Necran ve Necranlılar
Peygamberimiz Aleyhisselamın Necranlılara,* Necran Uskufuna Yazı Yazışı
Ebu Hârise ile Kardeşinin Medine’ye Gelirken Yolda Peygamberimiz Aleyhisselam Hakkındaki Konuşmaları
Peygamberimiz Aleyhisselamın, Necran Reislerinin Yanındaki Kitapta İsim ve Sıfatlarının Yazılı Oluşu
Necran Heyeti Medine’de
Necran Hıristiyan Temsilcilerinin Mübâheleye (Lânetleşmeye) Davet Edilişi
Necran Hıristiyan Temsilcilerinin Peygamberimiz Aleyhisselamla Anlaşma Yapmaya Razı Olmaları
Ebu Ubeyde b. Cerrah’ın Necran’a Gönderilişi
Necran Temsilcilerinin Medine’den Ayrılışı ve Bişr’in Medine’ye Dönüp Müslüman Oluşu
Necran Kilisesi Başpapazının Peygamberimiz Aleyhisselamla Görüşmeye Gelişi
Seyyid’le Akîb’in Medine’ye Gelip Müslüman Olmaları
NECRAN HIRİSTİYANLARI MEDİNE’DE
Necran ve Necranlılar
Necran; Mekke ile Yemen arasında[1] Yemen’in Mekke tarafına düşen yerlerinden olup, [2] Mekke’ye yedi merhalelik, konaklıktır. Yetmiş üç karyeden mürekkeptir.
Bedrüddin Aynîye göre; hızlı bir vasıtayla bir ucundan diğer ucuna ancak bir günde varılabilir büyüklükte, genişliktedir. [3] Hicaz beldelerinin en güzeli ve en hoşudur. [4]
Rivayete göre; ilk gelip burayı imar eden kişi Necran b. Zeydan, b. Sebe1, b. Yeşcüb, b. Ya’rüb, b. Kahtan olduğu için, buraya ondan dolayı Necran ismi verilmiştir. [5]
Necran’ın ilk sakinleri; Benî Haris b. Ka’b, b. Amr, b. Ule, b. Celd, b. Malik, b. Üded, b. Zeyd, b. Yeşcüb, b. Arib, b. Zeyd, b. Kehlan, b. Yezid, b. Abdülmedanlardandı. [6]
Necranlılar yurtlarındaki uzun bir hurma ağacına taparlar ve onu takdis ederlerken, Feymeyun adında ve Hz. İsa’nın dininde, duası makbul, ibadete düşkün, iyi halli birzâtın:
“Siz sapıklık içindesiniz! Taptığınız şu hurma ağacı, insana ne yarar, ne de zarar verebilir!
Ben ibadet ettiğim İlahıma-ki O Allah Birdir ve şeriksizdir-dua etsem, onu yok ediverin1” demiş ve dua edince de, çıkan bir kasırganın ağacı kökünden söküp atması üzerine, Necran halkı Hıristiyanlığı kabul etin işierdir. [7]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Necranlılara,* Necran Uskufuna Yazı Yazışı
Peygamberimiz Aleyhisselam, Necranlılara.[8] Necran uskufuna[9] bir yazı yazdırdı. Yazdırdığı yazıda şöyle buyurdu:
“Bismillah!
Allah’ın Resûlü Muhammed’den Necran uskufuna,
İbrahim’in[10] İsmail’in, [11] İshak’ın ve Yâkub’un İlahı olan Allah’ın ismiyle başlarım.
İmdi: Ben sizi, kullara tapmaktan Allah’a ibadet etmeye, ben sizi kulların dostluğundan Allah’ın dostluğuna davet ediyorum.
Bu davetimi kabul etmeye yanaşmazsanız, cizye (vergi) verirsiniz.
Bundan da kaçınırsanız, size harb açacağımı bildiririm, vesselam !” [12]
Peygamberimiz Aleyhisselamın yazısı gelip uskuf onu okuyunca, son derecede korktu.
Necranlılardan Hemdanlı Şurahbil b. Vedaa’yı yanına çağırdı.
Birmüşkil iş çıktığı zaman, ne Eyhem Seyyid’den, ne de Akfb’den önce hiç kimse çağrılmazdı.
Şurahbil b. Vedaa gelince, uskuf, Peygamberimiz Aleyhisselamın yazısını ona verip okuttu ve ona:
“Ey Ebu Meryem! Bu husustaki görüşün nedir?” diye sordu.
Şurahbil:
“Allah’ın İbrahim’e, İsmail’in zürriyeti içinden bir peygamber çıkaracağını vaad buyurduğunu biliyor-sundur!
Eğer bu zât geleceği vaad edilen peygamber olursa, sen ona iman edecek misin?
Benim peygamberlik hakkında bir görüşüm yoktur!
Eğer sorduğun dünya işlerinden bir iş olsaydı, o husustaki görüşümü sana açıklar ve görüşümü sana benimsetmeye çalışırdım” dedi.
Uskuf, Şurahbil’e:
“Sen bir köşeye çekil, otur!” dedi.
Şurahbil, bir köşeye çekilip oturdu.
Uskuf, Himyerlerin Zî Asbah ailesinden Necranlı Abdullah b. Şurahbil adındaki bir adamı yanına çağırttı.
Peygamberimiz Aleyhisselamın yazısını ona da okutup kendisinin bu husustaki görüşünü sordu.
Abdullah b. Şurahbil, uskufa, Şurahbil’in söylediği gibi söyledi.
Uskuf, ona da:
“Sen bir köşeye çekil, otur!” dedi.
Abdullah b. Şurahbil de bir köşeye çekilip oturdu.
Uskuf, Necranlılardan Benî Hımyasların Benî Haris b. Ka’b ailesinden Cebbar b. Feyz’i de çağırttı.
Peygamberimiz Aleyhisselamın yazısını okutup ona bu husustaki görüşünü sordu.
Cebbar b. Feyz de, Şurahbil’in ve Abdullah’ın söylediklerine benzer biçimde konuştu.
Uskuf, Cebbar b. Feyz’e de bir köşeye çekilmesini emretti.
O da bir köşeye çekilip oturdu.
Görüşler böylece bir noktada birleştiği zaman, uskuf çan çalınmasını emretti.
Kiliselerde ateşler yakı İdi, çullar, sergiler kaldırıldı.
Gündüzleri korkuya düştükleri zaman da böyle yaparlardı. Gece korktukları zaman da çan çalınır, kiliselerde ateşler yakılırdı.
Çan çalınıp çullar kaldırılınca, vadinin aşağısındaki yukansındaki halk toplandı.
Vadinin uzunluğu hızlı giden bir süvarinin gidişiyle bir günlüktü.
Vadinin içinde, yetmişüç köy ve yüzyimni bin savaş eri bulunuyordu.
Uskuf, onlara Peygamberimiz Aleyhisselamın yazısını okudu ve bu husustaki görüşlerini sordu.
Onlardan görüş sahibi olanların görüşleri, Şurahbil b. Vedaa, Abdullah b. Şurahbil ve Cebbar b. Feyz’in de içlerinde bulunacağı bir heyetin gönderilip Peygamberimiz Aleyhisselamın haberini kendilerine getirmesi üzerinde toplandı.
Necran Hıristiyan temsilcilerinin Peygamberimiz Aleyhisselama gelişi, Hicretin 10. yılında idi. [13]
Kendileri altmış kişi idiler. [14]
Gelenlerden dördü, Necranlıların eşrafındandı.
Bunların içinde de üçü, kendilerinin işlerini çekip çevirenleri, yönetenleri idi.
Reisleri; Akîb dedikleri Abdülmesih olup, Necranlıların valisi, söz ve görüş sahibi ve danışmanı olan bu kişinin görüşüne göre hareket edilirdi.
İkincisi; Seyyid dedikleri Eyhem olup, Necranlıların seyahat ve toplama işlerinin yöneticisi idi.
BenîBekr b.Vâillenden Ebu Harise b. Alkame ise Necranlıların uskufu, en büyük din bilgini, imamı, kitaplık (İbn Sa’d’a göre: medreseler) bakanı idi. [15] Necranlılar içinde çok şerefli ve itibarlı idi.
Hıristiyan Rum kralları, ona, Araplardan olduğu halde, Hıristiyanlığa bağlılığı dolayısıyla mal verirler, ikramda bulunurlardı. [16]
Krallar, Hıristiyanlık hakkındaki derin bilgi ve içtihadını işitip onun için kiliseler yaptırırlar, kendisini ikramlara boğarlardı. [17]
Altmış Necran temsilcisinden[18] bazılarının isimleri şöyledir
1. Akîb Abdülmesih,
2. Seyyid Eyhem,
3. Ebu Harise b. Alkame (Benî Bekr b. Vâillerin kardeşidir),
4. Evs,
5. Haris,
6. Zeyd,
7. Kays,
8. Yezid
9. Nübeyh,
10. Huveylid,
11. Amr,
12. Halid,
13. Abdullah,
14. Yuhannis, [19]
15. Ebu Alkame Bişr b. Muaviye. [20]
Ebu Hârise ile Kardeşinin Medine’ye Gelirken Yolda Peygamberimiz Aleyhisselam Hakkındaki Konuşmaları
Ebu Harise, dişi bir katıra binmiş, kardeşi Küz veya Kürz de yanında olduğu halde Peygamberimiz Aleyhisselama gelirken, katırının ayakları dolaşarak yere kapanmıştı.
Kürz:
“Yüzünün üzerine düşsün, helak olsun!” diyerek Peygamberimiz Aleyhisselama ilenince, Ebu Harise ona:
“Hayır, sen düş, sen helak ol!” dedi.
Kürz:
“Ey kardeşim! Sen bana bunu niçin söyledin?!” diye sordu.
Ebu Harise:
“Vallahi, o, bizim bekleyip durduğumuz peygamberdir!” dedi.
Kürz:
“Peki, sen bunu biliyorsun da, ona tâbi olmaktan seni alıkoyan nedir?” diye sordu.
Ebu Harise:
“Eğer dediğini yapacak olursam, şu kavim bize yaptı klan hizmeti, itibar ve ikramı yapmazlar! Bizden yüz çevirirler, aksini yaparlar! Gördüğün herşeyi elimizden çekip geri alırlar!” dedi.
Ebu Hârise’nin bu sözü, kardeşi Kürz b. Alkame’ye çok tesir etü.
Kendisi bundan sonra Müslüman oldu.[21]
Allah ondan razı olsun![22]
Peygamberimiz Aleyhisselamın, Necran Reislerinin Yanındaki Kitapta İsim ve Sıfatlarının Yazılı Oluşu
Necran reislerinin yanlarında, tevarüs edegeldikleri bazı kitaplar bulunuyordu.
Her reis ölünce, reisliği başka bir reis alır ve bu kitaplara sahip olurdu.
Bu kitaplar mühür mumuyla mumlanmış olarak korunurdu.
Peygamberimiz Aleyhisselamın zamanındaki reis, oğluna, bu kitaplarda Peygamberimiz Aleyhisselamın vasıflarının yazılı bulunduğunu habervermiş ve:
“O, ismi bu kitaplarda yazılı peygamberdir!” demişti.
Reis öldüğü zaman oğlunun ilk işi hemen mührü kırıp kitapları açmak olmuş ve Peygamberimiz Aleyhisselamın onlarda anıldığını görünce de, hemen Müslüman olmuş, Müslümanlığını İslâm amel-leriyle güzelleştirmiş ve hatta hac farizasını da yerine getirmiştir. [23]
Allah ondan razı olsun![24]
Necran Heyeti Medine’de
Necran heyeti Medine’ye gelince sefer elbiselerini üzerlerinden çıkardılar, [25] Yemen bürüdü diye anılan ipekli elbiselerini, [26] cübbelerini giyinip ipek ridalarını örtündükten, [27] altından yüzüklerini takındıktan sonra, elbiselerinin eteklerini yerde sürüyerek[28] ikindi namazı vaktinde[29] Mescide girdiler. [30]
Peygamberimiz Aleyhisselama selam verdiler.
Peygamberimiz Aleyhisselam onların selamlarına karşılık vermedi. [31] Uzun müddet kendileriyle konuşmadı. [32]
Temsilciler, kendilerine mahsus namazın vakti gelince, [33] Peygamberimiz Aleyhisselamın mescidinde namazlarını kılmaküzere ayağa kalktılar. [34]
Müslümanlardan bazıları onlara engel olmak istediler. [35]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Bırakınız onları kendi hallerine!” buyurdu. [36]
Necranlılar doğuya doğru yönelerek namaz kıldılar. [37]
Bundan sonra, Necran temsilci heyeti, eskiden tanıdıkları Hz. Osman’la Abdurrahman b. Avf’a gittiler.
Onları, Muhacirlerle Ensardan bazılarının bulundukları bir mecliste buldular ve:
“Ey Osman! Ey Abdurrahman! Peygamberiniz bize yazı yazdı.
Biz de, onun davetine icabet ederek geldik, yanına gidip kendisine selam verdik. Fakat o selamımıza karşılık vermedi.
Gündüzün, uzun müddet kendisiyle konuşmaktan men ve mahrum edildik.
Sizin bu husustaki görüşünüz nedir? Geri dönüp gitmemizi uygun görür müsünüz?” dediler.
Hz. Ali de oradaki cemaatin içinde idi.
Hz. Osman’la Abdurrahman b. Avf, Hz. Ali’ye:
“Ey Ebu’l-Hasen! Bu cemaat hakkında sen ne görüştesin?” diye sordular.
Hz. Ali, Hz. Osman’la Abdurrahman b. Avf’a:
“Ben bunların üzerlerine giydikleri şu etekleri sırmalı elbiselerini bırakıp sefer elbiselerini giydikten sonra Resûlullah Aleyhisselamın yanına dönmelerini uygun görürüm” dedi. [38]
Hz. Osman, onlara:
“Bu, sizin şu elbiseniz yüzündendir!” dedi.
O gün Necran temsilcileri konak yerlerine döndüler. Ertesi günü, üzerlerinde ruhban elbiseleri olduğu halde geldiler. [39]
Peygamberimiz Aleyhisselama selam verdiler.
Peygamberimiz Aleyhisselam da onların selamlarına karşılık verdi. [40]
Sonra da:
“Beni hak din ve kitabla peygamber gönderen Allah’a yemin ederim ki; bana ilk gelişlerinde İblis (Şeytan) onların yanlarında bulunuyordu!” buyurdu. [41]
Peygamberimiz Aleyhisselam, kendisiyle konuşan Necran Hıristiyan bilginlerinden ikisini; [42] Seyyid (Eyhem)’le Akîb’i[43] İslâmiyete davet etti. [44]
Onlara:
“Müslüman olunuz!” buyurdu.
Onlar:
“Biz eskiden beri Müslümanız!” dediler. [45]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Siz yalan söylüyorsunuz! [46] İsterseniz, Müslüman olmanıza engel olan şeyleri size haber vereyim!” buyurdu.
Onlar:
“Haydi getir, bildir bakalım onları!” dediler. [47]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Sizin Allah’a oğul isnad etmeniz, haça tapmanız, domuz eti yemeniz, [48] içki içmeniz[49] sizi İslâmiyetten men etmiş ve ediyor!” buyurdu. [50]
Necranlı Hıristiyan bilginleri sözü uzatıyorlar, çoğaltıyorlar ve İsa Aleyhisselam hakkındaki inançlarını savunmaya çalışıyorlardı: [51]
“O, Allahtır!” diyorlar ve şöyle söylüyorlardı:
“Çünkü o ölüyü diriltirdi, hastaları iyileştirirdi, gaybdan haber verirdi, çamurdan yaptığı kuş heykelini üfleyip canlandırırdı.
O, Allah’ın oğludur. Çünkü, onun bilinen bir babası olmamıştır.
O beşikte konuşmuştur! Bunu kendisinden önce hiç kimse yapamamıştır!
O, üçün üçüncüsüdür! Çünkü Allah, ‘Yaptık!1, ‘Emrettik!’, ‘Yarattık!’, ‘Hükmettik!’ diyor.
Eğer Allah Bir olsaydı, Yaptım!’, ‘Hükmettim!’, Yarattım!’ derdi.
O halde, Allah üçtür Allah, İsa ve Meryem’den ibarettir!” diyorlardı. [52]
E bu Harise:
“Ya Muhammedi İsa hakkında sen ne dersin?” diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“O, Allah’ın kulu ve resûlüdür!” buyurdu.
E bu Harise:
“Ey Ebu’l-Kâsım! Yüce Allah, senin dediğin gibi demiyor, şöyle şöyle diyor!” dedi. [53]
Temsilcilerin en üstünü olan kişi de:
“Sen ona ne için ‘kuldur’ diyerek hakaret ediyorsun?!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Evet! O, Allah’ın kuludur! Meryem’e ilkâ ettiği kelimesidir!” buyurdu.
Necran temsilcileri kızdılar
“Biz senin dediğini kabul etmeyiz! O, Allahtır! Öyle değilse, haydi söyle, onun babası kimdir?!” dediler. [54]
Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara:
“Siz, sıfatları babasının sıfatlarına benzemeyen bir oğul olamayacağını biliyorsunuz değil mi?” diye sordu.
“Evet!” dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Sizler, Rabbimizin hiç ölmeyen, diri, İsa’nın ise fani olduğunu biliyorsunuz değil mi?” diye sordu.
Hıristiyan temsilcileri:
“Evet!” dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara:
“Sizler, Rabbimizin kendi Zâtıyla kâim olduğunu ve herşeyi koruduğunu, rızıklandırdığını biliyorsunuz değil mi?” diye sordu.
Hıristiyan temsilcileri:
“Evet!” dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara:
“İsa bunlardan herhangi birşeye malik bulunuyor mudur?” diye sordu.
Hıristiyan temsilcileri:
“Hayır!” dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara:
“Hiç şüphe yok ki, İsa’ya ana rahminde dilediği gibi suret veren Rabbimiz Allahtır.
Yemeyen, içmeyen Rabbimiz Allahtır!
Sizler İsa’ya annesi (Meryem)’in herhangi bir kadının hamile kaldığı gibi hamile kaldığını, sonra onu herhangi bir kadının çocuğunu doğurduğu gibi doğurduğunu, sonra onun bir çocuğun emzirilmesi gibi emzirilip beslendiğini, sonra yiyip içtiğini, işediğini biliyorsunuz değil mi?” diye sordu.
Hıristiyan temsilciler
“Evet!” dediler.
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara:
“Hal böyle olduğuna göre, iddia ettiğiniz gibi İsa nasıl Allah veya Allah’ın oğlu olabilir?!” buyurunca, Necran Hıristiyan temsilcileri susakaldılar. [55]
Yüce Allah, onların sözleri ve üzerinde ihtilafa düştükleri herşeyleri hakkında indirdiği âyetlerde[56] şöyle buyurdu:
“Elif Lâm Mim. Allah o Allahtır ki, Kendisinden başka hiçbir ilah yoktur. Diridir, Zâtıyla kâimdir.
O, Kitabı hak ve önündekileri de tasdik edici olarak indirdi.
Daha önce de insanlara doğru yolu göstermek üzere Tevrat ile İncil’i indirmişti.
Bir de, hak ile bâtılı ayırt eden Furkan (Kurbân)’! indirdi.
Allah’ın âyetlerini tanımayanlar (var ya)! Onlar için pek çetin bir azap var!
Allah, kudretiyle herşeye üstün gelen intikam sahibidir!
Şüphe yok ki, ne yerde, ne de gökte hiçbir şey Allah’a gizli kalmaz!
Dölyataklarında sizi ve herkesi dilediği gibi tasvir eden, O’dur!
O’ndan başka hiçbir ilah yoktur!
O, kudretiyle herşeye üstün gelen ve her yaptığını yerli yerince yapandır!
(Ey Resûlüm!) Sana Kitabı indiren O’dur!
Ondan bir kısım âyetler muhkemdir ki, bunlar Kitabın anası, temelidir.
Diğer bir kısmı da müteşâbihlerdir.
Amma kalblerinde eğrilik bulunanlar, sırf Müslümanları saptırmak ve kendi keyiflerine göre tevilini aramak için onun müteşâbih olanlarının ardına düşerler.
Halbuki, onun te’vilini ancak Allah bilir!
İlimde yüksek payeye erenler ise: ‘Biz ona inandık, hepsi Rabbimizdendir!’ derler.
Bunları, temiz ve salim akıllılardan başkası düşünemez!
(Onlar derler ki:)
Ey Rabbimiz! Bizi doğru yola erdirdikten sonra, kalblerimizi haktan saptırma!
Bize Kendi katından bir rahmet ver!
Şüphesiz ki, bağışı en çok olan Sensin Sen!
Ey Rabbimiz! Muhakkak ki, Sen (vukuunda) hiçbir şüphe olmayan bir günde insanları toplayacak olansın!
Şüphesiz ki, Allah verdiği sözden caymaz!
O küfredenler (var ya)! Onların ne malları, ne evlatları Allah yanında onları hiçbir şeyden asla kurtaramaz!
İşte onlar, (evet!) onlar; ateş (Cehennem)’in yakacağıdır!
Onların gidişi, tıpkı Firavun hanedanının ve onlardan önce gelenlerin gidişi gibidir!
Onlar, Bizim âyetlerimizi yalanladılar da, Allah da kendilerini günahlan yüzünden yaka I ayı verdi!
Allah, cezası pek çetin olandır!
(Ey Resûlüm!) O küfredenlere de ki:
‘Yakında mağlup olacaksınız ve toptan Cehenneme sürükleneceksiniz!’
O, ne kötü yataktır!
Karşılaşan iki cemiyet hakkında sizin için muhakkak bir ibret vardı.
Onlardan bir cemiyet Allah yolunda dövüşüyordu, diğeri ise kâfirdi.
Onlar, öbürlerini (Müslümanları) dış gözleriyle kendilerinin iki katı olarak görüyorlardı.
Allah kimi dilerse onu yardımıyla destekler.
Şüphe yok ki, bunda, kalb gözleri açık olanlar için kesin bir ibret vardır!
Kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma ve güzel atlara, (deve, sığır, davar gibi) hayvanlara, ekinlere karşı aşırı sevgi insanlar için bezenmiş, süslenmiştir.
Bunlar dünya hayatının geçici birer faydası dır
Allah’a gelince, nihayet dönüp varılacak yerin bütün güzelliği O’nun katındadır.
(Ey Resûlüm!) De ki: Size bunlardan daha hayırlısını haber vereyim mi?
Takvaya (Allah’ın buyruklarını yerine getirmek, yasakladıklarından sakınmak mutluluğuna) erenler için, Rableri katında, altlarından ırmaklar akan cennetler-ki, orada temelli kalıcıdırlar-herşeyden temizlenmiş zevceler, Allah’tan da bir rıza, hoşnutluk vardır.
Allah kullarını hakkıyla görendir.
O takvaya erenler ki, onlar: ‘Ey Rabbimiz! Biz iman ettik, artık bizim günahlarımızı yarlığa ve bizi o ateşin (Cehennemin) azabından koru!” diyenlerdir.
Sabreden (karşılaştıkları güçlüklere göğüs gererek katlananlardır.
İmanlarında gerçek olanlardır
Allah’a itaatle boyun eğenlerdir.
İnfak edenlerdir.
Seherlerde Allah’tan yarlıganmak dileyenlerdir!
Allah, şu hakikat; Kendisinden başka hiçbir ilah olmadığını, adaleti ayakta tutarak delilleriyle, âyet-leriyle açıkladı. Melekler bunu ikrar etti. Gerçek ilim sahipleri (peygamberler ve bilginler) de böylece inandı ki, O’ndan (Allah’tan) başka hiçbir ilah yoktur.
O, izzetiyle herşeye üstün gelen Azîz’dir, hikmetiyle her yaptığını yerli yerince yapan Hakîm’dir.
Hak ve gerçek din, Allah katında İslâm’dır.
Kendilerine Kitab verilenler, başka suretle değil, ancak kendilerine ilim geldikten sonra aralarındaki ihtirastan dolayı anlaşmazlığa düştüler.
Kim Allah’ın âyetlerini inkâr ederse, şüphe yok ki, Allah hesabı pek çabuk görendir.
(Ey Resûlüm!) Seninle mücadele eder, tartışırlarsa şöyle de:
‘Ben, bana tâbi olanlarla birlikte, kendimi Allah’a teslim etmişimdir!’
Kendilerine kitab verilenlerle ümmîlere (Arap müşriklerine) de: ‘Siz de İslâm’ı (Allah’a teslim olmayı) kabul ettiniz mi?’ de!
Eğer onlar İslâm’a girerlerse, muhakkak doğru yolu bulmuşlardır.
Yüz çevirirlerse, artık sana düşen (vazife) ancak tebliğdir!
Allah, kullarını lâyıkıyla görendir!
Allah’ın âyetlerini inkârla kâfir olanlar, haksız yere peygamberleri öldürenler ve insanların içinde
adaleti emredenlerin canına kıyanlar var ya! Onları pek acıklı bir azapla müjdele!
Onlar öyle kimselerdir ki, bütün yaptıkları dünyada da, ahirette de boşa gitmiştir!
Onların (azabına mani olacak) hiçbir yardımcıları da yoktur!
Kitabdan kendilerine bir nasip verilmiş olanları görmedin mi ki, Allah’ın Kitabına (aralarında hakem olmak için) çağrılıyor da, sonra onlardan bir zümre o Kitaba arkasını çeviriyor!
Onlar böyle (gerçeklerden) yüz çevirmeyi âdet edinmiş kimselerdir!
Bunun sebebi şudur: Onlar, ‘Sayılı günlerden başka bize asla ateş dokunmayacak!’ dediler.
Onların uydurdukları bu şey, dinleri hususunda da kendilerini aldatmıştır.
Onları (vukuunda) hiçbir şüphe olmayan bir günde topladığımız ve herkesirvhaksızlık edilmeyerek-kazandıklarının karşılığı eksiksiz olarak kendilerine ödendiği zaman halleri nice olur!
(Ey Resûlüm!) De ki:
‘Ey mülkün sahibi olan Allah! Sen mülkü kime dilersen ona verirsin!
Sen mülkü kimden dilersen ondan alırsın!
Sen kimi dilersen onun kadrini yükseltirsin!
Sen kimi dilersen onu alçaltırsın!
Hayır yalnız Senin elindedir!
Hiç kuşkusuz Sen herşeye hakkıyla kadirsin!
Sen geceyi gündüzün içinde koyarsın, gündüzü de gecenin içine sokarsın!
Sen ölüden diri çıkarırsın! Diriden de ölü çıkarırsın!
Sen kimi dilersen ona sayısız rızık verirsin!’
Mü’minler, mü’minleri bırakıp da kâfirleri dost edinmesin!
Kim bunu yaparsa, artk ona Allah’tan hiçbir şey (hiçbir yardım) yoktur!
Meğerki onlardan gelebilecek bir tehlikeden dolayı sakınmış olasınız!
Allah size asıl Kendisinden korkmanızı emrediyor!
Nihayet gidiş de ancak Allah’adır!
De ki: Göğüslerinizin içinde olanı gizleseniz de, onu açıklasanız da, onu Allah bilir!
Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsini O bilir!
Allah herşeye hakkıyla gücü yetendir!
Anınız o günü ki, herkes (dünyada) ne hayır işlediyse karşısında onu hazırlanmış bulacak ve ne kötülük yaptıysa onunla kendisi arasında uzak bir mesafe olmasını arzu edecektir.
Allah size asıl Kendisinden korkmanızı emreder. Allah kullarını pek çok esirgeyendir!
(Ey Resûlüm!) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız, hemen bana uyunuz ki, Allah da sizi sevsin ve suçlarınızı örtsün!
Çünkü, Allah çokyarlıgayıcı, çok esirgeyicidir!
De ki: Allah’a ve Peygambere itaat ediniz.
Eğer yüz çevirirlerse, şüphe yok ki, Allah da o kâfirleri sevmez.
Muhakkak ki, Allah, Âdem’i, Nuh’u, İbrahim hanedanını, İmran ailesini (hepsi de birbirinden gelme tek birzürriyet olarak) âlemlerin üzerine mümtaz kıldı.
Allah hakkıyla işitici ve kemâliyle bilicidir.
Hani, İmran’ın zevcesi:
‘Rabbim! Kamımdakini azadlı (Beyt-i Makdis’e hizmet edecek) bir kul olmak üzere Sana adadım.
Benden olan bu adağı kabul et!
Hiç kuşkusuz niyazımı hakkıyla işiten, niyetimi kemâliyle bilen Sensin Sen!’ demişti.
Fakat kız çocuğu doğurunca, Allah onun ne doğurduğunu daha iyi biliciyken:
‘Rabbim! Hakikat, ben onu kız olarak doğurdum! Erkek kız gibi değildir!
Gerçekten onun adını da Meryem koydum.
Onu da, onun zürriyetini de, o taşlanmış (kovulmuş) Seylan’dan Sana sığınır, ısmarlarım!’ dedi.
Bunun üzerine Rabbi, onu iyi bir rıza ile kabul etti.
Onu güzel bir nebat gibi büyüttü.
Zekeriya’yı, ona bakmaya memur etti.
Zekeriya, ne zaman kızın bulunduğu mihraba girdiyse, onun yanında biryiyecek buldu.
‘Meryem! Bu sana nereden geliyor?’ der, o da:
‘Bu, Allah tarafındandır! Hiç kuşkusuz Allah kimi dilerse ona sayısız rızık verir!’ derdi.
Orada, Zekeriya Rabbine dua etti:
‘Rabbim! Bana Senin tarafından çok temiz bir zürriyet ihsan et!
Muhakkak ki, Sen duayı hakkıyla işitensin!’
O mihrabda durup namaz kılarken, hemen melekler ona şöyle nida etti:
‘Gerçekten, Allah sana Kendisinden gelen bir Kelimeyi (Hz. İsa’yı) doğrulayıcı, efendi, nefsine hâkim ve sâlihlerden bir peygamber olmak üzere Yahya’yı müjdeler!
Zekeriya:
‘Rabbim! Kendime gerçekten ihtiyarlık çatmışken, zevcem de bir kısır iken benim nasıl bir oğlum olabilir?’ dedi.
‘Öyledir! Fakat, Allah dilerse yapar!’ buyurdu.
Zekeriya:
‘Rabbim! Bana bu hususta nişan, alâmet ver!’ dedi.
Allah ona:
‘Senin nişanın, alâmetin, sade bir işaretten başka, insanlara üç gün söz söylem emendir!
Bununla beraber, Rabbini çok an ve akşam-sabah teşbih et!’ buyurdu.
Hani melekler
‘Ey Meryem! Şüphe yok ki, Allah sana seçkin bir özellik verdi, seni tertemiz büyüttü, seni âlemin kadınları üzerine mümtaz kıldı.
Ey Meryem! Rükû ile Rabbin divanına dur! Secdeye kapan! Allah’a rükû edenlerle birlikte rükû et!’ demişti.
(Ey Resûlüm!) Bunlar, sana vahyetmekte olduğumuz gayb haberlerindendir.
Meryem’i onlardan hangisi himayesine alacak diye kalemlerini atarlarken, sen yanlarında değildin.
O hususta çekişirierken de yine yanlarında değildin!
Melekler
‘Ey Meryem! Allah, Kendisinden bir Kelimeyi sana müjdeliyor Adı İsa, lakabı Mesih, sıfatı Meryemoğlu’dur. Onun dünyada da, ahirette de şanı yücedir! O Allah’a çok yakın kullardandır da! Beşiğinde de, yetişkinlik halinde de insanlara söz söyleyecektir. O, salihlerdendir’ dediği zaman da (sen yanlarında değildin)!
Meryem:
‘Ey Rabbim! Bana bir beşer dokunmamışken, benim nasıl bir çocuğum olabilir?!’ dedi.
Allah:
‘Öyledir! Fakat, Allah dilerse yaratır!
Bir işe hükmedince ona ancak ‘Ol’ der, o da oluverir.
Allah ona yazmayı, hikmeti, Tevrat’ı, İncil’i öğretecek, onu İsrail oğullarına peygamber olarak gönderecektir.
O da onlara:
‘Hakikat, ben size Rabbinizden bir âyet (mucize) getirdim:
Gerçekten ben size çamurdan kuş biçimi gibi birşey yapar, ona üfürürüm de, o Allah’ın izniyle derhal canlı bir kuş olur!
Yine Allah’ın izniyle anadan doğma körü ve abrası iyi eder, ölüleri diriltirim!
Evlerinizde ne yiyor, ne biriktiriyorsanız size haber veririm!
Elbette bunlarda sizin için-eğer iman ediciler iseniz-kesin bir ibret vardır!
Önümdeki Tevrafı doğrulayıcı olarak ve size haram kılınan bazı şeyleri yararınıza helâl kılmak için geldim.
Size Rabbinizden (peygamberliğimi isbaflayıcı) âyet (mucize) getirdim!
Artık Allahtan korkunuz, bana da itaat ediniz!
Şüphe yok ki, Allah benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir; öyle ise O’na kulluk ediniz!
İşte doğru yol budur!’ diyecektir [dedi].
Vaktâ ki İsa onlardan ısrarla taşan küfrü hissetti de:
‘Allah’a doğru giden yolda bana yardım edecekler kimdir?’ dedi.
Havariler
‘Biziz Allah’ın yardımcıları! Allah’a inandık! Sen de ey İsa, şahit ol ki, biz Müslümanlarız!
Ey Rabbimiz! Senin indirdiğin Kitaba inandık. O peygambere de tâbi olduk!
Artık bizi birliğini ve peygamberlerini tanıyan şahitlerle beraber yaz!’ dediler.
Yahudiler gizli hileye saptılar.
Allah da, onların o hilekârlıklarına mukabele etti.
Allah, bütün hilekâriarı hakkıyla bilendir.
O zaman Allah:
‘Ey İsa! Şüphe yok ki seni öldürecek olan onlar değil, Benim!
Seni Kendime yükseltip kaldıracak, seni küfredenlerin içinden tertemiz kurtarıp çıkaracak ve sana tâbi olanları Kıyamet gününe kadar küfreden (Yahudi)lerin üstünde tutacak da Benim!
İşte o zaman aranızda, hakkında ihtilaf etmekte olduğunuz şeylerin hükmünü Ben vereceğim!
Fakat o küfredenlere gelince; Ben onlan dünyada da, ahirette de en çetin azap ile azaplandıra-cağım!
Onların hiçbir yardımcıları da yoktur!
İman edip iyi işler yapanlara gelince; Allah onların mükâfatlarını tastamam verecektir. Allah zâlimleri sevmez!
(Bu hükümler, bu vak’alar var ya!) Biz bunları sana âyetlerimizden, hikmet dolu Kur’ân’dan okuyoruz.
Muhakkak ki, İsa’nın hali de, Allah katında Âdem’in hali gibidir.
Allah, onu (Âdem’i) topraktan yarattı! Sonra ona ‘ON’ buyurdu, o da oluverdi.
Bu hak ve hakikat Rabbinden gelen bir gerçektir. Bunda şüphecilerden olma!
Artık sana bu ilim geldikten sonra, kim onun hakkında seninle çekişirse, de ki:
‘Geliniz! Oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi davet edip toplanalım.
Sonra da, hepimiz birarada olarak dua ve niyaz edelim de, Allah’ın lanetini yalancıların üstüne okuyalım!’
İşte İsa hakkında sana anlatılan bu haber, elbette en doğru bir haberin beyanıdır.
Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur!
Allah, hiç şüphesiz, kudretiyle herşeye üstün gelen bir Azîz, hikmetiyle her yaptığını yerli yerince yapan bir Hakîm’dir!
Eğer haktan, imandan yine yüz çevirirlerse, muhakkak ki Allah o fesatçıları hakkıyla bilendir.
De ki:
‘Ey Kitaplılar! Hepiniz, bizimle sizin aranızda müsavi ve adil bir kelimeye geliniz de, Allah’tan başkasına tapmayalım!
O’na hiçbir şeyi eş, ortak tutmayalım!
Allah’ı bırakıp da kimimiz kimimizi rabler edinmeyelim, tanımayalım!
Buna rağmen, eğer yine yüz çevirirlerse, o zaman:
‘Şahit olunuz ki, biz Müslümanlanz!’ deyiniz.” [57]
Necran Hıristiyan Temsilcilerinin Mübâheleye (Lânetleşmeye) Davet Edilişi
Necran Hıristiyan temsilcileri, insaf ve adalet yolunun tutmadıkları ve iddialarında direndikleri takdirde aradaki anlaşmazlığı kaldırmak üzere Allah tarafından mübâheleye, yani yalancı ve haksız olanın lanete uğraması için Allah’a yalvarışa davet emri gelip,[58] Peygamberimiz Aleyhisselam bu husustaki âyetleri onlara okuyarak: [59]
“Eğer benim size söylediklerime inanmıyorsanız, geliniz sizinle mübâheleye (lânetleşmeye) girişeyim” buyurunca. [60] münakaşayı, tartışmayı kestiler[61] ve:
“Ey Ebu’l-Kâsım! Sen hele bizi kendi halimize bırak da, işimizi kendi aramızda bir düşünelim!
Sonra, sana gelir, bizi davet ettiğin şeyi yapmak isteriz” dediler. [62]
Peygamberimiz Aleyhisselamın yanından ayrıldılar. [63]
Temsilciler, görüş sahibi olan Akîb Abdülmesih’le bir köşeye çekildiler ve:
“Ey Abdülmesih! Senin bu husustaki görüşün nedir?” diye sordular.
Abdülmesih:
“Vallahi ey Hıristiyan topluluğu! Muhammed’in, sahibiniz İsa hakkında kesip atıcı haberleri getiren gönderilmiş bir peygamber olduğunu siz de anlamış bulunuyorsunuz!
Yine de siz bilirsiniz ki; bir peygamberle lânetleşip de büyükleri sağ kalmış, küçükleri yetişmiş hiçbir kavim yoktur!
Eğer bunu yapmaya kalkışırsanız, kökünüzü kazıtmak için yapmış olursunuz!
Şayet siz onun davetini dininize olan sevginizden ve sahibinizin size söylediği sözden dolayı kendi dininizde kalmak üzere kabul etmiyorsanız, bu zât ile muahede ve anlaşma yapınız, sonra da yurtlarınıza dönünüz!” dedi.[64]
Peygamberimiz Aleyhisselam, ertesi günü sabaha çıkınca, Necran Hıristiyanlar! temsilcilerine haber gönderdi. [65]
Sabahleyin Akfb Abdülmesih[66] ile Seyyid[67] oğullarıyla birlikte geldiler. [68] Üzerlerinde inciler ve zinet eşyaları bulunuyordu.
En büyük bilginleri olan Ebu Hârise’nin yanına vardılar.
Ebu Harise, Peygamberimiz Aleyhisselam için:
“Bakınız, onun yanında bakalım kimler gelecek?” dedi. [69]
Sabahleyin Peygamberimiz Aleyhisselam da, Hz. Hasanla Hz. Hüseyin’in ellerinden tutmuş, Hz. F âtı m a arkada, [70] Hz. Ali onun arkasında, [71] Peygamberimiz Aleyhisselamın bazı zevceleri de yanında bulunduğu halde geldi. [72]
Ebu Harise:
“Onun yanındakiler kimlerdir?” diye sordu.
“Şu, amcasının oğludur!
Şu kızıdır!
Şunlar da kızının oğullarıdır!” dediler. [73]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Ey Allah’ım! Bunlar benim ev halkımdır!” dedi. [74]
Diz çöktü.
Peygamberimiz Aleyhisselam diz çökünce, Ebu Harise:
“Vallahi, peygamberlerin lânetleşmeler için diz çöktükleri gibi diz çöktü!” dedi.
Seyyid, ona:
“Ey Ebu Harise! Lânetleşmek için yaklaş!” dedi.
Ebu Harise:
“Ben bu zâtın lânetleşmeye hararetli olduğunu görüyorum. Dâvasında sâdık ve haklı olmasından korkuyorum!
Eğer dâvasında sâdık ve haklı ise, bir yıla varmadan, dünyada yemek yiyecek Hıristiyan kalmaz!
Ben öyle yüzler görüyorum ki; kendileri için bir dağın yerinden ayrılmasını Allahtan isteseler, Allah o dağı yerinden ayırır!
Sakın onunla lânetleşmeye kalkışmayınız, helak olursunuz! Yeryüzünde sağ Hıristiyan kalmaz!” dedi. [75]
Akîb ile Seyyid, Peygamberimiz Aleyhisselamla lânetleşmek istedikleri zaman, [76] biri öbürüne: [77]
“Yapma! [78] Tek dağa tırman da, [79] onunla lânetleşme! [80]
Eğer o gerçekten peygamberse, öyle bir lanet eder ki, ne biz kurtuluruz, ne de bizden sonra gelecek oğul ve torunlarımız kurtulur!” dedi. [81]
O da:
“Peki! Sen ne yapmamızı uygun görürsün?” diye sordu.
“Lânetleşmeyerekona haraç vermemizi uygun görürüm!” dedi. [82]
Şurahbil de:
“Vallahi, bu zât güçlü bir hükümdar olsaydı, teklifini reddettiğimiz zaman gözlerine mızrak saplanan ilk Araplar biz olurduk!
Onun ve ashabının önünden helak edilmedikçe geçirilmez, bırakılmazdık!
Biz onların eman ve himayesine istihkak bakımından en aşağısıyız!
Eğer bu zât gönderilmiş bir peygamberse, kendisi bizimle lânetleşince, bizden yeryüzünde hiçbir şey, hiçbir kimse kalmaz, helak olur!” dedi.
İki arkadaşı, ona:
“Ey Ebu Meryem! Sen ne görüştesin?” diye sordular.
Şurahbil:
“Ben onu bu işte hakem kılmayı uygun görürüm.
Çünkü, ben bu zâtın hiçbir zaman haksız bir hüküm vermeyeceğini sanıyorum” dedi.
Arkadaşları Şurahbil’e:
“Öyleyse, bu işi onunla sen konuş, hallet!” dediler…[83]
Necran Hıristiyan Temsilcilerinin Peygamberimiz Aleyhisselamla Anlaşma Yapmaya Razı Olmaları
Şurahbil, Peygamberimiz Aleyhisselamla buluşunca:
“Ben seninle lânetleşmekten daha hayırlı birşey düşünüyorum” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Nedir o?” diye sordu.
Şurahbil:
“Sen bugün geceye kadar, geceden de sabaha kadar hükmünü, kararını ver!
Bu müddet içinde hakkımızda ne hüküm verirsen, o bizce makbul ve muteberdir!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Gerindekilerden, seni kınamaya, yermeye kalkışacak kimseler bulunabilir mi?” diye sordu.
Şurahbil:
“Sor şu iki arkadaşıma!” dedi.
Arkadaşları:
“Başından sonuna kadar bütün vadi halkı, Şurahbil’in görüşünden başkasını istemez! [84] Ey Ebu’l-Kâsım! Biz seninle lânetleşmemeyi ve dinini sana bırakarak kendi dinimiz üzere dönüp gitmemizi uygun görüyoruz. [85] Hakkımızda istediğin şeyi hükmet, sana verelim, seninle barış yapalım!” dediler. [86]
Ebu Harise de:
“Ey Ebu’l-Kâsım! Biz seninle lânetleşmeyeceğiz, fakat sana cizye vereceğiz!” dedi. [87]
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam onlarla lânetleşmeyerek geri döndü[88] ve:
“Varlığım Kudret Elinde bulunan Allah’a yemin ederim ki; Necran halkı üzerine azap yaklaşmış bulunuyordu! Eğer benimle lânetleşmeye girişseydiler, maymun ve domuzlara çevrilecekler, vadi onların üzerine ateş kesilecek, Yüce Allah Necran’ın ve halkının ağaç üzerindeki kuşlara varıncaya kadar köklerini kazıyacak, bir yıla varmadan Hıristiyanlar helak edileceklerdi!” buyurdu. [89]
Ertesi gün olunca, Peygamberimiz Aleyhisselam Necran Hıristiyanlar! için yazdırdığı yazıyı getirdi. [90]
Yazıda şöyle buyuru I m aktaydı:
“B ismi llâhirrahm ânirrahîm [91]
Bu, Allah’ın Resûlü Muhammed’in Necran halkı için yazısıdır
Necranlıların beyaz, kırmızı, sarı, her çeşit nakifleriyle meyve ve mahsulleri ve köleleri hakkında Resûlullahın hükmü:
Bunların hepsi kendilerine bırakılacak!
Buna karşı, onlar her yıl Safer ayında bin adet elbise,
Her Recep ayında bin adet elbise olmak üzere iki bin adet elbise ve her elbiseyle birlikte birer ukiyye gümüş de ödeyeceklerdir. [92]
Her elbise bir ukiyye, yani kırk dirhem değerinde olacaktır. [93]
Elbiselerin haraç vergisine nazaran fazlalığı ve ukiyye kıymetinden eksikliği hesaplanacaktır. [94]
Onların haraç olarak ödemeleri gereken binek hayvanları veya aflar veya zırh gömlekler[95] veya diğer mallar[96] kendilerinden hesapla alınacaktır.
Elçilerimin yirmi gün veya daha az[97] veya otuz gün[98] veya daha az[99] müddetle konuklanmaları ve ağırianmalarıyla Necranlılar mükelleftirler. [100]
Elçilerim, bir aydan fazla bulunamaz ve bekletilemezler. [101]
Yemen’de bir savaş, bir yaramazlık başgösterdiği zaman, Necranlılar emanet olarak otuz adet zırh gömlek, otuz adet at ve otuz adet deve vermekle mükelleftirler.
Elçilerime emanet olarak verilen at, devevesairmallar-bunlardan telef olunanları da tazmin edilmek sûretiyle-Necranlılara iade edilinceye kadar elçilerimin kefaleti altındadır.
Necran ve Necran’a bağlı yerierdekilerin mallan, canları, yurtları, dinleri, hazır bulunanları, bulunmayanları, [102] kiliseleri, [103] ruhbanlıkları, piskoposlukları, [104] az veya çok ellerinin altındaki herşeyleri[105] Allah’ın himayesinde ve Allah’ın Resûlü Muhammed Peygamberin himayesindedir.
Piskopos piskoposluğundan, papaz papazlığından, kilise bakıcısı bakıcılığından, [106] kâhin kâhin-liğinden[107] değiştirilmeyecek, [108] bulundukları hal ve durumları, haklarından herhangi bir hak da değiştiril m ey e çektir. [109]
Artık ribâ (faiz) alma-verme yoktur! [110]
Necranlılara zulüm ve kötülük yapı İm ayacaktır! [111]
Cahiliye devrinden kalma kan davası da güdülmeyecektir! [112]
Onların ne mahsullerinden uşr alınacak, ne asker gelip yurtlarını çiğneyecek, ne de kendileri savaş için toplanacaktır! [113]
Necran’da kim bir hak talebinde bulunacak olursa, aralarında insaf ve adalet üzere davranacaklar[114] ne zulüm yapacaklar, ne de zulme uğrayacaklardır.[115]
Necranlılar ribâ (faiz) yememekle mükelleftirier.[116] Gelecekte ribâ yiyen kişi, himayemden uzak kalır. [117] Onlardan hiç kimse başkasının yaptığı bir haksızlık ve kötülükten sorumlu tutulmayacaktır.
Necranlılar, bu sahifede yazılı olan vecibeleri yüksünmeyip gereğini yerine getirdikleri, hayırhâhlık gösterdikleri ve iyi davrandıkları takdirde, Allah’ın emri gelinceye kadar Allah’ın ve Peygamberin temelli himayesi altında bulunacaklardır.
Ebu Süfyan b. Harb, Gaylan b. Amr, Benî Nasrlardan Malik b.Avf, Akra’ b. Hâbisü’l-Hanzalî, Muğîre b. Şube, [118] Benî Beliyylerin kardeşi Müstevrid b. Amr ve Ebu Bekir’in azadlısı Âmir şahit oldu. [119]
Bu yazıyı Abdullah b. Ebu Bekir onlar için yazdı .” [120]
Ebu Ubeyde b. Cerrah’ın Necran’a Gönderilişi
Necran Hıristiyan temsilcilerinden Akîb ile Seyyid, Peygamberimiz Aleyhisselaımın yanına geldiler[121] ve:
“Biz, istediğin vergiyi sana vereceğiz[122] Fakat güvenilir bir adamı bizimle gönderi[123] Güvenilir olmayanı göndermeli[124]
Bizimle öyle bir adam gönder ki, mallarımız üzerinde anlaşmazlığa düştüğümüz zaman aramızda hüküm verip sorunlarımızı halletsin!
Çünkü, siz, bizim katımızda makbulsünüz!” dediler. [125]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Ben sizinle öyle bir adam göndereceğim ki, o emniyetlinin em niyetli sidir, hakkıyla güveni lirdir! [126]
Siz zeval vaktine doğru benim yanıma geliniz! Güçlü bir emniyetliyi yanınızda göndereceğim!” buyurdu.
Hz. Ömer der ki:
“Ben hiçbir zaman emînliğive ona sahip olmayı o günkü kadar özlememişimdir!
Öğle sıcağında öğle namazına gittim.
Resûlullah Aleyhisselam, bize öğle namazını kıldırıp selam verdikten sonra, sağına soluna baktı.
Beni görsün diye, kendimi uzatmaya çalıştım!
Ebu Ubeyde b. Cerrah’ı görünceye kadar, cemaate göz gezdirmekten geri durmadın[127]
Onu görünce:
‘Kalk ey Ebu Ubeyde b. Cerrah!1 buyurdu.
Ebu Ubeyde ayağa kalkınca, onu Necran Hıristiyanlar! temsilcilerine göstererek:
‘İşte bu, bu ümmetin emmidir, güvenilir kişisidir[128]
Her ümmetin biremîni, güvenilir kişisi vardır. İslâm ümmetinin emîni, güvenilir kişisi de Ebu Ubeyde b. Cerrahtır1 dedi. [129]
Ebu Ubeyde b. Cerrah’a da:
‘Onlarla birlikte git! Anlaşamadıkları hususlarda aralarında hak ve adaletle hükmet!’ buyurdu.” [130]
Necran Temsilcilerinin Medine’den Ayrılışı ve Bişr’in Medine’ye Dönüp Müslüman Oluşu
Necran Hıristiyan temsilcileri, Peygamberimiz Aleyhisselamın yazdırdığı yazı da yanlarında olduğu halde, Necran’a dönmek üzere Medine’den ayrıldılar. Necran Hıristiyan piskoposunun anne bir kardeşi ve amcasının oğlu olan Ebu Alkame Bişr b. Muaviye, piskoposun yanında bulunuyordu.
Necran temsilcileri Peygamberimiz Aleyhisselamın yazdırdığı yazıyı piskoposa teslim edince, piskopos yazıyı okumaya başlamıştı.
Ebu Alkame Bişr de, onun yanısıra devesinin üzerinde gidiyordu.
Bişr’in devesi tökezleyince, Bişr, Peygamberimiz Aleyhisselama ismini zikretmeden ilendi. Piskopos:
“Vallahi, sen gönderilmiş olan bir peygambere ilendin!” dedi.
Bişr
“Öyleyse, vallahi ben de o Resûlullaha gidip bağlanmadıkça bir yerde konaklamayacağım!” dedi ve devesinin yüzünü Medine’ye, sırtını da piskoposa çevirip devesini sürdü.
Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına gelip Müslüman oldu ve Peygamberimiz Aleyhisselamın yanından ayrılmadı. [131]
Yüce Allah razı olsun![132]
Necran Kilisesi Başpapazının Peygamberimiz Aleyhisselamla Görüşmeye Gelişi
Necran Hıristiyan temsilcileri, Necran’a girince, Necran kilisesinin başpapazı Leys b. Ebi Şemîrü’z-Zübeydî’nin yanına vardılarve ona:
“Gelmesi beklenilen peygamber, Tihâme’de gönderilmiş!” dediler ve Peygamberimiz Aleyhisselamla aralarında olan bitenleri ve Peygamberimiz Aleyhisselamın kendilerini lânetieşmeye davet ettiğini ve fakat kendilerinin buna yanaşmadıklarını, Bişr b. Muaviye’nin yoldan geri dönüp Müslüman olduğunu anlattılar.
Başpapaz:
“Beni tutup aşağı indiriniz! Nerdeyse kendimi şu kiliseden aşağı atacağım!” dedi.
Onu tuta tuta aşağı indirdiler.
Elbise, ağaç çanak ve asâ gibi bazı hediyeler alıp Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldi.
Bir müddet Medine’de kaldı. Vahiy dinledi.
Yine geleceğini vaad ederek Necran’a döndü ise de, ne Medine’ye tekrar gelmek, ne de Müslüman olmak kendisine nasip olmadı.[133]
Seyyid’le Akîb’in Medine’ye Gelip Müslüman Olmaları
Necran temsilcileri Necran’a vardıktan kısa bir müddet sonra, Seyyid ile Akîb, Medine’ye, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına döndüler. [134]
Peygamberimiz Aleyhisselam onları Ebu Eyyûb Halid b. Zeyd el-Ensârî’nin evine indirdi ve orada ağırladı. [135]
Onlar Müslüman oldular. [136]
Yüce Allah onlardan razı olsun![137]
[1] Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 195.
[2] Yakut, Mu’cemu’l-büldân, c. 5, s. 266.
[3] Bedrüddin Aynf, Umdetu’l-kârf, c. 18, s. 26-27.
[4] Diyarbekrî, c.2, s. 195.
[5] Yâküt.c.5, s. 266.
[6] Yâkût.c.S, s. 269.
[7] İbn İshak.İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 32-34.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/91-92.
[8] İbn Sa’d, Tabak âtü’l-kübrâ, c. 1, s. 357, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvvE, c. 5, s. 385, İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 3, s. 4546, Zürkânf, Mevâhibü’l-ledünniye Şerhi, c. 4, s. 42.
[9] Yâkubî, Târih, c. 2, s. 81, Beyhakî, c. 5, s. 385, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 5, s. 53.
* Uskut; Hıristiyan din bilginleri başkanı demekti r (İ bn E ar, N ihâye, c. 1, s. 379).
[10] Yâkubî, Târîh, c, c. 2, s. 81, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 5, s. 385, Ebu’l-Fidâ el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 5, s. 53, İbn Kayyı m, Zâdu’l-m ead, c. 3, s. 46, Zürkânf, Mevâhibü’l-ledünniye Şerhi, c. 4, s. 42-43.
[11] Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 5, s. 385-386, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 5, s. 53-54, İbn Kayyım, Zâdu’l-m ead, c. 3, s. 46.
[12] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre.c.2, s. 222, İbn Sa’d, Tabakât, c. 1, s. 357, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 293, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye, c. 5, s. 56, İbn Haldun, Târîh, c. 2, ks. 2, s. 57, Kastalânf, Mevâhib, c. 1, s. 316.
[13] Taberî, Târîh, c. 3, s. 1 63, İbn Esîr, c. 2, s. 293, İbn Haldun, c. 2, ks.2, s. 57,Semhûdf, Vefâu’l-vefâ, c. 1, s. 317.
[14] İbn İshak, c. 2, s. 222, Beyhakî, Delâil, c. 5, s. 383, Ebu’l-Fidâ, c. 5, s. 56, Kastalânf, c. 1, s. 316, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 235.
[15] İbn İshak, c. 2, s. 222, İbn Sa’d, c. 1, s. 357, Taberî, Tefsir, c. 3, s. 162 Vâhidf, Estoâbu’n-nüzûl, s. 61, Ebu’l-Fidâ, c. 5, s. 56.
[16] İbn İshak, c. 2, s. 222, Taberî, c. 3, s. 162, Vâhidf, s. 61, Ebu’l-Fidâ, c. 5, s. 56, Kastalânf, c. 1,s.317.
[17] İbn İshak, c. 2, s. 222, Taberî, c. 3, s. 162, Vâhidf, s. 61 Ebu’l-Fidâ, c. 5, s. 56.
[18] İbn İshak, c. 2, s. 224, Ebu’l-Fidâ, c. 5, s:. 56.
[19] İbn İshak, c. 2, s. 224, İbn Sa’d, c. 1, s. 357, Taberî, c. 3, s:. 162, Ebu’l-Fidâ, c. 5, s. 56.
[20] Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 5, s. 55.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/92-95.
[21] İbn İshak, İbnHişam, Sîre, c. 2, s. 222-223, Zehebî, Megâzî, s. 578-579, Ebu’l-Fidâ, c. 5, s. 56, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 3, s. 292.
[22] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/95-96.
[23] İbn İshak.İbnHişam, Sîre,c.2, s. 223.
[24] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/96.
[25] İbn İshak, c. 2, s. 224, İbn Sa’d, Tabak âtü’l-kübrâ, c. 1, s. 357, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 5, s. 54.
[26] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 224, İbn Sa’d, c. 1 , s. 357.
[27] İbn İshak,c.2, s. 224, Taberî, Tefsir, c. 3, s. 162.
[28] Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 5, s. 386, Ebu’l-Fidâ, c. 5, s. 54.
[29] İbn İshak, c. 2, s. 224, Taberî, c. 3, s. 162, Vâhidf, Esbâbu’n-nüzûl, s. 61, Beyhakî, c. 5, s. 376, Ebu’l-Fidâ, c. 5, s. 56.
[30] İbn İshak, c. 2, s. 224, İbn Sa’d, c. 1, s. 357, Taberî, c.3,s. 164, Vâhidf, s. 61, Kastalânf, Mevâhibü’l-ledünniye, c. 1, s. 316.
[31] Beyhakî, c. 5, s. 386, E bu’l-Fidâ, c. 5, s. 56.
[32] İbn Sa’d, c. 1, s. 357, Beyhakî, c. 5, s. 386.
[33] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.2, s. 224.
[34] İbn İ shak, c. 2, s. 224, İbn Sa’d, Tabak âtü’l-kübrâ, c. 1, s. 357, Vâhidf, E sbâbu’n-nüzül, s. 61, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvvç,
c. 5, s. 382, Kastalânf, M evâhib, c. 1, s. 316, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 235.
[35] Vâhidf, s. 61, Beyhakî, c. 5, s. 382, Zehebî, Megâzî, s. 578, Kastalânf, c. 1, s. 316, Halebî, c. 3, s. 235.
[36] İbn İshak, c. 2, s. 224, İbn Sa’d, c. 1, s. 357, Vâhidf, s. 61, Beyhakî, c. 5, s. 382, Zehebî, s. 578, Kastalânf, c. 1 , s. 316.
[37] İbn İshak, c. 2, s. 224, Vâhidf, s. 61, Beyhakî, c. 5, s. 382, Zehebî, s. 578, Kastalânf, c. 1, s. 316.
[38] Beyhakî, c. 5, s:. 386-387, Ebu’l-Fidâ, c. 5, s:. 54, İbn Kayyım, c. 3, s. 46.
[39] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1 , s. 357, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 5, s. 387.
[40] İbn Sa’d, c. 1 , s. 357, Beyhakî, c. 5, s. 387, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 5, s. 54, İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 3, s. 46.
[41] Beyhakî, c. 5, s. 387, E bu’l-Fidâ, c. 5, s. 54.
[42] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 224-225.
[43] Vâhidf, Esbâbu’n-nüzûl, s. 61.
[44] İbn Sa’d, c. 1, s. 357.
[45] İbn İshak, c. 2, s. 225, Taberî, Tefsfr, c.3,s.163,EbuNuaym, Delâilü’n-nübüwe, c. 2, s. 353, Vâhidf, s. 61.
[46] İbn İshak, c. 2, s. 225, Taberî, c. 3, s. 163, Ebu Nuaym, c. 2, s. 353, Vâhidf, s. 61 .
[47] Ebu Muaym,Delâil,c.2, s. 353, Vâhidf, s. 61.
[48] İbn İshak, c. 2, s. 225, Belâzurî, Fütûhu’l-büldân, c. 1, s. 76, Taberî, c. 3, s. 163, Ebu Muaym, c. 2, s. 353, Vâhidf, s. 61.
[49] Ebu Nuaym, c. 2, s. 353.
[50] İbn İshak, c. 2, s. 225, Belâzurî, c. 1, s. 76, Taberî, c. 3, s. 163, Ebu Nuaym, c. 2, s. 353, Vâhidf, s. 61 .
[51] İbn Sa’d, c. 1, s. 357.
[52] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 2, s. 224-225, Taberî, Tefsfr, c. 3, s. 162.
[53] Yâkubî, Târih, c. 2, s. 82.
[54] İbn İshak, c. 2, s. 225, Belâzurî, Fütûhu”l-büldân, c. 1, s. 76, Taberî, Tefsir, c. 3, s. 163, Vâhidf, Esbâbu’n-nüzûl, s. 61.
[55] Taberî, Tefsfr, c. 3, s. 163, Vâhidf, Esbâbu’n-nüzûl, s. 61 -62
[56] İbn İshak, İbn Hisam , Sîre, c.2,s. 224-225, Taberî, c.3, s. 163, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvvE, c. 5, s. 387, Ebu’l-Fidâ, el- Bidâye veYı-nihâye, c. 5, s. 53.
[57] Âl-i İmran 1-64.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/96-109.
[58] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.2, s. 232-233.
[59] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1 , s. 357, Belâzurî, Fütûhu’l-büldân, c. 1, s. 77.
[60] İbn Sa’d, c. 1, s. 357.
[61] İbnİshak,c.2,s. 232.
[62] İbn İshak, c. 2, s. 233, EbuNuaym, Delâilü’n-nübüvve, c. 2, s. 354.
[63] İbn İshak, c. 2, s. 233, İbn Sa’d, c. 1, s. 357.
[64] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 233, Ebu Nuaym , c. 2, s. 355-356.
[65] Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye vıe’n-nihâye, c. 5, s. 54.
[66] Yâkubî, Târih, c. 2, s. 82, Ebu Nuaym , c. 2, s. 355.
[67] Yâkubî, c. 2, s. 82.
[68] Yâkubî, c. 2, s. 82, Ebu Nuaym, c. 2, s. 355.
[69] Yâkubî, c. 2, s. 82.
[70] Belâzuıî, Fütûhu’l-büldân, c. 1, s. 77, Yâkubî, c. 2, s. 82.
[71] Yâkubî, c. 2, s. 82.
[72] Ebu’l-Fidâ, c. 5, s. 54.
[73] Yâkubî, c. 2, s. 82.
[74] Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 236.
Yâkubî, Târih, c. 2, s. 82-83.
[75] Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 236.
[76] Buhârî, Sahih, c. 5, s. 120, İbn Kayyım,Zâdu’l-mead, c. 3, s. 48.
[77] Buhârî, c. 5, s. 120, Bel âzu rî, Fütûhu’l -bül dân, c. 1, s. 77.
[78] Buhârî, c. 5, s. 120.
[79] Belâzurî, c. 1, s. 77.
[80] Belâzurî, c. 1, s. 77, İbn Kayyım, c. 3, s. 48.
[81] Buhârî, c. 5, s. 120, İbn Kayyım, c. 3, s. 48.
[82] Belâzurî, c. 1, s. 77.
[83] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/109-112.
[84] Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 5, s. 388, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 5, s. 54-55.
[85] İbrı İshak.İbnHişam, Sîre,c.2, s. 233.
[86] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1 , s. 357-358.
[87] Yâkubî, Târih, c. 2, s. 83.
[88] Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 5, s. 55.
[89] Diyarbekrî, Târîhu’l-ham fs, c. 2, s. 193, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 236, Zürkânf Mevâhibü’l-ledünniye Şerhi, c. 4, s. 43.
[90] Ebu’l-Fidâ, c. 5, s. 55.
[91] Ebu Yusuf, Kitâbu’l-harac, s. 72, Ebu Ubeyd, Kitâbu’l-emval, s. 272, Belâzurî, Fütûhu’l-büldân, c. 1, s. 77, Yâkubî, TânTı, c. 2, s. 83, Ebu’l-Fidâ, c. 5, s. 55.
[92] Ebu Yusuf, s. 72, E bu Ubeyd, s. 272, Belâzurî, c. 1, s. 77, Yâkubî, c. 2, s. 83, Ebu’l-Fidâ, c. 5, s. 55.
[93] Ebu Yusuf, s. 72, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1, s. 288, Ebu Ubeyd, s. 272, Belâzurî, c. 1, s. 77, Yâkubî, c. 2, s. 83.
[94] Ebu Yusuf, s. 72, İbn Sa’d, c. 1, s. 288, Ebu Ubeyd, s. 272, Belâzurî, c. 1, s. 77, Yâkubî, c. 2, s. 83.
[95] Ebu Yusuf, s. 72, İbn Sa’d, c. 1, s. 288, Ebu Ubeyd, s. 272-273, Belâzurî, c. 1, s.77.
[96] Ebu Yusuf, s. 72, İbn Sa’d, c. 1, s. 288, Belâzurî, c. 1, s. 77.
[97] Ebu Yusuf, Kitâbu’l-harac, s. 72, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1, s. 288, Ebu Ubeyd, Kitâbu’l-emvâl, s. 273.
[98] Belâzurî, Fütûhu’l-büldân, c. 1, s. 77, Yâkubî, Târih, c. 2, s. 83.
[99] Belâzurî, c. 1, s. 77.
[100] Ebu Yusuf, s. 72, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1, s. 288, Ebu Ubeyd, s. 272, Belâzurî, c. 1, s. 77.
[101] Ebu Yusuf, s. 72, İbn Sa’d, c. 1, s. 288, Belâzurî, c. 1, s. 77.
[102] Ebu Yusuf, s. 72, İbn Sa’d, c. 1, s. 288, Ebu Ubeyd, s. 273, Belâzurî, c. 1,s.77.
[103] Ebu Yusuf, s. 72, İbn Sa’d, c. 1, s. 288, E bu Ubeyd, s. 273.
[104] Ebu Ubeyd, s. 273.
[105] Ebu Yusuf, s. 72, İbn Sad, c. 1, s. 288, E bu Ubeyd, s. 273, Belâzurî, c. 1, s. 78.
[106] Ebu Yusuf, s. 72, İbn Sa’d, c. 1, s. 288, E bu Ubeyd, s. 273, Belâzurî, c. 1, s. 77-78.
[107] Ebu Yusuf, s. 72.
[108] Ebu Yusuf, s. 72, İbn Sa’d, c. 1, s. 288, E bu Ubeyd, s. 273.
[109] Belâzurî, c. 1, s. 78
[110] İbnSa’d,c. 1,5.288.
[111] Belâzurî, c. 1, s. 73.
[112] Ebu Yusuf, s. 72, İbn Sa’d, c. 1, s. 288, Belâzurî, c. 1, s. 78.
[113] Ebu Yusuf, s. 72, Ebu Ubeyd, s. 273, Belâzurî, c. 1, s. 78.
[114] E bu Yusuf, s. 72, İbn Sa’d, c. 1, s. 289, Ebu Ubeyd, s. 273, Belâzurî, c. 1, s. 78.
[115] Ebu Yusuf, Kitâbu’l-harac, s. 72, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1,s.288, Belâzurî, Fütûhu’l-büldân, c. 1, s. 78.
[116] Ebu Ubeyd, Kitâbu’l-emvâl, s. 273.
[117] Ebu Yusuf, s. 72, İbn Sa’d, c.1 , s. 288, Ebu Ubeyd, s. 273, Belâzurî, c. 1, s. 78.
[118] Ebu Yusuf, s. 72-73, İbn Sa’d, c. 1, s. 288, Belâzurî, c. 1, s. 78.
[119] İbn Sa’d, c.1, s. 288.
[120] Ebu Yusuf, s. 73.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/112-116.
[121] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 414, Buhârî, Sahili, c. 5, s. 20.
[122] İbn Sa’d, c. 3, s. 412, Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 414, Buharı, c. 5, s. 120.
[123] Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 414, Buharı, c. 5, s. 1 20.
[124] Buhârî, c. 5, s. 120.
[125] İbn İshak.İbnHişam, Sîre,c.2, s. 233.
[126] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 3, s. 412, Buhârî, SahîVı, c. 5, s. 120.
[127] İbn İshak.İbnHişam, Sîre,c.2, s. 233.
[128] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 414, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 120.
[129] İbn Şa’d, c. 3, s. 412, Buhârî, c. 5, s. 120, Müslim, Sahih, c. 4, s. 1881, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 665.
[130] İbn İshak.c.2.s. 233.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/116-117.
[131] Beyhaki, Delâilü’n-nübüvve, c. 5, s. 389-390, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 5, s. 56, İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 3, s. 4748.
[132] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/117.
[133] Beyhakî, Delâilü’n-nübüvvE, c. 5, s. 391, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 5, s. 56, İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 3, s. 48.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/118.
[134] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ.c.l, s. 358, İtan Haldun, Tâıîh, c. 2, ks.2,s.57, Bedrüddin Aynf, Umdetu’l-kârf, c. 18, s. 29, İbn Hacer, Fethu’l-bârf, c.8,s. 14, Kastalânf, Mevâhibü’l-ledünniye, c. 1, s. 317, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 196.
[135] İbn Sa’d, c. 1, s. 358, Zürkânf, Mevâhibü’l-ledünniye Şerhi, c. 4, s. 43.
[136] İbn Sa’d, c. 1, s. 358, İbn Haldun, c. 2, ks. 2, s. 57, B. Aynf, c. 18, s. 28, İbn Hacer, c. 8, s. 14, Kastalânf, c. 1, s. 317, Diyarbekrî, c. 2, s. 196.
[137] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/118.