Şüphesiz hiçbir semavi din, insanlar arasında sınıflaşmayı ön-.görmez. Ama Brahmanizm, bu sınıf sistemini benimsemiştir. Bu din, İsa Peygamber1 den önce, Hindistan´da yayılmıştır. Kalıntıları hala mevcuttur. Her ne kadar bu dindeki sınıf sisteminin şiddeti bazan zamanın etkisiyle törpülenmişse de, halen mevcuttur. İnsanlar arasında eşitlik düşüncesinin yayılmasından sonra bu sistem, eski geçerliliğini koruyamamıştır. Ancak insanlar arasında eşitliğin sağlanması gerektiğini savunan düşünce ve uygulamalara rağmen, Brahmanizm´deki bu sınıf sistemi, varlığını, kısmen de olsa hala korumaktadır.
Ebu Reyhan el-Biruni´nin sözlerinden anlaşıldığına göre, Brahmanizm´in semavi bir kökeni ve peygamberinin olması ihtimal dahilindedir. O, bu ihtimali iki delille kuvvetlendirmektedir. Bu delilleri şöyle ifade etmek mümkündür:
1- Tevrat´ta ve Kur´an´da adları sayılan peygamberlerden başka peygamberlerin de bulunduğu bilinmektedir. Nitekim Cenab-ı Allah şöyle buyurmuştur: “Andolsun biz, senden önce de elçiler gönderdik. Onlardan kimini (n hayatını) sana anlattık, kimini de anlatmadık” (Mu´min:78)
Bir başka ayet-i kerimede de Cenab-ı Allah şöyle buyurmuştur: “Her millet içinde mutlaka bir uyarıcı (peygamber gelip) geçmiştir.” (Faür: 24)
Güçlü bir kültürün ve düşünen insanların bulunduğu Hindli-ler arasında, semavi bir dinin mevcut olması mümkündür. Hatta Kur´an nassı gereğince bu kesindir.
2- Ebu Reyhan el- Biruni´nin, “Hindliler´in Akla Göre Makbul, ya da Makbul Omayan Sözleri” adlı e-serinde de anlatıldığına göre Hindiler, muvahhid olma özelliğine sahiptirler. Avam tabakalarının inancına putperestlik yerleşmiştir.
El – Biruni, bu konuda şöyle der: “Hintliler, noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah´ın bir ve ezeli olduğuna, başlangıç ve sonunun olmadığına, işini yapmaya muktedir ve serbest irade sahibi olduğuna, her şeyi yerli yerince yaptığına, insanlara ve bütün varlığa hayat veren müdebbir bir zat olduğuna, mülkünde tek başına yönetim gücüne sahip olduğuna, zıtlarmın bulunmadığına, hiçbir şeye benzemediğine ve hiç bir şeyin de kendisine benzemediğine inanırlar. Bu anlattıklarımızın, kulaktan duyma şeyler gibi telakki edilmemesi için, onların kitaplarından bazı iktibaslar yapacağız: Adamın biri, Yatencel kitabında şöyle sorar: “Şu güçlü mabud kimdir ” Cevap veren şöyle der:” O ma´bud, üstündür, ezelidir. Evveli yoktur, birdir. İşini kendi başına yapar, dengi yoktur. Kendisinden sevap ve mükafat ümit edilir. Azabından korkulur ve sakınılır. Düşüncelerimizin çemberine girmeyecek kadar yücedir. Hoşlanmadığı zıtlarından, sevdiği benzerlerinden yüce, üstün ve münezzehtir. Kendi zatı ile bilendir ve ebedidir. Çünkü sonradan öğrenilen ilim, bilinmeyen şeyin bilgisidir. O´na karşı bilgisizlik isnadı ileri sürülemez. Bu, her hal ve zamanda böyledir.” Sonra adam şöyle sorar: “O´nun, bu anlattıklarından başka sıfatları var mıdır ” Cevap veren şöyle der: “O´nun tam üstünlüğü, mekan itibariyle değil şeref ve yücelik bakımındandır. O mekana sığmaz. Eksiksiz ve saf iyiliktir.
O hali^ ilimdir. Heva ve cehalatin pisliğinden münezzehtir.” Soran adam yine der ki: ” O kelam ile konuşur mu, konuşmaz mı “Cevap veren: “Eğer alim ise mutlaka konuşacaktır.” der. Soran der ki: “Eğer bilgisi nedeniyle konuşuyorsa, onunla, ilim sahibi oldukları için konuşan alimler arasında ne fark vardır ” Cevap veren der ki: “Onunla alimler arasındaki fark, zamandır. Onlar bu hususta ilim tahsil ettiler; önce bilmediği ve konuşmadığı halde, sonradan öğrenip konuşurlar. İlimlerini, konuşmak suretiyle başkalarına aktarırlar. Onların sözleri ve ifadeleri zaman içinde olmaktadır. Oysa ezeli işlerin zamanla bağlantısı yoktur. Noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah ezelde ilim sahibi ve konuşan bir zattır. Brahma ile konuşan O´dur. Brahma´dan Önce de bazı zatlarla çeşitli şekillerde konuşmuştur. O, zatlardan bazılarına kitap vermiştir. Kimine papanın vasıtasıyla konuşmuş, kimine vahiy göndermiş ve kiminin de fikrini coşturarak ilhamda bulunmuştur.”
Soran adam dedi ki: “Bu ilim nereden geliyor ” Cevap veren adam şöyle dedi: “Onun ilmi ezelde olduğu gibidir. O sürekli olarak bilgi sahibidir. Onun zatı alimdir. Kendisine has olmayan bir ilmi yazmamıştır. Nitekim Brahma´ya indirdiği “Buda” da şöyle demiştir: “Buda ile konuşanı ve onu kabul edeni övün”. Soran adam dedi ki: “Maddi nişlerimizle algılayamadığımız bir zata nasıl ibadet ederiz ” Cevap veren şöyle dedi: “O´nun adlandırılması varlığını ispat eder. Haberi bize ulaşan şey, var demektir. Ortada olmayan bir şeye isim verilmez. Duygu alanımızın dışına çıksa da, aklımız onu idrak eder. Fikrimiz ve düşüncemiz onun sıfatlarını kuşatır. İşte halis ibadet budur.”
Birûnî´nin adı geçen kitabında, Hindliler´e ait kutsal kitaptan yaptığı nakiller işte bunlardı. Bu nakiller üç şeye işaret etmektedir.
1- Bu kutsal kitaplardaki ifadeler, noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah´ın birliğine inancı göstermekte ve O´nu, sonradan yaratılan varlıklara benzemekten tenzih etmektedir. O, benzeri bulunmayan bir zattır. Söylenenleri işiten, yapılanları gören, bilen ve konuşandır. Bütün kemal sıfatlarla muttasıftır. Hiç kimse bu sıfatlar hususunda O´na ortak olamaz. O´nun birliği ve yüceliği, yaratma ve icat etmededir: Sıfatları yücedir, Noksanlıklardan münezzeh olan yüce zatı mabud olmaya mahsustur. Brahmanizm´in asli kitaplarında bu hususlar üzerinde herhangi bir şüphe yoktur.
2- Brahmanlara da peygamberler gönderilmiştir. Tevrat, İncil ve Kur´an´daki dini naslar bu hususu desteklemektedir.
Brahma´da tanrılık değil, fakat Allah tarafından gönderilen bir elçi özellikleri vardır. Biruni´nin, Brahmanlar´ın kitaplarından yapmış olduğu nakiller, bu hususu açık ve mutlak bir şekilde göstermektedir.
3- Tahrif edilip edilmediği, kelimelerinin yerlerinin değiştirilip değiştirilmediği bir tarafa bırakılacak olursa, Brahma´ya Rab-bi´nden indirilmiş bir kitap vardır. Ancak üzerinden uzun zamanlar geçtiği için bu kitabın tahrif edilmiş olması mümkündür. Nitekim Tevrat ve İncil de tahrife uğramıştır. Hatta diyebiliriz ki, bu kitap kesinlikle tahrife uğramıştır. Çünkü bu kitapta Brahma´yı tanrılıkla niteleyen bazı ifadeler mevcuttur. Halkın çoğunluğu onu bir peygamber olarak değil, bir tanrı olarak nitelemektedirler. –