Muhacirlerle Ensar Arasında Çıkacak Kavganın Önlenişi
Baş Münafıkın Nifak Ateşinin Alevlenişi
Zeyd b. Erkam’ın Baş Münafık Abdullah b. Übeyy’den İşittiği Sözleri Gelip Peygamberimiz
Aleyhisselama Haber Verişi
Hz. Ömer’in Peygamberimiz Aleyhisselema Bir Teklifi
Abdullah b. Übeyy b. Selûl’ün Söylediklerini İnkâr Edişi
Useyd b. Hudayr’ın Abdullah b. Übeyy İçin Özür ve Af Dileyişi
Peygamberimiz Aleyhisselamın Rifaa b. Zeyd b. Tâbût’un Öldüğünü Haber Verişi
Abdullah b. Übeyy’in Oğlu Abdullah’ın Babasını Kendisinin Öldürmesini Peygamberimiz
Aleyhisselamdan Dilemesi
Abdullah’ın Babası Abdullah b. Übeyy’e Allah ve Resûlünün Aziz ve Kendisinin Zelil Olduğunu
İkrar ve İtiraf Ettirişi
Hz. Âişe’nin Yiten Gerdanlığını Ararken Orduyu Kaçırıp Tek Başına Geride Kalışı
Medine’ye Geliş
Hz. Âişe Aleyhinde İftira Yaygarası Koparılışı
Hz. Âişe’nin Aleyhindeki İftiraları İşitince Hastalığının Ağırlaşması
Hz. Âişe’nin Bayılışı
Peygamberimiz Aleyhisselamın Durum Hakkında Erkek, Kadın Bazı Kişilerle Konuşması
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mesciddeki Hitabesi
Sa’d b. Muaz’la Sa’d b. Ubâde Arasındaki Gerginliğin Giderilişi
İftiracılar
Hz. Âişe’nin Yapılan İftiralardan Vahyolunan Âyetlerle Tebrie ve Tenzih Edilişi
Hz. Âişe’nin Tebriesindeki Üstünlük
İftiracıların Cezalandırılışı
Münafıklar Hakkında Sûre İnişi
Allah Yolunda Görevini Kulağı ile Yerine Getiren Genç
Hz. Cüveyriye’nin Müslüman Oluşu ve Peygamberimiz Aleyhisselamla Evlenişi
Hz. Cüveyriye’nin Kimliği ve Esir Olarak Medine’ye Getirilişi
Peygamberimiz Ateyhissefamm Hz. Cüveyriyeye Hayırlı Bir Teklifi
Hâris b. Ebi Dırar ile Oğullarının Medine’ye Gelişleri ve Müslüman Oluşları
Müzeynelerin Müslüman Olmaları
Müzeynelerin İlk Kafilesi
Peygamberimiz Aleyhisselamın Rahatsızlanışı ve Namazı Oturarak Kılışı, Kıldırışı
MÜNAFIKLAR İŞ BAŞINDA
Muhacirlerle Ensar Arasında Çıkacak Kavganın Önlenişi
Peygamberimiz Aleyhisselamin Müneysi1 suyu başındaki ordugâhında bulunduğu sırada idi ki, Hz. Ömer’in Benî Gıfâr’dan ücretle tutmuş olduğu seyisi Cahcah b. Mes’ud’la Benî Avf b. Hazrec’in müttefiki olan Sinan b. Veber el-Cühenî su üzerine niza ederek vuruştular.[1] Sinan; Abdullah b. Übeyy b. Selûl’ün müttefiki idi.[2]
Müreysi1 kuyusunda az su vardı.
Salınan kovanın ancak yarısı dolabiliyordu.
Benî Salimlerin müttefiki olan Sinan b. Veber el-Cühenî Salim oğulları gençlerinden bazıları ile birlikte su içmek için geldikleri zaman, orada Muhacirlerle Ensardan bir topluluk buldu.
Hz. Ömer’in ücretlisi Cahcah, Sinan’ın yakınında kova ile su çekiyordu.
Bir ara, Sinan’ın kovası ile Cahcah’ın kovası birbirine karıştı, iki kovadan birisi yukarı çıkmıştı.
Çıkan kova Sinan’a aitti.
Sinan:
“Çıkan, benim kovam!” dedi.
Cahcah:
“Vallahi, o ancak benim kovamdır!” dedi.
Bunun üzerine, niza ve münakaşaya başladılar.
En sonunda, Cahcah elini kaldırıp Sinan’a vurunca,[3] Sinan:
“Yetişin ey Muhacir cemaatı!” diyerek bağırdı.[4]
Muhacirler, acele koşup geldiler. Evsve Hazrec kabilelerinden olanlarda geldiler. İki taraf kılıçlarını sıyırdılar.[5]
Az kalsın, büyük bir fitne kopacak, Müslümanlar birbirlerine gireceklerdi.[6]
Muhacirlerle Ensarın ileri gelenlerinden bazıları uyarıcı ve yatıştırıcı konuşmalar yaptılar.[7]
Muhacirlerden bazıları, Sinan’a:
“Gel, sen hakkından, davandan vazgeç!” dediler.
Sinan’ın kavim ve kabilesi ise, bunun ancak Peygamberimiz Aleyhisselamın emriyle olabileceğini, aksi takdirde Cahcahtan kısas suretiyle ödeşilmesi gerektiğini ileri sürmekte idiler.
Bundan sonra, Muhacirler, Sinan’ın müttefiklerinden Ubâde b. Sâmit’le ve daha başkaları ile konuştular.
Onlar da Sinan’la konuştular.
En sonunda, Sinan, davasını Peygamberimiz Aleyhisselama götürmekten vazgeçti. [8]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
Bu Cahiliye davası da ne oluyor?!” buyurduktan sonra:
“Nedir bunların dertleri?” diye sordu.
Muhacirin Ensârîye vurduğunu söylediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Bırakınız şu Cahiliye davasını! Çünkü o, bir murdarlıktır, kokmuş birşeydir!” buyurdu.[9]
Bunun üzerine, Sinan, Cahcah hakkındaki davasından vazgeçti, banştılar.[10]
Baş Münafıkın Nifak Ateşinin Alevlenişi
Baş münafık Abdullah b. Übeyy b. Selûl, Sinan ile Cahcah arasındaki hadise cereyan ettiği sırada, münafıklardan:
Malik, Dâis, Süveyd, Evs b. Kayzî, Muattib b. Kuşeyr (veya Kays), Zeyd b. Lusayt (veya Salt), Abdullah b. Nebtel ve daha başkaları ile birlikte oturuyordu. Cahcah’ın “Ey Kureyş hanedanı! Yetişin!” diyerek haykırdığını işitince: [11]
“Ey Evs oğulları! Ey Hazrec oğulları! Dostunuz ve müttefikiniz olan Sinan b. Veber el-Cühenî’ye yardımcı olunuz!” dedi.[12]
Abdullah b. Übeyy b. Selûl, bu kadarla da kalmadı; yanında kendi kavminden, kabilesinden bazı kimseler ve o sırada pek genç olan Zeyd b. Erkam da bulunduğu halde: [13]
“Demek onlar böyle yaptılar ha?![14] Kendi yurdumuzda bize hakim oldular, çoğaldılar, bize karşı soy sopları ile, çokluklarıyla iftihar ettiler!*
Vallahi, Kureyşlilerin kalın izariı Müslümanları ile misalimiz, ancak, evvelkilerin şu mesellerinde dedikleri gibidir: ‘Besle köpeğini, yesin seni!1 [Besle kargayı, oysun gözünü!][15]
Amma vallahi, Medine’ye dönersek, muhakkak, en şerefli ve güçlü olan şerefsiz ve güçsüz olanı oradan sürüp çıkaracaktır!” dedikten sonra,[16] kavminden, yanında bulunanlara yöneldi ve:
“Bu, sizin kendi kendinize yaptığınız birşeydir: Beldelerinizi onlara helâl ettiniz, peşkeş çektiniz! Mallarınızı onlarla bölüştünüz!
Vallahi, eğer siz ellerinizdekini tutar, onlardan esirgerseniz, muhakkak, sizin yurdunuzdan başka bir diyara yönelir, giderier![17]
Sizler onların uğrunda ölüp evlatlarınızı yetim ettiniz ve azaldınız, onlar ise çoğaldılar.[18]
Onun [Resûlullahın] yanındakilere nafaka [zekat ve sadaka] vermeyin ki, onlar onun etrafından dağılıp gitsinler!” dedi. [19]
Zeyd b. Erkam’ın Baş Münafık Abdullah b. Übeyy’den İşittiği Sözleri Gelip Peygamberimiz
Aleyhisselama Haber Verişi
Zeyd b. Erkam; Abdullah b. Übeyy b. Selûl’ün meclisinden kalkıp Peygamberimiz Aleyhisselamin yanına geldi. Abdullah b. Übeyy’den işittiklerini haber verince, Peygamberimiz Aleyhisselam renkten renge girdi!
Peygamberimiz Aleyhisselamın yanında, Hz. Ebu Bekir, Hz. Osman, Sa’d b. Ebi Vakkas, Muhammed b. Mesleme, Evs b. Havlî, Abbâd b. Bişr gibi, Muhacir ve Ensar ashabından bazıları bulunuyordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Zeyd b. Erkam’a:
“Ey çocuk! Ona (karşı herhangi birşeyden dolayı) kızmış olmayasın?” diye sordu.
Zeyd b. Erkam:
“Hayır! Vallahi, ben bunları ondan işittim!” dedi.
Peygamberimiz Al eyhisselam:
“İşittiklerinden, yanılmış olmayasın?” diye sordu.
Zeyd b. Erkam:
“Hayır yâ Rasûlallah! Yanlışım yok!” dedi.
Peygamberimiz Al eyhisselam:
“Onun hakkında sen bir benzetme, bir yakıştırma yapmış olmayasın?” diye sordu.
Zeyd b. Erkam:
“Hayır, vallahi yâ Rasûlallah! Ben bunları ondan işittim!” dedi.
Abdullah b. Übeyy b. Selûl’ün söyledikleri, ordugâha yayıldı.
Halk arasında, onun sözünden başka, konuşulan söz yoktu.
Ensardan bir topluluk, Zeyd b. Erkam’ı tevbeye davet ettiler ve:
“Sen, kavminin büyüğüne söylemediği şeyi söyledi demekle büyük zulüm ve haksızlık ettin! Akrabalık haklarını kopardın!” diyerek kınadılar.
Zeyd ise:
“Vallahi, H azrec kavmi arasında, bana Abdullah b. Übeyy’den daha sevgili bir adam yoktu.
Vallahi, bu sözleri babamdan da işitmiş olsaydım, ben onu Resûlullah Aleyhisselama eriştirirdim!
Yüce Allah’ın peygamberine bu hususta vahiy indirip, benim mi yoksa başkasının mı yalancı olduğunu bildireceğini ve Resûlullah Aleyhisselamın benim sözlerimi doğrulayacağını umuyorum” dedi ve:
“Allah’ım! Peygamberine, benim sözlerimi doğrulayacak vahyini indir!” diyerek yalvardı.[20]
Hz. Ömer’in Peygamberimiz Aleyhisselema Bir Teklifi
Hz. Ömer:
“Yâ Rasûlallah! Bırak beni de, İbn Ü beyy’in boynunu vurayım.
Yâ Rasûlallah! Eğer onu Muhacirlerden birisinin öldürmesini uygun görmezsen, Sa’d b. Muaz’a veya Muhammed b. Mesleme’ye emret! Onu onlar öldürsünler![21] Yahut, emret; Abbâd b. Bişr gidip öldürsün onu!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Nasıl olur yâ Ömer! Bu kim?! Halk, aralarında, ‘Muhammed ashabını öldürüyor!?1 demezler mi?
Hayır! Ben böyle birşey yapmayacağım!
Sen hemen yolculuğa hazırlanmaları için Müslümanlara seslen!” buyurdu.
Bunun üzerine, Müslümanlar, yerlerini bırakarak yola çıktılar.[22]
Abdullah b. Übeyy b. Selûl’ün Söylediklerini İnkâr Edişi
Abdullah b. Übeyy b. Selûl; Zeyd b. Erkam’ın işittiği şeyi Peygamberimiz Aleyhisselama bildirmiş olduğunu haber alınca, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldi ve:
“Allah’a yemin ederim ki; Zeyd’in sana söylemiş olduğu sözleri ben söylemedim ve konuşmadım!” dedi.
O sırada, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanında bulunan Ensardan bazı sahabiler de, Abdullah b. Übeyy b. Selûl’ün kavmi içinde şerefli ve itibarlı bir kişi oluşundan dolayı kendisini savunmakve kayırmak için:
“Yâ Rasûlallah! Çocuk, vermiş olduğu haberinde, belki de İbn Übeyy’in öyle söylediğini sanmış, işittiği sözü aklında iyi tutamamış olabilir” dediler.[23]
Useyd b. Hudayr’ın Abdullah b. Übeyy İçin Özür ve Af Dileyişi
Medine’ye doğru hareket edildiği sırada, Useyd b. Hudayr, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına vanp kendisine peygamberlik selamıyla selam verdikten sonra:
“Ey Allah’ın Peygamberi! Vallahi, bilinmeyen bir saatte hareket ettin. Sen böyle bir saatte yola çıkmazdın!?” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Adamınızın söylediği şey sana haber verilmedi mi?” diye sordu.
Useyd b. Hudayr
“Hangi adam yâ Rasûlallah?” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Abdullah b. Übeyy!” diye buyurdu.
Useyd b. Hudayr
“Ne söylemiş o?” diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“O, ‘Medine’ye dönersek, muhakkak, aziz olan zelil ve hakir olanı oradan çıkaracaktır1 demiş!” buyurdu.
Useyd b. Hudayr
“Vallahi yâ Rasûlallah! İstersen, sen onu Medine’den sürer çıkarırsın!
Vallahi, zelil olan odur! Aziz olan ise sensin!
Yâ Rasûlallah! Ona sen yine de şefkatle muamele buyur!
Vallahi, Allah seni bize getirdiği sırada, kavmi olan Hazreciler onun başına giydirecekleri krallık tacı için cevherler diziyorlardı! O, elinden saltanatı senin çekip aldığını sanıyor!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, o gün, Müslümanlarla birlikte akşama kadar ve bütün gece yola devam etti. Sabah olup güneşin harareti bunaltmaya başlayınca, orada konakladılar.
Müslümanlar, yorgunluk ve uykusuzluktan, kendilerini yere atıp hemen uykuya daldılar. Peygamberimiz Aleyhisselamın böyle yapması, Müslümanları Abdullah b. Übeyy tarafından söylenmiş olan sözlerle uğraşmaktan alıkoymak içindi.
Peygamberimiz Aleyhisselam oradan kalkarak Müslümanlara Hicaz yolunu tutturdu. Bak’â diye anılan su başına indi.[24]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Rifaa b. Zeyd b. Tâbût’un Öldüğünü Haber Verişi
Peygamberimiz Aleyhisselam, kendisinin ve İslâmiyetin azılı düşmanlarından olup.[25] münafıkların da sığınağı ve dayanağı bulunan Kaynuka oğulları Yahudilerinin büyüklerinden Rifaa b. Zeyd b. Tâbût’un öldüğünü haber verdi.[26]
Ubâde b. Sâmit, Abdullah b. Übeyy’e:
“Yâ Ebâ Hubab! Dostun öldü!” dedi.
Abdullah b. Übeyy:
“Hangi dostum?” diye sordu.
“Ölümü İslâmiyet ve Müslümanlar için bir fetih ve inkişaf olan kimse!” dedi.
Abdullah b. Übeyy:
“Kimdir bu?” diye sordu.
“Rifaa b.Zeyd b. Tâbut!” dedi.
“Eyvah! Vallahi olan oldu! Yâ Ebe’l-Velid! Onun öldüğünü sana kim haber verdi?” diye sordu.
Ubâde b. Sâmit:
“Resûlullah Aleyhisselam şu saatte onun öldüğünü haber verdi?” dedi.
Abdullah b. Übeyy son derece üzüldü. Kendisinin elleri yanlarına düştü![27]
Abdullah b. Übeyy’in Oğlu Abdullah’ın Babasını Kendisinin Öldürmesini Peygamberimiz
Aleyhisselamdan Dilemesi
Baş münafık Abdullah b. Übeyy b. Selûl’ün oğlu Abdullah, babasının söylediklerinden haberdar olduğu zaman, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldi ve:
“Yâ Rasûlallah! Bana haber verildi ki; sen, babam Abdullah b. Übeyy’i, ondan sana gelen birşey hakkına öldürmek istiyormuşsun.
Eğer bunu muhakkak yapmak gerekiyorsa, bana emret! Ben onun başını kesip sana getireyim?
Vallahi, Hazrec oğulları, babasına karşı, benden daha hayırlı ve saygılı bir kimse bulunmadığını bilirler.
Korkarım ki; onu öldürmeyi benden başka birisine emredersin de, o da onu öldürür; ben de Abdullah b. Übeyy’in katilinin halk arasında gezmesine tahammül edemeyip, fırsat vermeyip onu öldürür; bir kafire karşı birmü’mini öldürmüş olurum ve Cehenneme girerim!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Hayır! Bilakis, ona yumuşak davranınız. Aramızda kaldığı müddetçe, kendisiyle iyi arkadaşlık yaparız!” buyurdu.[28]
Abdullah’ın Babası Abdullah b. Übeyy’e Allah ve Resûlünün Aziz ve Kendisinin Zelil Olduğunu
İkrar ve İtiraf Ettirişi
Peygamberimizin Aleyhisselam Akik vadisine geldiği zaman, baş münafık Abdullah b. Übeyy’in Abdullah ilerleyip babasının önünü kesti.[29] Ona:
“İzzet ve kuvvetin Allah ve Resûlüne ait olduğunu ikrar ve itiraf edinceye kadar, senden ayrılmayacağım!” dedi.[30]
Abdullah b. Übeyy:
“Demek, sen beni bu kadar insanın arasında Medine’ye bırakmayacaksın ha!” dedi.
Abdullah:
“Evet! Ben, bugün, insanlar arasında en aziz kimdir, en zelil kimdir; bunu sana öğretinceye kadar seni bırakmayacağım![31] İzzet ve kuvvetin Allah ve Resûlüne ait olduğunu ikrar ve itiraf etmeyecek olursan, senin boynunu vuracağım!” dedi.
İbn Übeyy:
“Yazıklar olsun sana! Sen gerçekten bu işi işleyecek misin?” dedi.
Abdullah:
“Evet!” dedi.
İbn Übeyy, oğlunun kararlı olduğunu anlayınca:
“Ben şehadet ederim ki; izzet ve kuvvet Allah’a ve Resûlüne ve mü’minlere aittir!” demek zorunda kaldı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Abdullah’a:
“Allah seni Resûlünden ve mü’m ini erden dolayı hayırla mükâfatlandırsın” diyerek dua etti ve babasının yolunu açmasını da emir buyurdu.[32]
Hz. Âişe’nin Yiten Gerdanlığını Ararken Orduyu Kaçırıp Tek Başına Geride Kalışı
Hz. Aişe der ki:
“Resûlullah Aleyhisselam, bir sefere çıkmak istediği zaman, zevceleri arasında kur’a çekerdi.
Onlardan hangisinin kur’ası çıkarsa, Resûlullah Aleyhisselam la yola o çıkardı.
Benî Mustalık gazasına çıkmak istenildiğinde de, öteden beri olduğu gibi, Resûlullah Aleyhisselam zevceleri arasında kur’a çekti de, benim ismim çıkınca, sefere Resûlullah Aleyhisselam ile ben çıktım.
Bu sefier, hicab âyeti inzal buyurulduktan sonra idi.
Bunun için, ben hevdeç içinde taşınıyor, konak yerinde hevdeç içinde indiriliyordum.
Bu suretle gittik. Nihayet, Resûlullah Aleyhisselam gazasını bitirip geri döndüğü ve Medine’ye yaklaştığımız bir sırada (bir konak yerine inip gecenin bir kısmını orada geçirdikten sonra) göç edilmesini bildirdi.
Hareket emri verildiği zaman, ben hemen kalktım, yürüdüm. Kazâ-yı hacet için, ordugâhtan aynldım.
Kazâ-yı hacetten sonra, hevdecimin yanına gelip de göğsümü yoklayınca, gördüm ki, Yemen boncuğundan dizilmiş gerdanlığım kopmuş! Hemen geri dönüp gerdanlığımı aramaya başladım.
Onu aramak beni alıkoydu.
Benim bindiğim deveye, beni hevdecin içinde sanarak, boş hevdeci yüklemişler, devenin başını çekip gitmişler!
Hevdecin içinde kimse bulunmadığının, boş olduğunun farkına varmamışlar.
O zaman, kadınlar az yemek yerlerdi. H afif etli idiler. Şişman değillerdi.
Ben ise zaten çok genç bir kadındım.
Gerdanlığımı bulup bulunduğum yere döndüğüm zaman, orada ne bir çağıran var, ne de cevap veren var!
Herkes çekilmiş, gitmişti!
Benim hevdeçte bulunmadığımı anlayınca, döner, beni aramaya gelirler, sanıyordum.[33] Elbiseme burundum.[34] Otururken, gözlerimi uyku bürüdü. Olduğum yerde uyuyakalmışım.
Safvan b. Muattal* ordunun arkasında kalıp, gecenin sonunda benim bulunduğum yerde uyuyan birinsan karaltısı görerek yanıma gelmiş ve beni görünce tanımış. Çünkü, o, hicab âyeti inmeden önce, beni görürdü.
‘İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn=Biz Allah’ınız (Allah’ın yaratıklarıyız) ve muhakkak dönüp O’na varıcılarız!1 dediği zaman, onun sesine uyandım, hemen yüzümü elbisemle örttüm. [35]
Vallahi, o ne benimle bir tek kelime konuştu, ne de ben ondan istircadan başka bir kelime işittim.[36]
Safvan, binmem için, devesini bana yaklaştırdı.[37] Ön ayağına basıp, deveyi çöktürdü.[38] Kendisi benden geriye çekildi[39] ve:
‘Bin!1 dedi.[40]
Ben de, deveye bindim.[41]
Safvan, bindiğim devenin başını (yularını) yederekyola koyuldu.
Nihayet, orduya, öğle sıcağı basıp konakladıklar sırada yetişebildik.”[42]
Medine’ye Geliş
Peygamberimiz Aleyhisselam; 28 gün sonra, Ramazan hilali doğduğu zaman Medine’ye geldi.[43]
Hz. Âişe Aleyhinde İftira Yaygarası Koparılışı
Ordu ardcısı Şalvarı b. Muattal; Hz. Âişeyi deve üzerinde getirirken, kabilesinden birtopluluk içinde bulunduğu sırada, baş münafık Abdullah b. Übeyy’e rastlamışlardı.
Abdullah b. Übeyy:
“Kimdir bu?” diye sordu.
“Âişe’dir!” dediler.
Abdullah b. Übeyy:
“Ne Âişe o adamdan dolayı kurtulur, ne de o adam Âişe’den dolayı kurtulur.[44]
Demek peygamberinizin ailesi bir adamla gecelemiş, sabaha kadar kalmış!
Sonra da, adam devesinin yularından tutup onunla yanınıza gelmiş hâ?l” diyerek ilk yaygarayı koparmıştı .[45]
Hz. Âişe der ki:
“İşte, iftiracılar, aleyhimde söyleyeceklerini söylemişler, ordugâh çalkalanmış. Vallahi, benim bunların hiçbirinden haberim yoktu.[46]
Aleyhimde iftira ederek helak olanlar helak olmuş! İftiranın en büyüğüne ve en çoğuna girişen de, Abdullah b. Übeyy imiş!
Medine’ye gelince, hastalandım*
Meğer, bu sırada, iftiracıların uydurdukları iftiralar halkın dillerinde dolaşır olmuş.[47]
Bu hususta bana hiçbir haber erişmemişti. Halbuki, annem ve babam bundan haberdar olmuşlardı. Fakat, onlar bana bundan ne az, ne de çok, hiçbir söz etmiyorlardı.[48]
Hastalığıma annem gelip bakıyordu.[49]
Resûlullah Aleyhisselam yanıma gelir, selam verir, ‘Nasılsın?’ derdi.[50]
Aradan yirmi şu kadar gece geçtikten sonra idi ki, hastalığımı atlatmış, nekahet devresine girmiştim.
Biz Arap kavmi, o zaman, Arap olmayanların evleri yanında edindikleri şu helaları, kokusundan iğrendiğimiz için, evlerimizin yanında bulundurmaz, Medine’nin kırlarına çıkardık.
Kadınlar oraya, her gece, ihtiyaçlarını gidermek için çıkarlardı .[51]
O zaman, bizim halimiz, çöl Araplarının kırda hacetlerini gidermelerine benzemekte idi.
Ben, yine, bir gece, Mıstah’ın annesi ile, hacet giderme yerimiz olan Menâsı’ tarafına çıkmıştım.
Buraya, ancak geceden geceye çıkardık. Bu da, evlerimizin yanında helalar edinmemizden önce idi.
Mıstah’ın annesi Ebu Rühm b. Abdulmuttalib’in kızı Selma’dır.
Onun annesi Reyta da, Sahr b. Âmir’in kızı olup, Ebu Bekir’in halasıdır.
Selma Hatunun oğlu Mıstah, (Avf) b. Üsâse, b. Abbâd, b. Muttalib, b. Abdi Menafin oğludur.
İşte, ben ve Mıstah’ın annesi hacetimizi gidermek üzere Menâsı’a çıktığımız sırada, Mıstah’ın annesi çarşafına takılarak düşünce:
‘Mıstah yüzünün üzerine düşsün, kahrolsun!’ diyerek oğluna beddua etti, ilendi.[52]
Ben:
‘Ey anacığım! Sen ne diye oğluna sebbediyor, kötü söylüyorsun?!’ dedim.
Sustu, cevap vermedi.
İkinci kez ayağı çarşafına dolaşıp düştü. Yine:
‘Mıstah yüzünün üzerine düşsün, kahrolsun!’ dedi.
Ben, yine:
‘Ey anacığım! Sen oğluna ne diye beddua ediyor, kötü söylüyorsun?![53]
Sen ne kötü söylüyorsun! Bedir savaşında bulunmuş olan bir zâta mı sebbediyorsun?!’ dedim. [54]
‘Vallahi, ben ona ancak seninle ilgili şeyden dolayı beddua ediyor, kötü söylüyorum![55] Bak hele şu tâzeye![56] Sen onun söylediklerini işitmedin mi?!’ dedi.
‘O neler söylemiş?1 dedim.
Bunun üzerine Mıstah’ın annesi iftiracıların söylediklerini bana birer birer haber verince, hastalığımın üzerine bir hastalık daha katlandı!”[57]
Hz. Âişe’nin Aleyhindeki İftiraları İşitince Hastalığının Ağırlaşması
“Evime döndüğüm zaman, Resûlullah Aleyhisselam yanıma gindi. Selam verdikten sonra:
‘Hastalığın nasıldır?1 diye sordu.
‘Yâ Rasûlallah! Benim anne ve babamın evine gitmeme izin verir misin?’ dedim.
Gidip onlardan, hakkımdaki haberin içyüzünü öğrenmek, anlamak istiyordum.
Resûlullah Aleyhisselam bana izin verdi.[58]
Yanıma bir uşak katıp, beni babamın evine gönderdi.
Eve geldiğimde, annem Ümmü Rûman’ı aşağıda, babamı da evin damında Kur’ârvı Kerîm okur bir hale buldum.
Annem:
Kızcağızım! Sen, ne için geldin?1 diye sordu.[59]
Anneme:
‘Allah seni yarlıgasın! Halk benim aleyhimde neler söyleyip duruyormuş da, siz bana onlardan hiçbir şey sızdımnadınız?![60] Anneciğim! Halkın benim aleyhimdeki söylentileri nelemniş?’ dedim.
Annem:
‘Ey kızcağızım! Rahat ol! Üzülme! Vallahi, bir kadın senin gibi güzel ve zevcinin yanında sevgili olsun ve birçok ortaklan bulunsun da, onu kıskanmasınlar, onun aleyhinde birtakım laflar etmesinler, pek azdır1 dedi.
‘Sübhânallah! Demek, halk benim aleyhimde böyle birtakım kötü şeyler söylüyorlar, konuşuyorlarmış ha?!’ dedim.
Anneme:
‘Babamın bundan haberi var mı?’ diye sordum.
Annem:
‘Evet! Var!’dedi.
‘Resûlullah Aleyhisselamın da haberi var mı?’ diye sordum.
Annem:
‘Evet! Var!’dedi.
Gözlerim yaşla doldu, ağladım.
Babam Ebu Bekir damda Kur”ân okuyordu. Sesimi işitince, anneme:
‘Nedir bunun hali?’ diye sordu.
Annem:
‘Kendisi hakkındaki söylentilerden haberi olmuş!’ dedi.
Evime döndüm. [61]
O gece, sabaha kadar hep ağladım durdum.
Ne gözümün yaşı diniyordu, ne de gözüme uyku girdirebiliyordum. Ağlaya ağlaya sabaha çıktım.[62]
Babamla annem yanımdan aynlmadılar.”[63]
Hz. Âişe’nin Bayılışı
Hz. Âişe’nin annesi Ümmü Rûman Hatunun bildirdiğine göre; kendisi Hz. Âişe ile otururlarken, Ensar kadınlarından birisi içeri girdi ve:
“Allah filana yapacağını yapsın! Filana da yapacağını yapsın!” diyerek beddua etti, ilendi.
Kendisine:
“Sen ne için böyle söylüyorsun?” diye sorulunca, kadın:
“Oğlum, ortada dolaşan söylentileri çıkaran ve yayanların içinde idi!” dedi.
Kendisine:
“Ne imiş o söylentiler?” diye soruldu.
Kadın:
“Şöyle şöyle söylentiler!” diyerek onları anlatınca, Hz. Âişe:
“Bunu Resûlullah Aleyhisselam işitti imi?” diye sordu.
“Evet! İşitti!” denildi.
Hz. Âişe:
“Bunu Ebu Bekir de işitti mi?” diye sordu.
“Evet! İşitti!” denilince, Hz. Âişe titreyerek arkasının üzerine düşüp bayıldı! Elbisesini üzerine ört-tüler.[64]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Durum Hakkında Erkek, Kadın Bazı Kişilerle Konuşması
Hz. Aişe der ki:
“İşim hakkında vahyin gelmesi gecikince, Resûlullah Aleyhisselam, durumu ashabına danıştı.
Ali b. Ebu Talib:
‘Yâ Rasûlallah! Allah sana dünyayı daraltmamıştır. Ondan başka kadın çoktur[65]
Bununla beraber, sen, bir de onun hizmetçisi olan kadına sor! O sana doğrusunu söyler!” dedi.
Bunun üzerine, Resûlullah Aleyhisselam Berire’yi çağırttı, ona:
‘Ey Beri re! Âişe’de seni şüphelendirecek birşey gördün mü?’ diye sordu.
Behre:
‘Hayır! Seni hak ve gerçek (din ve Kitabla) peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki; benim onda kusur olarak görebileceğim şey ancak şudur:
Kendisi çok genç yaşta bir kadın olduğu için, ev halkının hamurunu yoğururken uyuyakalırdı da, evde beslenilen koyun gelir, hamuru yerdi!’ dedi.[66]
Resûlullahın ashabından birisi de, Berire’yi azarladı da:
‘Resûlullah Aleyhisselama doğruyu söyle!’ dedi.
Behre:
‘Sübhânallah! Vallahi, onun hakkında, kuyumcu san altın külçesi hakında neyi biliyorsa, ben de onu biliyorum!’ dedi.
Bu mesele, hakkında dedikodu edilen zâtın (Safvan b. Muattarın) kulağına varınca:
‘Sübhânallah! Vallahi, ben hiçbir zaman hiçbir dişinin eteğini açmamışımdır1* dedi.[67]
Resûlullah Aleyhisselam Üsâme b. Zeyd’i de yanına çağırdı ve ondan bu husustaki görüşünü sordu.
Üsâme b. Zeyd:
‘Yâ Rasûlallah! Onlar, senin ailelerindir. Biz onlar hakkında hayırdan başka birşey bilmiyoruz![68] Onun aleyhinde söylenenler, ancak, yalan ve boş laflardan ibarettir!1 dedi.[69]
Resûlullah Aleyhisselam, Zeyneb binti Cahş’a da:
‘Ey Zeyneb! Âişe hakkında bildiğini, gördüğünü, duyduğunu bana söyle!’ diyerek işimi sormuştu.
Zeyneb:
‘Yâ Rasûlallah! Ben işitmediğimi işittim demekten kulağımı; görmediğimi gördüm demekten gözümü korurum!
Ben, vallahi, onun hakkında hayırdan başka birşey bilmiyorum’ dedi.
Zeyneb, Peygamber Aleyhisselamın zevceleri arasında güzelliği ve Peygamber yanındaki mevkii ile kendisini bana eşit görür ve rekabet ederdi.[70] Ben onun benim hakkımdaki kıskançlığından hep korkar dururdum.[71]
Yüce Allah, onu dinindeki verâ ve takvası sebebiyle korudu.
İftiracıların söylediklerini benimseyip körükörüne anlatmaya ve yaymaya koyulan kızkardeşi Hamme binti Cahş ise, iftiralar ile helak olan kimseler arasında helak olup gitti.[72]
Bundan sonra, Resûlullah Aleyhisselam, beni (kendisinin dadısı) Ümmü Eymen’e sordu.
O da:
‘Ben işitmediğim birşeyi işittim demekten kulağımı; görmediğim şeyi gördüm demekten gözümü sakınırım!
Ben, onun hakkında hayırdan başka birşey olabileceğini bilmiyor ve sanmıyorum!’ dedi.[73]
Ebu Eyyub Halid b. Zeyd el-Ensârî’nin zevcesi Ümmü Eyyub, kocasına:
‘Ey Ebu Eyyub! Halkın Âişe aleyhinde söyledikleri şeyleri işittin mi?’ diye sorunca, Ebu Eyyub:
‘Evet! İşittim. Onların hepsi yalan ve uydurmadır!
Ey Ümmü Eyyub! Sen böyle bir kötülük işledin mi?’ diye sordu.
Ümmü Eyyub:
‘Hayır! Vallahi, ben kat’iyyen öyle bir kötülük işlememişimdir!’ dedi.
Ebu Eyyub:
‘Sen böyle olunca, vallahi, Âişe senden daha hayırlıdır!1 dedi.”[74]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mesciddeki Hitabesi
Yine Hz. Aişe der ki:
“Resûlullah Aleyhisselam, Mescidde minberde ayakta dikilerek halka bir hutbe irad edip, hutbesinde şehadet getirdikten ve Allah’a layık olduğu şekilde hamd ve senada bulunduktan sonra:
‘Aileme töhmet isnad eden birtakım kimseler hakkında yapılması gereken iş hususundaki görüşlerinizi bana açıklayınız!
Allah’a yemin ederim ki; ben ailem hakkında hiçbir kötülük bilmiyorum! Onların zevcemi itham ettikleri kişi hakkında da, vallahi, hiçbir kötülük bilmiyorum.
O, benim evime, ben yanında olmaksızın hiç girmemiştir. Ne zaman bir sefere çıktımsa, o da benimle birlikte çıkmıştr'[75] buyurduktan ve iftiracı Abdullah b. Übeyy hakkında konuşacağı için mazur görülmesini istedikten sonra:
‘Ey Müslümanlar cemaatı! Ailem hakkındaki iftirasıyla beni üzüntüye düşüren bir adama karşı bana kim yardım eder?
Halbuki, vallahi, ben ailem hakkında hayırdan başka birşey biliyor değilim.
Onlar öyle bir adamın da adını ortaya attılar ki, ben onun hakkında da hayırdan başka birşey bilmiyorum.
O, ailemin yanına,[76] evlerimden bir eve de hiçbir zaman yalnız girmezdi;[77] ancak benimle birlikte girerdi'[78] buyurdu.
Bunun üzerine, Abduleşhel oğullarının kardeşi Sa’d b. Muaz, ayağa kalkıp:
‘Yâ Rasûlallah! Bana izin ver! Onun boynunu vuralım![79]
Eğer o Evsten ise, onun hemen boynunu vururuz!
Eğer Hazrec kardeşimizden ise, bize emredersen, onun hakkındaki emrini de yerine getiririz!’ dedi.[80]
Bunun üzerine, Sa’d b. Ubâde ayağa kalktı-ki, kendisi Hazrec kabilesinin seyyidi, ulu kişisi idi; bundan önce, iyi halli idi. Fakat, kabile taassup ve gayretine kapılarak:
‘Allah’ın beka ve ebediyetine yemin ederim ki; sen yanılıyorsun! Sen onu öldüremezsin, öldürmeye güç yetiremezsin![81]
Eğer iftiracılar Evs kabilesinden olmuş olsalardı, onların boyunlarını vurmak istemezdin[82] ve böyle konuş mazdın![83]
Sen bize Cahiliye devrindeki davayı tutturmak, güttürmek, onu aramıza yeniden sokmak mı istiyorsun?! Halbuki Allah onu yok etmiştir!1 dedi.[84]
Bunun üzerine, Useyd b. Hudayr ayağa kalktı ve Sa’d b. Ubâde’ye:
‘Allah’ın beka ve ebediyetine yemin ederim ki; sen yanılıyorsun!
Vallahi, biz muhakkak onu öldürürüz!
Sen muhakkak münafıksın ki, münafıklar hesabına bizimle mücadele ediyorsun!1 dedi.[85]
Nihayet, iki kabile ayaklandılar, hatta birbirleriyle çarpışmaya niyetlendiler!
Resûlullah Aleyhisselam, minberde ayakta durarak, onları yatıştırmaya çalıştı.
Nihayet, onlar sustular. Resûlullah Aleyhisselam da sustu.”[86]
Sa’d b. Muaz’la Sa’d b. Ubâde Arasındaki Gerginliğin Giderilişi
Peygamberimiz Aleyhisselam, Sa’d b. Muaz ile Sa’d b. Ubâde arasındaki kırgınlığı gidermek için Sa’d b. Muaz’ın elini tutarak bazı Evsîlerie birlikte Sa’d b. Ubâde’nin evine gitti. Orada, görüşüp konuştular.
Sa’d b. Ubâde yemek çıkardı, hep birlikte yediler ve dağıldılar.
Aradan bir müddet geçtikten sonra, Sa’d b. Ubâde’nin elini tutarak bazı Hazrecîlerle birlikte Sa’d b. Muaz’ın evine gitti. Oturup konuştular.
Sa’d b. Muaz yemek çıkardı, hep birlikte yediler ve dağıldılar.[87]
İftiracılar
“İftiracılar, başta Abdullah b. Übeyy b. Selûl ve Haz recilerden yanında bulunanlar olmak üzere, Hassan b. Sabit, Mıstah b. Üsâse ve Hamne binti Cahş ile halktan birtakım kimselerdi.
Mıstarı, Hamne ve Hassan, bu iftirayı dillerinden düşürmeyenlerdendi.[88]
Abdullah b. Übeyy b. Selûl’e gelince, o, bu iftirayı kurcalayan, ortaya çıkaran, açıklayan, yayan ve derleyip toparlayan kimse idi.
Günahın en büyüğünü yüklenen de, onunla Hamne idi.[89]
Hamne binti Cahş, aklınca, kızkardeşi Zeyneb binti Cahş’a rekabetimi kırmak için, bu yolda yayılmayacak şeyler yayıyordu.[90]
Resûlullah Aleyhisselamın Mescidde halka hitapta bulunduğu o günümü bütün ağlamakla geçirdim.
Ne gözümün yaşı diniyordu, ne de gözüme uyku giriyordu.
Ben böylece iki gece, bir gündüz ağladım.
O kadar gözyaşı döktüm ki, annemle babam, ağlamaktan ciğerlerim parçalanacak sandılar.
Annem ve babam yanımda oturdukları ve ben de ağlayıp durduğum sırada, Ensardan bir kadın benimle birlikte ağlamak için benden izin istemiş, ben de kendisine izin vermiştim. O da, oturup benimle birlikte ağlıyordu.
Biz bu durumda iken, Resûlullah Aleyhisselam, ansızın içeri girdi. Selam verdikten sonra, oturdu.
Halbuki, Resûlullah Aleyhisselam, bundan önce, aleyhimde dedikodular başladığı günden beri, yanımda hiç oturmamıştı.
Bir ay beklediği halde, benim hakkımda kendisine birşey de vahyolunmamıştı.
Resûlullah Aleyhisselam, oturunca, şehadet getirdikten sonra:
‘Ey Âişe!1 diyerek söze başladı ve:
‘Senin aleyhinde bana şöyle şöyle sözler erişti!
Eğer sen bu isnadlardan berî, uzak isen, yakında Allah senin onlardan benliğini, uzaklığını açıklayacaktır. Şayet böyle bir günaha yaklaştınsa, Allah’tan yarlıganmak dile ve ona tevbe et!
Çünkü, kul günahını itiraf ve arkasından da tevbe ettiği zaman, Allah onun tevbesini kabul buyurur’ dedi.
Resûlullah Aleyhisselam sözlerini bitirince, gözümün yaşı kesiliverdi. Öyle kesiliverdi ki, ağlamak için ondan bir damla bile bulamıyordum.
Hemen, babama dönüp:
‘Resûlullah Aleyhisselama benim tarafımdan cevap ver!’ dedim.
Babam:
‘Vallahi, Resûlullah Aleyhisselama ne diyeceğimi bilmiyorum!’ dedi.
Anneme:
‘Resûlullah Aleyhisselama bu hususta benim tarafımdan cevap ver!’ dedim.
Annem de:
‘Vallahi, Resûlullah Aleyhisselama ne diyeceğimi bilmiyorum!’ dedi.[91]
Vallahi, o günlerde Ebu Bekir ailesinin başına gelen şeyin hiçbir ailenin başına geldiğini bilmiyorum.
Babam ve annem hakkımda konuşamadıkları zaman, ağladım.
‘Vallahi,’ dedim, ‘ben senin andığın, olmayan birşeyden dolayı hiçbir zaman Allah’a tevbe etmeye-ceğim!'[92]
Ben yaşı küçük bir kadın olduğum için, Kur’ân’dan kendimi savunacak kadar âyet okuyamazdım.
‘Vallahi,’ dedim, ‘anladım ki; siz bu lafları işitmişsiniz ve hatta onlar gönüllerinizde yer etmiş, onları doğrulamışsınız![93]
Şimdi, ben size ‘O kötülükten berîyim, uzağım!’ desem-ki Allah biliyor, ben ondan berîyim-beni doğrulam azsınız.
Faraza ‘Ben kötü bir iş yaptım!’ desem-ki Yüce Allah biliyor, ben böyle birşeyden berîyim, uzağım-siz beni hemen doğrularsınız.
Vallahi, ben kendimle size verecek misal bulamıyorum.
Ancak, Yûsuf’un babasının dediği gibi ki, o, ‘Bana düşen artık güzelce sabredip katlanmaktır. Sizin anlatmakta olduğunuz şeye karşı yardımına sığınılacak, ancak Allahtır’ [Yûsuf: 18] demişti,’ dedim.
Dönüp döşeğime yattım.”[94]
Hz. Âişe’nin Yapılan İftiralardan Vahyolunan Âyetlerle Tebrie ve Tenzih Edilişi
“Vallahi, o zaman, ben yapılan iftiradan berî olduğumu, Allah’ın muhakkak beni ondan beraat ettireceğini biliyordum.
Fakat, vallahi, Yüce Allah’ın hakkımda Kur’ân’da tilavet edilir bir vahiy indireceğini sanmıyor, ummuyor; şahsımı ilgilendiren bir iş için Kur’ân’da Allah tarafından dile getirilmekten kendimi uzak ve aşağı görüyordum.
Ancak, Resûlullah Aleyhisselamın uykuda göreceği bir rüya ile Allah’ın beni iftiralardan beraat ettireceğini, aklayacağını umuyordum.
Vallahi, daha Resûlullah Aleyhisselam yerinden kalkmamış ve ev halkından hiçbiri de dışarı çıkmamış idi ki, vahiy geldi, kendisini vahyin ağırlık ve şiddetinden terlemek gibi vahiy alâmetleri bürüdü.
Nitekim, vahiy sırasında, kış gününde bile kendisinden inci taneleri gibi ter dökülürdü.[95]
Resûlullah Aleyhisselam, Allahtan gelen emirle, kendisinden geçti. Elbisesiyle örtüldü. Başının altına da, yüzü deriden bir yastık konuldu.
Vallahi, ben, bunlan gördüğüm zaman,[96] hiç korkmuyor, telaşlanmıyor, aldırış etmiyordum.[97] Bilakis, seviniyordum.[98]
Çünkü, atılan iftiralardan berî, uzak olduğumu biliyordum. Ben böyle olduğum halde, elbette, Yüce Allah bana zulmedecek değildi.
Fakat, anne ve babama gelince, Âişe’nin varlığı Kudret Elinde bulunan Allah’a yemin ederim ki; Resûlullah Aleyhisselam o vahiy halinden çıkmadan Allah olayı doğrulayacaktır diye korkularından, neredeyse öleceklerdi!
Kendisini bürüyen o uyku hali geçince, Resûlullah Aleyhisselam oturdu.
Alnından inci taneleri gibi dökülen ter damlalarını eliyle silerken[99] gülüyordu ve kendisinin bana ilk söylediği söz:
‘Müjde yâ Âişe! Allah seni beraat ettirdi!’ sözü oldu.[100]
O sırada, çok öfkeli idim.
Annem ve babam, bana:
‘Kalk, yanına varda, Resûlullah Aleyhisselama teşekkür et!’ dediler.
‘Vallahi, ben ne kalkıp onun yanına varırım, ne ona, ne de sizlere teşekkür ederim.
Fakat, ben ancak sizlerin işitip inkâr etmediğiniz ve gayrete gelemediğiniz o kötü şeylerden beni berî ve uzak tutan âyetler indirmiş bulunan Allah’a hamd ve şükür ederim!’ dedim .”[101]
Yüce Allah Hz. Âişe hakkında indirdiği âyetlerde şöyle buyurdu:
“O uydurma haberi getirenler, içinizden bir zümredir. Onu siz kendiniz için bir şer sanmayınız! Bilakis, o sizin için bir hayırdır.
Onlardan, herkesin, kazandığı günah vardır. Onlardan, günahın büyüğünü üzerine alan, yüklenen kimseye de* büyük bir azab vardır.
Ne olurdu, onu işittiğiniz zaman, erkekve kadın mü’minler, kendi nefislerine kıyas ederek hüsnüzan etselerdi de, ‘Bu açık bir iftiradır!’ deselerdi ya!
O iftiracılar buna dört şahit getirselerdi ya!
Şahitleri getiremeyince, onlar, Allah katında, muhakkak yalancıdırlar.
Eğer dünyada ve ahirette Allah’ın fazi ve rahmeti üzerinizde bulunmasaydı, içine daldığınız o iftiradan dolayı, sizi muhakkak büyük bir azab çarpardı.
Ortaya atıldığı zaman, siz o iftirayı dillerinizle birbirinize yetiştiriyordunuz.
Hiç bilginiz olmayan şeyi ağızlarınızla söylüyorve bunu kolay sanıyordunuz.
H albuki, bu, Ali ah katı nda büyük bir vebaldir.
Ne olurdu, onu işittiğiniz zaman, ‘Bunu söylemek bize yakışmaz! Hâşâ! Bu, büyük bir bühtandır!’ deseydiniz ya!
Eğer siz gerçekten iman eden kimseler iseniz, hiçbir zaman, bir daha bunun gibi birşeye dön-meyesiniz diye, Allah size öğüt veriyor ve sizin için Allah âyetlerini açıkça bildiriyor.
Allah herşeyi hakkıyla Bilendir. Tam bir hüküm ve hikmet sahibidir.
Mü’minler içinde fena sözlerin yayılıp duyulmasını arzu edenler yok mu? Onlar için, dünyada ve ahirette çok elem verici bir azab vardır.
Onların kimler olduğunu Allah biliyor, sizler bilmiyorsunuz.
Ya üzerinizde Allah’ın fazi ve rahmeti olmasaydı; haliniz nice olurdu?
Gerçekten, Allah, sizin için çok re’fetli ve merhametli bulunuyor!”[102]
Hz. Âişe’nin Tebriesindeki Üstünlük
İbn Abbas’a göre; Yüce Allah, dört insanı dört şeyde beraat ettirmiş,yapılan isnadlardan onları berî ve uzak kılmıştır:
1. Yûsuf Aleyhisselamı, ehlinden getirilen şahidin dili ile,
2. Musa Aleyhisselamı, Yahudilerin dedikodularından, elbisesini alıp götüren taşla,
3. Hz. Meryem’i, kucağındaki yeni doğmuş oğlunu konuşturmak suretiyle,
4. Hz. Âişe’yi ise, zaman boyunca tilavet edilecek olan Kur’ân-ı Kerîm’deki o azametli âyetlerle
beraat ettirmiştir ki, beraatin bu derece belagatlısı görülmemiş olup, Yüce Allah bunu Resûlünün mer
tebesinin yüceliğini açıklamak için yapmıştır.[103]
Hz. Âişe der ki:
“Yüce Allah beraatim hakkındaki bu âyetleri indirince, babam Ebu Bekir, akrabalığından ve fakirliğinden dolayı nafaka (geçimlik) vermekte bulunduğu Mıstah b. Üsâse için:
‘Âişe’ye bu iftirayı söyledikten sonra, vallahi, ben de Mıstah’a hiçbir zaman birşey vermem1 diye yemin etmişti.
Bunun üzerine, Yüce Allah:
‘Sizden, fazilet ve servet sahibi olanlar, akrabasına, yoksullara, Allah yolunda hicret edenlere vermelerinde kusur etmesin, onları affetsin! Onların yaptıklarına bakmasın! Siz, Allah’ın sizi yarlıgamasını istemez misiniz? Allah, çok yarlıgayıcı ve çok merhamet edicidir1 [Nûr: 22] âyetini indirdi.
Bunun üzerine, Ebu Bekir
‘Vallahi, ben, Allah’ın beni yariıgamasını elbette arzu ederim’ dedi, Mıstah’a veregeldiği nafakayı, geçimliği vermeye başladı ve:
‘Vallahi, ben artık bunu ondan hiçbir zaman kesmem!’ dedi.”[104]
İftiracıların Cezalandırılışı
“Resûlullah Aleyhisselam, beraatım hakkında Allah’tan telakki eylediği âyetleri halka okuduktan sonra, iftirayı dilleriyle yaymakta en ileri gidenlerden iki erkekle bir kadına hadd vurulmasını emir buyurdu.[105]
Mıstah b. Üsâse ile Hassan b. Sabite ve Hamne binti Cahş’a hadleri vuruldu.[106]
Hadd vurulanlar arasında Abdullah b. Übeyy b. Selûl de vardı.”[107]
Münafıklar Hakkında Sûre İnişi
Baş münafık Abdullah b. Übeyy b. Selûl ve onunla birlikte olan münafıklar hakkında Münâfikûn sûresi indi.[108] İnen sûrede onların tutum ve davranışları şöyle açıklandı:
“Münafıklar, sana geldikleri zaman: ‘Şehadet ederiz ki; sen muhakkak Allah’ın peygamberisin!1 dediler.
Allah da bilir ki; sen elbette O’nun peygamberisin.
Fakat, Allah, o münafıkların hiç şüphesiz yalancılar olduğunu da bilir.
Onlar, yeminlerini bir kalkan edindiler de, Allah’ın yolundan saptılar.
Hakikaten, onların yapmakta oldukları şeyler ne kötüdür!
Bu da, onların zahiren mü’min, kalben kâfir olmaları yüzündendir.
Onların kalblerinin üstüne küfür mührü basıldığından, imanın hakikatini anlayamazlar.
Onları gördüğün zaman, belki gösterişleri, kalıp ve kılıkları hoşuna gider. Söz söylemeye başlarlarsa, sözlerini dinlersin.
Halbuki, onlar giydirilmiş kocaman kütükler gibidirler.
Her gürültüyü kendi aleyhlerinde sanırlar.
Asıl düşman onlardır.
O halde, sen onlardan sakın.
Allah gebertsin onları! Onlar nasıl da haktan döndürülüyorlar?!
Onlara: ‘Geliniz! Allah’ın Peygamberi sizin için istiğfar ediversin (affedilmenizi Allah’tan dilesin)!’ denildiği zaman, başlarını çevirdiler. Gördün ki, onlar, özür dilemeyi bile kibirlerine ye diremeyerek hâlâ yüz döndürüyorlar!
Sen onlar için ha istiğfar etmişsin, ha etmemişsin, birdir!
Allah onları kat’iyyen yarlıgamaz!
Şüphe yok ki, Allah kâfirler güruhunu doğru yola iletmez!
Onlar öyle kimselerdir ki, Allah’ın Peygamberinin yanında bulunan kimseleri beslemeyiniz de, dağılıp gitsinler!’ diyorlardı.
Halbuki, göklerin ve yerin bütün hazineleri Allah’ındır! Fakat, o münafıklar anlamazlar!
Onlar:
‘Eğer Medine’ye dönersek, andolsun ki, en şerefli ve güçlü olan, en hakîr ve zayıf olanı oradan muhakkak çıkaracaktır!1 diyorlardı.
Halbuki, şeref ve güç Allah’ındır, Allah’ın Peygamberinin ve mü’minlerindir.
Fakat, münafıklar bunu bilmezler.”[109]
Bu âyetler nazil olduğu zaman, baş münafık Abdullah b. Übeyy’e:
“Ebu Hubab! Senin hakkında pek şiddetli âyetler nazil oldu!
Resûlullah Aleyhisselama git de, senin için Allah’tan mağfiret dilesin!” denilmişti.
Fakat, o, başını çevirip:
“Benim ona iman etmemi emrettiniz, iman ettim!
Malımın zekatını vermemi emrettiniz, verdim!
Muhammed’e secde etmemden başka birşey kalmadı!” dedi.[110]
Abdullah b. Übeyy bir hadise çıkardıkça, herkesten önce, onu kendi kavmi ayıplamakta, kınamakta idiler.
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. Ömer’e:
“Ey Ömer! İş nasıl oldu, nereye vardı, gördün ya?
Vallahi, sen bana ‘Onu öldür!’ dediğin zaman eğer onu öldürseydim, onun için yer yerinden oynardı!
Fakat, bugün öldürülmesini emretsem, o muhakkak öldürülür!” buyurdu.
Hz. Ömer, kendi kendine:
“Vallahi, şimdi bildim, anladım ki; Resûlullah Aleyhisselamın işinde, benim işimden daha büyük bereket ve hayır vardır!” demiştir.[111]
Allah Yolunda Görevini Kulağı ile Yerine Getiren Genç
Münâfıkûn sûresi nazil olunca, Peygamberimiz Aleyhisselam Zeyd b. Erkam’ın kulağını tuttu.
Sonra da:
“İşte bu, Allah yolunda kulağı ile vazifesini yerine getirmiş olan gençtir.[112]
Ey Zeyd! Yüce Allah seni doğruladı!” buyurdu.[113]
Hz. Cüveyriye’nin Müslüman Oluşu ve Peygamberimiz Aleyhisselamla Evlenişi
Hz. Cüveyriye’nin Kimliği ve Esir Olarak Medine’ye Getirilişi
Hz. Cüveyriye, Benî Mustalıkların başkanı Haris b. Ebi Dırar’ın kızı olup, amcasının oğlu Müsafi’ b. Salvan’la evli idi.[114]
Kendisinin kocası savaşta öldürülünce, dul kalmıştı.[115]
Peygamberimiz Aleyhisselam, esirleri mücahidler arasında bölüştürdüğü zaman, esir kadınlar arasında bulunan Hz. Cüveyriye de, Sabit b. Kays b. Şemmas ile amcasının oğlunun hissesine düşmüştü.[116]
Hz. Cüveyriye, onlarla, dokuz ukiyye altın karşılığında serbest bırakılmak üzere, kesişme yapmışü.[117]
Hz. Cüveyriye, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına gelip:
“Yâ Rasûlallah! Ben, Benî Mustalıkların başkanı Haris b. Ebi Dinar’ın kızıyım.
Bildiğin gibi, esirlik belasına uğramış, Sabitb. Kays ile amcasının oğlunun hissesine düşmüş, kendimi dokuz ukiyye altın karşılığında serbest bıraktırmak üzere kesişme yapmış bulunuyorum.
Ödemek zorunda kaldığım kurtulmalık akçesine senden yardım dilemeye geldim” dedi.[118]
Peygamberimiz Ateyhissefamm Hz. Cüveyriyeye Hayırlı Bir Teklifi
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
“Senin için bundan daha hayırlı olanı yok mudur?” diye sordu.
Hz. Cüveyriye:
“Nedir o hayırlı olan?” diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Senin tarafından kurtulmalık akçesini benim ödemem ve seni zevceliğe kabul etmemdir!” buyurdu.
Hz. Cüveyriye:
“Olur yâ Rasûlallah!” dedi.[119]
Hz. Cüveyriye der ki:
“Resûlullah Aleyhisselam bizim taraflara doğru geldiği sırada, biz Müreysi1 suyu üzerinde bulunuyorduk.
Çok geçmeden, gözüme tasvir ve tarif edemeyeceğim kadar çok sayıda insanlar, atlar ve silahlar görünmüştü!
Müslüman olduğum ve Resûlullah Aleyhisselam tarafından zevceliğe kabul buyurulduğum zaman Müslümanlara baktım, onlar hiç de evvelce gözüme görünmüş oldukları kadar çok sayıda değildiler.
Anladım ki; Allah tarafından, müşriklerin kalblerine korku düşürülmek için böyle çok gösterilmişlerdi.[120]
Hâris b. Ebi Dırar ile Oğullarının Medine’ye Gelişleri ve Müslüman Oluşları
O sırada, Haris b. Ebi Dırar da, kızının kurtulmalığı olmak üzere yanına develer alarak Medine’ye doğru gelmekte idi.
Akik vadisinde iken, develere baktı, ikisine tamah ederek kıyamadı. Onları Akik’te iki dağ arasında bir kuytuya sakladıktan sonra, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldi ve:
“Yâ Muhammedi Siz benim kızımı esir etmiştiniz! [121]
Benim kızım gibi bir kadın esir olarak tutulamaz! Bu, benim mevkiim ve şerefimle bağdaşmaz!
Sen onu serbest bırak!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Onu, dilediğini seçmekte serbest bırakmamızı uygun ve güzel bulur musun?” diye sordu.
Haris b. Ebi Dırar:
“Evet! Sen, bunu yaparsan, üzerine düşeni yerine getirmiş olursun” dedi ve kızının yanına vanp:
“Şu zât, seni dilediğin yolu seçmekte serbest bıraktı. Sen sakın bizi rezil ve rüsvay etme!” dedi.
Hz. Cüveyriye:
“Ben Resûlullah Aleyhisselamı tercih ediyorum!” deyince, Haris:
“Vallahi, sen bizi rezil ve rüsvay ettin” dedi.[122]
Haris b. Ebi Dırar, Peygamberimiz Aleyhisselama:
“Şu develer, kızımın kurtulmalığıdır!” dediği zaman, Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Akikte, filan dağ arasında, filan kuytuya saklamış olduğun iki deve nerede kaldı? Onları ne diye getirmedin?” buyurunca, Haris b. Ebi Dırar
“Ben şehadet ederim ki; Allah’tan başka ilah yoktur! Sen Muhammed de, Allah’ın resûlüsün! Vallahi, bunu Allah’tan başka bilen yoktu!” diyerek; hem kendisi, hem de kendisiyle birlikte iki oğlu ve kavminden yanında bulunan kişiler Müslüman oldular.[123]
Yüce Allah hepsinden razı olsun!
Peygamberimiz Aleyhisselam, Sabit b. Kays’a haber gönderip, Hz. Cüveyriye’yi istedi.
Sabit b. Kays:
“Babam, anam sana feda olsun yâ Rasûlallah! Onu sana bağışladım!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, kurtulmalık akçesini ödeyip Hz. Cüveyriyeyi serbest bıraktıktan[124] ve babasına teslim ettikten sonra, onu, zevceliğe kabul etmek üzere babasından istedi. Haris b. Ebi Dırar da, buna muvafakat etti.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. Cüveyriye’ye 400 dirhem mehirverdi.[125]
Hz. Cüveyriye’nin asıl adı Berre iken, Peygamberimiz Aleyhisselam onu Cüveyriye adına çevirdi.[126]
Hz. Âişe derki:
“Resûlullah Aleyhisselamın Cüveyriye ile evlendiğini haber alınca, Müslümanlar, ellerindeki Benî Mustalık esirlerini, ‘Resûlullah Aleyhisselamın hısımlarıdır!’ diyerek serbest bıraktılar.
Böylece, Benî Mustalık kadınlarından 100 kadın serbest bırakılmış oldu.
Ben, kavmi için, Cüveyriye’den daha hayırlı bir kadın bilmiyorum !”[127]
Hz. Cüveyriye çok oruç tutar, çok namaz kılar.[128] günlerinin yarısını Allah’ı zikirle geçirirdi.[129]
Yüce Allah ondan razı olsun![130]
Müzeynelerin Müslüman Olmaları
Müzeynelerin İlk Kafilesi
Hicretin 5. yılında Müzeynelerden 10 kişilik bir heyet gelip Müslüman oldular. Heyete katılanların isimleri:
1. Huzâî b. Abdi Nühm,
2. Bilal b. Haris,
3. Numan b. Mukarrin,
4. Ebu Esma,
5. Üsâme,
6. Ubeydullah b. Dürre,
7. Bişrb. Muhtefir,
8. Dümeyn b. Saîd,
10. Amr b. Avf idi.[131]
Huzâî b. Abdi Nühm, Müzeynelerin Nühm adındaki putunun bakıcısı idi.
Peygamberimiz Aleyhisselamın Medine’de İslâm dinini yaymakta olduğunu işitince, putun yanına vanp onu kırmış, söylediği bir şiirde bunu şöyle anlatmıştır
“Her zaman yaptığım gibi, yine, Recep ayında kurban kesme merasimini yanında yapayım, kurban keseyim diye Nühm’ün yanına varmıştım.
Orada aklım başıma gelince, kendi kendime:
‘Hiç böyle dilsiz, akılsız ilah mı olur?’ dedim ve hemen Nühm’den ve onun için kurban kesmekten vazgeçtim.
Artık, benim bugün dinim Muhammed’in dinidir.
İlah da, ancak, göklerin yüce şanlı ilahıdır!”
Bundan sonra, Huzâî, Medine’ye gelip Peygamberimiz Aleyhisselamla görüşerek Müslüman oldu ve kavmi olan Müzeynelerin de Müslüman olacakları hakkında Peygamberimiz Aleyhisselama söz verdi.[132]
Kendisi, Peygamberimiz Aleyhisselama şahsen bey’at ettiği gibi,[133] Müzeyneler adına da bey’atta bulunmuştu.
Müzeynelerin yanına döndüğü zaman onları umduğu ve sandığı gibi bulamayınca, utancından Medine’ye dönemedi, yurdunda oturdu, kaldı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hassan b. Sabit’i çağırdı ve:
“Huzâî’ye, kabilesi adına yapmış olduğu bey1 atı, kendisini zemmetmeden, yermeden hatırlat!” buyurdu.
Hassan b. Sabit de, söylediği dört beyitlik şiirde:
Verilen sözü yerine getirmenin kabahatleri yıkayıp gidereceğini,
Kendisinin Osman b. Amrların en ulusu ve şereflisi bulunduğunu,
Resûlullaha yaptığı bey’at’ın hayra hayır eklemiş olduğunu,
Kendisini birşeyler yapmaktan âciz görmemesini,
Mensubu bulunduğu Addâların hiç de âciz olmadıklarını… açıklayarak Huzâî’yi harekete getirdi.
Bunun üzerine, Huzâî, kalkıp kavminin yanına vardı ve:
“Ey kavmim! Şu şair adam Allah için size hitab ediyor, sizin Müslüman olmanızı istiyor!” dedi.
“Bizim sana karşı bir diyeceğimiz yok!” diyerek ona boyun eğdiler, Müslüman oldular ve Peygamberimiz Aleyhisselama bir heyet gönderdiler.
Hicretin 5. yılında Recep ayında, Müzeynelerin Mudar kolundan Müslüman olmak üzere Medine’ye gelen heyet400 kişilikti.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onları, yurtlarında durmalarına rağmen Muhacir saydı ve:
“Siz nerede olursanız olun Muhacirsiniz!
Muhacirlik şerefini kazandınız! Mallarınızın başına dönünüz!” buyurdu.
Bunun üzerine, Müzeyneler, yurtlarına döndüler.[134]
Müzeynelere İkram Edilen Yol Azığında Müşahade Edilen Mucize:
Müzeynelerden Numan b. Mukarrin der ki:
Dörtyüz Müzeyneli, Resulullah Aleyhisselamın yanına geldik. Resulullah Aleyhisselamın bize buyuracağını buyurdu.
Bazıları:
‘Ya Rasulallah! Bizim yolda yiyeceğimiz, azığımız yok!’ dedi.
Peygamber Aleyhisselam, Ömer’e:
‘Onlara azık hazırla!’ buyurdu.
Ömer:
‘Benim yanımda, fazla olarak bir yığın hurmadan başka bir şey yok!
O kadarcık hurmanın da, bunların ihtiyaçlarını karşılayabileceğini sanmıyorum” dedi.
Peygamber Aleyhisselam:
‘Git de, onlara azık hazırla!’ buyurdu.
Ömer bizi kendisine ait çardağa götürdü. Orada, boz deve gibi bir hurma yığını vardı.
Ömer:
‘Alınız!’ dedi.
Müzeyne cemaatı, ondan, ihtiyaçları kadar hurma aldılar.
Ben, onların en sonra alanlarının içinde idim.
Dönüp hurma öbeğinde baktım, onu hiç eksilmiş bulmadım!
Halbuki ondan dörtyüz kişi hurma yüklemişlerdi!”[135]
Kurban Etlerini Üç Günden Sonrası İçin Biriktirmenin Yasaklanışı:
Hicretin 5. yılında,[136] Kurban bayramında, kesilecek kurbanların etlerinden yararlanmak için pek çok sayıda fakir çöl Arabı Medine’ye akın edip gelmişlerdi.
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam, kurban kesen müslümanlara:
“Kendinize üç günlük et alıkoyunuz, geride kalanını dağıtınız![137]
Sizden her kim kurban keserse, bayramın üçüncü gecesinden sonra evinde kurban etinden bir şey bulunduğu halde sabahlamasın!” buyurdu.[138]
Bundan sonrakiKurban Bayramı gelince, Peygamberimiz Aleyhisselama:
“Ya Rasulallah! Evvelki seneki bayramda, halk kurbanlarından yararlanıyor, onların yağını eritiyor, derilerinden de su tulumları yapıyorlardı. Bunlar hakkında ne buyurursun?” diye soruldu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Bunda ne sakınca var?” buyurdu veya buna benzer bir söz söyledi.
Bunun üzerine müslümanlar:
“Ya Rasulallah! Geçen yıl sen bize üç günlük nafakadan fazlası için et biriktirmeyi, alıkoymayı yasaklamıştın?” dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Ben bunu geçen yıl yardım istemek için gelen fakir çöl Araplarının çokluğundan dolayı size yasaklamıştım” buyurdu.[139]
Ashab:
“Ya Rasulallah! Kurban etini geçen yıl yaptığımız gibi mi dağıtacağız?” diye sordular.[140]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Artık bu yıl hem kendiniz yiyiniz, hem başkalarına yediriniz, hem biriktiriniz, hem de fakirlere tasadduk ediniz, dağıtınız!” buyurdu.[141]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Rahatsızlanışı ve Namazı Oturarak Kılışı, Kıldırışı
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hicretin 5. yılında, Zilhicce ayında,[142] attan hurma kütüğünün üzerine düşüp, bacağının sağ yanının derisi sıyrıldı. Namazlarını oturarak kılmak zorunda kaldı. Kendilerini ziyarete gelen sahabilerine de, oturdukları halde namaz kıldırdı.
Namaz bitince:
“İmam, kendisine uyulması için imam olmuştur.
Böyle olunca, imam tekbir aldı mı, siz de tekbir alınız!
İmam rükua vardı mı, siz de rükua varınız!
İmam ‘Semiallahü limen hamiden1 diyerek rükudan doğrulunca, siz de ‘Rabbena ve lekelhamd!1 diyerek doğrulunuz!
İmam secde edince, siz de secde ediniz!
İmam secdeden başını kaldırınca, siz de secdeden başınızı kaldırınız!
İmam namazı oturarak kılarsa, siz de toptan oturarak kılınız!” buyurdu.[143]
[1] İbn İshak.İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 303.
[2] Nesefi, Medâıik, c. 4, s. 258.
[3] Vâkıdî, M egâzf, c. 1, s. 41 5.
[4] İbn İshak.İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 303.
[5] İbn Sa’d, Tabak âtü’l-kübrâ, c. 2, s. 65.
[6] Vâkıdî, M egâzf, c. 1, s. 41 5, Halebî, İnsânu’l-uvûn, c. 2, s. 595.
[7] İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 65, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 392, 395.
[8] Vâkıdî, M egâzf, c. 1, s. 41 541 6.
[9] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 338, Buhârî, Sahîh, c. 4, s. 160, Müslim, Sahîh, c. 3, s. 1998-1 999, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 418.
[10] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, t 2, s. 65.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/385-386.
[11] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 416. 12.
[12] Taberî, Tefsir, c. 28, s. 11 3-114.
[13] İbn İshak.İbnHişam, Sîre,c.3, s. 303.
[14] İbn İshak.İbnHişam, c. 3, s. 303, Buhârî, t 6, s. 67, Müslim, c. 3, s. 1999.
* Muhacirler, Medine’ye geldikleri zaman, salıca Ensardan az idiler. Sonradan, Muhacirler çoğalmış, E nsar azalmıştır (Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 393, Buhâri”, c. 6, s. 66).
[15] İbn İshak.İbnHişam, Sîre, c. 3, s. 303, Taberî, Tefsir, c. 28, s. 114.
[16] İbn İshak.İbnHişam, Sîre, c. 3, s. 303, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 393, Buhârî, Sahîh, c. 4, s. 160, Müslim, Sahih, c.3, s. 1999, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 418.
[17] İbn İshak.İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 303.
[18] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 416417, Halebî, İnsânu’l-uvûn, c. 2, s. 596.
[19] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 373, Buhârî, Sahîh, c. 4, s. 64-65.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/387-388.
[20] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 417, Taberî, Tefsfr.c. 28, s. 114.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/388-389.
[21] Taberî, Tefar, c. 28, s. 11 4.
[22] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/389.
[23] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/389-390.
[24] İbrı İshak.İbnHişam, Sîre,c.3, s. 304.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/390-391.
[25] İbn İshak.İbnHişam, Sîre,c.2, s. 209.
[26] İbrı İshak.İbnHişam, Sîre,c.3, s. 304.
[27] Vâki cif, Megâzr,c.2, s. 423, Halebî, İnsânu’l-uvûn, c. 2, s. 600.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/391.
[28] İbn İshak.İbnHişam, Sîre,c.3, s. 305.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/392.
[29] Zemahşerf, Keşşaf, c. 4, s. 110, Diyarbekıf, Târîhu’l-hamîs, c. 1, s. 472, Halebî, İnsanu’l-uvûn, c. 2, s. 602.
[30] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, t 2, s. 65.
[31] Sem hûdf, Vefâu’l-vefâ, c. 1, s. 315.
[32] Zemahşerf, Keşşaf, c. 4, s. 110.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/392-393.
[33] Zührî, Megâzî.s. 116-117, İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 310, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 195, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 55-56, Müslim, Sahih, c. 4, s. 2130, Taberî, Tefsir, c. 18, s. 90, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 4, s. 63, 65.
[34] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.3, s. 311, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 428.
* Ashabdan olup, gazalarda ordunun arkasında kalarak Müslümanların eşyalarından düşmüş, kalmış olanları toplamak ve sahiplerine teslim etmekle görevli idi (Süheylf, Ravdu’l-ünüf, c. 6, s. 437)
[35] Zührî, s. 117, İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 311, Vâkıdî, c. 2, s. 428, Ahmed b. Hanbel, c. 6, s. 195, Buhârî, c. 5, s. 56, Müslim, c. 4, s. 2131, Taberî, c. 1 8, s. 90, Beyhakî, c. 4, s. 65-66.
[36] Zührî.s. 117, Vâkıdî, c. 2, s. 428, 429, Ahmed b. Hanbel, o. 6, s. 195, Müslim, o. 4, s. 21 31, Taberî, c. 28, s. 90, Beyhakî, c. 4, s.66.
[37] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 311, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 429.
[38] Zührî, Megâzî, s. 117, İbn İshak, İbn Hişam , c. 3, s. 311, Vâki df, c. 2, s. 429, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 195, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 56, Müslim, Sahîh, c. 4, s. 2131, Taberî, Tefsfr, c. 1 8, s. 90, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 4, s. 66.
[39] İbn İshak, İbn Hişam, o. 3, s. 311 , Vâkıdî, c. 2, s. 429.
[40] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 311
[41] Zührî, s. 117, İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 311, Vâkıdî, c. 2, s. 429, Ahmed b. Hanbel, c. 6, s. 195, Buhârî, c. 5, s. 56, Müslim, c. 4, s. 2131.
[42] .Zührî, s. 117, Vâkıdî, c. 2, s. 429, Ahmed b. Hanbel, c. 6, s. 195, Buhârî, c. 5, s. 56, Müslim, c. 4, s. 2131, Taberî, Tefsfr, o. 18, s. 90, Beyhakî, o. 4, s. 66.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/393-395.
[43] İbn Sa’d. Tabakât. c. 2. s. 65.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/395.
[44] Zemahşerf, Keşşaf, c. 3, s. 52, Neseff, Medârik, c. 3, s. 134.
[45] Taberî, Tefsfr, c. 18, s. 89, Zemahşerf, Keşşaf, c. 3, s. 52.
[46] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 311 , Vâkıdî, c. 2, s. 429.
[47] Zührî, s. 118, Ahmed b. Hanbel, c. 6, s. 195, Buhârî, c. 5, s. 56, Müslim, c. 4, s. 2131, Taberî, Tefsfr, c. 18, s. 90, Beyhakî, c. 4, s.69.
* Hi. Âişe’nin hastalığı humma idi (Ahmed b. Hanbel, M üsned, c. 6, s. 367).
[48] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.3, s. 311, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 429.
[49] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.3, s. 311.
[50] Zührî, Megâzî, s. 11 8, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 429, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 195, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 57, Müslim, Sahîh, c. 4, s. 2131, Taberî, Tefsfr, c. 18, s. 90, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 4, s. 67.
[51] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.3, s. 311-312.
[52] Zührî, Megâzî, s. 118, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 1 95, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 57, Müslim, Sahîh, c. 4, s. 2131.
[53] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 59-60, Buhârî, Sahîh, c. 6, s. 11, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 332-333.
[54] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 195, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 57, Müslim , Sahîh, c. 4, s. 2132.
[55] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 60, Buhârî, Sahîh, c. 6, s. 11, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 333.
[56] Zührî, Megâzî, s. 118, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 1 95, Buhârî, Sahîh, c. 3, s. 155, Müslim, Sahîh, c. 4, s. 2132.
[57] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/395-398.
[58] Zührî, Megâzî, s. 118-119, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 429, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 195, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 57, Müslim, Sahih, c. 4, s. 2132.
[59] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 60, Buhârî, Sahih, c. 6, s. 11-12, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 333.
[60] İbn İshak.İbnHisam, Sîre.c.3, s. 312, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 429.
[61] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 60, Buhârî, Sahih, c. 6, s. 12, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 333.
[62] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 195, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 57, Müslim , Sahih, c. 4, s. 2133.
[63] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 60.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/398-399.
[64] Buhârî, Sahih, c. 6, s. 60-61.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/399-400.
[65] Hz. Ali, halk arasında çalkalanan dedikodulardan Peygamberimiz Aleyhisselam m son derecede üzülmekte olduğunu görünce, bu üzüntülerden kurtulması için, belki de, yarayı ateşle dağlayarak tedavi etmek kabilinden ve son bir çare olmak üzere, ayrılma hususuna hiçbir ardniyeti olmaksızı n işaret etm ek istemişti (İbn Kayyı m, Zâdu’l-m ead, c. 2, s. 126).
[66] Zührî, Megâzî, s. 11 9, İbn İshak.İbn Hişam.Sîre, c. 3, s. 313-314, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 430, Ahmed b. Hanbel, c. 6, s. 196, Buhârî, c. 6, s. 7.
* Gerçekten de, kendisi hasür bir kimse idi. Kadınlarla olacak bir işi yoktu (İbn İshak, İbn Hişam , Sîre, c. 3, s. 319, Zehebî, Megâzî, s. 232).
[67] Ahm ed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 6, Buhârî, Sahih, c. 6, s. 1 2, Müslim, Sahih, c. 4, s. 21 38, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 334.
[68] Zührî, Megâzî, s. 119, İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 313, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 196, Müslim, Sahih, c. 4, s. 2133.
[69] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 313.
[70] Ahm ed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 197, Buhârî, Sahih, c. 6, s. 9.
[71] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 430.
[72] Ahm ed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 60, 197, Buhârî, Sahih, c. 6, s. 9.
[73] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 430, 431 .
[74] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 315, Vâkıdî, Megâzı, c. 2, s. 434, Taberı, Tefsir, c. 18, s. 96.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/400-402.
[75] Ahm ed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 59, Buhârî, Sahih, c. 6, s. 11, Müslim, Sahîh, c. 4, s. 2137-21 38, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 332.
[76] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 196, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 58, Müslim , Sahih, c. 4, s. 2133-2134.
[77] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.3, s. 312.
[78] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 312, Ahmed b. Hanbel, c. 6, s. 196, Buhârî, c. 5, s. 58 Müslim , c. 4, s. 2133-2134.
[79] Buhârî, Sahih, c, 6, s. 11, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 332.
[80] Ahmed b. Hanbel, c. 6, s. 1 96, Buhârî, c. 6, s. 7, TirmizT, c. 5, s. 332.
[81] Ahmed b. Hanbel, c. 6, s. 1 96, Buharı, c. 6, s. 7, Tirmizî, c. 4, s. 21 34.
[82] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 59, Buhârî, Sahih, c. 6, s. 11, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 332.
[83] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.3, s. 313.
[84] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 431.
[85] Ahm ed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 196, Buhârî, Sahih, c. 6, s. 7-8, M üslim, Sahîh, c. 4, s. 2134. 82.
[86] Ahmed b. Hanbel, c. 6, s. 1 96, Buhârî, c. 6 s. 8, Müslim, c. 4, s. 2134.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/402-404.
[87] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 435.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/404.
[88] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 312, .Ahmed b. Hanbel, c. 6, s. 60, Buhârî, c. 5, s. 56.
[89] Buhârî, c. 6,s.13, Müslim, c. 4, s. 2138, Tirmizî, c. 5, s. 335.
[90] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.3, s. 313.
[91] Zührî, Megâzî, s. 120-121 , Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 432, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 196, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 58-59, Müslim, Sahîh, c. 4, s. 2134-2135, Taberî, Tefsir, c. 18, s. 91 -92.
[92] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.3, s. 314, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 433.
[93] Zührî, Megâzî, s. 1 21, Vâkıdî, c. 2, s. 432, Ahmed b. Hanbel, c. 6, s. 1 96, Buhârî, c. 5, s. 59, Müslim, c. 4, s. 2135.
[94] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/404-406.
[95] Zührî, Megâzî, s. 121, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 432-433, Ahmed b. Hanbel, Müsned,c.6, s. 197 Buhârî, Sahih, c. 5, s. 59, Müslim, Sahih, c. 4, s. 2135-36.
[96] İbn İshak.İbnHişam, Sîre,c.3, s. 314-315, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 433.
[97] İbn İshak.İbn Hişam, Sîre,c.3, s. 315.
[98] Vâkıdi, Megâzî, c. 2, s. 433.
[99] İbn İshak.İbnHisam, Sîre.c.3, s. 315, Vâkıdî, Megâzî, c. 2. s. 433.
[100] Zührî, s.121, Vâkıdî, c. 2, s. 433-434, Ahmed b. Hanbel, c. 6, s. 197, Buhârî, t 5, s. 59, Müslim, c. 4, s. 2136.
[101] Ahmed b. Hanbel, c. 6, s. 60, Buhâıf, c. 6, s. 13, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 335, Taberî, Tefsfr, c. 18, s. 94.
* Günahın en büyüğünü yüklenen, Abdullah b. Übeyy ile onun evinde toplanan kimseler idi (Taberî, Tefsfr, c. 18, s. 89).
[102] Nûr sûresi: 11-20.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/407-409.
[103] Zemahşerf, Keşşaf, c. 3, s. 57, Neseff, Medâıik, c. 3, s. 138.
[104] Zührî, Megâzî, s. 1 22, İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 316-31 7, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 197, Buhârî, SahıVı, c. 5, s. 60, c. 6, s. 9, Müslim, Sahih, c. 4, s. 2136.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/409-410.
[105] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 315, Ahmed b.Hanbel, Müsned, c. 6, s. 35, Ebu Dâvud, Sünen, c. 4, s. 162, İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 857, Beyhakî, Sünenü’l-kübrâ, c. 8, s. 250.
[106] İbn İshak. İbn Hişam, Sîre,c.3, s. 315, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 35.
[107] Zemahşerî, Keşşaf, c. 3, s. 55, Nesefî, Medârik, c. 3, s. 136, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 1, s. 535.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/410.
[108] İbn İshak.İbnHişam, Sîre,c.3, s. 305.
[109] M ün âti kûn sûresi: 1-8.
[110] Taberî, Tefsir, c. 28, s. 110.
[111] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 3, s. 305.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/410-412.
[112] İbn İshak.İbnHişam, Sîre,c.3, s. 305.
[113] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 373, Buhârî, Sahih, c. 6, s. 64.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/412.
[114] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, t 8, s. 116, İbn Habto, Kitâbu’l-muhabber, s. 89.
[115] İbn Sa’d Tabakât, c. 2, s. 64, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 441.
[116] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 307.
[117] İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 64, Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 411.
[118] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/413.
[119] İbn İshak, İbnHisam, Sîre,c.3, s. 307, İbn Sa’d, Tabakât, c. 8, s. 116-117, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6,s.277,Ebu Dâvud, Sünen, c. 4, s. 22.
[120] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 408-409, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 2, s. 594.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/413-414.
[121] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 3, s. 308.
[122] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 8, s. 118-119.
[123] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 3, s. 308.
[124] Vâkıdî, Megâzî.c.2, s. 411.
[125] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 3, s. 308.
[126] İbn Şa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 8, s. 118.
[127] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 307-308, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 8, s. 117, Ahmed b. Hanbel, Müsned,c.6, s. 277.
[128] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 8, s. 119.
[129] İbn Sa’d, Tabakât.c. 8, s. 119, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 430, Müslim, Sahîh, c. 4, s. 2090, Ebu Dâvud, Sünen, c. 2, s. 81 , Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 556, İbn Mâce, Sünen, c. 1251-1252, Nesâf, Sünen, c. 3, s. 77.
[130] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/414-416.
[131] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1, s. 291.
[132] Ebu’l-Münzir Hişam, Kitâbu’l-asnâm, s. 3940.
[133] İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 2, s. 132.
[134] İbn Sa’d, Tab akâtü ‘l-kübrâ, c. 1, s. 291 -292.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/416-418.
[135] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 445, Beyhaki, Delailü’n-nübüvve, c.5, s.365-366, Suyuti, Hasaisü’l-Kübra, c. 2, s. 165-166, Zürkani, Mevahibu’l-ledünniyye Şerhi, c. 2, s. 37.
[136] Semhudi, Vefau’l-Vefa, c. 1, s. 310, Diyarbekri, Tarihu’l-Hamis, c. 1, s. 503.
[137] Malik, Muvatta’, c. 1, s. 484, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 51, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1561, Ebu Davud, Sünen, c. 3, s. 99, Nesai, Sünen, c. 7, s. 235.
[138] Buhari, Sahih, c. 6, s. 239, Müslim, Sahih
[139] Malik, Muvatta’ c.2, s.454, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.6, s.51, Müslim, c.3, s.1561, Ebu Davud, c.3, s.99, Nesai, c.7, s.235.
[140] Buhari, Sahih, c. 6, s. 239.
[141] Malik, c. 2,s.484, Ahmed b. Hanbel, c.6, s.51, Buhari, c.6, s. 239, Müslim, c. 3, s. 1561, Ebu Davud, c. 3, s. 99, Nesai, c. 7, s. 235.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/419-420.
[142] İbn Hibbân’dan naklen İbn Hacer, Fethu’l-bârî, c. 2, s. 149.
[143] Mâlik, Muvatta1, t 1,s. 135, ^med b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 110-300, Buharı, Sahih, c. 1, s. 110, Müslim, SahiTı, c. 1, s. 308, EbuDâvud, Sünen, c. 1,s.164, Tirmizî, Sünen, c. 1, s. 230, Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c. 2, s. 303.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/420.