geri döndüğü zamana kadar, hep böyle yapardı.
Peygamberimiz Aleyhisselam Hamrâü’l-Esed seferinden döndükten sonra, Cuma günü, Abdullah b. Übeyy b. Selûl yine öteden beri yapmakta olduğunu yapmak için ayağa kalkınca, Müslümanlar elbisesinin eteklerinden çekerek, ona:
“Otur ey Allah düşmanı! Sen buraya lâyık değilsin! Sen yapacağın kötülüğü yaptın!” dediler.[607]
Ebu Eyyub Halid b. Zeyd el-Ensârî ile Ubâde b. Sâmit, orada bulunanların, Abdullah b. Übeyy b. Selûl’e en sert ve katı davrananı idiler.
Muhacirlerden, ona müdahale eden olmadı.
Ebu Eyyub İbn Übeyy’in sakalından tuttu, Ubâde b. Sâmitde boynundan itti ve:
“Sen buraya lâyık değilsin!” dediler.[608]
Abdullah b. Übeyy b. Selûl, ne yapacağını şaşırdı, dışan çıktı.
“Sanki ben büyük bir kabahat işlemişim, kötü bir söz söylemişim?! Vallahi ben onun işini pekiştirmek için ayağa kalkmıştım!” diyerek dert yanmaya başladı.[609]
Mescidin kapısında bir adamla, Muavviz b. Afra ile karşılaştı.
Muavviz, ona:
“Yazıklar olsun sana! Ne oldu sana?” diye sordu.
İbn Übeyy:
“Onun işini pekiştirmek için ayağa kalkmıştım. Sanki büyük bir kabahat işlemişim, kötü bir söz söylemişim gibi, onun ashabından birtakım adamlar yerlerinden fırlayıp üzerime yürüdüler, beni çekmeye, itmeye, suçlamaya, azarlamaya başladılar. Halbuki, ben onun işini pekiştirmek için kalkmıştım!” dedi.
Muavviz:
“Yazıklar olsun sana! Dön de, Resûlullah Aleyhisselam senin için Allah’tan af ve mağfiret dilesin!” dedi.
İbn Übeyy:
“Vallahi onun benim için af ve mağfiret dilemesini istemiyorum!” dedi.[610]
Mescidde Müslümanlarla birlikte oturduğunu gördüğü[611] oğluna da:
“Muhammed beni Sehl ve Süheyl’in hurma kurutma yeri olan(!) Mescidden çıkardı!” dedi.[612]
Bir Şehit Yavrusunun Evlat Edinilişi
Beşir (Bişr) b. Akrebe der ki:
“Babam Akrebe, Peygamber Aleyhisselamın yanında bazı gazalarda,[613] Uhud’da[614] şehit olup da ağladığım bir sırada, Peygamber Aleyhisselam yanıma uğradı[615] ve bana:
‘Ey sevgilicik! Ağlama![616] Sus![617] Ben senin baban olursam, Âişe de annen olursa, razı olmaz mısın?1 buyurdu.[618]
‘Babam, anam sana feda olsun yâ Rasûlallah![619] Evet! Razı olurum!’ dedim.
Resûlullah Aleyhisselam, başımı sığadı.
Başımın saçları ağardığı halde, Resûlullah Aleyhisselamın elinin değdiği yerlerin saçları siyah kaldı, hiç ağarmadı.
Dilimde de pelteklik vardı.
Resûlullah Aleyhisselam ağzıma püskürünce, peltekliğim de geçti.[620]
Resûlullah Aleyhisselam, bana:
‘Senin adın ne?1 diye sordu.
‘Bişr!’ dedim.
Resûlullah Aleyhisselam:
‘Hayır! Sen, Beşir’sin!1 buyurdu.”[621]
Uhud Savaşı Durumunun Âl-i İmran Sûresinde Açıklanışı
Yüce Allah’ın Peygamberimiz Aleyhisselama indirdiği Al-i İmran sûresinin altmış âyeti, Uhuc! savaşı durumu ile ilgili idi.[622]
Misver b. Mahreme Uhud savaşı haberini sorduğu zaman, Abdurrahman b. Avf:
“Âl-i İmran sûresinin 120. âyetinden sonrasını oku! Bizimle Uhud’da bulunmuş gibi olursun!” demiştir.[623]
Âl-i İmran sûresinde, bu hususta şöyle buyurulur
“Hani, sen mü’minleri muharebeye elverişli yerlerde yerleştirmek üzere, erkenden ailenden ayrılmıştın.
Allah, herşeyi işiten ve bilendi.”
“O zaman, içinizden iki zümre (ordunun iki kanadını teşkil eden Hazrecîlerden Selime oğulları ile Evsîlerden H ârise oğulları) zaaf göstermek istemişti.
Halbuki, onların yardımcısı Allah’tı.
Mü’minler, ancak Allah’a güvenip dayanmalıdır.”
“Andolsun ki; siz sayıca çok az, kuvvetçe çok zayıf iken, Allah size Bedir’de yardım etmişti.
(Allah’ın buyruklarını yerine getirmek, yasakladıklarından geri durmak suretiyle) Allah’tan sakının ki, şükretmiş olasınız!”
“O vakit, sen, mü’minlere:
İndirilen üç bin melekle, Rabbinizin size imdad etmesi yetmez mi?’ diyordun.”
“Evet! Siz sabır ve sebat eder ve itaatsizlikten sakınırsanız, şunlar da ansızın üzerinize geliverirlerse, Rabbiniz size belirli alâmetleri olan beş bin melekle imdad edecektir.”
“Allah, bu imdadı, size zaferin bir müjdesi olsun, kalbleriniz onunla yatışsın diye yaptı.
Yoksa, yardım ve zafer, ancak yegâne galib ve yegâne hikmet sahibi olan Allah tarafındandır.”
(Bir de, Allah’ın bu imdadı) küfredenlerden ileri gelenlerin bir kısmını bölmek, öldürmek veya esir etmek veya onları perişan ve helak etmek ve böylece maksatlarına eremeden elleri boş döndürmek içindi.”
“(Ey Resûlüm! Kulların) iş(lerin)den hiçbir şey sana ait değildir.*
(Allah) ya onların tevbesini kabul eder, yahut onları zalim oldukları için azaba uğratır?”
“Göklerde ne var, yerde ne varsa, hepsi Allah’ındır.
O, kimi dilerse yarlıgar, kimi dilerse azaba uğratır.
Allah çokyariıgayıcıdır, çok esirgeyicidir.”
“Allah’a ve Resûle itaat ediniz ki, rahmete kavuşturmasınız.”
“Rabbinizin mağfiretine, ve takva sahipleri için hazırlanmış olan, göklerle yer enindeki Cennete koşuşunuz!”
“Onlar (o takva sahipleri) ki, bollukta ve darlıkta infak edenler, kızdıkları zaman öfkelerini yutan (yenen)ler, insanların kusurlarını affedip geçenlerdir.
Allah iyilik edenleri sever.”
“Onlar ki, bir kabahat yaptıkları veya nefislerine zulmettikleri zaman, Allah’ı anarak hemen günahlarının
bağışlanmasını isteyenlerdir.
Günahları, Allah’tan başka kim bağışlayabilir?
Hem onlar ki, işledikleri günah üzerinde, bilip dururlarken, ısrar da etmeyenlerdir.”
“İşte onlar ki, kendilerinin mükâfatı, Rablerinden gelecek bir bağışlama ve altından ırmaklar akan Cennetlerdir ki, orada temelli kalıcıdırlar.
Böyle yapanların mükâfatı ne güzeldir!”
“Sizden önce, birçok vak’alar, şeriatlar gelmiş geçmiştir.
Onun için, yeryüzünde gezin, dolaşın da (Âd, Semûd, Lût, Medyen kavmi gibi şirke sapmış), peygamberleri yalanlamış olanların akıbetleri ne olmuş bir görün!”
“Bu, bütün insanlara bir beyan, Allah’ın buyruklarını yerine getirenler, yasakladıklarından da geri duranlar için bir hidayet ve bir öğüttür!”
“Ey mü’minler! (Uğradığınız musibetlerden dolayı) gevşemeyiniz! Ümitsizliğe düşmeyiniz! Mahzun da olmayınız!
Sizler (Peygamberimi ve onun Benim tarafımdan size getirip tebliğ ettiğini doğrulayan) mü’minler iseniz, (düşmanlarınıza) üstünsünüzdür!”
“Eğer size (Uhud’da bir yara değmiş bulunuyorsa, Bedir savaşında) o kavme (müşriklere) de o kadar yara değmiştir.
O günler (öyle günlerdir) ki, biz onları insanlar arasında (gâh lehlerinde, gâh aleyhlerinde olmak üzere) döndürür dururuz.
Bu da, Allah’ın Ezeldeki ilmini iman edenlere açıklaması, içinizden şehitler edinmesi, mü’minleri tertemiz yapması, kâfirleri de murdar ölümle helak etmesi içindir.
Allah zalimleri sevmez.”
“Yoksa, siz Allah içinizden savaşanları (savaşmayanları) belli etmeden, sebat edenleri (sebat etmeyenleri) belli etmeden, Cennete girivereceğinizi mi sandınız?”
“Andolsun ki; siz, ölümle karşılaşmadan önce, onu arzulamıştınız.
İşte, onu gördünüz de!
Fakat, siz (seyirciler gibi) bakıyordunuz!”
“‘Muhammed öldürüldü!’ şayiası üzerine bozguna uğrayıp düşmanlarınızdan kaçtınız!)
Muhammed, bir resûlden başka (birşey) değildir.
Ondan önce de, nice resûller gelmiş geçmiştir.
Şimdi, o ölür ya da öldürülürse, ökçelerinizin üzerinde gerisin geri mi döneceksiniz?!
Kim böyle iki ökçesi üzerinde ardına dönerse, elbette, Allah’a hiçbir şeyle zarar vermiş olmaz!
Allah şükür ve sebat edenlere mükâfat verecektir.”
“Allah’ın izni olmadıkça, hiçbir kimseye ölme yoktur!
O, kararlaştırılmış bir yazıdır.
Kim (ahiret sevabını istemez) dünya menfaatini isterse, kendisine ondan veririz. (Onun ahiret nasibi olmaz!)
Kim de ahiret sevabını isterse, (dünyadaki rızkıyla birlikte) ona da ondan veririz.
Biz şükredenleri (Allah’ın buyruklarını yerine getirenleri, yasakladıklarından da sakınanları) mükâfatlandıracağız.”
“Nice peygamberler geldi geçti ki) onların yanlarında Allah adamlarından birçokları bulunup savaştılar da, Allah yolunda başlarına gelen (belâ)dan dolayı ne gevşeklik, ne de zaaf gösterdiler.
Onlar düşmana boyun da eğmediler.
Hiç şüphesiz, Allah sabır ve sebat edenleri sever.
İşte, onların sözleri de:
‘Ey Rabbimiz! Bizim günahlarımızı ve işimizdeki taşkınlığımızı bağışla! Cihad meydanında ayaklarımızı sabit kıl! Kâfirler cemaatına karşı bize yardım et!’ demelerinden başka birşey değildi.
(Peygamberleri şehit edildiği halde, onlar, sizin yaptığınız gibi yapmadılar.)”
“Nihayet, Allah da onlara hem dünya nimetini, hem de ahiretin güzel (istihkaklarından fazla olan) sevabını verdi.
Allah iyi hareket edenleri sever.”
“Ey iman edenler! Eğer siz küfür ve inkâr edenlere itaat edecek olursanız, sizi ökçelerinizin üstünde (gerisin geri küfre) çevirirlerde, (dünyada da, ahirette de) büyük zarara uğrayanların haline dönersiniz!”
“Hayır! Sizin Mevlânız, yardımcınız Allahtır!
O, yardım edenlerin, edeceklerin en hayırlı sı dır.”
“Hakkında Allah’ın hiçbir hüccet (delil) indirmediği şeyleri ona eş tanıdıklarından dolayı küfredenlerin kalbine şiddetli bir korku salacağız.
Onların yurtlan ateştir!
Zalimlerin dönüp varacağı yer, ne kötüdür!”
“Andolsun ki; Allah’ın size olan va’di-O’nun izniyle onları (düşmanlan) kolayca öldüregeldiğiniz, hatta sevmekte olduğunuz (zaferi) de size gösterdiği zamana kadar-yerine gelmişti.
Sonra, siz isyan ettiniz, verilen emir hakkında çekiştiniz, yılgınlık gösterdiniz!
İçinizden kimi dünyayı istiyor, kimi ahireti diliyordu.
Sonra, Allah size ibtilâ vermek için, onları (düşmanlan) geri çevirdi.
(Bununla beraber), sizi muhakkak bağışladı da.
Zaten, Allah mü’minler hakkında bol lütuf ve inayet sahibidir.”
“O zaman, siz (harp meydanından) boyuna uzaklaşıyor, kimseye dönüp bakmıyordunuz!
Resûlullah ise, arkanızdan sizi çağırıp duruyordu!
Bunun üzerine, Allah sizi keder üzerine kederle cezalandırdı ki, ne elinizden giden (zafer)e, ne de başınıza gelen musibete mahzun olmayasınız.
Allah bütün yaptıklarınızdan, yapacaklarınızdan haberdardır.”
“Sonra (Allah) o kaderin arkasından üzerinize öyle bir uyku indirdi ki, o, içinizden birzümreyi örtüp buruyordu.
Bir zümre de canlarının sevdasına düşmüştü. Allah’a karşı, haksız yere, Cahiliye zannı gibi kötü zanlarda bulunuyor ve ‘Bu işten bize ne var?’ diyorlardı.
De ki: ‘Bütün iş, Allah’ındır!’
Onlar, sana açmayacaklarını içlerinde saklıyorlar, ‘Bize o va’dolunan işten bir pay olsaydı, burada öldürülmezdik!’ diyorlardı.
Onlara şöyle de: ‘Siz Uhud’a çıkmayıp da evlerinizde oturmuş olsaydınız bile, öldürülmeleri üzerlerine yazılmış, takdir edilmiş olanlar, yine muhakkak vurulup düşecekleri yerlere çıkıp gidecekti (öldürüleceklerdi).’
Allah bunu göğüslerinizdekini yoklamak ve kalblerinizdekini temizlemek için yaptı.
Allah sinelerde saklanan herşeyi bilendir.”
“Şüphe yok ki, iki ordu karşılaştığı gün, içinizden geri dönenler var ya, onları irtikap ettikleri bazı şeyler yüzünden ancak şeytan kaydırmak istedi.
Andolsun ki; Allah, yine, onları affetti.
Çünkü Allah çok yarlıgayıcıdır, cezalandırmakta acele edici değildir.”
“Ey iman edenler! Siz o küfredip de yeryüzünde seyahat ve seferde yahut gazada bulundukları zaman ölen kardeşleri hakkında ‘Bizim yanımızda olsalardı, ölmezler, öldürülmezlerdü’ diyenler gibi olmayınız!
Allah bunu onların yüreklerinde bir hasret kalması için yaptı.
Allah hem diriltir, hem öldürür.
Allah ne yaparsanız hakkıyla görendir.”
“Andolsun ki; eğer Allah yolunda ölür veya öldürülürseniz, Allah’ın bir yariıgaması ve esirgemesi, onların toplayacakları bütün şeylerden (dünyalıklardan) muhakkak daha hayırlıdır.”
“Andolsun ki; ölseniz de, öldürülseniz de, muhakkak hepiniz Allah’ın huzurunda toplanacaksınız!”
“(Müslümanlar, başından dağıldıktan sonra dönüp yanına geldikleri zaman) sen Allah’tan gelen bir esirgeme sayesindedir ki, onlara yumuşak davrandın,
Eğer kaba, kat yürekli olsaydın, onlar etrafından herhalde dağılır giderlerdi.
Artık sen onlan bağışla. Allah’tan da, günahlarının bağışlanmasını iste.
İş hususunda da onlarla müşavere et!
Bir kere de azmettin mi, artık Allah dayan!
Çünkü Allah kendisine dayananlan sever.”
“Allah size yardım ederse, artık sizi yenecek yoktur!
Şayet sizi yardımsız bırakırsa, O’ndan sonra, size yardım edebilecek kim var?
Mü’minler ancak Allah’a güvensin, dayansınlar?”
“Allah’ın rızasını tâbi olan kimse, Allah’ın hışmına uğrayan ve durağı Cehennem olan adam gibi midir?
O, ne kötü dönüş yeridir!”
“Onlar (Allah’ın rızasına tâbi olanlar) ise, Allah katında derece derecedir.
Allah, (kim) ne yaparlarsa, hakkıyla görendir.”
“Andolsun ki; mü’minler daha önce apaçık ve kesin bir sapkınlık içinde bulunuyoriarken, Allah, içlerinden ve kendilerinden, onlara âyetlerini okur, onlan tertemiz yapar, onlara Kitab ve hikmeti öğretir bir resûl göndermiş olduğu için, büyük bir lutufta bulunmuştur.”
“Sizin (Bedir’de) iki katini onların başlarına getirdiğiniz bir bela (Uhud’da) kendinize çatmış olduğu için mi ‘Bu nereden geldi?’ dediniz!
De ki: ‘O, kendi katınızdandır!’
Şüphesiz ki, Allah herşeye hakkıyla kadirdir.”
“İki ordunun karşılaştığı gün size gelen musibet, Allah’ın emriyle idi.
Bu da, Allah’ın mü’minleri, ayırd etmesi, münafık olanları da açığa vurması içindi.
Berikilere: ‘Geliniz, Allah yolunda muharebe ediniz! Yahut, hiç olmazsa, düşmanın kendinize ve ailelerinize saldırmasını önleyiniz!’ denildi de:
‘Biz muharebe etmeyi bilseydik, elbette ki arkanızdan gelirdik!’ dediler.
Onlar, o gün, imandan ziyade küfre yakındılar.
Kalblerinde olmayanı, ağızlarıyla söylüyorlardı.
Onlar ne gizlerlerse, Allah çok iyi bilendir.”
“Kendileri (evlerinde) oturarak, kardeşleri için ‘Eğer bizi dinleselerdi, ölmeyeceklerdi!’ diyen o adamlara de ki:
‘Öyleyse, kendi nefislerinizden ölümü geri çeviriniz! Eğer doğru söyleyici (kimse)ler iseniz?’
“Allah yolunda öldürülenleri, sakın ölüler sanma!
Bilakis, onlar Rableri katında diridirler!”
“(Öyle ki, Allah’ın) lütuf ve inayetinden kendilerine verdiği şeylerle hepsi de şâd olarak (Cennet nimetleriyle) nzıklanıriar!
Arkalarından henüz onlara katılamayanlar hakkında da:
‘Onlara hiçbir korku yoktur! Onlar mahzun da olacak değillerdir!’ diye müjde vermek isterler.”
“Onlar, Allahtan (gelen) bir nimetle, (hatta) daha fazlasıyla ve Allah’ın mü’minlere olan mükâfatını zayi etmeyeceği müjdesiyle de sevinirler.”
“Kendilerine yara isabet ettikten sonra, yine Allah’ın ve Resûlünün davetine icabet edenler, hele içlerinden iyilik yapanlar ve fenalıktan sakınanlar için, pek büyük mükâfat vardır.”
“Onlar öyle kimselerdir ki, halk kendilerine ‘(Düşmanınız olan) insanlar size karşı ordu hazırladılar! O halde onlardan korkun!’ dedi de, bu söz onların imanını arttırdı ve ‘Allah bize yeter! O ne güzel Vekîl’dir!’ dediler.”
“Bunun üzerine, kendilerine hiçbir fenalık dokunmadan, Allahtan bir nimet ve fazi ile (Hamrâü’l-Esed’den) geri dönüp (Medine’ye) geldiler.
Bu suretle, Allah’ın nzasına da uymuş bulundular.
Allah çok büyük lütuf ve inayet sahibidir.”
“(Size o haberi getiren adam) mutlaka (sizi) kendi dostlarından korkutmakta olan o şeytandır.
Öyleyse, siz onlardan korkmayın, Benden korkun-eğer mü’minler iseniz!”
“O küfre koşuşanlar seni tasalandırmasın! Çünkü onlar Allah’a hiçbir şeyle zarar veremezler.
Allah onlara ahirette hiçbir nasip vermemeyi irade eder. Onlar için pek büyük bir azap vardır.”
“İmanı bırakıp küfrü satın alan onlar, Allah’a hiçbir şeyle zarar veremezler. Onlar için pek acıklı bir azap vardır.”
“O küfredenler, kendilerine zaman (ve meydan) vermemizi nefisleri için asla hayırlı sanmasın!
Onlara fırsat verişimiz ancak günahlarını arttırmaları içindir!
Onlara hor ve hakîr edici bir azap vardır.”
“Allah halis mü’minleri üzerinde bulunduğunuz şu halde bırakacak değildir.
Nihayet, m urdan temizden ayıracaktır.
Bununla birlikte, Allah size gaybı da bildirecek değildir.
Fakat, Allah resûllerinden kimi dilerse, seçer. (Gaybı ona bildirir.)
Onun için, siz, Allah’a ve resûllerine iman ediniz!
Eğer iman eder ve günahlarınızdan sakınırsanız, size de pek büyük mükâfat vardır.”[624]
İslâmî Hükümlere Göre Yapılan İlk Miras Taksimi
Cabir b. Abdullah derki:
“Sa’d b. Rebi1, Uhud’da şehit oldu.
Resûlullah Aleyhisselam Medine’ye döndü, sonra Hamrâü’l-Esed’e gitti.[625]
O sırada, Sa’d b. Rebi’in kardeşi gelip Sa’d’ın mirasını aldı.
Sa’d b. Rebi’in iki kız çocuğu vardı. Zevcesi* de, hamile idi.
Müslümanlar, Cahiliye devrinde olduğu şekilde, birbirlerinden miras alırlardı.
Sa’d b. Rebi’ şehit olduğu zaman, miras âyeti daha inmemişti.[626]
Sa’d b. Rebi’in zevcesi, iki kızı ile birlikte Peygamber Aleyhisselamın yanına geldi ve:
‘Yâ Rasûlallah! Şuncağızlar, Sa’d b. Rebi’in kızlarıdır. Babalan senin yanında Uhud günü çarpışırken şehit oldu.
Kızların amcası gelip bütün mallarını aldı, şuncağızlara hiçbir mal bırakmadı. Bilirsin ki, malları olmadıkça, hiçbir zaman evlenemezler!’ dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
‘Her halde, Allah bu hususta hükmünü verir’ buyurdu.
Bunun üzerine, Yüce Allah, Peygamber Aleyhisselama miras âyetini indirdi[627] ve orada şöyle buyurdu:
“Allah size miras hükümlerini şöyle tavsiye ve emr eder:
Çocuklarınız hakkındaki hüküm:
Çocuklardan erkeğe, iki dişi payı kadar vardır.
Eğer çocuklar, hepsi dişi olmak üzere ikiden çok iseler, ölünün bıraktığı malın üçte ikisi onlarındır.
Dişi tek ise, o zaman, malın yansı onundur.
Ölünün bir tek çocuğu varsa, ölünün ana ve babasından her birine terikenin altıda biri verilir.
Fakat, çocuğu yoksa, ölüye yalnız ana ve babası varis oluyorsa, terikenin üçte biri anasınındır, geri kalan da babasının hakkıdır.
Eğer ölenin erkek, dişi kardeşleri varsa, annesinin hissesi altıda birdir.
Bu hükümler, ölünün borcu ödendikten ve yaptığı vasiyeti yerine getirildikten sonradır.
Siz, babalarınız ve oğullarınızdan hangisinin fayda bakımından size daha yakın olduğunu bilmezsiniz.
Bu hükümler, bu hisseler, Allah’tan birer farîzadır. Şüphesiz ki, Allah herşeyi bilen ve yerli yerince hükmedendir.[628]
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam, Sa’d b. Rebi’in zevcesini ve Sa’d b. Rebi’in kardeşini çağırttı.[629]
Sa’d b. Rebi’in kardeşi Belharis b. Hazrecler arasında bulunuyordu.
Kendisi, çok yorgun bir halde Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldi.[630]
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
“Sa’d’ın iki kızına malın üçte ikisini, kızların annesine de sekizde birini ver!
Geri kalanı da senindir!” buyurdu.[631]
Amre Hatun kendisini tutamadı, yüksek sesle “Allahuekber!” diyerek tekbir getirdi.
Mescidde bulunanlar, onun tekbirini işittiler.[632]
İslâm’da ilahî hükümlere göre ilk miras taksimi, Sa’d b. Rebi’in veresesi arasında böylece yapılmıştır.[633]
[1] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 63.
[2] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 63, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 311, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 3, Ebu’l-Fidâ,el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 9, İ bn Haldun, Târih, c. 2, ks. 2, s. 23, Kastalânî, Mevâhibü’l ledünniye, c. 1, s. 119.
[3] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 63.
[4] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 63, Vâkıdî, Megâzî, c. 1 , s. 199, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 36, Belâzurî, Ensâb, c. 1 ,s. 311, Taberî, Târîh, c. 3, s. 11, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 204, İbn Seyyid, Uyun, c. 2, s. 2, Zehebî, Megâzî, s. 1 32, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 9, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 148.
[5] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 199, İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 36, Belâzurî, c. 1, s. 311, Taberî, c. 3, s. 11, Beyhakî, c.3, s. 201 ,İbn Seyyid, c. 2, s. 2, Zehebî, s. 132, E bu’l-Fidâ, c. 4, s. 9, Kastalânî, c. 1, s. 199.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/107.
[6] Yakut, Mu’cemu’l-büldân, c. 1, s. 108.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/107.
[7] İbn İshak, İbn Hişam , c. 3, s. 64, Taberî, c. 3, s. 9-10, Beyhakî, c. 3, s. 201, İbn Seyyid, c. 2, s. 2, Zehebî, s. 134, E bu’l-Fidâ, c. 4, s. 10, Kastalâni, c. 1, s. 199.
[8] İbn İshak, İbn Hişam , c. 3, s. 64, Vâkıdî, c. 1, s. 1 99, Belâzurî, c. 1, s. 312, Taberî, c. 3, s. 10, Beyhakî, c. 3, s. 224, İbn Esîr, c. 2, s. 148, İbn Seyyid, c. 2, s. 2, Zehebî, s. 134, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 1 0.
[9] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 199, Belâzurî, Ensâb, c.1 , s. 312.
[10] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 64, Taberî, Târîh, c. 3, s. 10, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 148, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c.2, s. 2, Zehebî, Megâzî, s. 134, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 10, Kastalânî, Mevâhibü’l-ledünniye, c. 1, s. 119,Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 1, s. 41 9.
[11] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 199, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 1, s. 419.
[12] Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 199-200.
[13] Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 200, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 37.
[14] Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 200.
[15] İbn İshak, İbn Hişam , c. 3, s. 64, Taberî, c. 3, s. 10, Beyhakî, c. 3, s. 224, İbn Seyyid, c. 2, s. 2, Zehebî, s. 134-135, Ebu’l-Fidâ, c. 4,s.1O.
[16] Vâkıdî, c. 1 ,s.200, İbn Sa’d, c. 2, s. 37, İbn Seyyid, c. 2, s. 2, Kastalânî, c. 1, s. 120, Diyarbekrî, c. 1 , s. 419.
[17] Vâkıdî, c. 1,s.200, İbn Sa’d, c. 2, s. 37, Belâzurî, c. 1, s. 312, İbn Seyyid, t 2, s. 2, Diyarbekrî, c. 1,s. 419.
[18] İbn İshak, c.3, s. 64, Vâkıdî, c.1, s. 200, İbn Sa’d, Tabak âtü’l-kübrâ, c. 2, s. 37, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 225,İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 2, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 10, Kastalânî, Mevâhibül’-ledünniye, c. 1, s. 120,Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 1, s. 41 9.
[19] Enfâl: 36.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/107-109.
[20] İbn İshak, İbn Hişam,c.3, s. 64, Taberî, Târîh, c. 3, s. 10, Beyhakî, c. 3, s. 225, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 149, İbn Seyyid, c.2,s.2, Zehebî, Megâzî, s. 135, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 10, Diyarbekrî, c. 1.S.419.
[21] Vâki cif, Megâzî, c.1, s. 201, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 312, İbn Esîr, c. 2, s. 149.
[22] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 65, Taberî, c. 3, s. 10, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 10.
[23] Vâki di, Megâzî, c. 1, s. 201.
[24] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 65, Taberî, Târîh, c. 3, s. 10, İbn Seyyid, Uyun, c. 2, s. 3, Zehebî, Megâzî, s. 1 35, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 10.
[25] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 201.
[26] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 65, Taberî, c. 3, s. 10, Zehebî, s. 135, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 10.
[27] Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 312.
[28] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 65, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 149, İbn Seyyid, c. 2, s. 3, Zehebî, s. 135, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâyeve’n-nihâye, c. 4, s. 11.
[29] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 66, Taberî, c. 3, s. 10, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 11 .
[30] Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 11.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/110-111.
[31] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 71, Vâkıdî, c. 1, s. 205-206, Belâzurî, c. 1, s. 282, 313, Fütûhu’l-büldân, c. 1, s. 2-3, İbn EaY, c. 2, s. 149, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 16.
[32] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 205, Belâzurî, c. 1, s. 31 3.
[33] İbn İsfıak.İbnHişam, c. 3, s. 71, Vâkıdî, c.11 , s. 206, İbn Esîr , c. 2, s. 149, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 16.
[34] Vâkıdı, Megâzı.c. 1,s.2O6.
[35] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 37.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/111-112.
[36] Vâkıdî, c. 1, s. 203, İbn Sa’d, c. 2, s. 37, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 3, s. 313, Taberî, Târih, c. 3, s. 12, İbn Esîr, Kâmil,c. 2, s. 151, İbn Haldun, Târih, c. 2, ks. 2, s. 24, Kastalânî, Mevâhibü’l-ledünniye, c. 1, s. 1 21, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 1, s.422.
[37] Vâkidi, c. 1, s. 203-204.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/112.
[38] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 66, Yâkubî, Târih, c. 2, s. 47, İbn Esîr, c. 2, s. 149, Zehebî, Megâzî, s. 136, İbn Haldun, c. 2, ks.2,s. 24.
[39] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 66, Taberî, c. 3, s. 10, Zehebî, s. 135-136, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 11 , Diyarbekrî, c. 1 , s. 419.
[40] Vâkidi, c. 1, s. 203.
[41] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 66, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 202-2, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 312-313, Taberî, Târîh, c. 3, s. 1 0, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 1 49, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 11.
[42] Vâkıdî, c. 1, s. 202-203.
[43] Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 11.
[44] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 37, Taberî, c. 3, s. 1 2, İbn Haldun, Târîh, c. 2, ks. 2, s. 24, Kastalânî, Mevâhibü’l-ledün-niye, c. 1, s. 121, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 1, s. 422.
[45] Vâkıdî, c. 1,s.2O6, Belâzurî, c. 1 , s. 323, İbn Esîr, c. 2, s. 149, İbn Haldun, c. 2,ks. 2, s. 24, Diyarbekrî, c. 1, s. 420.
[46] Vâkıdî, c. 1,s.2O2, İbn Sa’d, c. 2, s. 37, Belâzurî, c. 1, s. 313, İbn Esîr, c. 2, s. 149, Diyarbekrî, c. 1, s. 420.
[47] Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 313, İbn Esîr, c. 2, s. 149, İbn Haldun, c. 2, s. 24.
[48] Vâkıdî, c. 1,s.2O2, İbn Sa’d, c. 2, s. 37, Belâzurî, c. 1, s. 313, İbn Esîr, c. 2, s. 149, Diyarbekrî, c. 1, s. 420.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/112-114.
[49] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 203.
[50] İbn İshak, İbnHişam, c. 3, s. 134, Vâkıdî, c. 1, s. 203, İbn Sa’d, c. 2, s. 40, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 226, Ebu Fidâ. c. 4. s. 12.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/114.
[51] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 4, s. 31, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 2, s. 812, Zehebî, Siyeru a’lâmi’n-nübelâ, c. 2, s. 72.
[52] İbn Sa’d, c. 2, s. 37, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 2-3.
[53] Vâkidî, Megâzî, c. 1, s. 203-204.
[54] Vâkidi, c. 1, s. 204, Belâzurı, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 31 3.
[55] Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 313-314.
[56] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 204, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 31 4, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 1 , s. 420, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 2, s. 489.
[57] Vâkıdî, c. 1, s. 204, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 37.
[58] Aynı kaynaklar.
[59] Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 1, s. 420.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/114-116.
[60] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 206.
[61] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 272, Halebî, İnsanu’l-uyûn, c. 2, s. 490.
[62] Vâkıdî, c. 1,s.2O6.
[63] Ezrakî, c. 2, s. 273, Halebî, c. 2, s. 490.
[64] Vâkıdî, c. 1 ,s.2O6.
[65] Vâkidi, t 1, s. 206, Ezrakî, c. 2, s. 272.
[66] Vâkıdî, c. 1,s.2O6.
[67] Vâkıdî, c. 2, s. 206, Ezrakî, c. 2, s. 273, Halebî, c. 2, s. 490.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/116-117.
[68] İbn Esîr.Usdu’l-gâbe, c. 1.S.173.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/117.
[69] İbn İshak, İbn Hişam, Sine, c. 3, s. 67, Taberî, Târih, c. 3, s. 1 O, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 225, İbn Esir, Kâmil, c. 2, s. 150, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 3, E bu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4,10.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/117-118.
[70] Vâkıdî, c. 1 ,s.2O8, İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 37, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1,s.314.
[71] Vâkıdî, c. 1, s. 206-207, Diyarbekrî, Târıhul-Hamîs, c. 1, s. 421.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/118.
[72] Vâkıdî, c. 1,5.208, İbn Sa’d, c. 2, s. 37-38.
[73] İbn İshak, İbn Hisam, c. 3, s. 66-67, Vâki di, 11, s. 208-209, İbn Sa’d, c.2, s. 38, Belâzurî, c. 1, s. 314, Taben, Târih, c. 3, s. 11, Beyhakî, c. 3, s. 225-226, İbn Esîr , c. 2, s. 150, İbn Seyyid, c. 2, s. 3, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 11.
[74] Vâkıdî, c. 1.S.209, İbn Sa’d, c. 2, s. 37-38, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 271, Belâzurî, c. 1.S.314.
[75] Vâkıdî, c. 1.S.209, İbn Sa’d, c. 2, s. 38, Belâzurî, c. 1, s. 314.
[76] İmam Zührî, Megâzî, s. 76, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 209, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 363, İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 38, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 27.
[77] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.3, s. 67, Vâkıdî, c. 1, s. 209, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 3.
[78] Buhâri, Sahîh, c. 5, s. 39, Dârimî, Sünen, c. 2, s. 54-55.
[79] İbn İshak, İbn Hisam, c. 3, s. 67, Vâkıdî, c.1, s. 209, İbn Sa’d, c. 2, s. 38, Taberî, c. 3, s. 11.
[80] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 67, Taberî, c. 3, s. 11, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 226, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 150, İbn Seyyid, c.2, s. 3.
[81] İbn İshak, İbn Hişâm , c. 3, s. 67, Dârimî, Sünen, c. 2, s. 55, Taberî, c. 3, s. 11, Beyhakî, c. 3, s. 26, İbn Esîr, c. 2, s. 150, İbn Seyyid, c.2, s. 3.
[82] Vâkıdî, c. 1.S.210.
[83] Vâkıdî, c. 1,5.210, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 12.
[84] Vâkıdî. c. 1. s. 210. Abdurrezzak. c. 5. s. 363. Ebu’l-Fidâ. c. 4. s. 12.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/118-119.
[85] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 209.
[86] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 67, Taberî, Târih, c. 3, s. 11.
[87] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 45, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 351, Dârimî, Sünen, c. 2, s. 55.
[88] Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 210.
[89] Vâkıdî, c. 1, s. 211, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 315, Taberî, Târîh, c. 3, s. 11, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s.12.
[90] Vâkıdî, c. 1 ,s.211 , İbn Abdilberr, İstiâb, c. 4, s. 1504-1505, Taberî, t 3, s. 11, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 12.
[91] Vâkıdî, c. 1, s. 211-212, Belâzurî, c. 1,s.315.
[92] Vâkıdî, c. 1,s.213.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/120-122.
[93] İbn İshak. İbn Hişam, Sîre,c.3, s. 67.
[94] Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 213, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 38, İbn Sevvid, U\ûnu’l-eser, c. 2, s. 8.
[95] İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 38.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/122.
[96] Vâkıdî, c. 1, s. 213, 214, İbn Sa’d, c. 2, s. 38.
[97] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 67-68, Taberî, Târih, c. 3, s. 11, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 226.
[98] Taberî, Tânh, c. 3, s. 11.
[99] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 68, Taberî, c. 3, s. 11 , Beyhakî, c. 3, s. 226, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 150, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâyeve’n-nihâye, c. 4, s. 13.
[100] Taberî, Târîh, c. 3, s. 11, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 10.
[101] Zührî, Megâzî, s. 77, İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 67-68, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 214, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 355, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 38, Dârimî, Sünen, c. 2, s. 55, Taberî, Târih, c. 3, s. 12, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 226, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 150, Zehebî, Megâzî, s. 1 33, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 13.
[102] Zührî, Megâzî, s. 77, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 365.
[103] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 68, Dârimî, Sünen, c. 2, s. 55, Taberî, c. 3, s. 12, Beyhakî, Delâil, c. 3, s. 226, İbn Esîr, c. 2, s. 1 50, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 13, İbn Haldun, Târih, c. 2, ks. 2, s. 24, Kastalânî, Mevâhibü’l-ledünniye, c. 1 , s. 120.
[104] Vâkıdî, c. 1, s. 214, İbn Sa’d, c. 2, s. 38, Zehebî, s. 133, Kastalânî, c. 1, s. 120.
[105] Zührî, s. 77, İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 68, Vâkıdî, c. 1 , s. 214, Abdurrezzak, c. 5, s. 365, İ bn Sa’d, c. 2, s. 38, Dârim f, 2. 2, s 55, Taberî, c. 3, s. 12, Beyhakî, c. 3, s. 226, İbn Esîr, c. 2, s. 150, Zehebî, s. 133, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 13, İbn Haldun, c. 2, ks.2, s. 24.
[106] Vâkıdî, c. 1, s. 214, İbn Sa’d, c. 2, s. 68.
[107] Vâkıdî, c. 1, s. 214, İbn Sa’d, c. 2, s. 38, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, t 1, s. 315.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/122-124.
[108] Vâkıdî, c. 1, s. 214, İbn Seyyid.Uyûnu’l-eser.c. 2, s. 4, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 37.
[109] İbn İshak.İbnHişam, c. 3, s. 67, Beyhakî, c. 3, s. 226, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 13.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/124.
[110] İbn İshak, İbn Hisam, c. 3, s. 96, Vâkıdî, c. 1 , s. 264, Beyhakî, Sünenü’l-kübrâ, c. 9, s. 24.
[111] Vâkıdî, Megâzî, c. 1 ,s.264.
[112] İbn İshak, İbn Hisam, c. 3, s. 96, Vâkıdî, c. 1 , s. 264, İbn Esîr , Usdu’l-gâbe, c. 4, s. 28, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 37.
[113] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 264.
[114] İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 4, s. 208.
[115] Zehebî, Megâzî, s. 176.
[116] İbn İshak, İbn Hişam ,Sîre,c.3,s. 96, Vâki d f, Megâzî, c.1, s. 264, Beyhakî, Sünenü’l-kübrâ,c.9,s. 24, Delâilü’n-nübüvvie, c. 3, s. 246, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 4, s. 208, Zehebî, Megâzî, s. 176, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 37.
[117] İbn Hacer, el-İsâtbe, c. 2, s. 530.
[118] İbn İshak, İbn Hişam. c. 3 ,s.96, Vâkıdî, c.1 , s. 264, Beyhakî, c. 9, s. 24, c.3, s. 246, İbn Esîr, c. 4, s. 208, Zehebî, s. 176, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 37.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/124-125.
[119] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 1168, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 4, s. 208.
[120] Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 264, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 1168, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 4, s. 208.
[121] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 1169, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 4, s. 208.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/125-126.
[122] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 68, Vâkidî, Megâzî, c. 1, s. 199, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 39, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 150, İbn Seyyid, Uvûnu’l-eser, c. 2, s. 4, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 13, İbn Haldun, Târih, c. 2, ks. 2, s. 24, Kastalânî, Mevâhib, c. 1, s. 121.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/126.
[123] İbn İshak, İbn Hişam, c.3, s. 68, İbn Sa’d, c. 2, s. 39, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 316, Yâkubî, Târîh, c. 2, s. 47, Taberî, Târih, c. 3, s. 1 2, Beyhakî, Delâil ü’n-nübü vve, c. 3, s. 208, 221, 226, Zehebî, Megâzî, s. 133, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 13.
[124] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 215, İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 38.
[125] Vâkıdî, c. 1, s. 215, İbn Sa’d, c. 2, s. 38-39, İbn Seyvid, c. 2, s. 8, Zehebî, s. 137, Semhûdî, Vetâu’l-Vefâ, c. 1, s. 283, Kastalânî, c. 1, s. 121-122.
[126] Vâkidi, c. 1, s. 215, İbn Sa’d, c. 2, s. 39.
[127] Vâkıdî, c. 1.S.215, İbn Sa’d, c. 2, s. 39, Belâzurî, c. 1, s. 316, Taberî, c.3, s. 12.
[128] Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 316, Taberî, Târîh, c. 3, s. 12, İbn Seyyid, Uyûn,c. 2, s. 7.
[129] Buhâri, Târîhu’l-kebir, c. 3, Ks. 1, s. 34.
[130] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 215, Semhûdî , Vefâu’l-vefâ, c. 1, s. 283.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/126-127.
[131] Vâkidi, Megâzî, c. 1, s. 216, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 39.
[132] İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 39, Taberî, Târih, c. 3, s. 12-13.
[133] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 70, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 216, Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 31 6, Taberî, Târih, c. 3, s. 12-13, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 15.
[134] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 70, Vâkıdî, c. 1 , s. 216, Belâzurî, Ensâb, c. 1 , s. 316, Taberî, c. 3, s. 12, İbn Haldun, Târîh, c.2,ks. 2,s.25.
[135] Vâkıdî, c. 1, s. 216, Belâzurî, c. 1, s. 316, İbn Haldun, c. 2, ks. 2, s. 25.
[136] Vâkıdî, c. 1.S.216, Belâzurî, c. 1,s.316, Taberî, c. 3, s. 12, İbn Haldun, c. 2, ks. 2, s. 25.
[137] Vâkıdî, c. 1.S.216.
[138] İbn Seyyid-Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 7.
[139] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 70.
[140] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 563.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/127-128.
[141] Alaüddin Ali, Müsned haşiyesi Kenzu’l-ummâl, c. 4, s. 117.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/128.
[142] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/128-129.
[143] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 216, 21 7, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 1, s. 475476.
[144] İbn Hacer, el-İsâbe, c. 1 , s. 482.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/129-130.
[145] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 219.
[146] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 219, İbn Sa’d, c. 2, s. 39, Belâzurî, c. 1, s. 315.
[147] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 219.
[148] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 3, s. 68, Taberî, Târîh, c. 3, s. 12, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 4, Zehebî, Megâzî, s. 136, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 14.
[149] Vâkidi, Megâzî, c.1, s. 219.
[150] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 68, Vâkıdî, c. 1, s. 219, Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 315, İbn Seyyid, Uyun, c. 2, s. 4, Zehebî, Megâzî, s. 136, Ebu’l -Fidâ, c. 4, s. 14, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 2, s. 494.
[151] Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 219.
[152] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 68, Vâkıdî, c.1, s. 219, İbn Seyyid, c. 2, s. 4, Zehebî, s. 136, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 14.
[153] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 68, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 365, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 220, İbn Esîr, Kâm il, c. 2, s. 150, İbn Seyyid, c. 2, s. 4, Zehebî, s. 136, İbn Haldun, Târîh, c. 2, ks. 2, s. 24, Semhûdi, Vefâu’l-vefa, c. 1, s. 284.
[154] İbn Sa’d, c. 2, s. 39, Belâzurî, c. 1, s. 315, Taberî, Târîh, c. 3, s. 1 2, Beyhakî, Sünenü’l-kübrâ, c. 9, s. 31, Delâil, c. 3, s. 221.
[155] İbn Sa’d.c. 2, s. 39, Taberî, Tefsir, c. 4, s. 73, Beyhakî, Delâil, c. 3, s. 221, İbn Esîr, c. 2, s. 151, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 13, Semhûdî , c.1, s. 284.
[156] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 112, Taberî, Tefsîr , c. 4, s. 73, Beyhakî, Delâil, c. 3, s. 221, İbn Seyyid, Uyun, c. 2, s. 4, Zehebî, Megâzî, s. 133.
[157] Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 219, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 4, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 14.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/130-132.
[158] İbn İshak. İbnHişam, Sîre.c.3, s. 125, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 167-168, Taberî, Tefsir, c. 4, s. 167-168.
[159] Ali İmran: 166-167.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/132.
[160] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 68, İbn Seyyid, Uyun, c. 2, s. 4-5, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4. s. 14.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/132.
[161] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 69, Taberî, Târih, c. 3, s. 13, İbn Esîr , Kâmil, c. 2, s. 151, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 14.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/133.
[162] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/133.
[163] İbn İshak, İbn Hişam , c. 3, s. 69-70, Taberî, Târîh, c. 3, s. 13, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 227, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 1 52, İbn Seyyid, Uyünu’l-eser, c. 2, s. 5, Zehebî, Megâzî, s. 136, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 14-15.
[164] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 40, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 288, Hâkim , Müstedrek, c. 2, s. 296.
[165] İbn Sa’d, c. 2, s. 47, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 293, Buhârî, Sahîh, c. 4, s. 26, Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 51.
[166] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 224, İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 40.
[167] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 293, Buhârî, Sahili, c. 4, s. 26, Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 51-52.
[168] Vâkidi, c. 1, s. 224, İbn Sa’d, c. 2, s. 40, Buhârî, c. 5, s. 29.
[169] Buhâri,Sahih,c.5, s. 29.
[170] Vâkıdî, c. 1.S.224, İbn Sa’d, c. 2, s. 40, Buhârî, c. 5, s. 29, Taberî, c. 3, s. 14.
[171] İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sîre, s. 158, İbn Haldun, Târîh, c. 2, ks. 2, s. 24-25.
[172] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 224.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/133-134.
[173] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 221.
[174] Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 1, s. 423.
[175] Taberî, Târih, c. 3, s. 14.
[176] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 225, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 40.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/135.
[177] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 72, Vâkıdî, Megâzî , c. 1, s. 234, Belâzurî, Ensâbu’l-eş’âf, c. 1 , s. 317, İbn Hazım, Cevâmiu’s-sîre, s. 160.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/135.
[178] Vâkidi, Megâzî, c. 1, s. 259.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/135-136.
[179] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 94, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 325, Taberî, Târih, c. 3, s. 26, Zehebî, Megâzî, s. 167.
[180] Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 325.
[181] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 164, Vâkıdî, Megâzî, t 1, s. 262, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 325.
[182] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 165, Ebu Nuaym , Delâilü’n-nübüvve, c. 1 , s. 78, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 208.
[183] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 165, Vâkıdî, Megâzî, c. 1 , s. 263, Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 325, Ebu Nuaym, Delâilü’n-nübüvve, c. 1, s. 78, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 208, Zehebî, Megâzî, s. 167.
[184] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 263, Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 325.
[185] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 165, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 263, Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 325, Ebu Nuaym, Delâil, c. 1,s. 78, İbn Seyyid, Uyun, c. 1, s. 208, Zehebî, Megâzî, s. 167, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 36.
[186] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s.1 65, Vâkıdî, Megâzî, c. I ,s. 263, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1, s. 501, Ebu Nuaym, Delâil, c.1,s.79,İbn Seyyid, Uyun, c. 1, s. 208, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 37.
[187] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 94, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 263, İbn Sa’d, Tabakât, c. 1, s. 502, Ebu Nuaym, Delâilü’n-nübüvve, c. 1, s. 79, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 208, Zehebî, Megâzî, s. 167, E bu’l-Fidâ, c. 4, s.36.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/136-137.
[188] İbn İshak. İbnHişam, Sîre.c.3, s. 129, Vâkıdî, Megâzî, c. 1 , s. 262.
[189] Ebu Dâvud, Sünen, c.3,s. 20, Beyhakî, Sünenü’l-kübrâ, c. 9, s.1 67, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s.247-248, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 4, s. 193.
[190] Buhari Sahih. C 3, s. 206.
[191] Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 20, Beyhakî, Sünenü’l-kübrâ, c. 9, s. 1 67, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 247-248, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 4, s. 193.
[192] Buhârî,Sahih,c.3, s. 206.
[193] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 262.
[194] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/137-138.
[195] Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 263.
[196] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre,c.3, s. 93, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 263.
[197] Vâkıdî, Megâzî, c. 1,s. 263.
[198] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.3, s. 93.
[199] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.3, s. 93, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 263.
[200] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 263.
[201] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.3, s. 93, Zehebî, Megâzî, s. 1 66.
[202] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 223.
[203] İbn İshak, İbn Hisam, c. 3, s. 93, Vâkıdî, c.1, s. 224,İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 163, Zehebî, Megâzî, s. 166.
[204] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 223-224.
[205] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.3, s. 93, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 263, İbn Esîr , Kâmil, c. 2, s. 162.
[206] Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 263.
[207] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 93, Zehebî, Megâzî, s. 1 66.
[208] Taberî, Târîh, c. 3, s. 26, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 162.
[209] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 93, Vâkıdî, c.1, s. 263, İbn Esîr, c. 2, s. 162.
[210] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 93, İbn Esîr , c. 2, s. 162, Zehebî, Megâzî, s. 166.
[211] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 263.
[212] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 93, Vâkıdî, c.1, s. 263, İbn Esîr, c. 2, s. 162.
[213] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 93-94, Zehebî, Megâzî, s. 166.
[214] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 264.
[215] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 94, Taberî, Târih, c. 3, s. 26.
[216] Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 264.
[217] İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 162.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/138-140.
[218] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 273, Ebu Nuaym, Delâilü’n-nübüwe, c. 2, s. 485, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 1, s. 427.
[219] Süheyli, Ravdu’l-ünüf, c. 5, s. 463.
[220] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 273, Hâkim , Müstedrek, c. 3, s. 204, Ebu Muaym , Delâilü’n-nübüvve, c. 2, s. 485.
[221] Vâkıdî, c. 1, s. 273, Ebu Nuaym , Delâilü’n-nübüvve, c. 2, s. 485, Diyarbekrî, c. 1, s. 427-428.
[222] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 273, Diyarbekrî, c. 1, s. 428.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/140-141.
[223] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 93, Vâkidî, Megâzî, c. 1, s. 233, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 322, Taberî, Târih, c. 3, s. 26, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 2, s. 16, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 16, Zehebî, Megâzî, s. 166.
[224] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 93, Vâkidî, Megâzî, d, s. 233, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 322, Taberî, Târih, c. 3, s. 26, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 2, s. 16, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 16.
[225] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 233, Belâzurî, Ensâb u’l-eş râf, c. 1, s. 322, İbn Esîr, Usdu’l -gâb e,c.2,s.17, İbn Seyyid, Uyûnu11-eser, c. 2, s. 16.
[226] Vâkıdî, Megâzi, c. 1, s. 233-234.
[227] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 93, Vâkıdî, Megâzî , c. 1, s. 233-234, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 322, Taberî, Târih, c. 3, s. 26, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 2, s. 16-17, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 16.
[228] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/141-142.
[229] Taberî, Târih, c. 3, s. 11.
[230] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 70, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 220, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 40, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 316, Taberî, Târih, c. 3, s. 13, Beyhakî, Delâilü’n-nübüwe, c. 3, s. 220, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 151-152, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 7, Zehebî, Megâzî, s. 136, İbn Haldun, Târîh, c. 2, ks. 2, s. 25.
[231] Vâkidi, Megâzî, c. 1, s. 239, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 40, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 316-317.
[232] Vâkıdı, Megâzı, c. 1, s. 239, İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 42.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/142-143.
[233] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 72, Taberî, Târih, c. 3, s. 16, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 152, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 9.
[234] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 221.
[235] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 72, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 221, Taberî, Târih, c. 3, s. 16, İbn Seyvid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 9.
[236] Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 221.
[237] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 72, Taberî, Târih, c. 3, s. 16, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 152, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 9.
[238] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 72, Taberî, Târih, c. 3, s. 16, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 152, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 9.
[239] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 72, Taberî, Târih, c. 3, s. 16, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 152, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 9.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/143.
[240] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 71, Vâkıdî, Megâzî, c. 1 , s. 205-206, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 282, 313, Fütûhu’l-büldân, c. 1, s. 2-3, İbn Esîr , Kâmil, c. 2, s. 149, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 11.
[241] Vâkidi, Megâzî, c. 1, s. 205, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1 , s. 313.
[242] İbn İshak, İbn Hişam, Sıre, c. 3, s. 73, Vâkıdı, Megâzî, c. 1, s. 206, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 149, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 16.
[243] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 206.
[244] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 37.
[245] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 244, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 12.
[246] İbn İshak, İbn Hisam, c. 3, s. 71, Vâkıdî, c. 1, s. 223, İbn Sa’d, c. 2, s. 48, Belâzurî, c. 1, s. 320, Taberî, Târîh, c. 3, s. 16, İbn Seyyid, c. 2, s. 9, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 16.
[247] Vâkıdî, c. 1, s. 223, İbn Sa’d, c. 2, s. 40, Belâzurî, c. 1, s. 320.
[248] İbn İshak, İbn Hisam, c. 3, s. 71, Vâkıdî, c. 1, s. 223, İbn Sa’d, c. 2, s. 40, Taberî, c. 3, s. 16, İbn Seyyid, c. 2, s. 9, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 16.
[249] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 40.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/144-145.
[250] Vâkidi, Megâzı, c. 1, s. 221-223, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1 , s. 316, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 2, s. 495-496.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/145.
[251] Taberî, Târih, c. 3, s. 16, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 151.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/145.
[252] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 72, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 225, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 40, Taberî, Târih, c. 3, s. 16, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 9.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/145.
[253] İbn Sa’d. Tabakât. c. 2. s. 40.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/145-146.
[254] Vâkıdî, t 1, s. 225, İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 41.
[255] Taberî, Târıh,c.3, s. 15.
[256] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 226, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 41.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/146.
[257] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/146.
[258] Vâkidi, Megâzî, c. 1, s. 227, İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 41.
[259] Vâkıdî, Megâzî.c. 1,s. 227.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/146-147.
[260] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 79.
[261] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 228.
[262] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 79, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 228.
[263] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 228, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 3, s. 462.
[264] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 79.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/147.
[265] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 228.
[266] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 228, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1 , s. 55, Taberî, Târih, c. 3, s. 17.
[267] İbn Esir, Kâmil, c. 2, s. 154,İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, t 2, s. 11.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/148.
[268] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 257, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 321, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 2, s. 499
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/148.
[269] Beyhaki, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 227, Zehebî, Megâzî, c. 138.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/149.
[270] Vâkidi, Megâzî, c. 1, s. 229.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/149.
[271] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 72, Taberî, Târih, c. 3, s. 16, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 9, Zehebî, Megâzî, s. 138.
[272] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 3, s. 556, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 123.
[273] İbn Sa’d, Tabakât, c. 3, s. 556, Müslim, Sahih, c. 4, s. 1917.
[274] İbn Sa’d, Tabakât, c. 3, s. 556, Ahımed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 123.
[275] Taberî, Târih, c. 3, s. 15, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 230, Beyhakî, Delâil, c. 3, s. 233, Zehebî, Megâzî, s. 137.
[276] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 71, Taberî, Târih, c. 3, s. 15, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 6, s. 96, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 9, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 15.
[277] Taberî, Târih, c. 3, s. 15, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 230, Beyhakî, Delâil, c. 3, s. 233, Zehebî, Megâzî, s. 137.
[278] Zehebî, Siyem a’lâmi’n-nübelâ, c. 1, s. 1 76.
[279] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 71, İbn Sa’d, c. 3, s. 556, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 1 23, Taberî, c. 3, s. 15, Hâkim, c. 3, s. 230, Beyhakî, c. 3, s. 233, İbn Esîr, c. 6, s. 96, İbn Seyyid, c. 2, s. 9, Zehebî, Siyeru a’lâmi’n-nübelâ, c. 1, s. 1 76.
[280] İbn İ shak, İ bn H i şam, Sîre, c. 3, s. 71, Vâkıdî, Megâzî , c. 1, s. 25 9, Taberî , Târih, c. 3, s. 16, Beyhakî, Delâi lü’n-nübüvve, c. 3, s. 234, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 6, s. 96, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 9, Zehebî, Megâzî, s. 137, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 15.
[281] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 72, 73, Taberî, Târih, c. 3, s. 15-16, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 230-231, Beyhakî, Delâil, c. 3, s. 233, İbn Seyyid, Uyun, c. 2, s. 9-1 0, Zehebî, Megâzî, s. 137-138, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 16-17.
[282] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 73s. 557, İbn Seyyid, Uyun, c. 2, s. 9, Zehebî, Siyeru a’lâmi’n-nübelâ, c. 1, s. 176-177, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 16.
[283] İbn İshak, İbn Hişam, s. 3, s. 73, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 16-17.
[284] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 73, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 1 0.
[285] Taberî, Târih, c. 3, s. 15, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 231.
[286] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 73.
[287] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 231, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 233.
[288] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 73, Taberî, Târih, c. 3, s. 15, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 231 , Beyhakî, Delâil, c. 3, s. 233, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 1 0, Zehebî, Megâzî, s. 137, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 1 7.
[289] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 73, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 17.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/149-152.
[290] Taberî, Târîh, c. 3, s. 17, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 154, Muhibbül-Taberî, Rıyâdu’n-nadrâ, c. 2, s. 227, Taberâniden naklen Alâüddin Ali, Keniu’l-umm âl, c. 13, s. 143-144.
[291] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 106, Taberî, Târih, c. 3, s. 17, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 154, Muhibbü’t-Taberî, Rıyâdu’n-nadrâ. c. 2. s. 227. Keniu’l-umm âl. c. 1 3. s. 143-144.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/152-153.
[292] Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 261, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 2, s. 496, İbn Esîr , Usdu’l-gâbe, c. 2, s. 222.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/153-154.
[293] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 879, Süheylf, Ravdu’l-ünüf, c. 6, s. 45, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 3, s. 195, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 20, Zehebî, Megâzî, s. 149, E bu’l-Fidâ, el-Bidâ ye ve’n-nihâye, c. 44, s. 42, Kastalânî, Mevâhibü’l-ledünniye, c. 1, s. 125.
[294] Kastalâni, Mevâhibü’l-ledünniye, c. 1, s. 125, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 1, s. 433.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/154.
[295] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 308, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 30, Nesâf, Sünen, c. 6, s. 33, Bevtıakf, Sünenü’l-kübrâ, c. 9, s. 43, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 243.
[296] İbn Esîr. Usdu’l-aâbe. c. 6. s. 226.
[297] Zehebî, Siyeru a’lami’n-nübela, c. 1, s.183.
[298] İbn Abdilberr, İstiâb, c.3, s.1169, İbn Esîr. Usdu’l-gâbe. c. 4, s.208.
[299] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/154-155.
[300] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 3, s. 12, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 243, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 1, s. 373, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 2, s. 53, Zehebî, Siyeru a’lâmi’n-nübelâ, c. 1, s. 131.
[301] İbn Sa’d, Tabakât, c. 3, s. 12, Beyhakî, Delâil, c. 3, s. 243.
[302] Taberî, Târih, c. 3, s. 16, Beyhakî, Delâil, c. 3, s. 227, İbn Esir, Kâmil, c. 2, s. 153, Zehebî, Megâzî, s. 138.
[303] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.3, s. 74, 76, Taberî, Târîh, c. 3, s. 18.
[304] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c.3,s. 82,Taberî, Târih, c. 3, s. 16, Beyhakî, Delâil, c. 3, s. 227, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 11, E bu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 22, Kastalânî, Mevâhibü’l-ledünniye, c. 1, s. 122.
[305] İbn İshak, İbn Hisam , Sîre, c. 3, s. 82, Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 229, Taben, Târih, c. 3, s. 16-1 7, Beyhakî, Delâil, c. 3, s. 228, İbn Seyyid, Uyun, c. 2, s. 11, Zehebî, Megâzî, s:. 144, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 22.
[306] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 47, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 293, Buhârî, Sahih, c. 4, s. 26.
[307] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 239.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/155-156.
[308] Buhârî, Sahih, c. 5, s. 36, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 242, Zehebî, Megâzî, s. 146.
[309] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 76, Zehebî, Siyeru a’lâmi’n-nübelâ, c. 1, s. 129, E bu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 18.
[310] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 501, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 37, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 242, Zehebî, Megâzî, s. 1 46.
[311] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 76, Vâkıdî, Megâzî , c. 1, s. 285, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 501, Belâzurî,Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 322, Taberî, Târih, c. 3, s.1 8, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 156, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 10, Zehebî, Siyerua’lâmi’n-nübelâ, c. 1, s. 129, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 19.
[312] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 501, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 37, Beyhakî, Delâil, c. 3, s. 242, Zehebî, Megâzî , s. 146, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 19.
[313] İbn İshak, İbn Hişam , c. 3, s. 76, Taberî, c. 3, s. 1 8, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 156, İbn Seyyid, Uyun, c. 2, s. 10, Zehebî,Siyeru a’lâmi’n-nübelâ, c. 1, s. 129, E bu’l-Fidâ, c. 4, s. 18.
[314] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 501, Buhârî, c. 5, s. 37, Beyhakî, c. 3, s. 242.
[315] Vâkıdî, Megâzî , c. 1, s. 285.
[316] Beyhakî, Delâil, c. 3, s. 243, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 1 , s.373, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 2, s. 53, Zehebî, Megâzî, s. 146.
[317] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 76, Vâkıdî, c. 1 , s. 285, 286, 287, Buhârî, c.5,s. 37, Taberî, c. 3, s. 18, Beyhakî, c. 3, s. 242, İbn Esîr, c. 2, s. 156, İbn Seyyid, c. 2, s. 1 0, Zehebî, s. 146-147.
[318] Zehebî, Siyeru a’lâmi’n-nübelâ, c. 1, s. 1 27.
[319] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 1, s. 372, Zehebî, Siyeru a’lâmi’n-nübelâ, c. 1, s. 127.
[320] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/156-157.
[321] Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 273.
[322] İ bn İ shak, İbn Hi şam, Sîre, c. 3, s. 79, Vâkıdî, Megâzî , c. 1, s. 27 3, Taberî , Târih, c. 3, s. 21, Beyhakî, D e lâi lü’n-nübüvve, c. 3, s. 246.
[323] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 273, Beyhakî, Sünenü’l-kübrâ, c. 9, s. 88.
[324] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 79, Vâkıdi, Megâzi, c. 1, s. 27 3, Taberi, Târih, c. 3, s. 21, Beyhakî, De lâi lü’n-nübüvve, c. 3, s. 246, Sünen, c. 9, s. 88.
[325] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 273-274, Beyhakî, Sünenü’l-kübrâ, c. 9, s. 88.
[326] İbn İshak, İbn Hisam , Sîre, c. 3, s. 79, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 273, Taberî, Târîh, c. 3, s. 21, Beyhakî, Sünenü’l-kübrâ, c. 9, s. 88.
[327] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 79, Vâkidi, M e gâzi, c. 1 , s. 273-274, Ta ben, Târih, c. 3, s. 21 , Beyhaki, Sünenü’l-k übrâ, c. 9, s. 88, Zehebî, Megâzî, s. 152, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 21.
[328] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 274, Beyhakî, Sünenü’l-kübrâ, c. 9, s. 88.
[329] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 3, s. 79, Taberî, Târîh, c. 3, s. 21, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c.3, s. 246, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 1, s. 381, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 2, s. 66, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 11, Zehebî, Megâzî, s. 152, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 21.
[330] İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 2, s. 66.
[331] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/157-158.
[332] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 47, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 293, Buhârî, Sahih, c. 4, s. 26, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 25.
[333] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 229-230, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 3, s. 475-76.
[334] Vâkidi, c. 1, s. 229-230, İbn Sa’d, c. 2, s. 41-42, c. 3, s. 475-476, Taben, c. 3, s. 15.
[335] Taberı, Târih, c. 3, s. 15.
[336] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 232.
[337] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 232, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 3, s. 476.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/159-160.
[338] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 42.
[339] Vâkidî, c. 1, s. 240, İbn Sa’d, c. 2, s. 42, İbn Seyyid, t 2, s. 12.
[340] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 240, Alâüddin Ali, Kenzu’l-ummâl (Müsned haşiyesinde), c. 4, s. 114-115.
[341] Vâkıdı, Megâzî, c. 1, s. 240, Belâzurî, Ensâbu’l-esrâf, c. 1 , s. 318.
[342] Taberî, Târih, c. 3, s. 20, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 23.
[343] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 240, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 46, Taberî, Târfi-ı, c. 3, s. 20, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 23.
[344] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.3, s. 86, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 241,Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 234, İbn Seyyid, Uyünu’l-eser, c. 2, s. 13, Zehebî, Megâzî, s. 140.
[345] Nesâi, Sünen, c. 6, s. 29-30, Zehebî, Siyeru a’lâm i’n-nübelâ, c. 1, s. 16-17.
* İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 2, s. 106.
[346] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 286, Müslim, Sahîh, c. 3, s. 141 5, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 234-235, Zehebî, Megâzî, s. 140.
[347] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 254, İbn Asâkfr, Târîh, c. 7, s. 78.
[348] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 254, İbn Sa’d, Tabakât, c. 3, s. 217, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 1 58.
[349] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 85, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 254-255, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 644, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 376.
[350] Vâkidi, Megâzî, c. 1, s. 256.
[351] İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 4, s. 98, Heysemî, Mean au’z-zevâid, c. 6, s. 11 2, Alâüddin Ali, Kenzu’l-ummâl (Müsned haşiyesi), c. 4, s. 111-112.
[352] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 283.
[353] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 257, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 3, s. 245-246.
[354] Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 243.
[355] Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 33, Müslim, Sahîh, c. 3, s. 1443, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 246, Zehebî, Siyeru a’lâmi’n-nübelâ, c. 2, s. 20, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 27.
[356] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 26.
[357] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 87, Taberî, TârıVı, c. 3, s. 1 8, Beyhakî, Delâil, c. 3, s. 239, Zehebî, Siyeru a’lâmi’n-nübelâ, c. 1, s. 66-67, E bu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 27.
[358] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 253, İbn Sa’d, Tabakât, c. 3, s. 471, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 49, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 2, s.662-663, Zehebî, Siyeru a’lâm i’n-nübelâ, c. 1, s. 37.
[359] İbn İshak, Sîre, c. 3, s. 87, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 34, Heysemî, Mecmau’z-zevâid, c. 6, s. 113.
[360] Vâkıdî, c. 1, s. 260, 261, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 17.
[361] Ebu Muaym, Delâilü’n-nübüvve, c. 2, s. 484, Heysemî, Mecmau’z-zevâid, c. 6, s. 113.
[362] İbn İshak, c. 3, s. 87, Vâkıdî, c. 1, s. 242, İbn Sa’d, c. 3, s. 453, Taberî, Târîh, c. 3, s. 18, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 295, Beyhakî, Delâil, c. 3, s. 251-252, İbn Abdilberr, c. 3, s. 1275.
[363] Ebu Nuaym, Delâil, c. 2, s. 484, Heysemî, Mecmau’z-zevâid, c. 6, s. 113.
[364] İbn İshak, c. 3, s. 87, Vâkıdî, c.1, s. 242, İbn Sa’d, c. 3, s. 453, Taberî, c. 3, s. 18, Ebu Nuaym, c. 2, s. 484, Beyhakî, c.3, s. 251, İbn Abdilberr, c. 3, s. 1275, Zehebî, Megâzî, s. 156.
[365] Vâkıdî, c. 1, s. 274-275, Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 326, İbn Abdilberr, c. 1, s. 297, c. 4, s. 1562, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 5, s. 462.
[366] İbn Abdilberr, c. 1, s. 297, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 1 , s. 406, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 1, s. 284.
[367] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 275, Belâzurî, Ensâbu’l-esrâf, c. 1 , s. 326, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 1, s. 284.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/160-172.
[368] Vâkıdî, c. 1, s. 243-244, İbn Sa’d, Tabak âtü’l-kübrâ, c. 4, s. 125, Belâzurî, c. 1, s. 319, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 154-155.
[369] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 238, İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 2, s. 109, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 30.
[370] Vâkıdî, c. 1, s. 268, İbn Sa’d, Tabakât, c. 8, s. 412, Belâzurî, c. 1, s. 325, İbn Abdilberr, c. 4, s. 1948, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 7, s. 371 , Zehebî, Siyer, c. 2, s. 202.
[371] İbn İshak, c. 3, s. 86-87, Vâkıdî, c. 1, s. 268-269, İbn Sa’d, c. 8, s. 413, İbnSeyyid, Uyun, c. 2, s. 13, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 34.
[372] Vâkıdî, c. 1, s. 270, İbn Sa’d, c. 8, s. 413-414, Zehebî, c. 2, s. 202.
[373] İbn İshak, c. 3, s. 87, Vâkidf, c. 1, s. 269, İbn Sa’d.c. 8, s. 41 3, İbn Seyyid, c. 2, s. 13-1 4, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 34.
[374] Vâkıdı, c. 1, s. 270, İbn Sa’d, c. 8, s. 413.
[375] Vâkıdî, c. 1, s. 269, İbn Sa’d, c. 8, s. 413-415.
[376] İbn Sa’d, Tab akâtü ‘l-kübrâ, c. 3, s. 120, D iyarb ekrf, T ârfhu’l -ha m fs, c. 1, s. 426, H aleb f, İ nsânu’l -uyun, c. 2, s. 544.
[377] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 3, s. 77, Taberî, Târih, c. 3, s. 18, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 238, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 155, Zehebî, Siyeru a’lâmi’n-nübelâ, c. 1, s. 1 03.
[378] Taberî, Târîh, c. 3, s. 17, Zehebî, Megâzî, s. 143.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/172-175.
[379] Yâkubî, Târih, c. 2, s. 27.
[380] Taberî, c. 3, s. 20, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 1 56.
[381] Vâkidi, Megâzı, c. 1, s. 280, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1 , s. 326-327.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/175-176.
[382] Taberî, TâriTı, c. 3, s. 20, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 157.
[383] Ahmed b. Hanbel, Müsnecl, c. 3, s. 201, Buhârî, Sahîh, c. 3, s. 205, Taberî, c. 3, s. 20, Beyhakî, Sünenü’l-kübrâ, c. 9, s. 44, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 1, s. 108, İbn Esîr, c. 2, s. 1 57, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 23, Zehebî, Megâzî, s. 148, Ebu’l-Fidâ,el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 31.
[384] Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 253, Müslim, Sahîh, c. 3, s. 1512, Beyhakî, c. 9, s. 44, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 31.
[385] Buhârî, t 3, s. 205, İbn Abdilberr, c. 1 ,s.1O9, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 1 , s. 155, Zehebî, s. 148.
[386] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 3, s. 88, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 245.
[387] Ebu Yûsuf, Kitâbu’l-harac, s. 43.
[388] İbn İshak, c. 3, s. 88, Taberî, c. 3, s. 19, Zehebî, s. 152.
[389] Ahmedb. Hanbel, c. 3, s. 253, Beyhakî, c. 9, s. 44, İbn Esîr, c. 1 , s. 155.
[390] Buhârî, c. 3, s. 205, İbn Abdilberr, c. 1, s. 109, Beyhakî, c. 3, s. 245, İbn Esîr, c. 1, s. 1 55, İbn Seyyid, c. 2, s. 23.
[391] Vâkıdî, Megâzî , c. 1, s. 280.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/176-178.
[392] İbn Sa’d, Tabak âtü’l-kübrâ, c. 3, s. 378, İbn Abdilberr, c. 2, s. 550, İbn Esir, c. 2, s. 286, İbn Seyyid, c. 2, s.
24, Zehebî, Siyeru a’lâmi’n-nübelâ, c. 1, s. 216.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/178.
[393] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 84-85, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvvıe, c. 3, s. 274, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 12-13, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 22-23.
[394] İbn İshak, c. 3, s. 85, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 243-245, İbn Seyyid, c. 2, s. 12-13, Zehebî, Megâzî, s. 155,156, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 23-24.
[395] İbn İshak, c. 3, s. 85, Vâkidf, c. 1, s. 243-244, Belâzurî, Ensâbu’l-eşraf,c.1, s. 319-321, İbn Seyyid, c. 2, s. 13.
[396] Vâkıdî, c. 1, s. 246-247, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 3, s. 410, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 27, Beyhakî, c. 3, s. 263.
[397] İbn İshak, c. 3, s. 85, Vâkıdî, c. 1, s. 245, İbn Sa’d, c. 2, s. 45, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 201, İmam Muhammed, Şiyeru’l-kebfr, c. 1, s. 127, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 35, İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 1336, Belâzurî, c. 1, s. 320-321 , Beyhakî, c. 3, s. 262, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 155, İbn Seyyid, c. 2, s. 12, Zehebî, s. 152, Ebu’l-Fidâ, c. 3, s. 24-29.
[398] İmam Zührî, Megâzî, s. 78, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 367.
[399] Kadı lyaz, eş-Şifâ, c. 1, s. 78-79.
[400] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 441, Buhârî, Sahîh, c. 4, s. 151 .
[401] Musa b. Ukbe’den naklen İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 24, Taberânfden sahih bir senedle naklen Heysemî,
M ecm au’z-zevâid, c. 6, s. 117.
[402] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 91, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 288, Buhârî, c. 5, s. 37-38, Taberî, Târih, c. 3, s. 20, Beyhakî, Sünenü’l-kübrâ, c. 1, s. 269.
[403] İbn İshak, c. 3, s. 91, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 245, Taberî, Târih, c. 3, s. 20, Beyhakî, Delâil, c. 3, s. 265, İbn Seyyid, c. 2, s. 15, Zehebî, s. 155, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 30.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/178-181.
[404] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 88.
[405] Zührî, Megâzî, s.77, İbn İshak, c. 3, s. 88, Abdurrezzak, c. 5, s. 365, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 46, Taberî, c.3, s. 19, İbnEsîr, Kâmil, t 2, s. 157, İbn Seyyid, c. 2, s. 14, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 35.
[406] İbn İshak, c. 3, s. 88, Taberî, c. 3, s. 19, İbn Esîr, c. 2, s. 157, İbn Se^id, c. 2, s. 14, Zehebî, s. 147, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 35.
[407] Vâkidî, Megâzî, c. 1,s. 236.
[408] İbn İshak, c.3, s. 88, Vâkıdî, c.1, s. 236, Taberî, c. 3, s. 19, İbn Esir, c. 2, s. 157.
[409] Zührî, s. 77, İbn İshak, c. 3, s. 88, Vâkidî, c. 1, s. 236, Abdurrezzak, c. 5, s. 365, İbn Sa’d, c. 2, s. 46, Taberî, c. 3, s. 19, İbn Esîr, c. 2, s. 1 57, İbn Seyyid, c. 2, s. 14, Zehebî, s. 147, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 35.
[410] İbn Esîr, c. 2, s. 157.
[411] Zührî, s. 77, İbn İshak, c.3, s. 88, Vâkıdî, c. 1, s. 236, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 365, İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 46, Taberî, c. 3, s. 19, İbnEsîr, c. 2, s. 157, İbn Seyyid, c. 2, s. 14, Zehebî, s. 147, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 35.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/181-182.
[412] İbn İshak, İbn Hişam , Sîre, c. 3, s. 89, Taberî, Târih, c. 3, s. 19, Beyhakî, Delâil, c. 3, s. 237, İbn Esîr , Kâmil, c. 2, s. 157.
[413] İbn İshak, c. 3, s. 89, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s 251, Taberı, c. 3, s. 19, Beyhakî, c. 3, s. 237-238, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 32.
[414] Taberî, c. 3, s. 20.
[415] İbn İshak, c. 3, s. 89, Vâkidi, c. 1, s. 251, Taberî, c. 3, s. 20, Hâkim, Müstedrek, c. 2, s. 327, Beyhakî, c. 3, s. 237-238.
[416] Vâkıdî, c. 1,s.25O, İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 46, Hâkim, c. 2, s. 327, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 15.
[417] İbn İshak, c. 3, s. 89, Taben, c. 3, s. 19, İbn Seyyid, c. 2, s. 16.
[418] İbn İshak, c. 3, s. 89, Vâki cif, c. 1, s. 251, Taberî, c. 3, s. 19, İbn Esîr, c. 2, s. 157.
[419] Vâkıdî, c. 1,s.251.
[420] İbn İshak, c. 3, s. 89, Taberî, c. 3, s. 19, İbn Esîr, c. 2, s. 157, İbn Seyyid, c. 2, s. 15, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 35.
[421] Vâkıdî, c. 1, s. 252, Hâkim, c. 2, s. 327, Beyhakî, c. 3, s. 259, Zehebî, s. 1 44, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 32.
[422] Taberî, c. 3, s. 20.
[423] Vâkıdî, c. 1, s. 252, İbn Sa’d, c. 2, s. 46.
[424] İbn İshak, c. 3, s. 89, Taberî, c. 3, s. 20, İbn Esîr, c. 2, s. 157, İbn Seyyid, c. 2, s. 15.
[425] Vâkıdî, c. 1,5.251, İbn Sa’d, c. 2, s. 46, Zehebî, s. 144.
[426] Vâkıdî, c. 1, s. 243-244, İbn Sa’d, c. 4, s. 125, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 31 9.
[427] İbn İshak, c. 3, s. 89, Vâkıdî, c. 1, s. 252, Taberî, c. 3, s. 19, İbn Esîr, c. 2, s. 15, İbn Seyyid, c. 2, s. 15, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 35.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/182-184.
[428] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 90-91, Vâkıcif, Megâzi, c. 1, s. 249, İ b n S a’d, Tabakâtü “l-kübrâ, c. 2, s. 48, Taberî, T ârîh, c. 2, s. 20, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvvıe, c. 3, s. 215, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 157, İbn Seyyid, Uyünu’l-eser, c. 2, s. 15, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ye’n-nihâye, c. 4, s. 35-36.
[429] Vâkıdî, c.1, s. 249.
[430] İbn İshak, c. 3, s. 90-91, Taberî, c. 3, s. 20, Beyhakî, c. 3, s. 215, İbn Seyyid, c. 2, s. 15, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 35-36.
[431] İbn İshak, c. 3, s. 91, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 36.
[432] İbn İshak, c. 3, s. 91, Taberî, c. 3, s. 21, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 36.
[433] İbn İshak, c. 3, s. 91, Vâkıdî, 11 , s. 295, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 88, Taberî, c. 3, s. 21, Beyhakî, c. 3, s. 238, İbn Esîr, c. 2, s. 1 59, İbn Seyyid, c. 2, s. 15, Zehebî, Siyeru a’lâmi’n-nübelâ, c. 2, s. 244, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 36.
[434] İbn İshak, c. 3, s. 91, Taberî, c. 3, s. 21.
[435] Taberî, c. 3, s. 21.
[436] İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 2, s. 1 06.
[437] İbn İshak, c. 3, s. 91, Taberî, c. 3, s. 21.
[438] İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 2, s. 106.
[439] Zehebî, Siyeru a’lâmi’n-nübelâ, c. 2, s. 244.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/184-185.
[440] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 91 -92, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 365, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 643-644, Taberî, Târih, c. 3, s. 21, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 238, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 158, İbn Seyyid, Uyünu’l-eser, c. 2, s. 15, Zehebî, Megâzî, s. 1 48, E bu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 36.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/185-186.
[441] İbnİshak,c.3,s.92, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 294, İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 2, s. 104, İbn Seyyid, c. 2, s. 16, Ebu’l-Fidâ, c. 4,s.36.
[442] İbn İshak,c.3,s. 92, İbn Seyyid, c. 2, s. 16, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 36.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/186.
[443] Vâkıdî, c. 1, s. 295, Beyhakî, c. 3, s. 273.
[444] Buhâri , Sahıh, c. 5, s. 34.
[445] Belâzuri, Ensâb, c. 1, s. 327, Beyhakî, c. 3, s. 272, Zehebî, Megâzî, s. 158.
[446] İbn İshak, c. 3, s. 122, Vâkıdı, c. 1, s. 296.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/186-187.
[447] İbnİshak,İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 96-97, İbn EsTr,Kâmil,c. 2,s. 159, İbnSeyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 18, Zehebî, Megâzî, s. 167, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâve, c. 4, s. 37.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/187.
[448] Vâkidi, Megâzî, c. 1, s. 236-237.
[449] Zehebî, Siyeru a’lâmi’n-nübelâ, c. 1, s. 1 32.
[450] Vâkidi, Megâzî, c. 1, s. 274, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 329-330.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/187-189.
[451] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 99, Taberî, TârıVı, c. 3, s. 24, İbn Esîr , Kâmil, c. 2, s. 160, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n- c. 4, s. 38.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/189.
[452] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 236-237.
[453] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 296, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1 , s. 327.
[454] İbn Sa’d, Tabak âtü’l-kübrâ, c. 2, s. 47, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 293, Buhârî, Sahih, c. 4, s. 27, Taberî, Târih, c. 3, s. 24, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvvıe, c. 3, s. 268, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 160, Zehebî, Megâzî, s. 139.
[455] İbn İshak, İbn Hişam , Sîre, c. 3, s. 99, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 297, Taberî, Târih, c. 3, s. 24, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 160, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 18.
[456] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 288, Belâzurî, E nsâb, c. 1, s. 327, Hâkim, M üstedrek, c. 2, s. 297, Beyhakî, Sünenü’l-kübrâ, c. 3, s. 270-271, Heysemî, Mecmau’z-zevâid, c. 6, s. 111.
[457] İbn İshak, İbn Hisam, c. 3, s. 99, Vâkıdî, c.1, s. 297, Taberî, c. 3, s. 24, İbnEsîr, c. 2, s. 160, İbn Seyyid, c. 2, s. 18.
[458] Zührî, Megâzî, s. 77, İbn Sa’d, c. 2, s. 47, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 293, Buhârî, Sahih, c. 4, s. 27, Taben, c. 3, s. 24, Beyhakî, c. 3, s. 268, Zehebî, Megâzî, s. 139.
[459] İbn Sa’d, Tabak âtü’l-kübrâ, c. 2, s. 47, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 293, Buhârî, Sahih, c. 4, s. 27, Taberî, Târih, c. 3, s. 24, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvvıe, c. 3, s. 268, Zehebî, Megâzî, s. 139.
[460] İbn İshak, İbn Hisam.Sîre, c. 3, s. 99, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 297, Taberî, c. 3, s. 24, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 160, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 18.
[461] Zühri, Megâzî, s. 77-78, Vâkıdî, c. 1, s. 297, Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 288, Hâkim, Müstedrek, c. 2, s. 297, Beyhakî, c. 3, s. 271, Heysemî, Mecmau’z-zevâid, c. 6, s. 111.
[462] Vâkıdî, c. 1,s.297, Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 288, Hâkim, c. 2, s. 297, Beyhakî, c. 3, 271, Heysemî, c. 6, s. 111.
[463] İbn İshak, c. 3, s. 99, Vâkıdî, c. 1, s. 296-297, İbn Sa’d, c. 2, s. 47, Müsned, c. 4, s. 293, Buhârî, Sahih, c. 4, s. 27, Taberî, c. 3, s. 24, Hâkim, Müstedrek, c. 2, s. 297, Beyhakî, c. 3, s. 271, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 160, İbn Seyyid, c. 2, s. 15, Zehebî, s. 139, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 38, Heysemî, c. 6, s. 111.
[464] İbn Sa’d, c. 2, s. 47, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 293, Buhârî, c. 4, s. 27, Taberî, c. 3, s. 24, Beyhakî, c. 3, s. 268, İbn Esîr, c. 2, s. 160.
[465] İbn Sa’d, c. 2, s. 48, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 293, Buhârî, c. 4, s. 27, Taberî, c. 3, s. 24, Beyhakî, c. 3, s. 268, İbn Esîr, c. 2, s. 160, Zehebî, s. 139.
[466] İbn İshak, c. 3, s. 99, Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 288, Hâkim, c. 2, s. 297.
[467] Vâkıdî, c. 1, s. 297, Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 288.
[468] İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 48, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 293, Buhârî, Sahih, c. 4, s. 27, Taberî, Târih, c. 3, s. 24, Beyhakî, Delâil, c. 3, s. 268, İbn Esîr, c. 2, s. 160, Zehebî, Megâzî, s. 139, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 40.
[469] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 3, s. 100, Vâkidi, Megâzi, c. 1, s. 297, İ bn Sa’d, Tabak âtü’l -k übrâ, c. 2, s. 59, Taberî, Târih, c. 3, s. 24, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 19, E bu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 38.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/189-192.
[470] Buhâri , Sahih, c. 5, s. 38.
[471] İbn İshak,c.3,s. 100, Taberî, c. 3, s. 24, İbn Esîr , c. 2, s. 160-161, İbn Se^id, c. 2, s. 19, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 38.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/193.
[472] İbn İshak, c. 3, s. 108-110, Taberî, c. 3, s. 28, Beyhakî, t 3, s. 315, İbn Esîr, c. 2, s. 164, İbn Seyyid, c. 2, s. 37, Zehebî, s. 182, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 51.
[473] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 110, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 51.
[474] Vâkıdı,Megâzı,c.1,s. 339.
[475] Vâkıdı, Megâzî, c. 1, s. 299.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/193-194.
[476] İbn İshak, c. 3, s. 1 00, Taberî, Târih, c. 3, s. 24, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 285, İbn Esir, Usdu’l-gâbe, c. 2, s. 349, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 1 9, Zehebî, Siyeru a’lâmi’n-nübelâ, c. 1, s. 230, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 39.
[477] İbn Sa’d, Tabakât, c. 3, s. 523, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 2, s. 590.
[478] İbn İshak, c. 3, s. 100, Taberî, c. 3, s. 24, Beyhakî, c. 3, s. 285, İbn Esir.c. 2, s. 249.
[479] İbn İshak, c. 3, s. 100, Vâkıdî, c. 1, s. 293, İbn Abdilberr, c. 2, s. 590, Beyhakî, c. 3, s. 285, İbn Esîr, c. 2, s. 349, İbn Seyyid, c. 2, s. 19, Zehebî, Siyeru a’lâm i’n-nübelâ, c. 1, s. 230, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 39.
[480] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 293, İbn Abdilberr, c. 2, s. 590, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 2, s. 349.
[481] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 3, s. 100-101, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 293, Taberî, Târih, c. 3, s. 24, Hâkim, M üstedrek, c. 3, s. 201, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 285, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 2, s. 590, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 2, s. 249, İbn Seyyid,Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 19, Zehebî, Siyeru a’lâmi’n-nübelâ, c. 1, s. 230, E bu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 39.
[482] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 201, Zehebî, Siyeru a’lâmi’n-nübelâ, c. 1 , s. 231.
[483] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 293.
[484] İbn Abdilberr, c. 2, s. 590, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 2, s. 349.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/194-195.
[485] Vâkıdî, Megâzî.c. 1,s. 309.
[486] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 199, Zehebî, Siyeru a’lâmi’n-nübelâ, c. 1, s. 134.
[487] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 286, Taberî, Tarih, c. 3, s. 25, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 1 , s. 373, Beyhakî, Delâil, c. 3, s. 285, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe,c.2, s. 53, İbn Seyyid, Uyun, c. 2, s. 19, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 39.
[488] İbn İshak, c.3, s. 101, Taberî, c. 3, s. 25, İbn Abdilberr, c. 1, s. 373, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 39.
[489] İbnİshak,c. 3, s. 101, Vâkıdî, c. 1, s. 290, Taben, c.3, s. 25, Beyhakî, c. 3, s. 286, İbn Abdilberr, c.1, s. 373, Zehebî, Siyer, t 1, s. 132, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 39.
[490] İbn İshak, c. 3, s. 101, Teberi, c. 3, s. 25, Beyhakî, c. 3, s. 386, İbn Esîr , Kâmil, c. 2, s. 161, Zehebî, Megâzî, s. 166, Ebu’l-Fidâ, c. 4,s.39.
[491] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 3, s. 14, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 128, Tirmizî, Sünen, c. 3, s. 336.
[492] İbn İshak, c.3, s. 101-102, Taberî,c.3, s. 25, Beyhakî, c.3, s. 286, İbn Esîr, c. 2, s. 1 61, Zehebî, s. 166, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 39.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/196-197.
[493] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 103, Taberî, TârıVı, c. 3, s. 25, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 286, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 161-1 62, Zehebî, Megâzî, s. 169-170.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/197-198.
[494] EbuNuaym,Hilyetü’l-evliyâ, c. 2, s. 71, Vâkıdî, Megâzî, c. 1,5.249.
[495] Buhârî , Sahih, c. 3, s. 221 -222.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/198.
[496] Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 195, İbn Mâce, Sünen, c. 1, s. 485-488.
[497] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 3, s. 14, Ahmed b. Hanbel, Müsned,c.3, s. 128, Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 195.
[498] Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 165.
[499] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 311, İbn Sa’d, c. 3, s. 14-16, Heysem t, Mecmau’z-zevâid, c. 6, s. 119.
[500] Nesâf, Sünen, c. 4, s. 81.
[501] Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 19, Nesâf, Sünen, c. 4, s. 81.
[502] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 19, Nesâf, c. 4, s. 83, Beyhakî, Sünenü’l-kübrâ, c. 4, s. 34.
[503] Nesâi, Sünen, c. 4, s. 81, Beyhakî, Sünenü’l-kübrâ, c. 4, s. 34.
[504] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 20, Belâzurî, E nsâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 336.
[505] Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 19, Belâzurî, Ensâb, c. 1 , s. 336, Nesâf, c. 4, s. 83, Beyhakî, c. 4, s. 34.
[506] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 104, Belâzurî, c. 1, s. 336.
[507] İbn S’ad Tabakat, c.3, s.10, Belâzurî, c.1, s. 336.
[508] İbn İshak, c. 3, s.103, İbn S’ad c.3,s.10.
[509] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/198-200.
[510] İbn İshak, c. 3, s.104, İbn S’ad, c.3, s.562 ,Taberi, Tarih, c.3, s.26-27.
[511] İbn Sa’d, c. 3, s. 562.
[512] İbn İshak, c. 3, s. 104, İbn Sa’d, c. 3, s. 562, Taberî, c. 3, s. 26.
[513] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 44, İbn Seyyid, Uvûnu’l-eser, c. 2, s. 20-21.
[514] İbn Sa’d, Tabakât, c. 3, s. 553, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 21.
[515] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 277.
[516] İbn Sa’d, Tabakât, c. 3, s. 121-122.
[517] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/200-202.
[518] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 103, Taberî, TârıVı, c. 3, s. 26, Bevfıakf, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 290, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 162, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 43.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/202.
[519] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s.135, Tirmizi Sünen, c.5, s.299.
[520] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 133.
[521] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 300.
[522] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 43.
[523] Belâzuri, Ensâbu’l-eşraf, c.1, s.328.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/202.
[524] İbn İshak.c. 3, s. 103-104, Ahmed b. Hanbel, c. 5, s. 431 .Buhârî, Sahîh, c. 2, s. 94, Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 196, İbn Mâce, Sünen, c. 1, s. 485, Beyhakî, Sünenü’l-kübrâ, c. 4, s. 11 , İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 21, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 42.
[525] İbnİshak, c. 3, s. 104, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 309, Ahmed b. Hanbel, c. 5, s. 431, Nesâf, c. 4, s. 78, Beyhakî, c. 4, s. 11 , İbn Seyyid, c. 2, s. 21, Zehebî, Megâzî, s. 151 , Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 42.
[526] Vâki dr, c. 1, s. 309, Ahmed b. Hanbel, c. 5, s. 431 , Nesâf, c. 4, s. 78, Beyhakî, c. 4, s. 11 , İbn Seyyid, c. 2, s. 21, Zehebî, c. 151, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 42.
[527] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 126, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 325-326, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 265-266, Ebu Dâ’vud, Sünen, c. 3, s. 15, Taberî, Tefsîr , c. 4, s. 1 70-1 71, Hâkim, Müstedrek, c. 2, s. 88, 297-298.
[528] İbn İshak, c. 3, s. 127, Vâkıdî, c. 1, s. 326, Müslim , Sahîh, c. 3, s. 1 502-1503, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 231, Taberî, c. 4, s. 171, Beyhakî, c. 9, s. 163.
[529] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 3, s. 127.
[530] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 120, Zehebî, Siyeru a’lâmi’n-nübelâ, c. 1 , s. 237.
[531] İbn Abdilberr, İsti âb, c. 3, s. 955-956, Zehebî, Siyeru a’lâmi’n-nübelâ, c. 1, s. 237.
[532] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 3, s. 127-128.
[533] Vâkıdî, Megâzî , c. 1, s. 313, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 375, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 28, Zehebî, c. 1, s. 237, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 44.
[534] Mâlik,Muvatta1, c. 2, s. 460, Buhârî, Sahîh, c. 3, s. 203, Müslim, Sahîh, c. 3, s. 1497.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/203-206.
[535] Hâkim, Müstednek, c. 3, s. 29.
[536] Vâkıdî, c. 1.s.313, Taberî, Tefar, c. 13, s. 142, Ebu’l -Fidâ, c. 4, s. 35.
[537] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 313, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 45.
[538] İbn Sa’d, Tabakât, c. 3, s. 19.
[539] Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye vıe’n-nihâye, c. 4, s. 45.
[540] Hâkim. Müstednek. c. 3. s. 29.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/206-207.
[541] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 267, İbn Sa’d, Tabakât, c. 3, s. 563, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 291, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 22, Zehebî, Siyer, c. 1, s. 236.
[542] İbn Sa’d, Tabakât, c. 3, s. 11 , Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 1, s. 1443.
[543] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 267, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 294, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 22, Zehebî, Siyeru a’lâmi’n-nübelâ, c. 1, s. 236, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 43, Semhûdî , Vefâu’l-vefâ, c. 3, s. 937-939.
[544] Mâlik, Muvatta’, c. 2, s. 470, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 267, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 3, s. 562, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 398, Beyhakî, Delâil, c. 3, s. 293.
[545] Vâkıdî, Megâzî , c. 1, s. 267, İbn Sa’d, Tabakât, c. 3, s. 562, Beyhakî, Delâil, c. 3, s. 293, Zehebî, Siyer, c. 1, s. 236, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 43, Semhûdî , Vefâu’l-vefâ, c. 3, s. 938.
[546] Mâlik, Muvatta’, c. 2, s. 470.
[547] Mâlik, Muvatta’, c. 2, s. 470, Vâkıdî, c. 1, s. 267, İbn Sa’d, c. 3, s. 562, İbn Seyyid, c. 2, s. 22, Zehebî, c. 1, s. 236, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 43, Semhûdî , c. 3, s. 938.
[548] Mâlik, c. 2, s. 470, Vâkıdî, c. 1, s. 267, İbn Sa’d, c. 3, s. 562, Beyhakî, c. 3, s. 293, İbn Seyyid, c. 2, s. 22, Zehebî, c. 1 ,s. 236.
[549] Vâkıdî, c. 1, s. 268, Beyhakî, c. 3, s. 294, E bu’l-Fidâ, c. 4, s. 43, Semhûdî , c. 3, s. 939.
[550] İbn Sa’d, Tabakât, c. 3, s. 11 , Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 1, s. 443.
[551] İbn Sa’d, c. 3, s. 11, Beyhakî, c. 3, s. 291, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 2, s. 55, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 43.
[552] Vâkıdî, c. 1.S.267, İbn Sa’d, c. 3, s. 562-563, Beyhakî, c. 3, s. 293, İbn Kayy,m, Zâdu’l-mead, c. 2, s. 1 09.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/207-208.
[553] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 424, Buhârî, Edebül’-müfred, s. 181, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 23, Zehebî, Megâzî,s. 160, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 38.
[554] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 314.
[555] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 424, Buhârî, Edebül’-müfred, s. 181, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 23, Zehebî, Megâzî, s. 160, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 38.
[556] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 315, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 424, Buhârî, Edebül’-müfred, s. 181, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 23, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 38, Heysem f, Mecmau’z-zevâid, c. 6, s. 121-122.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/208-209.
[557] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 104, Taberî, Târîh, c. 3, s. 27, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvvıe, c. 3, s. 301, İbn Esir, Kâmil,c. 2, s. 163, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 46.
[558] Vâkıdî, Megâzî.c.1, s. 315.
[559] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 104, Tabeıî, c. 3, s. 27, Beyhakî, c. 3, s. 301, İbn Esîr, c. 2, s. 163, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 46.
[560] İbn İshak, İbn Hisam, c. 3, s. 104, Taberî, c. 3, s. 27, Beyhakî, c. 3, s. 301, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 47.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/210.
[561] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 105, Taberî, c. 3, s. 27, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 23, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 47.
[562] Vâkıdî, c. 1, s. 292, İbn Sa’d, Tabakât, c. 3, s. 520-521, c. 8, s. 428, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 334.
[563] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 105, Taberî, c. 3, s. 27, İbn Seyyid, c. 2, s. 23, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 47.
[564] İbn İshak, İbn Hişam, Sine, c. 3, s. 105, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 292, Taberî, Târih, c. 3, s. 27, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvvıe,c. 3, s. 302, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 1 63, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 23, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 47.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/211.
[565] Vâkıdî.Megâzî.d.s. 334.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/211-212.
[566] İbnİshak, İbn Hişam.Sîre.c. 3, s. 106, Taberî, Târih, c. 3, s. 27, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser,c. 2, s. 24, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 47.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/212.
[567] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 334, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 49.
[568] İbn İshak.İbn Hişam, c.3, s. 107, Vâkıdî, c. 1,s.334, İbn Sa’d, c. 2, s. 49, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 338, Taberî,c.3, s. 28, Beyhakî, Delâilü’n-nübüwe, c. 3, s. 314, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 164, İbn Seyyid, c. 2, s. 37, Zehebî, Megâzî, s. 181 ,Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 49.
[569] İbn İshak, İbn Hişam, c.3, s. 107, Taberî, c.3, s. 28, Beyhakî, c. 3, s. 314, İbn Seyyid, c. 2, s. 37, Zehebî, s. 181, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 49.
[570] Buhari, Sahîh, c. 5, s. 38.
[571] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 334.
[572] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.3, s. 107, Vâkıdî, Megâzî, c. 1 ,s.335.
[573] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 335.
[574] İbn İshak, İbn Hişam, c.3, s. 107, Vâkıdî, c.1, s. 335-336, Taberî, T ârfh, c. 3, s. 28, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvvıe, c. 3, s. 314-315, Zehebî, Megâzî, s. 181-182, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 49.
[575] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 334-335.
[576] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 84-85, Vâkıdî, c. 1, s. 243, 244, 247, İbn Seyvid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 1 2, Zehebî, s. 155, 156, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 23-24.
[577] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 88.
[578] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 3, s. 217.
[579] Vâkıdî, c. 1, s. 335, İbn Sa’d, c. 3, s. 564.
[580] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 334-335.
[581] Vâkidi, Megâzî, c.1, s. 241.
[582] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 269.
[583] Vâkidt, Megâzî, c. 1, s. 334-335.
[584] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 335.
[585] Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 316.
[586] Vâkidt, Megâzî, c. 1, s. 334-335.
[587] Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 217, Zehebî, Megâzî, s. 181, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 49.
[588] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 336, 338.
[589] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 336, İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 49, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 38.
[590] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c.3, s. 108, Taberî, T ârfh, c.3, s. 28, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 37.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/213-216.
[591] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 338.
[592] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 338, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 49, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 38.
[593] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 309, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 335-336.
[594] Beyhakî, Sünenü’l-kübrâ, c. 9, s. 65.
[595] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 110, Vâkıdî, Megâzî, c. 1 , s. 309, İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 49, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 335, Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 65, E bu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 51.
[596] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 111, Vâkıdî, c. 1, s. 309, İbn Sa’d, c. 2, s. 43, Belâzurî, c. 1, s. 335, Beyhakî, c. 9, s. 65, İbnEsir, Kâmil, c. 2, s. 165, E bu’l-Fidâ, c. 4, s. 51.
[597] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 11 0, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 51.
[598] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 111, Vâkıdî, c. 1, s. 309, İbn Sa’d, c. 2, s. 43, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 335, Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 65, E bu’l-Fidâ, c. 4, s. 51.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/216-217.
[599] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 108-109, VâkidP, Megâzî, c. 1, s. 338-339, Taberî, Târih, c. 3, s. 28-29, Beyhakî,Delâilü’n-nübüwe, c. 3, s. 315-316, Zehebî, Megâzî , s. 182-183, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 49-50.
[600] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 340.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/217-219.
[601] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 109, Vâkıdî, c.1 , s. 339-340, Taberî, c. 3, s. 29, Beyhakî, c. 3, s. 316-31 7, İbn Esîr, Kâmil,c.2,s.164-165,Zehebî, Megâzî, s. 182,184, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 49-50.
[602] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 11 0, Vâkıdî, c. 1, s. 339, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 38, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 51.
[603] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 108, Taberî, Târih, c. 3, s. 28, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 315, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 37.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/219-220.
[604] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.3, s. 112.
[605] Beyhaki, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 216-217, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye vıe’n-nihâye, c. 4, s. 48.
[606] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 317.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/220-221.
[607] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 111, Beyhakî, Delâilü’n-nübüwe, c. 3, s. 318, Zehebî, Megâzî, s. 184, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 51.
[608] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 318, Zehebî, Megâzî, s. 1 84, E bu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 51.
[609] İbn İshak, İbn Hişam, Sine, c. 3, s. 111, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 318, Zehebî, Megâzî, s. 184, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 51.
[610] İbn İshak, İbn Hişam , Sîre, c. 3, s. 111, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 318-319, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 318, Zehebî, Megâzi, s. 1 84, E bu’l-F idâ, el-Bi dâye ve ‘n-n ihâye, c. 4, s. 51 -52.
[611] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 319. Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 319.
[612] Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 319, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 3, s. 489.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/221-223.
[613] Buhârî, Târîhu’l-kebfr, c. 1, ks. 2, s. 78, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 1 , s. 153.
[614] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 1, s. 176, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 4, s. 62.
[615] Buhârî, Târih, c. 1,ks. 2, s. 78, İbn Abdilberr, İstiâb, d, s. 1 76, İbn Asâkfr, Târih, t 3, s. 269, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 1 , s. 153.
[616] İbn Asâkir, Târih, c. 3, s. 269.
[617] Buhâri, Tâıîh.d.ks. 2, s. 78, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 1, s. 153.
[618] Buharı, c.1, ks.2, s. 78, İbn Abdilberr, c. 1, s. 176, İbn Esir, Usdu’l-gâbe, c. 4, s. 62, İbn Asâkfr, c. 3, s. 269, İbn Hacer, c.1,s.153.
[619] Buhâri , Târîhu’l-kebir, c. 1, ks. 2, s. 78.
[620] Buhâri, Târîh, c. 1, ks. 2, s. 78, İbn Hacer, c. 1,s.153.
[621] İbn Asâkir. Târih. c. 3. s. 269.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/223-224.
[622] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 3, s. 112, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 274-275, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 27, Zehebî, Megâzî, s. 159.
[623] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 327, Belâzurî, Ensâbu’l-eşr af, c. 1, s. 327.
* Al-i İmran: 121-179, İbn İshak, İbn Hişam.Sîre, c. 3, s. 112-1 28, Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 319-340.
[624] Al-i İmran: 121-179, İbn İshak, İbn Hişam.Sîre, c. 3, s. 112-1 28, Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 319-340.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/224-231.
[625] Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 329.
* Amre binti Haim (İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 8, s. 359).
[626] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 329, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 338.
[627] İbn Sa’d, Tabakât, c. 3, s. 524, Ahmed b. Hanbel, Müsned,c.3, s. 352, EbuDâvud, Sünen, c. 3, s. 121, Tirmizî, Sünen, c. 4, s. 41 4, İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 909.
[628] Nisa: 11.
[629] Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 331, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 3,s.524,Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 121.
[630] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 331.
[631] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 331, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 3, s. 524, Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 121, Tirmizî, Sünen, c. 4, s. 414, İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 909.
[632] Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 331.
[633] Ahmed b. Hanbel. Müsned. c. 3. s. 375.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/232-233.